7 Mart 2017 Salı

Perinçek’in Türklere verdiği zarar,


Perinçek’in Türklere verdiği zarar,



Özgür Erdem
19.03.2007

12 Mart’ta tüm örgütünü, 12 Eylül’de ise tüm Yöneticilerini tutuklattıran
Perinçek’in hedefinde şimdi de tüm Türkler var.., Perinçek’in Türklere verdiği zarar

Uluslararası mahkemelerde Talat Paşa bile beraat etmişti Perinçek ceza almayı başardı,

Doğu Perinçek Yine Mahkûm oldu.


   < Lozan’da görülen Perinçek davası sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi La Hey Adalet Divanı’nda sanık sandalyesine oturtma planının ilk adımını oluşturuyor. La Hey Adalet Divanı stratejisini savunan Aydın Doğan medyası ve AKP’nin Perinçek’e verdiği destek bu nedenle tesadüf değil. >

Bölücülük yaptığı için defalarca hapse giren Perinçek, bu sefer İsviçre’de mahkûm oldu. Lozan’da yargılandığı mahkemede, Ermeni soykırımının emperyalist bir yalan olduğunu söylediği için ırkçılık karşıtı yasayı ihlal ettiği gerekçesiyle 90 gün hapis ve 35 bin YTL para cezasına çarptırıldı.

Bugün Perinçek sayesinde “Ermeni soykırımı yalandır.” demek suç haline gelmiştir. İsviçre mahkemesinden çıkan kararın biricik sonucu budur.

Sözde Ermeni soykırımı konusunda bugüne kadar pek çok parlamento Türkiye’nin aleyhinde kararlar çıkardı. Pek çok ülkede Ermeni Soykırımının olmadığını iddia etmek suç sayılıyor.

Ancak bugüne kadar bu konuda suçluluğu mahkemece sabit görülen kimse olmamıştı. Perinçek davası yüzünden sözde Ermeni soykırımı konusunda bir mahkemede ilk kez bir “Türk”, suçu sabit görülüp hüküm giymiş oldu.

Perinçek bu konuda kendisini Talat Paşa gibi görebilir; ancak hüküm giyerek aslında Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır. Üstelik hatırlatırız ki, Talat Paşa dahil pek çok Osmanlı devlet adamı İngilizlerin ünlü Malta mahkemelerinde bile beraat etmişlerdi.

Halbuki Perinçek bu davadan beraat edebilirdi; çünkü benzer örnekleri daha önce yaşandı.

  '' İsviçre’de Aynı Maddeden Yargılanan 17 Türk 2001 yılında beraat etmişti, ''

2001 yılında Ermenistan-İsviçre Derneği, 17 Türk Derneği yöneticisi aleyhinde sözde soykırımı inkâr ettikleri gerekçesiyle Bern kantonunda dava açmıştı. Ermeni derneği, davalarına gerekçe olarak Yahudi soykırımını inkâr etmeyi yasak sayan İsviçre Ceza Kanunu’nun 261. maddesini gerekçe olarak göstermişti.

Davada Türkiye’nin lehine bir karar çıkmış ve 17 Türk beraat etmişti. Karar gerekçesinde İsviçre’nin Ermeni soykırımını tanımadığı ve yargılanan insanların milliyetçi olmaya ve Ermeni soykırımını kabul etmemeye hakları olduğu vurgulanmıştı. Ermeni derneğinin başvurduğu üst mahkeme de kararı onamıştı.

Dolayısıyla 2001 yılındaki davada 17 Türk, Perinçek’in de yargılandığı maddeden beraat etmiş oluyordu.

2002 yılında federal mahkeme tarafından beraat kararının onanmasıyla birlikte İsviçre’deki Ermeniler, kantonlar bazında iddialarını yasallaştırmaya çalıştı.

İsviçre’deki 27 kantonun sadece 2’sinde bunu yasalaştırabildiler: Cenevre ve Lozan’ın da içinde bulunduğu Vaud…

Dolayısıyla Ermeniler istediklerini elde edememiş oluyordu; çünkü sözde soykırımla ilgili yasaları Temsilciler Meclisi’nde kabul ettirseler bile bir üst meclis olan Senato’dan geçiremiyorlardı. Zaten İsviçre yönetimi de sözde soykırım konusunda Türkiye’yi karşısına almak istemiyordu.

Örneğin, İsviçre Adalet Bakanı Christoph Blocher 2006 Ekiminde Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilişinin 80. yıl kutlamaları için geldiği Ankara’da 261. maddeyi eleştiren açıklamalar yapmıştı. O günlerde Yusuf Halaçoğlu aleyhinde 261. madde gerekçe gösterilerek dava açılmıştı. Blocher ise bu maddeden dava açılmasını doğru bulmadığı söylüyordu.

_ Perinçek kendisini zorla yargılatıyor,

Görüldüğü gibi İsviçre açısından her şey aslında Türkiye’nin lehine gidiyordu. Halaçoğlu da hakkında tutuklama kararı çıkmış olmasına rağmen İsviçre’ye gitmeyerek emperyalist tezgâha dahil olmuyordu. Ne de olsa Halaçoğlu sorumluluk sahibi davranıyordu. Bu noktada Perinçek devreye girdi. Gelişmeleri alt alta bir sıralayalım:

Temmuz 2005: Perinçek peşine yüzlerce kişiyi katarak Lozan Anlaşması’nın yıldönümünde Lozan’a geldi. Perinçek burada sözde Ermeni soykırımının yalan olduğunu söyleyen bir konuşma yaptı. Halaçoğlu hakkında o günlerde bir tutuklama kararı çıktığı için sempozyuma soykırım tartışması damgasını vurdu. Ancak burada ilginç bir şey var: Sempozyumda herkes soykırım iddialarını kınarken ne hikmetse gözaltına alınan bir tek Perinçek oldu.

Eylül 2005: Lozan Savcısı Antenen, Perinçek hakkında takipsizlik kararı verdi.

Mayıs 2006: Ermeni derneklerinin Antenen’in kararına itirazının ardından Perinçek hakkında tekrar soruşturma açıldı. Antenen, bu ikinci soruşturma sürecinde Perinçek’in gerekli savunmaları yapmadığını ve göndermeyi vaat ettiği belgeleri göndermediğini açıkladı. Bu nedenle Perinçek hakkındaki dava açıldı.

Mart 2007: Perinçek yine yüzlerce kişiyi peşine katarak Lozan’a geldi ve provokatif bir savunma vererek adeta kendisini mahkûm ettirdi.

Bu davanın sonuçlarının doğru okunması lazım. Perinçek’in aldığı ceza sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir Türk’ün aldığı ilk cezadır. Ve bir emsal oluşturacaktır.

Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki Loizidou Davası gibi bir emsal teşkil edecektir.

Öncelikle İsviçre’de sonra da Avrupa’nın diğer ülkelerinde Perinçek’in aldığı ceza örnek gösterilerek Türkiye aleyhinde kararlar çıkartılacaktır.

Ancak senaryonun bir de 2008 boyutu olacak. Perinçek hakkını sonuna kadar arayacağını, gerekirse AİHM’e kadar gideceğini söylemiş.

Önce bir hatırlatma yapalım: Perinçek daha önce de AİHM’e başvurmuştu.

Perinçek’in partisi 1991 yılında bölücülük yaptığı için kapatılmıştı. Perinçek de yaptığı konuşmalarda bölücülük yaptığı için ceza almıştı. 1998 yılında 6 ay Haymana’da yatmıştı. Bu kararın aleyhinde Perinçek, AİHM’e başvurdu. 2005 yılında AİHM’den Türk Devleti aleyhinde karar çıkartmayı başaran Perinçek, Türkiye’yi 17 bin euro tazminata mahkûm etti.

_ Bu Parayı alıp almadığını bilmiyoruz.

Yıllarca antiemperyalist politika yaptığını iddia eden bir siyasetçinin hangi mantıkla Türkiye’yi emperyalist kurumlara şikayet ettiğini de geçiyoruz. Bunlar başka bir yazının konusudur.

Burada önemli olan şudur: Perinçek daha önce de AİHM’e başvurmuştur. AİHM tarafından tanınmaktadır ve çıkan kararın gösterdiğine göre AİHM tarafından sevilmektedir de. Bu nedenle AİHM’den Perinçek’in istediği doğrultuda karar çıkması beklenmelidir. Kısacası AİHM İsviçre’deki kararı onaylayacaktır!!!

Bu okuyucuya çelişki gibi gelebilir.

Perinçek tabii ki hakkında verilen hapis ve para cezasının kaldırılması için başvurmaktadır AİHM’e. Ancak Perinçek’in stratejisinin beraat etmek üzerine değil de, ceza yemek üzerine kurulduğunu hatırlatmak isteriz.

_ Perinçek Lozan’a beraat etmek için değil, ceza yemek için gitti

Bu noktada Perinçek’in aslında uğursuz bir rolle Lozan’a gittiğini vurgulamamız gerekiyor. Çıkan mahkeme kararında Perinçek hakkında “ırkçı, provokatör, küstah” gibi ifadeler kullanıldı.

Hatta Perinçek, 261. maddenin işlemez hale getirilmesinin yolunun bu maddeyi ihlal eden açıklamalar yapıp binlerce insanın yargılanması olduğunu da söylemişti.

Halbuki bu strateji çok yanlıştır. Avrupa hukuk sisteminin bir yasasına tepkiliyseniz, bunu o maddeden ceza yiyerek göstermek mantıklı değildir. Yapılması gereken o kanunu koyanları ikna etmek olmalıdır. Yani İsviçre’de yapılması gereken, 261. maddeden binlerce insanın hüküm giymesini değil, o maddenin meclis tarafından değiştirilmesini sağlamak olmalıdır.

Bu stratejinin bir başka yanlışı ise, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin aklanması ihtiyacının hissedilmesidir. Halbuki bu konuda İsviçre’deki yerel mahkemenin hiçbir yetkisi bulunmamaktadır. Türkiye’nin kendi suçsuzluğunu ispatlamak gibi bir yükümlülüğü de yoktur.

Hukukta sanık suçsuzluğunu ispatlamak durumunda değildir; sanığı suçlayanlar kendi delillerini sunmalıdır. Bu nedenle Perinçek’in Lozan’a götürdüğü 67 kilo (kendi deyimiyle 90 kilo) belgenin de bir anlamı bulunmamaktadır.

Burada ilginç bir durumla daha karşı karşıyayız. Dünyada hiç kimse ceza almak için mahkemeye çıkmaz. Tutuklanıp hüküm giymek hiçbir sanığın istediği bir şey değildir.

Bu yüzden Avukatlar tutulur. Savunmalar hazırlanır.

Ancak Perinçek açısından durum böyle değildir. Dikkat edilirse davanın başından beri, beraat etmenin değil, gerekirse hüküm giymenin, hapis yatmanın propagandasını yapmaktadır. Hatta kendisine nasıl destek olunması gerektiğini soranlara, aynı suçu defalarca işleyerek İsviçre adaletini işlemez hale getirme çağrısında bulunmaktadır…

Perinçek davasının amacı sözde soykırımı La Hey’e götürmek

Anlaşılan Perinçek Lozan’a 261. maddeden yargılanmak için gitmiş. Aleyhinde dava açılmasını sağlamak için açıklamalar yapmış. Tüm bunları kendi siyasi hırsları için yaptığı da malûm.

Yıllardır Perinçek’in bu yanlış stratejileri ve psikolojik durumu örgütünün çapı kadar zarar veriyordu. Birkaç kişinin hayatına mal olmaktan öte bir zararı yoktu. O yüzden çok problem değildi.

Ancak Perinçek’in verdiği zarar artık örgütsel gücünün ötesine geçmiştir.

Perinçek yüzünden Türkiye mahkûm olmuştur. Türkler zarar görmektedir. O yüzden Perinçek’in aldığı mahkumiyet kararını biraz daha ayrıntılı incelemek gerekiyor. Öncelikle Perinçek’in aldığı mahkumiyet kararının neden AKP dönemine denk geldiğini bir düşünelim. Yıllardır Ermenilerin üzerinde durduğu bir tez vardır. Sözde soykırım iddialarının uluslararası bağımsız bir yargı organında tartışılıp karar bağlanmasını isterler.

Bunun adresi ise bellidir: La Hey Adalet Divanı. Ancak Ermenilerin bu konuda çektikleri sıkıntı Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında aldığı soykırım kararıdır. Bu karara göre 1948 yılından önce gerçekleşmiş hiçbir fiil soykırım tanımına alınamayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin 1915 tehciriyle ilgili bir yargılamayla karşı karşıya kalması hukuken mümkün değildir.

Burada Ermeniler açısından tek bir yol kalmaktadır: Türkiye’nin La Hey’de yargılanmayı kendi kendisine kabul etmesini sağlamak. Bunun için Türkiye’nin “ben zaten suçsuzum” diyerek teslim olması gerekiyor.

Bugün maalesef Türkiye’de bir kesim, zaten soykırım işlemediğimizi ve La Hey’deki davayı nasıl olsa kazanacğımızın propagandasını yapıyor. Perinçek’in sözde Lozan zaferini manşetlere çıkaran Aydın Doğan medyasının, Ermeni meselesinin çözümünün La Hey’de olduğunu savunan başlıca kesim olması bu bakımdan bir tesadüf sayılmamalı. Hatırlayalım. Mehmet Y. Yılmaz başta olmak üzere Aydın Doğan medyasından pek çok yazar Perinçek davası için “antreman maçı” demişti. Bu antremansa gerçek maç nerede oynanacaktır peki? Tabii ki La Hey’de...

Halbuki La Hey’de sanık sandalyesine oturmaya bir kere kabul ettiniz mi davada görüşülecek olan sadece ve sadece soykırım tazminatı olarak ne vereceğiniz olacaktır. Ve savunma olarak da en fazla “istemeden oldu” diyebileceksiniz. Belki de en iyi ihtimalle toprak yerine para tazminatı kararıyla günü kurtaracaksınız. La Hey Adalet Divanı’nın soykırımla suçlanan ilk sanığı Almanya’ydı ve doğal olarak Yahudi soykırımından hüküm giydi. İkinci sanık ise Sırbistan oldu. Sonuç ortada. Üçüncü sanık Türkiye yapılmak istenmektedir.

Perinçek davasının AKP’nin Türkiye’yi La Hey Adalet Divanı’na götürme planının ilk adımı olarak görmek gerekir.

_ Perinçek AKP planının taşeronu

Bugün La Hey’e gidilmesi gerektiğini savunanların başında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gelmektedir. Gül yıllardır meseleyi La Hey’e götürmenin Türkiye açısından daha avantajlı olacağının propagandasını yapmaktadır.

AKP Türkiye’nin iç ve dış politikadaki kırmızı çizgilerini bir bir çiğnemektedir. Bunu yaparken bazen kendi adamlarını, bazen de taşeronları kullanır. Anlaşılan Ermeni meselesinde taşeron olarak seçilen Perinçek’tir.

Perinçek iki sene önce Lozan’da gözaltına alındığında bizzat Abdullah Gül tarafından kurtarılmıştı. Bugün de Lozan’da hüküm giydiğinde ilk destek açıklaması Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. Bunlar tesadüf değildir. AKP taşeronuna sahip çıkmaktadır.

Perinçek’in siyasi geçmişi benzer yargılamalar ve hüküm giymelerle doludur. Perinçek nasıl ben suçsuzum diye 12 Eylül’e teslim olup yıllarca hapis yatmışsa Türkiye’yi de aynı mantıkla La Hey’e götürecektir.

Türkiye’nin devlet politikası sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda uluslararası hiçbir mahkemeyi muhattap kabul etmemektir.

Perinçek ise emperyalist mahkemelerin ayağına kadar gitmekte, emperyalist yargıyı meşrulaştırmakta ve Türkiye’nin başını belaya sokmaktadır.
Geçmişte tüm örgütünün başını belaya soktuğu gibi…

Dış politikada devlet sözcülüğü yapmak ciddiyet ve akıl ister. 12 Mart ve 12 Eylül’de tüm örgütünü içeri tıkan bir zihniyete devlet politikası teslim edilemez. Lozan davası göstermiştir ki Perinçek zihniyeti tüm Türklerin başını belaya sokmaktadır.
Önlem alınması gerekmektedir.
Perinçek 12 Mart’ta da beraat etmek için değil, adeta hüküm giymek için savunma vermişti

_ 12 Mart’ta Çelikleşsin diye tüm örgütünü ispiyonlamıştı

Perinçek’in hüküm giyerek “çelikleşme” stratejisi yeni değil. 12 Mart döneminde de uygulamıştı. Bilenler bilir. Bilmeyenlere hatırlatalım. 12 Mart’ta en kalabalık dava Perinçek’in örgütü TİİKP’nin davasıydı. Bunun nedeni TİİKP’nin en kalabalık örgüt olması değil, sanıkları en çok çözülen, en çok itirafta bulunan örgüt olmasıydı. Zaten TİİKP, 12 Mart döneminin en marjinal ve en zayıf örgütüydü. Devrimci gençlik hareketinden de, işçi sınıfı hareketinden de, Ordu içindeki devrimci hareketlerden de dışlanmıştı.

Onca TİİKP’linin yargılanmasına neden olan en önemli şey Perinçek’in kendi polis ifadesiydi. Perinçek belki de dünyada ilk kez, tüm örgütünü açığa çıkaran itiraflarda bulunan örgüt lideri olmuştu. Böyle bir şey dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, o lider tasfiye edilir. Halbuki Perinçek sayfalar tutan ifadesini hep savundu. Hatta örgütün faşist zindanlarda bu sayede çelikleştiğini öne sürdü.

O kadar ki, İP’liler 12 Mart’ta toplu halde cezaevinde kalmaktan her zaman gurur duydular, örgütün bu sayede cezaevini bir okula dönüştürdüğünü savundular. Mesela İP’in yayın organı Teori dergisinde yayımlanan İşçi Partisi tarihinde şöyle diyor: “TİİKP 1972 yılında yoğun tutuklamalar yaşadı. 1973 yılına gelindiğinde TİİKP’nin önderliği ve gövdesinin büyük bir kısmı tutuklanmıştı. 1973 yılında TİİKP’nin mücadelesi daha çok hapishane ve mahkemelerde devam etti. (…) TİİKP davasındaki devrimciler cezaevi koşullarını iyi değerlendirdiler. (…) TİİKP cezaevleri koşullarının devrimciler tarafından değerlendirilmesinin örneklerini yarattı. Geleceğe yatırım yaptı. (…) Cezaevleri bir okul haline geldi.” (Teori dergisi, sayı 46)

Kısacası çelikleşmek ve cezaevlerini okul haline dönüştürmek adına tüm örgüt Perinçek tarafından ateşe atılmıştır. Perinçek poliste bizzat saatlerce ifade vererek tüm örgütünün içeri girmesini sağladı. Perinçek’in polis ifadeleri o kadar ünlüdür ki, 70’lerde kitap olarak bile basılmıştır... Perinçek’in tüm örgütünü nasıl ateşe attığı 12 Mart mahkemelerinde izlediği savunma anlayışında da görülebilir. Aynen bugün Lozan’da uyguladığı stratejiyi uygulamış ve adeta hüküm giymek için savunma yapmıştır.

O dönemde tüm devrimciler Anayasa’yı gerçekten savunanların devrimciler olduğu üzerinden savunma yapardı. Savcıların “proletarya diktatörlüğü kurmak” suçlamaları tüm devrimciler tarafından reddedilirdi. Perinçek’ler ise Anayasa’yı ortadan kaldırmak ve proletarya diktatörlüğünü kurmak istediklerini her zaman söylediler.

Kimse bu savunmayı kahramanlık diye yutturmaya kalkışmasın. Malûmunuz, en uzun polis ifadesini veren Perinçek’tir. Sorguda ser verip sır vermeyen gelenek ise devrimcilerindir. Ayrıca 12 Mart döneminde devrimci hareketin önemli kadroları ve tüm devrimci örgütlerinin liderleri ya idam edilmiş ya da şehit edilmiştir. Örgüt liderleri arasında tek hayatta kalan Perinçek’tir. Kısacası, gerçek kahramanların kimler olduğu ortadadır.


_ Perinçek 12 Eylül’de de kendi teslim oldu,

Bir başka faşist darbe döneminde, 12 Eylül’de ise, Perinçek gidip bizzat kendisi teslim olmuştur. On binlerce insanın işkenceden geçtiği, yüz binlerce insanın gözaltına alındığı faşist darbe koşullarında Perinçek de bir ilki başarmış, “Zaten suçsuzum.” diye teslim olmuştu.

Bununla da yetinmemiş, partisinin tüm lider kadrosunun teslim olmasını sağlamıştı. O kadar ki, darbe olduğu sırada Almanya’da bulunan Mustafa Kemal Çamkıran bile teslim olmuştu. Çamkıran, Perinçek’in 1 numaralı sanık olduğu TİKP Davası’nda 3 no’lu sanıktı. Yani Perinçek’in önemli kadrolarındandı. Türkiye’ye dönmeden önce Almanya’da düzenlediği bir basın açıklamasıyla 12 Eylül’ün faşist bir darbe olmadığını savunarak tüm dünyayı şaşırtmış ve Türkiye’ye dönerek teslim olmuştu. Tabii o da 12 Eylül zindanlarında “çelikleşmişti”.

_ İşte Perinçek zihniyeti.

Dün mahkûm olmak için Almanya’lardan gelip teslim olanlar, bugün İsviçre’lere kadar gidiyor. Bu zihniyetin tek bir açıklaması olabilir: Perinçek’in dikkat çekme çabası... Yargılanan ve mahkûm olan siyasetçi her zaman haber olmuştur.

Siyasi emelleri için hapis yatmayı göze alanlar her zaman dikkat çeker. Perinçek bu anlamda dikkat çekmeyi başarıyor; ama siyasetçi dikkat çekmek değil başarılı olmak zorundadır. 40 yıldır dikkat çeken; ama bir türlü bir yere gelemeyenler bu işi niye yaptığını bir sorgulasın.


Deniz Gezmiş:

“Marksist-Leninist düzen kurmakla itham ediliyoruz. Bu iddiaların hiçbiri varit değildir. Bu ülkede Anayasa’yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa’yı ihlal edenlerse ortadadır.” (THKO Davası)

Mahir Çayan:

“Savcılık makamının hakkımızda hazırladığı iddianame bizim proletarya diktatoryasını kurmak için Anayasa nizamını ihlal ettiğimiz savı üzerine kurulmuştur. Bu iddia gerçeklere aykırı, mesnedsiz ve zorlama bir iddiadır. Eylemlerimizin hedefi 27 Mayıs Anayasası’nı ihlal etmek değil, tam tersine ihlal edilmiş, fiilen işlemez hale getirilmiş 27 Mayıs Anayasası’nın öngördüğü nizamı tesis etmektir.” (THKP-C Davası)

Doğu Perinçek:

“TİİKP proletarya diktatörlüğü kurmak ve kapitalizmi yıkarak sosyalizmi gerçekleştirmek amacını programında belirtmiştir. Bizler de burada, proletarya diktatörlüğü uğruna mücadele etmekle suçlanıyoruz. Evet, biz bir avuç işbirlikçi zalimin halkımız üzerindeki gerici diktatörlüğünü yıkmak, onun yerine işçi sınıfı önderliğinde demokratik halk iktidarını kurmak ve durmaksızın proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirmek için mücadele ediyoruz.” (TİİKP Davası)


http://www.turksolu.com.tr/131/erdem131.htm



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder