NE OLACAK ?
Yekta Güngör Özden,
Sık sık karşılaşılan, yanıt vermekte güçlük duyulan bir soru bu “ Ne olacak? ”. Kimileri de “Oyumuzu Hangi Partiye vereceğiz?” diyor.
Siyasal iktidarın şeriat düzeninden vazgeçmediğini,...
NE OLACAK ?
Yekta Güngör Özden
22.03.2004/Sayı:52
Sık sık karşılaşılan, yanıt vermekte güçlük duyulan bir soru bu “Ne olacak?”. Kimileri de “Oyumuzu hangi partiye vereceğiz?” diyor. Siyasal iktidarın şeriat düzeninden vazgeçmediğini, değişmediğini gösteren güçlü ve somut belirtiler ortada. İmam hatip okullarının sınırı ders programına karşın genel liselerle bir tutularak üniversite kapılarının onlara açılması için öngörülen ayrıcalık, AİMH’nin gerekçesi yazılmakta olan kararına, AB ülkelerinin sıkı tutumuna karşın üniversitelerde sıkmabaş uygulaması ve YÖK Yasası konusunda olduğu gibi Kamu Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasası tasarıları için diretme, önlenemez boyutlara getirilen kadrolaşma seçim söylemleriyle kanıtlanan olumsuzluklardan başlıcalarıdır. Şakşakçı basının abarttığı, kıyıda köşede kalmış kimi ilerici yazarların da kendi yönlerinden haklı olarak eleştirdikleri “Fişleme” olayına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı açıklaması doyurucu olsa da sömürü, sataşma bahanesi özelliği süreceğe benzemektedir. Günümüz Başbakanının seçim alanlarında “Beraber yürüdük biz bu yolları” derken cezalandırıldığı dizeleri anımsatan inadı Niğde’nin Ulukışla ilçesinde “İktidarla elele 84 yıllık karanlığa son” yazılı taşıtlarla yansıyan iç dünyalarını bir kez daha ele vermiştir. Cumhuriyetin ilanından önceki Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminden başlayıp günümüze kadar uzanan zamanı kapsayan yılları yadsıyanlar, karanlık olduğunu savlayanlar Osmanlı’nın son 150 yılının ne olduğunu, neler yitirdiğimizi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği tam bağımsızlık, Türk Devrimi ve yapı değişiklikleriyle neler kazandığımızı bilmeyen, anlamayan bağnazlar ve kökten dinci bağımlılar dır. Bunlar için bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, çağdaşlaşmanın, devletin, cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin, ahlak ve adaletin önemi yoktur. İmamın itaat ilkeleridir. İmam isterse onur, namus, hiçbir şey düşünmeden buyruklarını yerine getirirler. Kişilikleri yoktur. Yetenekleri yoktur. Bilgileri yoktur. Karanlık, dikta görmediklerinden, köktendinci terörü uygun bulduklarından aydınlığın ayırdında değillerdir. Utanmaları da yoktur. Nankörlük, değerbilmezlik iliklerine işlemiştir. Atatürk’ün ve laikliğin sayesinde ezan dinleyip namaz kılmak olanağına kavuştuklarını unutmuşlardır. Dinsel yönden hiçbir zorunluluğu olmayan sıkmabaşın peşinden sürüklenmekte, karanlıktan medet ummakta, dinsel söylemlerle oy peşinde koşmaktadırlar. Asıl bunların tutumu dine zarar, dindarlara saygısızlıktır. Ne yazık ki muhalefet partilerinden biri de “Başörtüsünü çözmekten korktular. Bu bizim meselemiz olsun” diyerek gericilikle milliyetçiliği birleştirip oy istemektedirler. Sıkmabaşa hukuksal güvence isteyen AKP milletvekili de çıkmıştır. Önceleri neler istediğini, nasıl sızma yolları önerdiği bilinen Fettullah Gülen’in askerlerimiz dinsizmiş gibi “ Dindar asker isteriz ” demesi gibi.
< ZORUNLU AÇIKLAMA
Tutum ve davranışlarını uygun bulmadığım için ilişkimi kestiğim kimilerinin gerçekdışı anlatımlarını değişik çevrelerde yayarak karalama çabalarına karşı özet açıklamalarımı, yasal yanıt ve dava haklarımı saklı tutarak, aşağıda sıralıyorum:.
1. Kimseden beni çağırıp konuşturmalarını, radyo ve TV programları ile etkinliklere çıkarmalarını, yazı ve kitaplarımı yayımlamalarını, satmalarını istemedim. Yazılarımı isteyenlere gönderiyorum.
2. Kimseden ödünç almadım. Bedelini ödemediğim bir alımım yoktur. Veresiye yöntemi kullanmadım, krediye gerek duymadım. Ben ve iki çocuğum, ev, taşıt aracı ya da başka bir şey için kimseden parasal yardım almadık. Tersini söyleyenler onursuz ve yalancıdır. Para işlerini, parasal ilişkileri hiç sevmedim. Bizim adımıza kimse kimseye bir şey ödememiştir. Kimseye tek kuruşluk borcum-borcumuz yoktur.
3. Emekli olmadan önce kendi evimize taşındık. Lojmanda emekli olarak bir saniye bile oturmadım. Evimizde devletin toplu iğnesi bile yoktur.
4.Taşıt aracı tartışmaları benimle ilgili değil, koruma görevlileriyle ilgilidir. Bana, Başbakanlığın onayıyla verilen aracı bu onayı kaldırmadan ısrarla isteyip koruma görevlilerinin araçlarına karşılık tuttukları için son beş ayında hiç kullanmadan geri verdim. Görevlilere vermek istedikleri araç 20 yaşını geçtiği için alınmadı. Paramla sağladığım araç kullanılmaktadır. Yakıt ve onarımını da ben karşılıyorum.
5. Koruma görevlilerini geri çekmeleri için dilekçeyle başvurdum. Görevlilere güçlük çıkaran tutumdan kaçınmadılar ve başvuruma yanıt vermediler.
6. Hiçbir siyasal kuruluşa ve oluşumla ilgim yoktur. Bir üniversitede Anayasa Yargısı ve Türk Devrim Tarihi dersleri veriyorum. Hiçbir derneğin ve kurumun yönetiminde de değilim.
7. Eczacılık yapan bir kız yeğenimden başka yeğenim yoktur. Akrabalarım arasında ticaretle, örneğin sigortacılıkla uğraşan birisi de yoktur. Adımı kullanan, dostluğumu ve hemşehriliğimi yalanlarla süsleyip çıkar sağlayanlar olduğunda gerekli işlemleri yaparım.
8. Bu gazetede ya da başka bir organda kadrolu yazar ve çalışan değilim. Yalnız kendi yazımdan sorumluyum. Yurtsever, Atatürkçü gençleri desteklemeyi görev saydığım için yazıyorum. Herhangi bir ücret almıyorum. Yaşadıkça yurttaşlık görevimin gereğini yerine getireceğim. Baro kaydımı yenilemedim, avukatlık yapmıyorum.
Şerefli ve namuslu insanlar yalan söylemezler, yalana olanak tanımaz ve destek olmazlar. Benden duyulmadıkça, bana bağlanan sözlerden, benden sorulup
öğrenilmedikçe, doğrulanmadıkça bana yüklenen eylemlerden sorumlu olmam.
>
1921 Anayasası ile laik yaşama ilk adımını atan Türkiye’yi her alanda laikleştirmenin özgün günü olan 3 Mart (1924)’ta Öğretim Birliği Yasasını unutan Milli Eğitim Bakanı kendi takıntısını başkalarına yükleyerek konumuna yaraşırlığını tartışmaya açmıştır. Bir sendika başkanı eğitimde haremlik-selamlık uygulaması önermiş, yeni kürtçe kurslar terör örgütünü öven sloganlar atılarak açılmış, süslü medyanın büyük kesimi iktidarın hizmetine emrine girmiştir. Yazar Emin Çölaşan’ın “İzin(!)” notunun arkasındaki gerçek gerçek demokratları uyarmalıdır. Abdülhamit dönemini anımsatan, sıkıyönetim, 12 Eylül dönemlerinde bile rastlanması güç aykırılıklar, çirkinlikler yaşanmaktadır. İlerici bilinen-tanınan kimi yayın organları da değişik yöntemler uygulayarak ayrım yapmakta, iktidara yaranma çabalarına girmektedirler. Bilinen gerici, besleme, sözcü basın için ne söylenip yazılsa az gelir.
Günümüz iktidarı, dünkü iktidarın eseridir. Günümüz Başbakanı da anamuhalefet partisinin siyasete armağanıdır. Dokunulmazlık dosyaları dönem sonuna bırakılma, iktidar bildiğini okumayı sürdürmekte, AB ve ABD desteğinde yol almaktadır. Yasama organında sansür uygulayacak biçimde soru önergeleri geri çekilmekte, AB’ne girme hayaliyle yeni ödünler demeti, yeni Anayasa değişikliği hazırlığına yerleştirilmek istenmektedir. Kıbrıs’ta Denktaş’ın tümüyle çekilme olasılığını gündeme getiren dörtlü görüşmelere katılmama durumu bile iktidara yetmemektedir. Davos’ta Yunanistan’a bırakıldığı anlaşılan Kıbrıs için “Elden gelen yapıldı, başka çare yoktu, ancak bunu kurtarabildik” demenin ortamı oluşturulmaktadır. Daha da ötesi, Denktaş suçlanıp kusur ona yüklenerek rumlar sevindirilecektir. “Sus” uyarısı boşuna değildir.
Başbakanlık ve Milli Eğitim Müsteşarlarına TBMM Başbakanı’nın Danışmanı Kemal Öztürk eklenmiştir. Önceki yazıp söylediklerine direnen iki müsteşardan “O kitabı unuttum” diyerek ayrılan Öztürk’ün yazdıklarına göz atmakta yarar var. İktidarın ideolojisi, amacı, yöntemi, araçları bir bir ortaya dökülmekte, değişmenin olanaksızlığı, aldatma ve oyalamanın oyunları birbirine bağlanmaktadır. Böyle bir ortamda muhalefetteki partilerin dağınıklığı, ufuksuzluğu, ilkesizliği, tutum ve yöntem bozuklukları, boşlukları, birleşme ve dayanışma yetersizlikleri seçmenleri bıktırmış görünmektedir. Bencilliği, büyüklenmeyi, kişiselliği, slogan yarışını bırakmayı becerememişler, tembellikten, aymazlıktan, kazanmak için ilkelerinden ödün vermekten uzak kalamamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin değişik yönlerden, değişik nedenlerle karşıtlarıyla işbirliğini uygun bulanlar, umut olmaktan çıkmışlar, terör örgütü bayrakları, terörbaşını öven sloganlar arasında seçim söylevlerine sürdürmekte sakınca görmeyenler, terör eylemlerini kimi günleri ve olayları kullanarak büyük kentlere taşıyanların sesleriyle de kendilerine gelememişlerdir. Yerel seçimlerin özellikleri, adayların kişisel durumları, iktidar partisiyle ilişkilerinin ağırlığı, akçalı durumu güçlü olanların açılımları ve çalışmalarındaki genişleme sonuçları etkileyen kimi nedenlerdir. Partilerden çok adaylar öne çıkmaktadır. Ama kimi yerlerde de partisinin başka partilerle kurduğu ilişki yüzünden adaylar oy yitirebilmektedir. Bu seçimlerde bu etken büyük ölçüde geçerli olacaktır. Oyları bilinçle kullanmak, oy vermekten kaçınmamak demokrasiye katkının gereğidir. Verilmeyen, kullanılmayan oylar, istenmeyen partiye ve adaya kazandırılmış sayılır. Siyasal iktidar Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ve seçim yasaları değişiklikleriyle demokrasiyi gölgeleyen, sözde bırakan çarpıklıkları gidereceği yerde, AB ve ABD yönlendirmesinde ödünler vermeyi yeğlemektedir. Seçimler sonrasında inatçı ve kindar iktidarın dili uzayacak, olumsuzlukları dayatma gücü artacak, yasama organını etkilememesine karşın “Oylarımızı arttırdık” böbürlenmesiyle şimdikinden daha kötü durumlara kayacaktır. Seçimlerde yansıması beklenen sağduyu, iktidar zorlamaları, tehditleri ve sözverileriyle tehlikededir. Seçmenin sağgörüyle davranması güçtür. Sınırlamalar, kısıtlamalar, yoksunluklar, çelişkiler, aykırılıklar, olumsuzluklar, kötülükler artacaktır. “Görünen köy kılavuz istemez” sözündeki gerçek önümüzdedir. Başbayiliğinden söz edilen Başbakanın konuşmaları, Devrim Yasalarını, yargı kararlarını göz ardı etme alışkanlıkları, ileri boyutlara varabilecektir. Kuyruk olmayı içine sindiren kimi yazarların amaçlı yorum ve değerlendirmeleri, yıpratma çabaları iktidarı azdıracak, ne olursa olsun iniş ve çöküşleri de bu ölçüde hızlanıp ağır bir düşüşe dönüşecektir. Cübbeli, sarıklı, sakallı muhtar adayları, sıkmabaşlı afişler, üstü kapalı söylemler bu gidişin perdeleridir.
Sıkmabaşın özgürlük sorunu olduğunda direnen sömürücülerle sözcülerinin gülünecek yanılgıları belirgindir. Zincirin özgürlüğü savunulabilir mi? Ayrımcılık simgesi olduğu açıkken Oostlander’in laikliği suçlaması Tayyip yandaşlığı ve destekçiliğine bağlanabilir. Avusturya’da Haider’e karşı çıkanların AKP suskunluğu ibretliktir. Neredeyse AB üyesi krallıkları unuttukları gibi Türkiye’de cumhuriyete karşı çıkacaklar. Türkiye için Türk ulusunun sakıncalı olduğunu söyleyecekler. Dünyada müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerin hangisinde Türkiye’dekinden daha iyi yaşanan din var? Hangisinde daha çok özgürlük, demokrasi, insan hakları, hukuk, mutluluk Türkiye’dekinden daha fazla? Laikliğin, laik cumhuriyetin Türk toplumunu, Türkiye insanlarının nereden nereye getirdiğini bilmiyorlar mı? Öğrenmedilerse bu görevlerde nasıl bulunuyorlar? Türkiye’de laiklik olmasaydı, Anayasa’da yazılmasaydı neler olurdu, düşünebiliyorlar mı? Tarih bilmeyen, hiçbir şey bilmez, kendini de bilmez.
Çelişkiler-Çirkinlikler
Hindistan müslümanlarının yardımından artan parayı nasıl kullandığı, ulusu için yeniliklere nasıl örnek olduğu, neler kazandırdığı, varlıklarını ulusa nasıl armağan ettiği bilinen Atatürk’ü Abdülhamit’le, Recep Tayyip’le karşılaştırıp şimdiki başbakanın ticaret ilişkisini olağan göstermeye çalışanlar çıktı. İşsizlikle, üniversitelerin vereceği bursların engellenmesiyle, haksızlıklarla yolsuzluklarla ilgilenmeyen ısmarlamacı kalemlerin yavşaklık ve yalakalıkları tiksindiricidir. Utanma duygularını da yitirmiş görünmektedirler. Dokunulup değinilecek nice konu sahipsizdir. Enflasyon uyutmalarını doğrulamayan yaşam güçlükleri intiharlara, değişik suç olaylarına neden olurken, işçiler çıkarılır, işyerleri kapatılırken, yağma nitelikli özelleştirmeler sürdürülürken, kayırmalar ve ayrıcalıklar sırıtırken televizyon ve gazete kuşları iktidar şakşakçılığının en çirkin örneklerini vermektedirler. Onlar için herşey geçerli ve uygundur, Atatürkçü olmak, tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, insanlığı, hukuku, demokrasiyi, eşitliği, onuru, ahlakı ve adaleti savunmak, gençlere yardımcı olmak suçtur.
AB’ne sunulan raporda, Türkiye’de laikliğin ayrımcılık yaptığı, iyi uygulanmadığı eleştirisi, işkence savları onları asla ilgilendirmez. Irak’ta zar-zor imzalanan Geçici Anayasa’nın Türkmenleri dışlaması, ABD’nin PKK/Kongra-Gel’e ilişkin yandaşlık tüten ikilemleri onların umrunda değildir. Kıbrıs’ta Papadopulos’un herşeyi reddetmesinin onlara göre önemi yoktur. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi yeni ilgi odaklarıdır. Köktendinci yazarların dönüşlerindeki çelişki, öncesinin doğrultusunun bugüne uyarlanması üzerinde durulacak değer taşımamakta, Dünya Kadınlar Günü’nün sıkmabaşlılar korosunun ilahiler okuyarak kutlaması uyarıcı olmamaktadır.
Solculuğu sözde kalmış çelişkili ve güvenilmez kimilerinin “Solu birleştireceği” savsözü güçleri ve tutumlarıyla karşılaştırılınca gülünüp geçilmektedir. Bu arada köktendinci, gerici, tutucu, çıkarcıların dayanışması karşısında ilericilerin dağınıklığı, birbirlerine karşıtlığı, anlamsız ve sakıncalı özseverlikleri, tembellik ve hukuk tanımazlıkları tartışılmaktadır. Bu konuda kişilerden kaynaklanan sorunlar aşılmadıkça sağlıklı birliktelikler oluşamaz, sürüp giden dağınıklık ve bozuklukları yansıtan karşıtlıklar çözülmelerle yıkımlar getirir. Gericilerin düşünsel hiçbir gücü yokken onların değirmenine suyu taşıyan sözde ilericiler, sözde aydınlar, sözde Atatürkçülerdir. Demokratik kitle örgütlerinde şöyle ya da böyle biryerlere gelenlerin kimileri kendilerini dev aynasında görerek koltuğa yapışmakta, hiçbir yararı geçmemesine karşın kendi tutarsız anlatımlarıyla olmadık başarıları sıralayıp övünmekte, etiketi kullanarak dolaşmak, kendini kanıtlamak amacıyla yerini kimseye vermemek, yıllarca oturmak üzere her yola başvurabilmekte, üstelik bu gerici çabayı “demokratik” olarak niteleyebilmektedir.
Eğitim, Bilgi ve Ahlak
Birilerinin kaypaklığı, yüzsüzlüğü, kulisçiliği, klikçiliği, oyunları, yalanı, dedikoduları, ahlaksızlığı bir süre insanı bir yere taşıyabilir, iktidar yapabilir ama itibarlı yapamaz. Katıksız Atatürkçüler dışlanıp karışık adamlar öne çıkarılabilir. Yıllarca İsmet İnönü de oy alamadı. Alanlar ondan iyi mi idi? Tıpkı şimdi 84 yılı karanlık sayanlar gibi Atatürk’ün 15 altın yılının da içinde bulunduğu 27 yılı oy için karalayanlar olmadı mı? Sonu ne oldu? Hiç. Başbakan CHP’nin kökünü kötülerken kendi kökünün ne olduğunu söylüyor mu? Nereden ve nasıl geldiğini bilmeyen var mı? Kim olduğu unutuluyor mu? Köksüz de denilebilir, ne kökünden geldiği de söylenebilir ama niteliği ve düzeyi düşürmemek için bu tür tartışmalara, sataşmalara girişilmez.
Bir zamanlar “Hem laik hem müslüman olunmaz” diyen bunlar değil miydi? Şimdi laiklikten yana sözler etmeye çalışarak arayı kapatmak istiyorlar. Ama asla içtenlikli değiller. Laikliği savunan insanlara karşı tutumları, Eve Dönüş Yasası’yla bağışladıkları köktendinci ve etnik ayrımcı teröristlerinkinin tümüyle tersi. Teröristlere olanaklar, yardım ve katkılar, destekler; laikliği ve Atatürkçülüğü savunanları hedef gösterme çelişkileri. Gerçekçi olsalar, görünümleri gerçek olsa özür dileyip düşmanlık sayılacak tutumları bırakmaları gerekir.
Seçimler “Nabza göre şerbet” sakatlığını geçerli gösterme süreci oluyor. Demokrasi şöleni yapılması gereken ortamlar demokrasi çöplüğüne dönüyor. Uzun yıllar unutulan seçmenler beş yılda bir seçim nedeniyle anımsanıyor ama demokrasiyi yozlaştıran, oyları “Namus ve onur” sayma bilincinden uzaklaştıran yöntemler kullanılıyor. Sonuçta spor takımı tutar gibi hatır için parti tutulup o veriliyor. Bölgecilik, etnik dayanışma, partizanlık, tarikat, aşiret, ticaret ilişkisi, çıkar etkili olabiliyor. Sonuçta da olanlar demokrasiye, ulusa, ülkeye, bizlere, hepimize oluyor. Seçim bir sınav ve olanaktır. Demokrasinin en belirgin göstergesidir. Ona yaraşır olmak çabası gerçek yurttaşlığın ölçütüdür. Kimi parti sorumlularının köktendincilere, kimilerinin kürtçülük yapanlara, kimilerinin de mezhepçilik koşturanlara hoşgörünme çabalı gereksiz sözleri demokrasinin kötüye kullanılmasının örnekleridir. Bunlar kimseye yarar sağlamaz., kötülükler büyür o kadar. Demokratik kitle örgütleri de bağımsızlık ve yansızlıklarına gereken özeni göstermez, kimi kuvvetlerde söz ederek bir şey kazandırdığını anlatır, yönlendirmeye, etkilenmeye elverişli duruma düşerse bağımlı olur, güdümlü olur. İstenileni yapmak ya da yapmamak zorunda kalır. İlkeli, tutarlı olmak, gereksinimlerini kendisi karşılamak ekonomik gücüyle işlev özgünlüğüne uygun davranışları sürdürmek çekiciliği korumaktır. Kimi olaylara, oluşumlara, kimi yazarlara ve yazılanlara baktıkça umudu taşımak ve korumak güçleşiyor. Milli Görüşçülerin Milli Çözüm dergisinde yazılanlar günümüz iktidarının doğrultusunu açıklamaktadır. Başlangıçta ulusal çözülmeyi erek edinenler, şimdi karşıtlıkları nedeniyle yapılarını yeniliyorlar. Kimileri de bilinenleri antiemperyalist göstererek yeni ilişkilerle sahneye çıkıyorlar. Ümmetçilerin antiemperyalist olduğunu savunmak yanılgıdır. Bir ya da birkaç devlete belli nedenlerle karşı olmak geçici bir tavırdır. Antiemperyalist kişi, ilkede tüm sömürü, uluslararası tekelcilik, yayılmacılık ve dayatmacılığa, kapitalizmin oyunlarıyla oyuncularına karşıdır. Çizgi ve doğrultu değişikliği, yön ve yol düzenleme nitelikli açılımlar ilkelerden ödün kuşkusu yaratmaktadır.
Doğrulanan kuşkular Türkiye’mizin içine çekilmek istendiği karanlığın belirtilerle artmaktadır. TRT’deki görevden almalar ve atamalar, Çanakkale Belgeseli’ni “Ajans 1400” adına hazırlayan kimsenin yenilmez kahraman Mustafa Kemal’e yer vermemesi anlayışından vazgeçmediğini kanıtlamaktadır. Kadınlarımızı ikinci sınıf yurttaş sayan gerici anlayış ne yazık ki sürmektedir. Yıllar önce Türk Kadınlar Birliği avukatı olarak Danıştay 5. Daire’de 2’ye karşı 3 oyla “Kadınların kaymakam olamayacağına” ilişkin kararı aldığım zaman duyduğum üzüntüyü yeniden yaşıyorum. Kadın eli sıkınca abdesti bozulan, insanlığını unutan, başka şeyler düşünen insanın dindarlığına inanılır mı? Müslümanlığı bu kadar zayıf ve değişken göstermek doğru mu? Program değişiklikleri, dinsel içerikli yayınlar Türkiye genelinde amaçlı gidişin somutlaşmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın amacı, sonuçları, insan hakları, demokrasi, laiklik, hukuk devleti, Söylev, Anayasa konusunda bilinç dokuyan izlenceler belli günlere ve saatlere sıkıştırılarak geçiştiriliyor.
Karamanlis’in Karamanlı olduğu söylemleri vurgulanırken Papadopulos’un Akritas Kıyım Planı yapımcılarından olduğu gözardı edilmektedir. Karmakarışık, dolaşık gidiş kimilerinin işine gelmektedir. İstanbul’daki terör olaylarından sonra Madrid’deki olay da köktendincilerin herşeyi göze alabilecekleri konusunda yeterli sayılmamıştır. Gerici basın hızla, Silahlı Kuvvetlere, yargıya saldırılarını sürdürmektedir. Olaylar, yıllarca koşullandırmanın, kışkırtmanın, dolaylı ve açık eğitimin sonucudur. Suça özendirenler konusunda ciddi hiçbir işlem, güven verici hiçbir yaklaşımın tanığı değiliz. İlerici geçinip asılsız suçlamalarda bulananlar yargı kararıyla sorumlu bulunduklarında özür dilemeyi bilmeyecek ölçüde katılık içindeler. Hakların özgürlüklerin inançların en sağlıklı güvencesi laikliği savunurken bize “Jakoben, 1930’larda kalmış baskıcılar, laikçiler, laikperestler” diye saldıranlar İspanya olaylarıyla acaba uyanmışlar mıdır? Vicdanlarının sesine kulak vermişler midir? Kendilerine yakınlarına yönelik bir saldırı olsaydı ne yaparlardı? Bu soruları akıllarıyla yanıtlamayanlardan hiçbir şey beklenemez.
50 yılı aşan demokrasi deneyimimiz umduklarımızı, özlediklerimizi getirmedi. Rusya Stalin’den, Almanya Hitler’den, Fransa Peten’den, Portekiz Salazar’dan, İspanya Franko’dan, İtalya Mussolini’den, Yugoslavya Tito’dan, Romanya Çavuşesku’dan, daha başkaları kendi diktatörlerinden kurtuldu, AB’ye katılıyorlar. 1930’ların en iyi cumhuriyetlerinin başında gelen Türkiye bekletiliyor, oyalanıyor. Demokrasiyle diktatörlükler, laikliğiyle dinci rejimler için kötü örnek olan Türkiye’yi AB yetkilileri bir türlü benimseyemiyor. İçimizdeki yalvar-yakarcıların, verkurtulcuların ödüncü yaklaşımları değerimiz konusunda kuşku yarattı. Eşitliği, hukuku ve onuru düşünmeyip kendilerini düşünenler sorumludur.
Çok kimse işin kolayına kaçıyor. Açıkça, doğrudan tavır koyamayanlar, çekinenler, kaçınanlar başkalarını kullanarak dolaylı yollarla etkili olmaya ya da kimi olumsuzlukları böylece önlemeye çalışıyor. Seslerini böylece duyurmayı uygun buluyorlar. Görevlerinin gereğini, beklenenleri yapamayanlar başkalarını öne çıkararak “Biz de varız, işte böyle yaptırırız” türü yolları deniyorlar. Minder dışı, kaçak güreş. Başkalarının üzerinde ya da başkalarını konuşturmak kurnazlığı işe yaramaz. Diyeceğini başkasının eline tutuşturmakla, başkasının yazdığını okumak birdir, marifet değildir. Yürekli olmak gerekir. Sakıncalı ise kalkışma, değilse kendin yaz, kendin oku. Halka doğruları anlatarak benimsetmeyi beceremeyenler nerede olurlarsa olsunlar başarılı olamazlar.
Yerel seçimlere rahatsız eden gürültüler, kimi Bakanların seçmenleri tehdidi, kimi belediyelerin tapu, kiminin de su parası borçlarını silmesi gibi seçim rüşvetleriyle giriliyor. Adayların çokluğu “Ne var bu işte?” dedirtecek ölçüde. Ama kimsenin Kıbrıs’a ilgili dörtlü zirveye katılmayacağını açıklayan Denktaş’ın neleri vurgulamak istediğine ilişkin sorunu yok. Tayyip Erdoğan’ın “Önemsenecek konu değil” sözleriyle küçümsenip dudak bükülecek bir olay değil. Kıbrıs’ı, sorunlarını, tarihiyle ve özellikleriyle Denktaş’tan daha iyi bildiklerini, daha çok sevdiklerini asla ileri süremeyecek kimilerinin Denktaş’ı suçlayıp dışlama çabaları bağışlanacak bir aymazlık değil.
Sevenler herşeyi düşünerek oy vermeli, Kıbrıs’ı da asla gözardı etmemeli.
Yalnız bu mu?
Yine Recep Tayyip’in koşullandırma eğitimi girişiminin bozulmasına katlanamayıp “... top bir döner, iki döner, üçüncüde gol olur” sözleriyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ders Kitapları Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklik birlikte değerlendirilmelidir. Okullara tarikat ürünlerinin girmesine kolaylık sağlayacak yeni düzenleme laik cumhuriyet yönünden sakıncalara açıktır. Tanımı yapılmamış “ Toplumun ortak değerleri ” bugüne değin olduğu gibi Türk-İslam Sentezi doğrultusunda “ Milliyetçi-muhafazakar ” ve “ milli-manevi değerler ” söylemleriyle gelişen gericiliği anımsatmaktadır. Hıristiyan dininden olduğu için spor merkezinden çıkarılıp giriş kartı geçersiz sayılan bayanın da durumu gözetilirse değişmenin, laikliği anlamanın, modern ve demokrat olmanın gerçekleri yansıtmadığında duraksanamaz. İnanç sömürüsü yaptıklarını açıklayarak geçmişindeki kara bölümü aklatmaya çalışan Recep Tayyip’in sözlerine inanıp güvenmenin güçlüğü ortadadır. YÖK’le uzlaşmanın diretmelerle olanaksız kalması da gerçek amaçlarının oyalama ve aldatmalarla gizlenip ertelenerek yürürlükte tutulduğunu göstermektedir.
Pakistan Cumhurbaşkanı’nın, Suriye Cumhurbaşkanı’nın eşlerinden sora ikinci kez Türkiye’ye gelen Ürdün Kralının eşi de çağdaş görünümüyle anlamlı bir örnek oluşturuyordu. Kral’ın tutucuların kutsal kitaplara aykırı düşen tutumlarına ilişkin sözleriyle birlikte değerlendirilince Kraliçenin açık başının bizdeki inatçıları utandırması, hiç olmazsa düşündürmesi gerekir. Seçmenlerimiz inanç sömürüsü yaparak yönetimi ele geçirenlerin inatlarıyla nerelere gidebileceğimizi kestirmeye çalışmalı oylarının değerini bilmelidir. İş işten geçince yakınmanın yararı olsaydı “Son pişmanlık fayda etmez” sözü kullanılmazdı.
İktidar birşeyleri çok kötü yaptı. Muhalefet anımsanacak olumlu bir şey yapamadı. Kötülüklerden neyi düzeltti, neyi geri çevirdi, neyi önledi, neyi seslendirdi, hangi birlikteliği sağladı? Kimleri uyardı? Kimlere yardımcı oldu? Kimlerle ilgilendi? Anamuvafakat partisi görünümünden kurtulamayıp seçim atışmalarıyla ilgi toplanamaz. Seçim kazanmak için her yolu, her yöntemi geçerli sayan çağdışı anlayış tüm hızıyla hiçbirşeye aldırmadan sürüyor. İktidar ve muhalefet hiç fark etmiyor. Seçmen bıkkın ve şaşkın. Yeni çalışma yerlerinin açılışında konuk olarak bulunan önceki genel başkanlarını övgüyle kutlayacak yerde katkısına karşı çıkacak yönde hırçınlaşan partizanlar, militanlar duyuluyor. Kuruluşlarına bağlılıkları rozetle sınırlı olan sözde üyelerin varlığı en zararlı yığınak tır. Gençliğe, yenilenmeye, atılımlara, devingenliğe kapılarını kapamış bir yapı ergeç yıkılır. Yapılanları yadsımak değil, üstüne birşeyler eklemek başarıdır. Gelecekte düzenlenecek çizelge kimlerin ne olup olmadığını belgeler.
Ulusal dayanışma, toplumsal barışla sağlanır. Ulusal birliği yıkmak isteyenlere karşı kendi içinde birlik sağlayarak ilk yanıtı veremeyenlerin, karalama ve kavga yanlılarıyla birlikteliği kendi çıkarları için sürdürenlerin, yurttaşlık görevlerini ve tüzüksel yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin göstermelik toplantıları, kimseyi kandıramaz ve bir şeye yaramaz. Siyasal güç sağlamadıkça, böyle bir oluşumu amaçlamadık ça hiçbir etkisi olamaz. Zaman yitirilir, o kadar.
Çanakkale savaşlarını anımsamak, Atatürk’ün “Topraklarımızda yatanlar bizim evladımız olmuşlardır” sözündeki yüceliği, insanlık anlamını kavramak günümüz için büyük derstir.
Ülkemizin, yurdu kurtarıp laik Türkiye Cumhuriyetini kuranların, birbirimizin değerini bilelim. Demokrasi siyasal bir oyun değil, çağdaş topluma yaraşan yönetim biçimidir, yaşama biçimidir. Devlette, özel kesimde gereklerine özenle uyarak yaşatıp koruyalım.
http://www.turksolu.com.tr/52/ozden52.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder