20 Ocak 2017 Cuma

ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların Şifreleri!



ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların Şifreleri!



Yazar: Cahit Armağan DİLEK
17 KASIM 2015 SALI

Erdoğan yönetiminin çok önem verdiği G-20 zirvesi sona erdi. Evet, zirve Türkiye'nin ev sahipliğinde yapıldı; ama Türkiye Cumhuriyeti hükümetini zirvede göremedik ve Türkiye'de sanki iki başlı bir yönetim varmış görüntüsü veren şekilde tamamen CB Erdoğan'ı merkeze alan bir organizasyon şeklinde gerçekleşti.  Buradan iç politikaya mesaj verilmesinin de hesaplandığını söylemek hiç de abartı olmayacaktır. CB Erdoğan için en önemli anlar, kuşkusuz ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmeydi. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, CB Erdoğan'ın heyete MİT Müsteşarını dahil etmesi demokratik batılı ülkelerde hiç de gördüğümüz bir durum değildi. Aksine istihbarat şeflerinin ülkenin diplomatik ve siyasi ilişkilerde ön planda tutulması, heyetlere dahil edilmesi Ortadoğu Arap ülkelerine mahsus bir şeydi. Bu haliyle verilen mesaj Türkiye açısından hiç de olumlu olmadı.
Obama-Erdoğan ortak basın toplantısına gelince; CB Erdoğan açıklamalarında Obama ile şahsi dostlukları olduğu algısını yaratacak şekilde "dostum Barack Obama" ya da "sevgili Barack" gibi ifadeler kullanmasına karşın Obama, "CB Erdoğan" ifadesini kullandı. CB Erdoğan, ABD ile Türkiye'nin model ortak ve stratejik ortak olduğunu ifade etmesine rağmen Obama bunları duymazdan gelip Türkiye'nin IŞİD karşıtı koalisyonun önemli bir ortağı olduğunu belirtmekle yetindi ve NATO müttefikliğine dikkat çekti. Bu ifadeler, ABD'nin Türkiye ile ilişkileri hangi çerçeveye oturttuğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi ve CB Erdoğan'ın beklentisini boşa çıkarmış oldu. 

Obama: Türkiye-Suriye Sınırının Güçlendirilmesini Konuşuyoruz

Basın toplantısında Obama'nın söylediği bir ifade Türk medyasında yeterince dikkat çekmedi. Obama, IŞİD'in halen kullanma imkanı bulduğu Türkiye-Suriye sınırını güçlendirmek için neler yapılması gerektiğini görüştüklerini söylemişti. Aynı gün öğleden sonra Obama'nın ulusal güvenlik danışmanı yardımcısı da açıklamalarında hemen hemen aynı ifadeleri kullandı. G-20 zirvesinden birkaç gün önce aynı ifadeleri Pentagon sözcüsü de kullanmıştı.  Peki, bu açıklamalar ne anlama geliyor? Amerikan F-15C uçaklarının Türkiye'nin talebi üzerine Türk hava sahasını korumak üzere İncirlik'e gönderilmesinin açıklanmasından sonra yapılan bu açıklamalar aslında durumu çok daha kritik bir hale getiriyordu. Obama'nın G-20 zirvesinin son günü yaptığı basın toplantısında IŞİD'e karşı yapılacaklardan bahsederken uçuşa yasak saha, güvenli bölge ve kara harekatını dışlayan ancak yine sınır güvenliğine vurgu yapan açıklaması kuşkusuz Türkiye-Suriye sınırına işaret ediyordu.

G-20 Zirvesi Sürecindeki Diğer Gelişmeler

G-20 zirvesi devam ederken ilginç gelişmeler de basına yansıdı. Pentagon sözcüsü, uçuşa yasak saha-güvenli bölge oluşturulmasının gündemlerinde olmadığını açıkladı. Obama da son basın toplantısında uçuşa yasak sahanın neden oluşturulamayacağını net olarak açıkladı. Böylece Erdoğan yönetiminin çok önem verdiği bu konu bir kez daha ABD tarafından yok sayıldı. ABD, Suriye Demokratik Güçlerine ikinci kez silah ve patlayıcı yardımı gönderdiğini açıkladı. Yardımın hedeflendiği gibi Suriye Arap Koalisyonuna ulaştığını iddia etti, tabi halen inanan varsa. Ama bu kez ilkinden farklı olarak havadan değil kara yoluyla ulaştırılmış. Peki bu yardım nereden geçmiş olabilir? Ya Türkiye üzerinden ya da Peşmerge üzerinden. Her iki seçenekte de Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD kontrolündeki bölgeden geçmiş olacaktır. Bu durumda PKK/PYD'nin bu kargodan paylarını almadıklarını söylemek hayatın normal akışına hiç de uygun değildir.
Diğer taraftan Obama'nın ulusal güvenlik danışman yardımcısı: “ABD'nin PYD/YPG'ye yönelik tavrında değişiklik olmadığını belirterek Türkiye'nin terör örgütü dediği bir örgütle işbirliğine devam edeceklerini bir kez daha açıkça beyan etti.” Buna karşılık hiçbir Türk yetkiliden karşı bir cevap gelmemesi de dikkat çekicidir.

Bunların dışında Türkiye uzun menzilli hava savunması kapsamında Çin'den almayı öngördüğü ihaleyi iptal ettiğini duyurdu. Böylece Türkiye'nin hava savunması ABD'nin Avrupa'ya kurmakta olduğu (her ne kadar Türkiye kapsama alanı içinde olmasa da kağıt üzerinde ve siyasi söylemlerde kalmak üzere) Füze Kalkanı Projesine emanet edilmiş oldu. Bir diğer gelişme de Dışişleri Bakanı’nın kara harekatıyla ilgili açıklaması oldu. Bakan Türkiye'nin tek başına kara harekatı yapmayacağını söyledi. Halbuki aynı Bakan daha birkaç gün önce IŞİD'e karşı kapsamlı askeri harekatlardan bahsediyordu.

ABD Neyin Peşinde?

G-20 zirvesinin hemen öncesinde ve sürecinde meydana gelen gelişmeler ve yapılan açıklamalar ile IŞİD'le mücadele kapsamında bugüne kadar yaşananlar hep birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşabiliriz: Suriye'deki kriz ve iç savaş kapsamında AKP iktidarının öngörülerinin ve taleplerinin hiçbiri gerçekleşmedi.  Son olarak uçuşa yasak saha ve güvenli bölge taleplerinin Obama tarafından bir kez daha masa dışında bırakılması bunun son somut örneği oldu. ABD önce IŞİD, sonra Suriye'deki Rus askeri varlığı ile münferit hava sahası ihlallerini bahane göstererek "hatırı sayılır" bir Amerikan askeri varlığını Türkiye'ye konuşlandırmaya devam ediyor. Son olarak Türkiye'nin hava sahasının korunmasının Amerikan savaş uçaklarına emanet edilmesi ABD'nin ele geçirdiği inisiyatifin Türkiye açısından kötü bir tezahürüdür. Çünkü bu bir anlamda egemenliğin devri ya da en azından paylaşılmasıdır.

Bir ilginç gelişme de Çin'den alınacak uzun menzilli füze ihalesinin NATO sistemlerine entegre edilemeyecek olması ve teknoloji transferi yapılamayacak olması nedeniyle iptal edilmesidir. Aslında Çin füzesinin alınmasının gerçekleşmeyeceğini bu işin içinde olan herkes herhalde biliyordu. Çin füzelerinin NATO sistemlerine entegre edilemeyeceğini, bu durumda da kullanımının anlamsız olacağını söylemek için uzman olmaya bile gerek yoktu. Halbuki bu yılın başlarında yapılan açıklamalarda Çin'in teknoloji transferi yapacağı ve füzelerin NATO sistemlerine entegre edilmeden kullanılacağı ifade edilmişti. Anlaşılan o ki, AKP iktidarı Çin füzesi alımını Batı, özellikle ABD'ye karşı kamuoyunun bilmediği hususlarda bir pazarlık unsuru olarak kullanmaya çalıştı. Bu pazarlıkta ne oldu da Çin füzesi ihalesi iptal edildi anlaşılır değildir. Belli ki Türkiye bu pazarlıktan bir şey kazanamadı. Çünkü Suriye krizinin başlangıcında Türkiye'ye yerleştirilen 3 ayrı noktadaki Patriot sistemlerinden ikisi alelacele çekildi, İncirlik bölgesini koruyan halen duruyor. Acaba bu yolla Türkiye'ye füze savunmasında yalnız bırakılacağı mesajı mı verildi de Türkiye Çin füzesinden vazgeçmek zorunda kaldı? Çünkü uzun menzilli hava savunma ihalesinin iptal edilmesi de Türkiye'nin hava savunmasını görünürde NATO ama aslında ABD'ye emanet etmesi anlamına gelmektedir.

Bunların yanında perde arkasında yürüyen, belki Türk karar vericilerin de farkına varamadığı bir gelişme, Türkiye-Suriye sınır güvenliği konusunda yaşanıyor. Uçuşa yasak saha ve güvenli bölge seçeneğini gündeme almayan ABD daha IŞİD krizinin ilk günlerinden bu yana dile getirdiği sınır güvenliği konusunu yeniden en üst perdeden yoğun bir şekilde gündeme getirmiş durumdadır. Daha önceleri Türkiye'den IŞİD'in geçişlerini önlemek üzere sınır güvenliği için gerekli tedbirlerin almasını isteyen ABD şimdilerde bu konularda müşterek bir işbirliğinden, Türkiye'ye nasıl destek sağlayacağından bahsetmektedir. Kaygım hava sahasının korunmasında olduğu gibi Amerikan askeri kuvvetlerinin bu sefer karada sınır güvenliği gerekçesiyle Türkiye'de konuşlanmasıdır. Çünkü İncirlik Mutabakatıyla oluşturulan algı buna ortam hazırlamaktadır. Amerikalı yetkililerin açıklamasında açıkça ifade ettikleri gibi IŞİD'le mücadelenin gerektirdiği kadar askeri kuvvet (hatırı sayılır sayıda) Türkiye'ye getirilecek ve IŞİD'le mücadele sona erinceye kadar Türkiye'de kalacaktır. Adı İncirlik olmasına rağmen Amerikaların anladığı sadece hava kuvvetlerinin Türkiye'de konuşlanması değildir, muhtemelen IŞİD'le mücadele için gerekirse kara kuvvetleri, özel kuvvet birlikleri de Türkiye'de konuşlanabilecektir. Böyle bir askeri yığınaklanmayı sadece IŞİD'le mücadele kapsamında görmek saflık olacaktır.

Haziran ayında Tel Abyad'ın düşmesi üzerine Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyine müdahalesinin konuşulduğu bir dönemle hızlı bir adımla İncirlik Mutabakatını uygulamaya koyduran ABD, Türkiye'nin müdahale ateşini söndürmüştü. Yine 1 Kasım seçimleri sonrasında Türkiye'nin bu sefer yoğun bir şekilde kara harekatını konuştuğu bir dönemde ABD'nin Türkiye-Suriye sınırını güçlendirmek için destekten bahsetmesi dikkat çekicidir. (Sonrasında AKP iktidarının yavaş yavaş kara harekatının olamayacağına yönelik açıklamaları ise daha da dikkat çekicidir.) 

Yine kaygım o dur ki, AKP iktidarının gel-gitler gösteren açıklamaları ABD'yi kuşkulandırmakta ya da ABD'ye fırsatlar yaratmaktadır. ABD de Suriye’nin kuzeyindeki projesini gerçekleştirmek üzere Türkiye'nin güneye doğru sınırı geçmesini kontrol etmek (ve gerektiğinde önlemek) üzere savaş uçaklarından sonra kara kuvvetlerini de Türkiye'de konuşlandırmanın hesabını yapmaktadır. Aynı kaygımın devamı odur ki bu destek Türkiye-Suriye sınırının güçlendirilmesiyle kalmayacak, sınırın Türkiye tarafında hem havadan hem de karadan ABD askerinin kontrol ettiği Türkiye'ye karşı; fakat Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD varlığını korumaya yönelik bir uçuşa yasak saha-tampon bölgeye dönüşmesidir. Bunun bir adım ilerisi de bu bölgenin Türkiye içinde güneydoğuyu kapsayacak şekilde genişlemesidir.

Evet, oyun büyük ve oyun içinde oyun oynanıyor. Bu oyunları çözebilmek ve bozabilmek için acilen Türkiye'nin milli çıkarlarını merkeze alan bir yaklaşımın izlenmesi hayatidir. 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder