4 Mart 2016 Cuma

Uluslararası Ortadoğu Politikaları., Bölüm 2





 Uluslararası Ortadoğu Politikaları., Bölüm 2


Büyük Ortadoğu Projesi Bu proje, "Amerikan menşeli" ve "Batı Avrupa destekli" bir projedir.

Böyle bir küresel yeniden yapılanma süreci devam etmekteyken Büyük Orta­doğu Projesi, ilk defa Nisan 2004'te ABD Kongresi'nde kabul edilen "Büyük Or­tadoğu ve Orta Asya Kalkınma Kanunu" ile gündeme getirildi. 

Bu kanun, ABD tarafından bazı değişiklikler yapılarak, Haziran 2004'te G-8 Zirvesi'ne taşındı "Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleriyle Ortak Bir Gelecek ve İlerleme İçin İşbirliği Zirvesi" Nisan 2004 tarihli kanunda Orta Asya'daki 5 ülke (Kazakistan, Türkmenis­tan, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan) Büyük Ortadoğu Projesi sınırlarına da­hil iken, G-8 Zirvesi'nde bu ülkeler projenin kapsamına dahil edilmediler.

Bunun nedeni, bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak gören Rusya'nın (daha doğrusu Putin iktidarının) kararlı muhalefeti oldu. G-8 Zirvesi'nde sınırları daraltılan Büyük Ortadoğu Projesi, coğrafi olarak 22 Arap ülkesi ile Pakistan, Afganistan. İran. Türkiye ve İsrail'i kapsıyor. Bunlardan Türkiye ve İsrail, projenin "hedef ülke­leri değil" demokratik ortaklaradır. Yani ABD bu iki ülkeyi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında "demokratik ortaklar" olarak görüyor. Geri kalan 25 ülke ise Büyük Ortadoğu Projesi'nin hedef ülkeleri’dir.

G-8 Zirvesi'nde yapılan bir başka değişiklik, sosyo-kültürel alanı kapsayan reformlarla ilgilidir. ABD Kongresi'nde kabul edilen Nisan 2004 Kanunu, sos­yo-kültürel reformlara pek yer vermez iken. G-8 Zirvesi'nde yeniden şekillendi­rilen projede sosyal reformlara daha fazla yer verildi.Bundaki amaç, sosyo-kül­türel alanı neoliberal politikalar vasıtasıyla gerçekleştirilen yeniden yapılanma sürecine uyumlu ve dışa açık hale getirmektir.

ABD ve diğer Batılı merkez kapitalist devlet­ler, kendi çıkarlarına göre bölge ülkelerinin ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel yapılarını yeniden yapılandırmayı ve böylece bu ülkeler üzerinde kendi hege­monyalarını kurmayı / sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar.

Dolayısıyla küreselleşme ilerledikçe Ortadoğu toplumları da, ister istemez hem birbirleriyle hem de Batılı toplumlar ile daha sıkı ilişkiler içine girerek daha fazla dışa açık toplumlar haline geliyorlar. Küreselleşmenin yarattığı dışa açılma süreci, eş zamanlı olarak Ortadoğu toplumlarını dış etkilere (olumlu veya olumsuz) daha açık hale getiriyor.

Artık Ortadoğu'nun - ideolojik zeminleri ne olursa olsun fark etmez - dikta­törleri, dini liderleri, cemaatleri, hanedanları ve bir bütün olarak otoriter rejimleri kendi toplumlarını dışarıya kapatamıyorlar ve dış etkilerden uzak tutamıyorlar. Batılı toplumlarla giderek daha fazla "ilişki ve etkileşim" içine giren Ortadoğu insanı, Batı demokrasilerini örnek almaya başladı. Küreselleşmenin yarattığı ağ­ların içine dahil olan Ortadoğu halkları (özellikle işsiz, yoksul ve eğitimli genç­ler), çok haklı olarak daha fazla "demokrasi", daha fazla "özgürlük" ve daha fazla "refah" talep etmeye başladılar.

ABD ve Batı Avrupalı devletler, genellikle, kendilerinin çıkarlarına ters dü­şen tüm rejimleri ve devlet adamlarını " Diktatörlük " ile suçluyorlar. Fakat aynı Batılı güçler, kendilerinin çıkarlarına hizmet eden / uyan rejimleri ve devlet adamlarını ise bu rejimler ve devlet adamları her ne kadar baskıcı olsalar bile " Diktatör " ilan etmiyorlar.

Yani ABD ve diğer Batı emperyalist devletler için diktatörlüğün temel kıstası, "kendilerinin çıkarlarına karşı gel­mektir". 

Suriye'de ise, Mart 2011 'de başlayan sokak gösterilerini bastırmak amacıyla Beşar Esad yönetimi, kendisine bağlı orduyu, polisi ve El Muhaberat'ı kullanarak muhaliflere karşı sert önlemler aldı. Siviller dahil olmak üzere çok sayıda isyancı öldürüldü. Fakat bu sert önlemler muhalefeti bastırmayı başaramadı.

İç savaşla birlikte ülkede çok sayıda silahlı grup / örgüt ortaya çıktı. Ayrıca bunlara ülke dışından gelen terör örgütleri (El Kaide, Irak Şam İslam Devleti vb.) eklendi. Böylece Suriye iç savaşı hem şiddetlendi hem de karmaşıklaştı.

İlk başlarda (2011'de) silahlı gruplar ile Esad'a bağlı Suriye ordusu arasında savaş yaşanıyordu. 2012'den itibaren ise ülkedeki silahlı örgütler birbirleriyle savaş­maya başladılar. Bu durum sivil kayıpların artmasında önemli rol oynadı. Ayrıca karmaşıklaşan iç savaşta sivillerin hangi "örgütler tarafından öldürüldüğünü de tespit etmek giderek zorlaştı.

Mart 2014 itibariyle yaklaşık150 bin kişi hayatını kaybederken, yarısı çocuk olmak üzere yaklaşık 2,5 milyon Suriyeli çevre ülkelere sığındı. Bunların 600 bini Türkiye'ye sığınmış bulunu­yor

Sonuç olarak;

Günümüzde jeopolitik analiz, uluslararası ilişkilerin dinamiklerinin; ulus devlet ve ideolojiler dinamiğinden, medeniyetler dinamiğine kaydığını göstermektedir.
Sözü edilen gerilimin yol açacağı kaçınılmaz değişim küresel boyutta olacaktır. Değişimin küresel boyutta olması, değişim aktörlerini ve dolayısıyla bu aktörleri motive eden dinamikleri de, örneğin-İslam Dünyası aktörlerden birisi olacak ise-İslam’ı da küresel etki rolü ile buluşturmuştur.
İslam medeniyetinin bu küresel etki rolünü yerine getirmesi, öncelikle, İslam medeniyetinin doğru temsili, bu bağlamda Batı medeniyetine bakışı ve bu medeniyet ile ilişkisinin doğasının ne olacağı ile yakından alakalıdır.
Büyük Ortadoğu Projesi Orta­doğu'daki değişimi derinden etkiliyor ve şekillendiriyor. Fakat değişim sürecinin nereye varacağını şimdiden kestirmek çok zor. Çünkü bu değişim süreci, "bağım­sız demokratik rejimler" üretebileceği gibi, merkez kapitalist devletlere bağımlı yeni "otoriter rejimler" de üretebilir.

Bu iki olasılıktan hangisinin gerçekleşeceği­ni veya daha başka olasılıkların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini şimdiden söylemek mümkün değildir.

Nitekim hızlı değişim süreci ve sıcak çatışmalar devam ederken geleceğe ilişkin "kesin" yargılarda bulunmak, hem bilimselliğe aykırı olur hem de bizi son derece yanlış sonuçlara götürebilir. 

Bush Doktrini’ne göre insan onurunun tüm dünyada korunması ABD’nin temel amacıdır.
Her ulus şimdi bir karar almak zorundadır.
Ya bizimlesiniz, ya da teröristlerden yanasınız.
Bu günden sonra, terörizmi koruyan ve destekleyen hangi rejim olursa olsun Birleşik Devletler tarafından düşman bir rejim olarak addedilecektir.

11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Ortadoğu’da yeni bir dönem başlamıştır. George W. Bush idaresi, terörle savaş (war on terror) adı altında global bir mücadeleye girişerek 7 Ekim 2001’de Afganistan’da Taliban Rejimi ve El Kaide’ye saldırırken, yine bu çerçevede 20 Mart 2003’te Irak’a girerek Saddam Hüseyin rejimini devirmiştir.
Bush yönetiminden sonra iktidara gelen Barack H. Obama, 4 Temmuz 2009 tarihinde Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında ise, Amerika ile İslam dünyası arasında yeni bir dönem açacağını belirtmiştir. Sonuç olarak 90’lı yıllarda iki kutuplu dünyanın sona ermesi, Amerika’ya Ortadoğu’da büyük bir hareket alanı sağlamış ve bölgesel sistemin de en etkin harici bir gücü olmasına yol açmıştır.
Buna paralel olarak da ABD’nin Irak’ı işgalinden Arap Baharına geçen süreçte, Ortadoğu’da yaşanan büyük olaylar sırasında Batı medyasında sıkça bölgenin sınırlarının yeniden çizildiği yorumları yapıldı. Bu yorumlara çoğu zaman da etnik kimlikleri ön plana çıkaran ve yeni devletlerin de bulunduğu haritalar eşlik etti.
Bölgeye yönelik çizilen haritaların belki de en ünlüsü, Türkiye’nin NATO’ya nota vermesine sebep olan ABD Ulusal Savaş Akademisi’nden emekli Albay Ralph Peters’in çizdiği haritaydı. “Armed Forces Journal” dergisindeki bir makalede 2006’da yer alan harita, Ortadoğu’daki ülkelerin neredeyse tamamının sınırlarını değiştirilmiş olarak gösteriyordu.
AFP’nin haber olarak geçtiği harita. AFP Fransa kökenli bir ajans olan Agence France-Press, dünyanın en eski, Associated Presse ve Reuters’dan sonra üçüncü büyük haber ajansıdır. ABD’nin Irak’ı işgali sırasında ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD’li yöneticiler tarafından sık sık telaffuz edildiği günlerde ortaya çıkan harita nedeniyle ABD Dışişleri Bakanlığı, “Ortadoğu’da sınır değişikliğinin söz konusu olmadığı” yönünde açıklama yapmak zorunda kalmıştı.
Arap Baharı sonrasında yaşanan çatışmalar sırasında da Batı medyasında benzer haritalar boy göstermeye devam etti. ABD’nin Irak’ı işgali etmesi üzerine ortaya çıkan, Suriye’deki iç savaşta güçlendikten sonra yeniden Irak’a dönen IŞİD’in ülkenin geniş bir kısmını ele geçirmesi sonrasında yeni olası Ortadoğu haritaları yeniden gündeme geldi.

New York Times’da Eylül 2013’te yayımlanan ve Robin Wright imzasını taşıyan makalede de sınırları 100 yıl önce sömürgeci güçler tarafından çizilen ve Arap otokratlar tarafından yönetilen 5 ülkeden 14 yeni ülke ortaya çıkabileceği savunuluyordu.
Karşıt inançlar, kabileler ve etnik kimliklerin Arap Baharı’nın öngörülemeyen sonuçlarıyla birlikte bölgeyi ayrıştırdığı savunulan makaleye eşlik eden harita, Irak’taki durumun yeniden kırılgan bir hal almasıyla tekrar dünya gündemine taşındı.
Haritada, Suriye, Irak, Libya ve Yemen’deki etnik ve mezhepsel farklılıklar sınırlara yansıtılırken, federasyon, yumuşak bölünme veya otonomi ile ülkelerin çözülmeye başlayıp coğrafi ayrılıklarla yeni ülkelerin ortaya çıkabileceği ifade ediliyordu.


Haritada Suriye’nin kıyı kesimi boyunca uzanan topraklarda “Alevi devleti” kurulması öngörülürken, ülkenin kuzeyi Kürtlere geri kalanı ise Irak’ın da büyük bir kesimini içine alacak “Sünni devletine” bırakılıyor. Irak ise “Şii, Sünni ve Kürt bölgesi” olmak üzere üç parçaya ayrılmış olarak gösteriliyor.

ABD’de yayımlanan The Atlantic dergisinde de yer alan “Ortadoğu’nun yeni haritası” başlıklı Jeffrey Goldenberg imzalı makalede, Ortadoğu’nun gelecekte nasıl görüneceğine dair 2008 tarihinde yayımlanmış haritaya yeniden yer verilirken, “Irak’ta bölünme kaçınılmazken neden savaşalım?” ifadesini kullanıldı.
ABD’nin önde gelen yayın kuruluşlarından Wall Street Journal’da ise yer alan değerlendirmede, IŞİD Irak-Suriye sınırındaki aktifliğine dikkat çekilirken, “kumdaki çizgilere” benzetilen sınırların ortadan kalktığı görüşü dile getirildi.
Ben Winkley tarafından kaleme alınan makalede haritaya yer verilmezken, IŞİD sonrasında Irak’ın üç parçaya ayrılma ihtimalinin muhtemelden çok kesin bir sonuç olduğu” değerlendirmesi yapıldı.
İslam coğrafyalarında İslam’a mal edilen El Kaide türevi bir sürü Örgüt hortluyor; kısa sürede geniş bir alanda hâkimiyet kuruyor. Sonra vahşice cinayetler işliyor ve bir anda bütün dünyanın, haber servislerinin gözü bu örgüte dikiliyor.
Örgütün cinayetleri, vahşi yüzü dünya ve özellikle Batı kamuoyunu operasyona ikna etmek için sürekli medyadan pompalanıyor. İnsanlar dehşete düşürülüyor ve böylesi “bir canavarın bitirilmesi” gerektiği noktasında oluşturulan duyarlılık, ihtiyaç, algı tavan yapıyor.
Birden nasıl çıktı ve böylesine gelişti, büyüdü?
Bu örgütün faaliyetleri kime yarıyor?
Örgüt eliyle kimler kimlere nasıl operasyonlar çekiyor?
Operasyon sonrası Örgüt nasıl bir hal alır, kanserli hücre gibi yayılır mı?
Nerelere sıçrar, radikalizmi nasıl etkiler?
Kimse bu soruları sormuyor. Herkes imitasyon Örgütün kanlı vahşet görüntülerine odaklanıyor ve buna operasyon yapılması gerektiğine, imha edilmesi gerektiğine kilitleniyor.
Medya bazen bütün dünyayı uyutmak ve bir konuya ikna etmek için çok etkili bir illüzyon aracı olarak kullanılıyor. IŞIDmeselesinde de ortama pompalanan vahşet tablosunun ötesinde başka hedeflerin ve planların olduğu pek az kimse tarafında görülebiliyor.
11 Eylül sonrası süreci hatırlayın benzer tablo vardı. Afganistan’ın veIrak’ın işgali öncesi dünya, ama öncelikle Batı kamuoyu bu örgütlerin ne kadar “vahşi”, “cahil”, “Vandal” olduğuna vurgu yapıyor ve yapılacak operasyonlara ve işgallere önce kendi kamuoylarını, sonra da dünya kamuoyunu hazırlıyorlardı.
Benzer bir algı yönetim sürecini IŞID meselesinde de görüyoruz. Dün El Kaide Ortadoğu’da bazı coğrafyaların, ülkelerin işgaline gerekçe yapılmıştı; bu gün IŞID istikrarsızlaştırılan Ortadoğu’da yeni haritaların çizilmesinde “araç” olarak kullanılıyor.
ISID tarafından zorla göçe zorlanarak boşaltılan bölgeye, Müslüman olmayan kimlikteki Hıristiyan halkın göç etmesi cazip hale getirilip-yerleştirilerek, bölgenin demografik yapısını değiştirilmesi amaçlanmaktadır. Daha sonraki aşamada ise Filistin’de olduğu gibi 2.nci bir İsrail gibi,doğrudan ya da dolaylı olarak Batı yanlısı bir uydu devleti kurulması planlanmış olduğu gözlemlenmektedir.Böylelikle Ortadoğu’da islam hakimiyeti yok edilmiş olacaktır.

Esasın­da Osmanlı sonrası dönemde teknik olarak bir Yahudi devleti kurmak mümkün görünmese de İngiliz mandası döneminde Filistin bölgesine Yahudilerin göç et­mesi desteklenerek bölgedeki Yahudi nüfus arttırılmıştır. Böylelikle İsrail Devle­ti kurulmuştur.
Bir yönüyle Batı 100 yıl sonra Ortadoğu’da çizdiği haritalarını revize ediyor; yeniden çiziyor ve bunu “üretim” bir örgüt olan IŞID üzerinden yapıyor. IŞID gerekçesiyle yapılan tasarım nedeniyle söylemlerin aksine kazanan İran oluyor, İsrail oluyor Esed PKK ve “müstakbel büyük Kürdistan” oluyor. Kaybeden ise en başta Türkiye, Sünni Araplar ve esamisi bile okunmayan bölge Türkmenleri oluyor.  
Bölgesel aktörler, Türkiye ve İran diğer bölgesel rakiplerine karşı aktif olarak büyük güçleri kendi çatışma alanlarına çekerken sorunların çözümü için devamlı harici güçlere yönelmektedirler. Böylece dış güçlerin bölgesel çatışma konularına entegrasyonu bilinçli olarak sağlanmakta ve müdahaleleri yönünde siyasi bir gelenek oluşmaktadır.
Türkiye, son yıllardaki sosyo-ekonomik gelişmesine paralel olarak aktif bir şekilde Ortadoğu’da bölgesel güç profli göstermeye başlamıştır. Potansiyel bir merkez ülke adayı olan Türkiye, bu stratejinin yöneltildiği en önemli cepheyi teşkil etmektedir.
Bu cephenin bloke edilmesi ve dağıtılması amacıyla geliştirilen strateji ve bu stratejinin taktik safhaları çerçevesindeTürk-Kürt kimliği üzerinden yoğun bir sosyolojik savaş sürdürülmekte ve İslam bölgesinin potansiyel lider halkası dağıtılmaktadır.
Türkiye, müdahalesini Türk ve İslam dünyasındaki kimlik çeşitlenmeleri üzerinden yürüten stratejik akla karşı fonksiyonel bir İslam/Ortadoğu jeopolitiğine medeniyet temelli bir açılım sağlayabilir.
Türkiye’deki milli kültürel uyanış da, Türkiye’ye muazzam bir jeopolitik destek sağlayacaktır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde ve ortadoğu’da dayanışmacı ruhun gelişmesini sağlayacak ve Türkiye’yi bu dayanışmanın önderi kılacaktır. Bu da, Türkiye’yi dünyada üstün bir konuma getirecek jeopolitik bir konuma yol açacaktır.

Türkiye güney sınırlarının Rusya ve İran tarafından işgalini kaldıramaz.
Bu iki ülke tarafından çevrelenmeyi hazmedemez.
Türkiye, Arap/İslam dünyasıyla ilişkilerini, coğrafi bağlantılarının Rusya/İran vesayetine bağlanmasını içine sindiremez.

Türkiye'nin gelecek hesapları için bu ölümcül bir kayıp olur.
Güney sınırlarımızda vesayet kabul edilemez.
Türkiye, siyasal ve radikal örgütlerin kaosa çevirdiği Ortadoğu’da, temel hak ve özgürlükleri ve demokratik değerleri temsil eden yeni bir değişim gücünü destekleyecek ve inkişaf ettirebilecektir.Toplumsal değişim ve eğilimdaha güçlü tarih yapıcı rolalacak. Bu dönemde en güçlü yatırım “kültürel iktidar” için olacak.

Suriye’deki Esed rejimi 5 milyona yakın sayıdaki insanı mülteci durumuna düşürmesi yüzünden büyük oranda meşruiyetini kaybetmiş olmasına rağmen Rusya, Çin ve İran’ın destekleri ile ayakta kalmaya devam etmektedir.

Rus yönetici elitinin algılamasına göre aslında Orta Doğu’da yaşananlar oldukça anlaşılır. Bu anlayışa göre, Washington eski müttefiki Mübarek’i Mısır’daki nüfuzunu korumak için kenara atmıştır. Libya’da petrol anlaşmalarını korumak için savaş başlatmışlardır. ABD donanmasının 5. Filosu orada olduğu için Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki olaylara karışmasına göz yummuşlardır.
Rusya bölgenin şekillenmesinde ABD, İran’ın Arap dünyasındaki yegâne ortağı olan Esed’i devirmeye çalışmasına dur demektedir. Savaş arzu edilmeyen bir şeydir çünkü ABD ile İran arasındaki bir savaş Kuzey Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde istikrarsızlığa sebep olabilir.
Rusya, Suriye’de durum kontrolden çıkarsa bunun parçalanmış bir Suriye’ye ve arkasından bütün Orta Doğu’yu saran bir krize yol açacağını düşünmektedir.
Rusya, Arkasına Batı’nın da desteğini alan Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerden oluşan Sünni bloğun karşısında Suriye ve İran’ın oluşturduğu Şii bloğu destekleyerek denge oluşturmaya çalışmaktadır.
Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nden Yu. B. Şeglovin’e göre Esed rejiminin sona ermesi bölgede Sünni-Şii dengesini Şiiler aleyhine daha fazla bozacaktır. Bu denge bölgede istikrarın garantisidir ve Batı’nın bölgede hayati jeopolitik kararlar alınmasında tekel haline gelmesinin önündeki engeldir.Suriye düşerse sıra İran’a gelecek ve Orta Doğu’da dengeler tamamıyla bozulacaktır.
Rusya’nın Orta Doğu bölgesinde işinin daha da zorlaşacağı anlamına gelecektir. Sanki Rusya ve ABD Şam’a kimin hâkim olacağına dair gizlice son kapışmaya hazırlanmaktadırlar.
Rusya Orta Doğu’da elinde kalan son ortağı Suriye’yi kaybederse Orta Doğu barış sürecinin dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Rusya’nın Suriye’deki gelişmelere kayıtsız kalmamasının arkasında yatan sebeplerden birisi de “Arap Baharı”nın etkilerinin Rusya’ya da sıçrayabileceği endişesidir.
Rusya Orta Doğu’daki gelişmeleri dikkatle takip etmektedir. Putin’i üçüncü kez iktidara taşıyan seçimlerden önce ve sonra önemli şehirlerde muhalif grupların protesto gösterileri ve mitingleri Rusya’nın bu konudaki endişelerini artırmıştır. Rusya açısından bakıldığında Arap Baharı ruhunun Kuzey Kafkasya, Volga boyları ve Sibirya üzerinden merkeze doğru sıçraması istenilmeyen bir gelişme olacaktır.
Rusya açısından Suriye’deki rejimin niteliğiyle ilgili bir sorun bulunmamaktadır. Suriye gibi bir ülke düşünüldüğünde mevcut durum Moskova için en kabul edilebilir seçenektir. Moskova, mevcut rejimin devrilmesinden sonra iktidarın Müslüman Kardeşler gibi grupların eline geçmesi ihtimalini düşünmek bile istememektedir. Böyle bir ihtimalin gerçeğe dönüşmesi durumunda bu durumun kendi bünyesindeki Müslüman nüfus üzerinde olumsuz etki doğuracağından endişelenmektedir.

Rusya Stratejik Araştırma Enstitüsü Başkanı Leonid Reşetnikov’a göre bu tehlike oldukça ciddidir. Öyleki Moskova bu endişesinden dolayı Suriye’deki olaylardan kaçarak tarihi vatanları olan Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine gitmek isteyen ve bu isteklerini Rus makamlarına yüksek sesle dile getiren çoğunluğu Çerkez olmak üzere binlerce Kafkas asıllı Müslüman Suriye vatandaşının isteklerini görmemezlikten gelemez.

KAYNAKLAR VE OKUMALAR:

 

1-Kemal Kahraman, Çağdaş Sömürge İmparatorluğu,Seha Neşriyat; 1989- İstanbul
2-Immanuel Wallersteın, jeopolitik ve jeokültür Çev. Mustafa Özel,  İz Yayıncılık, İst.-1993
3-Amerikan Fundamentalizminin tarihi yapısı ve islam gerçeği Çev. Osman Şekerci, Sinan Yayınevi
4- Yusuf Çağlayan, Sosyolojik Savaş, Etkileşim yayın-2013 –İstanbul
5-Yusuf Çağlayan,Ortadoğu ve Türkiye Geleceği“İki Batı ve İki İslam” Köprü Dergisi, Kış/2015, Sayı:129 
6-orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2013419_Ortado%C4%9Fu'da%20Kimlik%20Sorunu.
7- Mehmet Şahin,Yapısal İNŞACILIK Kapsamınsa SURİYE Sorunu Aksaray ünv.  İİBF Dergisi [S.1],Ss.19-26,
10- Ahmet Davutoğlu, Divan İlmî Araştırmalar dergisi, 1997, İstanbul.
11- Hüseyin Dayı, Önce Vatan Gazetesi, 2003, İstanbul.


..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder