Boğazlıyan'dan Şemdinli'ye,
Gökçe Fırat,
05.12.2005
“Sınır Ötesi”nden “Sınır içi”ne Kürt sorunu
Şemdinli’yi anlamak için bir kaç ay öncesine gidelim ve süreci biraz daha iyi okumaya çalışalım isterseniz.
Ağustos ayı başında Türk devletinden iki önemli açıklama gelmişti. Genel Kurmay İkinci Başkanı ve Başbakan, artan PKK terör eylemlerine karşı gerekirse sınır ötesi operasyona gidileceğini açıkladılar. Her türlü kırmızı çizgiyi bırakmış bir devletin böylesi sert açıklamalara girişmesinin bir nedeni olmalıydı.
Hemen ardından Başbakanımız “sınır ötesine” değil “sınır içine” bir gezi yaptı: Diyarbakır’a! PKK yandaşı ya da en azından destekçisi bir kısım Kürtçü aydını makamında kabul eden Başbakan, hemen Diyarbakır’a giderek Kürt sorununu tanıdıklarını, devletin geçmişte yaptığı hataları için özür dilediğini açıkladı! Enteresandır Başbakan’ın Diyarbakır gezisini topu topu üç yüz kadar kişi dinlemeye gelmişti!
Hemen ardından PKK tek yanlı ateşkesi iki ay daha uzattığını açıkladı. Bu iki aylık sürenin Türk devletine Kürt sorunu için demokratikleşme yolunda adımlar atması için tanınmış bir fırsat olduğunu da açıkladı.
İki aylık süre içinde devlet PKK’ya yönelik yaz başında başlattığı operasyonların yoğunluğunu düşürürken PKK Ekim ayında yeniden hareketlenmeye başladı. Özellikle askeri hedeflere düzenlenen saldırılar tüm bölgeye yayılmaya başylandı. En son Hakkari’de bombalar patlamaya başladı.
Enteresandır, Şemdinli’de son bombalamadan sonra bir kaç dakika içinde birkaç bin Kürt meydana dökülmüştü! Başbakan’ın üç ay önce duyurulmuş Diyarbakır mitingine üç yüz kişiyle katılan masum ve PKK’dan ayrı hareket eden bir kaç bin duyarlı Kürt nasıl olmuştu da birden toplanabilmişti?!
Şemdinli’nin hemen ardından Başbakan yine “sınır içi” geziye çıktı. Bombalar patlarken bir kaç bin kişiyle sokağa dökülen masum Kürtler ne hikmetse yine ortalıkta yoktu: Başbakanı yine iki yüz kadar insan dinliyordu!
Diyarbakır’da Kürt sorununu kabul eden Başbakanımız bu sefer sorunun Türklerden kaynaklandığını ve Kürt kimliğini tanıdığını, Türkiye’de ancak anayasal bir vatandaşlık bağı olduğunu açıklayıverdi!
Apo mu Barzani mi?
Olayların bu noktaya geleceği aslında ilk sınır ötesi açıklaması ile belliydi. Nitekim TÜRKSOLU’nun bu köşesinde daha sonra etrafında büyük fırtınalar koparılan yazı dizimizi başlatmıştık: 1 Ağustos tarihli ilk yazımızın başlığı “PKK sınırın ötesinde mi!”ydi.
PKK terörünün her türlü yasallaşmasına hiç ses çıkartmayan, hatta onun yasallaşması için her tür yasal düzenlemeyi yapan bir devletin, tutup da sınır ötesinden bahsetmesi oldukça düşündürücüydü. Sınır ötesine bile gitmeyi göze alan bir devletin, PKK ile öncelikle sınır içinde mücadele etmesi gerekirdi mantıken. Ama bu yapılmadığına göre, ortada bir mantıksızlık değil başka bur tuzak olmalıydı!
Türkiye’ye Kuzey Irak’taki Kürt devletini kabul ettiren ABD, PKK’yı kabul ettirmek için bir operasyona girişmişti. Önce Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini Türk devletine efelendirerek sınır ötesine doğru bir eğilim oluşturdular. Sınır ötesi eğilimin arttırılması ABD açısından sınır ötesinin kapatılması için gerekliydi. Bu nedenle önce devleti sınır ötesi açıklamalarına zorladılar. Devlet bu açıklamaları yaptığı anda sınır içindeki PKK organizasyonunu harekete geçirerek Türkiye’ye sınır içinde bile rahat olmadığını göstermiş omldular.
Nitekim bugün Kuzey Irak aşiret reislerinin, Türkiye’nin önce kendi Kürt sorununu çözmesi gerektiği yollu açıklamaları boşuna değildir. Sınır ötesi ile Türkiye’yi korkutan ABD Türkiye’yi sınır içinde PKK’yı tanımaya doğru yönlendirmektedir. Şemdinli’den sonra yeniden tüm okların sınır ötesine Kuzey Irak aşiretlerine, özellikle de Barzani’ye yönelmesi boşuna değildir. Barzani bugün, Türk devletine Apo’yu kabullendirmenin aracıdır.
Derin devlete değil yüksek devlete suçüstü!
Bu noktada Şemdinli olayı Türk devletinin teröre karşı mücadele perspektifi içinde bir yere oturmaktadır.
Son üç aylık gelişmelerden sonra, erken sınır ötesi çıkışı ile Türk devletinin sınır ötesine yönelecek bir terörle mücadele kararlılığına girişmesinin önü kesilmiştir. Erken öten horozun başı kesilir derler ama bu defa horozların erken ötmesinin nedeninin ABD’ye operasyonu başlat işareti olduğu gözükmektedir! O nedenle o gün o sınır ötesi açıklamaları üzerine bir ünlem koymuştuk!
O açıklamalardan bugün Şemdinli’ye geldiğimizde, Türk devletinin gerek sınır içinde gerekse sınır ötesinde PKK’yla mücadele eden biriminin pusuya düşürüldüğü görülmektedir. PKK’nın Şemdinli sorumlusu ile irtibat halinde olan bir ekip, bubi tuzağını kurmuş ve kendi görevlilerini de oraya göndermiştir! Olayın arkasında kimileri derin devlet arıyorlar ama her şey çok açık. Devletin kendi kolluk güçlerine o gün oraya gitme emrini verenler ya da bu emirden haberdar olanlar ya da böyle bir emir verilmesi için önceden düzenleme yapanlar her kimse derin kişiler olamaz.
Duralım ve şu sorunun yanıtını arıyalım: PKK kanadı, bu olaydan sonra kimlere saldırıyor? Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı! Komutanlar içinde Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın olmamasını anlıyabiliriz ne de olsa Şemdinli’nin denize kıyısı yok ama ya Genel Kurmay Başkanı? Siz, Türk Ordusu’na savaş açmış bir terör örgütünün, neden Kuvvet Komutanlarına saldırı başlatmışken Genel Kurmay Başkanı’na hiç ses etmediğini düşündünüz mü?
Türk Ordusu’nun, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın, Jandarma’nın, özel birliklerimizin tüm harekat planları terör örgütünün gazetesinde açık açık yayınlanırken, bir Allahın kulu çıkıp bize bu bilgilerin hangi derin ya da yüksek rütbeli şahıslar tarafından PKK’ya verildiğini söylesin!
Ya da şöyle bir soru atalım ortaya: Acaba Türk devletinin teröre karşı aşırı müsamahakar tavrının biteceği 2006 sonbaharı gelirken, hatta PKK’ya ve Kuzey Irak’taki oluşuma yönelik belli planlamalar yapılırken, bu hazırlıkları yapanlar arkadan mı hançerlendi?
Şimdi hapiste iki assubay var. Suçları: Bölücülükmüş!
İki assubayı hapse atıp, yüksek rütbelilere ders veren ve onları pasifize ettiğini düşünen PKK’nın, ABD’den yönetilen bir tarikatın güvenilir ve güler yüzü belki tüm bu alt-üst oluş içinde görevini yaptığını ve hatta başarılı olduğunu düşünüyor olabilir.
Ama bizce derin devlet denilen şeyin nasıl bir tezgah olduğunu herkes anlamıştır.
Sanmıyoruz, bu sonbahardan sonra bir ikinci bahar gelsin...
Bugün iki assubayı feda edenler, yarın o hapishanede kendilerini bulacaklardır. Çünkü terörle mücadele edenler düştükleri bu pusuda gerçek düşmanlarını görmüş oldular.
O nedenle kılıçlar çekilecektir.
İki assubaya gelince, bu ülke Boğazlıyan Kaymakamı’nı da feda etmişti.
Boğazlıyan Kaymakamı’nı Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılayıp idam kararı alan paşaları ve sonlarının ne olduğun hangimiz hatırlıyoruz acaba...
http://www.turksolu.com.tr/96/basyazi96.htm
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder