Sahte İnsan, Sahte Demokrasi,
Yekta Güngör Özden
21.03.2005/Sayı:78
Mart ayı üzücü olduğundan çok düşündürücü olaylarla geçiyor. Siyasal çalkantılar hızla sürerken ekonomik güçlükler giderek artıyor. İktidarın çizmeye çalıştığı pembe tabloların kofluğu her gün daha iyi anlaşılıyor. Avrupa’da sıkmabaşlı öğrencilerin okullardan çıkarıldığı dönemde Milli Eğitim Bakanlığımızdaki atamaların rekor düzeye ulaştığı haberleri sayfaları dolduruyor. Kadrolaşma öyle yaygınlaştı ki İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı seçimlerini AKP’nin kazandığı yazılıyor. Her yeri ele geçirmek, köktendinci düzeni gerçekleştirmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Yıllardır Baro, Oda, Vakıf, Dernek seçimlerindeki örgütlenmeler, dış destek değişik boyutlarda yükseliyor. İlericilerin dağınıklığı ve yavaşlığı (tembelliği demek daha uygun ama dilime yakışmadığını sanarak aymazlığı diyorum) ilgisizlik ve geçimsizliği gericilerin gücü oluyor. Anayasa Mahkemesi’nin yabancılara toprak satımına ilişkin iptal kararının yürürlüğü durdurmadan, üstelik Resmi Gazete’de yayımlanmasından üç ay sonra yürürlüğe girmesi soruna yararlı bir çözüm getirmeyecek, çıkarcılar hemen yaygaraya başladı. Kimileri de siyasal görüşlerini hukuksallık savıyla sunuyor. Hukukçuluğu fakülte diploması, belki şöyle-böyle yapılmış avukat stajıyla sınırlı kimselerin bağımlı, yanlı görüşleri koşullandırma amacıyla medyada yer buluyor. Kıbrıs konusunda Ankara Anlaşması’yla ilgili protokolün genişletilmesinin Güney Kıbrıs yönetimini tanıma anlamına geleceği boş yere tartışılıyor. RTE iktidarı tersini savunsa da AB arayışı ve tutumu tanımanın gerçekleşeceği yolunda. Bu da KKTC varlığının siyasal ve hukuksal bağlamda sona ermesi demektir. Kamuoyu kandırılarak bir yere varılamaz. RTE-MAT birlikteliği Kıbrıs’ın AB için gözden çıkarılmasını sağlayacaktır.
Yeşil sermayeyi teşvik anlaşmasının sakıncaları gözardı edilmektedir. Her alanda dinci düzen çabası iktidarın vazgeçilmez tutkusu, düzelmesi olanaksız sayrılığıdır. Öğrenci Affı bilime indirilen darbe olarak yeniden yasalaşırken, orman kıyımını getiren 2B yasaları, yabancılara toprak satımı, daha sonra yeni bir Anayasa değişikliği ile AB’ye yeni ödünler birbirini izleyecektir.
Olaylar Dizisi
İç ve dış olaylar dizisi, genel karmaşanın korkutucu ölçüsünü ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanı’nın Suriye gezisi için diplomatik özene aykırı biçimde söz eden ABD Ankara Büyükelçisi’nin ağzının payı verilmemiştir. Kendi vahşetlerini, terör girişimlerini unutturmak için AB sürecini fırsat bilerek Türkiye Cumhuriyeti’ni sıkıştırmak isteyen Ermenilere karşı haklı savunmalarda gecikilmiş, güçlü iken güçsüz kalınarak zaman yitirilmiştir. Yıllardır söylenip yazılanlara uzak duran siyasal iktidarlar sözde Ermeni soykırımı için gerçek kusurlulardır. Karşılıklı saldırıları, soykırım olmadığı, Türklere ve müslümanlara kıyıldığı gerçeğini dünyaya anlatamamışlar, anlatılmasına da yardımcı olmamışlardır.
Bu arada KKK Org. Y. Büyükanıt’ın açıklamaları Irak’ın kuzeyinde yuvalanan PKK konusundaki yavanlığı ortaya çıkarmıştır. İktidarın sorumluluğunu ağırlaştıran tutumu yanında PKK militanlarının ülkemize sızdığını söyleyenlerin ne yaptıklarını sormak da yurttaşların hakkıdır. Girişleri önlemek, militanları etkisiz duruma getirmek, yakalamak, sorgulayıp yargılamak, olaylar için yeni komşumuz ABD ile kürt devleti yolunda frensiz hızlanan kürtçüleri uyarmak, kukla Irak yönetimine yükümlülüklerini anımsatmak kimlerin görevidir? İktidarın yakınılan ilgisizliğini iş işten geçtikten sonra tartışmak yerine zamanında uyarmak, öneri ve gerekleri anımsatmak daha uygun değil miydi? Medyanın kimi organları, kimi temsilcileri, kimi yöneticileri konumları nedeniyle basit durumlar için okşaması, pohpohlaması gerçeklerin konuşulup değerlendirilmesini bir süre engellese bile tümüyle durduramaz. Zamanı gelince her şey, her sorumlu ortaya çıkarılır. Terörist sızmalar, halkın tepkisi konularında konuşmalar ilgiyle izlenmektedir. Terör örgütünün silahlı gücünün 1999’da Öcalan’ın yakalandığı zamanki düzeye çıkmasının sorumlularının hesap vermeleri kaçınılmazdır.
Ermeni olayları için Osmanlı döneminde yönetim üzerine düşeni yapamamışsa da sorumlular hesap vermişlerdir. Fransa’da Sen Nehri’nden bir günde 32 Cezayirli’nin cesedi çıkmış, kimse sorumlu tutulmamıştır. Rusların, Almanların, Amerikalıların, İspanyolların, İtalyanların, Bulgarların, Yunanlıların yaptıkları unutulmuştur. Türkiye’nin çevrilip kuşatılması, içinden medya destekli sapkınlarla yıkılması oyunlarının bir perdesi olan ermeni olayları yanlı biçimde verilmekte, gerçekler saptırılmaktadır. Metal Fırtına adlı kitabın amaçlı biçimde yayımlandığı da içeriğinden anlaşılmaktadır. Yayımcısı, günümüz iktidarının önde gelenlerinin becerisiyle sağlandığı vurgulanan sonuç, ABD’nin şahinleriyle gerçekleştirmeyi düşündükleri karşısında Türkiye’yi çaresiz ve bitik göstererek kimi dayatmaları kabule zorlamaktadır. Amerika Uulusal Ermeni Komitesi’yle birlikteliği görüntüleyen bu gelişmelerdeki zaman uyumu ilginçtir. Dışardan ermeni, Kıbrıs, Irak Kürt oluşumu, Ege baskıları yanında içerden mezhepçilik ve ırkçılık yoluyla bölücülük almış başını gitmektedir. Atatürkçü oluşumları özendirip sonra geri çekilen, beklenen destek yerine kösteklemeyi uygun bulanlar şimdilerde birleşme, dayanışma, yeni oluşum çağrıları yapmakta, özveriyle çabalayanlar için “Halk bunlardan alerji duyuyor” yalanıyla duygusallığını açıklayanlar bunama belirtisi sayılacak davranışlarla yeni çelişkiler sergilemektedir. Gericiler tüm kötülüklerini ve düşkünlüklerini din kisvesiyle örtmeye çalışırken hukuka aykırı, gereksiz, sansür sayılacak durdurma işlemleri dayanak bulabilmektedir.
Hukuksal teknik ve içerik yönünden çok zayıf düzenlemeler birbiri ardına yürürlüğe konulmakta, düzeltme ve erteleme istekleri dudak bükülerek karşılanmakta, iktidarın kendini ve yandaşlarını koruma-kollama amacıyla çıkartıp başarı kanıtı olarak gösterdiği düzenlemelerin kimleri yeniden sahneye çıkardığı ve çıkaracağı daha iyi anlaşılmaktadır. Muvafakat partileri durumunda olayları kıyıdan izleyen muhalefet partileri aykırılıkların üzerine gidecek yerde “Ben olsam sıkmabaşı gerçekleştiririm” iletisiyle inanç sömürüsünden medet ummaktadır. Ceza Yasası yakınmaları yoğunlaşmıştır.
Değişik bahanelerle yeşil bayraklı yürüyüşler, terör örgütü ve elebaşı lehine slogan atmalar, ayrılıkçı kalkışmanın direnişini göstermektedir. Bunlara etkin önlem yerine 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yürüyen kadınlara polis şiddeti uygulaması iktidarın iç yüzünü açıklayan olumsuzluklardan biridir. 3 Mart 1924 Devrim Yasaları’nın 81. Yıldönümü kutlamaları gereken, özlenen coşku yerine bir-iki etkinlikle geçmiştir. İstanbul Kadın Kuruluşları’nın etkinliği ilgi çekmişse de gericilerin yıpratma ve amaçlı yansıtmalarıyla gölgelenmek istenmiştir. Büyük kentlerde kürtçe konuşma salgınına her yerde rastlanmakta, Anadolu’nun özellikle güneydoğusunda Türkçe konuşanlara kızgınlıkla bakılmakta, kendi ülkesinde yabancılaşma kuşkusuna kapılanlar olduğu yakınmaları duyulmaktadır.
Ayrılıkçılar boş durmamakta, uçaklarda doğru dürüst Türkçe anons anlaşılmazken kürtçe anons yapılması istenmektedir. Türkçe’yi öğrenmeleri için, zorunlu ve kesintisiz eğitim için okula gitmeye çağrı yoktur. Diyarbakır’da yaşları 9-12 olan dört kardeş ile üvey annelerinin giysilerinde sakladıkları 25 tabanca ve 24 şarjör dehşetin kanıtıdır. Türkiye’deki cezaevlerinde 2004 yılı sonuyla 57 bin 930 hükümlü ve tutuklu bulunduğu açıklaması herkesi düşündürmelidir. Değişik tipte 417 kapalı cezaevi, 41 açık cezaevi, 3 çocuk ıslahevi, kadın tutukevi, 2 kadın açık cezaevi, 1 çocuk cezaevi ve 3 çocuk tutukevi çalışır durumda. Sokak çocuklarının içler acısı durumu, tinercilerin saldırıları, gasp olayları konusunda etkin önlem beklenirken sıkmabaşlılara ayrıcalıklı polis uygulaması siyasallaşma olumsuzluğunun nerelere uzandığının yeni örneğidir. Bn. Emine Erdoğan’ı protesto eden gruplarda başı açıklara sert davranma yanlılık, yandaşlık açıklamasıdır.
İstanbul Alman Kilisesi Rahibi ve Alman Evangelistlerin İstanbul’daki pastörü Holger Nollman’ın Lozan karşıtlığını açıklarken dinci oluşumlara destek verdiği yayınları ilgi dışında tutulmamalıdır. DEHAP İl Başkanlarının “Kerkük, kürt şehri kabul edilmeli” bildirimleriyle federasyon isteyecek siyasal kuruluşun Meclise girebilme çağrıları bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Bu tehlikeli gelişmeleri bırakan siyasal iktidar öncüleri ülkemiz için sakıncalı Başkanlık sistemiyle akıllarını bozmuş görünmektedir. Atatürk’ün sanki yeryüzüne parlamenter sistemi getirdiğini söyleyen varmış gibi tersini söyleyerek Türkiye’ye getirdiği sistemi değersiz gösterme çabaları kimlerin nerede kaldıklarını göstergesidir.
Duruşmalarında tekbir getirerek olay çıkaran Hizb-ut Tahrirciler, Atatürk’ü Türk büyüğü saymayan bürokratın yükseltilmesi, Atatürk’e ve dil devrimine kötü sözlerle saldırıp tarikatçıları övenlerin korunması, yasak derneklerin kurulup Belediye salonlarına zorla girmesi herkesi duyarlılığa çağırmalıdır. Medya sokakları yazmakta, salonları yansıtmamaktadır. 8 Mart’ta Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen Dünya Emekçi Kadınlar Günü Toplantısı’na bir sözcükle bile yer verilmemiştir.
İşsizler Derneği Türkiye’de işsiz sayısının 12 milyona yükseldiğini duyurmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği 2004’te 16 bin 200 mültecinin Türkiye’den yabancı ülkelere sığınma istemiyle başvuruda bulunduğunu açıklamıştır. Türkiye’nin 2005 Ocak ayı cari işlemler açığı %73 artarak 640 milyon dolara yükselmiş, dış ticaret açığı da %68.3 artarak 1 milyar 648 milyon dolar olmuştur. Protesto edilen senet 2003’e göre 2004’te %23 artmıştır. Değerleri de fazladır. Batık tüketici kredilerinin tutarı 835 milyon YTL’dir. Bunlar Yöneticileri ilgilendirmez, aydın bilinenleri etkilemez görünürken kara-yeşil para gizli girişlerinden söz edilmektedir. Daha anlatılıp yazılacak neler neler var. Bir dergide gözüme ilişti, İstanbul’da düzeyli 43 lokantadan 28’inin adı yabancı. Özenti nerelere götürür, ne getirir, kaç kişi düşünüyor? Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapandı. Irak Parlamentosu yeni üyeleriyle toplandı. Trafik kazaları dur durak bilmiyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu laikliğin korunmasının gerekmediğine ilişkin kararının tersine yeni bir karar aldı. Olumlu olumsuz olaylar dizisinden kimilerine ilişkin yazılı çizelgemizi burada kesiyoruz.
Sahtecilik
“Bozulmayan yer mi kaldı?” sorusuna yanıt vermek güç. Gerçekten kurumlar, kişiler derin bir yozlaşma içinde. İktidara yaranmak ya da hışmına uğramamak için davranışları bozulanları kimi gün gülerek, kimi gün tiksinerek izliyoruz. Ezgili uyumla çalışanlar, mevki-makam gözetenler, beklenti içinde olanlar, okuduğunu anlamayıp yetkilerini duygusallıkla kullananlar, daha niceleri... Sokağa çıktıkları zaman ne yapacaklar, ne diyecekler, göreceğiz. Üstlerinden çekinip insanlığı unutanlar, mıymıntılar, pısırıklar, tören borazanları, siyasal kalpazanlar, siyasal ortaoyuncuları. Resmi giysiler aldatmasın. Yıllardır yakındığımız “Sahte Atatürkçüler” nitelememiz gereken yankıyı bulmuyor. Önceki Bakanlardan biri söyleyince “Acaba kimleri amaçladı?” sorusuna yol açtı. Tören-toplantı, rozet ve resim Atatürkçüleri, iktidar yalakalığına soyunup gerçek Atatürkçülerden uzak durmaya çalışan korkaklar, yüreksizler, Atatürkçülüğümüzü fazla ve zararlı bulan kendini bilmezler, çıkarcılar gösterişçiler, gizli ve maskeli Atatürk düşmanları. Bunlar, bilinen köktendinci, bölücü Atatürk ve Türkiye düşmanlarından daha tehlikelidir.
Sahtecilik şaşırtıcı olaylarla tüm çirkinliğini ortaya koyuyor. Önceki yıllarda sahte doktor, sahte mühendis, sahte avukat, sahte subay, sahte polis, sahte öğretmen, sahte müdür, sahte öğrenci, sahte diş hekimi, sahte ebe, sahte memurdan söz edilirken şimdilerde andına bağlı kalmayan, sahte (ikinci kez) oy kullanan siyasetçilerden söz edilir oldu. Verdikleri sözleri tutmayanlar, unutulanlar zincirine olmadık isteklerde bulunanlar, olmayacak işlere karışanlar, siyasal gezegenler eklendi. Giderek sahte (korsan) kitap, kaset piyasaya çıktı. Önceleri olursuz alıntılar, aktarmalar, aşırmalar vardı. Sonra kokuşmuş et, sahte yağ, sahte içecek, sahte gıda maddeleri derken şimdilerde sahte içkiler, sahte (hormonlu) sebze ve meyveler, sahte ilaçlar üretildi. Ne biçim insanlık, ne biçim demokrasi, ne biçim din anlayışı var, tanımlanır gibi değil. Sahte para, sahte pul, sahte diploma, sahte mücevher, sahte nüfus cüzdanı, sahte nüfus kaydı, sahte pasaport, sahte kimlik, sahte adres, sahte hesap, sahte tapu, sahte evlenme (zina ceza nedeni olmasa da boşanma nedenidir, imam nikahı zinadır), sahte boşanma, sahte nişanlanma, sahte ad, sahte soyad, sahte süt, sahte yoğurt salgın durumda. Hayali ihracat da bir sahteciliktir. Sahte fatura (naylon fatura), sahte kayıt, sahte tablo durumları üzerken insanların gerçek anlamda ve gerçek nitelikte insan olmamasından kaynaklanan sahteciliklere tanık olunmaktadır. Sahte bilirkişi raporu, sahte karar bile duyulmuştu. Bu kötülüklerin işlendiği, bunları uygun bulanların yaşadığı ülkede demokrasi olabilir mi? Resmi yapılarla deprem konutları başta olmak üzere yapı bozuklukları, yol bozuklukları, alış veriş sahtecilikleri de bu kapsamdadır. İnsanların sahte olduğu yerde demokrasi geçerli olmaz. Yalnızca sahte taşıt kullanma belgesi (ehliyet) sahtecilikleriyle, ekonomik sahteciliklerle değil, siyasette sahtecilikle savaşım vermek gerekir. Yaraşır bir ortam, esenlikli bir yaşam için bu uğraşı öne almak gerekir. Başta medyanın büyük kesimi, bilim ve yargı çevreleri, demokratik kitle örgütleri, yasal organlar, özel kesim her yerin durumu yeterince biliniyor sanırız.
Bu da Sahtecilik
Tutumlarındaki aykırılık ve tutarsızlık nedeniyle kendileriyle konuşmayı kabul etmediğim kimi gazete ilgilileri başka gazete ve dergilerle yaptığım konuşmaları kendileriyle yapmışım gibi vermekte kezlerce açıkladığım “İlgim olmamakla birlikte sonuçlarıyla uygun bulduğum”u söylediğim 28 Şubat takıntılarına beni de katmaya çalışmaktadırlar. Yalanın karasına bulaşmış bu ahlaksız kişiler ayrıca kimi arkadaş-dostla aramızı açmak için hiç söylemediğim sözleri söylemiş gibi göstermekte ya da kendi amaçlı yorumlarıyla ters yansıtarak şeriatçı değirmenlere su taşımaktadırlar. Dindar dürüst olur. Din bir anlamda insanlığı amaçlar. İftirayla, saldırıyla alınmak istenen sonuç geçerli olamaz. Atatürk ve Türkiye düşmanlarıyla asla konuşmam. Din sömürücüleriyle asla görüşmem. Yolsuzluk ve ahlaksızlık içinde olanları tanımam bile. Gerçek kimliklerini saptayıp amaçlarını anlayınca ilişkimi tümden kestiğim kimi sakıncalı, tehlikeli çıkarcının şimdilerde kralın soytarısı gibi değişik organlardaki görevlilerin çevresinden ayrılmadıklarını görüyor, duyuyorum. Bunlara kanıp bunların yardım ve aracılığını isteyenlerin düzeylerindeki düşüklük insanı ürpertiyor. Yalanı, abartıyı, yapaylığı ve yüzsüzlüğü, ziyaret, armağan, yemek vs. ile örtmeye çalışan, hastalıkları belirginlerin sözleriyle yol alanlar çıkamayacakları çukura düşecekler. Mevki, makam, etiket, rütbe, nişan, şilt düşkünlerinin yanında ya da yakınında değilim. Söyleneni anlamayan, yazamayan, yansıtamayan, hatta saptıran bir iki çocuk muhabire dayanıp gerçek dışı yayın yapanların insanlıkla ilgileri tartışılır. Benim Anayurt gazetesiyle yaptığım görüşmede özetle anlattıklarımı “itiraf” sayanlar kendi çözümsüzlüklerini açıklamışlardır. Saklanan bir şey yok. Ayrıntıları sayfalar tutacak konulardaki soruları içtenlikle ve özetle yanıtladım. Yalandan tiksinirim. Söylediklerimin hepsi doğru dosdoğrudur. Ayrıntılarını yazacağım anılarımda belirteceğim. Kimsenin yalanlaması ya da alaya alması gerçeği değiştiremez. Herkes kendi kişiliğini çizer. Yanlış alıntılar, teypten çözme hataları beni bağlamaz. Örneğin Şevket Kazan’ın bana emeklilik kutlaması gönderdiğini söylemedim. Bülent Ecevit’le Necmettin Erbakan’ı söylemiştim. Daha Fethullah Gülen’in imzalı mektuplarını açıklamadım. Şevket Kazan’ın “mahçubiyet” sözü de kendini ilgilendirir, beni etkilemez. Yaptıklarımın ve söylediklerimin hiçbirinden pişmanlık duymadım. Şevket Kazan, beli ağrıyanların taşıtta kullanacakları oturma gerecini bana gönderdiğini unutmuş görünüyor. Önemli değil. Gocunacak bir şeyim yok. Kimin ne olduğunu herkes biliyor. Gerçekleri saptıran, kişilikleri gölgelemeye çalışan, onurlulara katlanamayan gericiler ne yazıp söyleseler elde edecekleri bir şey yoktur. Tüm kötülere ve kötülüklere karşın ödünsüz çabalarımızı içtenlikle ve kararlılıkla sürdürüyoruz.
Yineliyorum, sahte milliyetçiler, sahte demokratlar, sahte dindarlar ve sahte Atatürkçüler kaçınılası, uzak durulması gereken zararlılardır. Atatürkçülük, lâiklik, ulusalcılık konusundaki konuşmalarımızdan sonra hemen telefon açıp “Her şeye rağmen yanınızdayız” diyenlerin birlikte görülmekten nasıl kaçındıklarını, yılbaşı kutlamasına yanıt veremeyecek, aldığı kitaba teşekkür edemeyecek kadar korkup çekindiklerini, emirle sus-pus oturduklarını gördük, görüyoruz, göreceğiz. Bu durumlar bizi küçültmüyor. Bir yıl sonra emekli olduklarında yüzlerine kim bakacaktır? Cartcurtla- zartzurtla bir şey olmadığını anladıklarında çok geç olacaktır.
Bizi AB’ye almayacakları, alacak gibi görünüp-gösterip kendi istediklerini alacak Avrupalılar Lozan’dan değil, Sevr’den yana olanlarla dayanışma içindeler. Bunu anlamayan kimse siyaset yapabilir mi. Ama değişmez yazgı sanki “atın önünde et, itin önünde ot” sözünü anımsatan genel görünüş. Bakalım daha nelerle karşılaşacağız.
Çanakkale Savaşları’nın 90. Yıldönümü’nde Atatürk’ün adına bile yer vermeyen Diyanet İşleri hutbesine ne demeli? Yabancılara ödünle verilip ayrıcalıklı olanaklar tanınırken yurdu kurtarıp devlet kuranı unutmak ve unutturmak her yönden sakıncalı ve kınanacak tutumdur.
http://www.turksolu.com.tr/78/ozden78.htm
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder