Kanlı Makas,
Yekta Güngör Özden
12.09.2005/Sayı:90
Irak’ı işgal eden ABD’nin zulmü ve katliamı sürüyor. Aklı başında hiçbir kimse bu kanlı eylemlerin demokrasi için olduğunu söyleyemez. Kitle imha silâhları bahanesiyle Irak’a girip sonra böyle bir belirti bulamadıklarını itiraf etmeleri bile ne ölçüde haksız olduklarının göstergesidir. PKK yuvalanmasına sessiz kalmaları, Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirip Türkmenleri güç durumda bırakmaları, Türkiye’nin yakınmalarını alaycı tutumlar ve çocukça sözlerle karşılamaları kurdurdukları kürt devletini daha etkin ve daha güçlü kılmak çabasından başka bir şeye yorumlanamaz. Böylece ortadoğu üzerindeki çıkarcı oyunlarını daha kolay sürdüreceklerini sanmaktadırlar.
Katrina kasırgasının sonuçları yetersizliklerini ortaya koymuştur. Irkçılık sayılacak biçimde yanlı davranışlara girmeleri tepkilere neden olmuştur. Biçimsel demokrasinin de sözde kaldığı izlenmiştir. Gerçekte Başkanlık sistemi, kişisel diktanın maskeleridir. Bırakınız içerdeki yetkileri, dünyaya karşı savaş kararını veren bir kişinin donandığı aşırı yetkiler, demokrasi çağında bir kişinin önlenemez gücünün sakıncalarını anlatmaktadır. Denetimi güç, sınırsız yetkiler demokrasiyle bağdaşamaz. Türkiye’de de iktidar liderinin bu durumda olduğu gözlenmektedir. Herkes onun ağzına bakmakta, iyi yetiştiği sanılan, önemli görevlerde bulunmuş, mesleğinin üst katlarına gelmiş bilim adamları bile onun buyruklarını özler durumda beklemektedir. Memur aylıklarının tartışmalı görüşmeleri onun belirlemesiyle bitiyor, o ne derse büyük kesimiyle medya övgü yarışına girişiyor. Sözler birbirini tutmasa da. Yurtdışında “Kürt sorunu yoktur” deyip yurtiçinde “Kürt sorunu vardır, bu sorun benim sorunumdur” çelişkisine uzanan, iktidar öncesi lâiklik ve demokrasi anlayışındaki çarpıklıkları iktidara geldikten sonra klişe sözlerle yadsıma durumuna düşen RTE’nin konuşmalarının içeriği, havası, sesinin tonu ve el-kol işaretleriyle bir özenti içinde olduğu görülmektedir.
AB yetkililerinin birbiriyle çelişen sözleri de başka bir yöneliş. Fransa’nın başını çektiği Türkiye karşıtları baskı kurarak başka ödünler koparmaya çalışırken Türkiye’den yana görünenler de Kıbrıs’ın tanınması konusunda eylemli açılımlar istemektedir. Diyarbakır Belediye Başkanı’nı, özel konuk etmeye varan katılık ve yandaşlıkları Türkiye için neler düşündüklerinin bir kanıtı sayılabilir. Nato’da birlikte bulunulan Danimarka’yla ilgili yakınma gerçekte hemen hemen tüm Nato üyelerinin tutumuyla sırıtan bir boşluğu göstermektedir. Güvenilecek dost, inanılacak söz gitgide azalmaktadır. Batının Lozan kindarları makası daraltmaktadır. PKK’nın kanlı eylemleri onları ilgilendirmemekte ama kendileri ne yapsalar (Londra’da bir teknisyeni metroda başından vurduktan sonra “yine vururuz” demeleri gibi) haklı olduklarını savunmaktadırlar. Terör varsa onlara karşı vardır, başkalarına, özellikle Türkiye’ye karşı terör yok, bağımsızlık savaşı vardır kanısındadırlar. Bu nedenle PKK’ya sempati duyup açık-kapalı destekliyorlar. Makasın dışardaki bölümü böyle sıkılıyor.
Üç yılda maganda kurşunlarıyla yitirdiğimiz 7639 kişiyi unutmayarak makasın öbür ucuna geçelim.
Kavgalar
İçerde terör örgütünün güdümündeki kuruluş ve kişiler giderek azgınlaşıyor, işi azıtıyorlar. Başbakan “Kürt sorunu” diyerek ayrımcılıkla yetinmeyip “Abartmayın, bir kısım partililer yapıyor” derse olayların önünü almak güçleşir. Yıllardır ulusal bağlamda her yurttaşın duyarlık gösterip özenle davranması gereken ulusal ilkelere yönelik tehditler ve tehlikeler için uyarıcı konuşmalar yaparak, yazılar yazarak üzerimize düşenleri yapmaya çalıştığımızda “Çok konuşmak”la suçlanmıştık. Oysa, yargıçlık niteliklerine, meslek gereklerini aykırı hiçbir davranışımız, görevle ilgili hiçbir sakıncalı, aykırı konuşmamız olmamıştı. Şimdi yeni yeni uyanan kimileri, tehlike kapılarını çalıp ateş bacayı sarınca “itidal, soğukkanlılık, sağduyu” çağrısı yapmaya başladı. Bölücüler şimdi deneme kalkışmaları yapıyor. Yarınlarda ayaklanma her yerde başlayınca ne yapacaklar? Halkımızı tedirgin etmemek için ölçülü konuşmak, devlet adamlığının, yurttaşlık niteliğinin gereği olarak yatıştırıcı, barışçı, önleyici konuşmalar yapmak elbet yeğlenir. Ama kimi askerlerin de kullandığı “Provakasyon” nitelemesiyle gerçeklerin üstünü örtmenin, olayları küçümsemenin hiçbir yararı yoktur. Tersine, zararı vardır. Parti binalarına, karakollara, konutlara, işyerlerine, bankamatiklere saldırıların anlamı nedir? Askerlerin aracını taşlamak, yakmaya kalkışmak, yolları kesmek nedir? Bayrağı yırtmak, yurttaşları dövmek, polisleri yaralamak ne anlama gelmektedir? Teröristlerin cenaze törenlerine katılmakla neyin mesajı verilmektedir? Hele kırk bine varan ölümün sorumlusunun posterini taşıyarak, onun lehine sloganlar atarak, onun serbest bırakılması için yakıp yıkarak yürüyüşler düzenlemek, otobüsler dolusu insanların kentten kente taşıyarak olay çıkarmak nedir? Bunlar yalnız ABD’ne, AB’ne güvenerek yapılmıyor. Bunlar iktidara güvenerek tırmandırılıyor. Bunların provakasyonla ilgisi yok. Kışkırtan dışardan değil. Kendi başlarındaki, “Partimiz” dedikleri kuruluşların sözde liderleri. Tehditler, gözdağları açık. Türkiye’de kurulmuş -Türkiye’nin partisi olmak gereken kuruluşların toplantı, bildiri, eylem ve önerileri ortada. Bunların Türkiye Cumhuriyeti ile ne ilgisi var? Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya amaçlayanlara etkin hangi yaptırım uygulanıyor? İşte Fatih Camii’ndeki hilâfetçi gösteri. Bilgisiz, terbiyesiz, saplantılı ve sapkın yobaz sürüsünün kolluk güçlerince izlenmesi. Terörist başının konuk edildiği yerden avukatları aracılığıyla talimat yağdırmasını önleyemeyenler neyi önlerler? Memura, öğrencilere, sanatçılara, gençlere coplarla saldırıp en ağır sözlerle karşı çıkanlar şeriatçı ve bölücülere karşı evsahipliği yaparcasına yumuşak, anlayışlı, hoşgörülü, hattâ destekçi sayılacak bir gülümseyiş içinde. Bir başbakan cezasını çeken adamın ülkeyi karıştıran davranışları için “Demokrasi” derse olacağı budur, giderek daha kötü şeyler olabilir. PKK’cılar içerden makasın öbür bölümünü daraltıyor. Demokrasinin ne olduğunu gereğince ve yeterince bilmeyenlerin yazı ve konuşmalarıyla destekledikleri açılımı Başbakan da söylemeye başladı. Bunu bile yetersiz bulan bölücüler, bekledikleri federatif yapının açıklanmasını istiyorlar. Elini veren, kolunu kurtaramaz. Feodal yapıya karşı çıkacak, kendilerini kullanan, haklarına elkoyan, ölüme gönderen, karanlığa gömen aşiret reisliğinin, tarikat şeyhliğinin karşısına çıkacak yerde ayaklanmaya kalkışanlar iyi düşünmelidir. İktidar sözcüleri kuruntu ve övünmeyle “İktidarımız güçlendiği için böyle olaylarla karşıtlık yapıyorlar, bitmek üzere olanların son çırpınışıdır” diyerek yanılgılarını açıklıyorlar. İktidar güçlenmediği gibi terör örgütü de bitmiş değil. Üç bin nüfuslu bir ilçede teröristin cenazesi kırk bin kişiyle kaldırılıyorsa durum acıdır. Kalkışma, iktidara karşı değil, kanımca, iktidara güvenerek devlete karşıdır. Devletin niteliklerine iktidar karşıdır, yapısına da PKK’cılar karşıdır. Birleştikleri bir nokta vardır. Kesişme yeri, 3 Ekim beklentisiyle şalla örtülmüştür. AB’ne girmek için devleti gözden çıkarma sayılacak aymazlıklar yaşanmaktadır.
Karıştırıcılar
Siyasal çalkantılarla ilgilendirilmesini asla istemediğimiz Silâhlı Kuvvetlerin anlamlı ve etkin bakışlarıyla kötü yönelişlere engel olması dileğini çok kimse açıklamaktadır. Kimilerinin değişik amaç ve anlam yüklenen sessizlik, destek sayılacak tepkisizlikleri sürerken Kara Kuvvetleri Komutanı’nın “Filistin’e benzetmek istiyorlar” sözü çarpıtıldı. Yazılarıyla kişiliğini daha iyi ortaya koyup ne olduğunu bir kez daha belli eden kimi yazarlar amacı gözardı edip benzetmeyi eleştirdiler. Komutan “Ayaklananlar toprağın sahibi yerliler, biz işgalci yabancılar” demek istemedi. Olaylarla yaratılan kargaşa, karşıtlıklar, yaralanmalar, yangınlar, sabotajlar ve öldürmelerle gelinecek ortamı anlatmak istedi. Anlamayanlar ve anlamak istemeyenler yazacak birşey bulamayınca saçmalıklarla sütunları dolduruyor. Bu tür gelişigüzellikler medyanın niteliğini de ortaya koyuyor.
Adamların yüzsüzlüğüne bakınız: “Devlet operasyonları durdurursa PKK da durdurur.” Devlete saygısızlığın, devletle pazarlığın, devleti tehdidin çirkin örneği. Yollara daha rahat mayın döşemek ve aldatılmış köylülere döşetmek için operasyonları durduracaklar. Sonra daha şiddetli saldırılarla, vurkaçlarla ortaya çıkacaklar. Hesap sorulmayan parti başkanı esip üfürecek. Ne durumlara düşürüldü.
Bir malûm da “Tüm ulus-devlet ağaçları kanla sulandı” diyerek kurtuluş ve kuruluşu karalıyor. Artık utanma, sıkılma kalmamış. Atatürk de 4 Aralık 1923’de “Biz bu Cumhuriyeti kanla kurduk” demişti. Gerçeği yansıtan, geleceği güvenceye alan bu sözün bilincinde olmayan bilgisiz ve terbiyesizler neler yazacaklarını şaşırıyorlar.
“Demokratik açılım” hiç kuşkusuz kürtçülerin istediği yapıyı sağlayacak gelişmelerle şeriatçıların istedikleri düzeni getiren oluşumlardır. Bir an için düşününüz, Fatih Camii’ndeki olay ya da kürtçülerin saldırıları bir Avrupa ülkesinde olsa ne yaparlardı? ABD’nde yıllar önce bir çiftlikte 200’e yakın tarikatçının öldürüldüğünü anımsayınız. Bizde olayları izlemekle yetinen kolluk güçleri sorumlularıyla bürokratların “Özür dilemekle” geçiştirmesine bakınız. Hilâfet çığırtkanı bildiri yayımlıyor, hâlâ yakalanmıyor. Devlet adına yetkili olanlar devlete yaraşır olsalardı sorumlular yerlerinde bir dakika kalamazdı. “Ulus devletin defterinde böyle utançlar vardır” demekten çekinmeyenlere olanak tanıyanlar acaba utanma nedir biliyorlar mı?
Bir de “Oyuna gelmeyin” öğüdünden geçilmiyor. Teröre terörle karşılık vermeyi, olayları ırkçılık boyutuna çekip kürtçülükle ırkçılık yapanları haklı çıkarmayı, milliyetçiliği kötüye kullanmayı düşünmek elbet çok yanlıştır. Ama haklı tepkileri durdurmak için (söz ve yazıyla olanları) öğüt vermek de yanlıştır. Eylemsiz sürede şehitler veriliyor. Saldırılar sürüyor. Toplum kışkırtılıyor. Sözler ve yazılarla yangına körükle gidiliyor. Taşlama, molotof kokteyli, mayınlar oyuncak mı? Polise ve askere saldırmak oyun mu? Siz çocuk musunuz? Provakasyon böyle mi olur? AB’ne karşı olanlar değil, yandaş olanlar olay çıkarıyor. Olanlar, kürdistan söylemcilerinin kürtçülerin isyan denemeleridir. Sağduyuya evet, sağırlığa hayır.
Haksız eleştiri
Türksolu gazetesinin aylıklı, kadrolu yazarı olmadığımızı, gençlerin Atatürkçü çabalarına destek verdiğimizi, kendi yazılarımızdan sorumlu olup gazetenin yönetiminde bulunmadığımızı, bir etkimiz ve başka katkımız ya da sorumluluğumuzun geçmediğini yazmıştık. Türksolu’nun 15.8.2005 günlü, 88. sayısının kapağındaki “Kürt sorunu yok, kürt istilâsı var” yazısına takılmışlar. Evet kürt sorunu yok. Peki kürt istilâsı var mı? Kapak yazısının iç sayfalardaki açılımını iyi okuyup iyi değerlendirenlerin bir şey söyleyeceğini sanmıyorum. Kapaktaki “Kürt istilâsı var” bölümü, kürtçülerin yayılma çabalarıyla şimdi bulunndukları il ve ilçelerdeki donanımlı, olanaklı, en iyi düzeydeki durumlarını anlatmak içindir. Asla bir ayrımcılık için yazılmamıştır. Biz inanç bağı, soybağı ne olursa olsun tüm yurttaşlarımızı aynı duygular, aynı düşüncelerle, her yönden tam eşitlikle kucaklıyoruz. Söz, kürt kökenli olanlara değil, kürtçülük yaparak ayrımcılık ve bölücülük güdenleredir. Türkiye’yi istilâ etme amaçlarının, oyunlarının, çılgınlıklarının karşısında duyarlı olmak, uyanık olmak çağrısıdır. Başka türlü anlam verilmesi ve anlaşılması üzücüdür. Kaldıki, kapak yazısını koyanlar gazete yöneticileridir. Sakıncalı bir durumda ülkemize düşeni yapmak da bizim bileceğimiz iştir. Irkçılığa, ayrımcılığa karşıyız. Başkalarının yazıları bizi bağlamaz, onlardan sorumlu tutulamayız. Ayrımcılığı, Türk düşmanı kürtçüler yapıyor.
Gidiş nereye
Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarına Kültür Bakanlığı’nın Devlet Tiyatroları operasyonu eklendi. Gidiş nereye göreceğiz. TRT’nun bir başteknisyeni Atatürk için olmadık sözlerle kitap yazıyor, kovuşturmadaki savunmasıyla kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Böyle bir iktidar olmasaydı böyle bir kitap yazabilir miydi? Fatih Camii’ndeki rezalet yaşanır mıydı? Bunlara cesaret edebilirler miydi? Ne yazık her gün doğrulanıyoruz. Kendilerini ilerici, bizi gerici sayan Atatürk düşmanları için sakıncalıyız.“İstediğimiz bir kötülük, içinde bulunduğumuz bir çirkinlik varsa söylesinler” diyoruz, ses yok. Ama arkamızdan gerçekdışı anlatımlarla eleştirmeleri kendi küçüklüklerinin sonucudur. Atatürkçü olmaktan başka (onlar için) suçumuz varsa göstersinler. Bu tip bozguncular her yerde var. Ben yıllarca uyarmaya çalıştım. Çok konuştuğum savıyla uyarmak, etkilemek isteyenler oldu, yanıtlarını aldılar. Unutmayalım, kötüler boş durmuyor. Nasıl PKK demokratik ortam için değil ayrı devlet için çabalıyorsa, Atatürk karşıtları da yapay bir devlet için uğraşıyorlar. Kötülerin amaçları örtüşüyor. 12 yerde birden olay çıkması, yavuz hırsız ev sahibini bastırır sözünü anımsatan biçimde savunulması. Hem Gemlik’e çıkarma yapmaya çalış, dönünce olay çıkart, sonra bahane uydurup her yere saldır. PKK/ Kongra-gel siyasal yapılanması Komo Komelen Kürdistan Yürütme Konseyi Başkanı Mustafa Karayılan’ın çağrısıyla başlayan sözde mitingler birer ayaklanmadır. Yasadışı kuruluşun adındaki “Kürdistan” sözcüğü ne için kurulduklarının kanıtıdır. Hangi demokrasi? Kendi karşıtlarını öldürüp temizleyerek mi? Destek veren belediye başkanlarının tutumu da mı demokrasiyle açıklanır? Mitingleri düzenleyen Tutuklu-Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED)’nun rolü yok mu? Sözde aydınlar savıyla ortaya çıkıp, teröristleri kurtarma çabalı girişimlere oynayanların etkisi yok mu? Savunmayı değil, saldırmayı destekleyen gösterişçilerin “Kürt sorunu” deyişine nasıl sarıldıklarını herkes gördü. Batman-Beşiri olaylarının büyütülmemesini isteyenlerle örtüştükleri noktalar karşılıklı beğeni nedenlerini oluşturuyor. Dünya Barış Günü’nde bunlar yaşanırsa ilerde neler olmaz, iyi düşünmek gerekir. TBMM Başkanı “Daha çok demokrasi, daha çok cesaret” diyor. Bizim demokrasi istemediğimizi kimse söyleyemez. Ama böyle demokrasi değil. Kürt devletinin zeminini oluşturacak çözülme değil. Cesarete ise gereksinim duymuyoruz, sanmadıkları kadar cesuruz. Böyle süslü sözlerle gerçekleri saklamanın kimseye yararı yok. Köktendinci açılımları amaçlayarak “Daha fazla demokrasi”den dem vurmak daha fazla dincilik, daha fazla dinsellik ve şeriat demektir. Lâiklik karşıtı davranışlardan kaçınmamakta direniyorlar. İşte, giyim-kuşam gericiliği, tutuculuğu, zavallılığı ırka özgü demokrasi ırkçılığa destek olur.
Kürtçülerin “Kürt sorunu yok, Türk sorunu vardır. Bu devlet, bu bayrak bizim değil” sözlerinin neresine değinseniz kötülüğü belirgin. Bunu söylemek için bırakınız yurttaşlığı, insanlıktan uzaklaşmak gerek. Amaçlarını iyice açıklayan bu sözler, bağımsızlık bildirisi yöneticilere her şeyi gösteremiyorsa diyecek söz çoktur. Suriye uyruklu PKK teröristini “Şehidimiz” diye bağrına basanlardan ne umulur? Irak Anayasa taslağını ABD’nin övmesi bu doğrultuda bir tutum. Apo’yu övmek “Dillerine, ellerine, emirlerine sağlık. İyi ki Türkleri öldürttün. Bunun için seni kutluyor, baştacı ediyoruz” demek değil mi?
Gereksiz “kavga” nitelemesi
Anayasa Mahkemesi hakkında Yargıtay Başkanı’nın Adalet Yılı Açış konuşmasında söylediklerine katılmak olanaksız. Herkesin, bir başka kuruluş ve kişi için söyleyeceği çok söz olabilir. Eleştiri de yapıcı bir katkıdır. Ancak yerini, gereğini, zamanını çok iyi seçmek gerekir. Yalnızca kararların geç yazılması ve yayımlanması gibi bir gerçeğe değinmek, konuşmayı haklı kılamaz. Kararların açıklanmasıyla sonuç bildirmeyi karıştıran, üye seçiminde kendi rollerini yadsıyan, kendi kuruluş ve görevlilerinin tutumlarını unutan, kendi geliş ve çalışma alanını, Yargıtay üyelerinin seçiminde Adalet Bakanı ile Müsteşarının payını, Yargıtay üyelerinin dairelere verilişini, 43 yıllık Anayasa Mahkemesi uygulamalarını, 1961 Anayasası’nın düzenleyen Meclis üyeleriyle o zamanki Yargıtay yöneticisilerini iyi değerlendirmeyen Yargıtay Başkanı’nın Yüce Divan’la ilgili isteği yanlış ve yanıltıcı olduğu kadar Anayasa Mahkemesi’nin yurttaşların doğrudan başvurularını alacak yapıya kavuşturulması konusundaki sözleri de hâtalıdır. AKP iktidarının Anayasa değişikliğiyle yargıya dokunmasının gündemde olduğu sırada bu tür çıkışlar öncelikle yargıya zarar verir. Demekki Yargıtay Başkanı’nı öbür ulusal sorunlar, iktidarın yanlış gidişi, yurttaşların güçlükleri, dış baskılar, kötü gelişmeler o kadar ilgilendirmiyor. Birlikte oturup görüşerek çözecekleri konuları, yargıya inan ve güveni sarsacak, sürmekte olan Yüce Divan çalışmalarını kuşku duyuracak biçimde tartışmak herşeyden önce yakışıksız olmuştur. İlkeler bağlamında göstermelik, geçiştirici, klişe sözden öte gitmeyen vurgulama Başkanın yapısı, anlayışı, tutumu ve ilişkileri için bir ölçü olarak algılanabilir. Yıllardır kimi Yargıtay ilgililerinin Danıştay’ı da dışlayarak, yanıltıcı anlatımlarla Yüce Divan isteminde bulunmaları alışılmış bir tutkularıdır. Cumhurbaşkanını yargılamakla en yüksek mahkeme olunmaz. Yasama organının düzenlemelerini denetleyip Anayasanın bağlayıcı yorumunu yapan mahkeme zaten en yüksek mahkemedir. Yüce Divan görevini yasama organı vermiştir, Anayasa Mahkemesi kendisi almamıştır. Bakanların görev suçlarının özelliği bu görevi Anayasa Mahkemesinin yapmasını daha uygun kılmaktadır. Genel mahkemelerde dernek, siyasal parti genel kurullarına ilişkin dâvalarla, kimi para cezalarına da Asliye Hukuk ve İdare Mahkemeleri bakmaktadır. Konu, sorun durumuna getirilmeden yargıya yaraşır olgunlukla, bilimsel çalışmalarla doyurucu bir sonuca ulaştırılır. Şimdilik bu kadar değinmeyi yeterli sayıyorum. Ancak, Anayasa Mahkemesi yöneticilerinin emeklilik yaş sınırının 67’ye yükseltilmesi için girişimlerde bulunmakla kışkırtıcı ve sorumlu olmuşlardır. Böylelikle yargının başına çorap örülmesi, iktidarın ekmeğine yağ sürülmesine neden olunmuş, ayrıca medyanın gereksiz “kavga” nitelemesi topluma yansımıştır. Oysa bir kavga yok, gereksiz bir tartışma vardır.
Bir örnek daha
Federal Almanya Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde öğretmenlerin de sıkmabaş (türban diye dayatılıyor) kullanması yasaklanıyor. Prof. Özer Ozankaya, nitelikli Atatürkçülerimizin önde gelenlerindendir. Atatürkçü devlet politikasından uzaklaşmanın sakıncılarını anlatıyor. Kaç kişi uyanıyor bilmiyoruz. Bizim sözde aydınlar ise yağmacılığı savunuyor. Uzmanlıkları yok, her şeye karışıp her konuda bilgiçlik taslıyorlar. Uzmanlık alanlarını bırakıp bilgisi olmadığı alanlara elatıyorlar. Ermeni sorunu savıyla ortaya çıkanlar bunlardan kimileri. Peki ermeni sorunu var da bu ülkenin, bizlerin ekonomi, eğitim, işsizlik, üniversite, yargı, sağlık, özelleştirme, hattâ bağımsızlık ve devlet sorunları yok mu? Bu konuları ele alınmaktan kaçınıp yabancılara yaranmak için yozlaşıyorlar.
Umutlu bir gelişme: Başbakan 30 Ağustos iletisinde “Atatürk’ün Yolundayız” demiş. Demekki yola geliyor.
OYAK’ı TÜPRAŞ için kutluyorum. Medyamızı 9 Eylül suskunluğu nedeniyle kınıyorum. Büyük Atatürk’ü ve arkadaşlarını, laik Türkiye Cumhuriyetini kurma kaynağı olan 30 Ağustos zaferinin İzmir’de bayraklaşması nedeniyle yürekten en derin saygıyla ve özlemle anıyorum.
http://www.turksolu.com.tr/90/ozgun90.htm
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder