6 Aralık 2014 Cumartesi

'Fırçalı demokrasi dönemi'




'Fırçalı demokrasi dönemi'.,



İdris Gürsoy
02 Aralık 2014





AK Parti kurucularından Ertuğrul Yalçınbayır, 2003’te parti içi bir toplantıda söylediklerini hatırlatıyor: “Bakın kullanılan metotlar korkutma, sindirme, yıldırma ve azarlama. Bu metotların olduğu yerde demokrasiden bahsedilmez. Olsa olsa bunun adı fırçalı demokrasidir.”
Meclis’e sevk edilen yeni güvenlik paketi ile polise sıkıyönetim yetkileri veriliyor. ‘Pararel yapı’ ile mücadele ediyoruz denilerek ülke otoriter bir rejime doğru sürükleniyor. 12 Eylül ve 28 Şubat’ı aratmayan fişlemeler yapılıyor. İktidarın icraatlarına bakanlar, AKP’nin devletçi, güvenlik politikalarını öne çıkaran bir parti olduğunu söyleyebilir. Oysa AKP’nin kurucularından Ertuğrul Yalçınbayır, partinin kuruluş ve tüzüğünde demokratlığın ön planda tutulduğunu söylüyor. İyi bir hukukçu olan Yalçınbayır, 2001’de Meral Akşener, Hüseyin Çelik, Sadık Yakut, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın da hazır bulunduğu bir basın toplantısı ile yenilikçi harekete katılmıştı. Yalçınbayır, AKP’nin kuruluş programını yazan ekipte yer aldı ve kurucu genel sekreter oldu. Abdullah Gül başkanlığında kurulan ilk kabinede başbakan yardımcısıydı. Yalçınbayır, AKP’nin demokrasiyi sınırlamayan bir program ve tüzükle halkın karşısına çıktığını ifade ediyor. 2003’te Kızılcahamam’daki istişare toplantısında ortak akıl ve emeğe dikkat çekip parti yönetimini eleştirince ‘fitne ve nifak’ çıkarmakla suçlanıyor ve 2007 genel seçimlerinde aday yapılmıyor. Yalçınbayır’ın hikâyesi ve anlattıkları, son bir yılda yaşananlara ışık tutacak nitelikte. 

-3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasak) ile mücadele için yola çıkan AK Parti bu sözleri ne kadar tutabildi? 

Verilen sözler gayet güzel ama önemli olan o sözlerin iyi fiillerle taçlandırılmasıdır. Tek başına o sözleri vermeniz yetmiyor. O sözlerin iyi yönetim kuralları içinde yerine getirilmesi gerekiyor.

-İyi yönetimde esas ne?

O sözlerin ortak akılla ortaya çıkması. Biz programı ortak akılla yazdık.

-Programın en önemli tarafları neydi? Nerede aksama yaşandı?

Türkiye’de gerçekten yoksulluk var, yolsuzluklar var, kötü yönetim var. Bunların ortadan kaldırılması için 3Y’yi getirdik. 3Y’nin karşılığında da yine bir 3Y vardı. Nedir o? Yasama, yürütme ve yargı… 3Y hedefinin yakalanmasının bir şartı da yine 1Y idi: Yönetişim... İşin anahtarı yönetişimdi. Peki, bunu istikrarlı bir biçimde nasıl yapacaksınız? İyi yönetimi sürdürebilmeniz için hesap verebilir olacaksınız. Hesap verebilen, hesap sorabilen bir anlayış. Bunların sadece sizin tarafınızdan yapılması da yetmez. Bunun sivil toplum örgütleri, kamu yönetimi ve kamu kurumu niteliğindeki meslek odalarıyla bir farkındalıkla ortaya konması lazım. Türkiye’deki yaşananlar ve olayların zamanlaması manidar değildir. Deniliyor ki zaman zaman bunların ortaya çıkması manidar. Hayır, bunlar mukadder işlerdir.

-Neden mukadder?

Türkiye’de yolsuzluk yeni değil. 2002’den hemen önce de başlamadı, öteden beri vardı. Ama siz Y’leri çoğaltırsanız; yandaşlığı, yakınlığı ön plana alırsanız, hukuk ihmal edilirse, kanun önünde eşitlik ihmal edilirse, lobi faaliyetlerine göre kanun yaparsanız veya lobi çalışmaları ile işleri yürütürseniz, o lobinin içine kendi yakınlarınızı, kendi yandaşlarınızı koyarsanız ve bunları da gizlilik dereceli yaparsanız oradan iyi bir iş çıkmaz. Türkiye’nin geldiği seviye, zamanlaması mukadder olan bir seviyedir, manidar olan değildir. Onun için Türkiye’nin demokrasisi 88. sıradadır. Süratle daha gerilere gidiyor. Çünkü katılımcılık, şeffaflık, bilimsellik, durum etki analizleri, kalite yok. Bütün bunların sonucunda ortaya çıkacak olan iyi bir yönetim olmaz. Denetim yok, denge yok, ölçü yok, terazi yok. Terazi tam tartmıyor. Kendi lehinize, yakınlarınıza, yandaşlarınıza tartıyorsa vay hâlinize! Eğer topluma eşit olarak tartmıyorsa, orada kendi yandaşlarınızın, yakınlarınızın, çıkar gruplarınızın menfaatleri varsa, barış olmaz. Eğer hoşgörü yoksa, kalite yoksa, siz sadece kendi geçmişinizle yarışırsınız, dünyadaki gelişmenin gerisinde kalırsınız. O yüzden insani gelişmişlik endeksine bakın. Temel hak ve özgürlüklerin neresindeyiz? Düşünceyi açıklama özgürlüğünün neresindeyiz? Basın özgürlüğünün neresindeyiz? Adil yargılanma hakkının neresindeyiz? Teşebbüs özgürlüğünün neresindeyiz? Türkiye bu endekste de maalesef 80’li, 90’lı sıralardadır.
-Ama ekonomimiz 17. sırada.
17’nin karşılığı 88. demokratik sıralama mıdır? 17’nin karşılığı 90’lı sıralardaki insani gelişmişlik midir? Ne kadar büyümüş olursanız olun, ki o kadar da değil, büyüme hızınız yine Türkiye’nin öteden beri sürdürdüğü büyüme hızından daha fazla değil. Eğer kaliteniz yoksa, insanî gelişmişliği ifade eden tüm hak ve özgürlükler yoksa, keyfilikler ortadaysa, orada barış ve toplumsal uzlaşma olmaz. Siz seçildiniz, göreviniz işinizi iyi yapmak, herkese kanun önünde eşit davranmaktır. Sadece yoksullarla, kadınlarla, özürlülerle ve çocuklarla ilgili pozitif ayrımcılık gözetebilirsiniz. Onun dışında yakınlarınıza, yandaşlarınıza pozitif ayrımcılık gözetemezsiniz.

-AKP başta ortak akılla ve emekle bir program yazdı. Sonra ne oldu bu ortak akla?

Ekim 2003, Kızılcahamam’dayız. Toplantıda çok kişi söz aldı. Genelde kendilerini ön plana çıkaran, parti içindeki yönetime takdirlerini, taltiflerini, yağlarını sunan bir toplantı. Söz aldım ve dedim ki: “Biz ortak akıl ve ortak emek üzerine kurulduk. Ortak akıl, düşünce özgürlüğünün bütün unsurları ile var olan ortamda cereyan eder. Eğer kişiler düşünce özgürlüğünü kullanamıyorlarsa kıyıda köşede dedikodu yaparlar. Eğer ehliyeti, liyakati ön plana alan bir anlayışınız olmazsa, komisyonların kurulmasının belirlenmesi keyfî olursa, o kişilerin hem kendilerine olan inançları, güvenleri sarsılır hem de onları tanıyanların onlara güvenleri, inançları sarsılır. Bakın kullanılan metotlar hangi metotlardır? Korkutma, sindirme, yıldırma ve azarlama metotlarıdır. Bu metotların olduğu yerde demokrasiden bahsedilmez. Bu metotların olduğu yere demokrasi diyorsanız, olsa olsa bunun adı fırçalı demokrasidir.”

-Nasıl bir tepkiyle karşılaştınız?

Parti programına dönülmesi ve bunların uygulanması konusundaki istemimi belirtip konuşmamı sonlandırdım. Benden sonra söz alan iki kişi, “Parti içi demokrasi ve özgürlük diyenler fitne fesat çıkaranlardır.” dediler. Söz istedim, bunun üzerine oturumu yöneten Tayyip Bey, “Siz söyleyeceklerinizi söylediniz, hatta bana hakaret ettiniz.” dedi. O gün benimle konuşan, selamlaşan kişi sayısı fevkalade az oldu. Böyle ortamlar Türkiye’yi geriye götürür. 

-AKP cemaatleri iç tehdit kapsamına sokuyor. MGK toplantısına Erdoğan günler öncesinden atıf yaptı. Bir hukukçusunuz. Nasıl karşıladınız?

Ben de MGK’da bulundum. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ni de okudum. Bu belgelerin hukuki ve siyasi bir değeri yok. Normlar hiyerarşisine bakınca ne anayasada ne yasalarda yeri var. Bu bir düşüncedir, düşünce açıklamasıdır. Bunun diğer kurumlara ve kurallara üstünlükleri yoktur. Bazıları gizlilik dereceli görüşülmüştür. Ama bilin, bu gizli olanların tümü toplumda konuşulmaktadır.

-Erdoğan, cemaatin bu belgeye girmesinden sonra her şeyin değişeceğini söylüyor.

Eğer siz hükümet olarak diyorsanız bu belge her türlü belgenin de, anayasanın da üzerinde, vay hâlinize! Anayasa Komisyonu Başkanı’yım, bir kanunu görüşüyoruz. Sabah ilgili bakan dedi ki “Ben gelemeyeceğim, bu kanun çıksın.” “Bu kanun konusu Dışişleri Komisyonu’nda görüşüldü, anayasaya aykırılıkla ilgili ciddi tartışmalar var.” deyince, “Canım, MGK bunu istiyor.” diye cevap verdi. “MGK ancak görüş bildirir, görüş de bağlayıcı değildir.” diye karşı çıktım. MGK metinleri hiç bağlayıcı değildir.

-Ama Erdoğan bağlayıcı diyor.

Ona bağlıyız diyorsanız, gizlilik dereceli diyorsanız vay hâlinize! Siz anayasal demokrasiden de uzaksınız, kanun devletinden de uzaksınız. Bunlar bağlayıcı normlar değildir. Bir cumhurbaşkanı olarak, yol haritamızı biz böyle yapacağız, bu da MGK gündemine gelecektir, diyorsanız sizin demokratlığınızdan şüphe edilir, hukukun üstünlüğüne olan saygınızdan şüphe edilir. Yani bu şüpheleri, zanları çoğaltmak istemiyoruz. O zaman gelin şeffaf, açık bir yönetimle sürdürün. Bu arada varsa hukuka aykırı şeyler, hukuku işletin. Sizin aleyhinize bile olsa, çoluk çocuğunuzun aleyhine bile olsa, siz eğer hakkı, adaleti gözetmiyorsanız siz kolay kolay o zaman ne hesap sorabilirsiniz ne de hesap verebilirsiniz!

-Erdoğan neden MGK ve Kırmızı Kitap deyip duruyor?

Bunlar tamamen söyleyenler tarafından korkutmaya yöneliktir. Nerede gizlilik varsa orada korkutma amaçlı işler vardır.

-MGK eliyle toplumun bir kesiminden hesap sormak mümkün mü?

Orada ne Bakanlar Kurulu tek olarak var -tek olsa başbakan yeter- ne de genelkurmay başkanı tek olarak var, tek olsa kuvvet komutanlarına gerek yok. Ama şimdi bir tek kişi var. Bu tek kişi devletin başı. Devletin başı otoriter olamaz. Devletin başı müsamahakârdır, kuşatıcıdır, lütufkârdır, feragat sahibidir. Daha mülayim olmak gerekir. Siz devletin başısınız, korkutan kurumun başı değilsiniz ki! Olabilir mi? Otoriter anlayışınız eğer topluma yansıyorsa, kurallarınıza yansıyorsa, bu otoriter anlayışla siz dünyada demokrasisi yüzüncü sıralarda olan bir ülke hâline gelirsiniz.

-Ama Erdoğan bütün seçimleri kazandı.

Seçilmişliği istediği her şeyi tek başına yapmak olarak düşünenler, seçilmişliğin vesayeti altına girerler. Demokrasi vesayet rejimi değildir. Ne siyasetin vesayeti vardır ne de kurumların. Demokrasi, denge ve denetim rejimidir. Bu dengeyi ve denetimi kuracak olan yargıdır. Bunu yapacak olan Meclis başkanıdır, Meclis’tir, sivil toplum örgütleridir, yürütmedir. Eğer bu denge ve denetim olmazsa kontrol elden çıkar ve seçilmişliği her şeyi yapabilirlik olarak ele alırsanız orada adaleti, huzuru, barışı sağlayamazsınız.

-AKP, herkesin kendisine boyun eğmesini mi istiyor?

İnsanlar muhalefette sınanmazlar. Biz AKP’yi kurduk ve muhalefette iken çok nitelikli işler yaptık. İktidara geçtikten sonra bozulmalar oldu. Özellikle 1 Mart’tan sonraki bozulmalar, 59. Hükümet’teki bozulmalar daha üst tarafa çıktı. İnsanlar iktidarda sınanır. İktidarda sınanmak bazen kısa süreli, bazen uzunca süreli olur. Uzunca süreli dediğimiz, dünyadaki zaman dilimi içinde bir nokta bile değildir. On sene bir nokta bile değildir ama bilin ki siz insan haklarına saygı göstermezseniz, demokratik olmazsanız, adaleti gözetmezseniz, o konuda insanları teşvik etmez, çalışmalarına fırsat vermezseniz, zararda olursunuz. Bu zarar nedeniyledir ki Türkiye sürekli olarak dünyada kredi kaybediyor.

-İktidar bu sınavı kaybetti mi?

Bugün atılan adımların hiçbiri AKP’nin programıyla bağdaşmıyor. Bunlar AKP’nin kuruluş ilkelerine terstir. AKP’liler öncelikle kendilerini bağlayan bu parti programına bir baksınlar. Kendilerini bağlayan anayasaya, uluslararası standartlara baksınlar. Biz ne söz verdik diye kendilerine sorsunlar.

-Paralel yapı ve paralel devlete siz inanıyor musunuz? Her taşın altında o aranıyor...

Devlet içinde paralel yapıyı söyleyenin hâline bakın. Ben soruyorum devletin başına: Ben hangi devletin vatandaşıyım? Paralel devletin mi, derin devletin mi, federal devletin mi, teokratik devletin mi, demokratik ve üniter devletin mi? Bana önce onun cevabını versin. Bir yapıya devlet diyorsanız, onun gücünü kabul ediyorsunuz demektir. Eğer paralel devlet diyorsanız ve o paralel devletin unsurları ülkenin belli yöresinde vergi alıyorsa, asker topluyorsa, oranın asayişini gözetiyorsa, oranın ulaşım özgürlüğünü engelliyorsa, mahkemeler kuruyorsa paralel o mudur, yoksa diğerleri midir? Siz bir yapıyla ilgili devlet tanımını nasıl kullanırsınız? Sizin göreviniz olsa olsa yargıya taşımaktır. Ama hangi yargıya? Bağımsız, tarafsız, müdahale etmediğiniz, yandaşınız olmayan bir yargıya. Yoksa paralel yapı, derin yapı, şu yapı, bu yapı diyemezsiniz, devlet tektir. Zaman gelecek tek devlet diyeceksiniz ama sonra devlet içinde devletçikleri söyleyeceksiniz. Olur mu böyle bir şey? O zaman paralel devlet kim, paralel güç kim?

-Kim?

Devlet; organları olan, kuralları olan bir yapı. Siz o kuralları dikkate almıyorsanız, siz paralel yapı meydana getiriyorsunuz. Yani o güç bende var, diyorsunuz. O güç anayasada var. Anayasanın ötesinde sizin kendi kurallarınız mı var? Eğer anayasanın kurallarının ötesinde kendi kurallarınız, kendi keyfiliğiniz, kendi egonuz varsa o zaman siz başka bir paralel yapıyı meydana getirip ona uyulmasını mı istiyorsunuz? Ben ona uymam. 

-Paralel yapı var mı?

Türkiye’de en önemli paralel yapı Tayyip Bey’in kendisidir. Kendisini devlete paralel bir güç olarak görüyor. Devlete paralel anlayış olamaz. Bu anlayış herhangi bir örgüt, kişi ya da kurumda olamaz. Devletin kurumları, kuruluşları vardır.
-Sizin gibi, çok hukukçu var, hatta AKP içinde çok sayıda hukukçu milletvekili var. Neden ses yükselmiyor?
Bu insan yapısı ile ilgili. Maalesef. Bu kabul edilebilir mi? Siz yemin ettiniz, milletvekili olarak yemin ettiniz. Her yemin hukukun üstünlüğüne oldu. Siz ettiğiniz yeminlerin, verdiğiniz sözlerin neresindesiniz? Siz kendinizi sorgulamayacak mısınız? Kısa dünya menfaati için, bir makam için, bir mevki için, zenginlik için kendi asıl zenginliğinizi nasıl unutabilirsiniz? Kendi asıl zenginliğiniz hukuktadır, hukukun üstünlüğündedir. Bunları nasıl ihmal edersiniz? Ben de hayret ediyorum arkadaşlara! Bire bir görüştüğümüzde söyledikleri ile yaptıkları farklı. Olabilir mi böyle bir şey?

-Siz merkez sağ bir parti olan ANAP’ta da siyaset yaptınız. AP, ANAP ve AKP’nin üçüncü dönemlerinde hep benzer sorunlar çıkıyor. Sebebi nedir?

Sürekli kaliteyi yükseltmek gerekir. Kalite yükselmiyor. Hem kişisel hem kurumsal hem de ülke olarak standartlarınızın yükselmesi lazım. Türkiye’nin ortalama kalitesi düşüyor. 3Y’ye ilave bir Y daha vardı: Yozlaşma. Ben Tayyip Bey’i tanıdığımda söylediğim iki söz oldu. Bir yozlaşma, toplumda büyük bir yozlaşma var. Bir de ben düşüncemi açıklıkla, özgürce söylerim, bu size muhalefet etmek değildir, bu görüşü açıklamaktır, dedim. Toplumun nezakete, zarafete, nazik devlet projesine ihtiyacı var. Bu düşüncelerimi Mesut Yılmaz’a ve Abdullah Gül’e de ilettim. Şiddetten arınma ancak böyle olur.
Kanunlar, özel sorunları çözmek için çıkarılıyor
-Dar, oligarşik kadro kanunların çıkarılmasına etki ediyor mu?

Kanunların yapımında katılımcılık, tartışma ve çoğulculuk yok. AKP’nin kuruluşunda dedik ki kanunların, anayasanın  ve genel düzenleyici işlemlerin yapımında, toplumu ilgilendiren konuların referanduma açılmasında biz katılımcı, çoğulcu olacağız. Karar almadan önce belli bir usulle tartışmaya açacağız. Açtık mı? 19 Aralık 2005 günkü Resmî Gazete’yi açın. Mevzuat hazırlama usul ve esasları hakkında yönetmelik... Burada katılımcılığın ne olduğunu, nerelerden görüş alınacağını daha hazırlık safhasında göreceksiniz. Durum etki analizlerinin yapıldığını, tahmin edilebilirliği nasıl gerçekleştireceğinizi görürsünüz ve orada torba, çuval kanun yapılmayacağını görürsünüz. 2005’te biz bunu öngördük, halka duyurduk ve AB’ye de gönderdik. 2005’te AB bize dedi ki bakın çok kanun çıkacak ama siz kanunların çıkarılmasında çoğulculuğu, çoğunluğu gözetmiyorsunuz. Siz kanunların yapımında özellikle kilit kanunların yapımında toplumsal müzakereyi, danışmayı yapmıyorsunuz, siz kanunların yapımında kaliteye ulaşmıyorsunuz, durum etki analizlerini yapmıyorsunuz. Biz de yapacağız dedik, bu sözü verdik. Ve bu hiç uygulanmadı. Her yıl istisnasız AB ilerleme raporlarında Türkiye’nin kanun yapımında kaliteyi, çoğulculuğu sağlayamadığı eleştirilir. Bu yıl da var. Genel bir sorunu çözmek için değil, özel sorunları çözmek için kanun çıkarılıyor. Gerek şike kanunu, gerekse 17-25 Aralık’tan sonra olsun bunlar kanun yapma tekniği ile bağdaşmayan, sadece o dönemin sorunlarını çözmeye dönük düzenlemelerdir. Böyle bir kanun yapma anlayışı olabilir mi? O zaman sizin bunları yapan bürokratik, oligarşik bir ekibiniz var. Onlar yapıyor kanunları. İşte madenlerin tahsisi böyledir. 
Anlı şanlı siyasetçiler, zenginler neden korkuyorsunuz? 
-17-25 Aralık’tan sonra çıkarılan yasaları (HSYK, MİT…) nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tamamı rövanşist bir anlayışla hazırlandı. Böyle bir anlayışla hukuk devleti tesis edilemez. Apaçık anayasaya, uluslararası kurallara aykırı düzenlemeler yapılıyor. Anayasa Mahkemesi yarın öbür gün iptal ederse, iptal edilinceye kadar hüküm ifade etmek üzere düzenleme yapılıyor. Yargının işine bu kadar siyasetin müdahil olması bir fonksiyon gasbıdır. Eğer adaleti, hukukun üstünlüğünü hâkim kılmazsanız kendi hukukunuzu oluşturursanız, kendi hevesinize, arzunuza, kendi hırsınıza mağlup olursunuz.

-Anayasayı ihlal suç değil mi? Neden bu suça ortak oluyor bazı milletvekilleri?

Tabii ki suç. Bunları bilmiyorlar mı? Hesap vereceklerini düşünmüyorlar mı? Yönetim nedeniyle ayrıca cezalandırılacaklarını hesaba katmıyorlar mı? Bunları sözünü söyleyemeyenlere cesaret vermek için konuşuyorum. Neden korkuyorsunuz? Neden çekiniyorsunuz? Herkes anayasaya uymak zorunda. Anayasal bir devletin vatandaşıyız biz. Bu anayasa bana fikrimi özgürce ifade etme hakkını veriyor. Neden korkuyorsunuz? Basında çalışanlar neden korkuyor? Özgürce düşüncelerini ifade edebilecek anlı şanlı siyasetçiler, zenginler neden korkuyor? Bu korkaklık sizin zenginliğiniz değil, fakirliğinizdir.
Fişlemeler Yüce Divan’lık işlerdir
-Poliste tasfiye oldu. Hâkim, savcılar sürüldü.

Adrese teslim hâkim ve savcı atamaları ile mahkemelere yapılan baskılar adalet mekanizmasına zarar verir, fevkalade tehlikelidir. Hesap sormak için yapılıyorsa, hesap sormanın usulü, yolu ve yöntemi bellidir. Kendi nefsiniz için, kendi iktidarınızı sürdürmek için, yandaşlarınızı, çocuğunuzu korumak için kanun yapıyorsanız zararda, ziyandasınız.

-Ya fişlemeler?..

Geçmiş dönemde yapılanlardan fazlası şimdi yapılıyor. Bu iddialar bir bakanın, hükümetin gitmesi için gensoru verilmesi gereken hususlardır. Yüce Divan’lık işlerdir. 

-Neden denetim yok? Muhalefet neden etkisiz?

Denetimlerle ilgili en önemli husus Sayıştay raporlarıdır. Ancak bu raporlar Meclis’e sunulmaz hâle geldi. Yasama ve yürütmede denetim yok. Denetim elemanları bakana bağlı, özerk ve özgür değil. Yargıda denetim var mı? Yargıya müdahale ederseniz, yönetmelikleri kaldırarak, yeni düzenlemeler yaparak hareket ederseniz o ülkede denetim olmaz. O zaman da ‘Türkiye muhaberat devletine doğru gidiyor’ eleştirileri ortaya çıkar.
 ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder