Neler oluyor neler...
Yekta Güngör Özden
15.08.2005
Kavurucu sıcaklar olayları da etkiliyor sanki. İnsanı şaşırtan gelişmeler, terslikler ve kötülükler birbirine karışıp gidiyor. Doku bozukluğunun boyutları tüm dünyayı kapsıyor. Ateş, kan, ölüm, kazalardan savaşlara değin artan bir hız içinde. Çözümlemeye çalışılan sorunlar daha yoğunlaşıyor. Yakıştırma, yalan, savsaklama, aldatma, oyalama, her tür olumsuzluk sürüyor.
Kıbrıs
Gümrük Birliği Anlaşması’na imza koyanlarla yandaşlarının çığırtkanlıkları ne olursa olsun yeni üyeleri içeren genişlemeye ilişkin ek protokolla Güney Kıbrıs tüm Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak tanınacak, KKTC ortadan kalkacaktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Barış Harekâtı ile 1974’den beri barış içinde yaşayan Kıbrıs’lılar rum kötülükleriyle karşılaşacaklardır. Yunanlıların pontus olaylarıyla ilgili çıkışları da gözetilirse tek yanlı barış sağlanamayacağı açıktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni işgalci gösterip çıkarılmasını isteyen KKTC’nin şimdiki Cumhurbaşkanı’nın “Türk Silâhlı Kuvvetleri giderse ada kan gölüne döner” diyerek Ankara’dan ayrılması herkesi uyarmalıdır. Deklarasyon içeriye dönük bir zaman kazanma, aldatma aracıdır. Görüşmelere (müzakerelere) başlamak önemli değil. Getirilecek yeni koşullarla görüşmelerin kaç yıl süreceği ve sonucu önemlidir. İngiltere desteği ile Almanya iktidarının uyarılarına karşın giderek ayrıcalıklı ortaklık baskısı artmaktadır. İKV’de konuşan Başbakanın kendi parasal varlıklarından başka şeyleri düşünmeyen işadamı çoğunluğu karşısında iç kamuoyuna doğu kurnazlığı örneği yatıştırıcı sözlerinin dışarıya karşı önemi yok. Kanımızca bu iş bitti, Kıbrıs gitti. Azerbaycan uçakları, ABD Kongre üyelerinin gezileri bakalım ne getirecek? Yanılmış olmayı dileriz.
6 Mart 1995 Gümrük Birliği Anlaşması üye olmadan yükümlülük altına girmemizi getirmişti. 21 Temmuz Protokolu rumlar lehine genişlemekle kalmamış, onlara yönetim-denetim alanında da söz hakkı tanımıştır. Kıbrıs adına tek yetkili rumlar olur vermeden kuzey ile bir işlem yürütülmesi de olanaksız kalacaktır. Böylece KKTC ismi var, cismi yok bir tabelâ devleti biçiminde kendi içinde dağınık, Türkiye ile “dostlar alış-verişte görsün” türü bir yapay ilişkide olacaktır. Ne varki 6 maddelik deklarasyona bakıp protokolu kutlayan kurtcuklar vardır.
İran
Yeni cumhurbaşkanının katılığıyla İran’ın yeni sorunlar yaşayacağı ve yaşatacağı kuşkusu artmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA)’nın duyarlığını sürdürdüğü bir dönemde nükleer çalışmalara başlayacağını yineleyen İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi yeni çıkışlar yapmaktadır. AB ile görüşmeleri sürdüren İran temsilcisi Kasan Ruhani AB ülkeleri Dışişleri Bakanlarını baskı yapmakla suçlamıştır. Kuzey Kore’den sonra İran’ın tutumu nükleer çalışmalar konusunda dünyayı tedirgin etmektedir. İran-Suriye yakınlaşması da ilginç bir zamanda birlikte açıklanmıştır. Nükleer konusunda Rusya da İran’ı desteklemektedir.
Irak
Kerkük’e kürt yerleşimi kimi oyunlarla sürerken PKK’nın açtığı bürolar, astığı bayraklar tepki toplamaktadır. Türkiye Irak konusunda pek dinlenmediğinden sorumsuzluk ve aykırılıklar alabildiğine sürmektedir. Barzani yakında pasaport vereceklerini, para çıkaracaklarını söylemiştir. Sekiz yıl sonra refarandumla ayrı devlet kurma hakkını alma olanağının Anayasa’ya yerleştirmek çabası da sürmektedir. Kürt devleti, PKK’nın Kandil yuvalanması gibi ABD’nin kanatları altında oluşmaktadır. ABD bu soruna soğuk durdukça Türkiye’deki yaklaşım giderek erimektedir.
Çin
“Modern komünizm” uygulaması içindeki Çin Rusya ile ortak tatbikat yapacaktır. Mallarıyla Türkiye içinde kimi tepkilere neden olan Çin’in giderek güçlenen ekonomisi, komşu ve uzak ülkelerle kurduğu olumlu ilişkiler tüm dünyanın ilgisini çekmektedir. Japonya’da seçime gidilirken Çin’in iç dengesini koruması, komünizm düzeni içinde demokratik yaşam yansımaları turistik alanda olanaklar sağlamaktadır. Askerlik ve siyasal yanı herkes izlemektedir.
İsrail
Araplarla çatışmalar sürerken İsrail’in kimi yerleşim yerlerini boşaltma kararı içerde tepkiyle karşılanmış, Bakan ayrılmasına neden olmuştur. Ortadoğu’nun kanayan yaralarından birinde iyileşme umudu tüm olumsuzluklara karşın sıcaklığını sürdürmektedir.
Güzel Türkiye’miz seller, orman yangınları, trafik kazaları ve siyasal çalkantılar içinde yazı tamamlamaktadır. Önceki Başbakanlardan Bülent Ecevit’in “Vahdettin hain değildi” sözünden sonra “Osmanlı lâikliğe yakındı” anlamındaki lâstikli sözü de kimilerini şaşırttı. Aslında Ecevit’ten beklenecek sözlerdi. Ecevit’i yakından tanıyanlar bunları olağan bulur. “İnançlara saygılı lâiklik” sözünü eden de Ecevit’ti. CHP’ni bırakıp gittikten sonra çağrılara olumsuz yanıt verip arkasındaki ve karşısındakilerini sürekli suçlayan da Ecevit’ti. Hem gerçekleri tartışmaya açmaktan söz edeceksiniz, hem de gerçeği saptamışçasına kanı açıklayacaksınız. Bu, her şeyden önce tutarsızlıktır. Vahdettin’in kimliği ve nasıl nitelendiği hakkında o kadar çok söylenip yazıldı ki yeni bir şey eklemeye gerek yok. Ecevit tam bir yandaşlık görünümü ve yanılgı içindedir. Hele Osmanlı’nın lâik olduğu, islâmiyetin lâikliği gibi üzerinde durulmayacak bir savdır. Mustafa Kemal Atatürk lâiklikle islâmiyeti ve uygarlığı bağdaştırmıştır. Ancak Osmanlı’nın kimi ileri gelenleri şimdiki siyasetçilerden daha çağdaş görümlü idi. Abdülmecit’in kızı Dürrüşahvar’la fotoğrafı bunun kanıtıdır. Suudi Arabistan eski Petrol Bakanı Zeki Yamanî’nin kızının düğününde izlenen araplar bizim siyaset önderlerinin eşlerinden daha modern giyimli ve görünümlü idi. Acaba bizim sözde müslümanlar kendilerini sorgulayıp ne durumda olduklarını anlayacaklar mı? Ecevit Osmanlı haremi için ne diyecek? Fethullahçılığı lâiklikten çok koruyor, inandırıcı olmuyor.
Genelkurmay Başkanı’nın yakınması
“Kısıtlanan yetkilerimize karşın terör konusunda özverili çabalarını sürdürdükleri”ni söyleyen Orgeneral Hilmi Özkök’e savuşturucu yanıtlar hemen verildi. Daha sonra Eylûl’de toplanacak Bakanlar Kurulu’nda gelen iyileştirme metinlerinin görüşüleceği açıklandı. Bu arada bildirilerle Türk-Kürt aydınları ayrımı yapan, terör örgütü için af isteyen, onları yan olarak sunan aydınların kimilerinden Genelkurmay Başkanı’nın istediği, İngiltere düzenlemelerinin örnek olarak alınmasına ilişkin önerilere karşı “Demokratik hakları sınırlar, doğru olmaz” sesleri gelmeye başladı. Kimlerden yana oldukları hemen sırıtıyor. Afganistan’da görevini tamamladıktan sonra yurda dönen Türk Birliği’nin karşılanmasında yapılan konuşmanın yankıları sürecektir. Orgeneralin konuşmasının eleştirilecek yönleri de var. Örneğin, hangi yetkiler kısıtlandı? Ne zaman kısıtlandı? Kim kısıtladı? Nasıl kısıtlandı? Siz bu durumlarda ne yaptınız? Düzeltilmesi için ne zaman gereken girişimlerde bulundunuz? Şemdinli ve Bingöl Genç olaylarında içerden yapıldığı belli mayın döşeme ve bomba koyma eylemleriyle kaçırılıp geri verilen er için neler yapıldı? Kamuoyu doyurucu bilgi beklemekte, kimi durumları yavaşlık ve yumuşaklık sayarak kimi beklentilere bağlamaktadır. Yetkiler dışarıyla, yabancılarla ilgiliyse bunlar belirtilmelidir. Birden hızlanan teröre karşı bunca olanaklarla donatılmış Silâhlı Kuvvetlerin gerekenleri tam yapamaması, yakınma içinde olması, ancak “şiir gibi, orkestra uyumuyla çalışma”yı geçersiz kılmıştır.
Başbakanla görüşme
Silâhlı Kuvvetlerin yapacağı varsayılan girişimleri durdurmak için Başbakanla yapılacak özel görüşmeye katılacaklar gözden geçirilirse ne isteneceği daha iyi anlaşılır. Yazar Adalet Ağaoğlu kendine yaraşır bir tutumla bir kuruluştan çekildi. Onun çağrılması da anlamlıdır. Terörü insan olanlar desteklemez. Teröristlere “terörist” diyemeyenler var. Tıpkı hainlerin hainlere “hain” diyememesi gibi. Terörü istemeyen yalnız Başbakanla görüşenlerin arasından çıktığı grup değil. Ama bunlar terör örgütüne karşı hoşgörü ve kimi siyasal olanaklar peşinde olanlardır. İktidarı kendilerine uygun, dişe gelir kullanılabilir bulduklarından görüşmeyle sonuç alacaklarını sanmaktadırlar. Gerçekte ırkçılık da köktendincilik-irtica da birer terördür. Terörü tümden önlemek isteyince irtica konusunda da gerçek önlemler gerekmektedir. Bakalım neler duyacak, göreceğiz? Sanki yalnız kendileri duyarlıymış gibi ortaya çıkıp terör örgütüne siyasal kimlik ve ortam arayanlara Başbakanın gereken yanıtı vermesini, anlamlı uyarılarla devleti yüceltmesini isteriz.
İrtica deyince
Sözcüklere anlam veren yaşananlardır. Zamanın da etkisi vardır. İrtica sözcüğünü salt geri gidiş olarak algılamak ülkemizde yaşananlar gözetilirse yalın bir davranış biçimi sanılır. Oysa tarihteki kanlı, kötü örnekleriyle yaşamın karanlığı, dinsel gerekler söylemiyle sakıncalı sınırlama, kısıtlama, ortadan kaldırmadır. İrticanın geldiği yer, aldığı aşama, kaynakları ve gücü bellidir. Siyasal yetkiyi ele geçirip her şeyi kendilerine göre düzenleme çabası açıktır. Bu yolda dışarıyı kandırıp onlara ödün vererek içerde partizanlık, kadrolaşma, ekonomik ve siyasal gücü kullanma yoluyla düzeni değiştirme olanağı bulmaktadırlar. Kimileri yeni yeni uyanmakta, bu oyunu sezmeye başladığını yazmaktadır. Giyim, sıkmabaş dayatması, imam hatip, Kur’an kursu inadı ortada. Şimdilerde tesettür mayolarıyla, haremlik-selamlık bölmeli plâjlar ve toplantı salonlarıyla, tuvaletlerden pisuvarları kaldırmakla, çamaşırla denize girmekle yeni açılımlar sergilenmektedir. Diyanet Vakfı’na ek olanaklarla yeşil sargı ulusal bedeni iyice sıkacaktır. İrtica yanlılarının korunması da bu kapsamdadır. Sarıkları beyinlerine sarılı olanlar tek yanlı düşünür, yalnız dinsel açıdan bakar. Onlar için anlamlı olan yalnızca dinselliktir. Dinden anlamamalarına karşın dindarlık taslarlar.
Yüksek Askerî Şûra kararları
Ağustos başındaki toplantılarda alınan kararların ülkemiz ve ulusumuz için iyilikler getirmesini, görevlilerin başarılı olmasını, emeklilerin esenliğini dileriz. Başbakanla, Millî Savunma Bakanı yine, geçen yılki gibi Silâhlı Kuvvetlerle ilişkisi kesilen 11 kişiye ilişkin karara karşıoy koymuşlar. Bu tutum anlamsız, yararsız ve boşunadır. Anayasa gereği kararlar yargı denetimi dışındadır. Böyle olmayıp da ilişik kesme kararı alınsa karşıoyun bir anlamı olurdu. Şimdiki durumuyla gösteri ve seçmene selâm niteliğindedir. Anayasa’ya karşı böyle oy kullanılmaz. Yapılacak iş Anayasa’nın ilgili kuralının değişmesini sağlamaktır. Bu kural yaşanılan koşullar nedeniyle konulmuştur. Şûra’ya kanıtsız, yetersiz dosya sunulamaz. İlişki kesmeyi gerektiren kanıtlar yargı için de geçerli olur. AİHM de disiplin sorunu olan yakınmaları geri çevirdi. Kararı uygun buldu. Anayasa değişikliğine gidileceği belirtileri seziliyor. O zaman Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları da 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi Danıştay’ın denetimine açılsın. Yalnız Askerî Şûra kararları için sınırlı değişiklik amaçlılığı açıklar. Yargı denetimi dışında bir şey kalmasın. Dokunulmazlıklar da ele alınsın.
Emekli askerlerin yakınması
Terörle savaşımda çabaları geçmiş, değişik nedenlerle tehdit almış askerler emekli olunca korumalı lojmanlarda, koruma görevlileri verilerek gözetiliyordu. Genelkurmay’ın aldığı bir kararla orgeneral emeklileri dışındakilerden geri alınmaya başlandığı duyulmaktadır. Basına yansıyan yakınmalar haklı görülmektedir. Bu arada sivil emeklilere uygulama konusunda yeterli açıklama yoktur. Emekli olmadan iki ay önce kendi evime taşınmama karşın lojmanda oturduğum yalanını gerici basınla, şaşkın basın yazdı, düzeltme gönderdim. Sivil emekliler konusunda sivillerin ve askerlerin uygulamaları bilinse acaba ne tepki verilir. Sivillere emekliliğinde lojmanda oturma olanağı zaten yoktur. Koruma işi de yetersiz, biçimseldir. Görevlilere değil 5-6 yıllık, 20 yıllık, çalışmayacak taşıtlar verildiğinden, alınmamaktadır. İlgi sözdedir.
Tıpkı ABD’nin oyalaması gibi. PKK, El-Kaide’den kat kat fazla ölüme neden olmasına karşın PKK konusunda ABD içtenliksiz ve çekingen davranmakta, onu ilerde kullanmaya hazır tutmaktadır. Terör herkesin karşı çıkması gereken bir insanlık suçudur. Bugün sessiz kalanın yarın hiç sesi çıkmayabilir. Teröre tümlük ve birlikle karşı çıkılmazsa çok acı çekilir. Olaylar ABD ve İngiltere’de olunca mı önem kazanıyor? ABD, PKK yanlılarına aldırmadığı gibi tersine Patrikhane ekümenlik savlarını, söylemlerini yineliyor.
Tutarsızlıklar
Terör vahşeti her yerde kınanırken İstanbul Zeytinburnu’nda bomba yaparken iki kişi ölüyor. Adana’da da yandaşlarınca Apo’nun adını koyduğu sözde “Gül bayramı” terörbaşının posterleri taşınarak, sloganlar atılarak, yürüyüşle kutlanıyor, nehre güller atılıyor. Üniversiteli gençleri döven kolluk güçleri, yetkililer ne yapıyor?
Başbakan, ek protokol eleştirilerini yanıtlarken “Herkesten çok vatanseveriz” demiş. Kimsenin yurtseverliğinden, inancından kuşkuya düşmek istemeyiz ama ümmetçilerin yurtseverliğine de kolay kolay inanmayız. Ama yurtseverlik ve inançlılık konusunda bir yarışma açma çabasını, yurttaşlık için böyle bir ölçüyü kimi düzenlemelere ve işlemlere bakarak açmayı da asla uygun bulmayız. Başbakan bu savında içtenlikli ise seviniriz. Tıpkı lâik yönetim gibi (kendisi lâik olmadığını ama yönetimin lâik olduğunu söylemişti) biraz çizgiye geldiğini görmekle çabalarımızda başarılı olduğumuz için mutluluk duyuyoruz. Vatanı kazandıran, sınırını çizenler, dünyaya benimsetenler Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıdır. Başbakanın bunu da benimsemesi gerek.
Usta sansürcülerin yazı başlığı değiştirme, kimi sözcükleri bildiklerine dönüştürme, kimi bölümleri çıkarma, kimi yazıların gününü geçirme dışında ilişkilerini gözeterek kimi yazılara yer vermediklerini, kendi yazarlarına sansür uyguladıklarını üzüntüyle duyuyor, izliyoruz. “Birleşilsin” deyip ayrılık yaratanların, ayrılıkları kışkırtanların, kimi yöneticileriyle senli-benli ilişkiler kurarak kuruluşları ele geçirip yönlendirmeye çalışanların kimlerle ve nasıl birleştikleri ortaya çıkıyor. Yazık. Kuruluşların bağımsızlığı kalmıyor.
Bu arada hiçbir siyasal bağlantım, ilgim ve ilişkim yokken salt görüşümü açıklamam nedeniyle, o da sorulara yanıt olarak, beni suçlamaya çalışanları duyuyorum. Kendilerine yaptıklarına ve yapmak istediklerine baksınlar. Ben köşemdeyim, yazı ve derslerimden başka uğraşım yoktur. Başka yerlerde ve kimseyle birlikte değilim. Bu açıklamayı da buracığa sıkıştırayım ki yeri kendim için kullanmış olmayayım.
DSP’den Vahdettin nedeniyle süren ayrılmalar kişilikli ve bilinçli yurttaşlar övüncünü tattırıyor. Özellikle Suat Çağlayan ve Erdoğan Toprak’ın öncekileri izlemesi ağırlık taşıyor.
Kaçak Kur’an kurslarının Kıbrıs’ta boy göstermesi, boneli bayan hekimin Hakkâri’de çalışma başlaması, sigara zamları çok konuşulan konular arasında. Sokaklara park eden taşıtlar için vergi tasarımı da öyle. Kapalı salon toplantısında yatsı ezanı için konuşmaya ara vermek, devlet televizyonunda “Günaydın!” yerine “Merhaba!”yı kullanmak kimi olumsuz örneklerdir.
Sözde kürt sorunu
Kim oldukları ve kimlerden yana oldukları belli imzacılar Başbakanı oyuna getirdiler. Devletle PKK’yı karşılaştırıp bir masaya oturtma çabası dolaylı biçimde gerçekleşmiş oldu. Amaç, PKK’nın ateş kesmesinden çok PKK terörünü savuşturmak için Silahlı Kuvvetlerin etkinliğini kırmak, PKK’lı militanları kurtarmaktı. Kendi milletvekilleriyle bile aylarca görüşemeyen Başbakan imzacılarla üç saatlik bir görüşme yaptı. Tehlikeli açılım Başbakanın ağzından duyuldu: Kürt sorunu. Bu sakıncalı bir nitelemedir. Türkiye’de yaşayanlar Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı (vatandaşı)dır. Kökenleri değişik olsa da böyle tanımlanır, böyle adlandırılırlar. Türkiye’de insanların kökenlerine göre sorunları yoktur. Sorunlar geneldir, olsa olsa bölgeseldir. Yaşayanların kişisel değil bölgenin sorunu vardır. Sağlık sorunu, işsizlik sorunu, eğitim sorunu, yargı sorunu, çevre sorunu, yol sorunu, güvenlik sorunu, vd. gibi. Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Böyle yaklaşılırsa o zaman soy kökenleri değişik olanlar da kendi kökenleriyle ilgili sorunlar üreterek, ileri sürerek ortaya çıkarlar. Diyarbakır’da kürt kökenli bir yurttaşın salt kürt kökenli olduğu için sorunu yoktur. Diyarbakır’lıların sorunu, sorunları vardır. Herkesin sorununu kökene bağlayıp ayrıcalık yapmanın anlamı yoktur. Kürt sorununu kürtçülük yapanlar kendileri yaratıyor. Yapay sorunlarla toplumsal barış bozuluyor ulusal yapı tehlikeye giriyor. PKK’nın amacı sorun çözmek olsaydı, bunun herkese açık yolları yöntemleri var. Ne için başvurmuşlar, ne istemişler, ne olmamış? Kendileri yani kürt kökenliler ne olmamışlar, neyden yoksun kalmışlar, nasıl ayrıcalık yapılmış? Onların tek istedikleri güneydoğuda bir kürt devleti kurmaktır. Şimdiki yöntemleriyle yavaş yavaş yaklaşacaklar, önce “kürt sorunu” gibi önce geri çevrilip sonra benimsenen bir yapay sorunu getirecekler, alıştırıp başka şeyler isteyeceklerdir. Tıpkı Irak’taki kürtlerin aldığı yol gibi. Irak Anayasası’na ilerde kürt devleti kurmayı refaranduma götürme kuralını benimsetmek gibi. Ülkemizde kürt kökenli olmayanların sorunları yok mu? Tüm sorunlar hepimizin. Özel bir sorun özelde kişisel için olabilir, kökenler için olamaz. Cumhuriyet bu tür ayrılık ve aykırılıkları kaldırmak için kurulduğundan cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denilmiştir. Ulusal sorunlar, doğadan yönetime değin bölgesel sorunlar bir kökenin sorunları yapılamaz. Yurttaşları alt-üst kimlik tartışmalarından sonra kökenleriyle ayırmak ulusal tümlüğe, tekil-bütüncül devlet yapısına aykırıdır. “Yurttaşım” denilebilir ama “Kürt yurttaşım” denilemez. Kavramları tersine çevirerek insanları okşamanın, terör örgütü ve yandaşlarının oyununa gelerek onların savlarından, tutkularından, eylemlerinden vazgeçeceklerini sanmanın bir aldanış olduğu bilinmelidir. onlar sözle, jestle yetinmez ve durmaz. Belkentileri başkadır. Demokrasiyi herkes ister. Kimse demokrasiden vazgeçemez. Devletten demokratik davranış istemek bile fazladır. Devlet hukuksal örgüttür, çete değildir. Demokratik açılımlar, kalkınma alkışlanır. Ama bölgeye, kente, kişiye özel değil herkese eşit ve genel olur. Irkçılığa, ayrımcılığa, ayrıcalığa prim verilemez. Medya görüşmeyi ve konuşmaları yanlı yansıtmaktadır. Devletin elini-kolunu bağlamak, bölücüleri daha rahat ettirmek için getirilen öneriler ve “80 yıllık sorun” denilmesi ilginçtir.
Lozan
Zıt kardeşleri biraraya getiren Lozan çıkarması nedeniyle Atatürk karşıtları “Lozan’a bir şey olmadığını, olmayacağını” sıkılmadan yazabildiler. Kimileri de “Lozan fetişizmi, Lozan mazoşizmi” bile dedi. ABD’nin tutumunu, AB ülkelerinin yaklaşımını, istediklerini ve yapmaya çalışarak Lozan’ı ne duruma düşürmeyi amaçladıklarını görmeyecek kadar gözlerini kapatıyorlar. Anlamayacak düzeyde boş olduklarını sanmıyorum. İktidar yalakalığıyla aptallığa bile soyunuyorlar. Brüksel lâhanaları Avrupa turşusuna dönüşüyor.
TBMM Dilekçe Komisyonu’nun yabancı sözcüklerin dilimizi zenginleştireceği görüşü Türkçeleştirme karşıtlığına bağlanabilir. Bağımsızlığın simgelerinin başında gelen dildeki kirlenmeyi, yabancı sözcüklerin çoğalıp yayılmasını yasama organındakilere anlatamazsanız daha neler olur neler...
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı’nın PKK teröristlerini ülkelerini işgale karşı savunan Irak’lı direnişçilerle bir tutması çok yanlış bir yaklaşımdır. Kuruluşları üzerindeki kuşku bulutlarını daha çok koyulaştıracak bir ayrılıkçı görüştür.
Bizdeki demokrasi ve özgürlük anlayışı sakatlıklarına başka yerde rastlanamaz. Vahdettin’in bile övülebildiği bir ortamda her tür karmaşa yaşanır. Ne düzeyli, ne soylu anlayışlar sergileniyor.
Kanımca, bu ülkede yaşayıp da Atatürk karşıtı olanlar haindir. Ne yaparlarsa yapsınlar Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’den, Atatürk’ü İnönü’den, İnönü’yü Lozan’dan ayıramazlar. Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşmış değerlerimizin ışığını söndüremezler.
Partizanlık, militanlık, kabadayılık, serkeşlik, kuyrukluk ve dalkavuklukları bilinenler, ceza alıp hapiste yatanlar şimdi kalkmış hukuk, yargı, adalet, yasa konularında bilgiçlik taslıyorlar. Okuduğunu anlamayan, anlamak istemeyen, bildiğinde direnen, yanlılığı belli, Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığı, karşıdevrimciliği açık, kavramları değerlendirmeyi beceremeyen kimselerin gerçekdışı anlatımlara kalkışması, birisi bir yere gelince hemen pohpohlamaya başlaması tiksindiriyor. Bunlardan biri bana görevimin son yıllarında karşılaştığımızda “Sizi kutluyorum, devleti çok iyi koruyorsunuz” demişti. Şimdi karalayıp kötülemek için gerçekdışı anlatımlara başvurmayı görev edinmiş görünüyor.
Kadın başkan
Yerli, yabancı medya Türkiye’de ilk kez oluyormuş gibi Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na bir kadının seçimini verdi. “Anayasa Mahkemesi’ne ilk kez” denilseydi doğruydu. Oysa Danıştay’da kadın Başkan gördük. Yargıtay’da kadın Daire Başkanı gördük. Üniversite ve Fakülte yöneticilerini herkes biliyor. Nedense ölçüsüzlüğü yeğliyoruz. Yergilerde ve övgülerde abartıya kaçıyoruz. Olayların, oluşumların içyüzünü bilmeden, öğrenmeden, doyurucu değerlendirme yapmadan, dahası yanlarını tanımadan ya yaldızlıyor, ya kötülüyoruz. İvedilik, öne geçmek çabası da etkili oluyor. Bir bayanın Başkan olması toplumsal düzeyimiz yönünden mutluluk duyurur. Ama yalnız bayan olmak mı önemli? Niteliklerin, meslek birikiminin hiç mi önemi yok? Başka nedenler üzerinde durulmayacak kadar olay basit midir? Cumhurbaşkanı ilk kez altı ayı geçen bir süre sonra seçimini yaptı. Acaba neden? Üç üyeyi peşpeşe seçti, niye ve neyi bekledi? Başkan seçimi neden 60. tura yaklaştı? İkinci kez bu kadar gecikmesi neye bağlanabilir? Kişisel amaçlar, beklentiler, geleceğe yönelik uzlaşmalar, paylaşımlar, belli eğilim ve tutumdakilerin birleşmesi, dayanışma, rahat konuşup istediğini yaptırma, yeni seçimleri yakınlaştırma, başka yerlere oynama, başka hesaplar, dış etki oldu mu soruları duyulmamalıdır. Görev için uygunluk tek ölçü olmalıdır.
Türk kadını çok önemli görevlere gelmiş, çok belirgin başarıları kanıtlamıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı da Türk kadını için çok doğaldır. Olayın olağanüstü bir yanı yok. Medya geçmişi bilmeden, geleceği gözetmeden, nedenini araştırmadan biçimsel yönüyle insanları “Ben ne imişim?” dedirtecek duruma düşürüyor. Yeni Başkana kolaylıklar dilerken “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde, susması gerekenler konuşur” sözümü anımsatıyor, ortamın, koşulların ve gereklerin gözardı edilmesinin olanaksızlığını yineliyorum. Başarılar dilenir, başarınca kutlanır. Bekleyeceğiz, olumlu gelişmelerden mutluluk duyacağız.
Basın ahlâk yasası nerde?
Millî Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser düzenlemesi nedeniyle bir haber ajansı muhabirinin sorusuna verdiğim yanıtta “Necip Fazıl Kısakürek usta bir şairdir ama lâik cumhuriyet karşıtıdır” demiştim. Bu sözümdeki karşıtı sözcüğü düşmanı olarak çıktı. Önemli değil diyerek üzerinde durmadım. Ama 8 Ağustos günlü bir başka gazetede benimle alay edercesine “Necip Fazıl çok iyi şair ve çok iyi bir Türkiye Cumhuriyeti düşmanıdır” olarak verildi. Hemen düzeltme gönderdim. Gereğini yapmadılar. “Böyle demedim” deseler yeterdi. Nerde Basın Ahlâk Yasası? Bu umursamazlığı gösterenlerin kendi ahlâkları hakkında bir şey denilmez mi? Kendilerini böyle yapılsa nasıl davranırlardı? İşte toplumsal çöküşümüzün bir yanından bir belirti daha. Patrona, paraya bağlılık ilkelere bağlılıktan üstün geliyor. Kimi medya ilgililerinin kendilerini bir şey sanarak kişiliklere saygılı davranmaması kendi düzeylerine bağlanmalıdır.
Ana muvafakat partisi lideri nerde?
İşçilerin arasında, gençlerin yanında, halkın içinde olması beklenen liderler sahillerde, sahnelerde, podyumlarda dolaşuyor. Topluma coşku ve güç verecek, uygar demokratik tepkilere öncülük edecek liderler özleniyor.
http://www.turksolu.com.tr/88/ozgun88.htm
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder