10 Ekim 2014 Cuma

IŞİD BASKININDAN SONRA TÜRKİYE NE YAPMALI?

IŞİD BASKININDAN SONRA TÜRKİYE NE YAPMALI?


Milletimizin güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, 
devletin tamamen millî bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin,
 iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması lazımdır. 
– Gazi Mustafa Kemal Atatürk- (1920)
Gündemdeki iki önemli olay;
- Diyarbakır’da PKK örgüt militanları eliyle Türk Bayrağının askeri garnizondan indirilmesi,
- Musul Konsolosluğunun IŞİD Terör örgütü militanlarınca basılmasıdır.
Başbakan Erdoğan ve AK Parti Hükümeti yaşanan bu durumlardan sonra iyice köşeye sıkışmış gibi görülüyor.
Derhal PKK ve IŞİD’a gerekli cevap verilmelidir ve şu ana kadar hükümetin uyguladığı taviz politikası sonlandırılmalıdır. Aksi halde T.C. Devleti altından kalkamayacağı olaylarla karşı karşıya kalacak, bölünme süreci hızlanacaktır.
Başbakan Erdoğan ve AK Parti yönetimi çok önemli bir karar aşamasındadır.
Türkiye şu anda PKK ve IŞİD terör örgütlerine karşı meşru müdafaa halindedir. Yani aldığı saldırıyı silah gücü ile acilen ortadan kaldırma durumu ile karşı karşıyadır. 
Türkiye, bunu yapabilecek hukuki gerekçelere, fiziki güce ve tecrübeye sahiptir. Eksik olan tek husus siyasi iradenin kararıdır.
Siyasi irade karar vermeli ve Türk Silahlı Kuvvetlerini acilen tüm unsurlarıyla devreye sokmalıdır.  Türk Hava Kuvvetleri desteğinde Zırhlı birliklerle Mardin- Nusaybin- Kerkük- Süleymaniye istikametinde Türkmen bölgelerinin güneyinden bölgeyi kuşatırken, komando ve özel kuvvetlerin kullanılacağı uçar-birlik ve hava indirmeleri ile kritik noktalar kontrol altında tutulmalı, sınır boyunca güney istikametinde ilerleyen kara unsurları ile KANDİL dahil tüm Kuzey Irak bölgesi teröristlerden temizlenmelidir. 
Bunu yaptığı takdirde Türkiye, başkalarının güdümünde hareket eden uydu bir ülke olma konumundan çıkmış olacak, kendi plânlarını yapıp-uygulayan bölgesel bir güç olduğunu ispat edecektir. 
Bu harekât baskın tarzında başlatılmalıdır. Harekât ilerledikçe ABD-Rusya-Suriye-Irak ve İran ile diplomatik temaslar devam ettirilmeli, destekleri sağlanmalıdır. 
Bu harekât belki zayiatlı olabilir ancak başarı oranı çok yüksektir. 
Türkiye bu harekâtı mutlaka gerçekleştirmelidir. Çünkü;
1) Bölgede çoğunluğu teşkil eden Türkmenler uzun yıllardır çektikleri sıkıntılar yüzünden her türlü yardım ve desteği sağlayacaklardır.
2) Türkiye, bölgede terör örgütlerinin baskısı altında bulunan Sünni Araplardan da destek alacaktır.
3) Bu harekât ile Kuzey Irak’a kalıcı barış ortamı gelecektir. Belirsizlik ortadan kalkacaktır. Bu yüzden Irak Merkezi hükümetinin de desteği sağlanacaktır.
4) Halen terörle mücadele eden Beşar Esad’ın da desteği alınacaktır.
5) Özellikle Kandil Dağı, İran ile koordineli harekat yapılarak teröristlerden temizlenecektir.
6) Türkiye’nin Misak-ı Milliden doğan eski hak ve menfaatleri yeniden gündeme getirilebilecektir.
7) AB için hayati önemdeki Kuzey Irak petrollerinin güvenli ve kesintisiz olarak Yumurtalık üzerinden batıya aktarılması mümkün olabilecektir. 
8) Türk Silahlı Kuvvetleri, mevcut personeli ve seferberlik ile hızla takviye edilecek deneyimli personeli ile bu harekatı başaracak güce sahiptir. 
Böyle bir harekâtın Türkiyeye katkıları şunlar olacaktır;
1. Türkiye’nin bölünme tehlikesi ortadan kalkacaktır. Türk milleti müşterek tehdidin ortadan kaldırılması ile yeniden tek vücut haline gelecektir.
2. GAP canlandırılacak, Güneydoğu ile birlikte bölge halkı da zenginleşecektir.
3. Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk, Komutanlara suikast gibi sahte ve düzmece belgelerle komuta kademesi cezalandırılarak fiziki ve moral açıdan bitirildiği sanılan Türk Ordusu, yeniden Türk milletinin gözbebeği haline dönüşecektir. Ordu-Millet kavramı yeniden hayat bulacaktır.
4. Kandil Dağı’nın temizlenmesi ile PKK örgütünün beyin takımı ele geçirilerek örgüt dağılacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkı bölücü terör örgütünün ezici baskısından kurtarılacaktır. Devletin himaye ve koruması yeniden tesis edilecektir.
5. Uzun süredir Baas rejiminin, Barzani yönetiminin ve şimdide IŞİD baskısı altında zor günler geçiren Türkmenler hürriyetlerine kavuşacaktır. 
6. Türkiye’nin Misak-ı Milliden doğan eski hak ve menfaatleri yeniden gündeme gelecektir.
7. Kuzey Irak petrollerinin güvenli ve kesintisiz olarak Yumurtalık üzerinden batı ülkelerine aktarılması mümkün olacaktır. 
Sonuç olarak; IŞİD baskını ile Türkiye’nin mevcut üst yönetim kadrolarındaki kişilerin kendilerinin gerçek bir lider olup olmadıklarını test etme imkanı doğmuştur.
10 Ağustos seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olması yönünde çalıştığı bilinen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şimdi bir dönüm noktasındadır. Başbakan’ın önünde takip edebileceği iki yol vardır.
YOL-1 :
Mevcut krizi iyi değerlendirmek ve iyi yönetmek. Böylece bugünkü olumsuz durumu derhal lehine çevirmek. Böylece Türkiye’nin tarihi menfaatlerini elde eden ve gerçek gücünü dosta düşmana göstererek ülkesini bölgenin en güçlü ülkesi haline dönüştüren bir lider ve devlet adamı olarak tarihteki mümtaz yerini almak..
YOL-2 :
Mevcut krize Türkiye’nin milli çıkarları açısından değilde küresel güçlerin gözü ile bakmak. Kendisine küresel güç ve destek arayarak onların dümen suyunda politikalar üretmek.
Böylece giderek gözden düşecek ve gücünü sıfırlayacaktır. Sonunda da ülkenin bölünmesini sağlayan ve Türkiye’nin küresel güçler elinde uydu devletçik olmasını perçinleyen bir siyasetçi olarak tarihe geçecektir.
Bu arada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ne yapmalıdır?
Necdet Özel; şu anda başta halen hapiste tutulan silah arkadaşlarının çok şiddetli eleştirilerine maruz kalmıştır. Ve “iktidarın adamı olma” suçlaması ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, AK Parti yönetimini böyle bir harekat yapılması için irade kullanması yönünde ikna edebilirse, O’da tarihe muzaffer ve başarılı bir komutan olarak geçecektir.
Siyaset; milli güç unsurlarının milli hedefler doğrultusunda koordineli bir şekilde kullanılması faaliyetidir. İyi siyasi liderler bu gücü yerinde ve zamanında kullanarak milletlerinin tarihine yön verirler. 
Eski bir asker olarak ben diyorum ki;
Bugün siyasi iradenin eline bu gücü kullanacak tarihi bir fırsat geçmiştir.
Bakalım ne yapacak bekleyip görelim..
—————————————————————-
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://kumkale.wordpress.com/2014/06/12/isid-baskinindan-sonra-turkiye-ne-yapmali/
..

8 Ekim 2014 Çarşamba

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?..

.


MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.. 


(ve, AKP'nin MENDERES'le sınavı)
Mustafa Nevruz SINACI
            Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir.
            Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır.      
            İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.   
            Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir.
            15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..
            Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..
            17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…
            Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR…
            Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.
            O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sıgaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…               
            Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar.
            Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar…
            Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım:              
            27 Mayıs kalkışmasıDâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur.
            O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..   
            Bazı menfur unsurlar sayesinde bu günYunan'a adalar, eşkıya’ya Diyarbakır, bir takım paralellere ekonomi, siyaset ve emniyet ve sair devlet ve adalet cihazı terk ve teslim edilmiş haldedir. Kanunsuzluk, ahlâksızlık ve zorbalık had safhadadır. Daha düne kadar katli kabil olan zani, cani, katil ve her nevi hain ortalıkta serbestçe cirit atmaktadır. Tarihin en şanlı ve onurlu ülkesinde “zina” suç olmaktan çıkartılmış; Bebek katili, tecavüz suçluları, suiistimal erbabı, rüşvetçi, hırsız ve yolsuzlar adeta himaye edilir hale gelmiştir.
            Dahası: Halkımızın büyük bölümü AKP narkozu ile uyutuluyor; Dün kapımızı çalan felâket, bu gün içerde kol geziyor; Çalışan ve özellikle emeklilerin kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırı altında maaş almakta iken; Adeta 1155 liraya oyunu satacak hâkim/savcı aranması çok manidardır. Esasen hak/adalet dağıtma mecburiyeti taşıyan ‘kesime’ adaletsizlik ve haksızlık yapılarak, sanki iltimasla, HSYK seçimleri öncesinde rüşvet teklif ediliyor!;    
            Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet;
 Merhamet ve muhabbet yok!..
            İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.
            27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden…
            Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:
            05 Eylül 1961  günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi.
Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.
            13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Başkanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,
            Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.
            13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi.
15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı.,
16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan.,
17 Eylül'de Menderes idam edildi.,
15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı.
            Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.
Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röportajı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rütü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.
Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…
AKP’nin samimiyet, ciddiyet, adalet, hukuk ve ahlâk sınavı:
17 Eylül 2014 günü Anıtmezar başında nutuk irad ve medyatik ortamlarda halka hitap eden AKP yöneticileri “21. yüzyılın DEMOKRAT PARTİ’si AKP’dir” dediler. Eğer, RTE’yi Menderes’in halefi olarak ilân ve iddia eden söylemlerinde ciddi, samimi ve dürüst iseler; 27 Mayıs’ı derhal yargıya taşırlar. Aksi takdirde, bu yalanları kınar, men, tenzih ve tekzip ederiz.   

7 Ekim 2014 Salı

SALDIM ÇAYIRA DEVLETİ!

SALDIM ÇAYIRA DEVLETİ!


28 Mart 2014

Dört gafil oturmuşlar, yerel seçimler öncesi Türkiye’nin Suriye’ye saldırması için nasıl bir senaryo gerekiyor, onu konuşuyorlar..
Konuşulanlara bakınca, bir zamanlar Yeşilçam’da zengin kız fakir oğlan senaryolarını yazanların, bu dörtlüden bin kat daha akıllı oldukları gün kadar aşikar.. Bir insan, olsa olsa bu dört herif kadar kıt akıllı olabilir..
Dış hukuk, savaş hukuku, siyasi ve askeri kültür olarak bakıldığında ise cehaletleri tam doruk noktasında.. Lafa bak! “Yapılan iş casusluk, yapanlar ağır şekilde cezalandırılacak” çok korkmuştur casuslar. Sevsinler seni!. Ceza neymiş, casus ölümü, bu işe başlarken peşinen kabul eden kişidir..Neyi biliyorsun ki bunu da bileceksin..Bu ülke ve bu düzen tefessüh etmiştir..Bu kadarla da kalmayacaktır..
TEK YOL TEK UMUT HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/saldim-cayira-devleti.aspx

ORTADOĞU YANACAK !

ORTADOĞU YANACAK ! 
( DEMİŞTİK YIL 10 Şubat 2012 )
ORTADOĞU YANACAK !
10 Şubat 2012
İhmal, yalnızca yenilgi getirir!
Irak üç’e bölündü. Bağdat’taki kukla hükümet doğaya aykırı ve yürümeyecek. Kuzey’de Kürtler, ortada Sünni Müslümanlar, güneyde de Şiilerden oluşan siyasi bir yapı teşekkül etti..
Suriye’nin geleceği de aynen Irak gibi üç’e bölünmektedir ve bu olacak… Irak’ın orta bölümü yani Sünni Müslümanlarla Suriye’nin orta bölümündeki Sünni Müslümanların birleştirilmesine çalışılacak.
Güney Irak yani Şiiler, halen İran’ın siyasal etkisi altındadır ve bu zincir; İran, Irak güneyi, Suriye güneyinden Lübnan’a uzanmaktadır.
Çin, Rusya ve İran’ın ulusal çıkarları her hal ve koşul altında gelgitler yaşasa da, hayati olarak değişmeyecektir. Sırf füze kalkanı projesi bile onları birbirine sıkı sıkıya bağlamaya yeter de artar..
ABD yapma etme dese de İsrail’in İran’a karşı tavrı belli ve esnetilmesi mümkün değil..
Arap ülkelerinin sözün ona, örgütlerinin de hali tam bir ‘‘ insanlık komedisi ’’ hele ‘‘ demokratlık ’’ lafları yok mu? Bunlar tam bir ABD figüranı, ellerinde tuttukları petrol kaynakları dışında zerrece bir güce sahip değiller. Her yere el atan batı güçlerinin zamanı gelince bunlara dönebileceklerini dahi akıl edebilecek çapta dahi değiller. Ve bir gün, o zamanda gelecek!..
Siyasi ve askeri sorunlar, güneyimizi, doğumuzu ve kuzeyimizi sarmış durumda. ( sanki batımız çok iyi! ) Coğrafya ve jeopolitik olarak ortadayız ve kaçınılmaz bir yerdeyiz. Siyasi, askeri ve sanayi gücümüzü biran önce patlayacak kazanın sularından haşlanmamak için hazır hale getirmeliyiz..
Kuzey Suriye, Kuzey Irak ve Doğu İran’daki Kürtlerle de, bölgede bir ‘‘ Birleşik Kürdistan ’’ ortaya çıkaracakları, gündüz güneş, gece de ay kadar aşikar..
Tüm bunlar, bölgedeki her şeyin siyaset ve silah gücüyle altüst olması demektir. Sonuçta yanacak olan bu coğrafyadır ve acısını çekecek olanlar da buralarda yaşayan halktır. Üstelik bunlar Müslüman insanlardır…
K.Irak’ taki ‘‘ kürt oluşumu ’’ yapılandığı coğrafyada bekasını sürdüremeyeceğinden, batı bunun himaye ve korumasını Türkiye ‘ye yüklemeye çalışacaktır. Bu günkü hükümet de hamallığı seve seve hamilerine hizmet diye kabul edecektir..
Mezoptomya’nın kuzeyi Anadolu’nun doğal bir uzantısıdır. Tarih boyunca da siyasi, askeri ve ticari zorunluluğu ortadadır. İnsanlık tarihinde 90 yıl zırnık bile değildir. Lozan’da olmadıysa şimdi sırası gelmiştir. Atatürk’ün Lozan sonrası da gerçekleştirmeye çalıştığı ama imkan ve şartlar elvermediğinden mümkün olmayan işin zamanını koşulların yarattığı ortadadır ve bu kaçınılmazdır. Tarihi bilenler bilir ki, İngilizlerin ali-cengiz oyunlarıyla bölge bizden alınmıştır. Musul ve Kerkük’ ün zamanı gelmiştir. Herkesin petrole ihtiyacı var da bizim yok mu? Siz, binlerce mil öteden gelip burnumuzun dibinden petrol çekin, biz de aval aval bakıp, dünyanın en pahalı benzinini kullanalım!..
Kerkük, yönetim merkezi olarak, bölge Diyale nehri kuzeyinden itibaren Türkiye’ye bağlanmalı, seçilen milletvekilleri de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmelidir. Coğrafyamızı ve geleceğimizi başkalarının ulusal çıkarlarına değil, kendi ulusal çıkarlarımıza göre öngörmeli ve düzenlemeliyiz. Bireyin de halkın da onurlu ve cesur yaşamı iki şeye bağlıdır: Karar ve eylem..
İhmal, yalnızca yenilgi getirir!..
-Mayıs 2011-

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

6 Ekim 2014 Pazartesi

KÖMÜRDE NELER OLUYOR ?




KÖMÜRDE NELER OLUYOR ?..,


Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır.-Gazi Mustafa Kemâl Atatürk-(1923)
13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan yangın nedeniyle 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan facianın sarsıntıları henüz dinmedi. 301 işçinin yaşamını yitirmesine sebep olan olay, Türkiye Cumhuriyeti tarihine ülkenin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası olarak geçti.
Türk milleti Somada vefat eden madencilerin geride bıraktığı aile yakınlarına yardım ve destek için seferber oldu. Başbakan Erdoğan ve hükumet yetkililerine karşı Somalı yurttaşların protestoları ve Başbakanın yakın korumalarının halka karşı sert tutum ve davranışı oldukça eleştiri aldı. İlk günlerin kargaşasının atlatılması ile birlikte savcılık olaya el koydu ve maden sahibi dahil üst düzey yetkililer tutuklandı. Ülkede 3 gün yas ilan edildi. Ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, kardeş Azerbaycan ve Pakistan’da da yas ilan edildi.
Soma Madenci katliamı ile birlikte maden ocaklarının fiziki güvenlik şartları ile madencilerin yaşam şartları yakın plana alındı.
Şurası bir gerçek ki Soma faciası ülkenin içinde bulunduğu hukuksuzluk ortamının doğal neticesidir. Daha fazla para hırsı, ülkemizde kontrolsuzluk ve denetimsizlik ortamını yaratmıştır. Gelinen nokta madencilik faaliyetleri çerçevesinde devletin iflasının ilan edilmesidir. 
Ölen madencilerini sahiplenen Türkiye zor günlerden geçmektedir. Her alanda silkinip kendine gelmesi gerekmektedir. Çünkü gidebileceğimiz başka Türkiye yoktur. Göz göre göre adeta cinayete maruz kalarak hayatlarını kaybeden Madenci evlatlarımızın acısı etrafında birleşip bütünleşmek ve bu büyük acıdan pozitif sonuçlar çıkarmak zorundayız.
İşte bu alanda görev alan Türkiye Maden Mühendisleri Odası Başkanlığı kendisine düşeni yaptı. Ne yapılması gerektiği konusundaki deneyimlerini hazırladığı sonuç raporu ile kamuoyuna aktardı. Bu sözlere mutlaka kulak verilmesi ve bu işin sahiplerinin önerilerinin acilen hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bütün bu önerilere rağmen hâlâ tedbir alınmakta kayıtsız kalınırsa meydana gelecek ölümle sonuçlanan kazaların sorumlusu doğrudan Erdoğan Hükumeti olacaktır.
Şimdi bir fikir vermesi açısından Maden Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan Raporun sadece “Öneriler” bölümünü aşağıya aldım. 
Her Türk aydınının bu çok haklı önerilerin takipçisi olmasını bekliyorum.
Bunlar yapıldığı takdirde Madencilik alanında artık böyle katliam benzeri kazaların olmayacağına inanıyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.nethttp://kumkale.wordpress.com
———————————————————————————–
TÜRKİYE 19. KÖMÜR KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi tarafından 1978 yılından bu tarafa 2 yılda bir düzenlenen Türkiye 19. Kömür Kongresi, 395 delegenin katılımıyla 21-23 Mayıs 2014 tarihleri arasında Zonguldak`ta gerçekleştirilmiştir.
Kongrenin ana temaları bu yıl “Kömür Madenciliğinde Mekanizasyon” ve “Termik Santraller” olarak belirlenmiş olmasına rağmen, programda yapılan değişiklikle Soma`da yaşanan facia ve madenlerde iş güvenliği konusu özel bir sunumla değerlendirilerek kongre süresince her oturum içinde çeşitli yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır.
Kongre süresince, bilimsel kurul tarafından seçilmiş ve bildiriler kitabında da yer almış olan 8 Çağrılı, 3`ü yabancı olmak üzere toplam 43 adet bildiri, 2 farklı salonda gerçekleştirilen teknik oturumlarda sunulmuştur.
ÖNERİLERİMİZ
———————–
1. Her ne ad altında olursa olsun taşeron, rödevans, hizmet alımı işlemleri ve özelleştirmeler derhal durdurulmalıdır.
2. Zonguldak ve Soma örneğinde olduğu gibi büyük bir havza geneline yayılmış kömür damarlarının işletilmesinde teknik açıdan “Havza Madenciliği” uygulanmalıdır. Dolayısıyla, kömür havzaları bir bütün olarak değerlendirilmeli, havalandırma, nakliyat, işçi sağlığı ve iş güvenliği yatırımları havza bütünü ele alınarak projelendirilmelidir. Ancak, özelleştirme ve taşeronlaştırmanın ön plana çıktığı günümüz kömür madenciliğinde, Zonguldak ve Soma örneğinde olduğu gibi, büyük kömür havzaları 5-10 yıllık ticari ömrü olan küçük sahalara bölünerek, özelleştirilmektedir. Bu küçük ölçekli sahaları işleten firmalar ilk yatırım maliyeti yüksek projelerden kaçınmakta ya da bu yatırımları karşılayamamakta, işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik önlemler başta olmak üzere havalandırma, nakliyat vb. önemli konularda eksik yatırımlar yapmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da, 13 Mayıs 2014`de yaşadığımız Soma İş Cinayetinde olduğu gibi, telafisi mümkün olmayan durumlar ortaya çıkmaktadır.
3. Madencilik faaliyeti yürüten Kamu Kurumlarında yaşanan teknik eleman ve işçi açığı en kısa zamanda giderilmelidir. Bu Kurumların yönetim kadrolarında yer alan ve yandaşlıktan başka özelliği olmayan politik kadrolar görevden alınarak yerlerine işin gereklerine uygun uzman kişiler atanmalıdır. Bu anlayışla yönetilmeye devam ederse benzer faciaların Kamu Kurumlarında yaşanmaları da kaçınılmaz olacaktır.
4. İş Kanunu, Maden Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile ilgili Yönetmelikler TMMOB ve Odamızın da içinde bulunduğu komisyonlar tarafından yeniden yazılmalıdır.
5. Geçmişte meydana gelmiş tüm kazalar profesyonelce analiz edilmeli ve gerekli dersler çıkarılmalıdır.
6. Tüm kömür sahalarında, kömürün kendiliğinden tutuşabilmeye yatkınlığı saptanmalı ve ülkemiz kömür sahalarının bu özelliklerini yansıtan bir haritası çıkarılmalıdır.
7. Kömür damarı ve çevresinin metan gazı içerikleri belirlenmeli ve metan içeriklerini gösteren haritalar elde edilmelidir. Riskli bölgelerde metan drenajı yapılmalı ve üretime güvenilir koşullar oluşturulduktan sonra başlanmalıdır.
8. İş Güvenliğini piyasalaştıran İş Güvenliği Uzmanlığı ve İşyeri Hekimliği sistemi değiştirilmelidir. İstihdam büroları gibi çalışan OSGB sistemine göre; madenlerde ve diğer çok tehlikeli işlerde kişi başına 12 dakika hizmet verilen ya da 1000 kişiye bir adet daimi İş Güvenliği Uzmanı atanmasını öngören bir sistem iş güvenliği değil, sadece kâğıt üretir. Ücretini işverenden alan, işverenin işçisi konumundaki İş Güvenliği Uzmanları ve İşyeri Hekimlerine dayalı mevcut sistem yeniden gözden geçirilerek radikal önlemler alınmalıdır.
9. Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu mevcut yapısıyla etkin bir denetim yapamamaktadır. Siyasi iktidarın felsefesine sahip bir denetim anlayışı etkin olarak yürütülemez. Siyasi iradeden bağımsız İş Teftiş Sistemi kurularak yeteri sayıda ve yeterli donanıma sahip uzman kadrolar tahsis edilmelidir.
10. Başta “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi” adıyla anılan ve maden işletmelerine ve hükumetlere önemli sorumluluklar getiren 176 sayılı sözleşme olmak üzere, bekleyen bütün ILO sözleşmeleri geciktirilmeden onaylanmalıdır.
11. Amerikalı bir sigorta müfettişinin 1930`lu yıllarda yapmış olduğu çalışmaya dayanarak iş kazalarının nedenleri %88 tehlikeli davranışlar, %10 tehlikeli durumlar ve %2 de kaçınılmaz olarak açıklanmaktadır. Bu öğretinin, İş Güvenliği sistemimizden çıkarılarak bütün kazaların önlenebilir olduğunu benimseyen ve sıfır kaza hedefini öngören bir Güvenlik Kültürünün oluşturulması için eğitim sistemimiz yeniden yapılandırılmalıdır.
12. Madenlerde ve diğer iş kazalarında yitirdiğimiz tüm şehitlerimiz için 13 Mayıs tarihi anma günü olarak ilan edilmelidir.
13. 22 Mayıs 2014 tarihinde resmi gazete yayınlanan bir düzenleme ile Maden Mühendisleri Odası İdari ve Mali yönden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı`na bağlanmıştır. Soma faciasının üzerinden henüz 10 gün geçmeden ve acılar bu kadar tazeyken bu düzenlemenin yapılması manidardır. Giderek otoriterleşen iktidar bu tür olayların önlenmesi için öneriler üreten ve kamuoyunu bilgilendirerek anayasal görevini yerine getirmeye çalışan Odamızı baskı altında tutmak istemektedir.
Yukarıdaki tespit ve önerilerimizin takipçisi olacağımızı, Odamızı sindirme isteklerine boyun eğmeyeceğimizi, her şart altında halkımızın çıkarları için çalışmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz. (03.06.2014)
TMMOB, Maden Mühendisleri Odası
Zonguldak Şubesi Yönetim Kurulu


 http://kumkale.wordpress.com/2014/06/04/komurde-neler-oluyor/

SİYASALLAŞAN PKK TERÖRÜ

SİYASALLAŞAN PKK TERÖRÜ..,




Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren fiilen, bütün iş ve hareketlerimiz ile gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)



————————————————————————————–
Balyoz davasından 18 yıl  hapis cezası alan ve faili meçhul cinayetlere karıştığı suçlaması ile 9 kez müebbet hapsinin istendiği davaları devam eden Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz tarafından kaleme alınan “Kuruluşu, İnfazları ve Katliamlarıyla SİYASALLAŞAN PKK TERÖRÜ” kitabını yeni bitirdim.
694 sayfa hacmindeki bu kitap uzun süredir elimin altındaydı. İlk defa bir kitap üzerinde oldukça zaman ve emek harcadım.
Aslında çok hızlı kitap okurum. En ağır konulu kitapları en fazla bir haftada bitirirdim. İlk defa Albay Temizöz’ün kitabında takıldım. Ve bunda da haklıydım. Çünkü tam otuz yıldır Türkiye’nin temel gündem maddesi olan PKK Terör Örgütü hakkında bu derece kapsamlı ve gerçekçi bir eserle karşılaşmıştım.
İlgi saham olan “Anarşi ve Terör” konusunda pek çok yazı yazdım. “Asimetrik Savaş”, “Psikolojik Savaş” ve “Türklerde Motivasyon” kitaplarında konuya ilişkin yaptığım çalışmaları sergileme fırsatı bulmuştum. Albay Temizöz’ün kitabını okuyunca benim 30 yıldır tanıdığım ve üzerine fikir yürüttüğüm PKK Örgütünü ne kadar az tanıdığıma şahit oldum.
İşte bu yüzden uzun uzun ve sindire sindire okuyarak kitabı tamamladım.  Jandarma Albay Cemal Temizöz kaleme aldığı müstesna eserle, bu eli kanlı  örgütün tüm yönlerini çok veciz bir ifade ile dile getirmiş. Kitabı yazarken bir bilim adamı hassasiyeti ile davranmış. Yaşamındaki tecrübeleri de ilave edince ortaya günümüze ve tarihe ışık tutacak çok değerli bir eser çıkmış.
Kanaatimce Albay Temizöz bu eseri ile hakkındaki tüm suçlamalardan aklanmıştır. Asılsız iddialarla onu suçlayanlarda biliyorlar ki Albay Temizöz, gerek Türk milletinin gönlünde gerekse Türk Tarihi içinde başı dimdik bir Türk subayı olarak hakettiği mümtaz yerini almıştır..

“SİYASALLAŞAN PKK TERÖRÜ”  kitabı tek kelime ilave etmeden Türk Silahlı Kuvvetlerinde Terör ve Terörle Mücadele derslerinde ders kitabı olarak okutulacak kapsamda bir eserdir.
Böyle bir subayı yetiştiren ordumuzla gurur duydum..
Ben şahsen böyle bir silah arkadaşım olduğu için ayrıca  gurur duydum.
Kitabı okuyan her subayın da benim gibi hissedeceğini biliyorum. Eğer yetkili olsa idim tüm subay ve astsubaylarımıza bu kitabı hediye eder ve mutlaka okumalarını sağlardım..
Aslında bu kitap sadece terörle mücadele yapan kişiler veya aydınlar tarafından değil, özellikle Kürt yurttaşlarımız tarafından satır satır okunmalıdır. Ancak bu sayede küresel güçlerin ve onun maşası durumundaki bir terör örgütünün pençesinde oyuncak olmaktan kendilerini kurtarabilirler.
Böyle subayları yetiştirebilen Jandarma teşkilatının neden bu kahraman subayının arkasında durmadığını ve ona destek olmadığını anlamak mümkün değildir.
Keşke, bugün çözüm süreci adı altında dünyanın en kanlı terör örgütü ile anlaşmaya çalışan siyasilerimiz bu kitabı okuyabilseydi.
Keşke, ordunun komuta kademesi bu kitabı benim gibi sindire sindire okuyacak zamanı bulabilseydi.
Keşke, Albay Temizöz için defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteyen hakim ve savcılarımız bu kitabı okuyabilselerdi.
Evet bu muhteşem eser her Türk vatandaşının başucu kitabı olmalıdır. Özellikle kökeninin Kürt olduğunu kabullenen ve Anadili Kürtçe olan kardeşlerimizin kütüphanesinden de bu kitap eksik olmamalıdır.
Bugün tutsak olarak hapishanede bulunan E.Jandarma Albay Cemal Temizöz kardeşimi yazdığı bu müstesna eser dolayısıyla tekrar kutluyorum.
Albay Temizöz, bu eseri görevini tamamlamış, Türk Milleti ve tarih önünde kendini aklamıştır. Onunla gurur duyuyorum. Böyle müstesna subayları yetiştirebilen Türk ordusunun asla teslim alınamayacağını, geride daha nice Temizöz’lerin bulunduğunun Türkiyenin düşmanları tarafından bilinmesini istiyorum.
İnşallah bu ülkeye adalet tekrar gelecektir.
Hukuk kavramı, tekrar milletin beyninde hakettiği değere kavuşacaktır.
İşte o zaman ülkemizin madalyalı kahramanlarının yeri hapishaneler değil, Türk milletinin gönlü olacaktır..

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://kumkale.wordpress.com/2014/06/03/siyasallasan-pkk-teroru/

DELİ!.

.


DELİ!.


Deli, tam özgürdür; muhakemeyi, mantığı, zihni bırakmıştır..
Özgürlük, korkunun olmadığı yerde vardır…
5 Haziran 2014
Delilik; mantıklı zihnin altına düşmektir. Delilikte kesin bir bütünlük vardır, kesin bir tutarlılık..
Bir deliye güvenebilirsiniz.. O iki değil, tamamen birdir. Bir zihni vardır, bu da bilinçsizdir. Çocuk gibidir, kurnaz değildir. Kurnaz olmadığı için delirmek zorunda kalmıştır. Kurnaz bir dünya ile baş edememiştir..
Bir deli çok sade ve saftır. Delilerde kuşku olmaz. Kuşku mantıklı zihnin bir parçasıdır. İnandıkları şey neyse fanatik bir şekilde inanırlar, yani bütün deliler fanatiktir, bütün fanatikler de deli.. Fanatik, “bir tek ben doğruyum, geri kalan herkes yanlış” diye düşünen kişidir..
Deli, tam özgürdür; muhakemeyi, mantığı, zihni bırakmıştır..
Özgürlük, korkunun olmadığı yerde vardır…
KAÇARAK ÖZGÜR OLUNMAZ
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

PKK’NIN ÇOCUK İŞÇİLERİ!.

PKK’NIN ÇOCUK İŞÇİLERİ!.


4 Haziran 2014

Türkiye’de çalışanların yüzde 5.39’u 15-19 yaş arasında. Yani 24.8 milyonluk toplam istihdam rakamının 1.3 milyonu 15-19 yaş arasında. Bu rakamın 149 binini 15 yaşındaki çocuk çalışanlar oluşturuyor..
Çocuk sömürü düzeninin baş aktörlerinden biri de kurulduğu günden bu yana, PKK (Kürdistan İşçi partisi)’dir. Son beş ayda PKK’nın 2400 çocuğu dağa kaldırdığı annelerinin feryadı olmasa kimse öğrenemeyecekti!.
Bu rezillik zaten, 30 yıldır böyle sürdürülüyor; AKEPE hükümeti bunun böyle olduğunu bilmiyor muydu, yeni mi öğreniyor?. Bir ülke düşünün ki hükümeti, “çocukları geri getirin” diye PKK’nın meclisteki unsurundan ricalarda bulunuyor!.
Dönem dönem PKK’ya katılımlarda artış olmuştur ama, beş ay gibi kısa bir sürede ve özellikle de kış mevsiminde bu sayıda çocuğun dağa kaçırılması ilk kez olmaktadır. Sebep basit ve tektir: Çözüm süreci adı altında PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da köpeksiz köyde çomaksız oynaması..
“Kaçırılmadılar, kendileri gittiler”, “Kandil’e soralım, İmralı’dakinin talimatını alalım” “Ben yapamam, sen yap” gibi zevzeklikler, Türkiye’nin devlet olma erkinden hızla uzaklaşmasından başka bir şey değildir..
Asli iki görevinden biri “güvenlik” olan devletin topraklarında, iki vilayet arasında silahlı bir örgüt 10 gün yol kesiyor ve sorumlu olan vali çaresizlikten yakınıyorsa, başka bir vali, İmralı’daki halk düşmanına methiyeler düzüyorsa, gerisi boş laftır..
Güneydoğuda Hizbullah’ın partisi (Hüda-par)’nin bir ilçe başkanını PKK kaçırdığında, parti yetkilileri ne dediler? “ Madem yaptınız, bunu savaş sebebi sayıyoruz!” PKK’nın ödü koptu ve ilçe başkanını iki günde serbest bıraktı. Kaçırılan askerler ve işçiler neden bir iki günde serbest bırakılmıyor, korucu başları neden tek tek öldürülüyor? Çünkü bölgede tüm inisiyatif PKK’nın elinde..
Ağrı’da yerel seçimi kazanan siyasi PKK’lı demokrasi demagogluğu yapmaya devam ederken, Ağrı’da ilk işinin ne olacağını da söyledi: “Kazım Karabekir ismini ve askeri anıtı kaldıracağım.”
Türkiye’nin parçalanması yolunda çalıştaylar ve çözülme yasaları birbirini takip edecek görünürken, ilk pratikleri de; “ İmralı’yla görüşmek üzere (herif aylardır talep ediyordu) gazetecilerle sivil toplum örgütlerinin artık adaya gidebilecekleri uygulaması.”
Kangren olmuş bir bölgede tedavi her geçen gün daha da zorlaşırken, ülke karanlık ve derin bir vadiye doğru sürükleniyor.. Güya hükümet yanlısı olmayan gazete ve TV’lerde, yazan ve program yapanlar ise, dolap beygiri gibi döne döne kör kuyulardan su çıkarmaya çalışıyorlar. Yorulmayın!. Ona buna yaranmaya kalkışmayın. Çürük tahtadan oyma yapılmaz..
Yüzsüz demagog ve hacıyatmazlardan vatansever bir hareket olmaz. Olsa olsa borazancı olur..
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı