Erol Başaran Bural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erol Başaran Bural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2018 Pazar

PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak

  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 



Erol Başaran Bural 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü       
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
16 Mayıs 2017 Salı
PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak


PKK terör örgütünün kuruluş mantığını araştıranlar terör örgütünün temel 
hedeflerini iyi bilirler. Terör örgütünün kuruluş manifestosundan düzenlediği 
konferanslara, çeşitli vasıtalarla basına verdiği açıklamalardan teröristbaşı 
Öcalan’ın konuşmalarına kadar, terör örgütü PKK ile ilgili okuduğumuz hemen her dokümanda örgütün nihai hedefinin bölgede bir Kürt devleti kurmak olduğu açıkça görülüyor. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeleri ele geçirerek, bu dört bölgenin birleştirilmesiyle sözde Kürdistan’ın 
oluşturulmak istendiğini sağır sultan bile biliyor artık, ancak bu gerçeği 
görmek istemeyen çıkar çevreleri dün olduğu gibi bugün de mevcut.

Teröristbaşının 25 Aralık 2001’de avukatlarıyla yaptığı görüşmede; “Dört ülke 
için önermiştim. İran’da demokratik İslam esprisi ile olmalı. PKK, Irak’ta 
yaşamalı, Güney PKK biçiminde olabilir. Suriye’de Demokratik Birlik Partisi. 
Artık ayrıntıya girmeyeceğim. Çünkü bunları savunmamda ayrıntılı verdim. Ama 
esprisi şu: Her ülkenin demokratik birlik amaçlarına bağlı bir partileşme, 
ittifaklaşma, cepheleşme önerdim. Ülkelerin birliğinin demokratik aracı. Bunları 
biraz özümsemek gerekiyor” tanımlaması, PYD terör örgütünü oluşturulması için 
önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.

Nisan 2002’de gerçekleştirilen KADEK’in 1’inci Kongresinde, Türkiye’nin yanı 
sıra Irak, İran ve Suriye’de PKK’ya bağlı örgütlenmelerin kurulması kararı 
alınıyor. Kararda, “... Suriye Demokratik Birlik Hareketi’ni veya partisini 
ortaya çıkartarak, onu önümüzdeki dönemde hareketimizin örgütsel yapısı olarak görüp gerekli desteği vermelidir” deniliyor. Böylelikle Öcalan’ın “Suriye’de Demokratik Birlik Partisi’nin kurulması” talimatı sonrasında PYD, 17 Ekim 2003’te “Partiya Yekitiya Demokratik” adıyla kuruluşunu ilan ediyor.[1]

Bu dönemde teröristbaşı Kürdistan Topluluklar Birliğinin (KCK) kurulması için 
gerekli adımları atıyor. Mart 2005’te hazırlanan KCK Sözleşmesi, sözde yasama 
organı KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Meclisi) Genel Kurulunun 25 Mayıs 2007 tarihli oturumunda kabul ediliyor. Sözleşme PKK terör örgütünün Önderlik (Öcalan’ın) felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu olduğunu ifade ederken, KCK sistemi içindeki bütün unsur­ların ise PKK terör örgütünün ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas almakla yükümlü olduğunu vurguluyor.[2]

KCK’nın örgütlenme şeması incelendiğinde terör örgütünün dört ülke toprağında 
PKK, PÇDK, PYD ve PJAK adı altında örgütlendiği ve örgütlerin tek bir çatı 
altında terörist başına bağlı olarak faaliyet gösterdiğini görmemek için adeta 
kör olmak gerekiyor.

PYD’nin silahlı kanadı olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) de tıpkı PKK terör 
örgütü ve KCK gibi taban örgütlenmesine dayalı, piramit şeklinde yükselen, her 
konuda komiteler kurulmasını öngören, güçlendirilmiş yerel yönetimlere dayanan, kendi savunma birliklerini de kurmayı öneren, sözde “demokratik özerklik” modelini savunuyor.[3]

PKK/PYD, 2011 yılında Suriye’de başlayan ayaklanmalardan yararlanmak için Esad rejimiyle birlikte hareket etmeye başlıyor. Ocak 2014 tarihinde Cezire, Ayn 
el-Arap ve Afrin bölgelerini sözde kanton olarak ilan ediyor.  PYD sözde 
kantonlarıyla Türkiye’de uygulamak üzere alt yapısını oluşturduğu öz yönetim 
modelini hayata geçiriyor. DAEŞ terör örgütünün Suriye’deki faaliyetlerinden de 
yararlanmayı bilerek başta ABD olmak üzere birçok batılı ülkeye karşı kendisini 
DAEŞ’la mücadele eden bir demokratik ve seküler bir yapı olarak göstermeyi 
başarıyor.

Ardından Ekim 2015’te büyük kısmını PKK terör örgütünün Suriye’deki kolu YPG’nin oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri (SDG)” kuruluyor. YPG, YPJ ile Süryani Askeri Konseyi, Burkan El Fırat, Suwar El Reqa, Şems El Şemal, Lîwa El Selçuki, El Cezire Tugayları gibi gruplar ortak basın açıklamasıyla birleştiklerini 
duyuruyor.[4]SDG’nin kurulmasıyla nüfusun büyük çoğunluğunu Arapların 
oluşturduğu bölgelerin PYD tarafından daha rahat bir şekilde yönetilmesi 
sağlanmaya çalışılıyor.

PKK terör örgütü ile PYD arasındaki organik ve fikri ilişki, her iki terör 
örgütünün belgeleri incelendiğinde açık bir şekilde anlaşılıyor. Her ikisinin de 
sözde önderinin teröristbaşı olduğu açıkça görülüyor. Basında da yer aldığı 
şekilde istihbarat birimlerinin çalışmalarına göre, PKK terör örgütünün 1.500 
kadar teröristi Irak’tan Suriye’ye kaydırarak PYD terör örgütünün çekirdek 
kadrosunu oluşturdukları biliniyor.

PYD’nin ele geçirdiği bütün bölgelerde teröristbaşının posterleri boy boy yer 
alıyor. PKK terör örgütü simgeleri ile PYD’nin simgeleri hep kol kola 
resimleniyor. 1986’da Şırnak’ta etkisiz hale getirilen Mahsum Korkmaz isimli 
teröristin heykeli Ayn El Arap’a dikiliyor.[5]

PKK ve PYD terör örgütleri ilişkisi sadece simge ve sembollerin ortak 
kullanılmasıyla kalmıyor. Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi tarafından Aralık 2016 tarafından yapılan “Ölüler Yalan Söylemez” başlıklı çalışma[6], PYD ve PKK terör örgütlerinin tek bir örgüt çatısı altında aynı merkezden yönetildiklerini gözler önüne seriyor. Yapılan araştırmada 2001 ve 2015 yılları arasında etkisiz hale getirilen ve açık kaynaklarda yer alan 2.096 terör örgütü mensubunun doğum yerlerine göre analizi yapılıyor. Araştırma aslında etkisiz hale getirilenlerin hepsinin PKK terör örgütü mensubu olduğunu belirtiyor. PKK’nın aynı kadroyu kimi zaman Suriye’de kimi zaman Irak’ta kimi zaman İran’da kullandığını gösteren terör örgütünün oyununu ifşa ediyor. Suriye’de PYD-YPG saflarında bulunan teröristlerin çoğunluğunun büyük ölçüde Türkiye, Irak ve İran’dan gelen PKK’lılar olduğu da belirtiliyor. Bu teröristlerin yüzde 16’sının Türkiye’den geldiği bilgisi veriliyor. Suriye’de öldürülen PYD-YPG’lilerin yüzde 35’inin Suriye dışından gelen teröristler olduğu da kaydediliyor[7]. PYD’nin aslında PKK terör örgütünün ta kendisi olduğu bu çalışma sayesinde somut verilerle ortaya konuluyor.

Suriye kökenli Bahoz Erdalkod adlı Fehman Hüseyin ve Sofi Nurettin kod adlı 
Nurettin Halef Al Muhammed isimli PKK terör örgütü mensuplarının çatışmaların 
ilk gününden itibaren YPG bölgesinde olduğu ve hatta sınır bölgemizdeki PKK 
terör eylemlerini de yönlendirdikleri biliniyor.

PKK terör örgütü ve PYD bağlantısını özetlemeye çalışan yukarıdaki örnekler 
elbette bunlarla sınırlı değil. Daha sayılabilecek birçok bağlantı ispatı söz 
konusu ve devletimizin birçok biriminde bu bilgiler mevcut. Sadece burada 
sıralanan örnekler bile ABD’nin PKK terör örgütü PYD bağlantısını görmesi için 
yeterli. Savunma gücü olarak dünyanın en büyük ordusuna sahip, bölgede çok 
sayıda askeri unsuru ve istihbarat elemanı bulunan ABD bizim bildiklerimizi 
bilmiyor mu? Elbette ki biliyor, PYD’yi çok iyi tanıyor ancak şu andaki 
çıkarları gereği bilmezden ve anlamazdan geliyor. Şu anda ABD aklı stratejik 
olarak değil taktik açıdan çalışıyor, çünkü zihinlerinde sadece DAEŞ terör 
örgütünün ortadan kaldırılması hususu yer alıyor. Türkiye gibi NATO ülkesi bir 
ülkeyi karşısına almayı dahi göze alarak PYD’yi silahlandırma ve PYD ile 
ortaklık kurma yoluna gidiyor.

Burada sorulması gereken soru şu. Diyelim ki ABD, PKK ve PYD ilişkisini ve 
organik bağını bilmiyor. Acaba bu bağlantıyı biz mi anlatamadık? Bildiğimiz 
kadarı ile başta Dışişleri Bakanlığımız olmak üzere devletin çeşitli kurum ve 
kuruluşları her fırsatta ABD’li yetkililere bu bağlantıyı anlattılar ve anlatmaya da devam ediyorlar. Devletin en üst seviyesinde Cumhurbaşkanımız ve 
Başbakanımız dâhil olmak üzere tüm yetkililer ABD’li muhataplarına konuyu 
defalarca dile getirdiler ve getiriyorlar.  O zaman buradan şu sonuç çıkıyor ki 
ABD devlet aklı şu anda PKK ve PYD terör örgütü bağlantısını anlamak istemiyor 
ve PYD’yi bir terör örgütünden öte DAEŞ terör örgütüyle mücadele eden silahlı 
bir unsur olarak görüyor. ABD’li yetkililerin söylemlerinden PYD’yi taktik bir 
araç olarak kullandıkları anlaşılıyor. Ancak gerideki stratejik akıl bu bölgede 
butik bir Kürt devleti kurulmasına destek veriyor.

PKK/PYD ise ABD’nin Suriye’de DAEŞ’le mücadele politikasına hizmet ederek 
küresel bir gücün desteğini arkasına alarak, Suriye kuzeyinde oluşturduğu kanton hatları boyunca bir devletçik oluşturmak istiyor. Bu amaç doğrultusunda çocuk savaşçıları kullanmaktan, demografik yapıyı değiştirmek için kendisinden 
olmayanları göç etmeye zorlamaya kadar savaş suçları işlemekten çekinmiyor. Ekim 2015 tarihli Uluslararası Af Örgütü Amnesty International raporu[8] PYD’nin bölgede gerçekleştirdiği savaş suçlarını bir bir ortaya koyuyor. Trajik bir 
ironi olarak, “Anti Emperyalist PKK terör örgütü” günümüzde koruma kalkanı 
olarak Suriye’de ABD bayrağını kullanıyor. PYD terör örgütü kendisini ABD’nin 
kara gücü olarak DAEŞ ile mücadelenin ana yapısı haline getirmeye çalışırken, 
aynı zamanda kendi çıkarlarını da en üst seviyeye çıkarıyor.

Bütün gerçekler bir arada değerlendirildiğinde ABD’nin PKK ile mücadelede 
yanınızdayız ancak PYD’yi terör örgütü olarak görmüyoruz açıklamaları da oldukça çocukça bir diplomasi kandırmacası gibi görünüyor. Bunun da ötesinde Türkiye’yi ikna edebilmek adına PKK ile mücadelede istihbarat desteğinin artırılacağı gibi kozlar öne sürmek de açıkçası çok komik gözüküyor. PYD=PKK olduğuna göre kendisine destek verdiği PYD ile ilgili istihbarat paylaşımını mı artıracaklar? Ayrıca bugüne dek ABD’nin istihbarat paylaşımı veriyoruz diyerek parlattığı desteğin insansız hava araçları görüntü izlemesinin ötesine geçmediğini de terörle mücadelede görev yapan profesyoneller çok iyi bilmektedirler. Buradan çıkan sonuç acaba ABD’nin PKK ile mücadelemize destek için daha fazla İHA tahsisi midir?

Diğer bir açıklamada Türkiye sınırının güvencesinin ABD olduğu üzerinedir. 
Türkiye 1984 yılından bugüne PKK terörü ile mücadele etmektedir ve sınır 
güvenliği için başka bir ülkenin yardımına ihtiyaç duymamıştır ve duymayacaktır. Bu söylemle ABD, PYD’li teröristlerin ABD silah ve teçhizatıyla Türkiye topraklarına girmeyeceği taahhüdünü vermeye çalışmakta ise de bunun gerçeği yansıtmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. Dünya var olduğu sürece ABD Suriye’de PYD ile birlikte kalmaya mı niyetlendi acaba ki böyle bir konuda güven vermeye çalışıyor.

ABD tarafından son bir haftada öne sürülen başka bir argüman ise PKK/PYD’nin 
Rakka operasyonunun ardından bölgeyi terk edeceği ve yönetimin Araplara 
bırakılacağı yönünde. Yani PKK/PYD ABD ile birlikte en ön saflarda Rakka’ya 
yürüyecek hem de en ön saflarda ancak sonra geri dönecekler. Peki neden ölecek ki YPG’liler? Bunun karşılığında bir beklentileri olmaması ne kadar gerçekçi? Yoksa senaryo şu şekilde olmasın? Biz sizi (PYD’yi) destekleyelim, siz önden gidin, bir kısmınız ölsün ancak ABD askerleri ölmesin, dönüşünüzde Suriye kuzeyinde daha sağlam oturun, bir küçük devlet kurun, hatta Türkiye ile aranıza birkaç da ABD askeri koyalım ki Türkiye size dokunmasın…

Sonuç olarak; ABD PYD’nin bir terör örgütü olduğunu anlamak istemiyor. ABD’nin bu tutumu Trump yönetimi döneminde de değişecekmiş gibi görünmüyor. Ancak, her olaydan olduğu gibi bu yaşananlardan da alınması gereken dersler var. Bunlardan en önemlisi ulusal ve uluslararası kamuoyunu şekillendirmeyi ve lobicilik faaliyetlerini bir düzene sokmamız gerektiği. Henüz PYD’nin adının dahi bilinmediği dönemlerden itibaren, kamu diplomasisi, stratejik iletişim, bilgi harekâtı unsurlarının kullanılarak özellikle uluslararası kamuoyu şekillendirilmeliydi ki PYD’yi tüm ülkeler terör örgütü olarak görsün ve kabul etsin.

Bu arada tam da Cumhurbaşkanımızın ABD ziyareti öncesi bu konuda İçişleri 
Bakanlığınca atılan olumlu bir gelişme basına yansıyor.[9] İçişleri Bakanlığı 
tarafından PKK/KCK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD-YPG’ye ilişkin 
tespitlerin yer aldığı 62 sayfalık kitapçık hazırlanıyor. Kitapta YPG terör 
örgütünün Türkiye’ye yönelik faaliyetleri başta olmak üzere, YPG içerisinde 
faaliyet gösteren PKK/KCK mensubu teröristler ile PKK ve YPG militanlarının 
bağlantısına ilişkin örnekler yer alıyor. İçeriği oldukça etkili ve yabancı 
dilde hazırlanmış olsa da bu bilgilendirme için oldukça geç kalındığı aşikâr. 
Tabi ki gelecekte üretilecek argümanlar için temel oluşturmak açısından oldukça 
yararlı bir doküman olabilir ancak daha erken davranılmalıydı.

Biz sadece ikili resmi görüşme ve toplantılarda yabancı muhataplarımıza 
terörizmle ilgili derdimizi anlatmaya çalışırken kamuoyu bilgilendirmesi ve 
lobicilik faaliyetlerinde sanki biraz geride kaldık.

KAYNAKÇALAR;

[1] http://m.milliyet.com.tr/yazarlar/tolga-sardan/iste-pkk-pyd-iliskisi-2193527 (Son erişim tarihi: 12.05.2017)

[2] Vakkas Bilgin, (2014),  PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı, BİLGESAM Analiz, No:1163

[3] Ayşe Karabat, (2013), Suriye Savaşları, İstanbul: Timaş Yayınları, s. 256

[4] http://www.milliyet.com.tr/-demokratik-suriye-gucleri-ni-ilan-gundem-2132545 (Son erişim tarihi: 12.05.2017)

[5] http://www.sozcu.com.tr/2017/dunya/son-dakika-iste-pydypgnin-teror-orgutu-pkk-ile-baglantisini-ortaya-koyan-kanit-1762855/(Sonu erişim tarihi: 12.05.2017)

[6] Andrew Self ve Jared Ferris, (2016), Dead man Tell No Lies: Using Killed in 
Action Data to Expose The PKK’s Regional Shell Game, Ankara: ISSN 1307-9190

[7] http://www.hurriyet.com.tr/oluler-yalan-soylemez-40321654 (Son erişim tarihi: 12.05.2017)

[8] Amnesty International, (2015), We Had Nowhereelse To Go Forced Displacement 
Anddemolitions In Northern Syria, London: Index: MDE 24/2503/2015

[9] http://www.milliyet.com.tr/icisleri-bakanligi-ndan-pyd-ypg-analizinin-ankara-yerelhaber-2042612/ 
 (Son erişim tarihi: 15.05.2017)


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücreleri 
  mi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 

***

İdlib'te Yaklaşan Felaket

İdlib'te Yaklaşan Felaket,




Erol Başaran Bural
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü       
Suriye
31 Ağustos 2018 Cuma
İdlib'te Yaklaşan Felaket



Aşağıda yer alan Metin 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış 
Politika Araştırmaları Merkez Başkanı Erol Başaran Bural'ın 26 Ağustos 2018 
tarihinde Hürriyet gazetesinde "100 BİN SİLAHLI KİŞİNİN OLDUĞU YERDE OPERASYON FELAKETE DÖNÜŞÜR" başlığıyla yayımlanan Gazeteci İpek Özbay imzalı röportajıdır.

Röportaj İdlib konusunda medyada yer alan en kapsamlı ve detaylı 
bilgilendirmedir. İdlib'te Suriye-Rusya operasyonunun yaklaşmakta olduğu, ayrıca kimyasal saldırı senaryosunun her an yaşanabileceğine ilişkin haberlerin 
sıklaştığı bugünlerde yaklaşan muhtemel bir felaket öncesi durumun iyice 
anlaşılabilmesi için buradan da paylaşılmasında fayda görülmüştür.

100 BİN SİLAHLI KİŞİNİN OLDUĞU YERDE OPERASYON FELAKETE DÖNÜŞÜR

Türkiye ve Rusya İdlib konusunda müzakerelerini yoğun bir şekilde sürdürürken, Rus tarafından vahim bir iddia ortaya atıldı. İddiaya göre, ABD ve Batılı müttefikleri Suriye’yi vurmak için yeni bahane arıyor, bunun için de kimyasal saldırı provokasyonu hazırlıyorlar. Bu mümkün mü? İdlib’de senaryolar neler, bölgede hangi örgütler varlığını sürdürüyor, kim ne istiyor? İdlib’i tüm 
boyutlarıyla 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika 
Araştırmaları Merkez Başkanı Erol Başaran Bural ile konuştuk.

İdlib konusunda müzakereler sürüyor. Ancak dün Rus tarafının vahim iddiasına 
göre, ABD ve müttefikleri Suriye’nin İdlib bölgesinde yeni kimyasal saldırı 
provakasyonu hazırlıyor. Mümkün mü?

Özellikle klor gazı açısından Esad’ın sicili epey kabarık... Kimyasal Silahların 
Yasaklanması Örgütü 4 Şubat'ta İdlib'de klor gazı kullanıldığını doğrulamıştı. 
Son olarak ABD, İngiltere ve Fransa Suriye’de kimyasal silah kullanıldığında 
müdahale edeceğiz açıklaması yaptı... Aradan 4 gün geçtikten sonra bu kez Rus 
tarafı klor gazının ABD ve İngiltere tarafından İdlib Cisr El Şuğur bölgesine 
taşındığı iddialarını medyaya taşıdı... Akla iki husus geliyor... Birincisi ABD 
Kasım seçimleri öncesi Suriye’ye daha önceden yaptığı gibi Tomahawk’larla 
müdahale ederek iç kamuoyuna güçlü olduğu ve kimyasal silah kullanımına dünyanın hiçbir yerinde müsaade etmeyecekleri mesajını verebilir... İkinci akla gelen ise Esad’ın İdlib operasyonunda klor gazı kullanabileceği ve bu nedenle operasyon başlamadan ihaleyi ABD-İngiltere’ye bırakarak, “Klor saldırısını ABD düzenledi” demek... Hangisi doğrudur? Bence ikisi de olabilir, yüzde 50-50…

Bir yandan da Türk ve Rus Dışişleri Bakanları meseleyi fikir ayrılıklarına 
rağmen masada çözmek için çalışıyor. Ne dersiniz; Astana süreciyle başlayan 
ittifak bugün bir anlamda sınanıyor diyebilir miyiz? 

Rusya ve İran, İdlib bölgesindeki muhalifler ve radikal örgütler tasfiye 
edilmediği sürece kendilerini güvende hissedemeyeceklerini, Suriye rejiminin de 
ülke genelinde kontrolü tam olarak sağlayamayacaklarını savunuyorlar. Buna 
karşılık Türkiye; sınırlarının yanı başında bir çatışma istemiyor. Muhtemel bir 
operasyonda yaşanacak sivil zayiatı, çatışmalar nedeniyle büyük bir göç 
dalgasının Türkiye’ye yönelmesi, İdlib’de konuşlu Türk askeri varlığına yönelik 
operasyondan kaynaklanabilecek riskler Türkiye’yi endişelendiriyor. Bu nedenle 
de bölgeye büyük bir operasyon düzenlenmesi yerine tüm grupları iknaya yönelik bir tutum izlenmesini savunuyor. Her ne kadar yöntem olarak taraflar farklı düşünceler savunsa da nihai hedefin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve çatışmaların sonlandırılması olduğu akılda tutulmalı. Özelikle Rusya-Türkiye ilişkilerinin zedelenmeyeceği bir uzlaşı yolu çizilebileceğini, stratejik seviyede Rusya-Türkiye ilişkilerini değerlendirdiğimizde İdlib gibi sahada işbirliği ile çözülebilecek bir sorunun bu ilişkiye zarar veremeyeceğini 
düşünüyorum. 

Rusya’nın onayı ya da Türkiye’nin mutabakatı olmadan Esad’ın atağa kalkması 
mümkün mü?

Hayır. 24 Ağustos itibariyle Türkiye ve Rusya arasında Dışişleri ve Milli 
Savunma Bakanları ile birlikte Milli İstihbarat Başkanımızın diplomatik 
temasları aslında tam da bu açıdan devam ediyor. Dışişleri Bakanımızın bir kez 
daha İdlib’e yönelik bir operasyonun felaketle sonuçlanacağı ancak teröristlerin 
temizlenmesinin de önemli olduğunu dile getirmesi, Rus Dışişleri Bakanı 
Lavrov’un ise teröristlerin kökünün kazınmasının da planlar arasında olduğunu 
belirtmesi meselenin nasıl çözüleceğine yönelik ipuçları veriyor. 

Ne diyor ipuçları?

Bana göre Rusya ve Türkiye, terör örgütü olarak kabul ettikleri silahlı grupları 
son bir kez daha silahlarından arındırmak üzere girişimde bulunmalarının 
ardından bu örgütlere yönelik mahdut hedefli ve sivillerin zarar görmeyeceği bir 
operasyona izin verecek. Aynı zamanda daha ılımlı olarak görülen silahlı 
grupları ikna ederek siyasal muhalif haline getirecekler. Esad’ın İdlib gibi tüm 
silahlı unsurların bir arada bulunduğu, sivil nüfusun milyonlarla telaffuz 
edildiği bir bölgede askeri operasyon yapma kabiliyetinin oldukça sınırlı olduğu 
görülüyor. Esad yönetiminin Rusya’nın hava desteği olmadan, karadan bir İdlib 
operasyonu düzenlemesi büyük maliyetleri de beraberinde getirecektir. Heyet 
Tahrir El Şam’ın (HTŞ) yerleşim yerlerinde konuşlanmış olması, meskûn mahal 
operasyonlarındaki sivil zayiatı riskinin yüksek olması bu maliyeti daha da 
artıracaktır.

İstihbarat raporlarında en az 250 bin kişi Türkiye’ye göç edebileceği 
vurgulanıyor. Ne dersiniz; başımıza yeni bir dert mi açılıyor?

Bu durumda bence en iyi yöntem belki de sayıları çatışmaların şiddetine göre 500 bini geçebilecek sığınmacı akınının Türkiye-Suriye hudut hattının Suriye 
tarafında karşılanması ve bu tampon bölgelerde oluşturulacak güvenli bölgelerde sığınmacıların barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması olacaktır. Bu yöntemle hâli hazırda Suriyeli göçmen sayısı 3.5 milyonu bulan ülkemizin daha fazla sığınmacı yükü almamakla birlikte, çatışmalardan kaçan sivillerin arasına sızabilecek terör örgütü elemanlarını da sınır ötesinde tutarak güvenlik riski en aza indirilebilir. İdlib’den Türkiye’ye doğru yaşanacak kitlesel bir göç hareketinden faydalanarak ülkemize giriş yapmak isteyecek yabancı teröristlerin de olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Geniş bir kitleye karışarak öncelikle Türkiye’ye ardından da diğer ülkelere sızmaya çalışabilecek yabancı teröristlerin varlığı da olası bir göçün sınırlarımız ötesinde durdurulması 
gerekliliğini güçlendiriyor.

İdlib'in bugüne kadarki en çetin yer olduğu söylenebilir mi? 

Eğer geniş kapsamlı bir operasyon kararı verilirse İdlib’de çatışmalar daha 
yoğun ve sert olacaktır. Sayı olarak yaklaşık 100.000 silahlı kişinin aynı 
bölgede bulunduğunu göz önünde bulundurursak İdlib bölgesine düzenlenecek bir operasyonun sonucu Sayın Dışişleri Bakanımızın da belirttiği “felakete” dönüşür. Aynı zamanda İdlib’in ülkenin en kalabalık yerleşim yeri haline geldiğini, nüfusu 3.5 milyona yakın bir bölgede sivil halkın silahlı gruplar ve terör örgütleri arasında sıkışıp kalacağını, sivil kayıpların büyük rakamlara 
ulaşacağını da hesaba katmak gerekiyor.

İdlib çalışmanızda PKK/PYD terör örgütünün olası bir operasyonda denkleme dahil olma talebini vurguluyorsunuz. İşler daha da karışmaz mı?

Zeytin Dalı Harekâtı’nda Afrin’i kaybeden PKK/PYD, ilçenin sınırlarına yeniden 
yerleşmeyi planlıyor. Hatta yaşadığı hezimeti kapatabilmek adına, İdlib 
operasyonunda aktif rol alarak, Afrin bölgesini yeniden ele geçirebilmenin 
hayalini kuruyor. Suriye rejimi ile PKK/PYD’nin maske kuruluşu Suriye Demokratik Güçleri’nin Şam’da düzenlediği bir dizi görüşmede, PKK/PYD’nin Afrin’in de operasyon alanına dahil edilmesi durumunda İdlib’de düzenlenecek operasyonlara destek verebilecekleri şartını öne sürdükleri bilgileri açık kaynaklara yansıyor. PKK/PYD’nin İdlib operasyonunda yer almak istemesinin ikinci nedeni ise ABD’nin de isteği üzerine rejimle yakınlaşma ve işbirliğini artırarak Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmek, müzakere masasında daha güçlü bir şekilde oturabilmek. Üçüncü neden ise kendisini DAEŞ ve DAEŞ türevi radikal terör örgütleriyle mücadele eden en önemli güç olarak konumlandırıl maya ve uluslararası kamuoyundan destek almaya devam edebilmek. PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e dahil olma talebinin Suriye Rejimi tarafından da kabul görmeyeceği, Rejimin de PKK/PYD varlığının Fırat batısına daha fazla kaymasına razı olmayacağı, Esad’ın PKK/PYD’yi İdlib operasyonuna dahil etmesinin bölgenin kurtarılmasından çok, bölgenin daha da karmaşık hale geleceğini 
değerlendireceğini düşünüyorum.

İDLİB NEDEN ÖNEMLİ? 

TÜRKİYE için…



Öncelikle coğrafi konumundan dolayı önemli. Hatay’a bağlı Yayladağı ilçemizin 
güneydoğusundan, yani ülkemizin en güneyinde yer alan kara sınır noktamızdan başlayarak Altınözü ve Reyhanlı sınırına kadar uzanıyor. Türkiye’nin yaklaşık 100 km’lik Suriye sınır hattını oluşturuyor. Suriye’ye açılan en büyük kara sınır kapımız olan Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafında kalan Bab-Al Hava sınır kapısına da ev sahipliği yapıyor. 

İkinci önemli özelliği; bu bölgede asker konuşlandırmış olmamız. Hâlihazırda 
İdlib’i çevreleyecek şekilde 12 ayrı gözlem noktasında Gerginliği Azaltma 
Kontrol Gücü olarak görev yapan TSK birliklerimizin konuşlanmış olması, bizim 
için oldukça önemli kılıyor.

Üçüncü husus ise, Zeytin Dalı Harekâtı ile TSK tarafından kontrol altına alınan 
ve terör örgütü PKK/PYD’den temizlenen Afrin bölgesini güneyden emniyete alması. Suriye kuzeyinde yaratılmaya çalışılan PKK/PYD terör devletçiğinin Akdeniz kıyılarına ulaşmasını engellemek açısından önemli bir coğrafi konuma sahip. 

RUSYA İÇİN... 

Rusya’nın Suriye’de iki önemli askeri üs bölgesi mevcut. 2 binden fazla 
askerinin bulunduğu Himeymim hava üssünde ayrıca Rus ordusuna ait uçak, 
helikopter, tank ve S400 füze savunma sistemleri mevcut. Tartus’taki deniz üssü ise lojistik açıdan önem arz ediyor. Hatırlanacağı üzere 6 Ocak’ta bu üslere 13 insansız hava aracıyla saldırı düzenlenmiş, Rusya, araçların İdlib’den 
kalktığının saptandığını açıklamıştı. Yine 3 Şubat’ta muhalifler, İdlib’in doğu 
kırsalında Rus Su-25 savaş uçağını düşürmüştü. Anlaşılacağı gibi, radikal terör 
örgütleri Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı için bir tehdit unsuru teşkil 
ediyor. Rusya, silahlı unsurlardan temizlenmediği sürece kendisini bu bölgede 
tamamen emniyet altında hissedemeyeceğini düşünüyor.

Rusya’nın diğer hedefi Suriye ve özelinde İdlib’deki Çeçen ve Dağıstan kökenli 
radikal terör örgütü mensuplarını bu bölgede etkisiz hale getirerek, gelecekte 
tehdit olmaktan çıkarmak.

İRAN İÇİN... 

İran’ın stratejik amaçlarından birisi İran ile Lübnan arasında Suriyeli 
muhaliflerden ve radikal gruplardan arındırılmış bir koridor oluşturmak. İdlib 
bu koridorun önemli bir halkası olarak görülüyor. İran, silahlı muhalif gruplar 
ve radikal terör örgütler temizlenmediği sürece, Suriye’deki varlığını garanti 
altına alamayacağını düşünüyor. 

İDLİB SENARYOLARI

Türkiye’nin karşı olmasına rağmen Suriye Rejim güçlerinin kapsamlı bir operasyon düzenlenmesi.

Bu durumda Suriye’nin Rusya’yı ve Türkiye’yi karşısına alması, Rus hava 
desteğinden mahrum kalması ve bir Pirus zaferini göze alması gerekiyor ve 
olasılığı düşük. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin gözlem 
noktalarının güvenliği ve muhtemel bir göçün önlenmesi maksadıyla bölgeye 
takviye kuvvetler sevk etmesi, herhangi bir olumsuzluk yaşanması halinde ise 
birliklerimizin Suriye Rejim güçleri ve İranlı milislerle çatışması ihtimali 
bulunuyor.

Suriye Rejim Güçlerinin operasyonuna ABD desteği ile PKK/PYD terör örgütünün de dâhil edilmesi.

PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e müdahalesi oldukça zayıf bir ihtimal olarak 
görülse de, bir olasılık olarak akılda tutulmalıdır. Bu senaryonun gerçekleşmesi 
durumunda, tıpkı Zeytin Dalı Operasyonu sürecinde İranlı Şii Milislerin Afrin’e 
girişine izin verilmediği gibi, TSK’nın hem bölgedeki askeri birlikleri ve hem 
de takviye olarak göndereceği kuvvetleri ile PKK/PYD’ye müdahale edeceği, 
Afrin’den temizlenen PKK terör örgütünün bölgeye yaklaşmasına müsaade 
etmeyeceğini düşünüyorum. 

HTŞ’nin ve yabancı terörist savaşçıların ikna edilerek silah bırakmasının ve 
İdlib’i terk ederek ÖSO kontrolündeki bölgelere tahliyesinin, ılımlı 
muhaliflerin ise Rusya öncülüğünde Suriye Rejimi ile anlaşmaya varmalarının 
sağlanması.  

HTŞ ve yabancı terörist savaşçıların İdlib bölgesindeki yegâne sorun olduğu 
görülüyor. HTŞ’nin silahlarını bırakmaya ikna edilmesi ve Fırat Kalkanı 
bölgesine sevk edilmelerinin muhtemel çatışmaları azaltacağı, diğer grupların da Rejim güçleriyle anlaşabilecek bir yol bulabilecekleri değerlendirilmekte. Ancak bu durumda da HTŞ’nin Fırat Kalkanı Bölgesi’ne nasıl entegre edilebileceği, bu bölgede nasıl rehabilite edilebileceği gibi bir sorunla karşılaşılması riski karşımıza çıkacaktır.

HTŞ’nin ikna edilememesi ve HTŞ’nin bölgeden çıkarılması maksadıyla diğer 
muhaliflerin HTŞ ile çatışmaya girmesi, ılımlı muhaliflerin Rejim ile anlaşmaya 
varması.

Bu maksatla aralarında çatışmaların hâlihazırda devam ettiği Ahrar-ı Şam ve 
Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun desteklenmesi ihtimali de düşünülmelidir. Bu 
senaryonun gerçekleşmesi halinde de HTŞ’nin büyük oranda direnmesi ve yüksek yoğunluklu çatışmaların yaşanması, yerleşim yerlerindeki sivillerin zarar 
görmesi olasılığının artması, ayrıca bölgede konuşlu TSK birliklerinin 
emniyetine ilişkin risklerin artması ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Suriye Rejiminin mahdut hedefli bir operasyon düzenlemesi, HTŞ’nin ikna edilerek silah bırakması ve ülke dışına tahliyesi.

Türkiye’nin çıkarları açısından en akla yatkın senaryonun bu olabileceğini 
düşünüyorum. Son bir ay içerisinde Suriye Rejimi tarafından hava saldırıları ve 
topçu atışlarının düzenlendiği bölgeler incelendiğinde, muhtemel bir operasyonda Suriye Rejim güçlerinin Yayladağı’nın güneydoğusunda, sınırımıza yaklaşık 20 km mesafedeki Gab Vadisi’nde yer alan Cisr el Şuğur ve yine Yayladağı’nın güneyindeki Türkmen Dağı yani Bayırbucak bölgesini hedef alacağı anlaşılıyor.

Mahdut hedefli bir İdlib operasyonu seçeneği gerçekleşirse HTŞ’nin kendisine 
yönelik bir operasyonun düzenleneceğine ikna olması, ya çatışarak imha olmayı ya da çatışamadan silah bırakarak bölgeden ayrılmayı seçmeye daha kolay ikna 
edilebileceğini düşünüyorum. Çatıştığı takdirde imha olacağına ikna edilebilirse 
HTŞ unsurlarının Yemen, Afganistan ya da başka bir bölgeye tahliye edilmesi 
dahil seçenekler düşünülebilir. Yine bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda 
Bayırbucak Türkmenlerine yönelik bir Rejim saldırısının ülkemiz için büyük sorun yaratacağı, bölgedeki soydaşlarımızın korunması maksadıyla Türkiye’nin bu bölgeye yönelik operasyona mutlak karşı çıkacağı ve hatta bölgeyi korumak adına çeşitli yöntemlerle rejim güçlerine karşılık vereceğini akılda tutmak gerekiyor.

.....

Röportajın devamına ve tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

Türkiye ve Rusya İdlib konusunda müzakerelerini yoğun bir şekilde sürdürürken, Rus tarafından vahim bir iddia ortaya atıldı. İddiaya göre, ABD ve Batılı müttefikleri Suriye’yi vurmak için yeni bahane arıyor, bunun için de kimyasal saldırı provokasyonu hazırlıyorlar. Bu mümkün mü? İdlib’de senaryolar neler, bölgede hangi örgütler varlığını sürdürüyor, kim ne istiyor? İdlib’i tüm boyutlarıyla 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkez Başkanı Erol Başaran Bural ile konuştuk.
100 bin silahlı kişinin olduğu yerde operasyon felakete dönüşürİdlib konusunda müzakereler sürüyor. Ancak dün Rus tarafının vahim iddiasına göre, ABD ve müttefikleri Suriye’nin İdlib bölgesinde yeni kimyasal saldırı provakasyonu hazırlıyor. Mümkün mü?

Özellikle klor gazı açısından Esad’ın sicili epey kabarık... Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü 4 Şubat'ta İdlib'de klor gazı kullanıldığını doğrulamıştı. Son olarak ABD, İngiltere ve Fransa Suriye’de kimyasal silah kullanıldığında müdahale edeceğiz açıklaması yaptı... Aradan 4 gün geçtikten sonra bu kez Rus tarafı klor gazının ABD ve İngiltere tarafından İdlib Cisr El Şuğur bölgesine taşındığı iddialarını medyaya taşıdı... Akla iki husus geliyor... Birincisi ABD Kasım seçimleri öncesi Suriye’ye daha önceden yaptığı gibi Tomahawk’larla müdahale ederek iç kamuoyuna güçlü olduğu ve kimyasal silah kullanımına dünyanın hiçbir yerinde müsaade etmeyecekleri mesajını verebilir... İkinci akla gelen ise Esad’ın İdlib operasyonunda klor gazı kullanabileceği ve bu nedenle operasyon başlamadan ihaleyi ABD-İngiltere’ye bırakarak, “Klor saldırısını ABD düzenledi” demek... Hangisi doğrudur? Bence ikisi de olabilir, yüzde 50-50…

Bir yandan da Türk ve Rus Dışişleri Bakanları meseleyi fikir ayrılıklarına rağmen masada çözmek için çalışıyor. Ne dersiniz; Astana süreciyle başlayan ittifak bugün bir anlamda sınanıyor diyebilir miyiz? 

Rusya ve İran, İdlib bölgesindeki muhalifler ve radikal örgütler tasfiye edilmediği sürece kendilerini güvende hissedemeyeceklerini, Suriye rejiminin de ülke genelinde kontrolü tam olarak sağlayamayacaklarını savunuyorlar. Buna karşılık Türkiye; sınırlarının yanı başında bir çatışma istemiyor. Muhtemel bir operasyonda yaşanacak sivil zayiatı, çatışmalar nedeniyle büyük bir göç dalgasının Türkiye’ye yönelmesi, İdlib’de konuşlu Türk askeri varlığına yönelik operasyondan kaynaklanabilecek riskler Türkiye’yi endişelendiriyor. Bu nedenle de bölgeye büyük bir operasyon düzenlenmesi yerine tüm grupları iknaya yönelik bir tutum izlenmesini savunuyor. Her ne kadar yöntem olarak taraflar farklı düşünceler savunsa da nihai hedefin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve çatışmaların sonlandırılması olduğu akılda tutulmalı. Özelikle Rusya-Türkiye ilişkilerinin zedelenmeyeceği bir uzlaşı yolu çizilebileceğini, stratejik seviyede Rusya-Türkiye ilişkilerini değerlendirdiğimizde İdlib gibi sahada işbirliği ile çözülebilecek bir sorunun bu ilişkiye zarar veremeyeceğini düşünüyorum. 

Rusya’nın Onayı ya da Türkiye’nin Mutabakatı olmadan Esad’ın atağa kalkması mümkün mü?

Hayır. 24 Ağustos itibariyle Türkiye ve Rusya arasında Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları ile birlikte Milli İstihbarat Başkanımızın diplomatik temasları aslında tam da bu açıdan devam ediyor. Dışişleri Bakanımızın bir kez daha İdlib’e yönelik bir operasyonun felaketle sonuçlanacağı ancak teröristlerin temizlenmesinin de önemli olduğunu dile getirmesi, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ise teröristlerin kökünün kazınmasının da planlar arasında olduğunu belirtmesi meselenin nasıl çözüleceğine yönelik ipuçları veriyor. 

Ne diyor İpuçları?

Bana göre Rusya ve Türkiye, terör örgütü olarak kabul ettikleri silahlı grupları son bir kez daha silahlarından arındırmak üzere girişimde bulunmalarının ardından bu örgütlere yönelik mahdut hedefli ve sivillerin zarar görmeyeceği bir operasyona izin verecek. Aynı zamanda daha ılımlı olarak görülen silahlı grupları ikna ederek siyasal muhalif haline getirecekler. Esad’ın İdlib gibi tüm silahlı unsurların bir arada bulunduğu, sivil nüfusun milyonlarla telaffuz edildiği bir bölgede askeri operasyon yapma kabiliyetinin oldukça sınırlı olduğu görülüyor. Esad yönetiminin Rusya’nın hava desteği olmadan, karadan bir İdlib operasyonu düzenlemesi büyük maliyetleri de beraberinde getirecektir. Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) yerleşim yerlerinde konuşlanmış olması, meskûn mahal operasyonlarındaki sivil zayiatı riskinin yüksek olması bu maliyeti daha da artıracaktır.

İstihbarat Raporlarında en az 250 bin kişi Türkiye’ye göç edebileceği vurgulanıyor. Ne dersiniz; başımıza yeni bir dert mi açılıyor?

Bu durumda bence en iyi yöntem belki de sayıları çatışmaların şiddetine göre 500 bini geçebilecek sığınmacı akınının Türkiye-Suriye hudut hattının Suriye tarafında karşılanması ve bu tampon bölgelerde oluşturulacak güvenli bölgelerde sığınmacıların barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması olacaktır. Bu yöntemle hâlihazırda Suriyeli göçmen sayısı 3.5 milyonu bulan ülkemizin daha fazla sığınmacı yükü almamakla birlikte, çatışmalardan kaçan sivillerin arasına sızabilecek terör örgütü elemanlarını da sınır ötesinde tutarak güvenlik riski en aza indirilebilir. İdlib’den Türkiye’ye doğru yaşanacak kitlesel bir göç hareketinden faydalanarak ülkemize giriş yapmak isteyecek yabancı teröristlerin de olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Geniş bir kitleye karışarak öncelikle Türkiye’ye ardından da diğer ülkelere sızmaya çalışabilecek yabancı teröristlerin varlığı da olası bir göçün sınırlarımız ötesinde durdurulması gerekliliğini güçlendiriyor.

100 bin silahlı kişinin olduğu yerde operasyon felakete dönüşür

İdlib'in bugüne kadarki en çetin yer olduğu söylenebilir mi? 

Eğer geniş kapsamlı bir operasyon kararı verilirse İdlib’de çatışmalar daha yoğun ve sert olacaktır. Sayı olarak yaklaşık 100.000 silahlı kişinin aynı bölgede bulunduğunu göz önünde bulundurursak İdlib bölgesine düzenlenecek bir operasyonun sonucu Sayın Dışişleri Bakanımızın da belirttiği “felakete” dönüşür. Aynı zamanda İdlib’in ülkenin en kalabalık yerleşim yeri haline geldiğini, nüfusu 3.5 milyona yakın bir bölgede sivil halkın silahlı gruplar ve terör örgütleri arasında sıkışıp kalacağını, sivil kayıpların büyük rakamlara ulaşacağını da hesaba katmak gerekiyor.

İdlib çalışmanızda PKK/PYD terör örgütünün olası bir operasyonda denkleme dahil olma talebini vurguluyorsunuz. İşler daha da karışmaz mı?

Zeytin Dalı Harekâtı’nda Afrin’i kaybeden PKK/PYD, ilçenin sınırlarına yeniden yerleşmeyi planlıyor. Hatta yaşadığı hezimeti kapatabilmek adına, İdlib operasyonunda aktif rol alarak, Afrin bölgesini yeniden ele geçirebilmenin hayalini kuruyor. Suriye rejimi ile PKK/PYD’nin maske kuruluşu Suriye Demokratik Güçleri’nin Şam’da düzenlediği bir dizi görüşmede, PKK/PYD’nin Afrin’in de operasyon alanına dahil edilmesi durumunda İdlib’de düzenlenecek operasyonlara destek verebilecekleri şartını öne sürdükleri bilgileri açık kaynaklara yansıyor. PKK/PYD’nin İdlib operasyonunda yer almak istemesinin ikinci nedeni ise ABD’nin de isteği üzerine rejimle yakınlaşma ve işbirliğini artırarak Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmek, müzakere masasında daha güçlü bir şekilde oturabilmek. Üçüncü neden ise kendisini DAEŞ ve DAEŞ türevi radikal terör örgütleriyle mücadele eden en önemli güç olarak konumlandırılmaya ve uluslararası kamuoyundan destek almaya devam edebilmek. PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e dahil olma talebinin Suriye Rejimi tarafından da kabul görmeyeceği, Rejimin de PKK/PYD varlığının Fırat batısına daha fazla kaymasına razı olmayacağı, Esad’ın PKK/PYD’yi İdlib operasyonuna dahil etmesinin bölgenin kurtarılmasından çok, bölgenin daha da karmaşık hale geleceğini değerlendireceğini düşünüyorum.

İDLİB NEDEN ÖNEMLİ? 

Türkiye için…

Öncelikle coğrafi konumundan dolayı önemli. Hatay’a bağlı Yayladağı ilçemizin güneydoğusundan, yani ülkemizin en güneyinde yer alan kara sınır noktamızdan başlayarak Altınözü ve Reyhanlı sınırına kadar uzanıyor. Türkiye’nin yaklaşık 100 km’lik Suriye sınır hattını oluşturuyor. Suriye’ye açılan en büyük kara sınır kapımız olan Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafında kalan Bab-Al Hava sınır kapısına da ev sahipliği yapıyor. 

İkinci önemli özelliği; bu bölgede asker konuşlandırmış olmamız. Hâlihazırda İdlib’i çevreleyecek şekilde 12 ayrı gözlem noktasında Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü olarak görev yapan TSK birliklerimizin konuşlanmış olması, bizim için oldukça önemli kılıyor.

Üçüncü husus ise, Zeytin Dalı Harekâtı ile TSK tarafından kontrol altına alınan ve terör örgütü PKK/PYD’den temizlenen Afrin bölgesini güneyden emniyete alması. Suriye kuzeyinde yaratılmaya çalışılan PKK/PYD terör devletçiğinin Akdeniz kıyılarına ulaşmasını engellemek açısından önemli bir coğrafi konuma sahip. 

RUSYA İÇİN... 

Rusya’nın Suriye’de iki önemli askeri üs bölgesi mevcut. 2 binden fazla askerinin bulunduğu Himeymim hava üssünde ayrıca Rus ordusuna ait uçak, helikopter, tank ve S400 füze savunma sistemleri mevcut. Tartus’taki deniz üssü ise lojistik açıdan önem arz ediyor. Hatırlanacağı üzere 6 Ocak’ta bu üslere 13 insansız hava aracıyla saldırı düzenlenmiş, Rusya, araçların İdlib’den kalktığının saptandığını açıklamıştı. Yine 3 Şubat’ta muhalifler, İdlib’in doğu kırsalında Rus Su-25 savaş uçağını düşürmüştü. Anlaşılacağı gibi, radikal terör örgütleri Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı için bir tehdit unsuru teşkil ediyor. Rusya, silahlı unsurlardan temizlenmediği sürece kendisini bu bölgede tamamen emniyet altında hissedemeyeceğini düşünüyor.

Rusya’nın diğer hedefi Suriye ve özelinde İdlib’deki Çeçen ve Dağıstan kökenli radikal terör örgütü mensuplarını bu bölgede etkisiz hale getirerek, gelecekte tehdit olmaktan çıkarmak.

İRAN İÇİN... 

İran’ın stratejik amaçlarından birisi İran ile Lübnan arasında Suriyeli muhaliflerden ve radikal gruplardan arındırılmış bir koridor oluşturmak. İdlib bu koridorun önemli bir halkası olarak görülüyor. İran, silahlı muhalif gruplar ve radikal terör örgütler temizlenmediği sürece, Suriye’deki varlığını garanti altına alamayacağını düşünüyor. 

İDLİB SENARYOLARI,

Türkiye’nin karşı olmasına rağmen Suriye Rejim güçlerinin kapsamlı bir operasyon düzenlenmesi.

Bu durumda Suriye’nin Rusya’yı ve Türkiye’yi karşısına alması, Rus hava desteğinden mahrum kalması ve bir Pirus zaferini göze alması gerekiyor ve olasılığı düşük. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin gözlem noktalarının güvenliği ve muhtemel bir göçün önlenmesi maksadıyla bölgeye takviye kuvvetler sevk etmesi, herhangi bir olumsuzluk yaşanması halinde ise birliklerimizin Suriye Rejim güçleri ve İranlı milislerle çatışması ihtimali bulunuyor.

Suriye Rejim Güçlerinin operasyonuna ABD desteği ile PKK/PYD terör örgütünün de dâhil edilmesi.

PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e müdahalesi oldukça zayıf bir ihtimal olarak görülse de, bir olasılık olarak akılda tutulmalıdır. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, tıpkı Zeytin Dalı Operasyonu sürecinde İranlı Şii Milislerin Afrin’e girişine izin verilmediği gibi, TSK’nın hem bölgedeki askeri birlikleri ve hem de takviye olarak göndereceği kuvvetleri ile PKK/PYD’ye müdahale edeceği, Afrin’den temizlenen PKK terör örgütünün bölgeye yaklaşmasına müsaade etmeyeceğini düşünüyorum. 

HTŞ’nin ve yabancı terörist savaşçıların ikna edilerek silah bırakmasının ve İdlib’i terk ederek ÖSO kontrolündeki bölgelere tahliyesinin, ılımlı muhaliflerin ise Rusya öncülüğünde Suriye Rejimi ile anlaşmaya varmalarının sağlanması.  

HTŞ ve yabancı terörist savaşçıların İdlib bölgesindeki yegâne sorun olduğu görülüyor. HTŞ’nin silahlarını bırakmaya ikna edilmesi ve Fırat Kalkanı bölgesine sevk edilmelerinin muhtemel çatışmaları azaltacağı, diğer grupların da Rejim güçleriyle anlaşabilecek bir yol bulabilecekleri değerlendirilmekte. Ancak bu durumda da HTŞ’nin Fırat Kalkanı Bölgesi’ne nasıl entegre edilebileceği, bu bölgede nasıl rehabilite edilebileceği gibi bir sorunla karşılaşılması riski karşımıza çıkacaktır.

HTŞ’nin ikna edilememesi ve HTŞ’nin bölgeden çıkarılması maksadıyla diğer muhaliflerin HTŞ ile çatışmaya girmesi, ılımlı muhaliflerin Rejim ile anlaşmaya varması.

Bu maksatla aralarında çatışmaların hâlihazırda devam ettiği Ahrar-ı Şam ve Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun desteklenmesi ihtimali de düşünülmelidir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde de HTŞ’nin büyük oranda direnmesi ve yüksek yoğunluklu çatışmaların yaşanması, yerleşim yerlerindeki sivillerin zarar görmesi olasılığının artması, ayrıca bölgede konuşlu TSK birliklerinin emniyetine ilişkin risklerin artması ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Suriye Rejiminin Mahdut hedefli bir operasyon düzenlemesi, HTŞ’nin ikna edilerek silah bırakması ve ülke dışına tahliyesi.

Türkiye’nin çıkarları açısından en akla yatkın senaryonun bu olabileceğini düşünüyorum. Son bir ay içerisinde Suriye Rejimi tarafından hava saldırıları ve topçu atışlarının düzenlendiği bölgeler incelendiğinde, muhtemel bir operasyonda Suriye Rejim güçlerinin Yayladağı’nın güneydoğusunda, sınırımıza yaklaşık 20 km mesafedeki Gab Vadisi’nde yer alan Cisr el Şuğur ve yine Yayladağı’nın güneyindeki Türkmen Dağı yani Bayırbucak bölgesini hedef alacağı anlaşılıyor. Mahdut hedefli bir İdlib operasyonu seçeneği gerçekleşirse HTŞ’nin kendisine yönelik bir operasyonun düzenleneceğine ikna olması, ya çatışarak imha olmayı ya da çatışamadan silah bırakarak bölgeden ayrılmayı seçmeye daha kolay ikna edilebileceğini düşünüyorum. Çatıştığı takdirde imha olacağına ikna edilebilirse HTŞ unsurlarının Yemen, Afganistan ya da başka bir bölgeye tahliye edilmesi dahil seçenekler düşünülebilir. Yine bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda Bayırbucak Türkmenlerine yönelik bir Rejim saldırısının ülkemiz için büyük sorun yaratacağı, bölgedeki soydaşlarımızın korunması maksadıyla Türkiye’nin bu bölgeye yönelik operasyona mutlak karşı çıkacağı ve hatta bölgeyi korumak adına çeşitli yöntemlerle rejim güçlerine karşılık vereceğini akılda tutmak gerekiyor.

ÖRGÜTLERDE KİM KİMDİR?

* İdlib’deki Baş Aktör HTŞ kimlerden oluşur?

2011’de El Kaide’nin onayı ile Suriye’ye geçerek örgütlenmeyi başlatan Suriyeli Ebu Muhammed Culani, Ocak 2012’de Nusra cephesini kurduğunu ilan etmiş, Nisan 2013’te Irak İslam Devleti terör örgütü lideri Ebubekir Bağdadi Nusra Cephesi’ni feshettiğini DAEŞ’ı kurduğunu duyurmuştu. Üç yıl boyunca DAEŞ ve Nusra arasında anlaşmazlıkların yaşanmasının ardından Temmuz 2016’da Culani, Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’ni feshettiklerini, El Kaide ile bağlarını koparttıklarını ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin kurulduğunu ilan etmişti. Ocak 2017’de ise birçok silahlı grup kendilerini feshederek Şam’ın Fethi Cephesi öncülüğünde HTŞ oluşturdu. İdlib’de yaklaşık 18-20.000 silahlı gücünün bulunduğu biliniyor. 

* Başka Hangi Aktörler var? 

Eski Nusra gruplarının HTŞ’den ayrılması sonucunda 2017’de kurulan Tanzim Hurras ed-Din, yani ‘Dinin Muhafızları’ var. Bu örgüt, İdlib gerginliği azaltma bölgesini tanımayarak rejim ve rejim yanlısı milislere karşı saldırılar düzenliyor. Hurras ed-Din’in Türkiye’yi düşman olarak görmesi de dikkate alınmalı. Sahada yer alan bir diğer başat aktör Cephe Tahrir Suriye (CTS). Bölgede önemli bir yere sahip. Zaman zaman HTŞ ile çatışmaya girdiği biliniyor. İdlib’deki diğer gruplara nazaran daha büyük bir askeri gücü bulunan Ahrar’uş Şam, diğer irili ufaklı grupları kendi çatısı altında birleştirme gücüne de sahip. Yeni sayılabilecek bir diğer oluşum ise Ulusal Özgürleştirme Cephesi (UÖC). Mayıs 2018’de İdlib’de konuşlu muhalif grubun birleştiklerini duyurmasıyla kurulan bu yapı içinde 11 farklı grup var. UÖC, İdlib bölgesinde ortak hareket etmeyi başarabilirse önemli bir güç olarak bölgedeki yerini alabilir. 

* Bir de Türkistan İslam Partisi (TİP) var, değil mi? 

Çin Halk Cumhuriyeti’nin dikkatle izlediği bir örgüt bu. Yaklaşık 4.000 kişilik bir silahlı güce sahip grubun asıl amacı, Suriye iç savaşından edindiği tecrübeyi ‘Doğu Türkistan’ın Çin işgalinden kurtarılması’ yönünde kullanmaktır. İdlib bölgesinde görünürlüğü az olmakla birlikte DAEŞ terör örgütü unsurlarının varlığından da bahsedebiliriz. Özellikle Hama ve Humus bölgelerindeki varlığı en aza indirilen DAEŞ terör örgütü mensuplarının İdlib’e girmesine izin verilmesi ile bu bölgede hücre yapılanmasına gittikleri biliniyor.

KİMDİR?

Kara Harp Okulu'ndan mezun olarak Piyade teğmen rütbesi ile göreve başladı. Çeşitli birliklerde komutanlık ve karargâh subaylığı yaptı. Son olarak Genelkurmay Başkanlığı Terörizmle Mücadele Şubesinde Uluslararası Terörizmle Mücadele Amirliği görevinde iken 2016 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkez Başkanı olarak çalışan Bural’ın İdlib bölgesi ile ilgili olarak, ‘İdlib’de Riskler ve tehditler: Malhama ve İngimasi’; ‘İdlib Açmazı’; ‘Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib’ ve ‘İdlib Senaryoları’ başlığıyla çalışmaları bulunuyor. 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/100-bin-silahli-kisinin-oldugu-yerde-operasyon-felakete-donusur-40937724


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücreleri 
  mi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 


***

İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma



Erol Başaran Bural 
Tasfiye-Entegrasyon 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
27 Eylül 2018 Perşembe
İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon



Türkiye’nin Haklı Çekinceleri ve Soçi Mutabakatı

Fırat’ın doğusundaki terör örgütü PKK bölgesi haricinde, Suriye Rejim güçlerinin 
elinde bulunmayan son iki bölge: Suriye güneyinde El Tanf ve batısında İdlib 
bölgeleri. Türkiye’nin hemen yanıbaşında bulunan İdlib bölgesi, Tanf’a nazaran 
daha kritik. ABD destekli muhaliflerin barındığı Tanf bölgesi gözlerden uzak 
konumuyla uzun süredir çatışmaların yaşanmadığı bir bölge. Ayrıca bölgede bir de ABD askeri üssünün bulunduğu belirtiliyor. Ancak İdlib için durum çok farklı. 
İdlib, iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana nüfusu yaklaşık üçe katlanmış, 
muhalif grupların ve terör örgütlerinin bir arada bulunduğu, ayrıca yabancı 
teröristleri de içinde barındıran en krtitik bölge.

Suriye Rejiminin düzenlediği operasyonlar süresince yaşanan sivil kayıplar ve 
insani dram, “nereye giderlerse gitsinler” gözüyle bakılan sivillerin yer 
değiştirmeye zorlanması, tabir yerindeyse “züccaciye dükkanına girmiş fil” 
görüntüsü veren Suriye Rejim güçleri ve İran’lı milislerin vahşet seviyesine 
varan operasyonları, Rusya’nın hava bombardımanının yıkıcı etkileri, Tahran 
zirvesi öncesi Dera’nın ardından gündeme gelen İdlib meselesini Türkiye’nin de 
gündemine oturttu. Temmuz ayı sonlarında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rus Haber Ajansı TASS’a verdiği bir mülakatta, Suriye Rejiminin müteakip ve en yakın hedefinin İdlib bölgesi olduğunu, “İdlibliler ya teslim olacak ya da ölecek” 
şeklinde acımasız bir çözüm yolunu dile getirmesi de Türkiye’nin dikkatinden 
kaçmadı.[i]

Bu faktörleri göz önünde bulunduran Türkiye; sivil kayıpların yaşanabileceği, 
sınırlarımıza yönelik olası bir sığınmacı akını, bölgede konuşlu askerlerimizin 
güvenliği gibi üç haklı endişe ile İdlib’e yönelik bir Rejim operasyonunu 
durduracak ve bölgede diyalog - iknayı ön planda tutacak bir çözüm tarzını 
ortaya koydu. 

7 Eylül Tahran zirvesinde çatışmasızlığın yerine askeri  müdahaleyi ön plana 
daha çok çıkaran bir adım atıldığının gözlemlenmesi üzerine, Tahran’dan tam 10 
gün sonra 17 Eylül 2018’de Soçi’de Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya lideri Putin arasında bir zirve düzenlenerek, Suriye Rejimi dahil olmak üzere sahada yer alan ve almayan hemen hemen tüm taraflar ile uluslararası kurum/kuruluşların da takdirini ve desteğini kazanan bir mutabakata imza atıldı.

Soçi’de iki ülke savunma bakanlarınca imzalanan mutabakat zaptına göre özetle; Rusya Federasyonun İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacağı; 15-20 kilometre derinliğinde silahsızlandırılmış bölgenin (demilitarized zone) kurulacağı; çatışan taraflara ait ağır silahların (Çok namlulu roketatar sistemleri, tank, havan, top vb.)10 Ekim’e kadar silahsızlandırılmış bölgeden çekileceği; terörist grupların, silahsızlandırılmış bölgeden 15 Ekim’e kadar çıkacağı; belirtilen bölgede Türk ve Rus askerleri tarafından devriye faaliyetleri yürütüleceği, M4 (Halep-Lazkiye) ve M5 (Halep-Hama) otoyollarının 2018 sonuna kadar güvenliği sağlanarak trafiğe 
açılacağı; bu faaliyetler kapsamında İran, Rusya, Türkiye’nin Müşterek 
Koordinasyon Merkezi kuracağı hususları karara bağlandı.[ii]

Soçi Zirvesinin ardından İdlib’e yönelik hava ve topçu taarruzları 
sonlandırılırken Suriye Rejim güçlerinin İdlib sınırına yaptığı yığınaklanma 
geri çekildi. Buna paralel olarak; bölgede bir insani dramın yaşanmasının önüne 
geçilmiş, ülkemize yönelik sığınmacı göçü önlenmiş, gözlem noktalarımızın 
takviye edilmesi sağlanmış, bu noktaların güvenlik seviyeleri artırılmış oldu.   


Silahsızlandırma, Tasfiye, Topluma Kazandırma (Entegrasyon)Nedir?

Silahsızlandırma, Tasfiye, Topluma Kazandırma (STT) uygulamaları, uygulamanın yapılacağı coğrafyaya, çatışmaların yoğunluğuna ve karakterine, sürece dahil olan aktörlere, silahlı grupların kapasitesine, çatışma alanına dışarıdan müdahil olan ülke-grupların yaklaşım tarzlarına, uygulamanın zamanlamasına göre farklılık gösterebilse de, İdlib bölgesinde STT’ye yakın bir uygulama tarzının seçildiği görülüyor.

Konuyla ilgili bir incelemede[iii]; Silahsızlan(dır)ma, Tasfiye ve Topluma 
Kazandırma faaliyetinin silahlı çatışmaların sonlandırılması ve barışın 
sağlanmasında önemli bir faaliyet alanı olduğu belirtiliyor. STT; silahların 
teslimi, silahlı örgüt militanlarının özel olarak hazırlanmış 
bölgelerde/tesislerde toplanması ve terhis (terhis kavramı silahlarını bırakan 
grupların tasfiyesi, dağıtılması anlamında kullanılmaktadır), topluma yeniden 
giriş ve uzun dönemli topluma kazandırma olarak beş aşamalı bir programdır. 
BM’ninbu hususda yaygın kabul gören bazı tanımları şu şekildedir:

Silahsızlan(dır)ma (Disarmament): Devlet dışı silahlı grupların ve aynı zamanda 
sıklıkla sivil halkın elindeki her türlü silah, mühimmat ve patlayıcıların 
toplanması, kayıt altına alınması ve imha edilmesidir. Silahsızlan(dır)ma aynı 
zamanda uygun bir silah yönetim programının da geliştirilmesini kapsamaktadır. Silahsızlanma, ilgili devlet dışı aktörün (İsyancı grup, terör örgütü, milis grubu) gönüllü olarak silah bırakmasını ifade ederken, silahsızlandırma kapsamında zorlamayı da barındırmaktadır. 

Tasfiye Etme (Demobilisation): Silahlı grupların militanlarının resmen ve 
kontrollü olarak dağıtılmasıdır. İngilizce Disbandement sözcüğünün de 
kullanıldığı olmaktadır. İki aşamalı olarak uygulanır.

Topluma Kazandırma (Reintegration):Çatışmalarda silahlı militan ve milis olarak 
katılanların sivil vatandaş statüsüne geçmeleri, devamlı iş ve gelir imkânı 
kazanmalarını kapsayan bir süreçtir. Topluma Kazandırma temel olarak açık uçlu sosyal ve ekonomik bir süreçtir, esas olarak yerel seviyedeki topluluklar 
içerisinde oluşur. Bu süreç bir ülkenin genel kalkınmasının bir parçasıdır, 
ulusal bir sorumluluktur ancak sıklıkla uzun dönemli dış yardımı da gerektirir.

STT Süreçlerinde Genel Zorluklar

Bir başka çalışmada[iv] STT ile ilgili genel zorluklar şu şekilde ifade 
ediliyor: STT, bir ülkedeki silahlı çatışmalar sonrasında uzun dönemli bir barış 
için yeterli güvenlik ve asgari ihtiyaçları karşılayan bir ortamın yaratılması 
ve sürdürülmesini sağlayan mekanizmalardan biridir. El Salvador, Kamboçya, 
Mozambik, Angola, Liberya, Sierra Leone, Guatemala, Tacikistan, Burundi ve daha pek çok bölgede bu programlar uygulanmıştır. STT programları teröristlere, silahlı mücadeleden daha mantıklı/çıkarcı çözüm seçeneklerinin olduğunu gösterir. Ancak bu işlevi görebilmesi için STT programlarının, üzerinde 
uygulanacak tarafın ihtiyaç, ilgi ve kabiliyetlerini göz ardı etmemesi gerekir.

Silah bıraktırma aşamasında yaşanan en önemli sıkıntılardan biri, teröristlerin 
ellerindeki silahlardan bir kısmını saklaması veya sivil halka dağıtmasıdır. 
Bunun önüne geçebilmek için çapraz istihbarat yöntemlerine başvurulması gerekir. Teslim edilen her silaha belirli bir miktar para verilmesi şeklindeki 
tedbirlerin ancak bir noktaya kadar etkili olması beklenir. Zira hayatlarının 
önemli bir kısmını silahla geçiren ve bundan sonraki yaşamlarında da güvenlik 
kaygısı taşıyacak olan bireylerin bütünüyle silahlardan ari kalmasını beklemek 
iyimserlik olur.

Tasfiye, teröristlerin örgütten ayrılarak topluma intibaklarının sağlanmasıdır. 
Tasfiye süreci, en kritik aşamadır. Bu sürecin başarısız olması, diğer süreçleri 
ve dolayısıyla barış sürecini bütünüyle olumsuz etkiler. Tasfiye sürecinde 
teröristlerden bir kısmı, özellikle de silahlı eyleme katılmamış olanlar, kayıt 
altına girmemek amacıyla kendiliklerinden örgütten ayrılarak toplumsal hayata 
girme teşebbüsünde bulunabilirler. Tasfiye sürecinin başarılı olması için o 
örgütün komuta yapısının çökertilmesi gerekir. Bu yapılamadığı takdirde, tasfiye 
edildiği zannedilen örgütün yeniden toparlanması riski vardır.

Kısa vadeli değerlendirmede bıraktırılan silah sayısı, tasfiye edilen terörist 
sayısı veya bütünleştirilen kişi sayıları dikkate alınır. Ancak bu rakamlar 
yanıltıcı olabilir. Bu nedenle uzun vadeli değerlendirmede sorunun tabanının 
kaybolup kaybolmadığına, bütünleştirilen fertlerin toplum tarafından kabul 
edilebilirlikleri ve tatmin olma durumlarına, STT programından çıkan bireylerin 
yeniden silahlı eyleme yönelik eğilimlerine bakılır.

Topluma Kazandırma(Bütünleştirme), STT programının son basamağı olup, tasfiye edilen teröristlerin toplum içinde yaşamlarını sürdürmelerine yetecek düzeyde bir gelir veya istihdam desteğiyle sivil bir statü elde etmelerinin 
sağlanmasıdır. BM bütünleştirmeyi, tasfiye edilen silahlı grubun üyelerinin 
sivil bir statü ve sürdürülebilir istihdam ve gelir elde etmelerini sağlayan 
süreç olarak tanımlamaktadır.

Bütünleştirme aşamasında, örgüt üyelerinin eski durumlarından daha iyi bir 
duruma getirilememeleri halinde, huzursuzluklar baş gösterir. Bu huzursuzluklar 
zamanla barış sürecini olumsuz etkileyebilir. Oysa tasfiye edilen örgüt üyeleri 
şayet yeterli destek sağlanmazsa, hiçbir geliri olmadığı halde toplumsal hayatın 
içine girerler. Bu durum, hem örgütteki hem de örgüt hayatından önceki 
dönemlerinden de daha aşağı bir varlık durumunu ifade eder. Bütünleştirme, çoklu aktörlerin koordinasyonunu gerektiren iyi bir planlama ve ekip işidir. Bu süreç, kısa zaman dilimlerine inhisar edilemez. Ucu açık bir süreçtir. Bu nedenle de nelerin olup bittiğinin sürekli olarak gözlemlenmesi, değerlendirilmesi ve 
gereken noktalarda strateji değişiklikleri yapılması gerekir.

Silah bıraktırma, tasfiye ve örgüt üyelerinin aileleri ve toplumla yeniden 
bütünleşmelerinin sağlanması zaman alıcı, pahalı ve zor bir süreçtir. STT 
programları sıradan teknik bir işlem sürecinin ötesinde hassas bir toplum 
mühendisliği işidir.

İdlib’de Güvenliğin Tesisine Yönelik Yol Haritası ve STT

Soçi mutabakatın tam olarak sonuçlanması için İdlib bölgesinin tamamının 
silahlardan ve terör örgütlerinden arındırılması, bölgede güvenlik ve istikrarın 
sağlanması gerekiyor. Söz konusu amaca ulaşana dek İdlib’de oldukça kırılgan bir zeminle ve sıkıntılı süreçlerle karşılaşılabileceğini akılda tutmak gerekiyor.

İdlib bölgesinde Türkiye ve Rusya öncülüğünde yürütülecek faaliyetler BM 
nezdinde uygulanan STT uygulamaları ile benzerlik gösteriyor. İdlib’de STT’nin 
tüm aşamaları birebir uygulanmayabilirse de, İdlib özelinde bu faaliyetlerin üç 
ana safhada gerçekleşebileceğini öngörmek mümkün gibi duruyor.

-       Birinci safha; silahsızlandırılmış bölgenin tesisi, bu bölgedeki terör 
örgütlerinin ağır silahlarını teslim etmeleri ve bölgeyi terk etmelerini 
kapsıyor.

Soçi Mutabakatında üzerinde anlaşmaya varılan silahsızlandırılmış bölgenin 
oluşturulması,  hem Rejim hem de İdlib’de silahlı grupların ağır silahlarını 
bölgeden çekmesi, radikal terör örgütlerinin bu bölgeyi terk etmesi, 
çatışmaların önlenmesi maksadıyla yürürlüğe konan “Silahsızlandırılmış Bölge” 
kavramını yeniden dünya  gündemine getiriyor.

Silahsızlandırılmış bölge (demilitarized zone); taraflar arasında anlaşmaya 
varılmış, çatışmaya taraf hiçbir grup tarafından askeri amaçlarla 
kullanılamayan, sözlü ya da yazılı anlaşmalara dayanan, çatışmaların devam 
ettiği veya barışın sağlandığı dönemlerde ilan edilebilen bölge anlamına 
gelmektedir.[v] Bilinen en önemli örneği; 1953 yılında tesis edilen, 250 km 
uzunluğunda ve 4 km genişliğindeki Kuzey ve Güney Kore arasında çatışmasızlığı sağlamak amacıyla tesis edilen Kore Silahsızlandırılmış Bölgesi.[vi] Kore yarımadası haricinde, Kuzey ile Güney Vietnam, Irak ile Kuveyt, Sudan ile Güney Sudan, İsrail ile Mısır arasında örnekleri görülen silahsızlandırılmış bölge 
çatışan taraflar arasında oluşturulan silahlardan ve askeri faaliyetlerden 
arındırılmış bölge olarak da görülebilir.

İdlib’de oluşturulacak silahsızlandırılmış bölgenin sınırlarının; bölgenin 
coğrafi yapısı ve yerleşim alanlarının özellikleri de dikkate alınarak 
belirlendiği MSB tarafından açıklanmıştı.[vii] İdlib’de 12 gözlem noktası 
bulunan Türkiye ve 10 gözlem noktası bulunan Rusya, bu noktaların birleşiminden oluşan; M4 ve M5 karayollarının İdlib sahasında kalan bölümlerini de içine alacak; kritik arazi arızaları da göz önünde bulundurulacak şekilde, İdlib 
çevresinde yaklaşık 15-20 km.lik bir silahsızlandırılmış bölge tesis ediyor. 
Adına tampon bölge de denilebilecek bu bölgede bulunan terör örgütlerinin ağır 
silahlarıyla birlikte bu bölgeden çekilmeleri gerekiyor.

İdlib’de Türkiye ve Rusya iş birliği ile teşkil edilen silahsızlandırılmış bölgenin;

-        Suriye Rejim güçleri ve İran destekli milisler ile İdlib bölgesinde 
bulunan silahlı gruplar arasında bir tampon bölge oluşturacağını,

-           Rejimin İdlib’e yönelik kara operasyonlarını önlediğini,

-           Sivil kayıpların yaşanmamasını sağladığını,

-         Çatışmalardan kaçmak isteyecek sivillerin en yakın sınır komşusu 
Türkiye’ye yönelmelerine engel olduğunu,

-       Rus askeri mevcudiyetine yönelik tehdidin bir miktar daha 
uzaklaştırılmasını sağladığını söylemek mümkündür.

Açık kaynaklarda yer alan teyide muhtaç bilgilere göre Hurras El Din, Ensar El 
Tevhid, Ensaruddin Cephesi, Ensar Allah, El Furkan ve Cund El Kafkas gibi 
örgütler çekilmeyi reddederken, Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) ve Türkistan İslam 
Partisi (TİP) gruplarının da Soçi anlaşmasını tanımadıkları biliniyor. Hatta 
Hurras El Din örgütünün yaptığı yazılı açıklamayla, Rusya ve Türkiye arasında 
imzalanan İdlib mutabakatını tanımadığını duyurarak “Cihadımız yıkmak 
istediğimiz tağutun (Suriye) yerine başka tağut (Türkiye) gelsin diye değildir” 
diyerek Türkiye’ye sert tepki gösterdiği belirtiliyor.[viii]HTŞ henüz resmi bir 
açıklama yapmasa da silah bırakma ya da tasfiye gibi bir seçeneğe karşı 
durdukları da sahadan gelen bilgiler arasında.

Silahsızlandırılmış bölgenin oluşturulması kapsamında iki önemli yöntem ön plana çıkıyor. Bunlardan birincisi iknaya dayalı yöntem. Mutabakat gereğince 10 Ekim tarihine kadar ağır silahların belirlenen bölgeden çıkarılması şartının yerine 
getirilebilmesi için Ulusal Özgürleştirme Cephesi (UÖC) unsurları ile radikal 
gruplar, istihbarat örgütleri ile radikal gruplar ve bölgenin kanaat önderleri 
ile radikal gruplar arasında iknaya dayalı görüşmelerin yapılması muhtemel 
gözüküyor.

İknanın koşulları olarak büyük bir ihtimalle; öncelikle radikal terör 
örgütlerinin kendilerini fesh etmeleri ve UÖC’ye katılmaları, UÖC’ye katılmak 
istememeleri halinde bölgeyi terk etmeleri, her iki duruma da karşı çıkmaları 
halinde zor kullanma seçenekleri dile getiriliyor.

İkinci yöntem ise ikna edilemeyen gruplara karşı zor kullanılması. 
Silahsızlandırılmış bölgeden ağır silahlarını çekmeyen gruplara karşı miat 
olarak belirlenen tarihten sonra öncelikle UÖC ve ardından yine de yeterli 
ilerleme sağlanamazsa bölgede konuşlu askeri birliklerin muhtemel bir 
müdahalesinin söz konusu olma durumu okunabiliyor.

Tüm bilgilerin değerlendirilmesi ışığında; her ne kadar radikal terör grupları 
tarafından Soçi Mutabakatına yaklaşım pek de olumlu olmasa da, 
silahsızlandırılmış bölgenin tesisi sırasında yoğun bir mukavemet 
göstermeyecekleri, çekileceklerini kamuoyuna açıklamadan çekilebilecekleri, bu 
safhanın hayata geçirilmesinde büyük bir ihtimalle dirençle karşılaşılmayacağını 
söylemek mümkün. 

-           İkinci safha; M4 ve M5 karayollarının emniyete alınarak ulaşıma 
açılması.

2018 yılı sonuna kadar gerçekleştirilecek bu safha için öncelikle 
silahsızlandırılmış bölge safhasının hayata geçirilmesi gerekiyor. 
Silahsızlandırma sağlandıktan sonra ise halihazırda karayolları üzerindeki ÖSO 
ve HTŞ’ye ait kontrol noktalarının kaldırılması, muhtemelen Türk ve Rus 
askerleri tarafından oluşturulacak yeni kontrol noktalarının tesisi, karayolu 
üzerinde devriye görevleri icra edilmesi, karayolunun havadan İHA ve SİHA’larla 
kontrol altında tutulması şeklinde bir sistem uygulanabilecektir.

Halep’i  Lazkiye’ye bağlayan M4, yine Halep’i Hama-Humus ve Şam’a bağlayan M5 karayolları Suriye rejimi ve Rusya için oldukça önemli bir ikmal güzergahı. 
Ancak bu güzergah İdlib’de yaklaşık son üç senedir yönetimi elinde bulunduran 
radikal gruplar için gelir kaynağı sağlarken aynı zamanda İdlib merkezin 
kontrolünü kolaylaştıran bir ana ikmal yolu statüsüne sahip. Bu nedenle radikal 
grupların kontrol noktalarını kaldırmaları hususunda bir miktar da olsa 
direnebilecekleri, karayolunun güvenliğini sabote edecek bir takım faaliyetlerde 
bulunabilecekleri öngörülebilir.

-         Üçüncü safha ise; muhtemelen İdlib kuzeyi ve batısına yönelecek tüm 
terör gruplarıyla mücadele, İdlib’in tamamen kontrol altına alınması ve 
güvenliğin sağlanması.

Silahsızlandırılmış bölgenin tesisi ve karayollarının güvenliğinin sağlanmasının 
ardından belki de en zor ve diğerlerinden daha uzun süreli olacak safha bu. 
Silahsızlandırılmış bölgenin tesisinin ardından eskisine nazaran daha da dar bir 
alana sıkışacak radikal terör grupların silahsızlandırılması kapsamında, İdlib 
bölgesi genelinde gönüllülüğe dayalı bir silahsızlanmadan çok zora dayalı bir 
silahsızlandırma olabileceği de ortaya çıkıyor. Bu safha son aşama olarak 
görülürse; terör örgütlerinin ortadan kaldırılması maksadıyla bu örgütlerin 
muhtemelen tüm silahlarını teslim etmeleri yönünde bir adım atılabileceiğini 
söylemek mümkün olabilir.

Burada akla gelen soru; radikal grupların silahlarını teslim etme görüntüsü 
altında silah saklama, silahların bir kısmını teslim ederken bir bölümünü daha 
sonra kullanılacak şekilde depolama/gömme ihtimali olup olmadığıdır. Bu şekilde bir ihtimalin mevcudiyeti her zaman için var olmakla birlikte, belirtilecek süre zarfının dışında ortaya çıkacak/yakalanacak silahların kime ait olduğunun 
tespiti halinde müeyyide uygulanacağı bilgisinin önceden iletilmesinde fayda 
görülmektedir.

İdlib bölgesinde silahlı grupların tasfiyesi aşamasına geçilmesi için ise 
öncelikle silahsızlandırma safhasının geride bırakılmış olması gerekiyor. 
Tasfiye için terör örgütlerinin kendilerini fesh etmeleri, silahlı çatışmalardan 
vazgeçtiklerini ve silah bıraktıklarını açıklamaları, “ılımlı muhalif” olarak 
nitelendirilen diğer gruplara katılmaları, bölgeyi terk etmeleri gibi 
seçeneklerin hayata geçmesi muhtemel olabilecektir. Tasfiye safhasının, 
silahsızlandırma safhasıyla paralel olarak da yürüyebileceğini akılda tutmak 
gerekebilir.

Radikal gruplarının kendilerini tasfiye ederek diğer gruplara katılma kararı 
almaları halinde halihazırda da var olan gruplar arası iç çatışmaların 
yaşanabileceği, grupların birbirlerini kabullenme derecelerinin ne şekilde 
cerayan edeceği, radikal gruplarının diğer gruplara katılması durumunda ılımlı 
sayılan muhalifleri de kendi radikal çizgisine çekme ihtimali olup olmadığı, 
gelecekte bu grupların başka bir radikal grup adı altında yeniden faaliyete 
başlayabilecekleri akılda tutulmalıdır.

İdlib bölgesinde konuşlu bazı radikal grupların uzun süredir aileleri ile 
birlikte bölgede yerleşik oldukları, bazı terör örgütü üyelerinin yerel halktan 
evlilikler yaparak yaşadıkları bilinmektedir. Söz konusu grupların silahlı 
elemanlarının ailelerinin, çocuklarının bulunduğu göz önüne alındığında tasfiye 
ve entegrasyon sürecinin başka bir boyutu ve zorluğu da ortaya çıkmaktadır. Bu 
ailelerin akıbeti, sosyal hayata ve topluma kazandırılmalarının hangi 
yöntemlerle yapılacağı düşünülmelidir.

İdlib Sürecine İlişkin Olasılıklar

Soçi Mutabakatının başarısızlıkla sonuçlanmasını arzu edebilecek aktörlerin 
sayısı az değildir. Bunlardan birincisinin radikal terör örgütleri olabileceğini 
söylemek yanlış olmayacaktır. Açık kaynaklara yansıyan açıklamalarından da 
anlaşılacağı üzere diyalogla çözüme pek de yanaşmayan bu gruplar süreci 
baltalamak üzere özellikle ikinci safhadan itibaren bir takım eylem 
girişimlerinde bulunabilirler. Söz konusu örgütler bulundukları bölgeden etki 
sahalarının içerisindeki Hama, Humus, Lazkiye vb. diğer bölgelere uzun menzilli 
roket-füze saldırıları düzenleyebilirler.

Bir diğeri ise PKK/PYD terör örgütü. İdlib sürecinin zamana yayılması, 
dikkatlerin bu bölgede yoğunlaşması nedeniyle Fırat’ın doğusunun gözlerden uzak kalması maksadıyla PKK/PYD bu bölgede veya Afrin-El Bab hattında terör eylemleri düzenleyebilir ya da muhtemel eylemleri destekleyebilir.

İdlib’in terör örgütlerinden temizlenmesi safhasında radikal terör örgütlerinin 
kendi isteği ile silah bırakması ihtimali zayıf olarak görülmektedir. Ancak bu 
grupların yapısının tek bir çatı altında farklı grupları barındırması nedeniyle 
içlerinden bazı grupların ikna edilmesi ve ana gruptan koparılarak ılımlı 
muhaliflere katılımının sağlanması mümkün olabilir.

Gelecekte problem konusu olabilecek bir diğer konuda bölgedeki yabancı 
teröristlerdir. Terör örgütleri içerisinde yer alan Suriye uyrukluların 
gelecekte ikna edilerek diğer gruplara ve sosyal hayata entegrasyonu söz konusu olabilecekken, yabancı teröristler için bu husus biraz daha zor görülmektedir. Bu nedenle bölgedeki yabancı teröristlere yönelik nokta operasyonları, hava harekatları düzenlenmesi, ya da bu grupların menşei ülkelere gidişlerine yol verilmesi gibi hususlar gündeme gelebilecektir.

İdlib bölgesi içerisindeki birinci önceliğimiz gözlem noktalarının güvenliği. 
İkinci sıradaki önemli ve kritik bölgeler mülteci kamplarıdır. Bu nedenle terör 
örgütlerinin daha önce de yaptıkları gibi mülteci kamplarına yönelik terör 
eylemleri ile süreci sabote etme girişimleri olabileceği göz önünde 
tutulmalıdır.

Sonuç yerine

Soçi mutabakatı, Türkiye ve Rusya, bölgede yaşayan sivil halk ve uluslararası 
toplum açısından oldukça önemli bir adımdır. Mutabakatla; İdlib bölgesi 
Türkiye’nin güvenliğini de etkileyecek şekilde bir krize girmemiş, sivil 
kayıplar yaşanmamış, büyük bir göç dalgası önlenmiştir. Mutabakatın hayata 
geçirilmesi için sahadaki uygulamalar büyük önem arz etmektedir. Küresel anlamda BM çatısı altındaki birimlerce hayata geçirilen Silahsızlandırma, Tasfiye ve Topluma Kazandırma programlarının bir benzerinin İdlib bölgesinde Türkiye ve Rusya önderliğinde uygulanabilecek olması her iki ülkeye de büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Uygulamada en büyük problemin zaman baskısı, terör örgütlerinin ve bazı aktör devletlerin süreci sabote etme ihtimalleri olduğunu söylemek mümkündür.

Türkiye’nin İdlib bölgesindeki ana görevinin her an için barışı zorlama 
harekatına dönüşebileceğini bundan yaklaşık bir yıl önce ilk birliklerimiz 
İdlib’e girdiğinde belirtmiştim.[ix]Bu zorlu görevde, farklı karakterlerde 
aktörlerin bulunduğu, tarafların birbirleriyle ilişkilerinin sağlam zeminlere 
oturmadığı, aktörlerin amaç ve yöntemlerinin her an değişebileceği hususları göz önünde bulundurulmalı, bu girişimin uzun vadede başarılabilecek bir harekat nevi olduğu, bir tek personelimizin burnunun dahi kanamamasının temel amaç olarak önde tutulması gerektiği, İdlib bölgesinde yürütülen sürecin başarılı 
sonuçlarının Fıratın doğusuna önemli bir etkisinin olacağı düşünülmektedir.

KAYNAKÇALAR;

[i]http://www.star.com.tr/guncel/esad-ile-pydden-idlib-oyunu-haber-1369185/

[ii]http://www.milliyet.com.tr/iste-10-maddelik-anlasma-3-lu-siyaset-2745615/

[iii]Dr. Oktay BİNGÖL, (2015), Silahsızlan(dır)ma, Terhis Etme, Topluma 
Kazandırma (STT) Programları ve Afganistan Bağlamında Bir İnceleme, Merkez 
Strateji Enstitüsü, Rapor No:009

[iv]Dr. Sefer YILMAZ 2013 Silahlı Örgütler Üzerinde Çatışma Yönetimi: Silah 
Bıraktırma, Tasfiye ve Bütünleştirme Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Manisa 
Yönetim ve Ekonomi Cilt:20 Sayı:1 (Not: Alıntı yapılan kıymetli makalede 
Re-entegrasyon kelimesi Bütünleştirme olarak çevrilmiş olmasına rağmen, konu 
bütünlüğü sağlamak adına Bütünleştirme kelimesi yerine Topluma Kazandırma, 
makalede geçen STB kısaltması yerine ise STT kısaltması kullanılmıştır.)

[v] https://casebook.icrc.org/glossary/demilitarized-zones

[vi] https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/KP%2BKR_530727_AgreementConcerningMilitaryArmistice.pdf

[vii] http://www.milliyet.com.tr/idlib-de-silahlardan-arindirilacak-bolgenin-ankara-yerelhaber-3047657/

[viii] https://tr.sputniknews.com/amp/columnists/201809241035344130-soci-anlasmasi-idlib-cihatci-orgutler-silahlarini-teslim-etmiyor/?

__twitter_impression=true

[ix] http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2017/10/11/8723/idlibde-riskler-ve-tehditler-
malhama-ve-ingimasi


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücreleri 
  mi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 

***