SİSTEMİN "HEGOMONİK" SÖYLEMİNE TUTULMAK SORUNU
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
08.02.2015
100 yıla yakın Kürtlerin ulusal, Alevilerin dinsel asimilasyonuna karşı büyük karşı koyuşlar olsa da, bu karşı koyuşun ön saflarında yer alanlarda bile zamanla sistemin "hegemonik söylemleriyle" aynı safa düşmekten geri kalınmıyor. Bu söylemlerin başında "Kürt sorunu" ve "Alevi sorunu" söylemlerinin söylene söylene kavramlaştırılmasıdır. Bilindiği gibi 'sorun' Arapça'da 'Mesele' Batı dillerinden Türkçe'ye 'problem' şeklinde geçmiştir. İster sorun, ister mesele isterse problem diyelim; temel anlamı, olumsuzluktur. Batı emperyalizm ve yayılmacılığının kendi dışındaki yerlere gidişinin asıl nedenini gizlemek için kendisini 'uygarlaştırıcı / modernleştirici misyonerliği' şeklinde tanımlamıştır. Eğer bir burada bir problem varsa o problem, Batı'nın kendisini bu misyonla tanımlamasıdır. Batılı bunu kendisinden emin olarak söyler, bunun sorgulanması mümkün değildir. O nedenle geldiği toplumun hastalıklı ve sorunlu olduğuna inanmakla kalmaz bu inancını oradaki toplumun siyasetçisi ve aydınına da kabul ettirir. Bir şeyi 'sorun' olarak kabul ettirdiğiniz zaman 'çözümü' de onlar kendilerine göre getirirler.
Kürtler, Aleviler ve giderek İslam'ın bir sorun gibi algılanması için büyük eğitim seferberlikleri yapılır. Örneğin, Kürtlerin Türkçe okuma yazma öğrenmesi adı altında, Yoksul Kürt çocuk imgesi kullanılarak, buna meşruiyet kazandırılır. O çocuğun, ana dilini unutup, Türkçe öğrenmesi bir sorun veya hastalıktan kurtuluş olarak gösterilir. Buna karşı çıkmanın anlamsız olacağı düşüncesi toplumda yaygınlaşır. O nedenle, toplumların temel hakların 'sorunlaştırmak' başlı başına sorundur.
Türkiye seçimlere doğru gidiyor. Seçimler açısından bakıldığında 'birinci dereceden genel oya' dayalı seçimler 65-70 yıldan beri yapılıyor. Uygulanan seçim sistemleri, seçim hileleri, demokratik olmayan parti sistemlerine rağmen seçimler hep yapılıyor. Seçimlerin bu şekilde yapılması başlı başına bir sorun olduğu halde, buna karşı çıkanlar sorun olarak görülüyor. Karşı çıkanlar kendilerinin sorun olduklarını içselleştirerek her defasında yapılan seçimlerin Türkiye tarihinin en önemli seçimleri olduğu vurgulanır; en önemlisi Kürtler adına politika yapanlar da bunu söylemekten geri kalmazlar. 1999 ve 2002'de seçimler yapılır, yüzde on barajının aşılmadığı bilindiği halde, 'Türkiye için tarihi' bir seçim denilerek, seçimlere girilir ancak baraj aşılmaz. Hiç kimsenin aklına 'seçimlerin Kürtler için' tarihi önemde olduğu vurgulanmaz. Bu da Kürt siyasetinin, farkında olmadan 'Kürtlüğü ve Kürdistaniliği' Türkiye içinde eritme anlamına gelir. Olan sadece ''Türk' yerine 'Türkiye'nin geçişidir. Bu Daha da vahimdir. Çünkü, Türklük bir köken iken, Türkiye onun bulunduğu yerdir. Bunun içinde, Türk vardır. Kürt, Ermeni, Arap vs. yoktur. İran'da yaşayan bir Kürt kimliğini İranlı, Irak'ta yaşayan bir Kürt, Iraklı, Suriye'de yaşayan Kürt kendi kimliğini Suriyeli olarak tanımlıyor mu? Kaldı ki, ne İran, ne Irak ne de Suriye adlandırmasında 'Türk'te' olduğu gibi etnik kökenlilik esas alınmamıştır. Salt coğrafi bir adlandırmadır. İran için Acemya, Irak ve Suriye için Arabiya denilmemiştir. Türkiye, kendi söylemini Türkiye dışındaki Kürtleri ifade etmek için Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Doğu İran söylemini kullanıyor. Kendi denetimindeki Kürdistan'ı ise Doğu ve Güneydoğu diyor. Kürt siyasetçiler de zamanla bu söylemlere uyum gösteriyorlar. İşte, başkasının yapay bir şekilde sorunlaştırdığını, sorun olarak görmek burada başlar.
Aşağıdaki söz, Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) önde gelenlerinden birine aittir.
"Türkiye, tarihinin en önemli genel seçimlerine giriyor.seçim sonuçları ülkenin geleceğini belirleyecektir." İşte "Türkiye içselleştirmesinin" geldiği nokta budur. Ne yazık ki, ister parti olarak ister bağımsız olarak seçimlere girilsin değişen bir şey yoktur. Oysa, Kürtlük ve Kürdistaniliğin mecrası açıktır. Gerekli gücün orada olduğu biliniyor. Buna rağmen seçim zamanı olsun, seçim zamanı olsun var olup olmadığı, ne kadar olduğu bilinmeyen "devrimci demokratik güçler" klişesi kullanılıp, Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahim Kaypakkayaların özlemi olan halkların birliği, kardeşliği, ortak mücadelesinden söz ediliyor. Kürtlerin mücadelesi bir anda geçmişte kalmış birkaç "isyancı" gençlik liderine eklemlenerek onların devamı gibi gösteriliyor. Aslında böyle yapmak onlar ve onun peşinden gidecek devrimci ve demokratlar için de iyi değildir. Bu anlayış o kadar ileri gidiyor ki, emek vermiş Kürt devrimcisinin emeğinin yok sayılmasına ve bunun başkalarının hizmetine girmesine kadar gidebiliyor.
Söylemlerin klişeleşip normalleşmenin gidip dayanacağı yer hegemon anlayışın her tarafı kaplamasıdır.
Özgür Gündem yazarı Ahmet Pelda, 2 Şubat 2015 tarihli "Kobanê’de Kürt aydınının Türk aklı" başlıklı yazısında "Lokal ve global düşün eksenimizi Kürdistan’dan dünyaya olacak şekilde ele alırsak, sanırım kendimize de halkımıza da politik güçlerimize daha çok katkı sunacaktır." Diyerek buna dikkat çekmiştir. (http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=125129&haberBaslik=Kobanê’de%20Kürt%20aydınının%20Türk%20aklı&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Ahmed%20PELDA&authorID=71 )
Kendi dışındakiler için gösterilen yumuşak ve demokratik anlayış, kendisine yakın olanlara gösterilmeyiş de ayrı bir çelişki gibi duruyor. Tam da, dışarıda sinen, içeride ana ve çocuklara karşı acımaz olan babanın durumuna ne kadar benziyor değil mi?
Merkeziyetçi anlayış, Batı'dan Türklere, oradan da Kürtlere ne kadar da kolay geçiyor ancak Kürtlere geçen merkezcilik farklı anlamdadır. Kendi toplumu üzerinde kendisini merkez yapma şeklindedir. Diyelim ki, ülke tek adamlılığa doğru gidiliyor, buna dur demek için adı ne olursa olsun(cemaat, CHP vs) size bir çağrı yapıyor. Birlikte, ortak hareket edilmesi gerektiği söyleniyor ve bunun toplumsal karşılığı da olduğu halde, bunu duraksamadan reddediyorsunuz.
Bilindiği gibi, HDP'nin yüzde on barajına rağmen parti olarak seçime katılması tartışmasında "bağımsız olarak" seçime girmesi konusunda düşüncesini açıklayanlar, korkaklıkla, AKP'lilikle, CHP'lilikle suçlandılar. Halbuki, seçimlere ne şekilde girileceği konusunda sadece HDP merkezinin değil, her şeyden önce ona oy verenleri hatta CHP/MHP/AKP'yi de ilgilendirmektedir.
HDP ve KSH, "bağımsız olarak seçimlere girilmesi gerektiğini" söyleyenlere karşı ileri sürdürdükleri "HDP'nin baraj sorunu yoktur" yaklaşımı politik duruş ve iddia açısından doğrudur. Bir parti buna inanarak adım atabilir. Bu onun parti olma niteliğinin sonucudur. "Bağımsızlarla seçime girmek HDP projesini boşa çıkarmak olur." Demek ise yanlıştır. Çünkü, yapılmak istenen Halkların Demokratik Kongresi(HDK)'nin başarılı olduğu söylenebilir mi? Onun yerinde esen küllerinin yerine konulan HDP'nin, eş başkanlığı dahil olmak üzere BDP'ye göre bir artısı yoktur, eksiği vardır.(EMEP, HDP'den çekilmiştir.) ve de sol ve sosyalist olarak adlandırılan kesimlerle aralarındaki mesafe daha fazla açılmıştır. ÖDP dahi kendisini, HDK'den çok CHP'ye yakın görmektedir.
HDP, merkeziyetçi söylemiyle farkında olmadan sistemin kodlarının etkisinde kalarak sisteme karşı mücadele etmesi mümkün değildir. Hele hele HDP'nin bir çok kesimler tarafından "çözüm süreci mekanizması/enstrümanı" olarak görülmesi, devlet muhataplığının, toplumsal muhataplığın önüne geçmiş olması işi daha da zorlaştırıyor.
Sistemin "hegemonik" söylemlerine tutulmamak, demokratik siyasetin temeli olmalıdır. Kendinizi hegemonik söylemden koruduğunuz oranda toplumsal güçler, farklılığınızı görerek size daha fazla yönelecektir.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder