21 Aralık 2020 Pazartesi

GEÇMİŞLE YÜZLEŞME

GEÇMİŞLE YÜZLEŞME


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ


Başta Mustafa Suphi’nin katledilmesi olmak üzere Şeyh Sait, Seyit Rıza, Sabahattin Ali olmak üzere bu olayların açıklığa kavuşması, bunun hukuksal sonuçlarından çok yüz yıla yakın bir süreçte yaşananların tarih önünde mahkum edilmesi geleceğe güvenle bakılması için önemlidir. Türkiye’de insanların tarihiyle yüzleşmesi önemlidir. Ermeni soykırımının tanınması, yüzüncü yıl dönümüne yaklaştığımız bir süreçte Ermeni ve diğer azınlıklardan özür dilemenin de toplumsal zemini oluşacaktır.

BATIDAKİ METROPOLLERE GÖÇ EDENLERİN., SORUNLARI AYRIMCILIĞA SON VERİLMESİ

1990’lı yıllarda Kürdistan’da sürdürülen kirli savaş kitlesel göçlere neden oldu. 

Göç edenlerin aile yapıları dağıldı, ekonomik yaşam alanları yok edildi, hayvanları telef edildi, en önemlisi yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalan ailelerin birinci ve ikinci nesilleri üzerinde etkisi daha büyük oldu. Özellikle Türkiye’nin metropollerine akan yüz binlerce birinci ve ikinci nesil Kürtlerin asimilasyonuna hız verilmiş oldu. Kürdistan’daki kentlere göç eden Kürtlerde kentin özellikleri, aile ilişkileri bir şekilde devam ettiği için asimilasyona direnç gösterilirken Batı kentlerinde buna direnç göstermek imkansız hale geldi. Kürt çocukları üzerinde devletin uygulamalarının ötesinde toplumsal baskı da dikkate alındığında bu sürecin Kürt çocukları üzerinde yarattığı tahribatın boyutunu görmek gerekiyor. 

Bu nedenle devletin Kürtlerin haklarını tanıması yetmiyor bunun toplumun geneli tarafından da benimsenmesi gerekmektedir. Ana dilinde eğitimin metropollerdeki özel durumuna özgü çözümlerin olması gerekmektedir. Çift dilli eğitimin bu konuda başarılı olduğu görülmektedir. Bazı kolejlerin Türkçe/İngilizce çift dili eğitim sistemi neden Türkçe/Kürtçe çift dilli şeklinde uygulanmasın.
Yargının devleti koruyan refleksinden toplum ve bireyi koruyan refleksine geçmesi gerekmektedir.

Kürt olmaktan dolayı kamu ve özel kesimlerde büyük bir ayrımcılık uygulanmakta dır. Bu konuda eşitliğin olmadığı görülmektedir. Kürt dili ve kimliği önündeki engeller kaldırıldıkça Kürt’ün kendi kimliğini özgürce yaşayarak kamu ve özel kesimde daha da faydalı olacağının da bilinmesi gereklidir. Kendi dilini ve kimliğini saklayarak kamu veya özel kesimlerde çalışan bir kişinin verimli olmayacağının da bilinmelidir.

Türkiye’deki toplam nüfus dağılımı içinde Kürtlerde genç ve çocuk nüfus oranı daha yoğundur. Bu da Kürtlerin mevcut sorunlar dışında işsizlik ve benzeri sorunlar yönünden büyük tehlike altında olduğunu göstermektedir. Kimliğinden doğan haklarla birlikte kendisine ekonomik bir gelecek de sağlanmadığı takdirde bunun yeni sorunlara neden olacağının da bilinmesi gerekmektedir. Başta uyuşturucu, fuhuş olmak üzere onlarca tuzağın mağduru olabilirler. Sadece hukuksal düzenlemeler buna çözüm getirmeyecektir. Gerçek anlamda kadın ve çocuk haklarının güvence altına alınması zorunludur. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini esas alan sivil ve demokratik anayasa bu sorunlara çözüm getirecektir. Yerel yönetimlere, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alanda serbestlik tanındıkça genç nüfusun istihdamı da kolay olacaktır.

SÜRECE DEĞİŞİK KESİMLER KATILDIKÇA BARIŞ KALICI OLACAKTIR

İslami kesimin sürece dahil olması çok önemlidir. Akil insanlar içindeki İslami kesimin yoğunluğu önemlidir. İslamcıların bu şekilde Kürt sorununa dahil olmaları onların ayrıca demokratikleşmesini de sağlar. AKP aslında kararlı bir parti değildir. Çözüme pek inanmamakta ancak İslami kesimlerin katılımı artıkça AKP de adım atmak zorunda kalacaktır. Öcalan da AKP’nin önünü açmak, onun sorunu çözme gücü olduğunu göstermek istiyor. Kürt sorununu çözenin kalıcı olacağını, çözüm yanlısı olmayanların gidici olduğunu görüyor. CHP içinde çözüm sürecindeki kopmalar, çözümün karşısında bulunanların dağılmaya başladığını gösteriyor.

SİYASİ TUTUKLULARLA DA GÖRÜŞÜLMELİ

Cezaevinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlülerin başlattığı açlık grevleri barış sürecinin başlangıç noktasıdır. Sırf cezaevinde bulunanlarla görüşme yapacak cezaevleri akil insanlar heyeti de oluşturulmalıdır. Onların da görüşleri alınmalı, sürece katkıları sağlanmalıdır.

Kürtler gerek devlet nazarında gerekse Türkler nazarında eşit olarak görülmediler. Toplumun genelinde kadın ve çocuğa nasıl bakılıyorsa Kürtlere de öyle bakıldı. Onlara şiddetin her türlüsü uygulandı. Fiziksel şiddetle birlikte psikolojik olarak baskı altına alma, korkutma, sindirme, aşağılama, ayrımcılık, alaylı yaklaşım, bir işe girmesini engelleme, kimliğinden dolayı teşhir etme gibi fiziksel olmayan şiddet de uygulandı. Bunu toplum adeta içselleşmiş şekilde yapmış oldu. Bu da şiddeti adeta meşrulaştırdı. Normal bir tutummuş gibi davranıldı. Anayasa’da Kürt kimliğinin tanınması veya Türklüğe dayalı vatandaşlık tanımlanmasından vazgeçme tartışmalarına sert karşı çıkış bununla bağlantılıdır. Eşitliğe dayalı olacak yeni düzenlemeler Türk’ün hassasiyeti adı altında Kürt düşmanlığının devam etmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

GEÇİŞ DÖNEMİNDE ADALET DÜNYA DENEYİMLERİ VE TÜRKİYE

Daha önceki yıllarda savaş ve çatışmalı alanlarda savaş ve çatışma sonrasında kalıcı bir barışın tesisi için büyük tecrübe sahibi olan Güney Afrika Cumhuriyetindeki ırk ayırımcılığından doğan çatışmalardan, Bosna Savaşına, Güney Amerika’daki çatışmalara kadar bir çok çatışmalı ortamdan normal ortama geçiş sürecinde rol oynamış bu konuda deneyim sahibi olan  İsveç Sınır Tanımayan Avukatlar Birliği’nin TOHAV ile birlikte böyle bir toplantıyı düzenlemiş olması oldukça önemlidir. Çünkü Kürt sorunu nedeniyle yıllardır süren çatışmalı bir ortam vardır. Atılacak adımlarla bu çatışmalı ortamın ortadan kalkma olanağı doğmuştur. Bunun sonucunda, çatışmalı ortama neden olanların yargılanmasından mağdur olanların zararlarının tazmini gereklidir. Bunu yıllardır sorunların çözümü yerine sorunları daha da ağırlaştıran ve kendisi de bir sorun olan 12 Eylül Anayasa ve Hukukuyla çözüm bulmak mümkün değildir. 12 Eylül’le hesaplaşan, Evrensel hukuk ilkelerine uygun, adil bir yargılama yapabilecek hukuk mekanizmalarının oluşması halinde geçiş dönemindeki adalet ulusal hukukla da çözülebilir. Bu imkan olmadığı gibi çatışmalı ortamın devamını sağlayan güçlerin halen devletin temel yapısında yer almalarının devam etmiş olması Geçiş Dönemindeki Adalette uluslar arası hukukun müdahalesinin ne kadar gerekli olduğunu da göstermektedir. Türkiye’nin AB’ye girme süreci de bunu gerektirmektedir.

Prof. Said  Mahmoudi konuşmasında “Geçiş Döneminde Adalet, savaşın veya çatışmanın yaşandığı ülkelerde çatışma veya savaşın sonucunda yeni bir dönem başlamaktadır. Bu dönem genel olarak Uluslar arası kuruluşların müdahalesinin olduğu bir dönemdir. Ancak ilgili devletlerle birlikte sürdürülmektedir. İlgili devletlerin kabul etmemesi halinde geçiş döneminde adaletten söz edilemez. Geçiş Döneminde Adaletin amacı, gerçeğin ortaya çıkması, geçmişle yüzleşme, mağdurlara tazminat ödenmesi, rehabilitasyon, hakkaniyete uygun tatmin, geçiş döneminden önceki uygulamaların tekrarlanmaması için gerekli uygulamaların sağlanmasıdır.”
Prof. Said Mahmoudi’ye göre “Geçiş Döneminde Adalet, bir ülke hükümetinin kendisinin veya kendisinden önceki otoritenin tamamen adaletli olmadığının fark edilmesidir. Farklı nedenlerden insan haklarına saygı duyulmadığı ve artık mevcut durumu demokratik bir duruma getirilmesi zamanının geldiğinin anlamasıdır. Devletlerin savaştan barış dönemlerine geçmelerinden dolayı muhtemel geçmiş insan hakları ihlallerini kabul etmektir. Geçiş Döneminde Adalet 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış olup, ilk olarak ikinci dünya savaşından sonra gündeme gelmiştir. Daha sonra Yunanistan, İspanya, Latin Amerika(Şili, Arjantin, Uruguay, Peru), Afrika, Asya, Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanmış olup halen de uygulanmaya devam edilmektedir.”

Mahmoudi’ye göre her ülkenin özellikleri, savaş veya çatışmanın süresi gibi nedenlerle Geçiş Döneminde Adalet zor veya kolay bir süreçtir. Örneğin Yunanistan’da çok kısa süreli olduğu halde Şili gibi bir ülkede zorlu bir süreç olduğunu söylemektedir. “Çatışmanın yaşandığı bu ülkelerde en büyük zorluk bu ülkelerdeki mahkeme sisteminin yetersizliğidir. Bu yetersizlik adaletin gerçekleşmesi önünde büyük bir engeldir. Bu nedenle bu ülkelerde başkaca adalet mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Buralarda Doğruyu Bulma Komisyonları kurduk.
Teoride ve pratikte Geçiş Döneminde Adalet dört ayrı mekanizmadan oluşmaktadır. Bunlar: İhlallerin Mahkemelerin önüne çıkarmak, Soruşturma Kurulları (örneğin Hakikati Soruşturma Komisyonları), Mağdurlara tazminat ödenmesinin sağlanması ve ülkede adalet reformlarının sağlanmasıdır. Sistemi revize etmek bu şekilde bağımsız hareket etmesini sağlamaktır. Bu dört mekanizmanın işlev kazanması ilgili devletlerin Uluslar arası yükümlülüklerini kabulüne bağlıdır. Bu kurulların oluşması hükümetlerin iznine bağlıdır.”
“Geçiş Döneminde Adaletin gerçekleşmesi için devletlerin tazminat ödemesi yetmez. İhlali yapanların cezalandırılması da gerekmektedir. Demokrasinin tam olarak yerleştiği yerlerde Geçiş Döneminde Adaletin bu şekilde bir garantisi vardır. Demokratik kuralların henüz işlemediği yerlerde geçiş döneminde binlerce mağdur ve suçlu vardır. Geçmişin taciz edici güçleri hala politik ve askeri güce sahip olabilirler. Polisten, savcılara mahkemelere kadar kurumlar zayıftır. Yozlaşmaya açıktırlar. Anahtar belgeler yok edilebilir, tanıklar potansiyel baskı altında olabilir, savcılar ölüm tehdidi alabilir, ceza hukukunun uygulanması için hem mağdur ve yargılama erki için çok engel vardır. Devlet af çıkarabilir, zamanaşımı, kurallarla belli suçluların yargılanması zorlaştırılabilir,  bazen devlet uluslar arası hukukun gereklerini tam olarak yerine getirmeyebilir.

Bireysel suçlarda Geçiş Döneminde Adalet, ceza adaleti bakımından kolayca sonuç alınabilir. Toplu suçlarda bu zordur. Bu suçlarda cezalandırma yerine Hakikati Araştırma komisyonları kurularak ihlali yapanlar O özür dilemeye teşvik edilebilir, bunu neden yaptığını açıklamaya zorlanır. Bu iki sistem hem cezai hem de restorasyon anlamında adalet(itiraf, özür) her ikisi durumu nötralize edebilir.”
Av. Claes Forsberg ise kısa bir konuşmadan sonra Prof. Said Mahmoudi’nin görüşlerine aynen katıldığını söyleyerek sözü Sınır Tanımayan Avukatlar Üyes Av. Marie Alwa von Baltenau’ya bıraktı.

Av. Marie Alwa von Baltenau konuşmasında “Geçiş döneminde Adaletin gerçek anlamda gerçekleşmesi,  barış süreçlerinden iyi bir sonuç alınması hem zihinsel hem de duygusal bir çaba gerektirir. Bu süreç zaman alıcı bir süreç olup sabır gerektirmektedir. Diğeri ümittir. Geleceğe inanmalısınız bazen ümidinizi kaybedebilirsiniz. İyileştirmek ve tarihle başa çıkmak (yüzleşmek) için suç işleyenler adaletin önüne çıkarılmalıdır. Gerçeği de bulmak gerekiyor. 

Mağdurların kendi geleceğini yönetecek duruma gelebilmelidir.

Güney Afrika’da gerçek iyileştirme komisyonu kuruldu. Bu bir mahkeme gibiydi. Burada mağdurlar bulundu. Suçlular ifade verebilir af da dileyebiliyorlardı. Eğer ifade vermezlerse cezai soruşturmayla karşı karşıyadırlar.” Dedi.

Prof. Melek Gürgenli ‘Yüzleşme’ başlıklı konuşmasında, “Yüzleşme çatışmadan sonradır.  Ancak çatışmanın bitmesi içi yüzleşmek gerekiyor.” Şeklinde giriş yaptıktan sonra:

“Kürt sorunu 1980’den öncesine gidildiğinde cumhuriyetten bu yana Cumhuriyet fikrinin bile gönüllü olup olmadığı tartışmalı mı? Başlangıç çok tek tipçi homojen toplum ideali ile ortaya çıkmıştır. Ancak bu olmamıştır. Bu gönülsüzlük hali bir arka plan olarak görülüyor. Kürtlerin etnik, kültürel talepleri konusundan söz edilemez. Yüzleşmenin asıl objesi budur.

Güneydoğudaki savaş Batı’dan izole edildi. Bu daha sonra duyuldu. Yüzleşmek için gereken toplumsal söz birliği için gerçeği aramak iradesi gerekiyor. Sadece asker değil savaşan Kürt tarafı da yüzleşecektir. İnsanlar zorunlu askerlik sonucu askere gidiyorlar. Bu nedenle savaşın sonuçları tüm ülkeye yayılmıştır.

Yüzleşmek için tarih bilgisi ve bilincine ihtiyaç vardır.

Vicdan ve sorumluluk duygusu: Sadece iktidar sorumludur demek yanlış. Hepimizin sorumlu olduğumuzu görmemiz gerekiyor. Sorumluluğun bizde olduğunu görürsek bunu çözebiliriz. Ve bu yüzleşme için ortam olur. Taraflara bırakılarak onların iradelerine bırakmak onların hamlelerine göre siyasal pozisyon almak da doğru değildir.

Kürtlerle Türklerin aralarındaki sınırların(gerçek yaşam) giderek birbirine kapanması tehlikelidir. Bu da çatışmayı içinde taşımaktadır. Bunu önlemek için çalışmak gerekiyor.”

Geçiş dönemine henüz yakın olmasak bile bunun ne kadar önemli olduğunu anlamak zorundayız. Hepimiz geçiş dönemine gidilmesi için çaba harcamak zorundayız ki, geçiş dönemi sonrası barışı kalıcı hale getirecek adaletin ne kadar lazım olduğunu şimdiden herkese gösterelim. Ve bunda yalnız olmadığımızı, zengin bir dünya deneyiminin önümüzde olduğunu da unutmayalım. Bu açıdan oldukça verimli geçen bu toplantının umudun tükendiği, sabrın zorlandığı bir anda Türkiye’de çatışma sonrası adaletin gerçekleşmesi konusunda bir ışık olabileceğine inanıyorum.
 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder