11 Kasım 2020 Çarşamba

WASHINGTON UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE BÖLÜM 1

WASHINGTON UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE BÖLÜM 1



Dr. Ertan EFEGİL*
* Doğu Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü


"….Türkiye’nin 21. yüzyılın biçimlendirilmesinde hayati bir rol oynayacağını, …….Siz hem Türkiye’yi AB’ye katılıma hazırlamak, hem de yeni bin yılın sınavlarını karşıIamak için gerekli adımları atarken yanınızda olmayı sürdüreceğimizden emin olabilirsiniz.."
Bill Clinton.,
ABD Devlet Başkanı


Amerikan Devlet Başkanı Bill Clinton, Avrupa BirIiği’nin Helsinki’deki kararının ardından, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’e gönderdiği kutlama mesajında bu sözleri sarfetmişti.
Clinton’ın bu sözlerinden yola çıkarak, şu sonuca varmamız mümkündür: "Hazar merkezli, soğuk savaş sonrası yeni dünya düzeninin oluşumunda, Türkiye hayati rol oynayacaktır".
Peki ama Amerikan yetkililerinin kafasındaki yeni dünya düzeninin parametreleri nelerdir? Bu planlar çerçevesinde, Türkiye’den, nasıl bir rol oynaması istenmekte dir? Türkiye kendisinden istenen rolü oynayacak mıdır? Türkiye’nin çıkarları ile Amerikan çıkarlarında bir kesişme var mıdır? Türkiye, yeni rolü için hazırlıklar yapmakta mıdır? Bu gelişmeler karşısında Rusya’nın planı ve girişimIeri nelerdir? 

21. Yüzyılda Dünya nasıl bir şekil alabilir?

1. Hazar Petrolleri’nin Dünya Devletleri Açısından Önemi 

    Bu sorulara cevap verebilmek amacıyla, öncelikle Hazar bölgesinde bulunan mevcut ve potansiyel doğal gaz ve petrol rezervlerini analiz etmemiz gerekmektedir.
Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin Aralık 1998 tarihli raporunda, Hazar bölgesinin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları şöyledir:
    İran ve Rusya’nın da Hazar Denizi’ne yakın bölgeleri de dahil olmak üzere, Hazar bölgesinde 16 ila 32.5 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır.
Bu rakamın 15.6 ila 32.1 milyar varillik kısmı, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’a aittir. Bu rakamlarda bize Hazar bölgesinin ABD (22 milyar varil) ile Kuzey Denizi (17 milyar varil) sahalarından daha fazla petrol rezervine sahip olduğunu göstermektedir.

Muhtemel ek petrol rezervlerinin miktarına bakarsak, bu rakam daha da yukarıya çıkmaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın 145 milyar varil ek petrol rezervine sahip olduğu görülmektedir. Rusya ve İran ise 1.7 milyar varil ek petrol rezervine sahiptir. Rakamları bir araya getirirsek, üç Orta Asya ve bir Kafkas Cumhuriyeti’nin Hazar bölgesindeki petrol rezervi, 161 ila 178 milyar
varil civarındadır.1
Bu rezervleri bugünkü uluslararası piyasa değerine göre parasal açıdan değerlendirirsek (1 varil = 20 dolar), bu devletlerin sahip olduğu petrol rezervi, 312 ila 642 milyar dolardır. Ek petrol rezervinin değeri ise 2 trilyon 900 milyar dolardır. Her iki rezervin toplam değeri de, 3 trilyon 212 milyar ila 3 trilyon 542 milyar dolar civarındadır.
Doğal gaz rezervlerine bakarsak, bölge devletleri, dünya devletlerinin her geçen gün artan doğaI gaz ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli rezerve sahiptir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin verilerine göre, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan, mevcut 236 ila 337 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir. Bu ülkelerin 317 trilyon cubic feet ek doğaI gaz rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Böylece bu ülkeler toplam 553 ila 654 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir.2

  Bölgenin sahip olduğu yeraltı kaynaklarına dünya devletleri acilen ihtiyaç duymaktadır. Yapılan hesaplamalara göre, 2015 yılında dünya genelinde ihtiyaç duyulan günlük petrol miktarı, 103 milyon varil civarındadır. Orta Asya bölgesine coğrafik açıdan oldukça yakın olan Asya devletlerinin günlük ihtiyacının 25 ila 28 milyon varil; Avrupa devletlerinin ise 15 ila 18 milyon varil olması tahmin edilmektedir. 
Bu rakamı, OPEC ülkelerinin tek başına karşılaması ise mümkün görünmemektedir. 3
    2015 yılından itibaren Asya devletlerinin günlük petrol ihtiyacları ile Hazar havzasının mevcut ve ek petrol rezervlerini matematiksel olarak karşılaştırırsak, karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Hazar havzası, mevcut ve ek petrol rezervleriyle, Asya devletlerinin 2015 yılından itibaren günlük petrol ihtiyacını tek başına 18 iIa 20 yıl boyunca karşılayabilmektedir. Avrupa devletlerinin ise 30 ila 33 yıllık petrol ihtiyacına cevap verebilmektedir.

     Doğal gaz açısından da durum benzerlik göstermektedir. Çünkü sanayi sektöründe ve konutlarda doğal gaz kullanımına ağırlık veriIdiği için, doğal gaza duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Örneğin Türkiye’nin 2020 yılı itibarıyle doğal gaz ihtiyacı yıllık 78 ila 80 milyar metreküptür. 46 milyar metreküplük kısmı, imzalanan anIaşmalar ile bir nebze olsun garanti altına alınmıştır.4 
Ancak geriye kalan 32 milyar metreküplük kısmın karşıIanması için yeni kaynakların acilen bulunması gerekmektedir. 

Avrupa Devletleri içinde durum aynıdır. 2020 yılında Avrupa Devletleri’nin yıllık doğal gaz ihtiyacı 456 milyar metreküp dolayındadır ve bu rakamın yüzde 55’lik kısmının ithal edilmesi gerekmektedir. Bu durumda Avrupa Devletleri, 2020 yılından itibaren artan oranlarda yıllık 251 milyar metreküp doğal gaz ihtiyacını dışarıdan karşılayacaktır.5
    Dünya devletlerinin petrol ve doğaI gaz ihtiyaçlarını yerinde tespit eden uluslararası petrol şirketleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, hiç vakit kaybetmeden harekete geçerek hayati derecede öneme sahip petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşası işlemine girişmişlerdir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresinin verilerine göre, petrol boru hatları için bu şirketlerin gerçekleştirmeye çalıştığı projelerin toplam tutarı 20,112 ila 23,812 milyar dolar civarındadır.

    Doğal gaz boru hatları projelerinin değeri ise 16,890 ila 18,190 milyar doları bulmaktadır. Toplam değer ise 37 ila 42 milyar dolardır.6

Bu rakamlar, Orta Asya ve Kafkas bölge kaynaklarının, dünya ekonomi ve enerji sektörleri açısından önemini ortaya koymaktadır.
Ayrıca bölgenin diğer önemli noktaları da şunlardır:
1- Bu kaynakları güvenli şekilde ve Rusya’nın kontrolü olmaksızın dünya piyasalarına sunabilen Batılı devletler, petrol ve doğal gaz konusunda hem Rus hem de Orta Doğu hakimiyetinden ve bağımlılığından kurtulacaktır. Ayrıca yeni arz nedeniyle petrol ve doğal gaz fiyatlarında belli bir düşüş yaşanabilir.7
2- Mevcut kaynaklarını dünya piyasalarına sunarak belli bir zenginliğe ulaşan bölge devletleri, dünya devletleri için yeni Pazar anlamına gelmektedir.
3- Eğer bölge devletleri ekonomik ve siyasi açıdan kendi egemenliklerini sağlamlaştırırsa, Rusya’nın bölge ve bölge kaynakları üzerindeki hakimiyeti tümüyle kırılacak ve Rusya’nın yeniden süper güç olması engellenebilecektir. Böylece bölge devletleri ile serbestçe ilişkiler kurulurken, yeniden soğuk savaş dönemine dönme ihtimali azalacaktır.

2. 1997 Tarihli Amerikan Planı ve Hazar Merkezli Yeni Dünya Düzeni

   Bağımsızlığın ilk yıllarından 1997 tarihine kadar Amerika, bölge devletleri ile temkinli ilişkiler kurmayı ve petrol şirketlerinin çıkarlarını koruyacak dış politika izlemeyi tercih etti. ABD, bu dönemde, bölge devletlerini, otoriter rejim ile yönetilmekle ve insan haklarını ihlal etmekle suçladı ve hatta Azerbaycan’a ekonomik ambargo uyguladı.8

Ancak gerek bazı akademik çevrelerin baskıları ve gerekse uluslararası petrol şirketlerinin telkinleri neticesinde9 İkinci Bill Clinton yönetimi Orta Asya politikasını 1997 yılında radikal şekilde değiştirdi.
Böylece Amerikan Yönetimi’nin yeni dış politikası dört temel prensip üzerine oturtuldu:

1. Bölge devletlerinin demokratikleşme ve Pazar ekonomisine geçme süreçleri hızlandırılacak ve sağlamlaştırılacak.
2. Hazar enerji kaynaklarının güvenliği sağlanacak. Bunun içinde Hazar Denizi enerji kaynakları, Rus kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan
dünya piyasalarına serbestçe sunulması garanti altına alınacak.
3. Bölgesel çatışmalar, barışcı yollarla çözüme kavuşturulacak ve bölge devletlerinin önce kendi aralarında daha sonra da diğer devletler ile 
entegrasyonu sağlanacak.
4. Amerikan ve diğer ülkelerin şirketlerinin bölgedeki ticari faaliyetleri desteklenecek.10

   Amerika’nın 1997 tarihli dış politika prensiplerini dikkatlice analiz ettiğimiz taktirde, aslında İkinci Clinton Yönetimi’nin Hazar merkezli yeni dünya düzeninin kurulmasını hedeflediğini görebiliriz.
1997 tarihli Amerikan planının başarıya ulaşabilmesi için, öncelikle bölge kaynaklarının Rusya’nın kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan dünya piyasalarına ihraç edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi ısrarla iki projenin gerçekleşmesi için elinden gelen gayreti göstermektedir: Bakü-Ceyhan petrol ve Trans-Hazar doğal gaz boru hatları projeleri. Doğu-Batı istikametlerinden petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına sunulması neticesinde elde ettikleri gelirlerle, bölge devletleri Rusya’nın kontrolünden çıkacaktır. 

   Aynı zamanda bu devletler, kendi ülkelerinde sosyal barışı sağlama imkanı da bulacaklardır. Bu devletler bir yandan demokratikleşme yönünde önemli adımlar atarken, öte yandan mevcut bölgesel sorunları barışcı yollarla çözeceklerdir. Örnegin, Dağlık-Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya meseleleri gibi. Mevcut bölgesel etnik sorunları aşabilen bölge devletleri, kendi aralarında, Rusya’dan veya diğer bir ifadeyle Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan farklı olarak bir ekonomik entegrasyon sürecine girecekler. Zaten boru hatları sayesinde bir nevi birbirine bağımlı hale gelen bu devletlerin, hem bölgesel çatışmaları barışcı yollarla çözmesi, hem de bölgesel ekonomik entegrasyona girmesi kolaylaşacaktır.
Bu aşamayı da gerçekleştiren bölge devletleri, ekonomi, ticaret, enerji ve siyasi sahalarda diğer devletler ile ilişkilerini arttıracak ve "karşılıklı işbirliği"  prensibi üzerine oturtulmuş yeni dünya düzeninin bir parçası olacaklardır.
    Bu nokta da Amerika, bölgede barışı daimi kılabilmek amacıyla, bölgesel çatışmalarda NATO ile birlikte ve/veya bölge devletleri ile ortaklaşa barışgücü operasyonlarına da dahil olmak istemektedir.11
Böylece Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından, işbirliği temellerine oturan ve tamamiyle ticari kuralların hakim olduğu yeni bir dünya düzeni oluşmuş olacaktır.
Ayrıca, Amerikan yönetimi, Çin, Avrupa Birliği ve Rusya’yla da yakın ilişkiler içerisinde bulunarak, işbirliği çemberine, bu ülkeleri de dahil etmektedir. Zaten Amerikan yönetimi, Avrupa Birliği ile siyasi, ekonomi ve enerji alanlarında stratejik işbirliği anlaşmaları imzalarken, Çin ile de enerji sahasında işbirliği içine girmiştir.12
Bu denklemde Amerika, Rusya’ya da bir rol biçmektedir. Amerikan yönetimine göre Rusya, demokratikleşme ve pazar ekonomisine geçme süreçlerini tamamlamalı; ve diğer devletler ile işbirliği içine girmelidir.
Hazar petrolleri konusunda her iki devletinde ticari anlamda "kazanan" durumda (win-win game) olabileceğini ifade eden Amerikan yönetimi, Orta Asya ve Kafkaslar’ın Rusya’nın arka bahçesi olduğu fikrini şiddetle red etmektedir. 

Bu nedenle Amerikan yönetimi, dünya ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan, demokrasiyi ve pazar ekonomisini benimsemiş ve Hazar kaynaklarının işletilmesi konusunda ticari düşünceye sahip bir Rusya istemektedir.13
   Bu noktada, Amerika’yı en çok tedirgin eden konuların başında, tüm dünyayı yıkıma sürükleyebilecek kapasiteye sahip Rus nükleer füzeleridir. Bu amaçla "karşılıklı güven ortamı" oluşturmak için, Amerikan yönetimi, Rusya’dan, ABM, START II, Kimyasal Silahları tehdit olmaktan çıkaran anlaşmaların bir an evvel imzalanmasını ve imzalanan anlaşmaların yürürlüğe konmasını istemektedir. Amerika’nın diğer endişesi ise bu silahların, Rusya’nın yeniden parçalanması halinde kontrol altına  alınması mümkün olmayan devletlere yayılmasıdır. Son olarak Amerika, Rusya’nın bu silahları ve nükleer teknolojiyi başka ülkelere transfer  etmesine karşıdır.14

3. 1997 Amerikan Planı Çerçevesinde Türkiye’nin Önemi

    Türkiye, Amerikan planının gerçekleşmesi ve dolayısıyla Hazar merkezli yeni dünya düzeninin hayata geçirilmesi için anahtar ülke konumundadır.
Çünkü öncelikle bu planın başarıya ulaşması için doğu-batı istikametinden bölge kaynaklarını sevkedecek boru hatlarının güvenli bir ülke sınırları içerisinden geçmesi gerekmektedir. Bu ülkede bugünkü şartlarda Türkiye’dir. Ancak bu sayede Amerika, kendi planının başarıya ulaşması için rahat nefes alabilecektir. 
Bu nedenle, Türkiye’nin 21. yüzyılda, "enerji merkezi" olması normal bir gelişmedir.
Ayrıca demokratik, laik, insan haklarına saygılı, serbest pazar ekonomisini uygulayan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi İslamiyet ile diğer dinler arasında işbirliği ortamı kurmuş bir Türkiye,15 çok rahatlıkla bölge devletlerinin "model" olarak algılayabilecekleri bir devlet olabilir. Bu açıdan da Türkiye, Amerikan Stratejisi’nin birinci prensibi için de gereklidir. Çünkü Amerika bölgesel ve uluslararası çıkarları açısından, bölgede güçlenmesi muhtemel islami akımlardan endişe duymaktadır. 
Bu nedenle de bölge devletlerinin demokratikleşmesini istemektedir.

Türkiye, Avrupa Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ekonomik Kalkınma Örgütü ve İslami Kalkınma Örgütü üyesi olarak, bölgesel devletlerle sıkı ekonomik işbirliği içinde bulunmaktadır ve bu örgütler aracılığıyla Türkiye bölge devletleri arasında "ekonomik entegrasyon’un" gerçekleşmesi için önemli adımlar atabilir ve attırabilir.
Bölgesel çatışmaların barışcı yollarla çözümünde ve bu çözümlerin kalıcı hale gelmesinde Türkiye yine kilit ülke konumundadır. Çünkü Türkiye, gerek Balkanlar’da gerçekleştirilen güvenlik şemsiyesi benzeri oluşumların Kafkaslar’da ve Orta Asya’da gerçekleştirilmesi sürecine ve gerekse Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve NATO üyesi olarak oluşturulacak uluslararası operasyonlarda önemli görevler üstlenebilir.

Ayrıca Türkiye, NATO güçlerine ve bölgeye yönelik uluslararası operasyonlara 
geo-stratejik konumundan ötürü hayati derecede önemli olan lojistik destek sağlayabilir. Son olarak, Türkiye, bölge devletleriyle kapsamlı askeri işbirliği içine girerek bu devletlerin kendi ordularını kurmada ve kendi subaylarını yetiştirmede de katkı sağlayabilir.

Ticari açıdan Türkiye’nin stratejik konumuna bakarsak 1991 yılından bu yana Türk firmaları Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli miktarlarda ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. Örneğin Türkmenistan’da Ahmet Çalık hem Türkmen pamuğunu işleyecek tekstil fabrikaları kurmakta, hemde Tekstil Bakan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Koç Holding, Özbekistan’da ticari faaliyette bulunurken, Yimpaş Holding’te Türkmenistan’da dev alışveriş merkezi kurmuştur. Bu faaliyetlere benzer örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Kısacası dokuz yıl boyunca Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli derecede ticari faaaliyette bulunan Türk firmaları yeterli tecrübeye sahiptir ve Batılı firmalar için ideal ortak konumdadırlar. Bu açıdan da Türk firmaları Batılı devletlerin sağlıklı şekilde bölge ekonomisine entegre olmasına yardımcı olabileceklerdir.
   Yukarıda saydığımız işbirliği sahalarından ötürü, Türkiye Amerika’nın planlarında önemli bir yer edinmektedir ve Amerikan yönetimi de Türkiye’nin bu imkanları kullanmasını istemektedir.16

4. Türkiye’nin Amerikan Planı’na Bakışı ve Girişimleri

    Amerikan planının genel hatları ile Türkiye’nin şu anda yürüttüğü Orta Asya politikasında tam bir kesişme görünmektedir. Türkiye enerji konusunda bölge kaynaklarının kendi üzerinden güvenli şekilde Batı’ya ve kendi topraklarına akmasını isterken, içinde bulunduğu ekonomik dar boğazı aşabilmek için de bölge devletleri ile sıkı ekonomik işbirliği içine girmeyi arzulamaktadır. Tarihsel, kültürel, din ve dil açısından  birlikteliğin bulunduğu bu devletler ile kapsamlı işbirliği içinde bulunmak isteyen Türkiye, Kafkaslar’da ve Orta Asya bölgesinde belli bir istikrarın
yerleşmesini de arzulamaktadır.17

Rusya konusunda ise Türkiye Batılı devletler ile aynı düşünceye sahiptir. Orta Asya ve Kafkaslar bölgesine Rusya’nın yeniden hakimiyet kurmasını istemeyen Türkiye, bu devletin parçalanmasına ve aynı zamanda yayılmacı emeller gütmesine de razı değildir. Yine de bu devletle ileride sıkı ekonomik ve ticari ilişkiler içinde bulunmayı arzulamaktadır.18
   Kısacası çakışan politikaları sebebiyle Türkiye, Amerikan Yönetimi’nin kendisine sunduğu rolü oynamaya hazırdır.
Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in açıklamaları da bu tezimizi güçlendirmektedir.19
Beyanatların ötesine geçen Türkiye, yeni rolüne uygun somut adımlar da atmakta dır. 

Örneğin;
1- Bölge devletleri ile ticari ilişkilerini yeniden geliştirmek için, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı düzeyinde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Bu amaçla Türkiye, Devlet Bakanlığı bünyesinde somut adımlar atmaya hazırlanmaktadır.
2- Türkiye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde "Transit Petrol Boru Hatları Daire Başkanlığı" ile "Transit Petrol Boru Hatları Kurulu" oluşturmuştur ve Bakü-Ceyhan Boru hattı projesinin hayata geçirilmesi için siyasi ve diplomatik temaslarda bulunmaktadır.
3- Harp Akademileri Komutanlığı’nın hazırladığı "Deniz Harekat Ortamına Yönelik Gelişmeler ve Deniz Kuvvetleri’nin Özellikleriadlı rapora göre, Türkiye, 21. yüzyılda ki milli çıkarlarını Basra Körfezi’nden Atlas Okyanusu’na kadar genişletmelidir. 

Raporda

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 21. yüzyılda, şu sorunlar ile meşgul olması istenmekte dir: Bölgesel sorunlar, hukuk dışı davranan ülkeler ile mücadele, çevre, su, petrol, etnik hizipler ve anlaşmazlıklar, ve terörizm gibi. Raporda ayrıca belirsizlik ve
istikrarsızlık sonucu bölgesel çatışmaların arttığı ifade edilerek, gelecek yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin alçak yoğunluklu çatışmalara yönelik askeri harekat kabiliyetinin arttırılması gerektiği belirtilmektedir.20 Bu çerçevede Türkiye askeri harcamalarını arttırmakta ve 1000 tank alımı ihalesini gerçekleştirmektedir.21
Erro-2 Anti füze sistemleri ile 145 saldırı helikopteri alacaktır.

Diğer bir ifadeyle Türkiye 2000 yılında 7.61 milyar dolar askeri harcamada bulunacak ve askeri kuvvetleri modernleştirme programı çerçevesinde önümüzdeki 30 yıl içerisinde 150 milyar dolar askeri harcama yapmayı planlamaktadır.22
4- Amerikan desteğinde hareket eden Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan ile siyasi istişareler bazında "Altılı bir Pakt" kurma girişiminde bulunmuştur.23 
AGİT bünyesinde kurulması teklif edilen Pakta, diğer devletlerde dahil olabilecek tir. Yine de Türkiye bu teklifiyle bir yandan Rusya’ya  durması gereken nokta konusunda imada bulunmuş, öte yandan da resmen Güney Kafkas devletlerinin güvenliğine kefil olduğunu deklere etmiştir.24
5- Rusya’nın Amerikan Planı’na Bakışı ve Putin’in Hesapları 1995 seçimlerinden sonra Rus siyasi hayatında etkili konuma gelen aşırı milliyetçi ve komünist gruplar, Amerika tarafından empoze edilmeye çalışılan ve kendilerini Orta Asya steplerinden uzaklaştıracak bu plana hiç bir zaman olumlu yaklaşmadılar. 
Bu yöneticilere göre, Rusya hala dünya siyasetinde belli bir etki gücüne sahip ülkedir ve aslında Batı , Rusya’yı "kendi etki sahasından uzaklaştırarak", zayıflatmak istemektedir.
Bu nedenle, bu gruplara göre, Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında, Orta Asya ve Kafkas devletlerini, kendi hegemonyası altında yeniden biraraya getirmeli ve karşı-stratejik ittifaklar zinciri oluşturarak, ABD ve Batılı devletleri dizginlemelidir. 25
  1991 yılında uygulamaya konan pazar ekonomisi anlayışından zarar gören ve fakirlik sınırının çok altında yaşamaya mahkum edilen Rus halkı da Avrasyacı olarak adlandırılan ve yayılmacı emeller güden bu grupların politikalarını desteklemektedir.
Bu desteği arkasına alan Rus yöneticiler zaman içerisinde giderek sertleşme eğilimi göstermiş ve Batı’nın politikalarına ve NATO’nun genişlemesine karşı bölge devletleri ile askeri ve siyasi sahalarda işbirliği anlaşmaları imzalamaya çalışmış, Hindistan, İran ve Çin yönetimiyle karşı ittifak için stratejik işbirliği içine girmeye gayret göstermiştir. 26 
Hatta eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin , Batı’ya karşı nükleer silah tehdidini de savurmuştur.27


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder