7 Kasım 2020 Cumartesi

Türkiyenin Ortadoğu Politikası

Türkiyenin Ortadoğu Politikası




Bülent Aras, Gündüz Aktan,Doç. Dr. Çağrı Erhan,Felluce,

Konuklar: Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Aras, Emekli Büyükelçi - ASAM Başkanı Gündüz Aktan ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çağrı Erhan
Işıl Eliçin: Ortadoğu'da kan durmuyor. Filistin'den hemen her gün yeni katliam haberleri geliyor. Öyle ki, Flistin'de özellikle son yaşananları, İsrail hükümetinin önemli isimleri bile Nazi katliamlarına benzettiler. Irak'taki işkence ve aşırı güç kullanımı haberlerine de hergün yenileri ekleniyor. Dünya devletleri ise olayları kınamakla yetiniyor, daha ötesine geçmiyor, geçemiyor. Bugün TBMM Genel Kurulunda Irak ve Ortadoğu'daki gelişmeler görüşülecek. Meclisteki bu görüşmeleri ve Türkiye'nin Ortadoğu politikasını Yakın Plan'a alıyoruz. Meclis genel kurulunda bugün yapılacak Irak ve Ortadoğu gündemli genel görüşme öncesinde bölgede yaşanan gelişmeler dün Bakanlar Kurulu'nda ele alınmış ve yaşananların kaygı verici bulunduğu belirtilmişti. Hükümet, İsrail - Filistin sorunu çözülmeden Irak'ta da barışın sağlanamayacağını düşünüyor. Önce haberemizi izleyelim, ardından Türkiye'nin Ortadoğu politikasını konuşacağız...

"50'ye yakın cenaze bIraktılar geride. 100'den fazla evi yıktılar. Hatta bazılarını içindekilerle birlikte yıktılar. 'Mısır sınırından Filistinlilere silah sevkiyatı yapılıyor' dediler. Ve yerle bir ettiler Refah mülteci kampını. Çocuklar, yaşlı kadınlar ağladı yine. Ama gözyaşlarına bakmadılar. Şaron hiç bakmadı, Bush görmedi bile. Ama İsrailli bir bakan çıktı ve yıkılan evinin enkazı arasında ilaçlarını arayan yaşlı bir Filistinli'yi televizyonda izlediğinde kendi büyükannesinin İkinci Dünya Savaşı sırasında çektiği eziyeti hatırladığını söyledi. Bu bakan İsrail Adalet Bakanı Lapid'di.

Tam bir hafta sürdü bu insanlık dışı operasyon. Şimdi çekildiler. Ama çekilirken "yine geleceğiz" der gibiydiler. Birleşmiş Milletler kınadı İsrail'i. Başbakan Tayyip Erdoğan da İsrail'in uyguladığı devlet terörüne karşı uluslararası camiayı göreve çağırdı. Ve konu dünkü Bakanlar Kurulu'nun da gündemindeydi. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Filistinli sivillere yönelik saldırılarda bulunan İsrail'e karşı Türkiye tarafından herhangi bir yaptırımın gündeme gelip gelmeyeceği sorusuna ise şu yanıtı verdi: 'Dış politikada genel ifadelerden kaçınmak gerçekçi olmak lazım. Türkiye üzeirne düşeni yapacaktır. Türkiye'nin şartlarını imkanlarını rolünü gücünü iyi bilerek olaya bakmak lazım.'
Meclis'te Irak ve Ortadoğu gündemli genel görüşmede hükümet adına Dışişleri Bakanı Abdullah Gül konuşacak. Filistin Dostluk Grubu Başkanı Hüseyin Tanrıverdi'nin de Filistin'deki temaslarını gündem dışı söz alarak anlatması bekleniyor..."
Işıl Eliçin: Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Aras konuğumuz stüdyomuzda. Sayın Aras, isterseniz şuradan başlayalım; birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan devlet başkanlarını bu Ortadoğu'da olan olaylar üzerine özellikle devlet başkanlarını ortak dayanışmaya ve tavır almaya davet etmişti ve Birleşmiş Milletler içinde sadece kınama noktasında kalmamalı, kınamanın ötesine geçecek şekilde ilgili tüm devletlerin bir araya gelmesiyle nasıl bir adım atılacaksa atılmalı demişti. Bunun ardından Türkiye kendi adına en azından şu anda mecliste bu konuyu görüşüyor. Türkiye ne yapabilir?

Bülent Aras: Bundan önce isterseniz bir Filistin sorununun genel doğasına bakarsak, Filistin sorunu sonuçta Irak'ın işgaliyle birlikte bölgedeki halkların çaresizliğini veya Arap çaresizliğini ve bunun sonucunda doğan diğer ilgili bütün güvenlik sorunlarının kökeninde yatıyor. Yani Filistin sorunu yan ızamanda bizim Ortadoğu'daki uluslararası ilişkilerin oldukça merkezi bir sorunu. Yani bugün İsrail ve Filistin arasında bir sorun olarak kalamayacağı işte Türk hükümetinin de tepkileriyle ortaya çıktı. Türkiye bu sorunla ne yapabilir? Türkiye aslında 2003 Mart tezkeresinden sonra bu sorunda etkili bir aktör olarak ortaya çıktı. Sokaktaki Arab'ın algılamasıyla, benim Arap çaresizliği olarak söylediğim, nitelediğim oldu, Filistin sorunu ve Irak sorunundan besleniyor. Şimdi Türkiye bu iki sorunda da Irak sorununda ABD'yi kuzeyden cephe açmasına izin vermeyerek Iraklılar'ın yanında olduğunu en azından bu işgal sürecinin uzamasına sebebiyet verdiği diğer taraftan ise Amerika'nın bölgesel meşruiyet sorunundan ötürü Filistin sorununu çok fazla ön plana getirmesini zorladığı için her iki sorunda da Arap psikolojik modunu yakalamış durumda. Şu anda Türkiye için Ortadoğu'da Türkiye dışındaki diğer aktörlerin, Araplar'ın ve İsrail'in hali hazırda bulunduğu durum gözönüne alınırsa Türkiye çok fazla ön plana çıktı ve Türkiye artık çözüm beklenen bir konuma ulaştı. Bundan sonra Türkiye ne yapabilir? Türkiye burada ilgili bütün taraf ülkelerle ilişkileri olan ve iyi ilişkileri olan bir ülke. Türkiye'nin, işte Başbakanımız'ın İsrail'le ilgili yaptığı eleştiriler İsrail basınında çok geniş yer tuttu. Tabi bunun en önemli sebebi İsrail'in Türkiye'yi bir dost ülke olarak algılaması ve bu dost ülkenin Başbakan'ından gelen eleştirilerin samimi olarak diğerlerinden daha fazla orada kabul görmesi. Türkiye bu eleştirilerine devam etmesi ve İsrail'e hatasını tekrarlaması gerekir. Bunun dışında Irak ile de ilişkili olarak bölgede esas belirleyici aktör olan ABD üzerinde Türkiye'nin birtakım politika inisiyatifleri üretmesi ve tavsiyelerde bulunması gerekmekte. Birleşmiş Milletler'in daha aktif olması da bu şekilde sağlanabilir. Birleşmiş Milletler'den İsrail'e yönelik çıkabilecek bir uygulamasının yaptırımının Amerikan vetosuyla karşılaşabileceğin söyleyebiliriz. Bu yüzden bundan önce daha erken bir tedbir olarak hem İsrail üzerinde değişimi dönüşümü sağlayabilecek, 21'inci yüzyıl realitelerine ve Ortadoğu bölgesi realitelerine daha uygun politikalar uygulanmasını sağlayabilecek bir şekilde İsrail üzerinde Türkiye'nin baskı kurması ve ABD'yle de bu yönde diplomatik kanalları açması ve ilişkilerin bu anlamda kurgulanması yönünde birtakım tavsiyelerde bulunması şu anda kısa vadede en yakın çözümler olarak gözüküyor.

Işıl Eliçin: Yani bu Başbakan'ın kendisi kınama yetmez kelimesini kullandığı için soruyorum; bu tür bir eleştirilerde bulunmak, uyarı yapmak yeterli midir? Yoksa daha somut adımlar atarak, örneğin ticari ilişkileri tabi kesmek anlamında söylemiyorum ama belki de askıya almak gibi.. Böyle adımlar olabilir mi? Türkiye bunları yapabilir mi ya da yapmalı mıdır?

Bülent Aras: Şimdi diplomatik kanalların kurulması sırasında ilk tepki mutlaka genel olacaktır. O anlamda Başbakan'ın tepkisi doğrudur. Fakat bundansonra Sayın hükümet sözcüsünün de söylediği gibi bundan sonra daha spesifik çözümlere gidilmesi gerekir. Bunun bir İsrail'e ekonomik ambargo uygulanmasına kadar öteye varabileceğini zannetmemekle beraber birtakım ekonomik sonuçlar doğurabilecek kararlar alınabilir. Yani İsrail ekonomisi de şu anda içinde bulunduğu kritik durum düşünülürse bir taraftan etrafını duvarla örmeye çalışan diğer tarafta ise ekonomikolarak kritik bir durumda olan olan bir ülke İsrail şu anda. Bu tamamen dış yardımla önemli ekonomisine esas kaynaklarının beslendiği söylenirse bu dış yardımın askıya alınması, İsrail'den alınan bazı ihalelerin askıya alınması İsrail üzerinde bir uyandırma etkisi yapabilir. En azından İsrail'in tavrının bölgesel ve uluslararası boyutta diğer ülkeleri rahatsız ettiği, İsrail'de halk katında hissedilebilir. Yani bu ekonomik sonuçlar doğuracak kararlar hemen ekonomiye yansıyacak ve halk tarafından hissedilebilecektir. Bunların hissedilmesi Şaron hükümetini şu anki politikalarından vazgeçirebilir veya Şaron hükümetinin düşmesi yerine yeni bir hükümetin gelmesinin işte erken tedbirlerini oluşturabilir.
Işıl Eliçin: Sayın Aras, isterseniz bu noktada telefon hattımızda Emekli Büyükelçilerimizden Gündüz Aktan var. Onunla devam edelim, tekrar sizinle de konuşacağız tabi. Sayın Aktan merhaba..

Gündüz Aktan: Merhaba.

Işıl Eliçin: Bu bağlamda, konuştuğumuz bağlamda işte son olarak Başbakan'ın oldukça sert açıklamalarıyla yeniden Türkiye'de İsrail'le olsun ABD'yle olsun ilişkiler de yeniden tartışılır hale geldi. Türkiye bu noktadan itibaren geldiğimiz yani olayların geldiği nokta açısından bakarak ne yapabilir efendim?
Gündüz Aktan: Bu aşamada diplomatik kanalların dışında bir şey yapması doğru olmaz. Tabi Türkiye tek aktör değil bu konuda, Amerika'nın yanında bir de Avrupa Birliği var. Eğer ekonomik bakımdan bir şey yapmak gerekiyorsa orayı evvela Avrupa Birliği'nin yapması gerekir. Avrupa Birliği böyle bir şeye girişmeden önce Türkiye'nin İsrail'i cezalandıracağı nitelikte bir ekonomik ambargo uygulaması zaten düşünülemez kaldı ki ekonomik ambargo ülkelerin kendi inisiyatifleriyle yapabilecekleri bir şey değildir, yetkili değildir ülkeler böyle bir ambargo uygulamaya. Çünkü ekonomik ambargo için Birleşmiş Milletler yasasının yedinci bölümü çerçevesinde karar almak gerekir. Bu ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararı demektir. Bu olmadan yapılacak hiçbir şey yoktur. Başbakan'ın şu aşamada yapmış olduğu bence yeterlidir.

Işıl Eliçin: Peki efendim tabi Türkiye özellikle Irak'taki gelişmelere de geçmek istiyorum. Türkiye Irak'taki olumsuz gelişmelerden doğal olarak komşusu olduğu için en çok etkilenen ülke aslında. Ve şu anda da bir açmaza girmiş görünüyor ABD, görünen o, gelen haberler o yönde. Bu noktada Türkiye nasıl devreye girebilir, yeniden girmesi söz konusu mu?

Gündüz Aktan: Şimdi ben tabi civarımızda birtakım olumsuz gelişmeler olunca Türkiye'nin devreye girmesi, bunların düzeltilmesine katkıda bulunması yönündeki duyguları anlıyorum. Ama birçok durumda malesef dış politikada elden fazla birşey gelmez. Yani yapacak fazla bir şey yoktur. Şimdi Amerika'nın orada pek başarılı olmadığını görüyoruz. Bu yeni çıkmış bir husus da değil. Aşağı yukarı işte 1 yılı geçmiş bir süredir, Amerika'nın bölgedeki, Irak'taki faaliyetleri istenilen amaca ulaşmadı. Neydi bu? Evvela Irak ordusunu 3 hafta içerisinde tamamen bertaraf ettikten sonra Irak'ın içerisinde istikrarı yerleştirmekti. Bu sanıldığından çok daha zor çıktı. Bu aşamada bunun artık 30 Haziran, yani egemenliğin devri tarihine kadar başarması imkansız görünüyor. Ama öte yandan Felluce'de bir gelişme oldu. Felluce'deki gelişme tabi bu biraz tuhaf bir gelişme. Oradaki Arap, Sünni Arap direnişçiler Baasçı fakat...bir generalin yönetimindeki bir Irak birliğine teslim edildi. Oranın güvenliğini o sağladı. Dikkat ediyorsanız son derece vahim olaylar cereyan ettikten sonra Felluce'de şimdi bir sükunet hüküm sürüyor. Herkesin sorusu şu; acaba Irak'ın geriye kalanını Felluceleştirebilir miyiz, bunu yapmak mümkün müdür? Şimdi bunu yapmak mümkün mü değil mi bunu bilebilmek için malesef şu sırada El Sadr'ın birlikleriyle Amerikan birlikleri arasında giderek güneye doğru yayılmakta olan çatışmanın sonucunu beklemek lazım. İşte o noktada belki dikkat etmişsinizdir bugün Blair ve İngiliz Savunma Bakanı da birtakım beyanatlarda bulundular. İngiltere Amerika'nın bu direnişi bastırmadaki sertliğini artık dolaylı değil de doğrudan olarak eleştiriyor. Demek ki şimdi bu El Sadr'la Amerikan birliklerinin çatışmasında ulaşılacak sonuç belki de bizim tahminimizden daha kolay bir şekilde Irak'ın Felluce türü bir sükunete kavuşmasına yardımcı olabilir. Daha önceden tabi şu aşamada tahminde bulunmak çok güç.

Işıl Eliçin: Sayın Aktan lütfen hattımızda kalın efendim, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çağrı Erhan da hattımızda. Sayın Erhan, size de aşağı yukarı aynı soruyu yöneltmek istiyorum. Son günlerdeki Başbakan başta olmak üzere hükümetten çıkışlar oldu Ortadoğu'daki gelişmelerle ilgili ve bugün mecliste de konu tartışılıyor. Türkiye bu gelinen noktada neler yapabilir sizce efendim?

Çağrı Erhan: Evet, Türkiye'nin aslında önünde yapabileceği şeyler çok kısıtlı Sayın Gündüz Aktan'ın az önce söylediklerini de ben dinledim. Sayın Başbakan'ın çıkışlarını ben uluslararası alana, uluslararası camiaya çağrılardan öte biraz da iç politikaya biraz da kendi tabanına sesleniş şeklinde yorumluyorum. Çünkü Türkiye'nin İsrail'e karşı bir ekonomik ambargoyu başlatabilmesi veyahut Türkiye'nin daha evvel yapmış olduğu birtakım anlaşmaları gözden geçirebilmesi bugünkü uluslararası konjonktürde çok mümkün gözükmüyor. Ama Türkiye'nin insani alanda yapabilecekleri var ve bunları yapmak konusunda da aslında çok gecikmemeli. Mesela neler olabilir? Kızılay yardımları gönderilebilir bölgeye, daha evvelki dönemlerde olmuştu. 2002 tarihinde Cenin operasyonu gerçekleştiğinde Kızılay üzerinden Türkiye yardım göndermeyi denemişti. Ve bunda da başarılı olmuştu. Aynı şekilde Türkiye bir yardım fonu oluşturup bunu Filistin yönetimine iletebilir, Filistin yönetiminin Refah mülteci kampında Gazze'de ve geri kalan bölgelerdeki zararları kapatmak için bu fonu kullanmasını sağlayabilir. Ve bunun ötesinde, insani boyutun ötesinde çok da fazla ne Birleşmiş Milletler'de ne İslam Konferansı Örgütü'nde ne de başka bir örgütte Türk'ün öncülüğünde bir İsrail'e karşı yaptırım kampanyasının başlatılabileceğini açıkçası bu noktada çok zannetmiyorum. O zaman sözlerimin başına geri döneyim; Türkiye'de birtakım devlet adamları özellikle hükümet içerisinde birtakım isimler niye böyle çıkışlar yapıyorlar.. Türk kamuoyunda haklı olarak oluşan hassasiyeti biraz da gidermek, biz bu olup bitenlere sessiz kalmıyoruz mesajını vermek için yapıyorlar.
Işıl Eliçin: Sayın Erhan çok teşekkürler görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için. Evet, Sayın Aras sizinle şöyle devam edelim isterseniz; hep tabi işin diyelim ki İsrail bir davranışta bulunuyor Türkiye nasıl tepki verebilir açısından baktık ama bunun herhalde bir de pozitif etkiyi yaratarak değiştirme yönü olabilir bu ilişkilerde uluslararası ilişkilerde. Bu anlamda belki hani ambargo koyamaz ya da bu seçeneği kullanmak erken ya da... 

Peki ne yapabilir Türkiye?


Bülent Aras: Fakat şu anda en azından peşpeşe birkaç ihalenin, tabi sadece Türkiye değil yani özellikle Avrupa Birliği ve dünya kamuoyunun tesiriyle peşpeşe birkaç ihalenin bile ertelenmesi İsrail içerisinde bu güvenlik öncelikli düşünen halk üzerinde ciddi tesir yapacağını ben düşünüyorum. Sayın Başbakan'ın görüşlerinin de İsrail basınında bu kadar geniş yer tutması ve tartışılması bunun aslında erken bir sinyali. Aslında Türkiye'nin İsrail'e yapabileceği en önemli yardım aslında Türkiye'nin deneyimini İsrail'e aktarması. Yani şimdi bakıldığı zaman İsrail bir Hamas'la mücadele tarzı, işte vücudunun 3'te 2'sini kullanamayan 80 yaşına yaklaşmış ve tekerlekli sandalyede bir insanın helikopterden füzeyle öldürülmesi ve bu öldürme kararının işte bakanlar kurulu kararıyla alınması.. Yani bunlar Orta doğu'da bir terör örgütüyle mücadele için uygun yöntemler değil. Yani Türkiye'nin PKK terörüyle mücadelesi, işte PKK'nın başındakini yargılaması, hapse koyması ve şu anda ilişkilerin gelişim seyri aslında Ortadoğu'da bir terör örgütüyle nasıl mücadele edilebileceğinin örneklerini veriyor. Veya Türkiye'nin meşhur Türk Hizbullahıyla mücadelesi ve bu mücadeleyle Hizbullah'a esas ölümcül darbeyi vurup şu anda Hizbullah gibi bir örgütün ortadan kalmamasını sağlaması, bunlar İsrail için çok ciddi örnekler teşkil ediyor. İsrail'in alabileceği bir diğer örnek de Türkiye'nin 2000'li yıllar boyunca demokrasiyi ve güvenliği beraber geliştirebilmesi. Yani bugün İsrail hem daha güvenli bir yer olmamakla beraber gittikçe de Orta doğululaşıyor. Yani Orta doğu sisteminin, Ortadoğu'nun anti-demokratik yapısının bir parçası oluyor gün geçtikçe. Ve bu aslında İsrail'in Amerika ve Avrupalı alt yapısının yani bizim dünya algılaması ve demokratik İsrail devleti imajının da dönüşmesine sıkıntıya girmesine sebebiyet veriyor. Yani belki Türkiye'nin İsrail üzerine pozitif etkileri bunlar olabilir. Yani Türkiye'nin deneyiminden istifade etmesini sağlamak olur. Aslında bunun erken uyarıları da var, İsrail güvenlik uzmanları özellikle Türkiye'nin Hizbullah'la mücadelesini, PKK'yla mücadelesini gözlem altına almış, düşünüyorlar. Fakat İsrail'deki halihazırdaki yönetim güvenliğe o kadar fazla endekslenmiş ve güvenliği bir paranoya haline dönüştürmüş durumda ki İsrali'de bir ulusal güvenlik devletin devamı için her şeyi yapmaktadır. Yani İsrail'deki güvenlik devleti sanki bir etrafımıza bir duvar örüp dünyadan bağımsız biz kendi adamızda mutlu yaşayabiliriz düşüncesi içinde. Artık 21'inci yüzyıl dünyasında bunun mümkün olmadığının farkındayız. Ve İsrail şu anda bütün bölge için istikrarsızlık ve güvensizlik üreten bir ülke. Yani bugün bu bölgenin karşılaşabileceği belki bundan sonraki en önemli tehdit bu bölge ülkelerinden birinde veya belki de İsrail'de bir kitle imha silahının kullanılması tehlikesi. Yani benim Arap çaresizliği dediğim bölgedeki marjinalleşme bu tür olabilecek ve artık eskiye nazaran bu silahlara ulaşımın da daha kolay olduğu düşünülürse yani bu bölgedeki herhangi bir ülkede veya İsrail'de bir kitle imha silahının kullanılması bölge için, bölge ülkeleri için çok ciddi bir kötü durum.

Işıl Eliçin: Teşekkür ediyorum. Sayın Aktan'a dönmek istiyorum şimdi. Sayın Aktan, az önce Felluce örneğini vererek belki burada sağlanan başarının bir şekilde bütün Irak'a yayılmasının mümkün olabileceğini ve bu anlamda Irak'ta istikrar sağlanabileceğini söylediniz. Fakat bazı yorumculara göre Filistin - İsrail sorunu çözülmeden Ortadoğu genelinde hiçbir şekilde yani kalıcı bir barışı, istikrar ortamı sağlanması mümkün değil deniyor. Siz katılıyor musunuz? Ve öyleyse nasıl çözülmeli? Hangi adımlar atılmalı bir an önce ki bu sorun çözülsün?
Gündüz Aktan: Evet, ben de buna katılıyorum. Özellikle büyük Ortadoğu projesinin uygulanabilmesi için öncelikle çözülmesi gereken sorun İsrail - Filistin sorunudur, bunu hepimiz biliyoruz. Ancak şimdi tabi buna bir yeni sorun daha eklendi; Irak'ın durumu. Eğer Irak'ın durumunda herhangi bir gelişme olmazsa, yani bu sorun herhangi bir şekilde olumlu biçimde çözümlenmezse Amerika'nın ve onun ardında belki çok önemli sayıda batı Avrupa ülkesinin gerçekleştirmek istediği büyük Ortadoğu projesi gerçekleşemez. Dolayısıyla sadece sorunu Filistin - İsrail ilişkisine bağlamamak lazım. O zaman Irak'ta ne yapılması gerekiyor? İşte Irak'ta 30 Haziran tarihine kadar egemenlik devri olacak. Bu devir tam bir egemenlik devri değil. Bunun nasıl olacağını kesin olarak bilmiyoruz. Şimdi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin temsilcisi bunun modalitelerini tespit için Irak'ta çalışıyor fakat aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde de İngiltere'nin sunmuş olduğu bir karar tasarısı var, bunun müzakeresi başladı. Şimdi bu karar tasarısı da son derce önemli. Ben biraz önce Felluce örneğini verirken Felluce'de beklenmedik bir sükunet tesis edildi. Ama bu sükuneti tesis edebilmek için müttefik kuvvetlerin, özellikle Amerikan kuvvetlerin oradan çekilmesi gerekti.Yani Amerikan kuvvetleri çekilip Iraklılar'a ve özellikle de hani o bölgenin insanlarına yani Sünni bölgesini Sünni generale bıraktığınız zaman görülüyor ki burada sükunet tesis edilebiliyor. Ama çözüm bundan ibaret değil, çözüm anayasa çözümü. Yani oradaki 3 dini ve etnik grubun nasıl bir anayasa üzerinde anlaşacakları ki o 2005'te Ocak'ta yapılacak seçimlerden sonra oluşturulacak olan yeni parlamentonun sorunu olacaktır. O başarılı olursa amacına ulaşırsa o zaman belki büyük Ortadoğu projesinin ileride başarılı olabileceğinden söz edebiliriz.

Işıl Eliçin: Sayın Aktan size bir sorum daha olacak. O da son dönemde mesela Kıbrıs konusunda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin bizzat nasıl bir yoğun çaba gösterdiğini gördük, izledik ve aynı çabayı ama bir İsrail-Filistin sorunu konusunda sanki izlemiyor gibi ya da öyle görünüyor. Bunun nedenleri konusunda bizi bilgilendirir misiniz?

Gündüz Aktan: Şimdi oradaki sorun şu; orada iki yönlü sorun var. Bir; Birleşmiş Milletler sistemi İsrail-Filistin sorununa ilişkin çok sayıda karar çıkarmıştır ve Oslo süreci de mesela bu kararların üzerine oturmuştur. Ama hiçbir zaman Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kıbrıs sorununda olduğu gibi diyelim ki bir iyi niyet misyonu çerçevesinde bu sorunun çözümünde rol oynamamıştır. Çünkü bu sorun Kıbrıs sorunuyla mukayese edilmeyecek kadar önemli, zor, çetin, karmaşık bir sorundur. Bunu ancak Amerika gibi İsrail'in arkasında yer alan fakat Araplarla ilişkisinde de şu geçen tarihlere kadar yani Şaron'un Washington'a ziyaretine kadar eh oldukça adil davranabilen veyahut adil davranmaya çalışan bir süper güç bu sorunun çözümünü sağlayabilir. Bu birinci yönü. İkinci yönü: Kıbrıs'a ilişkin olarak Kofi Annan'ın almış olduğu tutum Birleşmiş Milletler sisteminin ihtilaf çözümünde bugüne kadar almış olduğu tutumdan çok farklıdır. Bu tutumda Kofi Annan veya onun temsilcisi De Soto bütün hukuk ilkelerinin ötesinde son derece müdahaleci, gerektiğinde baskıcı, kendi elindeki belgeyi karşı tarafa dayatarak kabul eden bir tutum benimsemiş. Şimdi aynı tutumu dönüp İsrail'e yapmaya kalkarsanız İsrail için bir hayat memat, yani beka konusu olan bu konuda İsrail katiyen işbirliğine girmez. Belki sizin sorunuzun cevabını Filistinliler çok daha olumlu olarak vereceklerdir ama İsrail bunu asla vermeyecektir. Onun için böyle bir çözüm mümkün değildir İsrail'le yani Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin İsrail'de rol oynamasıyla.

Işıl Eliçin: Sayın Aktan çok teşekkürler programımıza katıldığınız, görüşlerinizi paylaştığınız için.

Gündüz Aktan: Rica ederim..

Işıl Eliçin: Sayın Bülent Aras, isterseniz son kez aynı çerçevede aynı soruyu size de yönlendireyim. Birleşmiş Milletler'in çatışmaların çözümündeki rolü hep önemli deniyor. Ama farklı farklı roller üstlendiğini görüyoruz. Ne düşünüyorsunuz?
Bülent Aras: Evet, aslında Birleşmiş Milletler'in Filistin sorununa yeterli ilgiyi göstermediğini söylemek Birleşmiş Milletler açısından da haksızlık olacaktır. Çünkü Birleşmiş Milletler'in bünyesinde Filistin sorunuyla ilgilenen özel bir daire mevcut. Ve Birleşmiş Milletler'in belki de en fazla bilgi belge ürettiği konu Filistin sorunu. Fakat burada çıkmaz Birleşmiş Milletler Genel Meclisinde Güvenlik Konseyi'nin tersine genel kurulda çok ciddi destek bulan Filistin sorununun Güvenlik Konseyi'nde sürekli Amerikan vetosuyla karşılaşması. Birleşmiş Milletler'den İsrail'e yönelik yaptırımı olan ciddi kararların çıkamaması. Fakat Birleşmiş Milletler'in Filistin sorununa genel faydası şu; eğer 1970'lerde terörist olarak algılanan Filistin Kurtuluş Örgütü'nden bugün eğer Filistin'de büyükelçilik düzeyinde pek çok ülkenin tanıdığı bir devletçik veya bir devlet yapısı ortaya çıkmışsa bu çok büyük oranda Birleşmiş Milletler'in ürünüdür, eseridir. Çünkü Filistin sorununa yönelik dünya kamuoyunda ciddi bir uyandırma, ciddi bir destek sağlaması Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda gerçekleşmiştir. 

 Fakat Birleşmiş Milletler'in rolü sadece Filistin'de değil yani aslında dünya politikalarını belirlemedir, şu anda Birleşmiş Milletler devre dışı kalmış bir kurum. Yani Irak savaşı dolayımıyla tartışırsak yani Irak savaşını engelleyememiş ve pek çok diğer uluslararası müdahalede de Birleşmiş Milletler devre dışı kalmıştır. Burada tabi esas belirleyici unsur Amerika'nın tek taraflılığı. Yani şu an ki mevcut uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler hukukunu tanımayan Amerikan tek taraflılığı. Yani burada sadece Birleşmiş Milletler değil örneğin NATO'nun da aynı sıkıntıyı çektiğini, işte NATO'nun bu ayın sonunda yapılacak, yani önümüzdeki ay yapılacak zirveyle rolünü yeniden tanımlama ihtiyacı duyduğunu görmekteyiz. Belki aynı şey Birleşmiş Milletler için de geçerli olacak. Yani rolünü yeniden tanımlama yoluna girebilecek ki bu tür uluslararası sorunlarda çözüm üretebilsin. Fransa'da bu Güvenlik Konseyi yapılanması ve İsrail... ilişkilerinin mevcut sorunlu durumuyla Birleşmiş Milletler'den ciddi bir şey çıkacağını beklemek ümitsizlik olur. Bunun yerine daha reel politik yollarla öncelikle Amerika'nın bu konuda bir değişime gitmesiyle belki İsrail'in kendi içerisinde bu güvenlik demokrasi geriliminden kurtularak daha demokrat, 21'inci yüzyıl realitelerine daha uygun, globalleşmenin rüzgarlarının ülkesinin içine girmesine müsaade edebilecek yeni bir sorumlu bir İsrail yapısıyla bu sorunun rahat çözülebileceğini söylemek daha kolay.

Işıl Eliçin: Sayın Bülent Aras programımıza katıldığınız için çok teşekkürler.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder