25 Ekim 2020 Pazar

Sivil-Asker İlişkileri.,

Sivil-Asker İlişkileri.,




Doç.Dr. Atilla Sandıklı



Giriş

Birçok ülkede, toplumsal bir sınıf olarak ordu, sahip olduğu olanaklarla siyaseti etkileyebilme gücüne sahiptir ve zaman aman politik realitelerle askeri 
ideallerin birbirini kesmesi durumunda bu ilişkinin bir kaosa dönüştüğü görülmektedir. Bu durumda sivil-asker ilişkilerinin demokratik standardının ne 
olması gerektiği bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Özgürlükleri, rekabeti ve bireyselliği ön planda tutan demokratik toplumlarda sivil-asker ilişkisi bürokratik sınırlar içinde ve sivil otoritenin kontrolü altında tutulurken bütüncül, seçkinci, hiyerarşik, ortakçı ve otoriter toplumlarda ordunun siyaset üzerinde ağırlığının daha fazla olduğu görülmektedir.
Bu durum nedeniyle birçok düşünür, sivil-asker ilişkilerine atıfta bulunarak, demokrasinin Batı dışı toplumların kültürel gelenekleriyle uyuşmadığını ileri 
sürmekte ve silahlı kuvvetlerin siyasal iktidarlar tarafından kontrol edilmesinin Batı tipi demokrasilerin en ayırt edici ve vazgeçilmez niteliklerinden biri olduğunu belirtmektedir.

Tanım.

Sivil-Asker İlişkileri,devlet adına şiddet kullanma yetkisini elinde bulunduran asker ile bu yetkinin sınırlarını belirleyen ve denetleyen siviller arasındaki hiyerarşik ve interaktif ilişkilerdir.

Sorunsal.

Sivil-asker ilişkileri sorunsalı, toplumu korumakla yükümlü olan bir kurumun fazla güç edindiğinde, yine aynı toplum için tehdit unsuruna dönüşmesi olasılığıdır. Silahlı kuvvetlerin yeterince güçlü olmaması, dış tehdit ihtimalini artırırken, gereğinden fazla güçlü olması aynı toplum için sorun olabilmektedir.

Sivil denetim tartışmaları; bu çelişkiyi gidermek, dışarıya karşı güçlü orduyu muhafaza etmek ve bu gücün içeride kendi toplumuna dönerek zarar vermemesi için denge kurma amacını güder.NarcisSerra, Romalı ozan Juvenal’ın “muhafızların muhafızlığını kim yapacak” sözünü aktararak sivil-asker ilişkilerini doğuran temel problematiğe işaret etmektedir.

Mevcut tecrübeler, sivil-asker ilişkilerinde “demokratik sağlamlaştırma sürecine en fazla zarar verebilecek öğenin, kendisini hami güç olarak ileri süren ya da kendi özerk alanını oluşturarak, siyasi karar alanlarını hükümetin elinden alan ordu olduğunu göstermektedir. Silahlı kuvvetler, kendisini ulusun özünün ve kalıcı çıkarlarının garantörü olarak gördüğünde hami rolünü üstlenir ve bu konumla, seçilmiş hükümet üzerinde etki kurar.”

Sivil-asker ilişkilerini problem boyutuna taşıyan önemli bir ayrıntı da askerlerin yönetilmekten kaçınma ve özerk davranma eğilimleridir. Sivil-asker ilişkilerine askerlerin bakış açısıyla bakıldığında; Feaver’a göre ordu, yapılacak şeyin ne olduğuna bakılmaksızın, kendisinden istenenleri asgari düzeyde sivil müdahale ve idare altında yapmak ister. Bu ve benzer tercihler, sivillerin ne talep ettiğine bakmaksızın, ordunun kendi taleplerine yönelmesi olasılığını da ortaya çıkarmaktadır.

Konuya farklı bir açıklama getiren Bland’e göre, sivil-asker ilişkilerinde, sivil otoritenin meşruiyeti yanında ordunun silaha dayalı bir güce sahip olması, denklemde her zaman yeri olan bir gerçektir. Orduların yönetim kadroları, sivil yönetime tabi olmalarını sivil otoritenin bir dayatması olarak değil, kendi kabulleri olarak tanımlama eğilimindedir.

Sivil-asker ilişkilerinin bugünkü ve gelecekteki muhtemel problem alanları şu şekilde sıralanabilir:

Orduların yapısı ve temel görev alanları.
Kaynak aktarımı ve bütçe problemleri.
Orduların özerklik düzeyleri.
Orduların sivil denetimi.
Değişen askerlik modelleri ve alternatif askerlik uygulamaları.
Büyüyen ordu-toplum mesafesi.
Vicdani ret uygulaması.


En basit tanımıyla sivil-asker ilişkilerinde sivil denildiği zaman genelde seçimle işbaşına gelmiş otorite ve asker denildiği zaman silahlı kuvvetlerin üst komuta kadrosu anlaşılır.Bu tanım pek çok kişi tarafından kabul görse de; siviller içinde halk ile birlikte STK’ların, medya ve benzeri aktörlerin, askerler içinde ise diğer alt kademelerin gözardı edilmesi mümkün değildir.

Sivil-asker ilişkilerinde sivil yöneticiler ve askeri yöneticiler dışındaki aktörlerin denklemin dışında bırakılması, problemin çözümüne ilişkin daha kolay bir yöntem gibi gözükse de, sağlıklı ve sürdürülebilir bir durum değildir.

Kuramlar

Sivil-asker ilişkilerinde beş ana teoriden bahsedilebilir:
Huntington’ın Kurumsal Ayrım Teorisi.
Janowitz’in Yakınlaşma Teorisi.
Schiff’in Uyum Teorisi.
Feaver’ınVekalet Teorisi.
Bland’in Müştereklik Teorisi.

Söz konusu teorilerden bazıları, farklı ülkelerdeki sivil-asker ilişkilerini anlama ve yeniden yapılandırmada diğerlerine göre daha fazla geçerli olabilmekle birlikte, teorilerin hiçbirisi mutlak anlamda birbirini çürütecek argümanlar içermemektedir. Ülkelerin ve toplumların özellikleri ile orduların tarihi, her ülke için farkı bir ilişki modelinin tesisini de zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, bir ülkede sivil-asker ilişkilerinin tesisinde mevcut teoriler dahil pek çok şeyden faydalanmak bir zorunluluk olmakla birlikte, bu konularda kanıtlanmış ve şaşmayan stratejiler aramak çok da mantıklı değildir.

Kurumsal Ayrım Teorisi: Huntington.

Samuel P. Huntington teorisini sivillerin ve askerlerin rol ve sorumluluk temelinde ayrılması fikri üzerine inşa etmiştir. Bu teoriye göre, siviller askeri alanlarda ve konularda askerlerin otonom yapısını ve özerkliğini tanımalı ve korumalıdır. Bunun karşılığında ise askerler askeri olmayan konularda siyasi irade ve otoriteye mutlak itaat sergilemelidir.

Huntington, sivillerin askerler üzerinde doğru bir kontrol mekanizması kuramamasını ve kursa bile bu mekanizmayı işletememesini, sivil-asker ilişkileri problematiğinin temelindeki neden olarak görür ve askerlerin özerk alanının korunmasını öne çıkaran “nesnel sivil denetim” modelini çözüm olarak önerir.

Yakınlaşma Teorisi: Janowitz.

Ordunun etkili olabilmesi için sivillerden farklı olması gerektiğini savunan Huntington’un aksine, Morris Janowitz ordunun yeni koşullar altında etkinliklerini artırabilmek için sivil değerler ve prosedürlere yaklaşması gerektiğini savunur.
Janowitz, askeri gücü ve amaçlarını yeniden kavramsallaştırarak, iç güvenlik görevlerini askerin görev alanı içinde görmektedir. Bunu yeni dönemde özellikle Batılı orduların post-modern yapılanma temelinde değişen rolleri ile açıklamak mümkün olduğu gibi, 11 Eylül saldırılarının Batılı ordularda iç güvenlik temelinde yarattığı tehdit önceliği olarak da yorumlamak mümkündür.

Uyum Teorisi: Schiff.

Rebecca L. Schiff’in Uyum Teorisi genel anlamda, ordu ile siviller arasında şart koşulmuş bir ayrımdan ziyade; ordu, sivil elitler ve vatandaşlar arasında oluşturulabilecek bir uyumdan bahseder. Bu üç aktörün oluşturduğu uyumun içerisinde bu üç öğenin ayrımı söz konusu olabilir ancak uyumun oluşabilmesi için şart değildir.

Bununla birlikte Uyum Teorisi, ordu üzerinde bir sivil denetimin zorunlu olduğunu savunmaz, kurumlar ve sektörler arasında oluşacak karşılıklı diyalogun daha önemli olduğunu belirtir. Ayrıca bu teoriyi diğer birçok sivil-asker ilişkisini anlatan teoriden ayıran özelliği, Uyum Teorisi’nin bu ilişkiselliğe üçüncü bir boyut katarak vatandaşları da çerçeveye dahil etmesidir. Bir başka deyişle, bu teori ile sivil-asker konusu kurumsal öğelerin dışına taşınarak kültürü oluşturan bireyleri de olaya dahil eder.

Schiff, toplumun sivil-asker ilişkisini etkilediğini ve bunu da kültür üzerinden yaptığını savunur. Sivil-asker ilişkisini değerlendirirken her ülkede farklılık gösterecek olan kültürel değerleri gözardı eden bir teorinin, evrensellik iddiasıyla her ülkede işler kabul edilmesive uygulanmaya konulması doğru olmayacaktır.
Schiff’e göre, askeri müdahalenin önlenmesi ordu, siyasi liderler ve vatandaşlar arasındaki anlaşmayı gerekli kılar.Bunun dört göstergesi vardır:


Subayların sosyo-demografik özelliklerinin toplumu temsil düzeyi.
Ordu ile ilgili siyasi karar alma süreci.
Askere alma yöntemi.
Askerlerin daha çok zihinsel yapılarını tanımlayan ‘ordu stili’.
Vekalet Teorisi Uyarlaması: Feaver.
Peter D. Feaver’ınVekalet Teorisi, 


Politik ve Ekonomik olarak üstün pozisyondaki aktörlerin (asil, principal), politik ve ekonomik olarak daha alt seviyedeki aktörlerin (vekil, agent) davranışlarını nasıl kontrol ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Bu teori, asil-vekil ilişkisi esasına dayanır ve Amerika’daki sivil-asker ilişkilerinin Soğuk Savaş ve sonrası dönemdeki durumunu aydınlatmaya çalışır.Vekalet Teorisi bütün sivil-asker teorilerinin olmazsa olmazı olan sivil-asker ayrımını korumakla birlikte, kuramı ideal tipteki iş bölümüne dayandırmamaktadır.

Asil-vekil literatüründe iki önemli kabul vardır. Birincisi, vekiller gözetim altında tutulduklarında işlerini yaparken, gözetim altında değilken çalışmaktan kaçınabilmektedirler (kaytarma, shirking). İkincisi, gözetim doğası gereği yetersizdir. Bu sebeple ideal rıza/uyum (optimalcompliance) vekillerin değerini yükseltirken, onları asillerin kararlarına daha çok yaklaştırır. Feaver, asil-vekil kuramı uyarlamasında, bu iki görüşe de katılır ve vekillerin nasıl gözetim altında tutulduğu ile asillerin ve vekillerin tercihlerinin hangi düzlemde birleştiği konularını inceler.

Sivil-asker bağlamında, asil olan siviller ile vekil olan askerler, güç kullanarak sivillerin çıkarlarının korunmasına dayanan bir anlaşma yapmışlardır. Yani siviller şiddet araçlarına ihtiyaç duymuş; askeri kurumları kurmuş ve onlarla, toplum adına güç kullanma konusunda bir anlaşma yapmışlardır.

Müştereklik Teorisi: Bland.

Douglas Bland’in Müştereklik Teorisi, diğer teorilerden farklı olarak, ordunun sivil kontrolünün sağlanması ve yönetilmesinin, sivil liderler ve askerler arasında paylaşılan sorumluluklar doğrultusunda mümkün olabileceği temel iddiasını taşır. Bu anlamda, sivil otorite kontrolün bazı konularından sorumluyken; askeri liderler de kontrolün başka yönlerinden sorumludur. 

Kontrol için gereken bazı sorumluluklar birbirinin içine geçmiş veya birleşmiş olsa da özelliklerini yitirip birbirlerine kaynamış halde değildir. Araştırmalar göstermiştir ki sivil otoriteler yalnızca teknik bilgi sağlamak ya da operasyonları yönetmek için değil ordunun sivil kontrolünü sağlayabilmek amacıyla da askerden yardım alabilmektedir.

Müştereklik Teorisi sivil-asker ilişkiselliğine derinlemesine ve çok daha ilişkisel baktığı iddiasıyla, bu konudaki diğer teorilerden farklılaşmaktadır. Ayrıca bu teori, sivil ve orduyu iki farklı öğe olarak görerek ayrımsal geleneği korumakla beraber; ordunun sivil doğrultuda yönetilmesi fikrini de desteklemektedir. Ancak, diğer teorilerden farklı olarak, direkt bir sivil kontrol yerine, sivil ve asker aktörler arasında paylaşılan sorumluluk anlayışının hüküm sürmesi sayesinde sivil kontrolden bahsetmenin mümkün olacağını belirtmektedir.

İlişkiye bu şekilde bakıldığında, hangi sorumluluğun kime ait olduğunun belirlenmesi ve bunun kim tarafından yapılacağı konusuna Bland tarafından bir açıklama getirilmemekle birlikte, Bland’e göre sorumluluğun paylaşımını net çizgilerle ayırmak pek de mümkün değildir, çünkü iki aktörün sorumluluklarını belirleyen normlar ve değerler her ülkede farklılık gösterebilmektedir.

Konsolide Demokrasi Teorisi: Diamond ve Heywood.

Larry Diamond’a göre bir ülkede “asker, sivil kontrole kesin bir şekilde tabi hale gelmediği ve demokratik anayasal düzene tam manasıyla bağlı olmadığı sürece” o ülkedeki demokrasiye, gelişmiş demokrasi olarak bakılamaz.

Demokrasinin pekiştirilmesi için, sivil otorite tarafından, öncelikle askerin siyasi alana angaje oluşunun en alt düzeye çekilmesi ve askere tahsis edilmiş güç alanlarının ortadan kaldırılması gerekmektedir. Demokrasilerde sivil hükümetin, politikalarını askerin müdahalesi olmadan yürütebilmesi, milli savunmayı düzenleyebilmesi ve askeri politikaların uygulanmasını denetleyebilmesi sivil üstünlük için temel şartlar olarak belirtilmektedir.

Orduların Özerkliği.

Orduların özerkliği, siyasi irade ile askerlerin karar alanlarını ayıran çizgi belirlendikten sonra, askerlerin alanında kalan yetkileri ve rolleri tanımlamaktadır. Orduların özerklik alanları, stratejik düzeye ve siyasi alana doğru genişledikçe demokratik temelde işleyen bir sivil-asker ilişkisinden uzaklaşılacağı tespitinde bulunulabilir.

David Pion-Berlin, orduların özerk yapısını iki farklı düzeyde analiz eder: Kurumsal özerklik ve siyasi özerklik. Kurumsal özerklik, bireysel düzeyde ast konumundaki kişilerin terfi, atama ve cezalandırılmasındaki yetkiyi; ordu düzeyinde askeri eğitim, doktrin, askeri reform ve modernizasyon konularını kapsar. Hem ideoloji hem de davranış boyutu olan siyasi özerklik ise, ordunun kurumsal sınırlarını aşan ofansif bir strateji ile sivil kontrole tahammülsüzlüğü ve meydan okuması olarak tanımlanır.

Kurumsal özerklik, orduların yetkisine bırakılan alanlara dışarıdan müdahale olmamasını kastederken, siyasi özerklik ise münhasıran sivil otoriteye ait alana askerin müdahalesi ve sivil otoriteyi dışlaması olarak tanımlanabilir. Bu bakış açısıyla, askerlerin siyasi özerkliğinin olmaması gerekir. Ancak buradaki temel tartışma noktası, hem teorilerde hem de pratikte bu özerklik ve karar alanlarının sınırlarını belirleyen çizginin muğlâklığı ve kişiden kişiye farklılaşmasıdır.

LordSalisbury’den, “Doktorlara bakarsanız, hiçbir şey sıhhatli değildir;ilahiyatçılara bakarsanız, hiç kimse masum değildir; askerlere bakarsanız, hiçbir şey güvende değildir.” alıntısını yapan Huntington, askerlerin mesleki sorumluluk konusundaki duyarlılığının bir profesyonel önyargıya neden olabileceğini vurgulamaktadır. Bu tespitler, askerlerin tehdit konusundaki yanılma ve önyargılarının, art niyetli ve maksatlı bir yanıltmadan daha çok mesleki bir duyarlılığa bağlanabileceğini göstermektedir.

Tanel Demirel’e göre, siyasi özerklik konusundaki mevcut tartışmalar, orduların karar alma süreçlerinden dışlanması veya siyasal mekanizmaya etkilerinin sıfırlanması anlamına gelmemektedir. “Diğer bürokratik örgütler gibi ordu da kendi kullanımına sunulan kaynakları artırmak/genişletmek için çaba gösterecek, ulusal güvenliğe ilişkin sorunlarda kendi görüşlerini siyasal iktidar nezdinde kabul ettirmeye çalışacaktır. Ordunun bu faaliyeti, tehdit ve şantaja dönüşmedikçe kabul edilebilir davranışlardır.”

Yaprak Gürsoy, orduların siyasi özerkliğinin (yani, sivil siyasi gücün iradesinden bağımsızlığının) düşük veya yüksek olmasının temel göstergelerini farklı çalışma bulgularına dayanarak şu altı konuya indirgemektedir:


Ordunun iç güvenlikteki rolü.
Yasama, yürütme ve sivil mahkemelerin rolü.
Ordunun yasal sistemdeki rolü.
Ordunun üst düzey yönetim kadroları ile ilgili personel kararlarındaki rolü.
Savunma sektörü ile koordinasyon.
Ordunun istihbarattaki rolü.

Dolayısıyla, sivil-asker ilişkilerinde yetki/sorumluluk veya özerklik konusunda ayrımı, müşterekliği veya uyumu esas alan herhangi bir teorinin tüm alanlarda geçerli olmasını savunmak çok da mümkün görülmemektedir. Bu konuya, yetki alanına dönük spesifik örnekler verilecek olursa; bir ordudaki terfi ve atama usul ve esaslarının tespitinde sivil-asker kanatlar arasında bir müştereklik ve uyumdan bahsedilebilirken, bu kuralların kurum içinde işletilmesinde ordu lehine bir ayrım ve ordunun bu konuda özerkliği kabul edilebilir bir seçenektir. Benzer şekilde, üst komuta düzeyindeki atamalarda da sivil iradenin lehine bir ayrım ve keskin çizgilerin varlığı söz konusu olabilecektir.

Bu konuda başka bir örnek daha verilirse; herhangi bir alanda ordunun güç kullanması konusunda karar merci ve tek yetkili sivil irade iken; gücün niteliği ve formasyonu konusunda, karar yetkisi sivillerde olmak kaydıyla, sivil-asker kesimler arasında bir müştereklik/uyum söz konusu olabilecek; ancak bu gücün alanda nasıl kullanılacağı konusu tamamen askerin yetkisine ve özerk alanına bırakılabilecektir.

Bu tartışmalardan hareketle varılabilecek nokta, farklı tasnifler ve tanımlamalarla açıklanmaya çalışılan özerkliğin sınırlarının ülkelere ve kültürlere göre değişebilirliğinin kabul edilmesidir. Özerkliğin sınırlarının ve niteliğinin belirlenmesinde aşağıda belirtilen temel konularda mutabakatın sağlanması, demokratik ilkelere dayanan bir sivil-asker ilişkisinin oluşturulmasında etkili olacaktır. Bu temel mutabakat konuları:

Sınırları değişebilir olmakla birlikte, bir sivil denetim gereğinin her iki tarafça kabulü, varlığı ve işletilmesi

Özerklik sınırlarının devlet yönetiminde iki başlılığı doğurmayacak, ancak bunun yanında ordunun kurumsal etkinliğini en az olumsuz etkileyecek şekilde optimum bir noktada olması

Özerkliğin sınırlarının, ordunun gücünün ve konumunun siyasiler tarafından politik amaçlarla suiistimal edilmeyecek ve ordu personelini politize etmeyecek şekilde belirlenmesi

Özerkliğin sınırları ne olursa olsun, güvenlik alanında sivil iradenin askerlerin danışmanlığını işletilen kurumsal süreçlerle kabul etmeleri ve bu danışmanlığa önem vermeleri

Kurumsal veya siyasi özerkliğin sınırlarının, ordunun sivil iradeyi tehdit edecek veya ona karşı güç kullanacak bir düzeye ulaşmaması Orduların Sivil Denetimi
Sivil denetim, şiddet araçlarının meşru sivil bir otorite tarafından kontrol edilmesi ve bu bağlamda da orduların kontrolünün demokratik ilkeler temelinde gerçekleştirilmesidir. Bu terim son dönemde çoğu zaman siyasi kontrol kavramı yerine veya bu kavramla aynı anlamda da kullanılmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, orduların sivil denetiminin siviller tarafından ve yasalarla belirlenmiş demokratik ilkeler temelinde yapılması gerekmektedir.

Ancak bu görüş, her ülkede değişiklik gösteren kültürel öğeler dikkate alınarak denetimin çerçevesi belirlenmediğinde eksik kalmaktadır. Bu anlamda, Batılı örnekler bir kenara bırakıldığında, her ülkeye uygun bir sivil denetim yönteminden bahsetmek güçtür. Bu nedenle, sivil-asker ilişkilerinin önemli bir boyutunu temsil eden sivil denetim, her ülkede farklı parametreler üzerinden farklı düzeylerde sağlanmıştır.

Bu farklılaşmaya rağmen, HansBorn’a göre sivil denetimin amaçları birçok ülkede benzerlik gösterir ve şu şekilde sıralanabilir:

Toplumun bütün bireylerinin insan haklarını korumak Siyasi ve askeri liderlerin amaçlarını aynı kulvara dahil etmek (yani, paralel kılmak)

Güç kullanımını meşrulaştırmak

Belirli parametreler içerisinde orduların kendi takdiriyle güç kullanımını azaltmak ve otoriter kurallardan kaçınmak Toplumsal ve fonksiyonel zorunlulukları dengelemek Sivil denetimin temel konusu ise bunun nasıl sağlanacağıdır. Bu konu iki temel farklı yorumla açıklanmaya çalışılmaktadır. Bunlardan ilki siyaset bilimi bakışaçısıdır.Huntington’agöre; yasalar ve kurallar ile resmi bir emir komuta zinciri, orduları topluma karşı sorumlu kılmaya yetecektir. İkinci görüş ise daha çok Janowitz tarafından temsil edilen sosyolojik bakış açısıdır.Buna göre sivil denetim ancak ve ancak ordular geniş bir toplumsal ilişkiler ağının içine entegre olduğunda sağlanabilir.

Sivil denetimin nasıl sağlanabileceği yönünde bu iki temel teorik görüşü de içine dahil eden ve üçlü bir tipolojiye giden açıklamaya göre ise; yatay, dikey ve şahsi kontrol mümkündür. Dikey kontrol, orduların parlamentolar ve hükümetler tarafından kontrol edilmesine; yatay kontrol, medya, sivil toplum kuruluşları, dini kurumlar, araştırma merkezleri, askeri sendikalar vb. toplumsal aktörler yoluyla kontrol edilmesine; şahsi kontrol ise, askerlerin sivil kurallar ve insan hakları gibi sosyal sorumluluk gerektiren konularda siyasi nötrlük gerektiren şahsi kontrollerine işaret etmektedir.

Serra, orduların sahip olduğu özerkliğin azalmasını ve ordu üzerindeki kademeli sivil denetimi yedi aşamada tanımlar. Siyasi özerklik aşamaları;

Siyasi gücü denetleyen ordu.
Ulusal temellerin koruyucusu ordu.
Hükümet politikalarını kısıtlayan ordu.
Örgütsel ve operasyonel özerkliği savunan ordu.
Sivil üstünlüğünü resmen ancak kısmen kabul eden ordu.
Siyasi özerkliği zayıf, kurumsal özerkliği görece yüksek ordu.
Demokratik sivil denetime tabi olan ordu.


Bu aşamalardan ilk üçü geçiş, sonrakiler ise sağlamlaştırma aşamaları olarak adlandırılır.

Sivil-asker ilişkilerinde hesap verebilirlik mekanizmaları güçlü ve etkin ise kontrol de güçlü ve etkindir. Bu sebeple sivil kontrol yalnızca darbe ihtimaline karşılık bir kalkan olarak kavramsallaştırılmamalı, rol alan bütün oyuncuların hareketlerini toplumsal çıkarlar temelinde kısıtlayan ya da meşrulaştıran bir yönetim prensibi olmalıdır.
Huntington’a göre iki tip sivil denetim türünden bahsedebiliriz: öznel sivil denetim ve nesnel sivil denetim. Kısaca tanımlamak gerekirse; öznel sivil denetimde, bağımsız bir askeri alanın reddi, nesnel sivil denetimde ise özerk askeri profesyonelliğin tanınması söz konusudur.

Öznel sivil denetim: Bu kavram askerin siyasi gücünün azaltılarak, sivil grupların siyasi gücünün artırılması durumunu açıklar; sivil gruplar silahlı kuvvetlere nazaran daha güçlü konumda olduklarında ordu üzerinde sivil denetim kurulabilir önermesine dayanır. Ancak bu tür bir denetim belirli sivil grupların güçlerinin artması anlamına gelir.

Öznel sivil denetim, sivillerin kontrolünü en üst düzeye çıkarırken, askerlerin özerk mesleki alanlarını da ortadan kaldırarak, ordunun politizasyonu tehlikesini barındırır.

Nesnel sivil denetim: Askeri profesyonelliğin üst düzeye çıkarılması ve subay kadrosunun profesyonelleşmesi için en uygun ortamı sağlayacak bir denetim mekanizmasının kurulmasına işaret eder. Nesnel sivil denetimde, askerin sivilleştirilmesi değil, profesyonel ve özerk yapısının tanındığı ve silahlı kuvvetlerin demokratik yollarla denetlenmesine olanak sağlandığı bir siyasi güç dağılımı vardır.

Huntington’a göre nesnel sivil denetim; askeri güvenliği zayıflatmadan, askerin özerk yapısını tanıyan, siyaseten tarafsız bir orduya müsaade eden, belli bir çıkar grubunun amaçlarına yönelik denetimi içermeyen bir kavramdır.

Denetimi farklı açılardan inceleyen bir diğer tasnifte ise iç denetim ve dış denetim ayrımı yapılmaktadır. Serra’ya göre dış denetim, yasama, yürütme, yargı ya da paydaşlar tarafından uygulanırken; iç denetim, belirli bir bürokrasiyi oluşturan insanların benimsediği değerler ve normlar temelinde işletilen sezgilere dayanmaktadır. İç denetim ayrıca kendi içinde, bilimsel, teknik ve profesyonel değerlere dayanan nesnel iç denetim ve sosyal, manevi, siyasi değerlere dayanan öznel iç denetim olarak iki grupta tasnif edilebilir.

Orduların toplumlardan farklı olmasını savunan Huntington’a göre, etkin bir denetim için ordunun sivil toplumdan ve siyaset dünyasından uzak kalması gerekir. Ayrıca sadece askeri ideallerle motive olması durumunda ordu devletin hizmetçisi olacak ve sivil denetime tabi olacaktır.

Bunun tam tersini savunan Janowitz’e göre ise sivil denetim ancak sivil ve askeri değerlerin birbirine yakınlaşmasıyla mümkün olabilir. Ayrıca, bu ortamda askerlerin sivil değerlere uyum sağlaması gereği de ortaya çıkmaktadır. Teknolojik yenilikler ve silah sanayisindeki gelişmelerin de etkisiyle giderek daha çok sivil uzmanın ordu içinde yer alması da bu yakınlaşmayı mecbur kılacaktır.
Bu noktada orduların ve askerlerin sivil denetimi sorunsalının içinde, askeri profesyonelliğin incelenmesi gereken bir kavram olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu kavram temelindeki tartışma konularından birisi orduların yapı olarak profesyonelleşmesi ile bu profesyonelliğin sivil-asker ilişkilerine ve sivil denetime yansıması konusudur. Bir diğer konu ise, personel konusu bağlamında, bir değerler sistemi olarak askeri profesyonelliğin sivil denetime de yansıyan nitelikleridir.

Birinci konu bağlamındaki tartışmalar, orduların siyasete ve yönetime müdahalesi ile profesyonelleşme düzeyleri arasındaki ilişkileri incelemektedir. Finer ve Abrahamsson gibi çok önemli analistler, Huntington’un askeri profesyonelliğin daha fazla sivil denetim getirdiği yönündeki iddialarına katılmazlar.

Latin Amerika ülkelerindeki araştırmacılar ise, daha fazla askeri profesyonelliğin, tam aksine, siyasete karışma eğilimini artırdığına işaret etmişlerdir. Feaver ise “profesyonel eşittir itaat” hipotezinin tutmadığı görüşünü savunmuştur. Bu noktada, orduların profesyonel yapıda olmasının veya olmamasının sivil denetim ve askeri müdahalecilikle doğrudan ilişkilendirilmesi ve bu konuda klişe yargılar ve teoriler üretilmesinin çok da doğru sonuçlara götürmediği tespitinde bulunulabilir.
Bu kavramlar ve olgular arasında kurulmaya çalışılan ilişkiselliğe, belirli ülkeleri ve kültürleri esas alarak genellemeler yapmaya çalışan araştırmacıların düştüğü temel hatalar çerçevesinde şüpheyle bakılması ve bu ilişkiselliğin kültürel diğer parametreler temelinde açıklanması gerekmektedir.

Değerler bağlamındaki profesyonellik ise, orduların sivil iradenin üstünlüğüne inanarak kendi görevlerine odaklanmaları ve bu görevleri en iyi şekilde yapmalarıdır. Müdahalecilik konusundaki temel problemler de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Değerler bağlamında profesyonelleşemeyen ve daha çok radikal profesyonelliğe yakın orduların, sivil yönetimler üzerinde etkili olma ve gerektiğinde açık veya örtülü olarak ülke yönetimlerine müdahale etme ihtimali de yükselecektir.

Türkiye’de Ordunun Sivil Denetimi ve Özerklik.,

Osmanlı’nın son döneminde (1876-1918) zayıflayarak yok olma noktasına gelen sivil denetim, Cumhuriyet’ten itibaren, asker kökenli devlet adamları eliyle de olsa tesis edilebilmiştir. Ordu kendi başına bir siyasi aktör olma konumundan uzaklaştırılmış ve sivil iktidarın faaliyet alanına müdahale yeteneği büyük ölçüde sınırlanmıştır. Ancak 1960 sonrası dönemde, ordu üzerindeki sivil denetim tamamen ortadan kalktığı gibi, ordu kendi başına bir siyasi aktör olarak güçlü biçimde siyaset sahnesine geri dönmüştür.

Son dönemde değişmiş olmakla birlikte, özellikle 1960 sonrası dönemde Türk ordusunun; askeri stratejiler, silahlanma, kurumsal harcamalar vb. pek çok kritik konuda mutlak özerkliğinden ve denetimden muaflığından bahsetmek mümkündür. Soğuk Savaş Dönemi’nde artan gizlilik endişeleri ve bu yöndeki güvenlik tedbirleri, TSK’nın denetimden muaf tutulmasının temel gerekçeleri olarak öne sürülmüştür.

Türkiye bağlamında askerlerin sivil denetimi sorunu, çoğunlukla TSK’nın özerk yapısından ve üstlendiği role bağlı olarak kendini siyasilerin ve toplumun üzerinde görme eğiliminden kaynaklanmıştır. Sahip olduğu özerk yapı ve hissettirdiği güç, ordunun yıllarca gerçek anlamda denetlenmesini engellemiş ve ordu sivillere tabi olmak yerine istediği gibi hareket edebildiği geniş alanlara sahip olmuştur. Bunun yanında, aynı dönemde sivillerin bu gücü ele alacak yetkinliği ve iradeyi gösteremediği tespitini de yapmak gerekir.

Siyaset kurumunun üzerinde bir nüfuz ile ülke yönetiminde kendisini hissettiren ordu nedeniyle Türkiye’de, Huntington’ın kastettiği anlamda bir roller ayrımı olmasa da askerlerin çok geniş tuttukları, kurumsal özerklik alanlarına sivilleri hiç sokmadıkları, bunun yanında her fırsatta sivil alana müdahil olarak, siyasi özerklik alanlarını genişlettikleri bir modeli görmek mümkündür.

Sivil-asker ilişkilerinin demokratikleşmesi ve ordunun özerkliğinin sınırlanmasına dönük olarak ulaşılan hedeflerin belirli parametrelere göre ölçülebilmesi önem arz etmektedir. Bu noktada, Türk ordusunun uzun yıllar özerkliği ve sivil demetimden muaflığını etkileyen ve belirleyen farklı alanlardan bahsedilebilir. 

Bunlar:

Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşik bağlantıları
MGK’nın yapısı ve görev alanı
Tehdit algısı ve ulusal güvenlik politikaları
Ordunun yapısı, büyüklüğü ve misyonu
Askerlik hizmetinin tanımı ve süresi
Ordunun iç güvenlikteki rolü
Üst komuta katına yönelik terfi ve atamalar
Askeri mahkemeler ve yetki alanı
Sivillerin savunma bütçesini ve askeri harcamaları denetleme yetkisi
Silahlanma politikası ve silah alımları

Yasalarla Getirilen Denetim Muafiyeti.,

    Demokratik ülkelerde sivil-asker ilişkilerinde sivil otoritenin üstünlüğü prensibi esastır. “Sivil otoritenin üstünlüğü” dendiği zaman, sadece askerin siyasete karışmaması değil, aynı zamanda seçimle iktidara gelen sivil otoritenin tüm siyasi konularda, milli savunma siyaseti ve stratejisinin yapılması ve uygulaması dâhil, son sözü söyleme yetkisine sahip olmasını anlamak gerekir.

Ayrıca bu yetki, tüm askeri faaliyetlerin Hükümet tarafından denetlenebilmesini ve TSK’nın Hükümete hesap verebilirliğini de içerir. Son çözümlemede, tüm askeri karar ve eylemlerden TBMM’ye karşı sorumlu olan Hükümettir. Bu demokratik kuralın işleyebilmesi için, Genelkurmay Hükümetin dışında özerk bir kurum olarak düşünülmemeli, Hükümet ile bütünleştirilmelidir. Demokratik rejimlerde bu bütünleştirme Savunma Bakanlığı vasıtasıyla gerçekleşir.
Böyle bir düzenlemede, karar süreçlerinin sivilleri ya da askerleri dışlaması düşünülemez. Asker ve sivil katkılar eşit ölçüde gereklidir. Kararların oluşmasında, Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde, asker ve sivil uzman kadrolar işbirliği içinde olacaklardır. Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı’nın katkılarıyla da oluşan karar taslakları nihai karar için Bakanlar Kurulu’na ya da Başbakan’a sunulacaktır.Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde gerçekleşecek bu tür bir yapılanma asker-sivil işbirliğini, hiç şüphesiz, teşvik edecektir.

Bu sistem uyuşmazlıkları tamamen ortadan kaldıramayabilir. Uyuşmazlık durumlarının üstesinden gelmek için, Birleşik Krallık’takine benzeyen bir sistemin uygulanması düşünülebilir. Bu ülkede Genelkurmay Başkanı gerekli olanbazı durumlarda, Milli Savunma Bakanı’nı atlayarak doğudan Başbakan’ın yanına çıkabilmekte ve bir meseleyi Başbakan’a götürebilmektedir.
Ordunun siyasi özerklik göstergeleri arasında sayılabilecek bir diğer alan da MGK’nın yapısı ve görevleridir. Bu konuya daha doğru bakabilmek için öncelikle bu kurulun tarihçesine ve süreçteki değişimlere bakmak gerekmektedir. Milli Güvenlik Kurulunun temel yapısı, 1933’te “Yüksek Müdafaa Meclisi” adıyla oluşturulmuştur. 1962’de ise bugünkü adıyla Milli Güvenlik Kurulu kurulmuştur.
Bahsedilen kurullar üye profili de değişen sivil-asker ilişkileri hakkında ipuçları vermektedir. 1962 yılıyla birlikte, MGK üyeleri arasına, önceki teşkilatlardaki üyelere ilave olarak kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ilave edilerek asker üye sayısı artırılmıştır. 1982 yılında bazı bakanlar kurul üyeliğinden çıkarılarak, asker ve sivil üyelerin sayısı eşitlenmiştir.
2001’deki değişiklik ile MGK üyeliğine yeni bakanlar eklenmiş, sivillerin sayısında askerlere üstünlük sağlanmış ve MGK’da sivillerin etkinliği artırılmıştır. 2004 yılında ise MGK’ya ilk sivil Genel Sekreter atanmıştır.
Jandarma, İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak görev yapmaktadır. Jandarma birlikleri; Genelkurmay Başkanlığınca lüzum görülen hallerde Sıkıyönetim, Seferberlik ve Savaş hallerinde gerekli olan bölümü ile Kuvvet Komutanlıkları emrine girer, kalan bölümü ile Jandarma Genel Komutanlığı emrinde normal görevlerine devam eder. Barış durumunda emniyet ve asayiş görevlerinden dolayı İçişleri Bakanına karşı sorumlu olan Jandarma, silahlı kuvvetlerle ilgili görevleri eğitim ve öğrenim bakımından ise Genelkurmay Başkanlığı'na karşı sorumludur. Jandarma Genel Komutanlığı iç güvenlik sisteminin bir unsuru olarak karmaşık bağlantılardan ziyade açık ve net bir şekilde İçişleri Bakanlığı’na bağlanması konusu da önümüzdeki yıllarda gündeme gelebilir.

Türkiye’de tehdit algısı ve buna bağlı olarak belirlenen güvenlik politikaları geçmişte büyük ölçüde askerler tarafından belirlenmekteydi. Askerlik hizmetinin tanımı ve süresi de, geçmişte askerlerin genişleyen siyasi özerkliklerinin kapsamı içinde kalmıştır. 2012 yılında uygulamaya konulan bedelli askerlik düzenlemesi ve 2013 yılı Ekim ayında yapılan bir düzenleme ile askerlik süresinin 15 aydan 12 aya indirilmesi uygulamasındaki siyasi iradenin belirleyiciliği hariç, geçmişteki karar ve uygulamalarda askerlerin etkinliğinden bahsedilebilir.

TSK’nın iç güvenlik ve terörle mücadele görevine bakıldığında, mevcut yasalar, mevzuat ve MGK gibi kurumların yapısı nedeniyle, TSK’nın uzun yıllar ülkede iç tehdit değerlendirmesi ve iç güvenliğin sağlanmasında siyasetin de üzerinde düzenleyici ve uygulayıcı bir kurum olarak yer aldığı görülür. 2000’li yıllar sonrası, gerek yasa ve mevzuat düzenlemeleri ve gerekse MGK’nın yapı ve işlevi ile ilgili sivil otorite lehine yapılan düzenlemeler, iç güvenliğin sağlanmasında ordunun elini zayıflatırken siyasi otoriteyi kuvvetlendirmiştir.

Üst düzey askeri personelin terfi ve atamalarında son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Nihai onay yetkisi siyasi otoritede olmasına rağmen TSK komuta kademesinin belirlendiği Yüksek Askeri Şura kararlarına, bir iki istisnai müdahale dışında siviller 2010 yılına kadar karışmamışlardır. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında ise siyasi iradenin, YAŞ kararlarına müdahale ettiği, TSK’nın üst komuta katının oluşturulmasında TSK’nın teamüllerini kısmen dikkate almadığı görülmüştür. Diğer bakış açısıyla Genelkurmay Başkanının bu konudaki belirleyici rolü değişmiştir.
Askeri mahkemelerin yetkilerine bakıldığında ise ilk olarak göze çarpan şey, 1962 yılında yapılan düzenlemeye göre askeri mahkemeler, asker olmayan kişileri ancak özel kanunlarda belirtilen askeri suçlarından dolayı yargılayabilmekteydi. 1971 yılında yapılan değişiklikle askeri yargının görev alanı genişletilmiştir.Askeri mahkemelerin, kanunda gösterilen görevleri yerine getirdikleri sırada veya kanunda gösterilen askeri mahallerde, askerlere karşı işledikleri suçlar nedeniyle sivilleri de yargılamasının önü açılmıştır.

2006 yılından yapılan düzenleme ile askeri mahkemelerin görev alanı, sivillerin sadece askerlerle birlikte işledikleri askeri suçlar nedeniyle askeri mahkemelerde yargılanmalarını sağlayacak şekilde daraltılmıştır.2010 yılında yapılan değişiklik iledevlet güvenliğine ve anayasal düzene karşı gelmek de dahil olmak üzere diğer tüm suçları sivil mahkemelerin yetki alanına dahil etmiştir. TSK personelinin askeri mahkemelerde yargılanmasını sadece diğer askerlere karşı ve askeri görevlerde işlenmiş olduğu suçlarla sınırlandırmıştır.

Türkiye’de, askeri bütçe ve harcamalar konusunda hem mevzuat hem de uygulama temelinde yeterli olmayan ve sivil iradenin çok da etkin olmadığı bir 
denetim mekanizmasının uzun yıllar geçerli olduğu görülmektedir. Sayıştay Kanunu’nda 2010 yılında yapılan değişiklerle birlikte, askeri harcamalar ve 
TSK bütçesi üzerinde daha etkin bir denetim mekanizması kurulmuştur.Ancak bu sürecin etkin işletilmesi için bu alanda yetişmiş sivil uzmanlara ihtiyaç 
vardır.
***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder