22 Eylül 2020 Salı

Hani Yunanlı Dostumuzdu?

Hani Yunanlı Dostumuzdu?



Dr. Tahir Tamer Kumkale
27 Ekim 2000 Cuma 

"OYUNA TEKRAR  GİRMEZSENİZ, BAŞARILI  OLMA  ŞANSINIZ HİÇ OLMAZ."

15 Ekim 2000 tarihinde yani bundan 2 hafta kadar önce Balıkesir Askeri hava alanına Nato manevraları dolayısıyla inen Yunan uçakları çiçeklerle ve dostluk gösterileri ile karşılandı. Bilahare tam 78 yıl sonra, ilk defa Yunan askerleri yine tatbikat amaçlı olarak İzmirde Doğanbey bölgesine çıkarma yaptılar. Birliğin komutanı Yunanlı Binbaşının dostluk mesajlarını medyamız Türk ve dünya kamuoyuna dağıttı.

Nato'nun "MUTLAK ZAFER" isimli tatbikatının senaryosu olarak başlatılan bu harekattan önce geçen ay, iki ülkenin GENELKURMAY BAŞKANLARI ile MİLLİ SAVUNMA BAKANLARI biraraya gelerek yakınlaşmanın son derece hassas olan askeri alana kaydırılmasını başardılar. Bu şekilde her iki ülke haklının özlediği ve arzu ettiği dostluğun boyutları her alanda gelişiyor ve genişliyordu.

İki hafta önceki iyimser hava, tatbikatın ortasında Yunanistan'ın kuvvetlerini tatbikattan geri çekmesi ile yepyeni ve belirsiz bir boyuta gidi. Ege'nin hava ve denizinde eskiden beri varolan sürtüşme yeniden başladı ve yeniden başlanılan noktaya dönüldü. Görülen manzara ve gelinen yer , iki kardeş halk arasında her alanda başlayan yakınlaşmanın maalesef Yunanlı politikacılara hiç bir retkisinin olmadığı ortaya koymaktadır.

Şimdi konuyu biraz adaha açarak ilişkilerin detayına inelim. Bilindiği gibi ülkemizi derinden yaralayan ve milletimizi acılara garkeden 17 Ağustos 1999 depremi ve bunu takibeden günlerde meydana gelen Atina Depremi esnasında komşu Türk ve Yunan yardım heyetlerinin birbirinin yardımına koşması iki millet arasında gerçek bir yumuşama ve dostluk havası yarattı.

Bunu; Kasım ayında İstanbulda yapılan AGİT Zirvesi ve Aralık ayında Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği Zirvesi 'nde Türkiye lehinde alınan kararlara Yunanistan'ın istemeyerekte olsa katılması takip etti. 40 yıl aradan sonra iki ülke Dışişleri Bakanlarının karşılıklı ziyaretleri; yapılan görkemli karşılama törenleri; söylenen güzel sözler; uzatılan zeytin dalları; karşılıklı
müzisyenlerin konserleri; şimdilik çok basit birkaç konuyu kapsasa da imzalanan antlaşmalar; ve verilen sözler Türk kamuoyunda olduğu kadar batı kamuoyunda da şaşkınlık yarattı.

Acaba gerçekten barış geliyormu ? Dünyanın bu en kritik bölgesini paylaşan iki ülke aralarındaki Ege Denizi gerçek bir barış denizimi oluyor ?soruları sorulmaya başlandı.

Hangi sebeple olursa olsun, 27 EKİM 2000 tarihinde iki ülke ilişkilerinin geldiği nokta bütün anlaşmazlıklara rağmen sevindiricidir. Ama yeterli değildir. Her nekadar iki ülke
arasındaki büyük sorunlarda şu ana kadar hiç bir somut ilerleme görülmesede, başlayan ve devamında büyük yarar olan dialog süreci çok önemli bir gelişmedir. Tatbikatta başlayan anlaşmazlıkların çok önemli olmadığı değerlendirilmektedir.

25 Şubat'ta İstanbulda yapılan Türk-Yunan İş Konseyi Toplantısı çerçevesinde 120 Yunanlı işadamı ile gerçekleştirilen çalışmalarda ilişkilerin ekonomik alandaki geleceği açısından çok iyimser bir havanın doğmasına sebep olmuştur. Bu iyimser havada artarak devam etmektedir. İşadamları birbirlerini tanıdıkça birbirlerine güven duymaya başlamışlardır.

Yunan dostluğu ülkemizde yeni bir moda yaratmıştır. Yunan müziği çalan ve Yunan mutfağını sergileyen tavernalar sosyete kesimi arasında oldukça revaçta. 

Tabaklar kırılıyor. Sirtakiler oynanıyor. Yunan müziği ile halaylar çekiliyor. Gerçekten aradığımız ve iki tarafında ihtiyacı olan bu dostluk rüzgarlarının halkın içinden dalga dalga büyüyerek iki ülkeyi kaplaması en büyük dileğimiz. Bu şekilde dünyanın merkezinde yer alan bu iki ülke, sahip
oldukları doğal zenginlikleri birbirine düşmanlık için değil, kendi halklarının yararına kullanma imkanına kavuşurlar.

Anadolu Türkleri olarak Yunanlılarla ilişkilerimiz 1395 Niğbolu Zaferi ile başladı. 
Yıldırım Bayazıt 1397'de Atinayı zaptetti. Evranos Bey komutasındaki Osmanlı akıncıları Mora'nın işgalini tamamladılar. Yıldırım Bayazıt Timura yenilince Yunanlılara topraklarını iade ettik.

İkinci işgal ve kesintisiz Türk hakimiyetine giriş 1446'da Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleşti. Buradan başlayarak Mora'da istiklalin ilan edildiği 1830 yılına kadar tam 433 yıl Yunanlılar, Türk hakimiyeti altında ve çok uyumlu bir teba olarak yaşadılar. Asırlardır içiçe yaşamanın tabii sonucu olarak birçok ortak yanımız oldu. İnsanlarımız kaynaştı. Kültürlerimiz çok yakınlaştı. Birbirimize benzedik.

Bilindiği gibi; Yunan MEGAL-İ iDEA'sının temelinde (Büyük Yunanistan Hedefi) "Doğu Roma İmparatorluğunun bir Grek, yani Yunan Devleti olduğu ve bunun mirasçılarının da son çağ Yunan Devleti olduğu " iddiası ve yalanı vardır. 19 ncu Yüzyıl tarihçilerinin" Osmanlıyı çökertmek ve İmparatorluk içinde milliyetçilik akımlarının yayılarak çöküşü hızlandırmak "için ortaya attıkları bu yalana, Yunanlı yöneticiler bütün Yunan halkını inandırmışlardır. Bu iddia ile başlayan" Büyük Bizans" hayali birbuçuk asır boyunca ders kitaplarında yer almıştır. Yunan milleti tam 150 yıldır; birlik, beraberlik ve bütünlüğünü hayali Türk tehlikesi ile ayakta tutmaktadır. Yunan yönetimine hangi iktidar gelirse gelsin; bu büyük idealin elde edilmesi ilk hedeftir. Bu hedefe giden yolu tıkayan Türkler; tarihi ve en büyük düşmandır.

Bugünkü Yunan milleti; Osmanlı'ya karşı kullanılmak üzere Çarlık Rusyası başta olmak üzere İngiltere ve Fransa'nın desteği ile yaratılmıştır. Bu üç ülke Yunanlıyı güçlendirmek üzere her alanda birbirleri ile yarışmışlardır. Bunda da başarılı olmuşlardır. Bizansın hakiki sahipleri olan Anadolu Rumları'nın bugünkü Yunanistan Rumları ile dilleri dışında hiç bir ciddi bağlantıları ve ortak yönleri de mevcut değildir. Bu gerçek tarih kitaplarında pek çok belge ile ispat edilmiştir.

Yunanistan'ı ve Yunanlıyı ayakta tutan,birlik ,beraberlik ve bütünlüğünü sağlayan en büyük faktör hala sürdürülen"geleneksel Türk düşmanlığı"dır.

Bu genel tesbit ve değerlendirmeden sonra şimdide yıllardır çözüm bekleyen Türk-Yunan sorunlarına bir bakalım. Bilindiği gibi, bu sorunlar 1821'de bağımsızlık ayaklanmaları ile meydana çıkmış, 1829da Mora'da istiklallerini ilanı müteakip değişik şekillerde ve artarak günümüze kadar gelmiştir.

1923 Lozan Barışı; 1930'da başlayan Atatürk - Venizolos dostluğu; 1935'lerde başlayan Balkan Antantı içindeki birliktelik; 1941 de Almanlar tarafından istila edilen Yunan halkına acılı günlerinde uzatılanTürk dostluk eli ve yardım faaliyetleri; Nato'ya dahil olarak müşterek düşmana karşı ayni pakt içinde mütefik oluşumuz; Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı olan düşmanca tutum ve davranışını değiştirmemiştir.
 
Türk halkıda; 15 Mayıs 1915 - 9 Eylül 1920 arasındaki Anadolu saldırısında Yunanlıların Türk halkına karşı yürüttüğü acımasız ve haksız tutumu unutmamıştır. Yine ayni şekilde 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Toplumuna karşı sürdürülen planlı soykırımı da unutmamıştır.

Buna rağmen Türkiye ; Yunan düşmanlığını hiçbir zaman ve hiçbir platformda dile
getirmemiştir ve bunu dış ve iç politikasına alet etmemiştir. Bilakis ; Atatürk'ten itibaren "Türk ve Yunan Halkları arasındaki dostluğun her iki ülkenin yararına olacağı ve bundan her iki tarafında sayısız maddi ve manevi kazançları olacağı" her zeminde dile getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bütün uygulamaları ve gayretleri bunu gerçekleştirecek diyalogların başlaması yönünde olmuştur.

Oysa Yunan tarafı; kendisine uzatılan bu dostluk elini her zaman ve heryerde geri çevirirken " geleneksel Türk düşmanlığı " Yunanlı ve Türklerin iştirak ettiği bütün zeminlerde açıkça dile getirilmiştir. Bütün dünyanın gözü önünde ceryan eden bu olaylara tanık olmayan ülke sayısı pek azdır.

2000 li yıllara gelindiğinde; önce bağımsız Yunanistan'ın ,bilahare Büyük Bizans İmparatorluğu'nun kurulmasına kadar giden Megal-i İdea'nın on hedefinden yedisi gerçekleşmiştir. Türk -Yunan sorunlarının kaynağında YUNANİSTAN'ın bu hedeflere ulaşma azim ve iradesi yatmaktadır.

Bugüne kadar sağlanan bütün yumuşama ve yakınlaşmaya rağmen sorunların çözümü istikametinde hiçbir ileri ve somut adım atılmamıştır. Son zamanlardaki yakınlaşma süreci içerisinde üzerinde hiç konuşulmayan ve dialog konusu olarak ele alınmayan; herbiri başlıbaşına iki ülkeyi sıcak savaşa sürükleyebilecek sorunlar ana başlıkları ile şunlardır.

 1. Ege Hakimiyeti Sorunları
 - Antlaşmalara aykırı olarak Ege adalarının silahlandırılması
 - KARASULARI'nın genişletilmesi
 - EGE KIT'A SAHANLIĞI
 - Uçuş Kontrol Hattı (FIR HATTI)
 2. Nato Komuta Kontrol Sorunları
 3. Azınlıklar ve Batı Trakya Türk Halkının durumu
 4. Kıbrıs sorunu

Tatbikatta başlayan anlaşmazlığın kısa sürede sona ereceği düşünülürse , başlatılan ve devam edeceği değerlendirilen mevcut dialog süreci son derece yararlıdır ve Türkiyenin yıllardır uyguladığı tezine uygundur. Türkiye sorunların çözümü için "iki ülkenin dialog süreci ile birlikte bir uzlaşma zemini araması ve sorunların iki ülkenin birlikte çözmesi gerektiğini" daima istemiştir.

Oysa Yunanistan; dialogtan devamlı kaçınmıştır. Kendisine uzatılan eli israrla geri itmiştir. Sorunların çözümünü; "dialog ve karşılıklı uzlaşma ile değil, sorunların uluslararası platformlara taşınarak , bu platformlarda Türkiyeye Helen Uygarlığı hayranı olan diğer ülkelerle birlikte baskı uygulayarak alacağı desteklerle çözmeği" hedef almış ve uygulamıştır." Türkiyeyi her alanda uzlaşmaz gösterip, devamlı baskı ile bunaltmak" geleneksel politikası halini almıştır.

Şu anda gelinen noktada sorunların çözümüne ilişkin ortada herhangi bir yeşil ışık görülmemektedir. Yunanlı yine ayni Yunanlı'dır. Müzikte, sporda, eğlencede dostluğa "evet" demekte ve fakat yine" tek düşmanım Türkiyedir"diyebilmektedir. "Yunanistan'ın savunması doğuya, yani Türkiyeye karşıdır" tezinide israrla vurgulamaktadır.
 
30.000 Türk'ün katili olan PKK başının Yunanistan Büyükelçiliğinde ele geçirildiği ve Kıbrıs Rum Kesimi pasaportu taşıdığı unutulmamıştır. Basınımızın ve muhteşem ratingli Televole proğramlarının yarattığı aşırı iyimser havaya bakılarak ortaya çıkan iyimser tablo bizi yanıltmamalıdır. Dialogun başlaması sorunların çözümü için iyi bir yola girdiğimizi gösterir. Fakat bu yolun oldukça engebeli ve zor olduğu unutulmamalıdır.

Bütün yetişme şartlarının Yunanlı politikacıları Türk düşmanlığına yönlendirmesi gerçeğine rağmen; bu politikacıların sokaktaki sade vatandaşının sesine kulak vermesi, iki ülke halkları arasında başlayan yakınlaşmayı anlayarak, Türk Düşmanlığı üzerine inşa ettikleri milli politikalarını bir kere daha gözden geçirmeleri gerekmektedir." Türk düşmanlığının mı ? Yoksa Türk dostluğunun mu ? ülkelerinin yararına olacağının" hesabını yapmalıdırlar.

Sanırım Yunanlı yöneticiler; aklı selimini ve mantıklarını kullanıp halkının sesine kulak verdikleri takdirde doğru yolu bulabileceklerdir. Burada Türkiye'ye düşen en önemli görev; yıllardır başlatmayı arzulayıp bir türlü muvaffak olamadıkları ve şimdi sahip oldukları "dialog süreci" nin durdurulmasına va aksamasına kesinlikle imkan tanımamalarıdır. Bu süreç; her halükarda ve her platformda devam ettirilmelidir. Sonunda Yunanlı politikacılar da Yunan halkının seviyesine inerek dostluk ve barışın erdemini göreceklerdir.

150 yıldır beyinleri Türk düşmanlığı ile yıkanan Yunan tarafının bu fikirlerinden kolaylıkla vazgeçemeyeceklerini, bunun zamana bağlı olduğu bilincinde olarak adımlarımızı temkinli ve dikkatli olarak atmak zorunlulunda olduğumuzu unutmamalıyız...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
27 Ekim 2000 Cuma
 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder