TÜRKİYENİN AB ÜYELİĞİ,
DR. Bahadır Kaleağası.,
Röportaj - Bahadır KALEAĞASI,
26 Mayıs 2009
Türkiye-AB ilişkileri üzerine yorumların yer aldığı sitemizde, muhtelif görüşleri yansıtmak amacıyla, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri hakkında röportajlar yapıyoruz.
Sitemizin ikinci röportajını, TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilcisi, Brüksel Üniversitesi Avrupa Etütleri Enstitüsü’nün bilimsel üyesi TEMA-Brüksel'in kurucu başkanı ve JCI-Europe Yönetim Kurulu üyesi görevlerini başarıyla sürdüren Bahadır KALEAĞASI ile 26 Mayıs 2009'da e-posta yoluyla yaptık.
Davetimizi kabul ettiği ve sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için Sayın Bahadır KALEAĞASI'na teşekkür ederiz.
Röportaj
Röportör: İş dünyası, Türkiye-AB ilişkilerine genel olarak nasıl bakmaktadır? Türk işadamlarının olası bir üyelikle ilgili genel beklentileri nelerdir?
Bahadır KALEAĞASI: AB üyeliği Türkiye için bir demokrasi, ulusal egemenlik, ulusal çıkar, küresel rekabet gücü ve toplumsal kalkınma süreci, aracı ve hedefidir. Bunun bilincinde olan iş dünyasının geniş kesimleri AB üyeliğini destekliyor.
Röportör: AB'nin sosyal politikaları nelerdir? Türkiye söz konusu sosyal politikaların neresinde yer almaktadır?
Bahadır KALEAĞASI: AB sosyal politikaları çalışanların hakları, kadın-erkek eşitliği, iş yeri güvenliği ve sağlık koşulları, girişimcilik ve sosyal dengelerin aynı anda desteklenmesi, ekonomik rekabet gücünü gözeten esneklik ve iş güvencesi arasında denge arayan yeni politikalar arayışı gibi etkenler üzerinde gelişmektedir. AB üyeliği sürecinin Türk halkı açısından en önemli kazançlarından biri sosyal politika alanıdır.
Röportör: İmtiyazlı ortaklık hakkında görüşünüz nedir?
Bahadır KALEAĞASI: AB ülkelerinin karşılaştıkları sorunlar sınırlar ötesi. Çözümleri de öyle. Uluslararası ticaret, teknolojik altyapı, salgın hastalıklar ve güvenlik gibi farklı alanlarda Avrupa ülkeleri Birlik içinde daha fazla küresel güç sahibiler. AB üyeliği sayesinde ne İngiltere, Fransa, İspanya gibi büyük ülkeler, ne de Yunanistan, Macaristan, Finlandiya gibi küçük ülkeler egemenlik kaybetti.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası dengelerde AB en etkili ekonomik ve siyasal güç odağı. Türkiye dışında kalacağı bir AB’nin uydusu konumuna gelebilir. Asıl o zaman ulusal egemenlik erir. Çünkü coğrafyamızdaki ülkeler AB’nin politikaları ve standartlarına uyum alanı içindeler. İran’a sattığımız ürünler, Kore’den çekmeye çalıştığımız yatırımlar, limanlarımız için yaptığımız planlar, temiz enerji teknolojileri, iletişim altyapımız, turizm gibi çok sayıda alanda AB standartları etkili. AB politikalarının manyetik alanı içindeyiz. Üye olarak bu politikaların karar sürecine katılmalıyız.
Aksi takdirde her şeyden önce bir demokratik meşruiyet sorunu oluşur. Hal böyleyken, Türkiye’ye “ayrıcalıklı ortaklık” önermek AB değerleri ve hukuku ile çelişiyor. Gerek Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, gerekse ana muhalefet olarak CHP Başkanı Baykal’ın son açıklamaları yönde. Ankara’dan Paris ve Berlin’e mesaj açık: Türkiye partiler üstü bir anlayışla bu öneriyi reddediyor.
Buna rağmen, Avrupa’da bazı çevreler Türkiye’nin AB üyeliği sürecinden kendi kendine öngörüyorlar. Umutları “demokratik eksiklikler, toplumsal duygusallık, siyasal özgüvensizlik, hantal devlet mekanizması ve analiz hataları”. Amaçları Türkiye’yi siyasal karar sistemine ortak almadan, özel bir statü ile AB’nin etki alanı içinde tutmak. Bunu da mümkünse “Türkiye dostu” edası ve “Türkiye büyük ülkedir” söylemiyle süslemek. Ya da Türk kamuoyunu kışkırtmak, karamsarlaştırmak. Bu tuzağa dikkat!
Röportör: Kişisel olarak, Türkiye'nin AB'ye girebileceğini düşünüyor musunuz?
Bahadır KALEAĞASI: Türkiye’nin önünde 2014-2015’te üyeliğe uzanabileceği bir AB yol haritası var. İnişli çıkışlı, bol engelli fakat ilerlemesi olası ve hayırlı bir yol. Dünya siyasetindeki son gelişmeler, küresel ekonomik kriz, enerji jeopolitiği ve yeniden şekillenen uluslararası düzen Türkiye için yeni bir AB perspektifi oluşturmakta. Bu yolun temel atılımları şunlar olmalıdır:
1. DEVLET REFORMU
Eğer Türk devlet yapısının geçmişte bir noktada (örneğin 1965 veya 1985’de, fark etmez) esas olarak çağına uygun verimli bir sistem olduğunu kabul edersek, bugün, 2009’da vahim bir durum var demektir. Türk toplumu ve dünya kökten değişti, devlet sistemi pek değişmedi, zaman aşımına uğradı.
Bu nedenle, kamu personel rejimi, yeni teknolojiler, bilginin kurumlar arasında yatay paylaşımı, sivil toplumla işbirliği, vatandaşa hizmetkârlık ve AB mevzuatına uyum odaklı bir devlet reformu hızla sonuçlandırılmalı.
2. İNSAN SERMAYESİ
Türkiye’nin insan kaynakları iyi değerlendirilmeli. Ülke içinde ve dışında finans, AB hukuku, bilgi teknolojileri gibi farklı alanlarda iyi yetişmiş birçok uzman, akademisyen, özel sektör yöneticisi ve uluslararası kurum çalışanı p_07483_o (1) var. Başbakan’dan bürokrasiye, tüm devlet sistemi içinde stratejik çalışma geleneği güçlenmeli. ABD, Fransa, Avusturya gibi ülkelerde olduğu üzere, hükümette bakan olmakla milletvekilliği arasında bir bağ aranmayabilinir. Çok daha geniş bir insan sermayesine dayalı hükümet ve üst düzey bürokrasi oluşabilir. Ayrıca artık “Türk kadınını dışlayan devlet” zafiyetinden kurtulmalı.
Diğer yandan, topluma AB süreci artıları ve eksileriyle iyi anlatılmalı. AB üyeliğinin dünyanın diğer bölgeleriyle olan ilişkilerimize katkısı, toplumsal kalkınma boyutu, partiler üstü ulusal çıkar niteliği bu iletişimin ana hatları. Uygulamada başarı ise, ancak uzman iletişimcilere görev veren bir çağdaş anlayışla olası.
Avrupa’yı iyi anlayan bir Türk toplumu AB üyeliğine giden yolun en önemli itici gücü olur. Özellikle gençlik bu noktada belirleyici etken. Bilgiye ulaşma, sorgulama ve kullanma yeteneğinden, İngilizce bilgisinden, ülkesi ve dünya hakkında temel genel kültürden ve okul dışı sosyal etkinlik olanaklarından yoksun bir gençlik ile hiçbir ülke AB üyesi olmaz; küresel düzende ikinci, üçüncü sınıf bir oyuncu olur.
3. MÜZAKERE STRATEJİSİ
Önce olmak istediğimiz gibi olmalıyız. Özgürlükler, yargı reformu, temiz hava, gıda, güvenli ulaşım, sosyal haklar gibi ‘AB koşulları’ da denen reform dosyaları her şeyden önce bir çağdaş ülke ve refah toplumunun temel özellikleridir. Ulusal çıkar, uluslararası saygınlık ve küresel güç kaynaklarıdır. Örneğin Kıbrıs'ta müzakere tutumumuz daha saygın bir demokrasi olarak güçlenir.
Müzakere stratejimiz belirlenirken, AB’nin bugünü değil yarınına uyum sağlamak hedefi iyi anlaşılmalı.
AB içinde bugün sorun yaratan veya işlevsiz hale gelmiş birçok mevzuat var. Bizzat AB Komisyonu “Daha İyi Düzenlemeler” başlığı altında mevzuatı yalınlaştırıyor. Bu eğilimleri iyi anlayarak, Türkiye’yi küresel ekonomik rekabet gücünü zedelemeyecek bir dönüşüm içinde AB hedefine doğru ilerletmek gerekiyor.
Yalnızca kurumsal boyut yetmez. Türkiye kapsamlı bir toplumsal kalkınma reformları devinimi içinde olmalı: eğitim, iş piyasası, kayıt dışı ekonomi, bilgi toplumu, enerji kaynakları, bölgesel kalkınma, kadın hakları, tarım, …
Ayrıca temel amaç artık AB ile ikili ilişkiler mantığını aşmak olmalı. Küresel düzene ve Avrupa’nın geleceğine yön veren temel eğilimler neler ise, Türkiye Avrupa içinde bu konulara yönelik tartışmalarda rol sahibi olabilir.
Diğer taraftan, siyasal rekabet her demokrasinin enerji kaynağıdır. Ekonomi, AB, güvenlik, eğitim, sağlık, çevre ... Siyasal partiler hangi politikaları, hangi kaynaklar, kadrolar ve takvimle, hangi ölçülebilir hedefler için öneriyorlar?
Bu dönüşümleri başarmakta olan bir Türkiye AB içindeki karşıt lobiler, saplantılı siyasetçiler ve evhamlı kamuoyu gibi engelleri aşar, yoluna devam eder. Aynı zamanda ancak bu yönde ilerleyen bir Türkiye önce kendi AB üyeliği tarihini belirleyecek ve AB’ye kabul ettirecektir. Bundan önceki aday ülkeler de böyle yaptı.
4. ULUSLARARASI İLETİŞİM
Dış iletişim artık her çağdaş ülke için çok önemli bir siyasal ve ekonomik güç aracı. Türkiye için ayrıca AB yolunda kaçınılmaz bir boyut. Fakat Türkiye çoğu zaman iletişim sorununu sorun kabul etme aşamasında tıkanıyor. Halbuki, sanıldığından daha küçük olanaklarla, ulusal çıkar için getirisi yüksek atılımlar olası.
Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın son Avrupa başkenti ziyaretleri ve ABD Başkanı’nın Türkiye gezisinde dünyanın önde gelen medya, ekonomi ve siyaset çevreleri aynı ortamlarda buluştular. Tanıtım şirketlerine engin bütçeler verilse elde edilemeyecek bir fırsat. Fakat Türkiye bu çevrelere iyi hazırlanmış dosyalar ve görsel malzemeler ulaştıramadı, iletişim ağlarını yeterince geliştiremedi. Peki kim sorumlusu? Bu kaynakları etkin kullanamamanın hesabını kim verecek Türk halkına, vergi mükelleflerine, seçmenlere? Yanıt yok. Çünkü henüz, 21. yüzyılda, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası iletişimden sorumlu etkin bir birimi yok.
5. TÜRKİYE’NİN AB’YE KOŞULLARI
Avrupa ve dünya önümüzdeki dönemde önemli değişimler yaşayacak. Türkiye de daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplum olma yolunda ilerleyecek. Bu yükselişi başarırken, bizim de üyelik için AB’den beklentilerimiz iyi vurgulanmalı.
En az dört alanda AB’ye koşullarımız olmalı: küresel ekonomik rekabet gücü, kurumsal etkinlik, siyasal bütünlük ve demokratik saygınlık. Bu sonuncu koşul, aşırı uçlardaki içine kapanmacı siyasal söylemlerin ve Türkiye karşıtlığının merkez sağ ve soldaki bazı siyasal çevrelerce benimsenmediği bir AB gerektirir.
Kendi evrimini başarabilen bir Türkiye ancak böyle bir AB’nin üyesi olmayı kabul edebilir. Ancak böyle bir AB Türkiye’ye karşı çekim gücünü devam ettirebilir. Çünkü, ancak böyle bir AB 21. yüzyılda önemli bir ekonomik ve siyasal aktör konumunu sürdürebilir.
Röportör: Sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.
http://turkiye-ab.blogspot.com/2009/05/roportaj-bahadr-kaleagasi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder