UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 39
Mesut Yılmaz,
31/10/2001 - 11:01
Atin,
Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizde yer yer, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'nda kimin ne söylediğine, alınan ifadelere, yer vermiştik.
Okuyucularımızdan gelen talep üzerine dizinin devam edecek bir bölümünde TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'ndaki diğer ifadelere yer vereceğiz.
O tarihte muhalefette ola Mesut Yılmaz'ın ifadesi ile başlayalım.
Mesut Yılmaz
24 Aralık 1996 Salı
BAŞKAN - Sayın Mesut Yılmaz, bütün arkadaşlarımız adına size hoş geldiniz diyorum. Konuyu biliyorsunuz, tekrar etmeye gerek yok ve kamuoyuna da elinizde birtakım bilgi ve belgelerin olduğunu deklare ettiniz. Aynı zamanda, Sayın Cumhurbaşkanına da birkaç kez görüşmelerinizde de aynı şeyleri söylediniz; Sayın Cumhurbaşkanı da gerek Komisyonumuza gerekse Başbakanlığa bu konularda gerekli cevabı verdi. Bu konulardaki bilgi, duyum ve elinizde bulunan her türlü bilgi ve belgeleri lütfen Komisyonumuza da söyleyin ki biz de görevimizi yapalım. Buyurun söz sizin.
MESUT YILMAZ (Rize) - Efendim, Susurluk Kazası, bildiğiniz gibi 3 Kasım 1996'da meydana geldi. Bu kaza olmadan önce bana çeşitli kaynaklardan -ki bu kaynaklar devletin istihbarat kuruluşunda çalışan, emniyette çalışan veya daha önce bu kuruluşlarda ve emniyette çalışmış olan, bizim partiyle de bağlantılı olan arkadaşlarımızdır- bizim partimizden aday olan, belediye başkanı olan bazı arkadaşlarımızdan bana çeşitli bilgiler geldi. Bu bilgiler içerisinde en çarpıcı olanı 28 Temmuz 1996'da İstanbul'da meydana gelen Topal cinayetinin üç özel tim mensubu tarafından işlendiği; daha sonra, bir ay sonra, 29 Ağustosta bu üç özel tim mensubunun iki kişiyle birlikte, ki bu kişilerden bir tanesi, Topal'ın ortağı olan Aliço namıyla maruf Ali Fevzi Bir ve Arnavut Sami namıyla maruf Sami Hoşvar olduğu ve bu beş kişinin İstanbul Emniyeti tarafından gözaltına alındığı 36 saat süreyle sorgulandığı, bu sorgulamada İstanbul Emniyet Müdürü ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı dahil toplam altı emniyet mensubunun bulunduğu, bu sorgulama sırasında içlerinden bir tanesinin, Ayhan isminde olan bir özel tim mensubunun sadece Topal cinayetini değil, Topal cinayetinden önce bir seri, zannediyorum ondan fazla cinayetin kendileri tarafından işlendiğini itiraf ettiği, bu itirafların ses bandına da kaydedildiği, daha sonra İstanbul Emniyet Müdürünün, durumdan, İçişleri Bakanını haberdar ettiğini, o tarihteki İçişleri Bakanının, önce, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ'u İstanbul'a gönderdiği ve bu özel tim mensuplarının Genel Müdürlüğe verilmesini talep ettiğini, İstanbul Emniyet Müdürünün bu talebi reddetmesi üzerine İstanbul Atatürk Havaalanında bizzat İstanbul Emniyet Müdürüyle görüştüğünü, hatta bu görüşmeye o gün Türkiye'ye gelecek olan bir Amerikan heyetiyle ilgili konuyu görüşeceği gerekçesiyle İstanbul Valisini dahi almadığını, baş başa görüştüğünü, bu görüşme sırasında İstanbul Emniyet Müdüründen bu özel tim mensuplarının ve diğer iki şahsın Genel Müdürlüğe teslimini istediği, İstanbul Emniyet Müdürünün bunu ancak resmî tutanakla yapacağı beyanı üzerine, Ankara'dan Özel Harekât Daire Başkan vekili İbrahim Şahin'le birlikte bazı görevlileri İstanbul'a gönderdiği ve bu kişilerin düzenlenen bir tutanakla İstanbul'dan Ankara'daki Genel Müdürlüğe alındıklarını öğrendim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Affedersiniz, havaalanında görüşen kim efendim?
MESUT YILMAZ (Devamla) - O tarihteki İçişleri Bakanı... 3 Kasımda Susurluk kazası meydana geldikten sonra, bana bu bilgileri ileten kişilerden iki tanesini Ankara'ya çağırdım; 7 Kasımda perşembe günü bu bilgilerin doğru olup olmadığını kendilerine tekrar sordum. Bana, bunların, tümüyle doğru olduğunu, üstelik, söz konusu şahsın ses bandında da ifade kaydedilen ifadesinde bu talimatı doğrudan doğruya, yani, gerek Topal cinayetinde gerekse işledikleri diğer cinayetlerdeki talimatı doğrudan doğruya Özel Harekât Daire Başkanından aldığını ve bu olaydan zamanın Emniyet Genel Müdürünün ve o zamanki Sayın Başbakanın eşinin de haberdar olduğunu söylediğini ifade ettiler. Bunun üzerine, 10 Kasım 1996 günü, yani, Susurluk kazasından tam bir hafta sonra, İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ile -daha önce telefonla aramıştım buradan- İstanbul'da 10 Kasım akşamı kaldığım otelde buluştum. Kendisine bana gelen bu bilgilerin doğru olup olmadığını sordum. Kendisiyle, daha öncesinden gelen yakın bir işbirliğimiz vardı; müsaade ederseniz bir parantez açarak onu ifade etmek istiyorum, bana, daha Başbakan olmadan önce, yani 1996 Martından önce, sadece bu sene değil, geçen senelerde, 93 sonundan itibaren, devletin, özellikle, Emniyet Genel Müdürlüğünün yasadışı birtakım çevrelerle işbirliği yaptığı, PKK'ya lojistik destek sağlayan bazı kişileri önce kullanıp, daha sonra bunları birbirlerine vurdurttuğu konusunda duyumlar geliyordu. Ayrıca, yine; devlet içerisindeki bazı önemli görevlilerin, emniyet içerisindeki bazı önemli görevlilerin yasadışı işlere karıştıkları, kumarhanelerden, diskoteklerden haraç aldıkları, uyuşturucu ticaretinden pay aldıkları konusunda bilgiler geliyordu; ben, Hükümetimiz döneminde bu işlerin üstüne gitmenin bizim için çok önemli bir görev olduğunu düşündüm. İçişleri Bakanlığı, koalisyonda bizim partimize ait olduğu halde, Emniyet Genel Müdürlüğünün ve İstanbul Emniyet Müdürünün atamasında koalisyon ortağımızla çok büyük sorun yaşadık. Biz, İzmir Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu'nu Emniyet Genel Müdürlüğüne getirmek istedik, ortağımız buna kesin karşı çıktı. Daha sonra, ortağımızın istediği kişiyi Emniyet Genel Müdürü, Kemal Yazıcıoğlu'nu da İstanbul Emniyet Müdürü olarak atayarak bir uzlaşmaya vardık. İstanbul Emniyet Müdürlüğüne Kemal Yazıcıoğlu atandıktan sonra, kendisiyle, düzenli olarak, zannediyorum her hafta sonu bir araya geldim, her İstanbul ziyaretimde bir araya geldim ve bu yasadışı işlerin merkezinin İstanbul olduğunu, bu işlerin üstüne bütün gücüyle gitmesi gerektiğini, nereye uzanırsa uzansın bu işlerin ortaya çıkarılmasını kendisinden beklediğimizi
ifade ettim. Çok kısa bir süre sonra, bana bu konuda kendisinden bazı olumlu gelişmeler gelmeye başladı. İlk olay Söylemezler çetesidir. İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki bazı müdür yardımcılarının, başkomiserlerin bu çeteyle işbirliği yaptığını tespit ettiklerini, işte, Adana'daki bir operasyonun da aslında İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından başlatıldığını, bu çetenin çeşitli yerlerle bağlantıları olduğunu, maalesef, devletin içerisinde de bu çeteyle işbirliği yapan çok sayıda kamu görevlisinin olduğunu bana ifade etti ve belki hatırlayacağınız gibi, ben, Nisan 1996'da bir basın toplantısında hiç o günlerde kamuoyunun gündeminde olmadığı halde, mafyanın devlet içindeki uzantılarına karşı, kesin bir mücadele yürüteceğimizi, bunları ortaya çıkaracağımızı kamuoyuna açıkladım. Daha sonra, Söylemez çetesiyle ilgili tahkikat derinleştirildi, bu kişiler savcılığa verildi, bazıları hakkında yargı yoluna gidildi. Ben, Hükümeti devrettiğimiz tarihe kadar, bu konudaki gelişmeleri, İstanbul Emniyet Müdüründen, Başbakan olarak düzenli bir şekilde almaya devam ettim. Ayrıca, biz, İçişleri Bakanlığında, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde bu işle ilgili kişilerin varlığı ortaya çıktığı için bir soruşturma başlattık. 2 mülkiye müfettişini ve 2 polis müfettişini, 4 kişilik bir teftiş kurulu aracılığıyla, bu işi idarî yönden soruşturmak üzere görevlendirdik. O soruşturmada, yeni birtakım bulgular ortaya çıkarıldı; fakat, olaylara karıştığı anlaşılan 2 emniyet müdürü ve 1 başkomiser firar ettiler ve şu ana kadar da, o kişiler firar halindedirler. Maalesef, biz hükümeti devrettikten sonra, bu idarî soruşturma aynı kararlılıkla devam ettirilemedi. Bizim verdiğimiz 2 polis müfettişine idarî görevler verildi yeni bakan tarafından; birisi Emniyetin sağlık müdürlüğüne tayin edildi, birisi başka bir göreve tayin edildi. Aslında tahkikatın derinleştirilmesi gerekirken, idarî tahkikat, bir anlamda, askıya alındı ve o zamandan bugüne kadar da, bu yönde hiçbir gelişme kaydedilemedi. Konuyla ilgili adlî soruşturmaya gelince, önceki günkü zirve toplantısında, Sayın Başbakanın verdiği bilgiden anladım ki, adlî soruşturmanın da derinleştirilmesi gerekirken, savcıya yapılan müdahale nedeniyle, savcı, bu dosyayı, örtbas etme -Başbakanın tabiriyle söylüyorum- yoluna gitmiş.
BAŞKAN - Özür dilerim, hangi dosyayı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Söylemez çetesiyle ilgili İstanbul Küçükçekmece Savcılığındaki adlî soruşturmanın, savcı tarafından örtbas edildiğini tespit etmişler ve yani Adalet Bakanı, Söylemez çetesiyle ilgili bu soruşturmanın yeniden başlatılması için talimat vermiş. Bu bilgiyi, Sayın Başbakan, pazar günü liderler toplantısında dile getirdi. Benim, bu parantezi açmaktaki amacım, İstanbul Emniyet Müdürüyle, görevi devrettiğimiz tarihe kadar, özellikle Söylemez çetesi dolayısıyla, çok yakın bir diyalogumuzun mevcut olduğunu ifade etmek içindir. Biraz da, geçmişteki bu yakın diyalogumuza güvenerek, 10 Kasım günü, otele beni ziyarete geldiğinde, kendisinden bu bana intikal eden bilgilerin, Topal cinayetiyle ilgili bilgilerin doğru olup olmadığını öğrenmek istedim. Kendisi, bana bu konuda bilgi verirse, suç işlemiş sayılacağını, dolayısıyla, bu bilgileri benimle paylaşamayacağını söyledi. Benim dikkatimi çeken, bunları yalanlamamış olmasıydı. Ben kendisine, bu bilgileri, devlette başka bir kişiye veya merciye iletip iletmeyeceğini sordum. Bana, bunların bir kısmının devlet sırrı niteliğinde olduğunu, gerekirse kendisinin ceza görmeye dahi razı olacağını; fakat, bu sırların kamuoyuna yansıtılmasının devletin itibarına zarar vereceğini, dolayısıyla, bu yola gidemeyeceğini söyledi. Ben, kendisine Cumhurbaşkanıyla bu konuda görüşüp görüşemeyeceğini sordum; eğer, Cumhurbaşkanı beni çağırırsa, kendisine bütün bildiklerimi anlatırım dedi. 10 Kasımda bu görüşmemiz oluyor. 12 Kasımda, ben Sayın Cumhurbaşkanından randevu istedim. Sayın Cumhurbaşkanına bana gelen duyumları ilettim. İstanbul Emniyet Müdürünün bu konuda kendisine bilgi vermeye hazır olduğunu bana ifade ettiğini söyledim. 12 Kasım Salı günüdür benim görüşmem, 14 Kasım Perşembe günü, Sayın Cumhurbaşkanı, akşamı saat 23'te İstanbul Valisini ve Emniyet Müdürünü ikâmetgahına çağırmış ve benim kendisine ilettiğim bu bilgilerin doğru olup olmadığını kendisine sormuş. İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Valisinin yanında, özel tim mensuplarını sorguladıklarını, bunlardan bir tanesinin bu olayı ve diğer olayları itiraf ettiğini; ancak, bu işi, devlet için yaptıklarını ve yukarıdan talimat alarak yaptıklarını, bundan dolayı da kendilerine herhangi bir sorumluluk yüklenemeyeceğini söylediğini ifade etmiş. Sayın Cumhurbaşkanı, kendisine, bu konuda, Emniyet Genel Müdürlüğünün elinde kaset ve sair maddî delillerin bulunup bulunmadığını sormuş; İstanbul Emniyet Müdürü de, bu konuda maddî delillerin olmadığını; ancak, kişilerin malum olduğunu ve istenirse, bunların tekrar sorgulanıp, bu hususların ortaya çıkarılabileceğini, İçişleri Bakanının şifahî talimatı üzerine bunları Emniyet Genel Müdürlüğüne verdiğini, Emniyet Genel Müdürlüğünde, bunlarla ilgili hiçbir işlem yapılmadan, bunların salıverildiğini, hatta, üç kişinin Sedat Bucak'a koruma olarak verildiğini ve şu anda koruma görevi yaptıklarını ifade etmiş. Bunu, daha sonraki görüşmemizde, Sayın Cumhurbaşkanı, bana kendisi ifade etti, pazar günkü toplantıda sayın parti başkanlarına aynı şekilde bu ifadeyi tekrarladı. Daha sonra, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakana, bir mektupla, benim kendisine ilettiğim bu iddiaları iletmiş ve bunların araştırılması ve gereğinin yapılması gerektiğini yazmış. Yalnız, bunu, 13 tarihinde yapmış, yani, Emniyet Müdürüyle bizzat kendisi görüşmeden bir gün önce yazmış, benimle görüştükten bir gün sonra yazmış. Sayın Başbakan -kendi ifadesiyle- duruma muttali olduktan hemen bir gün sonra, 18 Kasımda bu konuyla ilgili olarak, Başbakanlık Teftiş Kuruluna inceleme araştırma yapılmasını, gerekirse, soruşturma açılmasını emretmiş. Ayrıca, MİT Müsteşarlığından da -bir yazıyla- iddialarla ilgili ellerindeki bilgileri iletmelerini istemiş. Daha sonra, bu inceleme yürürken, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakanla, zannediyorum 24 Kasımda, iki saati aşkın bir görüşme yapmışlar, Sayın Cumhurbaşkanı, benim bu işle ilgili endişelerimi Sayın Başbakana aktarmış, bu işin örtbas edileceği endişesini taşıdığımı, bu meselenin üzerine gidilmesi gerektiğini, bu meseleye Hükümetin daha ciddiyetle eğilmesi gerektiğini ifade etmiş. Bundan, zannediyorum bir veya iki gün sonra Sayın Başbakan, İstanbul Emniyet Müdürünü Ankara'ya çağırdı; İstanbul Emniyet Müdürüyle baş başa bir buçuk saatlik bir görüşme yaptı. Pazar günkü toplantıda Sayın Başbakanın bize ifade ettiğine göre, o görüşmede, İstanbul Emniyet Müdürü, aynen Sayın Cumhurbaşkanına söylediği hususları, Sayın Başbakana da teyit etmiş, ilaveten, kendisine görev ve yetki verilirse, hem Topal cinayetini hem de bu olayla ilgili diğer bağlantıları çok kısa bir zamanda ortaya çıkarabileceğini, ispatlayabileceğini Sayın Başbakana söylemiş. Sayın Başbakan "biz gerekirse seni çağırırız" diye kendisini yolcu etmiş. İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul'a arabayla dönerken, Sakarya civarında Sayın İçişleri Bakanı kendisini telefonla aramış ve ertesi günü için tekrar Ankara'ya çağırmış. İstanbul Emniyet Müdürü arabayla tekrar gelmiş, ertesi sabah İçişleri Bakanıyla bir araya gelmişler, İçişleri Bakanıyla kahvaltıdaki görüşmelerinde -Sayın Çiller'in pazar günü söylediğine göre- İçişleri Bakanına, bu konuda, Başbakana ve Cumhurbaşkanına söylediği bilgileri vermemiş. Bu gerekçeyle, o gün kendisi görevden uzaklaştırıldı. Sayın Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı, pazar günü, bu görevden uzaklaştırmada kendilerinin bilgileri olmadığını, daha sonra, kendilerine İçişleri Bakanı tarafından bilgi verildiğini ifade ettiler. Ben, Sayın Cumhurbaşkanıyla yaptığım ilk görüşmede, bu konudaki maddî delillerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde mevcut olduğunu söylemiştim. Daha sonra, söylediğim gibi, İstanbul Emniyet Müdürü hem Başbakana hem Cumhurbaşkanına olayı teyit ettiği halde, kendisinde bu konuda maddî delil bulunmadığını söylemiş. Bunu hangi gerekçeyle söylediğini ben değerlendiremem. Yani, savcılığa zamanında haber vermemiş olmasının kendisini sorumlu duruma düşüreceği için bu bilgilerin varlığını söylememiş olabilir; ama, bu sorgulama zaptının ve ses kasetinin varlığı, bana, daha sonra, bana bu bilgiyi getiren kaynaklar dışında da, kişiler tarafından teyit edildi. Bu olayla ilgili olarak, bana intikal eden delillerden bir bölümü, şu ana kadar medyada yayınlanmıştır. Bunlardan bir tanesi, Emniyet Genel Müdürünün imzasıyla, Abdullah Çatlı'ya müstear isimle verilen, yetki belgesidir, silah taşıma iznidir, keza, onun adına düzenlenen kimlik kartıdır, sürücü belgesidir, pasaporttur, bunlar, zaten, şu anda kamuoyunun malumudur. Benim, bugün size takdim ettiğim belgeler, aynı şekilde, Emniyet Genel Müdürünün imzasıyla Yaşar Öz isimli bir uyuşturucu kaçakçısına ve Tarık Ümit isimli daha sonra öldürülen, şu ana kadar da cesedi bulunamayan, yine bir uyuşturucu kaçakçısına düzenlenen yeşil pasaport ve kimlik belgeleri, sahte isimlerle ve kendi adına düzenlenen kimlik belgeleri ve Yaşar Öz adına düzenlenen -aynı Çatlı gibi- kendisinin silah taşıma iznine sahip olduğu, Emniyette teknik danışman olarak hizmet yaptığı ve kendisine yardımcı olunmasını isteyen belgedir. Bu belgelerle birlikte, size, emniyetin bazı yazışmalarının suretlerini sunuyorum. Bunun önemi şuradadır: Bu belgeler, inkâr edilebilir, yani bu belgelerin sahte olduğu ileri sürülebilir, bu belgelerin imzasının sahte olduğu ileri sürülebilir; ama, bu Yaşar Öz isimli kişi, yanında Tarık Ümit adına düzenlenmiş sahte evraklarla birlikte, 1995 Ocağında, İstanbul Emniyeti tarafından yakalanmıştır ve bu belgeyi ibraz ederek, hakkında hiçbir takibat yapılmadan serbest bırakılmıştır. Bununla ilgili kayıtlar, İstanbul Emniyetinden, Ankara Emniyet Genel Müdürlüğünden de araştırılabilir. Dolayısıyla, sahte bile olsa, eğer bu belge, aranan bir kişinin yakalanması halinde serbest bırakılmasına yarıyorsa, demek ki; bir, bu kişilerle yasadışı iş yapan kişilerle, devlet adına görev yapan kişiler arasındaki bir organik bağı kanıtlamaktadır; ikinci olarak da. Bu kişilerin, takibata uğramalarını önlemektedir. Buna benzer, bu belgelerden 50 tane düzenlendiği, Emniyet Genel Müdürlüğü Genel İstihbarat Daire Başkanı olan kişinin, Emin Aslan'ın bu belgeleri imzalamaktan imtina etmesi üzerine, bizzat Emniyet Genel Müdürü tarafından bu belgelerin düzenlendiği, imzalandığı ve bunların 30 küsur şahsa verildiği de, Emniyetteki bazı kaynaklardan bize ifade edilmiştir. Şu ana kadar, sadece Abdullah Çatlı'nınki kamuoyuna mal olmuştur. Ben, size, bu konudaki diğer örnekleri veriyorum. Yeşil pasaportlarda, hizmet pasaportlarında, bu kişilerin görevleri teknik danışman olarak, uzman olarak gösterilmiştir, hatta, Emniyette daire başkanı olarak gösterilen uyuşturucu kaçakçısı vardır. Yine, aynı şahıs için, sahte isimlerle düzenlenmiş sürücü belgeleri ve sair kimlikler vardır, onları da veriyorum. Ben, olaylardan sonra, Budapeşte'de saldırıya uğradıktan iki gün sonra, Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel beni ziyarete gelmişti. Kendisiyle yaptığım görüşmede, bu üç özel tim mensubunun sorgulanmak üzere Ankara'ya Genel Müdürlüğe getirilmesinde kendisinin hiç bilgisi olmadığını gördüm. Yani, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı gidiyor, İstanbul'da bunları talep ediyor, daha sonra, Daire Başkanı gidip, bunları alıp geliyor; fakat, Genel Müdür, kendisinin bu konuda hiçbir bilgisi olmadığını, bana 26 Kasım tarihindeki görüşmemizde bizzat ifade etmiştir. Bu görüşmede, bana bu konuda hiç bilgisi olmadığını "hatta bunlar doğruysa, ben çantamı alır giderim; bu durumda görev yapmam" demiştir bana. Yine, bu olayla bağlantılı olarak, muttali olduğum başka bir olayı sizlere aktarmak isterim. Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak isimli bir şahıs, sanırım bir özel televizyonun da sahibidir. Bu şahıs, bir süre önce, bize başvurmuştur, kendisinin, bir akşam 3 sivil şahıs tarafından yolu kesilmek suretiyle kaçırıldığını, gözleri bağlandıktan sonra, uzun bir mesafeye götürüldüğünü, yolda çeşitli arama noktaları olduğu halde, hiçbir zorlukla karşılaşmadan geçtiklerini, bunlardan, yanındaki şahısların polis oldukları sonucunu çıkardığını; Siverek'te, bir hafta süreyle Sedat Bucak'ın bir köyünde, onun aşiretine mensup kişiler tarafından tutulduğunu, kendisiyle pazarlık yapıldığını, kendisinden önce 20 milyon mark haraç istendiğini, sonra 3 milyon vadeli ödemek koşuluyla, 3 milyon marka anlaştıklarını, bu koşulla serbest bırakıldığını; bu konuyla ilgili Emniyete verdiği ifadelere rağmen faillerin ortaya çıkarılmadığını bize ifade etmiştir. Ben, kendisinden bütün o dosyayı aldım; onu da daha sonra takdim edebilirim Komisyonunuza; ama, enteresan olan, pazar günkü toplantıda bizzat Sayın Başbakan, tıpkı Söylemez çetesi gibi, bu Yaprak olayının da savcılık tarafından örtbas edilmek istendiğini, Adalet Bakanlığının, o olayın da, bu çeteyle bağlantısı nedeniyle yeniden soruşturulması konusunda savcılığa talimat verdiğini ifade etmiştir. Yine, Sayın Başbakan, bu kişinin, Sedat Bucak'ın adamları tarafından alıkonulduğunu, rehin tutulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla, Söylemez olayı ve Yaprak olayının da, Susurluk'ta ortaya çıkarılan çeteyle yakın bağlantılı olduğunu gösteren ciddî emareler söz konusudur. Bütün bunlardan ayrı olarak, Sedat Bucak'ın amca çocuğu olan Fatih Bucak isimli bir şahıs, bir ay kadar önce, Millî İstihbarat Teşkilatına başvurarak, ifade vermek istediğini söylemiştir. Bu ifadesinde verdiği bütün bilgiler, daha önce bize iletilen, Emniyet Müdürü tarafından Başbakan ve Cumhurbaşkanına teyit edilen Topal cinayetiyle ilgili hususları doğrulamaktadır.
BAŞKAN - İfadesi alınmış değil mi?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Geleceğim. İlave olarak, Fatih Bucak bu ifadesinde, Sedat Bucak'ın bu cinayeti azmettirdiğini ve bu cinayetin arkasında, o kumarhane sahibinden alınacak 6 milyon dolarlık bir haracın etkili olduğunu, tim mensuplarının, Sedat Bucak'ın daha önce tanıdığı, şu anda korumasını yapan bu tim mensuplarının bu işle görevlendirildiğini, Abdullah Çatlı'nın bizzat bu olayın içinde olduğunu söylemiştir. Bütün bunlara ilaveten de, ifadesinde, Sedat Bucak'ın Ankara'daki milletvekili lojmanında ve özel bürosunda 100'den fazla kalaşnikof tüfeğin bulunduğunu milletvekili dokunulmazlığından istifade ederek, bu mahalleri silah deposu haline getirdiğini bildirmiştir. Ben, bu ifadeyi okudum; fakat, bana zaptını vermediler. Öğrendiğime göre bu zabıt, Başbakana verilen dosyada da yer almıyor. Yani, bu ifade zaptı, Başbakan verilen dosyada yer almıyor.
BAŞKAN - MİT veriyor...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet. O kişi, kendisine can güvenliği sağlanırsa, bunları adliyeyle de paylaşacağını ifade etmiş. Benim size bugün sunduğum bu belgeler dışında, bize intikal eden çok sayıda, belge ihbar, mektup vardır; ama, bunların bir kısmı, bizim doğruluğundan şüphe ettiğimiz veyahut da bizi yanlış yola sevk etmek amacıyla verilmiş olan dokümanlardır. Bunlardan doğruluğu belirlenen veya diğer olaylarla iltisakı tespit edilenleri, her zaman Komisyonunuza tevdi etmeye amadeyim; ama, korkarım ki, bu haliyle, ham haliyle, bu araştırma yapılmadan verilecek olanlar, sizin çalışmalarınızı da zorlaştırabilir. Bu arada, Sayın Başbakanın ifade ettiği MİT Raporunda adı geçen 58 kişiden birisi olan Hüseyin Baybaşin isimli şahsın, Hollanda'da cezaevinde doldurduğu ses bantları vardır. O ses bantlarını da çoğaltıp, bir iki gün içerisinde Komisyonunuza sunacağım, Yaşar Bey aracılığıyla sunacağım. O ses bantlarında da, bu şahıs, kendisine aynı şekilde belgeler düzenlendiğini emniyet tarafından kimlik kartı, bilmem yetki belgesi filan düzenlendiğini, pasaport verildiğini, daha sonra, kendisini kullananların, kendisini öldürmeyi tasarladıklarını öğrenince, Türkiye'den kaçtığını ve şu anda Hollanda'da hapishanede bulunduğunu, istendiği takdirde, Türkiye'deki adlî makamlara ifade vermeye hazır olduğunu söylemektedir ve o bantlarda birçok iddialara yer verilmektedir, birçok isimler geçmektedir. Bunların hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğu, tabiî ki, ciddî bir araştırmayla ortaya çıkabilir. Aynı şahsın, Alman televizyonuna verdiği bir beyanat Alman televizyonunda yayınlanmıştır; eski İçişleri Bakanının kardeşiyle, kayınbiraderinin kendisiyle temas kurdukları, kendisinden bazı taleplerde bulundukları gibi ifadeleri vardır; bunların doğruluklarını ben bilemem; ama, Alman televizyonundan kasetini de temin ettim, onun suretini de size verebilirim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Eski İçişleri Bakanından kastınız?.. Bir önceki...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hep, Sayın Mehmet Ağar'dır. Yani, Sayın Erbakan'ın 58 kişilik listesinde de adı geçen tek bakan odur. İçişleri Bakanından kastım Mehmet Ağar'dır; ama, bu belgelerdeki şeyleri, hep Emniyet Genel Müdürü sıfatıyla imzalamıştır. Bunun dışında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde bulunan bir mektup vardır. Bu mektup, dört sayfalık bir mektuptur; size dosyayla intikal edip etmediğini bilmiyorum; ama, olayların bütün detaylarını bilen birisi tarafından kaleme alınmış bir mektuptur. O da, buraya kadar aktardığım bütün bilgileri detaylı bir şekilde teyit etmektedir. Susurluk'taki kazanın meydana gelmesinden yarım saat sonra, Susurluk Emniyetine bir telefon gelmiştir, Balıkesir Emniyetine bir telefon gelmiştir. Bu telefonda, Mehmet Özbay adıyla geçen şahsın, aslında Abdullah Çatlı olduğu ve Abdullah Çatlı'nın cenazesini almak üzere, bir gazetecinin geleceği söylenmiştir. Bu gazeteci, Gözcü Gazetesi Muhabiri Mehmet Yenişehirli'dir; ama, cenazeyi almaya geldiğinde, yanında Sami Hoşvar da vardır. Yani, o olaya karışan Arnavut Sami ve bu gazeteci birlikte gidip, cenazeyi teslim almışlardır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Susurluk Cumhuriyet Savcılığı zabıtlarında kayınbiraderinin imzası varsa da, çakışmadan dolayı... Yani, onlar almaya gittiklerinde, öbürküler de duyunca gelmiş, ikisi çakıştığı için, akrabalarının imzası.. Yani, İmzaların onlara ait olması, gelenlerin çakışmasından kaynaklanmaktadır.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sami Hoşvar kendi kimliğinde mi?
MESUT YILMAZ (Devamla) - O kimlik ibraz etmiyor. Yani, o diğer şahsın beraberinde gidiyor.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tanıyanlar söylüyor o olduğunu...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Birisi telefon ediyor, bunları almaya gelecek falan diyor, biraz sonra...
BAŞKAN - Neyse, biz, açıklamayı Sayın Başkana bırakalım.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bu olaylarla ne kadar bağlantılı olduğu tahkike muhtaç olan özellikle Kocaeli'nde meydana gelmiş çok sayıda olay söz konusudur. Bunlardan bir tanesi, 1991 Ocağında Bunlardan bir tanesi, 1991 Ocağında Gebze'de yakalanan -isminde yanılabilirim; ama, hatırladığım kadarıyla- Osman Gürbüz isimli bir kişiyle ilgilidir. Bu kişinin üstünde de aynı evrak çıkmıştır; Abdullah Çatlı'da olan evrak çıkmıştır. Bu, aslında, sol illegal örgüte mensup bir kişidir. Ankara'dan Emniyet Genel Müdürü devreye girmiştir; 1995 Ocağında, bu şahsın serbest bırakılması sağlanmıştır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, bir daha tekrar eder misiniz; zapta 1991 diye geçti.
MESUT YILMAZ (Devamla) - 1995 Ocak. Bu şahsın altında bir BMW araba vardır; bu BMW arabanın Genelkurmaya ait olduğu, Ankara'ya gönderilmesi istenmiştir; sonra, bu BMW araba Ankara'ya gönderilmiştir; ama, üç ay öncesine kadar Mehmet Ağar tarafından kullanılmıştır. Önce, seçim sırasında Elazığ'da, daha sonra da -Bakan olduktan sonra- eşi tarafından kullanılmıştır; arabanın motor numarası yoktur, şase numarası yoktur, change bir arabadır. Şu anda, zannediyorum, İzmit Emniyetinde olması lazım aynı araba, üç ay önce geri gönderilmiştir. Yine, İzmit'te, şu anda hapiste olan Hadi Özcan isimli bir kişi vardır. Bu Hadi Özcan isimli kişi, kendisine emniyet tarafından bazı görevler verildiğini, bu görevlerden bir tanesinin de Abdullah Çatlı'yı öldürmek olduğunu, ama, bunu kendisinin reddettiğini söylemiştir; ama, resmî ifadesinde bunu imzalamayı reddetmiştir. Bu kişi, halen İzmit'tedir, tutukludur; sanıyorum, sorgulamasında bu iltisakları da ortaya çıkarmak mümkün olabilir. Abdullah Çatlı'nın Topal cinayetindeki silahlardan birinde parmak izinin bulunması, bana ifade edildiğine göre, tamamen İstanbul Emniyetinin çalışmasıyla ortaya çıkarılmıştır. Abdullah Çatlı'nın İstanbul Emniyetinde kendi adıyla alınmış herhangi bir parmak izi kaydı yoktur. Susurluk'taki kazadan sonra cesedinden alınan parmak izi ve 1992 Martında zannediyorum, sahte bir isimle yurt dışına çıkarken, Şahin Erkli ismiyle yurt dışına çıkarken polis tarafından nezarete alınması ve o tarihteki parmak izi kaydının bir aylık bir aramadan sonra bulunmasıyla, silahın şarjörünün kılıfındaki parmak iziyle Abdullah Çatlı'ya ait bu orta parmak izleri karşılaştırılmış ve üç izin de birbirine tetabuk ettiği anlaşıldıktan sonra, bu konudaki nihaî sonuç Genel Müdürlüğe bildirilmiştir. Yine, bana ifade edildiğine göre, benim tahkik etme imkânını şu ana kadar bulamadığım diğer bir husus; Abdullah Çatlı ile Sedat Bucak'ın ve daha sonra İstanbul'dan uçakla gelen Hüseyin Kocadağ'ın İzmir'de buluşup Kuşadası'na geçtikleri, Kuşadası'nda arazi satın almak için oradaki Mal Müdürlüğü ve Tapu Muhafızlığıyla iki üç gün sürekli temas halinde olduklarıdır. Ayrıca, Sedat Bucak'ın Ankara'daki bazı kumarhanelerden haraç aldığı da, Sayın Başbakan tarafından pazar günkü toplantıda bir iddia olarak dile getirilmiştir. Benim ilgimi çeken diğer bir husus, Jandarma tarafından kazayı müteakip düzenlenen tutanakta, Abdullah Çatlı'ya Mehmet Özbay adıyla düzenlenen belgenin tutanakta yer almamasıdır. Aynı şekilde, Topal cinayetinden sonra tutulan tutanakta da, Topal'a verilen Türkmenistan pasaportunun bulunmadığı anlaşılıyor. Bütün bu bilgilere dayanarak, ben, böyle bir soruşturmanın idarî hiyerarşiden ve siyasî etkilerden tamamen arınmış bir heyet tarafından ancak yapılabileceği görüşümü pazar günkü toplantıda dile getirdim. Hatta, böyle bir heyetin çalışmalarına yardımcı olmak için, pişmanlık yasası benzeri bir düzenlemenin, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılmasını öngören bir düzenlemenin orada mutabakata bağlanması talebimi ifade ettim. Keza, Meclis Komisyonunun çalışmasını kolaylaştırmak için İçtüzük değişikliği konusunda da bir mutabakat önerdim; ama, maalesef, bu önerilerimin hiçbiri orada destek bulmamıştır. Benim, bu konuyla ilgili olarak, şu aşamada vereceğim bilgi budur; eğer, soru sormak isterseniz memnuniyetle cevaplandırırım, aklıma geldikçe de ilave hususları eklerim.
BAŞKAN - Sayın Başkan, teşekkür ederiz. Yalnız, bir de, biliyorsunuz, bir müddet evvel, siz Budapeşte'de bir saldırıya uğradınız; o konuda da çok şeyler söylendi; bu konuya hiç değinmediniz. O konuda bizi aydınlatırsanız...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hay hay. Almanya'daki bir toplantıdan dönerken, akşam saat 9 sularında, Budapeşte'ye yakıt ikmali için indik. Budapeşte'de gece kalıp ertesi gün Türkiye'ye dönmeyi kararlaştırdık. Yanımızda hanımlar vardı; onların arzusuna uyduk. Ertesi gün, Budapeşte'den ayrılırken saat -mahallî saatle- 5'e 10 kala, lobide -valizlerimiz arabaya yüklenmiş vaziyette- kahve içerken, genç bir şahıs gülerek üstüme geldi ve bana yumruk attı. Bunun üzerine, korumalarım müdahale etti; fakat, beni, yüzüm filan kanayınca müdahale etmek için otel resepsiyonunun arkasındaki bir odaya götürdüler. O sırada, korumalarla bu şahıs mücadele ediyormuş, boğuşuyormuş; korumalar, bir an beni göremeyince, başka şahısların da bu işin içinde olduğu ve beni kaçırdıklarını düşünerek beni aramaya başlamışlar; adam bundan istifade edip kaçmış. Kaçarken bir Mercedes arabaya bindiğini tespit etmişler; arabada üç tane daha şahsın olduğunu tespit etmişler. Ben buraya geldikten sonra, MİT'ten bana bu konuda bilgi geldi. Bu saldırıyı organize edenlerin, İstanbul'da Halkalı'da faaliyet gösteren Sultan Tekstil isimli bir firmada, Abdullah Çatlı'nın ortağı olan Aydın -şu anda soyadı hatırımda değil, sonra bildiririm- isimli bir şahıs olduğu, bu şahsın Macaristan'daki İsmail Hoşkaya, Veysel Özerdem ve üçüncü bir şahısla, -zannediyorum Erol isimli- işbirliği halinde bana bu saldırıyı organize ettiklerini MİT bana bildirdi. Bu işin karşılığında 100 bin dolar ödenmesinin söz verildiğini; asıl senaryonun da herhangi bir şekilde, benim oteldeki kumarhaneye götürülüp, orada olay çıkarılıp, bunu Türkiye'ye bir siyasî sansasyon şeklinde yansıtılması olduğunu, yani siyasî amaçlı olduğunu; ama, bu gerçekleşmeyince lobide böyle bir saldırının yapıldığını bana ifade ettiler. MİT'in bana verdiği bu bilgiyi, ben Emniyet Genel müdürlüğüne verdim. Emniyet Genel Müdürlüğü, daha sonra, bana, İnterpol'e gerekli şeyin yapıldığını, şahısların eşkalinin bildirildiğini, o şahısların Macaristan'ı terk edip Slovakya'ya, oradan Hollanda'ya geçtiklerini söyledi. En' son, MİT'ten bu konuda aldığım bilgi de, asıl saldırıda bulunan şahsın Hollanda'dan Mersin'e, Mersin'den de Beyrut'a gittiğidir. Bunların ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum; ama, devletin istihbarat kuruluşlarının bana verdiği bilgi budur. Ben bu saldırının hangi amaçla yapıldığını, şu ana kadar tam olarak değerlendirebilmiş değilim; gözdağı amacıyla olabilir, demin de dediğim gibi bir siyasî komplo amacıyla olabilir; ama, bu konuyla ilgili olarak daha sonra aldığım bir bilgi, daha bana saldırı olmadan, pazar günü, 24 Kasım zannediyorum, o gün, saldırı günü, bana saldırı olmadan, Türkiye saatiyle 2'de, İstanbul'da, Türkiye Gazetesinde İbrahim Çiftçi isimli bir kişinin yanında başka bazı kişilerle birlikte Haber Müdür Yardımcısı Yusuf Sancak'ın yanına geldikleri, oradaki görevlileri oradan uzaklaştırdıkları, oradan Budapeşte ile muhtelif telefon konuşmaları yaptıkları vesaire konusunda bana bilgiler geldi; bunun ne kadar doğru olduğunu ne kadar bağlantılı olduğunu bilmiyorum, bunları da emniyete aktardım; ama benim, şu anda, o konuda verebileceğim bilgi bundan ibaret.
BAŞKAN - Sonradan, neticenin ne olduğunu bilmiyorsunuz...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır; şu anda, emniyet İnterpol'e bildirmiş, arıyorlar. Tabiî, şahıs yakalanmadan, sorgulanmadan, herhalde gerçeği öğrenemeyeceğiz.
BAŞKAN - 100 bin dolar konusunda falan. istihbaratınız oldu mu?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır. O şahsın adı da -zannediyorum- Aydın Dilek; yani, Abdullah Çatlı'nın ortağı olan, Sultan Tekstilin sahibi gözüken Macaristan ile de iş yapan kişi Aydın Dilek.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, peki, o kamuoyuna yansıdığı şekliyle söylüyorum, sizin programınızda Budapeşte'ye gitmek yokmuş; ani, hatta havada karar verdiğiniz veya havaalanında karar verdiğiniz söyleniyor. Böyle bir şeyi nasıl haber alıp da, orada böyle bir komploya girişmiş olabilirler?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, bir kere, benim uçağımı takip etmek mümkün. Yani, uçağın nerede kaldığını, nereye gittiğini, nerede gecelediğini öğrenmek mümkün. İkinci olarak, ben cumartesi akşamı oraya gittim; pazar günü saat 5'te oldu bu olay. O aradan geçen süre içerisinde, orada beni görmüş olabilirler, beni teşhis etmiş olabilirler; sonradan öğrendim ki, kaldığım otel, Budapeşte Hilton Oteli, bu tür, yeraltı dünyasına mensup Türklerin de çok ilişkide oldukları bir otelmiş. Hatta, bana ifade edildiğine göre, o saldırgan, garsonlarla, resepsiyondaki kişilerle filan gayet iyi tanıdık olan birisiymiş, onun için, kolayca oraya girip saldırıda bulunabilmiş filan. Bunlar, biraz da, kulaktan dolma bilgiler.
BAŞKAN - Şimdi., tamam da; bir de şöyle bir iddia var basına yansıdığı şekliyle: Sizin, daha Türkiye'deyken, Almanya'ya gitmeden evvel otele rezervasyon yaptırdığınız söylendi; ama, bu ihtiyaten burada söylendi...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Ayın 21'inde söyleniyor, perşembe günü...
BAŞKAN - O konu nasıl?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şöyle; biz buradan giderken, Ankara'dan Berlin'e kadar uçak mutlaka bir yerden yakıt almak zorunda; yani, Berlin'e tek uçuş gidemiyor, uçağının menzilinin dışına taşıyor bu mesafe; giderken Prag'a uğrayıp yakıt aldık, dönerken Budapeşte'ye uğrayıp yakıt alacaktık. Normal planımız Prag'da yarım saat yakıt molası verip Berlin'e devam etmekti; dönüşte de yarım saat Budapeşte'de yakıt molası verip Ankara'ya devam etmekti. Fakat, mola vereceğimiz her iki yerde de, özel kalem, ihtiyaten bizim için otel rezervasyonu yapar; yani, hem Prag'da hem Budapeşte'de, her iki yerde de otel rezervasyonu yapar.
BAŞKAN - Prag'da da yapıldı diyorsunuz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - İkisi de yapıldı; ama, bütün bu rezervasyonlarda hep sahte isim kullanırlar, Türk ismi de değil yabancı isim kullanırlar; bu da emniyet tedbiri olarak, yani, oradaki kişiler bizim gerçek kimliğimizi öğrenip bunu deşifre etmesinler diye sahte isimlerle yapılır rezervasyonlar. Biz, o sahte isimle başvururuz resepsiyona ve deriz ki şu isme yapılan şey budur; ama bizim gerçek kimliğimiz budur; veririz kimliğimizi, hep bu şekilde olur, bütün dış gezilerimiz bu şekilde olur. Budapeşte'de saat 9'du; çok güzel bir gündü, çok güzel bir havaydı, Türkiye'ye devam edersek gece saat yarımda filan ancak Türkiye'ye inmiş olacaktık, 1 saat de saat farkı vardır Türkiye'yle dediler, gece yarısı Türkiye'ye gitmeyelim, ertesi gün de pazar, gece Budapeşte'de kalalım yarın öğleden sonra dönelim; biz de kabul ettik. Tabiî, böyle bir olayın başımıza geleceğini hiç hesap etmedik.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Eski Ulaştırma Bakanı olarak ben bir teknik bilgi verebilir miyim?
BAŞKAN - Şimdi, yok... Lütfen...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, sizi aydınlatmak için söylüyorum. Uçak buradan kalkmadan önce hangi havaalanlarına uğrayacağı, hangilerinde ne yapacağı önceden bildirilir; bu teknik bir bilgi. Yani, uçağın buradan giderken Prag'a uğrayacağı, ondan sonra Berlin'e gideceği; dönüşte Budapeşte'ye gelip oradan bu tarafa geleceği, yol manifestosu vardır; orada önceden bellidir. Bu teknik bir bilgi; ben Sayın Genel Başkanın ifadesini şey etmek için değil eski bir Ulaştırma Bakanı olarak söylüyorum.
BAŞKAN - Sayın Başkan, teşekkür ederiz. Tabiî, arkadaşlarımızın ve benim sorularım olacak konunun daha iyi açılması yönünden. İsterseniz, önce ben sorayım; ondan sonra arkadaşlarımıza da teker teker söz vereceğim; burada bildiğiniz nispette aydınlatırsanız memnun oluruz. Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımıza yazdığı mektupta, sizin, kendisine sunmuş olduğunuz bilgileri özetlemiş. Bu özet bilgide diyor ki -bir kısmının zaten cevabını almış olduk, açıklanmış oldu- sizin şöyle bir ifadeniz olduğu burada söyleniyor: "Devlette görevli olan bazı kişilerin Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin'den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil birtakım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir" demişsiniz. Bu konuyu biraz açarsanız, kapalı bir ifade bu...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, demin söylediğim...
BAŞKAN - Belki, siz geniş söylemişsinizdir de, detaylı; Sayın Cumhurbaşkanı kâğıda ancak bu şekilde dökmüş olabilir.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Demin söylediğim beyanımın aynısıdır. Yani, sorgulama sırasında bu üç özel tim mensubundan birisi, Ayhan isimli olanı, biz, bu ve diğer olaylarda talimatları doğrudan doğruya Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin'den aldık. Bu talimatlardan da, zamanın Emniyet Genel Müdürünün ve zamanın Başbakanının eşinin bilgisi vardır demiş; benim ifade ettiğim bu.
BAŞKAN - Yine, onun altında devam ediyor; Sayın Cumhurbaşkanımıza: "Suça karışan, asgarî 100-120 kişi vardır" demişsiniz, rakam vermişsiniz; yani, birçok kişi karışmış deseniz normal; ama, sayı verince, sizin bu genel bilgi dışında bazı özel -sayı da verildiğine göre- bir bilgi olduğu anlaşılıyor veya ben öyle anlıyorum. Geçen ki liderler zirvesinde de, Sayın Başbakan "58 kişi" demiş; hatta, bunların bazılarının isimlerini vermiş. Bu, 100-120 kişi nedir; bunlardan bildiğiniz, böyle müşahhas; yani, tabiî, 100 kişiyi, 120 kişiyi sayın desem o mümkün değil, şu anda insan bilse dahi sayamaz; ama, daha açıklayıcı bir şey rica edeyim.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, benim, orada Sayın Cumhurbaşkanı’na ilettiğini bilgiler, hep naklen ilettiğim bilgilerdir. Bana bu bilgileri getiren kişilere -ki, bunlar, dediğim gibi daha önce emniyette de önemli görevlerde bulunmuş kişilerdir- ben bu işlere kaç kişinin karışmış olduğunu sordum. Bana verilen bilgi, Özel Tim içerisinde, 80 kadar Özel Tim mensubunun, bunun dışında da 30-40 tane yeraltı dünyasına mensup kişinin bu işlerle doğrudan ilişiği olduğunu; yalnız, oradaki kastedilen olaylar ve dolayısıyla verilen sayı daha geniş anlamdadır; sadece Susurluk'la, sadece Topal cinayetiyle ilgili değil.
BAŞKAN - Yani, isim olarak...
MESUT YILMAZ (Devamla) - İsim olarak, benim bildiğim isimler ile Sayın Başbakanın zirvede açıklamadığı; ama, dosyasında olan isimlerin geniş ölçüde aynı isimler olduğunu gördüm. Mehmet Ağar var, Sedat Bucak var, Korkut Eken var, Abdullah Çatlı var, Tarık Ümit var, Yaşar Öz var, Baybaşin var, İbrahim Şahin, tabiî Özel Tim mensupları var, karışan isimler var. Bu kişilerin büyük kısmı da ölmüş olan kişilerdi -yani, hiç olmazsa üçte biri- Behçet Cantürk gibi, Tarık Ümit gibi, Savaş Buldan gibi, Medar Serhat gibi ölmüş olan...
BAŞKAN - Siyasîlerden kim efendim?.. Aklınızda kalan, Bucak, Ağar dışında, söyle somut olarak aklınızda var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sayın Başbakanın listesinde olan başka siyasi yok; Mehmet Ağar ile Sedat Bucak var.
BAŞKAN - Sizin bildiğiniz, yani, dediniz ki, 80 tane Özel Tim, 30-40 tane de yeraltı dünyasından dediniz. Bu ifadeden şunu anladım ben -bilmem yanlış mı, yanlışsa düzeltin- yani, siyasî yok manası...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, bu adı geçen siyasîlerden başka yok. Bu siyasîler daha önce de, mesela Mehmet Ağar, daha önce Emniyet mensubu olarak geçiyor...
BAŞKAN - Evet; yani, onu zaten söylediniz, Bucak'ı da bir vesileyle söylemiş oldunuz. Onun dışında, esas bizim aradığımız da, takdir edersiniz ki bu; tabiî diğerlerini de arıyoruz da; fakat, bu verdiğiniz rakamda, 100-120 kişi dediniz, bunun 80'ini Özel Tim, 30-40 tane yeraltı dünyası, bir iki tane de siyasî -Bucak ile Ağar'ı- söylediniz. Onun dışında, yani size intikal ettiği -tabiî bunlar kesin bir şey değil- kadarıyla. hatırlayabiliyor musunuz veya var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sanıyorum, o, ancak, bu üst düzey yetkililerin ifadelerine başvurulduğu zaman sağlıklı ortaya çıkabilir.
BAŞKAN - Yani, bu, sizin görüştüğünüz üst düzeydeki, birtakım soruşturmalar yaptığınızı, bilgilerin geldiğini söylediniz; bu bilgilerin ışığında soruyorum ben tabiî; soruşturma yaptıkça belki birçokları çıkacak veya hiçbiri çıkmayacak, onu bilemiyoruz. Sizin yaptığınız kadarıyla, size intikal eden bilgi ve belgeler içerisinde soruyorum.
MESUT YILMAZ (Devamla) - İşte, verdiğim, Başbakanın eşi var mesela, o beyanda ismi geçen; onun dışında...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Efendim, Başbakanın eşinden kastınız hangi Başbakanın?
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Çiller'in...
BAŞKAN - Özer Çiller.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet.
BAŞKAN - Bir şey daha var burada, Sayın Cumhurbaşkanının Sayın Başbakana yazdığı yazıda şöyle bir ifade var, güya siz demişsiniz ki: "Bunların meydana çıkarılması halinde devletin zarar göreceğinden de endişe ederim." Yani, bir yerde, bu konuların bir devlet işi olduğunu zımnen kabul etmiş oluyorsunuz, bu ifadeden ben öyle anlıyorum -yanlış anladıysam düzeltin lütfen- ve bunların bir yerde de ortaya çıkmasını sanki siz de istemiyormuşsunuz gibi bir anlam çıkıyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bilmiyorum orada nasıl ifade ediliyor; bunların ortaya çıkarılmamasından devletin zarar göreceğini...
BAŞKAN - Aynen okuyayım isterseniz. Yani, ben yorum yapmayayım, kendi ifadem olmasın, Sayın Cumhurbaşkanın ifadesini aynen okuyayım. "Bunların meydana çıkarılması halinde devletin zarar göreceğinden de endişe ederim."
MESUT YILMAZ (Devamla) - Olaylar kastediliyor.
BAŞKAN - Şöyle deniliyor: "Bu işin devlet çapında soruşturulması lazım, Buna seyirci kalınırsa demokrasinin işleyebileceğinden de şüphe ederim. Bunların meydana çıkarılması halinde devletin zarar göreceğinden de endişe ederim."
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet, anladım; olaylar kastediliyor. Yani, şimdi, burada...
BAŞKAN - Bir çelişki olmuyor mu; yani, yukarıdakilerle son sözünüz arasında? Yani, bu beyan sizin beyanınız, Sayın Cumhurbaşkanımız da yanlış anlamış...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Tabiî, ben, Sayın Cumhurbaşkanıyla çok uzun. detaylı konuştum, o özet olarak not tuttu; ama, müsaade ederseniz, ben ancak kendi kastıma açıklık getirebilirim.
BAŞKAN - Tabiî, önemli olan sizin kastınız.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Benim kastım şudur: Ben, zannediyorum, İstanbul Emniyet Müdürünün sorgulama sırasında kendisine ifade edilen hususları savcılığa bildirmemesinde, hatta, daha sonra, Cumhurbaşkanı ve Başbakanla yaptığı görüşmelerde olayı teyit etmesine rağmen, bu sorgu zaptını ve kaseti ibraz etmemesi, burada ifade edilen bazı bilgilerden devletin zarar göreceği endişe etkili olmuştur. Ama, benim şahsî kanaatim, devlet adına yapılan birtakım operasyonlar -bu operasyonların da hukuka aykırılığı tartışılmaz- devlet menfaati için yapılan birtakım örtülü operasyonlar, tamamen adi menfaatler için yapılan fiillere kalkan olarak kullanılmıştır. Yani, bu kişiler, geçmişte devlet adına yaptıkları birtakım işleri, daha sonra kendi şahsî menfaatleri için yaptıkları işlerde kendileri için bir kalkan olarak kullanmaya tevessül etmektedirler. Ben, aslında, bu olayların, Susurluk olayının ortaya çıkmasından beri yapılan beyanlarda da, devamlı bu ihsası görüyorum. Yani, 'terörle mücadelede başarılı olduksa bu tür çalışmalar sayesindedir; eğer bu tür yasadışı birtakım yollara başvurulmasaydı terör bugün daha azmış olurdu" filan gibi, sanki yapılan hukuk dışı işlere mazeret arandığı, gerekçe yaratılmak istendiğini algılıyorum. Sayın Başbakan, pazar günü o toplantıda, bana göre, altı çizilmesi gereken bir beyanda bulundu: "PKK ile mücadele gerekçesiyle dahi devlet içerisinde bu nevi çetelerin varlığına müsamaha gösteremeyiz" dedi. Bence konunun özü budur; yani... Müsaade ederseniz, bu konuda bir iki şey daha hatırıma geldi, onları da ilave edeyim.
BAŞKAN - Özür dilerim, şunu söyleyeyim; zamanımız geniş, istediğiniz kadar konuşabilirsiniz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Tabiî; ama, Genel Kuruldaki şeyi kaçırmak istemiyorum.
BAŞKAN - Oylamaya daha çok, zannetmiyorum onun biteceğini.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Oylama yok zaten orada, arkadaşlarımızın konuşmasını...
BAŞKAN - Neyse, onu da zabıtlardan okuyalım artık, bu da çok önemli.
MESUT YILMAZ (Devamla) - O da alsında, bunlarla bağlantılıdır; yani, buna çok derin girerseniz, onunla da bağlantı kurarsınız.
BAŞKAN - Onlardan da istifade edeceğiz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı, gerek ikili görüşmemizde gerek pazar günkü görüşmede, benim talebim üzerine, tekraren, şu hususu, bütün parti başkanlarının dikkatine getirmiştir. Millî Güvenlik Kurulunun bugüne kadar PKK'yla mücadele konusunda, bölücü terörle mücadele konusunda, devletin dışında kanunsuz işlere karışmış kişilerle devletin işbirliği yapması konusunda hiçbir görüşmesi, hiçbir kararı olmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı, ayrıca, yine aynı toplantıda, bana şunu söylemiştir, pazar günü de tekraren söylemiştir: Benim, gerek Cumhurbaşkanı olarak gerek Başbakan olarak hiçbir yargısız infaza, hiçbir hukuk dışı tasarrufa onayım olmamıştır. Ben de size, aynı şeyi, eski bir bakan, eski bir başbakan olarak burada teyit ediyorum. Demek ki, burada, birtakım devlet adına iş yaparı kişiler, devlet katında verilmemiş bir kararı, sağlanmamış bir mutabakatı, uygulama yetkisini kendisinde görmüşlerdir. Başlangıçta, belli bir süreye kadar, tarih de veriyorum, 1994 başına kadar, bu işler, hakikaten, kişisel menfaatlerle bağlantılı olmaksızın, devletin menfaatleri için, terörle mücadele için, vesaire, terörün lojistik desteklerini kesmek için yapılmış olabilir.
BAŞKAN - Ama, aynı ekip tarafından...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet, evet. Ama, benim kanaatim ve ortaya çıkan bulgular, 1994 başından beri, bu işin, devlet kontrolünden, devlet sorumluluğundan, devlet ciddiyetinden tamamen çıktığı ve bu işi yapan kişilerin, kendi kişisel menfaatlerine hizmet edecek şekle dönüştüğüdür. Bence, yapılması
gereken önemli bir ayırım budur, bu ayırımın tarihi de 1993 yılı sonudur. Ben, pazar günkü toplantıda da söyledim, Sayın Çiller'in, 1993 yılı sonunda, İstanbul'da, zannediyorum, Holiday İn Hotel'inde yaptığı bir konuşma vardır, o konuşmada PKK'ya yardım eden bütün işadamlarının listesinin elinde olduğunu, bunların sayılarının 60 küsur olduğu ve devletin, kesinlikle bu işin üstüne gitmeye kararlı olduğu ifade edilmiştir, o konuşmasının herhalde zaptı bulunabilir.
BAŞKAN - Evet, onu araştıralım. Siz de varsa, lütfen, onu da bize verirseniz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Ben de araştırtabilirim, basına da çıkmıştır, televizyonlarda da çıkmıştır. 1994 başından itibaren, bu olayların, zincirleme, bireysel olaylar haline dönüştüğünü görüyoruz. Ben, bunu, zirve toplantısında dile getirdim. Sayın Çiller, ısrarla, bu olayların münferit olaylar olduğunu, bireysel olaylar olduğunu, binaenaleyh, bireysel olay olarak soruşturulması gerektiğini ifade ediyordu, aynı şeyi pazar günü de söyledi. Ben ise, bunun, bir zincirin halkaları olduğunu, gayet, organize, planlı, devletin bilgisi dahilinde yapılan işler olduğunu; ama, devlet katında bir alınmış kararın uygulanması anlamına gelmediğini, birtakım işgüzarları, devlete alet ederek, bu işi örgütlü bir biçimde yürüttükleri düşüncesinde olduğumu söyledim ve 1994 başından itibaren bu olaylara, kişisel menfaatlerin, hem de çok büyük çapta kişisel menfaatlerin karıştığı inancındayım. Buna ilişkin, bana gelen çok bilgiler var; ama, bunları, şu anda size iletmeyi mahzurlu görürüm; yani, rakamlar çok abartılıdır, trilyonlarca lira, menfaatler söz konusudur, uyuşturucu ticaretinin bizzat devletin himayesinde yürütüldüğü söz konusudur. İşte, kumarhanelerden alınan haraçlar, vesaire söz konusudur. Bence, bunlar, daha ciddî soruşturulması gereken hususlardır; yani, şu anda, bu ham iddialara dayanarak kişileri suçlamak yanlış olur.
BAŞKAN - Sayın Başkan, biz, ciddî bir soruşturma yapıyoruz, daha doğrusu, soruşturma değil de, bir yerde soruşturma, biz de ciddî olarak yapıyoruz bu işi, yani, o görüşünüze ben şahsen katılmıyorum. Yine, önceki konuşmanızda, bende birtakım ham bilgiler, belgeler var buyurdunuz ve mektuplar var çok miktarda dediniz ve bunları sırası geldikçe vereceğim dediniz. Halbuki, siz, bunları, bize, Komisyonumuza verirseniz, biz, bunların üzerine gideriz, işimize yarayanları hiç değilse değerlendiririz. Tabiî, bize, bilgi ve belge akışı olmadığı müddetçe, siz de takdir edersiniz ki, olayların üzerine bütün ağırlığıyla gitmemiz mümkün değil. Kaldı ki, bizim görevimizin süreli olduğunu, çok kısa bir süre olduğunu siz de zaten söylüyorsunuz ve birtakım yetkiler verilmesi gerektiğini de siz de takdir ediyorsunuz. O nedenle, biz, bunlara kavuşursak işimiz daha kolay olacak ve ben, bu Komisyonumuza herkesin güvenmesini özellikle rica ediyorum. Bunu belirttikten sonra, birkaç sorum daha olacak, ondan sonra, arkadaşlarımızın sorusunu alacağım. Şimdi, kamuoyunda, çeşitli zamanlarda, özellikle, medyamızda, MİT raporlarından bahsediliyor, .bunlar yayınlanıyor da, doğru ya da yanlış, onları bilmiyoruz, tabiî, bizim bilmemiz mümkün değil; ama, siz, konumunuz itibariyle bilebilirsiniz, niye bilebilirsiniz, iki dönem başbakanlık yaptınız, başbakanlık kadar da önemli Dışişleri Bakanlığı görevlerinde bulundunuz ve uzun bir zamandır da ve halen de Ana muhalefet Partisi Başkanı olarak görev yapıyorsunuz. Bu MİT raporlarından sizin haberiniz oldu mu? Sizin Başbakanlık yaptığınız dönemde, yani, haberiniz olur, basın vasıtasıyla elbette olmuştur, bizlerin olduğu kadar sizlerin de olmuştur, Başbakanlık yaptığınız dönemler içerisinde, size böyle raporlar geldi mi? Veya, bunu medyadan öğrendiğinizde, mesela, 1989 yılında yayınlanmıştır bir tanesi, o zaman da partiniz iktidardaydı, bilahare Başbakan oldunuz. Bu raporlarda, mesela, misal olarak söylüyorum, doğru yanlış onun şeyine girmiyorum, tabiî, o ileride değerlendirilecek, Mehmet Ağar ve Ünal Erkan'ın da isimlerinden bahsediliyor. Halbuki, bu iki kişi, sizin kurduğunuz son koalisyon hükümetlerinde de bakanlık yaptılar. Özellikle, Mehmet Ağar, çok önemli bir bakanlıktı, Adalet Bakanlığı gibi bir göreve geldi. Yine, Mehmet Ağar, sizin de görevli olduğunuz dönemlerde, emniyet üst düzey görevde bulundu. Bunu, nasıl izah ediyorsunuz. Yani, birinci olarak, böyle bir MİT raporu sizin başbakan olduğunuz dönemlerde geldi mi, geldiyse neler yaptınız? Veya haricen bilgi sahibi oldunuz mu? Bir de, burada ismi geçen, ben iki tane misal verdim, belki başka isimlerde vardır, onun detayına girmiyorum, bunların ekarte edilmesi için neler yaptınız, niye bunlar, Bakanlar Kurulu listesinde yer aldı; yani, siz, pekala, başbakan olarak diyebilirdiniz ki, o zamanki ortağınız Çiller'e, bunların, böyle böyle bir -affedersiniz- pis işleri var, MİT raporuyla da bunlar kamuoyuna yansıdı, ben de biliyorum, bana da intikal etti, ben, bunları yapmam, hani, partinizden protokol gereği size düştüğüne göre bu bakanlık, başka bir isim bildirin diye pekala söyleyebilirdiniz, bu konudaki düşünceniz nedir?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Ben, 1991 yılının 16 Haziranında, ilk defa Başbakanlığa geldim. Ben, Başbakanlığa geldikten 15-20 gün sonra, Diyarbakır'da Vedat Aydın öldürüldü; o zamanki DEP İl Başkanıydı. Ben, MİT Müsteşarını, Emniyet Genel Müdürünü çağırdım, dedim ki, bu olayı mutlaka bulmanız lazım; çünkü, karısının ifadesine göre, emniyet mensubu olduklarını söyleyen, kimlik kartı gösteren kişiler tarafından evinden alınmış, ondan sonra, bir daha cesedi bulunmuştu ve o olayın arkasından da biliyorsunuz, dört beş kişi olaylarda hayatını kaybetti. Ne olursa olsun, kim tarafından yapılmış olursa olsun, bu olayın mutlaka açıklığa çıkarılmasını istedim. Bu olay bugüne kadar daha açıklığa kavuşmadı. Buna benzer birçok karanlık olaylar yaşandı, faili bulunamayan cinayetler işlendi. Bugün geldiğimiz noktada, ben, bu olayların ortaya çıkarılabilmesi için, sizin Komisyonunuz da dahil, devlette şu anda yürütülen çalışmaların son fırsat olduğuna inanıyorum.
BAŞKAN - Biz de aynı inançtayız.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Eğer, bunu ortaya çıkaramazsak veya siyasî mülahazalarla bunları örtersek, korkarım ki, bu ülkede, artık, hiç kimsenin can güvenliği kalmayacaktır, devlete güven kalmayacaktır. Faili meçhul cinayetlerin kimler tarafından işlendiği konusunda emareler vardır, deliller vardır; ama, maalesef, bunları ortaya çıkaracak güçlü bir siyasî irade bugüne kadar oluşmamıştır. Benim koalisyon hükümeti kurduğum dönemde, yani, bu sene martında, bana bu konuyla ilgili veto hakkını sağlayacak net, kesin bilgiler elimde mevcut değildi; ama, daha sonra edindiğim bilgiler, özellikle, biraz önce söylediğim gibi, İstanbul Emniyetiyle yakın işbirliği yaparak elde ettiğim bilgiler, diğer kaynaklardan bana gelen bilgiler, şu anda, çok ciddî bir devlet soruşturmasını gerekli kılacak boyuttadır. Zannediyorum, hiçbirimiz, bu olayların gerçek boyutlarını şu anda kestirme imkânına sahip değiliz; yani, hepimiz, karanlıkta, filin bir tarafını tutuyoruz; ama, tuttuğumuz cismin ne olduğunu hiçbirimiz tam olarak tarif edemeyiz. Şimdi, olayları bu karanlıktan çıkarabilmek, olayları açıklığa kavuşturabilmek bence, sizin de ifade ettiğiniz gibi, süresi sınırlı olan, yetkileri sınırlı olan bir Meclis komisyonu marifetiyle mümkün olamaz. Yine, benim inancıma göre, hiyerarşik esasa göre görev yapan teftiş kurullarının hiçbiri de bu olayları ortaya çıkaramaz. Bizim, daha, idare hukukumuzda, idare hukuku uygulamamızda, bakan, başbakan hakkında fezleke düzenleyen hiçbir teftiş kurulu yoktur. Onun için, ben, ilk günden itibaren Sayın Cumhurbaşkanına dedim ki, bu bir devlet meselesidir, maalesef, devletin çok üst düzeyde görev yapan siyasî kişileri, kamu görevlileri bu işlere karışmışlardır. Bu işin ortaya çıkmasını istiyorsanız, siz, önayak olun, devlet bu işe el koysun. Aslında, bununla ilgili, bizim mevzuatımızda, 1982 yılında, ilk defa olarak, böyle bir olay öngörülerek; yani, devletin normal hiyerarşisi içerisinde ortaya çıkarılması mümkün olmayan çapta bir olay öngörülerek bir organ tesis edilmiş, Devlet Denetleme Kurulu. Devlet Denetleme Kurulunun da sizin Komisyonunuz gibi sorgulama yetkisi yok, Devlet Denetleme Kurulu adliyeyle ilgili, adliye ve Silahlı Kuvvetler mensuplarıyla ilgili araştırma yapamıyor; ama, bir şeyi hiç olmazsa yapıyor, hiyerarşinin dışında, doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı olarak, gördüğü eksikliklerin üzerine gidebiliyor, aksaklıkları, hukuk dışı uygulamaları tespit edebiliyor. O tespit, bence, değerli bir tespitti.
BAŞKAN - Biz de gideriz Sayın Başkan.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, hayır, gidilir de... Devlet Denetleme Kurulunun yapısı itibariyle de bunu ortaya çıkaracak nitelikte olmadığını söyledi. Halbuki, kanunda hüküm var, istediği kuruluştan eleman alabiliyor, geçici istihdam edebiliyor, bunu hatırlattım Cumhurbaşkanına. Cumhurbaşkanı, en son, benimle beraber, diğer parti başkanlarının da ısrarı üzerine, en son, toplantıyı kapatırken, pazar günü "normal şeylerden gidelim, eğer, ben, işin örtbas edileceği kanaatine varırsam, o zaman Devlet Denetleme Kuruluna görev veririm" dedi. Ben, onu da değerli sayıyorum. Yani, bu da, idare üzerinde bir müşevvik olabilir; ama, ben, Türkiye'de, savcıların, Türkiye'de müfettişlerin bu işi ortaya çıkarabileceklerine inanmıyorum. Çıkabilirdi, eğer, Sayın Başbakan konuya başka türlü yaklaşsaydı. Sayın Başbakana, bunun yolunu gösterdim, mektup yazdım; teftiş kuruluna görev verelim diye, teftiş kuruluna görev verdikten sonra, bize de danışıp, hepimizin güveneceği kompozisyonda bir karma kurul teşkil edebilirdi, devlet soruşturma kurulu, kanun buna engel değil, şu anda mevzuat açısından buna bir engel yok. O Devlet Denetleme Kuruluna iş verilirdi, o devlet soruşturma kurulu oluşturulurdu, karma bir kurul, emniyet mensupları da olurdu içerisinde, ve saire... Bu kurul, tam yetkili olarak işe el koyardı, bu yapılan soruşturma, şu anda sizin yaptığınız soruşturma dahi sağlıklı bir soruşturma değil, araştırma dahil, sağlıklı bir iş değil. Bakanız, belgeler ortada uçuşuyor, biz, karşı tarafa bu belgeleri yok etmek imkânını veriyoruz, orijinallerini ortadan kaldırma imkânı veriyoruz. Bazılarına karşı argümanlar üretme imkânını veriyoruz. Yarın, öbür gün, birkaç kişi yurtdışına kaçabilir, birkaç kişi öldürülebilir; kilit noktalardaki insanlar ölebilir, bu soruşturma akim kalabilir. Benim hedefim, bu meselede siyasî bir çıkar elde etmek değil. Hiç kimsenin, tek başına ortaya çıkarılıp teşhir edilmesi, cezalandırılması değil, devletin bu işten tümüyle temizlenmesidir. Şimdiye kadar ki hiçbir soruşturma, hiçbir tahkikat, Meclis Araştırması bu açıdan hedefine ulaşmamıştır. Faili meçhul cinayetlerle ilgili Meclis Komisyonu 1,5 sene görev yaptı, hiçbir netice alamamıştır.
BAŞKAN - İnşallah bizim Komisyon netice alacaktır.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, netice almak istiyorsanız, size, zirveye de getirdiğim bir kilit suali getirip, masanın üstüne bırakıyorum. Bir adam, İstanbul Emniyet Müdürü, Başbakana "bana görev ve yetki verirseniz, ben, 15 gün içinde bu işi bütün bağlantılarıyla birlikte ispatlarım" diyor. Bir iddiada bulunuyor, bir taahhütte bulunuyor, buna, Hükümetin verdiği cevap, ertesi günü adamı görevden uzaklaştırmaktır. Böyle bir anlayışla bu iş ortaya çıkmaz, ne siz çıkarabilirsiniz ne savcı çıkarabilir. Yani, örneği ortadadır, bu işi ortaya çıkaracağım diyen adam, ertesi günü görevden uzaklaştırılmıştır. Sayın Başbakana sordum, dedim ki, böyle bir iddiası var adamın, böyle bir taahhüdü var, bundan istifade etmeyi düşünmüyor musunuz? "Nasıl istifade ederiz diye hukukçulara danıştım ‘teftiş kuruluna gelsin, bilgi versin' dediler" dedi. Bu, netice alacak bir yol değil; ama, benim dediğim gibi karma bir kurulun içerisinde, nasıl olsa adam şu anda görevden de uzaklaştırılmış, muhakkik sıfatıyla dahil ettiğiniz zaman, adamı da sorgulama yetkisi verip, bu işin içine koyduğunuz zaman; çünkü, teftiş kurulunun sorgu yetkisi de var, ifade alma yetkisi de var. Meseleyi zaten bilen, buraya kadar getiren, şimdiye kadar ki bütün delillere, bütün ifadelere muhatap olan kişiyi o kurulun içine koyduğunuz zaman, o bana güvence verir. O zaman, ben, muhalefet olarak bu işi ortalıkta konuşmam, ben, susarım, neticeyi beklerim; ama, maalesef, bugün, bunu gösterecek durumda değilim. Bugün, eğer, kamuoyu baskısı olmasa, eminim ki, Hükümet, bu işi örtbas etmeyi tercih edebilir siyasî nedenlerle. Haa, kurulunuzun iyi niyetinden şüphem yok, Komisyonu tenzih ediyorum; ama, Hükümetin işbirliği olmadan ne bu Komisyon, ne savcı ne müfettiş, hiçbir yere ulaşamaz. Neticede, şu veya bu nedenle devletin alî menfaatleri, devletin sırları, siyasî şeyler, koalisyonun devamı, şu veya bu argümanlar, sizin ulaşmanız gereken belgeler, bilgiler sizden gizlenirse size ulaştırılmazsa, siz, sadece, iyi niyetinizle görev yapmış olursunuz, hiçbir yere ulaşamazsınız.
BAŞKAN - Sayın Başkan, ben, yalnız soruma cevap alamadım.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sorunuzu unuttum bu arada.
BAŞKAN - Soru şuydu: Size, başbakan olduğunuz dönemlerde, iki dönem yaptığınıza göre, MİT'ten, bahsedilen MİT raporları var, onlar geldi mi?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Müsaade ederseniz, daha geriye gideyim o zaman, 1988 yılında bir MİT raporu açıklandı. Dediğiniz gibi Mehmet Ağar'ın, Ünal Erkan'ın da ismi geçen, sadece onların değil, Genelkurmay Başkanının, bilmem ne, bir sürü insanın, valinin filan ismi geçen bir MİT raporu açıklandı. O MİT raporu, aslında, devletin güvenliği açısından, bugünkü kadar büyük bir tehdidi yansıtmıyordu. Neticede, orada birtakım kişisel zaaflardan bahsediliyordu; yani, devletin en üst düzeyde görev yapan bazı insanlarının bazı kişisel zaafları konu edilmişti. Buna rağmen, biz, o tarihte, rahmetli Özal'ın talimatıyla o işin üstüne gittik. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı, karma bir soruşturma kurulunun başında bu işi araştırmakla görevlendirildi, MİT'e gidildi, MİT'te bütün evraklar çıkarıldı. Aslında, oradaki iddiaların geniş ölçüde doğru bilgiler olduğu tespit edildi. Bunların kamuoyuna yansımasının görev kusuru olduğu belirlendi, birkaç kişinin MİT ile ilişiği kesildi ve bu iş geçiştirildi; yani, zaten, yapılması gereken adlî bir şey yoktu o zaman.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siz o zaman Başbakan mıydınız?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, hayır; ben, 1988 yılında Dışişleri Bakanıydım. Şimdi, daha sonra, benim başbakanlığım döneminde böyle bir MİT raporu olayı yaşanmadı; ama, gerek bu Aydınlık Gazetesinin yayımladığı, işte, bu Doğu Perinçek'in filan biraz önce size anlattığı MİT'ten kaynaklandığı belli olan bilgiler, gerekse diğer kaynaklardan bize gelen duyumlar, zaman içerisinde, o ilk MİT raporuyla vurgulanmak istenen tehlikenin Türkiye'nin gündeminde olduğunu söyledi. Neydi o MİT raporu? Ben, o MİT raporunu hazırlayan adamlarla görüştüm. Yani, o MİT raporunu hazırlayan, düzenleyen kişilerle görüştüm MİT'te, niye böyle bir rapor düzenlediniz, kişileri kötülemekten ne menfaat umuyorsunuz?
BAŞKAN - İlk Başbakanlığınızda mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Tabiî, 1991'de. Böyle bir şeyden ne menfaat umuyorsunuz? O adamlar da o sırada MİT'in dışında, MİT'ten uzaklaştırılmışlar, bir kısmı MİT'in içinde bir kısmı dışında. Bana söyledikleri şey şudur: "Bizim bu raporla yapmak istediğimiz, bu raporu düzenlemekle yapmak istediğimiz, birtakım insanları tahkir etmek değildir, onları küçük düşürmek değildir. Biz, bir tehlikeyi işaret etmek istiyoruz. Türkiye'de, organize bir mafya olayı oluşuyor ve bu mafya, devletle organik bağa geçmek için akıl almaz yöntemlere başvuruyor. Bu başvurduğu yöntemler para olabiliyor, menfaat olabiliyor, bazen ahlakî zaaflar oluyor; ama, bu mafya devletle böyle organik bir bağ kurmanın şeyi içerisindedir, biz bunu teşhir etmek istiyoruz." Şimdi, bu son olaylarda görüyorum ki, aslında, bu, o zaman, hakikaten, daha ciddî üzerinde durulması gereken bir uyarıymış ve bilhassa, 1993'ten sonra, bu uyarının çok ciddî izlenmesi gereken bir noktaya geldiğini görüyorum. Yani, devletin aradığı yeraltı dünyasının ne kadar ismi varsa, bakıyorsunuz, devletin üst düzey görevlileriyle bir aradadır. O şey de herhalde size gelecek, Devlet Güvenlik Mahkemesinde resimler var, Abdullah Çatlı'nın çantasından çıkan resimler var, devletin emniyet müdürü, aşiret reisi, milletvekili, 30 tane resimde beraberler, Ege'de tatil yaparken beraberler, tatil köyünde beraberler, Siverek'te Bucak'ın evin ikametinde beraberler. Daha bunan gibi, şu anda kamuoyuna yansımamış olan çok yoğun ilişkiler söz konusu; devletle mafya adeta iç içe olmuşlar. Ben, şimdi, bundan en fazla mutazarrır olan insanlardan biriyim.
BAŞKAN - Ne zamandan beri böyle olmuş, sizin tahmininiz veya tespitiniz Sayın Başkan?
MESUT YILMAZ (Devamla) - İşte, 1987 yılı raporunda bunun ilk sinyalleri veriliyor ama, ben diyorum ki, 1993 yılı sonundan itibaren bu ilişki artık, işbirliğine dönüşmüş; yani, emniyetin, eskiden beri, bu tür yeraltı dünyasıyla ilişkileri olabilir, onların bazılarını kendileri için kullanabilir, bazı şeyleri görmezlikten gelebilir filan; ama, artık, olay 1993 yılından itibaren sistematik bir işbirliğine dönüşmüş, operasyonlar beraber yapılıyor, haraçlar paylaşılıyor. Yani, devletin içindeki birtakım görevlilerle, mafya, artık, bir işbirliğine girmişler. Söylemez olayında biz bunu gördük; ama, şimdiki olayı karşılaştırdığım zaman görüyorum ki, Söylemez olayı çok mütevazı bir olay, çok küçük çaplı bir olay. İçinde beş altı tane asker var, beş on tane emniyet mensubu var, işte, bir de aşiret reisi var, birkaç tane de mafya mensubu var. Aslında, bu olay, onun yanında çok daha devasa bir olaydır. Söylemez olayını ben Başbakan olduğum halde, üstüne gittiğim halde ortaya çıkaramadık, bir yerde tıkandım; adamlar da altı aydan beri firardalar, devletin emniyet müdürleri firarda. Ben, bugün iddia ediyorum, zirvede de iddia ettim ki, onlar, aslında, devletin içindeki bazı insanlar tarafından şu anda himaye ediliyorlar, saklanıyorlar. Bunun içerisinde devletin valisi var, emniyet müdürü var. Şimdi, böyle bir ilişkiler ağının karşısında, iyi niyetli savcılarla, iyi niyetli müfettişlerle, iyi niyetli komisyonlarla netice alınabileceğini sanmıyorum. Arkada, çok güçlü bir irade lazım, yani, bir devlet iradesi lazım. Biz, bu işi ortaya çıkaracağız, sonucu ne olursa olsun, sade lafla değil, fiilen bunu ortaya koyacağız, devleti bu kirlilikten kurtaracağız iradesi lazım. Ben bu iradeyi göremiyorum, bugünkü Hükümette göremiyorum, ben, pazar günü yüzlerine söyledim. Siz, olayı ortaya çıkaracağım diyen emniyet müdürünü görevden uzaklaştırıyorsanız, siz, fezleke düzenleyen savcıya, bir genelge yapıp da, fezlekesini iade ediyorsanız, o zaman, bu aslında bir mesajdır, bütün bu işleri soruşturanlara mesajdır. Bu işte fazla ileri gitmeyin, bir netice alamazsınız demektir. Bana bu mesaj defalarca verilmiştir, bu uyarı gelmiştir, bu işleri fazla karıştırma denmiştir, bu işleri karıştırırsan kötü olur denmiştir.
BAŞKAN - Kim tarafından?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Çeşitli kişiler tarafından, ismi olan kişiler de var bunun içinde. Yani, bizim milletvekillerine de gelinmiştir, denmiştir ki, bak genel başkanınıza söyleyin, bu işin üstüne gitmesin, sonu kötü olur. Şimdi, benim konumum farklıdır; yani, beni bu devlet Ana muhalefet Partisinin Genel Başkanı olarak koruyor, 20 küsur polis vermişler, maaş ödüyor devlet o koruma polislerine, ben, bu korumanın bedelini devlete ödemem lazım. Yani, ben, madem ki, korunuyorum, o zaman ben, normal vatandaştan daha fazla katkıda bulunmam lazım. Ha, benim dönemimle ilgili bu işe karışan kişiler çıkacaksa, pazar günü de söyledim, onların ortaya çıkmasına da ben yardımcı olurum. Yani, benim dönemimle ilgili ne bilgi varsa elimde ben, onu da veririm. Başbakan olduğum zaman bu işin üstüne bütün gücümle gittim, işte, geldiğim nokta ortadadır, bir yere varamadım. Bugün, Söylemez olayından üç beş kişi hapistedir, gerisi kaçaktır; ama, asıl bağlantılar ortaya çıkmamıştır. Yani, devletin içindeki, bu işle bağlantılı üst düzeydeki kişiler ortaya çıkmamıştır, siyasî bağlantılar kurulamamıştır. O üç tane kaçak adam yakalansa, geniş ölçüde çıkacaktır, onların ifadesiyle çıkacaktır, onun için de himaye edilmektedir. Bu olay, bence, ondan çok daha geniş bir olaydır; bence ondan çok daha geniş bir olaydır; ama, korkarım ki, Hükümet bu konuda işbirliği yapmazsa, devletin imkânları bu konuda tam bir şekilde seferber edilmezse bu iyi niyetli çabalar sonuç vermeyebilir. Şimdiye kadar ki tatbikat budur, daha hiçbir faili meçhulün şeyi çıkmadı ortaya.
BAŞKAN - Efendim, sorumun büyük kısmına cevap aldım da...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bana özel olarak, benim dönemimde yapılmış bir MİT raporu yok.
BAŞKAN - Fakat, bu öğrendiğiniz raporda da dediniz ki, bir kısım kişiler suçlanıyordu; bunların içerisinde Ağar da Ünal Erkan da Menzir de vardı. İkincisi, siz, devamlı suretle, dediğiniz gibi, 93'lü yıllarda, yani bu olaylar ortaya çıktıktan sonra, Yalı Çetesi gibi ifadeleri söyleye geldiniz, bugüne kadar da söyleniyor. Benim, öğrenmek istediğim şu: Yalı çetesi deniliyor, bu yalı çetesi nedir? Kimdir? Neler yapılmıştır bunların ortaya çıkarılması için? Bir Söylemezler çetesi ortaya çıkarılmıştır döneminizde; bir de Mehmet Ağar ve Ünal Erkan, niçin bilindiği halde, o raporlarda da, MİT raporlarında -ben o MİT raporunu okudum- niye direnmediniz ben merak ediyorum yani. Bir de çelişkili buluyorum; hem biliyorum hem de böyle bir kişinin -bana göre yani, raporlara göre söylüyorum tabiî- devlette bulunması mahsurlu olan kişileri bakanlığa... Direnebilirdiniz...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sayın Başkan, o kadar uzağa gitmeye lüzum yok. Bu raporlarda, bu örgütün bizzat Sayın Çiller'e bağlı bir örgüt olduğu söyleniyor, Çiller özel örgütü deniliyor, o zaman, sizin bana demeniz lazım ki, Sayın Çiller'le niye koalisyon kuruyorsun. Ben, o tarihe kadar, Hükümet kurduğum tarihe kadar bu işlerle ilgili olarak, devletin emniyetinin, devletin gücünün, devletin şeyinin seferber edildiğini bilmiyordum; örtülü ödeneğin bu maksatla kullanıldığını bilmiyordum. Ben, başbakan olduğum tarihe kadar, sadece, Sayın Çiller'i kamuoyunda şüphe yaratan birtakım olayların soruşturulmasını engellemekle suçladım. Kendi mal varlığıyla ilgili, kocasının bağlantılarıyla ilgili, geçmişteki birtakım işlerle ilgili olarak kamuoyunda ciddî şüphe yaratan işlerin yetkili merciler tarafından, Meclis komisyonu tarafından, adalet tarafından soruşturulmasını, sonuçlandırılmasını engellemekle suçladım; bunun için kendi konumunu kullanmakla suçladım. Ama, benim son Başbakanlığımda olaya yepyeni bir boyut çıktı; o tarihe kadar benim yalı çetesi dediğim, sadece, birtakım yolsuzluklara karışmış olan bir menfaat beraberliğiydi; şimdi, bu sene içerisinde edindiğim bilgilerle olay apayrı bir boyut kazandı; şimdi, diyorum ki, devletin imkânları, devletin görevlileri, devletin yetkileri, devletin parası kullanılarak bu hukuk dışı ilişkiler sistematik bir şekilde meğerse 93 sonundan beri geliyormuş; şimdi, bunların ortaya çıkarılması lazım. Geçmişte o yolsuzlukların ortaya çıkarılmasına hangi irade karşı koymuşsa, engel olmuşsa, bugün bu işin de soruşturulmasına aynı irade engel olacaktır. Ha, eskisi kadar gücü yoktur; çünkü, Koalisyonda küçük ortaktır, ama, ne yapacaktır; büyük ortağa karşı siyasî kozunu kullanacaktır. İşte, ben, Sayın Erbakan'ı bu konuda uyardım. Diyorum ki, eğer siyasî nedenlerle bugünkü Koalisyon Hükümeti elindeki bulguların üzerine gitmezse, bu işi ciddî olarak soruşturmazsa, o zaman, bu işten, sadece şu parti bu parti değil, bu işten rejim zarar görecek; artık bundan sonra Türkiye'de devlete güven kalmayacaktır ve hakikaten çok ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. Yani, bu işler tesadüfî olmamış, bu Emniyet Genel Müdürünün gelip İçişleri Bakanı olması, emniyette birtakım kadrolaşmaların olması filan, bunların hiçbiri tesadüfî değil, bunlar belli bir sistematik içinde oluşmuş; biz bunlarla ne kadar mücadele ettik, gücümüz kadar mücadele ettik. Ben, bir ay mücadele ettim Emniyet Genel Müdürlüğü için istediğim kişiyi getiremedim, bizim Hükümet öyle bir hükümetti, Koalisyon Hükümetiydi. Sayın Erbakan'ın benim kadar da gücü yok, İçişleri Bakanlığında daha hiçbir atama yapamadı. Yani, bir yerde olayın failleriyle işbirliği yapıyorsunuz, olayın faillerini ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz; öyle kolay bir durum değil, olağan bir durum değil. Her an engelleniyorsunuz, elinizdeki yetkileri kullanamıyorsunuz, normal hükümet yetkileriyle olayın üzerine gidemiyorsunuz. Ben diyorum ki, bugün de aynı durum varit. Ha, buna rağmen bu mücadeleden pes edecek değiliz, sonuna kadar mücadele edeceğiz; ama, benim gönlümden geçen ve asıl sağlıklı gördüğüm, netice vereceğine inandığım mücadele tarzı bu değildir. Ben, çok medenî bir şekilde Cumhurbaşkanına gittim, dedim ki, devleti ilzam eden şöyle şöyle bilgiler var; gelin bu işe devlet olarak el koyun, biz bunu polemik konusu yapmayalım, kamuoyu önünde tartışmayalım; devletin sırlarını, devletin bilgilerini kamuoyunun önünde tartışmayalım; bu işleri, güvenebileceğimiz, devlet adına bir kurum araştırsın, sorumlularını ortaya çıkarsın biz gereğini yapalım, adalet gereğini yapsın, biz de idarî olarak gereğini yapalım; maalesef, bu yola sokulamamıştır mesele, bu yola girilememesinin tek sebebi siyasidir, başka hiçbir sebebi yoktur. Yani, bu koalisyonun kendi endişeleri olmasa, siyasî endişeleri olmasa yapılacak olan yol bu. İtalya'da böyle yapılmıştır, İtalya böyle temizlenmiştir. İtalya'da parlamentonun yarısı değiştiyse, bunun yüzündendir. Hadi buna ulaşamadım, son toplantıda dedim ki, bari, bir karar alalım burada, idarî soruşturmayı tek elde toplayalım. Öyle, bir yandan emniyetin teftiş kurulu, bir yandan İçişleri teftiş kurulu, bir yandan Başbakanlık teftiş kurulu, bir yandan MİT; on tane ayrı savcılık bu işi soruşturursa... Bunu bana savcı kendisi söyledi. Ben İstanbul'a gittim DGM savcılarıyla görüştüm; dediler ki, bu zirveden bizim işimizi kolaylaştıracak bir sonuç bekliyorsanız, o zaman bunu sağlayın; hangi DGM'ye güveniyorsanız, İstanbul DGM, Ankara DGM, bütün yetkiyi ona verin. Besbelli ki, bu iş artık bir çete işidir. Besbelli ki, her olay arasında bağlantı söz konusudur; hiçbir olay bireysel, münferit bir olay değildir. Bütün bu olayları tek bir mahkemeye verin, tek bir savcılık soruştursun, hiç olmazsa bunu yapın dediler. Bunu teklif ettim, bu bile reddedildi. Dün, İçişleri Bakanını bir programda izledim ki, adlî soruşturmaların birleştirilmesi konusunda İçişleri Bakanlığı girişimde bulunacakmış; ama, ben isterdim ki, o mutabakat pazar günü çıksaydı, Sayın Başbakan buna önayak olsaydı. Adalet Bakanlığının bu yetkisi var, yani, Adalet Bakanlığı, Topal cinayetini, Susurluk olayını, diğer, Yaprak olayını tek bir DGM'de birleştirebilirdi; DGM de bunu talep ediyordu, benim aracılığımla ilettiler bunu, ben de bunu dile getirdim; maalesef bu bile tasvip görmedi. Yani, bugünkü dağınıklık içerisinde, bugünkü kopukluk içerisinde ve bu işin örtülmesinde menfaatı olan çevrelerin gücü karşısında sonuç alacağımıza emin değilim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Başkan, bir sorum daha olacak. Şimdi söylediniz, 2.7.1996 tarihli bir grup toplantısında zatı âliniz Aydınlık Gazetesinin 7 Temmuz 1996 tarihli nüshasında yayınlandı; aynen şimdi dediğiniz gibi, Emniyet Genel Müdürlüğüne Kemal Yazıcıoğlu'nu getirecektik, Çiller ve Ağar karşı çıktılar, mücadele ettiler, engellediler diyorsunuz. Yine, Orhan Taşanlar o zaman İstanbul Emniyet Müdürüydü, Bursa Valiliğine getirildi ve bu operasyondan sonra şöyle bir beyanatta bulundu, zannedersem sizin döneminizde de soruşturma açtınız, beni kum mafyası...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Kumar mı kum mu?
BAŞKAN - Kumar dedi... Sakarya Valisi...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Doğrudur. Sakarya Valisi Kum dedi, Taşanlar kumar dedi, evet.
BAŞKAN - Bu şekilde beyanlarda bulundular. Yani, buradan ben şunu anlıyorum, siz nasıl anlıyorsunuz onu daha sonra söyleyeceksiniz, bütün bu tayinlerde bu değişmiyor herhalde, sizin döneminizde de olmuş belki bugün de olmuş, belki çok çok evvel de olmuştur. Böyle hep mafya mı bu tayinlerde şey oluyor; doğruysa bu şeyler, tayinler demek ki böyle yapılıyor. O zaman neyi halledecek, kim neyi halledecek. Bu husustaki bilginiz nedir? Niye Orhan Taşanlar böyle dedi? Niye oradan alındı oraya verildi? Niçin Kemal Yazıcıoğlu'na karşı konuldu? Yani, somut bilgiler var mı sizde bu konuda?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Biraz önce söyledim, yani, eğer mafya devletle bu kadar içice olursa tabiî ki her atamada da etkili hale gelebilir, her kanalı kullanabilir; biz, onun için milletvekilleri aracılığıyla gelen birtakım atama tavassutlarında çok dikkatli davrandık. Ben, İçişleri Bakanımıza özellikle emniyetle ilgili atamalarda kılı kırk yarması talimatını verdim; o konuda maalesef siyasî olarak büyük sıkıntı çektik, milletvekili arkadaşlarımızın taleplerini yerine getiremedik, onların tepkisini çektik; ama, ben, emniyeti bu işin kilit yeri olarak gördüm. Yani, emniyette bir temizlik yapmadan, emniyete güvendiğimiz insanları getirmeden mafyanın bu bağlantısının hiçbir zaman kesilemeyeceğini düşündüm ve maalesef bu düşüncelerim doğru çıktı, haklı çıktım. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bana göre çok kilit bir yerdi, Türkiye'deki pisliğin yüzde 80'i İstanbul'dan kaynaklanıylordu, menfaatın çok büyük kısmı İstanbul'da dağıtılıyordu, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne güvendiğim bir kişiyi getirdim, onun için taviz verdim, Orhan Taşanlar'ı Bursa'ya vali yaptım, dediğim gibi Emniyet Genel Müdürlüğüne Sayın Çiller'in istediği kişiyi atadım, bu atamalarda mafyanın bir etkisi olmadı, çünkü, bu tür birkaç kritik atamayı doğrudan doğruya ben İçişleri Bakanına talimat verdim, onun dışında, aşağıdaki birtakım atamalarda mafya etkili olmuş olabilir, onu bilemem; ama, bu söylediğiniz atamalarda hiçbir şekilde bizim üstümüzdeki herhangi bir tavassut, herhangi bir baskı rol oynamamıştır. Orhan Taşanlar'ın o beyanı nedeniyle soruşturma açtık, kendisinin ifadesini aldılar, kendisi böyle bir beyanda bulunmadığını söyledi, inkâr etti. Eğer, ifadesinde ısrarlı olsaydı, bize yol gösterseydi, yardımcı olmuş olurdu. Hangi kumarhaneler, hangi saiklerle kendisini İstanbul'dan uzaklaştırdıkları konusunda eğer soruşturma yapanlara bilgi verseydi bize yardımcı olmuş olurdu; maalesef inkâr etti, hiç yardımcı olmadı.
BAŞKAN - Teşekkür ederim. Bir de bu Çatlı ile sizin Genel Başkan seçildiğiniz kongrede ilişki içerisinde olduğunu hatta yardım ettiği ekibiyle birlikte söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Ben, 3 Kasımda, kazada öldükten sonra resmini gazetelerde görünceye kadar hayatımda hiç Çatlı'yı görmedim. Ne Çatlı adı altında ne başka bir isim altında kendisiyle görüşmedim. Bana, bu bilgileri verenler, yani, size daha önce anlattığım bilgileri bana söyleyenler, bana karşı kullanılmak üzere, şantaj malzemesi olarak kullanılmak üzere, ellerinde bir teyip bandı olduğunu, o teyip bandına göre benim Çatlı ile telefonda konuştuğumu, kendisine Alpaslan Pehlivanlı diye bir milletvekili arkadaşımızın katillerinin yakalanması hususundaki çabalarından dolayı teşekkür ettiğimin kayıtlı olduğunu söylediler; bugüne kadar böyle bir şey ortaya çıkmadı; ama, olmuş da olabilir, bunu da hatırlamıyorum. Bana gelip demiş olabilirler ki, katillerin yakalanmasına şu şahıslar yardım... Mesela ben hatırlıyorum Kırıkkale Valisine telefon açtım, hakikaten o katillerin yakalanması dolayısıyla teşekkür ettim, bunun gibi birkaç kişiye daha da bana telefon ettirmiş olabilirler; ama, Bahçelievler katliamından hakkında gıyabî tutuklama kararı olduğunu bilerek, devletle işbirliği olduğunu bilerek birtakım bu tür işlere, kanunsuz işlere karıştığını bilerek ne Abdullah Çatlı adıyla ne Mehmet Özbay adıyla hiç kimseyle ne kongreden önce ne kongreden sonra hiçbir temasım olmadı.
BAŞKAN - Teşekkür ederim. Bir de Sayın Başkan şunu öğrenmek istiyorum, çeşitli iddialar vardı; deniliyor ki devletin içinde bir kontrgerilla veya Gladio diye bir birim var. Siz başbakanlık yaptınız, bunu, varsa şayet, bilebilecek bir konumdaydınız; böyle bir şey var mı gerçekten, siz böyle bir bilgiye ulaştınız mı veya duydunuz mu veya bizzat ilgilendiniz mi bu konuyla?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, burada kavramlar birbiriyle karıştırılıyor; ama, kavramlar birbiriyle karıştırıldığı gibi, zannediyorum uygulamada da bir kargaşa yaşanıyor. Aslında, Özel Harp Dairesi diye bir daire var. Bu Özel Harp Dairesi, Genel Kurmay bünyesinde kurulmuş olan bir daire, işte Türkiye işgale uğrarsa bir direniş nasıl organize edilecek, görevi bu. Bu maksatla da özel birtakım eğitim şeyleri uyguluyor. Bu Özel Harp Dairesi, daha sonra, NATO'da alınan bir karar çerçevesinde Gladio denilen bütün NATO ülkelerinde uygulanan bir sisteme dönüştürülmüş; ama, daha sonra 1981'de bütün NATO ülkeleriyle birlikte Türkiye'de de bu Gladio yürürlükten kaldırılmış, Gladio planı deniliyor. İtalya'daki İspanya'daki uygulamalarından görüldü ki, bu Gladio uygulaması sırasında, devletin oluşturduğu bu özel birimler, birtakım kanunsuz işlere kalkışmışlar, mafyayla işbirliğine karışmışlar vesaire; ama, dediğim gibi, daha sonra, bu NATO uygulaması yürürlükten kaldırıldı. Şimdi, Türkiye'de bu Özel Harp Dairesinde geçmişte görev yapmış bazı kişilerin daha sonra MİT'te ve emniyette oluşturulan Özel Harekât Timinde gerek eğitici olarak gerek uygulayıcı olarak görev aldıklarını biliyorum. Adam fi tarihinde Özel Harp Dairesinde çalışmış, sonra gelmiş MİT'te bilmem ne dairesine başkan olmuş, bilmem hangi dairenin başına gelmiş veya emniyette özel tim oluşturulurken ilk nüveyi oluşturma görevi onlara verilmiş, bu işin profesyonelleri diye, onlar eğitmişler. Daha sonra gelmişler oralarda görev yapmışlar; işte bu Korkut Eken denilen kişi böyle bir kişidir; daha önce Özel Harp Dairesinde, sonra MİT'te, ondan sonra da şimdi İçişleri Bakanlığında emniyet müşaviri olarak görev yapıyor, Genel Müdür müşaviri olarak görev yapıyor; zannediyorum birçok operasyonlarda filan görev almış bir kişidir. Yani, Özel Harp Dairesiyle MİT arasında, MİT'le de Özel Harekât Dairesi arasında zaman içerisinde böyle bir ilişki kurulmuş, aynı kişiler bu birimlerde geçici olarak görev yapmışlar. Yine, benim gözlediğim bir başka husus şu: Zamanında birlikte görev yapan kişiler, zaman içerisinde birbirleriyle ters düşmüşler, birbirleri hakkında kamuoyuna bilgiler sızdırmışlar, birbirlerinin aleyhine raporlar düzenlemişler ve maalesef Cem Ersever'in öldürülmesi olayında görüldüğü gibi zaman zaman bu devlet içinde hesaplaşmalara dönüşmüş. Cem Ersever olayı da şu andaki faili meçhul olaylardan birisidir; JİTEM'in başında görev yapan bir kişidir; ama, çok pervasız bir cinayete kurban gitmiştir, yani, Ankara'nın en işlek yerlerinden birisine bırakmışlardır cesedini ve bugüne kadar faili bulunmamıştır. Benim öğrendiğime göre Sayın Cumhurbaşkanı, şu anki Cumhurbaşkanı, o olay olduktan sonra, MİT'in yetkililerini çağırmış, bu olayın mutlaka sorumlularının çıkarılmasını istemiş; fakat, bugüne kadar çıkarılmamış. MİT de bu konularda pek fazla işin içine girmek şeyinde değil; aynı çekimserliği sizin Komisyona karşı da gösterebilirler; yani, devlet içinde hesaplaşma niteliğinde gördükleri işlerden mümkün olduğu kadar uzak durma eğilimi var MİT'in; hatta, devlete gerekli bilgileri zaman zaman vermeme eğilimi var; ben, MİT'in böyle bir hakkı olduğuna inanmıyorum, yani, devlelten saklanacak bir bilgisi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama, ben biliyorum ki, MİT'in bugün bağlı olduğu makamlardan dahi sakladığı önemli bilgiler var.
BAŞKAN - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanımıza beyanınızda "aşiret reisi devleti kullanmaktadır" diyorsunuz. Tabiî, bu aşiret reisliği de nereden geliyor; eskiden beri gelen geleneksek bir şey olduğu gibi, özellikle de Körfez krizinden sonra, köy koruculuğu sisteminin gelmesiyle birlikte onlar daha da güçlenmiş oluyor; çünkü, onlara birtakım imkânlar tanınmış oluyor. Örneğin, iddiaya göre Sedat Bucak bu konumda. Tabiî, köy koruculuğu sistemi de bildiğim kadarıyla sizin iktidarınız döneminde ortaya çıktı, bunun mahsurlarını bilahare... İyi niyetle tabiî siz bunu getirdiniz, öyle inanıyoruz; fakat, bilahare bunu şeyi çıktıktan sonra, basit tabiriyle suyu çıktıktan sonra, ikinci kere iktidara geldiğinizde veyahut da ondan sonra, bu konuda ne düşündünüz? Çok kısa rica ediyorum. Banttan bahsettiniz, bandı biz nereden elde edebiliriz? Bir de iki kişiyle görüştüm, bana bütün bilgileri onlar getirdi diyorsunuz, bu iki kişiyi bize vermenizde mahsur var mı? Verebilir misiniz? Çünkü, belki onların da ifadesini almamız gerekir.
MESUT YILMAZ (Devamla) - İki banttan kastettim, hangisini kastettiğinizi anlayamadım. Birincisi, İstanbul'da sorgulama sırasında kullanılan ses bandıdır. O bandı, ancak İstanbul Emniyet Müdürlüğünden veya bu sorgumayı yapan kişilerden temin edebilirsiniz. Diğer bant, benim elimde olan banttır. Baybişin'in bandı. Onu ben Komisyona çoğaltıp vereceğim.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Burada bir şey sorabilir miyim... Bu İstanbul'daki bandı siz dinlediniz mi?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bu İstanbul'daki bandı ben hiç dinlemedim. Bu İstanbul'daki bandın içeriği bana anlatıldı ve içeriği de tekzip edilmedi.
BAŞKAN - O iki kişinin bize ismini verebilecek misiniz? Mahsuru var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bu kişiler, bana güven ilişkisi içinde bu bilgileri aktarmış olan kişilerdir. Korkarım ki, bunların kendilerinden kaynaklandığı şey olursa, irtibatları kesilir. Yani, bunlar, daha önce emniyette önemli görevlerde bulunmuş kişilerdir, şube müdürlüğü, daire müdürlüğü, bilmem diğer genel müdür yardımcılığı yapmış kişilerdir; bunlar eğer deşifre olurlarsa, bilgi kaynakları kurur; ama, bunların bana iletip de benim size iletmediğim, hatırlayıp da iletmediğim bilgi yoktur veya bundan sonra, gelip de size iletmeyeceğim bilgi olmayacak.
BAŞKAN - Bir de aşiret reisi meselesi...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Aşiret reisi, koruculuk sistemi iyi niyetle getirilmiş bir sistemdir. Zaman içerisinde deforme olmuştur, dejenere olmuştur. Sedat Bucak'ın koruculuk sistemindeki yerini özel olarak sorgulama ihtiyacı var. Devlet, Sedat Bucak'a bağlı aşiret mensuplarına silah veriyor, maaş vermiyor, korucu maaşı vermiyor. Diğerlerine veriyor, 60 küsur bin korucuya şu anda devlet maaş veriyor. Sedat Bucak'ın aşiretindeki korucular devletten maaş almayan ama devletin silahıyla koruma hizmeti yapan kişiler. Ben tam rakamlarını bilmiyorum 700'den başlıyor 10 bine kadar gidiyor Bucak aşiretinden devletin silah verdiği kişiler. O zaman sormak lazım bu kişilerin ihtiyaçları nasıl karşılanıyor, bu kişilerin maddî finansmanı nasıl yapılıyor diye sormak lazım. Ha, işte, bana gelen bulgular, benim size de ifade ettiğim bilgiler bunun yasadışı yollardan sağlandığıdır; bence bu çok ciddî bir şeydir ve maalesef arada bazı emareler de bunu doğruluyor. Koruculuk sisteminin ıslahı gerektiğine katılıyorum; ama, bu konunun son derece dikkatli yürütülmesi gereken bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Çünkü, bazı korucu başılarının son günlerdeki beyanlarından da anlaşılıyor ki, akıllı yürütülmezse, devlet adına PKK kadar büyük risk yaratabilecek bir operasyon söz konusıadur.
BAŞKAN - Teşekkür ederim. Arkadaşlara sırasıyla söz vereceğim. Buyurun efendim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Efendim, zatı âlinizden, önce, sabahleyin Doğu Perinçek Komisyona bilgi verdiler, bu bilgiler arasında özellikle üzerinde durduğum, Komisyona bir önerisi ve tavsiyesi olarak, bireysel olaylara saplanmayınız, olayları siyasal boyutlarıyla değerlendirip sonucu ancak böyle alabilirsiniz ve böyle bir değerlendirmeyi yapmadan önce de Abdullah Çatlı ile devletin ilk defa 1981 yılında Abbas Hiram kanalıyla buluştuğıanu ve 1981'den bu tarafa da devletin Abdullah Çatlı'ya birtakım işler yaptırabildiğini ifade ettiler. Zatı âliniz bu değerlendirmeye katılıyor musunuz efendim? Yani, bireysel olaylara, Topal olayı, Susurluk olayı, şu olaya bu olaya saplanıp kalmayınız, olayları daha geniş bir perspektif içerisinde, siyasal boyutlarıyla ele alınız ve ancak sonuca böyle ulaşabilirsiniz gibi bize bir öneride bulundu, katılıyor musunuz efendim?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şöyle söyleyeyim, bu olayların birbirinden bağımsız, münferit, bereysel olaylar olmadığını ben her vesileyle kamuoyu önünde de söylüyorum, bu olaylar arasında bağlantı olduğunu söylüyorum; ama, zannediyorum ki, Sayın Perinçek'in önerdiği yöntemle siyasî bağlantıları ortaya çıkarmak mümkün olmayacaktır. Yani, birtakım siyasî varsayımlardan, hipotezlerden hareket ederek, gerçeklere ulaşmak bence doğru bir yöntem değildir. Bunun tersine, bana göre doğru olan yöntem, meseleyi bir adi olay gibi görüp, bir öldürme olayı, bir cinayet, bir haraç, bir nüfus suiistimali, bir menfaat temini gibi bir adi olay olarak görüp, buradan, sorumlu kişilerin ifadelerinden giderek siyasî sonuçlara ulaşmaktır, bence doğru yöntem budur. Yani, Sayın Perinçek'in benimsemiş olduğu ideolojik yaklaşımlardan da kaynaklanan birtakım tezleri olabilir, hipotezleri olabilir, bence, bunlar, bu işi devlet adına soruşturan kurulları yanlış yöne yönlendirebilir. Ben diyorum ki, olaya bir cinayet olayı olarak girmek lazım, o cinayet olayında tetiği çeken adamı bulmak lazım, ki o noktada çok... Mesela Topal olayında çok elverişli konumda olduğumuzu düşünüyorum, tetikçiden azmettiren adama gitme imkânı var, azmettiren adamdan onun cesaret aldığı adama gitme imkânı var, cesaret aldığı adamdan da o işi siyasî olarak planlayan asıl işin özüne ulaşma imkânı var, bence doğru yöntem budur. Tersini yaptığınız zaman, Sayın Perinçek'in yaptığı gibi, kendi kafanızda bir teorik şey kurup da, işte bu iş Çiller özel örgütünün işidir, bunu da yapan Amerika'dır CIA'dır filan dediğiniz zaman, korkarım ki, gerçekten uzaklaşma tehlikesi doğabilir.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Efendim, değindiniz, zaten temelinde yatan bu düşüncenin Amerikan politikasının kriz bölgelerinde müdahalede Türkiye'yi kullanılması, ona dayattı, bütün bu olup bitenler bu politikanın sonucudur denildi, zatı âliniz de değindiniz, ben fazla uzatmak istemiyorum efendim, biraz da değindiniz bu konuya, bütün bu işlerin içerisinde rahmetli Özal zamanında Başbakanlıkta kurulan bir özel büronun kullanılmasından kaynaklandığını ifade ediyor, Sayın Başbakanım böyle bir şey var mıydı? Böyle bir özel büro kurulmuş muydu?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sayın rahmetli Özal'ın Başbakanlığı döneminde böyle bir özel büro kurulduğuna dair bir bilgim yok. Yani, ben, çok yakınındaydım, yaptığım görevler itibariyle de böyle bir bilgiyi mutlaka dile getirdim. Bu konuda, bazı girişimlerim de oldu, itiraf edeyim ki, bir sonuç alamadım. Bugüne kadar da bir sonuç alınamamıştır. Ben, istihbarat konusunda, devletin çok pahalı çalıştığını çok büyük fonlar harcadığını; ama, çok az verim aldığını, bu kuruluşların verimsiz çalıştığını, bu kuruluşların birbiriyle gereksiz bir rekabet içinde olduğunu, hatta çatışma içinde olduğunu ve hepsinden kötüsü bu kuruluşların emniyet istihbarat dahil, MİT'in, zaman içinde 1993'ten sonra, siyasî amaçlarla, iç politika amaçlarıyla kullanıldığı düşüncesini taşıyorum. MİT'in içerisinde, ilk defa, Sayın Çiller'in Başbakanlığı döneminde özel bir birim ihdas edilmiştir. Mehmet Eymür'ün yeniden MİT'e dönüşü, o birimin oluşturulmasıya eşzamanlıdır; o birimin başına getirilmiştir. O birim, aslında, kontrterör birimi olarak adlandırıldığı halde, benim bilgime göre içpolitikaya müdahil olmuştur; bizi filan izlemeye kalkmıştır, bizim telefon görüşmelerimizi dinlemeye kalkmıştır. Emniyet istihbaratı, aynı şekilde, bana göre, son iki üç yıldan beri, içpolitika amaçlarıyla kullanılmaktadır. Ben, istihbarat alanındaki kargaşa yanında, dağınıklık yanında, devletirı, istihbaratı bu şekilde siyasî amaçlarla kullanmasının da çok büyük bir zafiyet olduğuna inanıyorıım.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Efendim, yine Sayın Perinçek'le alakalı iki tane küçük sorum olacak. Bir: Genelkurmaydan, son zamanlarda, son dört beş aydır, ciddî şekilde bilgi alıyorum, bana bilgi akışı vardır deniyor. İkincisi: Eşref Bitlis'in bir sabotaj sonunda öldürülmüş olmasının ihtimalinin büyük olduğunu ifade ediyor. Efendim, zatı âliniz nasıl değerlendiriyorsunuz bu ikisini? Yani, niçin, Genelkurmaydan, kendisine bu son dört ayda bilgi akışının ciddî olarak arttığını maksatlı mı söylüyor; yoksa...
MESUT YILMAZ (Devamla) - O beyanların ne kadar doğru olduğunu ben ölçemem; ama, dün, Genelkurmayın bir açıklaması oldu. O açıklamada da doğrulanan bir başka husus var: Genelkurmay, gayet tabiî, bu tartışmalarla, bu polemiklerle, devletin itibarının zedelenmesinden ciddî surette rahatsızdır. Kendisinin isminin de, kendi mensuplarının da, bu olaylara şu veya bu şekilde karıştırılmasından rahatsızdır. Benim de, izlenimim...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Genelkurmay değildi, düzeltirim; Genelkurmay İstihbaratından son dört ayda geniş şekilde bana bilgi akışı... Zabıtlarda var...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Genelkurmay istihbaratı, Genelkurmay Başkanlığından bağımsız görev yapamaz.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Öyle söylüyor efendim... Ben, onun için...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Ben, bunu, Genelkurmayın, bu söylentilerden, ortaya çıkan birtakım gelişmelerden rahatsızlığının sonucu olarak bağlıyorum ve makul buluyorum, doğru karşılıyorum. Nitekim, dünkü resmî açıklamayla da, bu, kamuoyuna duyurulmuştur. Ben, aslında, sadece Genelkurmayın değil, Emniyetin de aynı şekilde rahatsız olduğunu ve Emniyet içinde çok geniş bir kesimin bu olayların ortaya çıkarılmasını istediğini görüyorum. Bana, bu konuda, şeyden de gelen bazı beyanlar var. Bunun dışında, Genelkurmaydan, bana herhangi bir bilgi akışı olmadığı için, Perinçek'in açıklamalarında...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Hayır, sizde vardır anlamında...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, hayır.. O ne kadar doğru, ben ölçemem. Olabilir, belki Perinçek'e verebilirler.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Eşref Bitlis konusunda...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Eşref Bitlis konusunda, ben de okuyorum; ama, hiçbir bilgim yoktur.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Teşekkür ederim, sağ olun.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Başbakan, tek bir sorum vardı. Bu hadiselerin örtülü ödenekle alakası olduğu şüphesiz. Sizin, örtülü ödenek konusunda, hükümet sırasında, beyan ettiğiniz bazı hususlar var; ancak, 1995 Kasım ayında zannederim Siyaset dergisiydi, orada, örtülü ödeneğin hukukî olmayan bir şekilde sarf edildiğine dair bir beyanatınızı okumuştuk. O konuyla ilgili bilgi almamız mümkün mü? Seçim sırasında...
MESUT YILMAZ (Devamla) - 1995 Kasımında biz muhalefetteytik. O bilgiler, bize duyum olarak gelen bilgilerdi. O bilgilerin doğru olduğu -ben, bugün de aynı kanaati taşıyorum- örtülü ödeneğin siyasî amaçlarla kullanıldığını, yani içpolitika amaçlarıyla kullandığı bilgisiydi; ama, daha sonra, Başbakan olunca gördüğüm durum, bundan çok daha vahimdi; çünkü, çok büyük meblağlar, kamuoyuna da yansıdığı gibi, 500 milyarlık filan örtülü ödenekten çekilişler yapılmıştı. Bu; ancak, devletin yürüttüğü bir operasyonla ilgili olabilirdi. Yani, örtülü ödenekten, ne bileyim, örnek olarak söylüyorum; Türkiye Parlamentosu bir karar almış, Bosna'ya bir askeri birlik göndermişiz, bütçede karşılığı yoktur, Başbakan, orada yetkisini kullanıp, örtülü ödenekten, bu birliğin ihtiyaçları için para tahsis edebilir. Ben, böyle bir şey olduğunu düşündüm, yani, olsa olsa dedim, bu ya Kuzey Irak'ta yapılan operasyonla ilgilidir ya Bosna'daki operasyonla ilgilidir dedim. Çağırdım hepsini, sordum; Genelkurmay Başkanına sordum; size böyle bir ödeme yapıldı mı dedim; "Bize, sizin de devam ettiğiniz rutin ödemeler dışında, böyle toplu hiçbir ödeme yapılmamıştır" dedi. MİT'e sordum, Emniyete sordum; hiçbirine, böyle -yani, bizim hükümet devrinden 15 gün önce oluyor bu, şubat ayında oluyor, şubatın 15'i ilâ 20'si arasında- bir ödeme yapılmadığını öğrendim.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - 500 milyarlık yani...
MESUT YILMAZ (Devamla) - 500 milyar... Bir hafta içinde toplam 500 milyar... Çağırdım örtülü ödeneğe bakan arkadaşı. Ondan sonra, Vakıflar Bankasındaki hesaptan bu şey oluyormuş, Vakıflar Bankası Genel Müdürünü çağırdım. Orada, bu, örtülü ödeneğin hesap şeyi gizli muhafaza ediliyor. Onların kartonlarını getirttirdim ve gördüm ki, bir defada 150 milyar, bir defada 100 milyar, birkısmı döviz olarak, birkısmı Türk parası olarak çekilmiş. Sayın Çiller'e sordum bunların nereye harcandığını; "bunları açıklamaya mecbur değilim; kimse şimdiye kadar açıklamamıştır" dedi. Sonra, beyanat verdi "bunlar açıklanırsa, savaş çıkar" dedi. Tekrar konuştum kendisiyle, savaş çıkacak bir ödeme yapıldıysa, başbakan olarak benim bilmem lazım bunu dedim. "Ben size güvenmiyorum, söylemem; siz bunu kullanırsınız" dedi. O zaman Cunıhurbaşkanına söyleyin dedim; söylememiş. Kamuoyuna söylediğimden ilave, maalesef, bu konuda hiçbir ek bilgim yok. Keşke olsaydı da paylaşsaydık.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bugün, Sayın Perinçek, malum grupların, Çeçenistan'daki halkı Rusya'ya karşı kışkırtmak üzere bu paranın da kullanılmış olduğu iddiasında bulundu.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Başka kaynaklardan da bana aynı iddialar dile getirildi; ama, bunları delillendirme imkânım yok.
BAŞKAN - İçpolitikada, iç siyasette kullanılmış olabilir mi? Böyle duyumlar aldınız mı Sayın Başkan?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Seçimden önce, evet; seçimden sonraki kısım, yani 1996 yılı içerisinde, sadece bir haftadadır o 500 milyar. Onun dışında da çekilişler vardır; ama, onlar normal meblağlardır. Sadece bir hafta içerisinde, 15-20 Şubat arasında 500 milyar liralık toplu bir çekiliş gözüküyor; onun izahı yok. Yani, iç politikada onun kullanılmasına gerek de yok. Seçim bitmiş, herşey bitmiş, yeni hükümet kuruluyor, geçici bir hükümet var, geçici bir başbakan var ve devletin resmî hiçbir kuruluşu böyle bir para almadığını söylüyor. Ben çözebilmiş değilim, Sayın Çiller yardım etmezse, hiç kimse de çözemez.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Yılmaz, konuşmanızın başında Topal cinayetinin İstanbul Emniyetinde sorgulanması esnasında üç özel tim mensubu ve altı emniyet mensubunun sorgulamasında, Sayın İstanbul Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu'nun bu sorgulamanın bantlara kaydedildiğini, 10 Kasımdaki oteldeki özel görüşmenizde bahsettiğini beyanı ettiniz, yanlış anlamadıysam...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır. Bana, bu konuda, Susurluk kazasından önce iki ayrı kaynaktan 36 saat sorgulandıkları, bu cinayeti itiraf ettikleri, hatta, bu cinayetin arkasındaki kişilerin isimlerini verdikleri vesaire konusunda duyum geldi. Ben, bu bilgileri. Susurluk kazasından bir hafta sonra, 10 Kasımda Yazıcıoğlu ile görüşmemizde kendisine sordum. Kendisinin bana teyit ettiği tek husus, ihbar üzerine, özel tim mensuplarını sorguladığıdır; ama "bunun dışında hiçbir bilgi veremem; verirsem, suç işlemiş olurum" dedi. Ben de, kendisine, peki, anlaşılıyor ki, doğrudur, yalanlamıyorsun, doğrudur; bu bilgileri kime verirsin; Cumhurbaşkanına verir misin dedim. "Cumhurbaşkanı beni çağırırsa, bunları aynen anlatırım" dedi. Ben de, bunun üzerine Cumhurbaşkanına ilettim.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Cumhurbaşkanı, devletin başı, hepimizin itimat etmesi gereken yüce bir makam. Şimdi, İstanbul Emniyet Müdürü gibi devletin memuru, hükumetin, devletin emrinde olan bir kişinin, bu sorgulama esnasında, bu sorgulamayı banda almaması mümkün değil. Bunu, Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana, Sayın İçişleri Bakanına veya çok çok itimat ettiği sizlere ki, siz, onların beyanına güvenerek kamuoyuna, elinizde bantların, kasetlerin olduğu şeklinde, o imajı yaratacak beyanlarınız oldu ve kamuoyu da, sizden hep böyle bant gibi, kaset gibi belgeler, duyumlardan çok belge bekledi ve şuraya gelinceye kadar da, şahsen ben böyle bir belgeyi, böyle bir kaseti bekliyordum; ama, yine de çıkmadı. Şimdi, sizlere itimat etmeyen devletin bir memuru, bir emniyet görevlisi, 15 gün kendisine bir mehil, ek yetkilerle donatılmış bir makam verildiği takdirde nasıl çıkaracaktır? Yani, bugün, âdeta yalan söyleyen, devleti aldatan, kamuoyunu yanıltan bir beyanlar içerisindedir. Şahsen, bu tutumundan sonra, Sayın Yazıcıoğlu'nun bundan sonra söyleyeceği hiçbir söze inanmam mümkün değil. Yani, devletin başına bunu söylemeyen insan, yarın öbür gün böyle bir soruşturmada nasıl söyleyecektir? Üstelik savcıya da vermemiştir.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, Sayın Yazıcıoğlu'nun hangi saikle böyle davrandığını ben değerlendiremiyorum. Orada benim müşkülatım var; onu size ifade edeyim. Olabilir ki, Sayın Mehmet Ağar'ın ve Sayın Özer Çiller'in isimleri telaffuz edildiği için, bunları deşifre etmekten çekinmiş olabilir; çünkü, Mehmet Ağar, o sırada kendisinin Bakanıdır. Olabilir ki, zamanında, bunları savcılığa bildirmemiş olmak; çünkü, polis soruşturmasında böyle bir itirafın tespiti halinde, anında savcılığa bildirme mecburiyeti vardır.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Anında, üç dört ay sonra değil...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Anında bildirme... Bunu, savcılığa bildirmemiş olduğu için, kendisi hakkında takibat yapılacağından endişe ederek gizlemiş olabilir. Olabilir ki, devletin itibarını ilgilendiren çok önemli devlet sırları niteliğinde gördüğü için, bunların sızmasını önlemek için gizlemiş olabilir; ama, burada, zannediyorum, o kişinin hareketindeki saikleri değerlendirirken, şunu gözden uzak tutmamak lazım. Yani, adam gidiyor, Cıımhurbaşkanına ve Başbakana olayı doğruluyor. Olayı örtbas etmek isteyen birisinin davranışının böyle olmaması lazım. Mutlaka, kaseti vermemesinde, sorgu zaptını vermemesinde, hatta resmî yazılarda böyle bir kaset olmadığını söylemesinde bu dediğim saiklerden birisi etkili olabilir; ama, bunların hiçbirisi, o adamın kötü niyetini ortaya koymaz, yani, kötü niyetli olsa Cumhurbaşkanına söylemez, Başbakana söylemez. Başbakana söylediği başka bir şey daha var; daha sonra, yani bu özel tim elemanları Ankara'ya alındıktan sonra, telefon irtibatlarını da tespit etmiş, yani, özel tim elemanlarının cep telefonlarıyla bu şey arasında yapılan konuşmaları da tespit etmiş; onların telefon kayıtlarını da şeyden çıkarmış.
HAYRETTİN DİLEKCAN (KarabCik) - Çatlı arasında...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Çatlı ve bu Aliço denen adam arasırıda, şeyin ortağı, o da suça iştirak...
HAYRETTİN DİLEKCAN (karabük) - Ali Fevzi Bir...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, adamın, Başbakana söylediği iddia şu: "Elimde, birtakım itiraflar, deliller, telefon kayıtları var; ama, bana 15 gün bir görev verirseniz, yetki verirseniz, ben, bu işi bütün bağlantılarıyla çıkarabilirim" diyor. Esasen, Çatlı'nın parmak izinin çıkması da, yine, İstanbul Emniyetinde, onun başlattığı çalışmaların sonucudur. Benim ifademe gelince, bana atfen her türlü beyan çıktı gazetelerde. Sayın Çiller de, onları kâğıda dökmüş, geldi zirvede okudu. O beyanların yarısı yalandır. Benim, öyle bir beyanım olmadı. Ben, ilk defa olarak, Susurluk kazasından sonra, Parti Grubumuzda şunu söyledim: Devletin birtakım üst görevlileriyle mafya arasındaki ilişkileri belirleyecek belgeler, bilgiler elimizde mevcuttur. Yine, Grupta, Sayın Cumhurbaşkanıyla görüşmemizden sonra da aynen şunu söyledim: Ben, Cumhurbaşkanımıza, bütün duyumlarımı, bütün bilgilerimi aktardım, herhangi bir belge vermedim; belgenin adresini gösterdim dedim. Bugün size söylediğim de bu iki beyanımla aynı olan şeydir. Yani, ben, hiç kimseye, benim elimde bir kaset olduğunu söylemedim. Neler yazıldı; video kasetler yazıldı, ses kasetleri yazıldı; ama, bana söylenen, bu ifadenin ses bandına kaydedildiğidir ve bu ses bandında da, bu tür beyanların olduğudur; video kaseti hiçbir zaman olmamıştır. Ben de, hiç kimseye elimde sorgu zaptı olduğunu veya ses bandı olduğunu söylememişimdir. Bana gelen bilgi, bunların Emniyet Müdürlüğünde olduğudur. İstanbul Emniyet Müdüründen başka, bu sorgulamaya katılan 5 tane daha görevli vardır; birisi Emniyet Müdür Yardımcısı, birisi başkomiser, üç tane polis memuru 5 tane daha görevli vardır. Emniyet Müdürü, Cumhurbaşkanına ne anlatmışsa, hepsine de İstanbul Valisi vâkıftır. Sanıyorum, İstanbul Emniyet Müdürü, daha sonra, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanıyla yaptığı görüşmede de, bu telefon kayıtlarını, söylediğim telefon irtibatlarını filan, hepsini de Teftiş Kuruluna anlatmıştır. Yani, size, olayı çok açık, çok net ispatlayacak materyal ortaya koyacağım iddiasıyla gelmedim; ama, böyle bir olayda, bu kadar karmaşık olayda, hele devletin karıştığı iddia edilen bir olayda, zannediyorum, bu beyanlar, Cumhurbaşkanının bizzat dile getirdiği, Başbakanın dile getirdiği bu beyanlar, ortaya çıkan maddî deliller, telefon kayıtları ki, o telefon kayıtlarına sizin Komisyonun herhalde çok ihtiyacı olacaktır; çünkü, telefon kayıtları, sadece Topal cinayetiyle ilgili değil, Susurluk'ta bulunan cep telefonlarının görüşmelerinin tespiti lazım, ondan sonra karışan kişilerin...
BAŞKAN - Onları soracağız efendim.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Tabiî, yani, bunları...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sanıyorum, var. Geldi onlar...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bir kısmının gelmiş olması mümkün değil.
BAŞKAN - Gelmedi daha...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Çünkü, bunlar 1 aylık muhafaza edilir, 1 ayın dışında arşive kaldırılır. 1 aylık isterseniz, bilgisayardan size verebilirler. 1 aydan fazla geriye gidilirse, arşivden alınması lazım, arşivin taranması lazım. Son derece zahmetli ve zor bir iştir; geriye doğru 6 ay gidip, Topal cinayetinden bugüne kadar, Susurluk dahil, işte o bulunan telefonları dahil hepsinin irtibatları, kayıtları, çıkarsa, zannediyorum birçok yeni delile ulaşma imkânı var. Bu çalışma yapılmamıştır şu anda. Dolayısıyla, belki, olayı çok net ortaya koyacak deliller şu anda mevcut değildir; ama, çok ciddî deliller söz konusudur. Bu delillerden hareketle, aslında, olayın ortaya çıkarılabileceği düşüncesindeyim.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Yılmaz, basında, size ait olmayan beyanlar dediniz. "Ben, hiçbir zaman bu sözleri..." Kaset, belge, bant olmadı, basın bunları yazdı dediniz. Bir hatıramı anlatacağım, 12 Eylülden evvel bu Parlamentodaydık. Sayın Ecevit'in Başbakanlığı döneminde, katılmadığım bir yürüyüş; toplantı ve gösteri yürüşlerine muhalefeten 12 Eylülden sonra, savcılık tarafından mahkemeden davet. edildik. Avukatımız da Sayın Topçu'dur. Bana, orada hâkim şunu söyledi; "tekzip ettiniz mi." Dedik ki, tekzip etsek çıkacak mıydı ve bizim iki yıldan üç yıla kadar hapsimiz talep edildi ve iki sene müddetle ne yurtdışına çıkabildik ne pasaport alabildik ne de Ankara'dan ayrılabildik. Yani, kamuoyu da sizden, bu belgelerin, anladığımız manada olmadığını yalanlamış olsaydınız, sizden ve yakınlarınızdan beklenen o umut sönmüş olmazdı. Bir şey daha sormak istiyorum. Şimdi, dosyaların tetkikinde, Sayın Abdullah Çatlı, 1994 yılında bir silah taşıma ruhsatı alıyor, Mehmet Özbay adıyla, sahte kimlikle alıyor; bu silah taşıma ruhsatına 2 yıl müddetle silah almıyor, yani boşta, tabancası olmayarı bir ruhsat var; 1996 yılınırı dördüncü ayında, Gölbaşılı Mehmet Çakır isminde, silah taşıma ruhsatı olan bir kişiden, Drej Ali'nin kardeşi vasıtasıyla bu ruhsatına bu tabancayı alıyor ve bu Mehmet Çakır'ın silah ruhsatı müracaatlarındaki bütün evrakına, ikâmetgah, nüfus sureti, tabanca ruhsat belgesini falan tetkik ettiğimizde, hepsinde -ki, Sayın Topçu'da bilir Komisyon üyesi olarak- hep orada, mesleği hanesinde "Anavatan il delegesi" diyor . Şimdi, siz, bir siyasî parti olarak, bu kadar hassasiyet gösteren bir parti olarak, bu kişi hakkında Mehmet Çakır'ın Anavatan il delegesi olarak, Drej Ali kanalıyla bu tabancayı Abdullah Çatlı'ya neden ve nasıl verdiğinin araştırılmasını veyahut böyle bir şeyin tembihini yaptınız mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, böyle bir bilgiye sahip olmadığımız için yapamadık; ama, pazar günü Sayın Çiller'in de benzer şeyleri oldu; Ankara'da Ümit Ölmez diye birisi varmış, onunla bir yerde benim beraber resmim varmış ellerinde belge olarak filan. Ben, genel bir şeyi söyledim: Bizim dönemimiz dahil, 1983 yılından bugüne kadar bütün bu ilişkiler araştırılsın, soruşturulsun, kimin bilgisi dahilinde bu işler yapılmışsa bu işler ortaya çıksın, kim sorumluysa cezalandırılsın dedim. Bakın, benim size verdiğim belgede, Yaşar Öz için olan belgede, markası, çapı, seri nosu boş kalmıştır, burada yoktur; ama, silah taşımaya izinlidir yazıyor. Şimdi, bu haliyle, bu fazla bir şey ifade etmeyebilir. Bu 1994 yılında düzenlenen bir belgedir. Denilebilir ki, burada silah tahsis edilmemiş, dediğiniz gibi, hangi silah olduğu belli değil; ama, şurada başka bir belge var, geçici bir zabıt tutanağı var; diyor ki. Yaşar Öz yakalanmıştır, üzerinde Smith Wesson marka şu silah çıkmıştır ve bir de bu belge çıkmıştır. Şimdi, bunun üzerine gidip sormanız lazım Emniyete; yahu bunun arkası nerede? Bu adam, yakalanmış, diyelim ki, üzerinde bir de sahte evrak... O zaman niye bırakılmış? Yani, bana, Mestan Şener diye ikinci sınıf emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısının bu belgeyi düzenlediğini, daha sonra kendisine yapılan baskı sonucunda da bu adamı serbest bıraktığı, bundan sonra da mükafatlandırıldığını, Etiler'de bilmem ne okuluna müdür yapıldığı söylendi. Durum böyleyse eğer, o zaman, bu belge, devletin verdiği gerçek bir belge gibi muamele görmüş demektir. Yani, ben, belgenin devlette yeri olan bir belge olduğunu söylemiyorum. Nitekim, söylüyorum da, üzerinde silah markası yok falan; ama, başka bir yerde bir zabıt tutanağı var; bu adam yakalanıyor, yanında silah çıkıyor, bu belgenin olduğu yazılıyor, hatta sahte yeşil pasaport, başka bir ada, Tarık Ümit adına sahte yeşil pasaport olduğu da zapta geçiyor ve sonra, bu adam salıveriliyor. Bunu anlamak mümkün değil.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Hayrettin Bey sorunuz var mı?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Şimdi sorum yok efendim.
BAŞKAN - Yaşar Bey?..
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Benim bir sorum değil de, aynı zamanda şey için... Bahsedilen tabanca; yani -evvela, bir bilgiyi ortaya koyalım- arkadaşımız iki sene silah ruhsatı alıp da boşta dolaşmış değil, olmayan silahın ruhsatı olur mu...
BAŞKAN - Yaşar Bey, izin verir misiniz onu biz değerlendireceğiz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir şey arz edeceğim efendim. Sayın Yımaz'a, cevap vermesi için bir şey arz edeceğim. Sayın Başkanım, zatı âlinizi dinledik. Birbuçuk saat sizi dinledik, sesimizi da çıkarmadık, müsaade buyurun. Bir bilgiyi arz edeyim. 1990 yılında, Sebahattin Çakmakoğlu İçişleri Bakanıyken, herhalde seçim sebebiyle, Anavatan delegesi diye bir arkadaşımız baretta tabancasına ruhsat almış; sonra -yasak- Drej Ali'nin kardeşi, bunu ondan satın almış, öyle anlaşılıyor, vekâletname almış. Anavatan Partisi il delegesi denilen arkadaşımız, bunu, ona vekâletname vererek, ruhsatını devretmiş. Yani, bir Doğru Yol Partili arkadaşımız da, bir Refah Partili arkadaşımız da, bir CHP'li arkadaşımız da, aldığı silah ruhsatını başkasına devredebilir ve birisi onunla cinayet işleyebilir. Bu, bundan dolayı, kimseyi sorguya çekilecek bir nokta değil. Benim asıl üzerinde durduğum, ısrarla Sayın Genel Başkanıma sormak istediğim konu şu: Şimdi, bu İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bulunduğu söylenen ve telefon ilsaklarıyla da teyit edilen bu zaptın varlığından, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakarı haberdar mı, değil mi? Yani, bu zirvede, Çankaya Zirvesinde, bu konu, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan tarafından, bu haliyle, yani buyurduğunuz gibi, Mehmet Ağar beyin ismi var, Sayın Tansu Çiller'in kocasının ismi var, eşinin ismi var şeklinde, bu zirvede, teyit gördü mü görmedi mi? Benim öğrenmek istediğim budur; çünkü, ona göre, biz, Kemal Yazıcıoğlu'nu çağırdık ifadesini alacağız.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, bu kasetin veya zaptın içeriğine, orada hiç girilmedi. Sadece, Sayın Cumhurbaşkanı, aynı, biraz önce, sanıyorum beyefendinin söylediği şekilde bir görüşünü ve sitemini dile getirdi, dedi ki: "Emniyet Müdürünü çağırdım; bana geldi, Valinin yanında olayı teyit etti, özel tim mensupları öldürmüşler dedi, bize de itiraf ettiler dedi, ben de kendisine sordum, bunu zapta aldın mı, bunun kaseti var mı diye. Bana, olmadığını söyledi. Ben, böyle tecrübeli bir emniyet müdürünün bunu zapta bağlamayacağına hiç ihtimal vermiyorum. Orada, olabilir ki, bana, Validen çekinip söylememiş olabilir. Sonra, bekledim ki, gelsin bana, bunları ifade etsin, hatta versin. Bunu da vermedi" dedi; hatta sitem etti "devleti düşünmek gerekiyorsa, bir emniyet müdüründen önce devleti ben düşünürüm; yani, bunu, devlet sırrı falan diye saklıyorsa, saklaması yanlıştır" dedi. Bunu, Sayın Cumhurbaşkanı aynen söyledi. Başbakanın bu konuda bilgisi var mı yok mu tam bilmiyorum; ama, bildiğim bir husus var, demin söyledim; İstanbul Emniyet Müdürü, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanına telefon irtibatlarını vermiş, hatta "biz, bunları tam olarak ortaya çıkaramadık; ama, siz de bunlara devam ederseniz, bu telefon kayıtları çok önemli bir delildir" demiş, daha sonra da, zaten, Çatlı'nın parmak izi çıktı.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O zaman Sayın Valiyi çağırmamız lazım. Orıun için sordum ben.
BAŞKAN - Efendim, biz, Sayın Başkanı burada bekletmeyelim. Onu biz sonra değerlendiririz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yazıcıoğlu ile beraber Sayın Vali beyi çağırmamız lazım.
BAŞKAN - Onu sonra değerlendiririz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, zapta geçsin ki, ona göre şey yapalım.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sayın Başkan, bir hususu açmak açısından özellikle söylüyorum. Burada konu geçmişken. Sayın Yazıcıoğlu'nun, bu sizi teyit ettiği sorgulamanın yapıldığını; ancak, belgelerinin zapta geçmediğini, teybe alınmadığı şeklindeki ifadesini. Siz, bu devlet sırrı olabilir, belki içinde bazı isimlerin geçmesi nedeniyle üzerine gitmemek lüzumu gerektiği şeklinde düşünebilir diye yorum yaptınız. Şöyle bir intiba aldınız mı kendisinden; bu hususlardaki soruşturmaya devam etmemesi noktasında, kendi üstlerinden, amirlerinden -emniyet genel müdürü olabilir, bakan olabilir- bu hususa yönelik çalışma yapmaması konusunda bir telkin veya baskı olduğuna dair, bir imalı da olsa, tavır ve davranışı oldu mu?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Kendisinin, bana bu yönde bir beyanı veya iması olmadı; ama, dediğim gibi, benim, kendisine anlattığım hususları, yalanlamadı. Yani, ben, kendisine -bana gelen bilgiye göre- Mehmet Ağar'ın kendisine bu kişilerin Ankara'ya gönderilmesini istediğini, kendisinin önce direndiğini, sonra, bunları talep üzerine Ankara'ya gönderdiğini filan söyleyince, bana bu konuda bilgi veremeyeceğini, eğer istenirse, Cumhurbaşkanına veya Başbakana bilgi vereceğini söyledi.
BAŞKAN - Sema Hanım buyurun efendim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başbakan, çok yoruldunuz teşekkür ederiz; ama, ben, değişik yerlerden, aklımızda kalan bir şeyleri öğrenmek istiyorum. (SAYFA EKSİK) Çok bol miktarda, ellerindeki cihazlarla sizin evi dinledikleri de söyleniyor. Siz, bu yaptırdığınız araştırmada buna ait bir işaret aldınız mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, dinlenme konusunda mı?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Dinlenme konusunda onların etkisinin olduğuna ait?..
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, hayır; beni kimin dinlediğini de bilmiyorum zaten; herkesin dinleyebileceğini düşünerek konuşuyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Özal zamanında ve ondan sonra da sizin devam eden iktidarınız zamanında, şu anda da, en üst makamlara kadar gelmiş olan kişiler de bu devletin basamakları içerisinde yükselen insanlardı. Bunlardan bir tanesi de Hüseyin Kocadağ idi. Siz, Hüseyin Kocadağ'ı, Hüseyin Kocadağ olarak, yani, icraatları dışında ne zaman tanıdınız? Kendisinin, iddia olunuyor ki, işte bir grup -Baybaşin- Hollanda'daki uyuşturucuyu götürürken, onun da Fransa grubunu temsil ettiği söyleniyor. Böyle bir bilginiz var mı? Aynı şeyi, Haluk Kırcı'yı ne zaman duydunuz veya onunla ilgili ne zaman bir bilgi oldu? Haluk Kırcı'nın, şu andaki, İstanbul'daki çalışma şekliyle, firmaları vesairesi gibi bir bilginiz var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, birincisi, Hüseyin Kocadağ. Hüseyin Kocadağ'ı ben hayatımda hiç görmedim; yalnız, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne Kemal Yazıcıoğlu atandıktan sonra, bana, çok çeşitli çevrelerden, Hüseyin Kocadağ'ın il emniyet müdürlüğüne, herhangi bir ilin emniyet müdürlüğüne tayini hususunu tavassut geldi. Bu tavussutu yapanlar arasında bizim İstanbul İI Başkanımız da vardı. Kendisinin, İstanbul'da çok çalışkan bir emniyetçi olduğunu -söylemekte mahzur görmüyorum- Alevî olduğu için şimdiye kadar müdür yapılmadığını, bizim kendisini bu şeyiyle mütenasip şekilde müdür yapmamızın siyaseten de iyi olacağı konusunda bana çok tavussut geldi. Benim anlayışım, bir yere birisini sorumlu getirdiğimiz zaman, onun sorumluluk alanına giren her şeyde onun da rızasını almaktır -biraz önce de ifade ettim, yani, bu emniyet meseleleriyle son başbakanlık döneminde çok yakın ilgilendim- Kemal Yazıcıoğlu'na açtım sordum, dedim ki "Hüseyin Kocadağ için bize çok tavassut geliyor, senin düşüncen nedir?" "Katiyen olmaz" dedi "fevkalade mahzurludur" dedi; bana verdiği tezkiye budur. Daha sonra, bu olaydan sonra, Susurluk kazasından sonra, daha basında yayımlanmadan, Hüseyin Kocadağ’ın Mehmet Özbay adına diazenlenen silah ruhsatı için tezkiye veren kişi olduğunun bilgisi bana geldi. İstanbul Emniyetinin Özel Kalem Müdürlüğünde böyle bir tezkiye notu olduğu, Hüseyin Kocadağ'ın tezkiyesiyle Abdullah Çatlı'ya, Mehmet Özbay adına silah ruhsatı verildiğinin bilgisi barıa geldi; o, zaten basında da çıktı daha sonra.
SEMA PİŞKİNSUT (Aydın) - Kemal Yazıcıoğlu'nun katiyen olmaz demesinin arkasındaki neden açıklanmış mıydı o zaman?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır; "mahzurludur" dedi "fevkalade mahzurludur dedi. Zaten, başbakan olarak o kadar detaylı görüşemezdik; aynı, ben kendisine sordum, bana verdiği cevap "fevkalade mahzurludur" oldu. Öbür isim...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Diğeri Haluk Kırcı.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Haluk Kırcı'yı ben hiç tanımam, hiç görmedim. Yalnız, bana bir ihbar mektubu geldi. Haluk Kırcı, yakın zamanda, Abdullah Çatlı'nın ölümünden sonra, sansasyonel bir eylem başarıp Çatlı'nın yerine geçmeyi planlıyormuş; sansasyonel eylem de beni öldürmekmiş, şu anda onu planlıyormuş, böyle bir mektup, önemli değil, ihbar mektubu, onu da veririm isterseniz.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1991 yılında, hatırlanacağı üzere, Mehmet Ağar Erzurum'da Emniyet Müdürü idi. O yıllarda...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, bir dakika...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Elazığ Valisi...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Validen önce, Erzurum Emniyet...
MAHMIJT YILBAŞ (Van) - Erzurum Valisi...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Erzurum Valisi; sizin zamanınızda Erzurum Valisi...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır, bizden hemen sonra, 1992'de...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizin zamanınızda?..
MESUT YILMAZ (Devamla) - En son görevi İstanbul Emniyet Müdürlüğü.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O yıllarda, sizin hemen sonranızda oluyor. Kuşadası'na geldiğinde, geniş bir kesimin, hem ANAP kesiminden hem Doğru Yol kesiminden, kendisi için -bir toplantıda, konferansta, arkasından da konuşulduğu kadarıyla, benim başhekimliğim devresindeydi- çok babayiğit bir insan olduğu, geleceğinin çok parlak olduğu, çok değerli olduğu ANAP'lılar tarafından da söyleniyordu. Bu konuda, o zamanki, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne dayalı olarak, sizin bir görüşünüz var mıydı?
MESUT YlLMAZ (Devamla) - Daha önce, Ankara Emniyet Müdürü idi İstanbul Emniyet Müdürlüğünden önce, Ankara Emniyet Müdürü olduğu sırada, rahmetli Özal'la çok yakın ilişki kurmuştu, Özal kendisine çok güvenirdi; ama, Özal'a yapılan, kongre sırasındaki suikastten sonra, rahmetli Özal'ın, artık, eskisi kadar kendisine güven duymadığını ben dışarıdan müşahede ettim. Buna rağmen, yine rahmetli Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, Sayın Akbulut'un Başbakanlığında, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne atandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki çalışmaları sırasında, benim kendisiyle doğrudan bir temasım olmadı. Biz, Ünal Erkan'ı Emniyet Genel Müdürlüğüne getirdik. Ünal Erkan da kendisiyle daha önce beraber çalışmıştı, İstanbul Emniyet Müdürüyken o da yardımcısıydı; oradan yakın işbirliği içinde çalışıyorlardı. Biz, Ünal Erkan'a sorumluluk verdikten sonra, onun bir daha şeyine karışrnadık. Yani, İstanbul Emniyet Müdürü olarak, o, muhafaza edilmesini istedi. Daha sonra, hükümet değişikliğinden sonra da Erzurum'a vali oldu. Benim, Sayın Mehmet Ağar'la, bakan oluncaya kadar, yani benim hükümetimde Adalet Bakanı oluncaya kadar özel bir diyaloğum olmadı. Yani, Kemal Yazıcıoğlu ile görev sırasında olduğu gibi, onunla, geçmişte, bakanlığım, başbakanlığım sırasında hiç bir özel şeyim olmadı. Daha sonra, kendisi İçişleri Bakanlığına geldi. İçişleri Bakanı olduğu sırada, benim telefonlarımın dinlendiği iddiası kamuoyunda yer aldı. İçişleri Bakanı olarak, bana ziyarete geldi, partiye ve orada, Emniyetin kesinlikle bizi dinlemediğini, beni dinlemesinin hiçbir şekilde söz konusu olmayacağını söyledi. Bana bir karar gösterdi, devlet güvenlik mahkemesinden verilen bir karar; Emniyet Genel Müdürlüğünün talebi üzerine devlet güvenlik mahkemesi gizli bir karar almış; işte, uyuşturucu, kaçakçılık bilmem ne şeylerine karışan herkes için toplu bir dinleme kararı; ben de bunun Anayasaya aykırı olduğunu söyledim. Ama, kendisinin bana ifadesi, benim Emniyet tarafından dinlenmediğimdir. Onun dışında, ben hükümetten ayrıldığımdan beri, altı aydan beri herhangi bir diyaloğmuz olmadı.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1993 yılından sonra, araştırma yapan, devletin içerisine de yayılmaya çalışan, bu tür yapılan, devleti ele geçirme operasyonlarına birtakım cevap verecek mercileri de bulduğunu veya bulabildiğini, ondan önce de pek o kadar olmadığı söylendi; yani, devleti ele geçirmemiştir dediniz konuşmalarınızın başında. Size, ayrıca da, birtakım iddialar içerisinde, konuşulanlar çerçevesinde, Mehmet Ağar'ın da Sayın Çiller'i kullandığı söyleniyor; yani, ikisi o onu kullandı o onu şeklinde; ama, dışarıda konuşulanlardan, gerek basın kanalıyla söylenenlerden bir kısmı da bu. Size, acaba , bu tür bir yapılanma, alttan kabararak geliyor ise; sizin iktidarınızda, size dolaylı olarak böyle teklif veya buna yakın teklifler geldi mi? Yani, Sayın Çiller'e dolaylı olarak bir yerlerden belki gitti, o veya oraya gitti gibi herhangi bir görüntü oldu mu?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır; olmadı. Zannediyorum, benim bu üçbuçuk aylık başbakanlığım döneminde yakınabileceğim tek konu, şikâyetçi olacağım tek konu. İçişleri Bakanlığı ve özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde yapmak istediğimiz tasarruflara engel olundu. Dediğim gibi, Emniyet Genel Müdürlüğünde istediğimiz tasarrufu yapamadık; hatta, Sayın Çiller'in önerdiği kişiyi getirdik. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Kemal Yazıcıoğlu'nu getirmek için, İstanbul Emniyet Müdürünü aldık Bursa'ya gönderdik. Emniyet Genel Müdürlüğü içerisindeki daire başkanlıklarında düzenleme yapamadık. Özellikle, istihbaratta ve özel harekâtta değişiklik yapmak istedik, ortağımız rıza göstermedi. Nahit Bey bakıyordu; yani, Sayın Çiller bizzat ilgileniyordu; ama, Nahit Beyin onayı olmadan bu kararnameleri gönderemiyorduk. Bizim için çok önemli olan bu şeylerde, ortağımız karşı çıktı; istihbaratta ve öze! harekâtta.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bilmiyorum, bir ay kadar öncesinde, Kuşadası'ndan gelen bir istihbaratta, resmî bir makamda, Alaattin Çakıcı'nın oturduğu haberi geldi ve orada, karapara aklanması operasyonu ile Kuşadası'ndakı rantın çok iyi kullanıldığına ait de birtakım sözler var. Sizin, Kuşadası ilişkili veya Alaattin Çakıcı ilişki veya Haluk Kırcı ilişkili, herhangi bir, İzmir polisi kanalıyla veya bu türde bir istihbaratınız, aldığınız bir duyum oldu mu? Ayrıca, Uğur Dündar'ın Ömer Lütfü Topal dosyasında İstanbul Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına ibraz ettiği bir isimsiz ihbar mektubunda, bu Uğur Balık, Soner Tepekule, Rıdvan Kocaman, Kemal Demirat adlarında, özellikle Güzelyalı Caddesindeki Tuana Kafeyi kullandıkları ve uzun sürelerde de burasının kullanıldığı; kaldı ki, Kuşadası için...
MESUT YILMAZ (Devamla} - Kafe mi?..
SEMA PİŞKİNSUT (Aydın) - Tuana Kafe; çok yoğun bir şekilde onların uğrak yeri olduğu ve âdeta örgütlendikleri bir yer oldukları söyleniyor ve İzmir polisinin de bu konuda çok net bilgisi var. Aynı zamanda, Kuşadası konularına da, Aydın polisinden ziyade İzmir polisini mümkün olduğu kadar kanalize etmeye çalışıyorlar. Sizin, bilindiği gibi, Kuşadası Belediye Başkanı seçiminde olsun, Aydın'da olsun çok yoğun faaliyetler yürütüldüğü ve oradaki pek çok kesim net bir şekilde aktarıldı; bu tür bir duyumunuz oldu mu? Çünkü, Kuşadası bazı konularda çok önemli bir merci gibi duruyor şu anda.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, Kuşadası ile ilgili, Kuşadası'nda...
SEMA PİŞKINSÜT (Aydın) - İzmir polisiyle ilgili, Tuana'yla ilgili...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bir sürü şeyler geldi; ama, şu anda, o detayı doğrusu, hepsini hatırlayamıyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bulursanız bize verebilir misiniz?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yalnız, o kafeyle ilgili daha yeni bir şey geldi bana. O kafenin, bu üç tane Özel Tim mensubunun olduğu söylendi; onu biliyorum sadece.
SEMA PlŞKİNSÜT (Aydın) - Ona ait duyumlarınız olacak olursa, bize iletirseniz memnun olacağız. Bir de, Söylemez dosyasıyla ilgili, dosyada adı geçen Hakan Fındık'ın halen emniyet görevlisi olarak görevinin başında olduğu söyleniyor; ki, o şahıs, Anavatan Partisinden Çetin Sayalar'ın bir alacağı nedeniyle Söylemezler'in iş yerini basıp, orada silahını da düşürdüğü ve halen daha görev başında olduğunu biliyoruz. Bu konuda sizin bir yorumunuz var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Doğrusu, bilgim yok. Yalnız, Teftiş Kurulu, zannediyorum, Söylemez dosyasını Komisyona gönderecektir...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gönderdi; orada da çok net bir bilgi yok; ama, görev başında olduğunu biliyoruz biz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - O dosya bende de var; ben de o kadar biliyorum; yani, daha fazlasını bilmiyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bir başka konu da, benim doğu gezim sırasında, doğuda çok enteresan olaylar var ve çok açık bir biçimde, sanki, devlet kulaklarını tıkamış gibi, özellikle devletin sivil birimlerinin -sivil birim derken, sağlık, eğitim vesaire- halka güler yüzünü göstereceği, sempatik yüzünü göstereceği kesimin çok geriden gittiğini ve çok rahat, halk ile emniyet güçleri ile korumalar ile PKK arasında diyalogların olduğunu, rahatlıkla, böyle telsiz konuşmalarının yaptığını gördüm; ama, bunun yanı sıra, çok ilgimi çeken bir şey oldu. Özal zamanında yapılan bir anlaşmayla, Sayın Özal'ın zamanındaki bir anlaşmayla her ay muntazam olarak, Genel Kurmaydan Barzani ve Talabani'ye ayrı ayrı olmak üzere -birbirinden farklı olursa kavga da ediyorlarmış- para ve malzeme yardımı gönderiliyor, mühimmat yardımı gönderiliyor. Bu bir anlaşma gereği olarak, sizin o konudaki bilginizi almak istiyorum. İkincisi, eğer, bu mühimmat sınırdan dışarıya resmî, askerî güçlerce çıkarılıyor -savunma komisyonlarında gelmiştir gündeme, Başbakan olduğunuz dönemde de gelmiştir- o çıkarılan malzemenin Talabani'ye ve Barzani'ye verildiği ve bunun da büyük bir kısmının, onlar tarafından PKK'ya aktarıldığı ve paranın, böylece, bizim içimizden dolandığı. Buraya kadar, belki söylenecek pek bir şey yok; ama, dikkat çekici nokta, eğer, biz buradan bir malzeme çıkarıyorsak, silah ve mühimmat olarak, onların seri numaralarını almış olmamız lazım; kesinlikle, bu engellenerek gönderiliyor konvoylar şeklinde ve seri numaraları alınmıyor. Başbakanlık döneminizden ve daha önce Sayın Özal'ın yanında oluşunuzdan, bu konuda bize aydınlatıcı bir bilgi verebilir misiniz? Nedir bu böyle? Para nereye kayıyor, nereye gidiyor?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yani, Türkiye'nin, zaman zaman PKK ile mücadelede, Türk Silahlı Kuvvetleriyle işbirliği yapması veya oııun görevini kolaylaştırması karşılığında bu güçlere yardımda bulunduğu doğrudur; bu yardım çeşitli şekillerde yapılmıştır. Benim, son başbakanlığım döneminde, Genel Kurmay Başkanlığı bu yardımın amacına uygun şekilde kullanılmadığını, onun için bu yardımların durdurulması gerektiği görüşüne gelmişti. Şu anki uygulamanın ne olduğunu bilmiyorum; ama, sanıyorum bu olaylarla arada doğrudan bir bağlantı tesis etmek mümkün değil. Yani, burada birtakım yanlış uygulamalar olmuştur belki, hakikaten dediğiniz gibi PKK'nın eline geçen şeyler de olmuştur, amaç dışı kullanmalar da olmuştur; ama, bütün bunların bu konuyla, Susurluk konusuyla doğrudan bir ilişkisi olduğunu sanmıyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki; Abdullah Çatlı'nın Susurluk'ta üzerinde çıkan evrakların içerisinde banka hesap kredi kartlarının da bulunduğu söylendi; ama, bugüne kadar onlarla ilgili, onların nereye kadar uzandığına ait daha henüz bir araştırma yapılmış değil. Size gelen bir duyum var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır; maalesef, yok. Bence de araştırılması gerekir. Jandarma tutanağında var, hem yerli hem yabancı kartlar var.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bir de, son sözüm, belki bunu bir noktada da komisyonun sonuç çalışamamasına... Çünkü, biz, bayağı hayretler içerisinde kaldığımız komisyon raporları da gördük. Aslında, çok iyi niyetle çalışılsa bile, TEDAŞ, TOFAŞ. Mercümek dosyalarındaki, bu iktidar muhalefet oylamalarının sonuç itibariyle insanı sıkınlıya soktuğunu biliyoruz. Biz...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Hanımefendi, nereden biliyorsunuz onları? Yani, Meclis çalışmalarında...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir de, biraz evvel onu sormuştum; Başbakanın eşi diyerek de, geçmiş başbakanın eşinden bahsetmiştik; tutanaklara geçmesi açısından sordum. Benim aklımı kurcalayan şu: Siz, başbakan olmazdan önce, Emniyet teşkilatıyla ilgili size ciddî bilgiler geldiğini ve bu duyumlardan hareketle, Başbakan olur olmaz, İçişleri Bakanlığı ve dolayısıyla emniyet teşkilatını özel bir mercek altına aldığınızı söylediniz ve ama: İçişleri Bakanı sizin partinizden olmasına karşın, ortağınızın direnmesiyle, Emniyet Genel Müdürlüğü ve diğer atamaları başaramadığınızı belirttiniz. Zannediyorum, o zaman dörtlü kararname yoktu; ama, bir özel anlaşmadan kaynaklandığından dolayı söylediniz; ama, buna rağmen, olayı takip ettiniz. Böyle bir şeyin olacağın;, yani, böyle bir, devletin giderek, sistematik olarak, mafya dediğimiz ya da çete dediğimiz bir ilişkinin içerisine girildiğini görmüş müydünüz o zaman, bu direnmeler sırasında da, ya da hissetmiş miydiniz?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Hayır; ilk somut bulgumuz bu Söylemez çetesiyle ilgili.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O zamana kadar bir siyasî direnme olarak, kişiler üzerinde diye düşünüyordunuz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 1988 Mİt raporunun, bugün, ne kadar önemli bir tehlikeyi belirttiğini söylediniz. Zannediyorum, o zaman -belirttiğiniz gibi- Sayın Özal'ın, rahmetli Öza!'ın araştırması Kutlu Savaş tarafından yapıldı ve o, bir rapor hazırladı. O raporda da, bu MİT raporunun, belgenin doğru olduğunu söyledi; ama, bundan sonra -biraz evvel arkadaşlarımızın da soruları sırasında cevap veremiştiniz- adı geçen kişilerin yükselerek geldiğini... Bunlardan bir tanesini de Mehmet Ağar, yükselerek bu noktalara kadar geldiğini görüyoruz. Ben, buradan şuraya gelmek istiyorum: Özal suikastından da bahsettiniz, o da böyle mi; bugün, bu kadar bilgilerden sonra, elli günlük, her taraftan gelen yorumları da tartarak, Başbakanlığıyla birlikte mi bu işin bu şekilde hızlandığı, sistematik hale geldiği görüşündesiniz?
MESUT YILMAZ (Devanıla) - 1993 senesinde birçok şey beraber olmuş; Sayın Çiller Başbakan olmuş, Sayın Ağar Emniyet Genel Müdürü olmuş, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki bu istihbarat birimi çok daha güçlendirilmiş, yeni teknoiojik donanım alınmış emniyete ve Sayın Çiller'in böyle bir deklarasyonu olmuş; yani "biz PKK'nın lojistik desteğini keseceğiz, bunu sağlayan işadamlarını biliyoruz, bunların listesi elimizde mevcuttur" demiş. Sayın Cumhurbaşkanı da bana "bu konuda Millî Güvenlik Kurulunda alınmış hiçbir karar söz konusu değildir, kim yapmışsa bunu kendi adına yapmıştır, kendisi sorumludur" dedi.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ondan sonraki zincirden kastınız...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sırayla, işte, Tarık Ümit...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 24 Ocak'ta Uğur Mumcu cinayeti, yahut suikasti de ondan sonra da devam ediyor galiba...
MESUT YILMAZ (Devanıla) - Uğur Mumcu cinayeti 1993 başındadır. Bu olayla ilgili değil. 1993 sonundan itibaren, sistematik bir şekilde mafya şeyleri öldürülüyor, bazılarının şeyi bulunuyor, bazılarının bulunamıyor. Şimdi de, her bir olayla ilgili, bunların birbiriyle bağlantılı olduğuna dair spekülasyonlar var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Efendim, en son bugün gazetede bir haber var; bugün veya dün, hatırlayamıyorum. Zirvedeki konuşmalar sırasında Sayın Başbakanın size söylediği bir sözden dolayı, dinlenildiğinizin, dinlenilmiş olduğunuzu...
MESUT YILMAZ (Devamla) - Sayın Başbakan, elindeki MİT'in notlarından, benim, geçtiğimiz perşembe günü, İstanbul DGM savcılığında, orada tanıdığım bir savcıyla telefon görüşmesi yaptığımı; işte, komisyona gelirsem benim ifademi kimin alacağını, ne zaman alacağını sorduğumu; onun da bana, sonra özel görüşelim dediğini notlardan okudu. Ben de hayret ettim; çünkü, bilgi doğruydu. Hakikaten, benim orada tanıdığım bir savcı vardı, o savcı benim hemşerimdi, ben ona telefon etmiştim ve sormuştum kendisine; yani, başsavcıyla konuşun, nasıl uygun görür, ne zaman geleyim, kime ifade vereceğim falan diye sormuştum. O da daha sonra kendisi bana gelip bilgi verdi; yani, otele geldi, kendisi anlattı bana. Başsavcıyla konuştum, şöyle şöyle falan diye... Bu, ikimizin arasında geçen bir telefon konuşmasının MİT raporuyla Başbakana ulaşması bana çok manidar geldi. Orada söyledim, yani, dedim, bu toplantıdan sonra hiç güvenmeyeceğim artık...
DURMUŞ FİKRI SAĞLAR (İçel) - Efendim, son olarak, çok teşekkür ediyoruz; elli gündür bu konuda gerçekten, Türkiye'de, diğer siyasîler gibi yılmadan bir mücadele veriyorsunuz ve bilgilerinizi kamuoyuna aktarıyorsunuz, biz de aynı şekilde bildiklerimizi kamuoyuna aktarıp ya da düşünüyoruz... Şimdi de böylesine önemli bir görev yapan Komisyonun içerisindeyiz. Ancak, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin oluşturmuş olduğu bu Hükumetin yerine Refah Partisi ile Anavatan Partisinin bir hükümet kurabileceğini söylemeniz, acaba, kamuoyunda bu işleri biraz sıkıntıya sokmaz mı, sokmadı mı; onu da eğer lütfederseniz açıklamak mümkünse... Hangi kasıtla... Çünkü, ısrarla üzerinde duruyorsunuz ki, bu Hükümet, bugün geldiği noktada bu işi kapatacak gibi görünüyor. Böyle bir şey söz konusuysa, bu Hükümetin mevcut ortaklarından biriyle tekrar bir hükümet kurulursa, bu kapatılacak olan konu açılacak mı, açılma ihtimali olur mu?
MESUT YILMAZ (Devamla) - O konu benim kastımın çok dışında kamuoyuna, yansıtıldı. Partimizin bir kapalı grup toplantısında, arkadaşlarımızdan birisi bana şunu söyledi: Bu meselenin üzerine devlet ciddiyetiyle, devlet sorumluluğuyla gidilmesi konusunda Sayın Erbakanın cesaretlendirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz; bu konuda parti olarak herhangi bir şey yapacak mısınız? Yani, olabilir ki, siyasî kaygıları olabilir, Koalisyon bozulacak diye bu işe devlet sorumluluğu içinde yaklaşmayabilir. Bu konuda sizin yapabileceğiniz herhangi bir demarj var mı? Benim verdiğim cevap, aslında hiç de kamuoyuna yansıdığı şekliyle değildir. Ben şunu söyledim: Biz daha önce Refah Partisiyle koalisyon görüşmesi yaptık, belli konularda anlaştık, belli konularda anlaşamadık. Bu meseleden tamamen bağımsız olarak, eğer bir hükümet boşluğu doğarsa, onlarla da, diğer partiler gibi, nereden bırakmışsak oradan devam ederiz, oradan görüşmeye devam ederiz. Yani, bu meseleden dolayı, bizim, hükümet konusundaki tavrımız etkilenmez veyahut da biz bu meseleyi bir hükümet meselesi olarak görmeyiz. Daha sonra da hep aynı mesajı verdim; ama, nedense, kamuoyunda, bu sanki bizim, Refah Partisine bu meseleyi bir pazarlık meselesi olarak önerdiğimiz veya yeşil ışık yaktığımız şeklinde yorumlandı. Ben bugün de aynı şeyi söylüyorum; bu mesele bir parti meselesi değil, bu mesele siyasî bir mesele de değil. Bu mesele bir devlet meselesidir, devlet gibi soruşturulmalıdır. Bu meselenin sonunda eğer siyasî bir sonuç doğarsa, hükümet boşluğu doğarsa, biz, bu meseleden bağımsız olarak, bu meseleden hiç etkilenmeden, bu hükümet boşluğunda üzerimize düşeni yaparız.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, bu Hükümetin bu konu üzerinde çok ciddi çalışmadığı doğrultusunda bir kanaatiniz var, onu söylüyorsunuz.
MESUT YILMAZ (Devamla) - Bu kanaatimi örnekleriyle pazar günkü toplantıda da söyledim. Yani, kilit konumdaki emniyet müdürünü uzaklaştıran kilit konumda olan emniyet müdürünü uzaklaştıran bir Hükümet bize güven vermez, fezlekeyi sudan bir sebeple geri çeviren bir Hükümet bize güven vermez, yaptığımız önerilerin hiçbirisini kabul etmeyen bir Hükümet de bize güven vermez. Orada, kendimi Hükümetin yerine koydum, ben, Başbakan olsaydım, birincisi, böyle inceleme, araştırmaya başlatmak için 18 gün beklemezdim, 18 Kasım’ı beklemezdim. 3 Kasım’da, değil mi ki o arabanın içerisinde emniyet müdürüyle aranan adam beraber çıkmıştır, değil mi ki, o arabanın içerisinde susturucu çıkmıştır, ruhsatsız silah çıkmıştır, 4 Kasımda soruşturma açılması gerekirdi, öyle incelemeye, araştırmaya gerek yoktur. O jandarma tutanağına dayanarak soruşturma açılması gerekirdi. O evrakları devlet adına kimin düzenlediği, kimin verdiği, bu kişilerin nasıl bir arada olduğunun soruşturulması gerekirdi. Bunun muhatabı da, soruşturmanın muhatabı kim olacak, soruşturmanın muhatabı Emniyet Genel Müdürlüğü olacaktır, o ölen emniyet müdürün bağlı olduğu mercii olacak. Soruşturmanın hemen açılması gerekirdi. Sayın Başbakan, 15 gün sonra, benim Cumhurbaşkanına gidip, bilgi vermem üzerine, Cumhurbaşkanının yazı yazması üzerine, inceleme, araştırma, gerekirse soruşturma talimatı vermiştir. Bugün, 50 günden fazla oldu zannediyorum, bakın, 50 gün içerisinde bu soruşturma kurulu, hâlâ Kemal Yazıcıoğlu'nun ifadesini almamış, üç tane özel tim mensubunun ifadesini almamış. Üç tane özel tim mensubunun, bana göre, şu anda tutuklanmış olmaları gerekir. Ne adlî soruşturma, ne idarî soruşturma hiçbirisi ciddî yürümemektedir. Yani, bir soruşturmanın şarta bağlı olarak başlatılmış olması, inceleme, araştırma, gerekirse soruşturma kaydıyla başlatılmış olması, bu işin üstüne ciddî gidildiği anlamına gelmez. Şu ana kadar, bu olayda irtibatlarını ortadan kaldırmak isteyen, delilleri yok etmek isteyen, olaylara değişik senaryolar hazırlamak isteyen kişilere fazlasıyla imkân tanınmıştır, yani, onlara bundan fazla yapılacak yardım söz konusu olamaz, 50 gün geçmiştir ortadan, daha Sedat Bucak'ın ifadesi bir hafta önce Ankara Sulh Ceza Hakimi tarafından alınıyor. Adam, kalkıp televizyonda suçlama yapıyor devlete "devlet koydu bu susturucuları, benim arabamda yoktur" diyor, bundan dolayı herhangi bir takibat açılmıyor, o susturucuların nasıl girdiği araştırılmıyor. Dediğim gibi, Kemal Yazıcıoğlu, bırakınız teşvik edilmeyi, cezalandırılıyor, ifadesine başvurulmuyor, özel tim mensupları açığa alınıyor; ama, şu anda serbest geziyorlar. Korkut Eken, bu olaylarda kilit konumda olan kişilerden birisidir, o, görevden de uzaklaştırılmıyor, şu anda devlet memurudur, Emniyet Danışmanı olarak görev yapıyor. Yani, bütün bu tabloyu birleştirirseniz, tablo bana güven vermiyor, onun için, ben de, bunu, Komisyonunuza yardımcı olmanın yanında, kamuoyunda sürdürmeyi kendime görev biliyorum.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Başbakan, Sayın Yazıcıoğlu, bu dört ay elinde sakladığı, gizlediği bu belgeleri Cumhuriyet Savcısına ve ilgili makamlara veren kişi sizin güvendiğiniz, sizin tayin ettiğiniz bir kişi olmayıp da, bir başka emniyet müdürü olsaydı, acaba bu düşüncelerinizi aynen muhafaza eder miydiniz?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Önce, bu olayın ortaya çıkması için kendisine görev ve yetki verirdim, ardından da hakkında idarî soruşturma açardım.
BAŞKAN - Peki, herhalde bitti sorular.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Bir husus daha var Sayın Başkan, Mehmet Arif Özcan'la ilgili olarak, onun ifadesini, ben, gelen evrakların arasında okudum, Çatlı ve benzeri kişilerin yapmış oldukları hadiseleri anlatıyor kendince; ancak, orada dikkatimi çeken, bazı devlet ihalelerine beraberce girdikleri, bazı şahıslara yardımcı oldukları noktasında... Bu konularda, bu şahısların, devletin yapmış oldukları ihalelerle ilgili konularda, size, bazı şeyler ulaştı mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Evet, bu konuda bana bazı bilgiler geldi; ama, bu bilgiler demin söylediğim ham bilgiler arasında olduğu için, ben burada zikretmeyi doğru bulmadım, madem, özel olarak soruyorsunuz, söyleyeyim: Korkut Eken'in MİT'teki görevinden ayrılıp, henüz, daha Emniyet Genel Müdürlüğündeki görevine başlamadan önce, Botaş'ta müşavirlik yaptığı dönemde, Korkut Eken'in de dahliyle, Mersin'deki bir Botaş ihalesinde Çatlı'nın paravan olduğu, yani, Çatlı tarafından yönetilen bir paravan firma tarafından ihaleye katılındığı, ihalenin bu firma tarafından alındığı; ama, daha sonra, bir anlaşmayla ikinci gelen firmaya devredildiği ve o firmaya da, bu işin karşılığında, bu işi devrettiği için, kendilerine belli bir şey ödemesi hususunda, bizzat Çatlı tarafından baskı uygulandığı konusunda bana duyum geldi. O firma bellidir, alan firma bellidir, o firmayla bizim bir temasımız olmadı; ama, zannediyorum, o firmanın yöneticilerinin ifadesine başvurulursa, bu konuda daha geniş bilgi alınabilir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Içel) - Efendim, Havaş'ın ortaklarından biri Mehmet Ağar'ın Kardeşi olduğu doğrultusunda bilgi var mı?
MESUT YILMAZ (Devamla) - Yunus Ağar, evet.
BAŞKAN - Peki, çok teşekkür ederim Sayın Genel Başkan
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=372
40. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder