18 Ağustos 2019 Pazar

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 29

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 29


Sedat Edip Bucak,
24/2/2001 - 11:00 
Atin,





Bu gün "Susurluk'tan Uyuşturucuya" dizimizde, Susurluk olayının tanınmış isimlerinden birinin, milletvekili Sedat Edip Bucak'ın, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'na verdiği ifadesine yer vereceğiz.

Sedat Edip Bucak
Tarih: 22.01.1997 

Açılma Saati: 11.00 
Başkan: Mehmet Elkatmış
Başkan Vekili: Mahmut Yılbaş (Van) 
Sözcü: Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep) 



Bilmem, görmem, tanımam, hiç duymadım" oyununa devam
BAŞKAN - Sayın Sedat, hoş geldiniz. Özellikle geçmiş olsun. İnşallah en kısa zamanda eski sağlığınıza kavuşursunuz. Sizi, bugün buraya niye çağırdığımızı herhalde biliyorsunuz, izah etmeye gerek yok. Komisyonumuz yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantılarıyla, Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasın ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulmuştur. Siz de bu olayla yani, bizim Komisyonumuzun kurulmasına neden olan Susurluk olaylarının içerisinde olan bir kişisiniz. Bu konudaki bilgilerinizi... Tabiî, sadece Susurluk konusuyla sınırlı kalmayacak, hakkınızda -basında takip ediyorsunuz- birtakım iddialar var, onlara da cevap verecek şekilde çok geniş bir şekilde, zaman sınırımız yok, lütfen açıklayın. Sorularımız olacak, benim ve arkadaşların soruları olacak, onları tabiî soracağız. Öncelikle, kendinizi kısaca tanıtmak suretiyle söze başlayın; buyurunuz 

Bekaa'dan Mesajlar

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, 1960 Siverek-Şanlıurfa doğumluyum. Siyasete 1991 yılındaki seçimlerde katıldım. 1991 yılında milletvekili seçiminden sonra Ankara'ya geldim. Ankara'ya geldikten sonra o ara, şu anda kapatılmış olan DEP milletvekillerinin o andaki Meclisteki varlıkları da vardı. Hemen hemen tüm arkadaşlar -beni tanıyanlar- bilirler ben Meclis çatısı içerisinde, hiçbir parti gözetmeksizin, hemen hemen partilerden arkadaşlarım vardır, hepsine, bir yakın arkadaşıma davrandığım gibi herkese davranırım; aynı. O zamanlar, 1991'den hemen sonra, 199 falan, bilhassa DEP milletvekilleri, özellikle Abdullah Öcalan'ın yanından gelen elçiler vasıtasıyla dahi hep benimle görüşmek istediler. Benimle görüşmek istedikleri bir konu vardı "Biz, Siverek'e, Urfa'ya örgüt olarak gireceğiz, yalnız tarafsız kalacaksınız, bize karışmayacaksınız, devletin yanında yer almayacaksınız.” Demek istedikleri buydu. Ben, her zaman,her konuda devletimle beraberim. Devletim yoksa ben de yokum orada. Tabii bu konuşmalardan sonra, Bekaa'dan gelen bazı insanlarla görüşmelerin çoğunu kasete aldım ve bundan Ankara Emniyetinin başta olmak o zamanki tüm devlet yetkililerine bilgi. verdim. Daha sonra, kapat aşamasında, devlet güvenlik mahkemeleri gelip benim ifademi aldı. Ben şahsen, olmuş olan şeylerin ifadelerini verdim. Tahmin edersem bugünkü olan milletvekillerinin birçoğu benim vermiş olduğum ifadelerle aramızda geçen gerçek olaylarla... Zaten, bunlardan devletin bilgisi var. DEP'in kapatılması kararında dahi benim vermiş olduğum ifadenin çok büyük payı olduğunu biliyorum, tahmin ediyorum. Daha sonra, 1993'te bunlar bana karşı, aileme karşı orada bir önlem almak istediler ve Siverek'te örgütlü eylemler başladı. Hatta, bizim Siverek'te Anavatan İlçe Başkanı ve kardeşini maalesef katlettiler, bazı köylülerimizi vatandaşlarımızı katlettiler, herkesten para istediler. Ben, oraya gittim, hatta görüştük, halk, Siverek halkı olarak herkes bu olayları istemiyordu. Ondan sonra Siverek'in tavır almasıyla beraber, maalesef, örgüt orada çöker halkın devlete yardımlarından dolayı, istihbarî çalışmalardan dolayı, örgütü, neredeyse herkes parmakla göstermeye başladı. Halk devlete yardım etti. Bundan dolayı, bu son zaman, benim üzerime isnat edilen hiç ilgisi ve alakası olmayan suçlar var. Bunları biliyorum. Belki hastalığımda da iyileşmememin nedenlerinden biri de bu üzüntüler. Onu da biliyorum. Bu yapılan şeylerin de kasıtlı yapıldığını, çoğunu dışarıdan basın veya medyanın başka insanların yaptığını biliyorum, hissediyorum. 
BAŞKAN - Niçin kasıtlı yapabilirler? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Örgütün benim PKK'ya karşı, Siverek halkı olarak -ben de onlardan biriyim, bir vatandaşım ve oranın milletvekili halkla olan diyaloğumuz, halkla olan içtenliğimiz ve devletimize bağlılığımızdan dolayı maalesef tavırlar var, bunu biliyoruz; ama, Allah’ın izniyle, bugüne kadar hiç kimse bir delil çıkarıp da Sayın Bucak bunu yapmıştır demedi çünkü, diyemez, yok. Ben, devletime, vatanıma, milletime saygılı bir insanım Kanunsuz bir iş yaptığım zaman ben devletimi çiğnemiş olurum. Bende bir şeyler yapmış olsam, vatana ve millete olan düşüncelerimi çiğnemiş olurum bu da bana göre çok ters. Soracağınız soru varsa cevap vermeye hazırım. 
BAŞKAN - Siz anlatmanıza devam edin, biz soruları bilahare... bilgi verdiniz. Özellikle, Susurluk olayıyla ilgili, nasıl gittiniz, niye gittiniz, nasıl oldu?.. 

Yorulmuştum, İstanbul'a Gittim, Özbay'ı Aradım

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, arkadaşların çoğu bilir, ben uzun süredir Ankara'da yoktum, Siverek'te köyde tarımla uğraşan bir insanım. Tarımla uğraşırım ve genellikle bu son zamanlarda, Atatürk Barajının açılmasından dolayı... Oradan su alabilme imkânımız olmasından dolayı falan Atatürk Barajı; çünkü, çok yükseldi, o dereler falan hemen doldu. Ben, orada, bugün, ben oturup ziraat mühendisiyle dahi tartışabilirim benim kadar ziraatı bilemez. Benim kardeşlerim... Şu anda, 4 kardeşim var. Biri partimizin teşkilatı başkanı, aynı zamanda belediye başkan yardımcısı, bir kardeşim okuyor, diğeri okulu bıraktı, Siverek'te. Benim gibi tarımdan anlayan yok. Diğeri de bilmez. Biz 2 kardeş anlarız; ama, biri ilçe başkanı. Ben milletvekiliyim. Ben, burada, guatrdan dolayı... 24 yıldır "guatr hipertiroid"im. Bundan dolayı almış olduğum raporları değerlendirir hep köyüme giderim, köyümde otururum, Siverek'in merkezinde de değilimdir. Tarımla uğraşırım... severim. Çok yorulmuştum ve bitkindim. Yedi aydır, kısa zamanlarımın dışında önemli oylamaların dışında geldiğim yoktur. Bunu bütün arkadaşlarım bilir Buraya geldim bir hafta, baktım çok yorgunum. Sırf dinlenmeye, böyle gidip beş gün bir hafta uyumaya ihtiyacım vardı. Fakat, burada o fırsatım yoktu. Seçmenlerimin, arkadaşlarımın hep yoğunluğu vardı. Siverek'te bu yoğunluk zaten, günde en az görüştüğüm insan sayısının en azı, dinlendiğim 100'den aşağı düşmez. Bu 400 veya 500 vardır. Çünkü, seçmenlerimin hepsi her gün gelir. Buradan ilk başta İstanbul'a kaçmayı düşünmüştüm. İstanbul'a gidip orada bazı arkadaşlarımızın evleri vardır, genelde dışındadır, kimsenin bilmediği yerlerdir, bazen oralara giderim, oraya gittim, İstanbul'a giderken Mehmet Özbay'ı aradım, Mehmet Özbay'la görüştük. 
BAŞKAN - Siz, Mehmet Özbay'ı Mehmet Özbay olarak mı bilirsiniz Abdullah Çatlı olarak mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, onu çok sonra öğrendim. Bu zaman öğrenmiştim; ama, onu da ben size açıklayacağım. Ben, İstanbul'a giderken Mehmet Özbay'la da görüştük. O gün İstanbul'a gittiğim zaman, yine baktım bir kalabalık oldu. Ben döndüm dedim ki,ben dinlenmeye geldim, kalabalık olacaksa dinlenemem; ben geri döneceğim. Arkadaşlar dediler ki "Termal'e gidelim.” Ben de bugüne kadar hayatımda Termal'i görmemişim, hiç gitmedim, görmedim. Yakın mı dedim "yakın” dediler O zaman oraya gidelim dedim. Hemen çıktık o gün öğleden sonra, gittik baktım biz Bursa yoluna gidiyoruz. Gemiye bindik, geçtik, bu Termal ne kadar dedim, Yalova'nın yanında olan bir yermiş. Gittik o gün, Termal'e gittik. Oradan Turban'ın tahmin edersem çok güzel bir kaplıcası vardı ve gerçekten çok güzeldi. O akşam, maalesef bir haber aldık, benim arkadaşım, Siverek'te aileme yakın olan bir insan, Ali Aydınlıktan, her zaman beraber olduğumuz bir arkadaşımız, şoförüm geldi "Ağabey Ali Aydınlıktan'ın oğlunun bir kaza olmuş, kafasına kurşun değmiş şu anda hastanede dediler.” Akşam,gece olduğu için, o zaman sabah hemen gitmemiz gerekir dedim. Durum nasıl "durumu çok kötü" dediler. Nasıl olmuş dedim, hatta bilmediğini "kazaen, elinde mi patlamış, yere mi düşmüş patlamış onu bilmiyorum"dedi. Ben, akşam arkadaşlara söyledim Mehmet Özbay'a, siz buradan dönebilirsiniz isterseniz kalın burada veya dönün benim İzmir'e gitmem acil. "Niçin"böyle bir durum var. "Yok, ben de gelirim” dedi. O zaman İzmir'e gideriz dedim. Hemen sabah uyandık, tabiî, ben hep öğlene yakın uyanırım. Tahmin edersem o Turban'da da yemek müdürü mü onu bilmiyorum ya bizi tanıdı Urfa'lıydı bilmiyorum, kahvaltı hazırlanmıştı, kalktık, yemeğimizi yedik ve çıktık. Yola çıktık, o gün, ben hemen şoförüme de söyledim, aç dedim, kızın nerede olduğunu öğren, biz direk hastaneye gideceğiz. "Tamam ağabey” dedi çıktık ve Ören'de, Atalaylar mı, Altaylar mı bilmiyorum bir arsa ofisi varmış ağabey, orada ucuz bir arsa var, yoldan geçerken ona bakabiliriz veya yemeği de yer öyle geçeriz” dediler. Acıkmıştık. O gün uğradık oraya. Deniz sahilinin kenarında bir yerdi. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nerede? 

İzmir'e Gidiş

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ören'de. Ya Altaylar veya Atalaylar pek iyi hatırlamıyorum. Gittik deniz kenarında bir yer Uygun da değildi. Konuştuk falan. Baktım orada bir kulübe var, ben de çayı severim. Dedim ki, çayınız var mı; bir çay yaparsanız yemek yiyeceğiz. "Tamam” dediler. Çay içerken bir ara şoförüm geldi "ağabey, Ali Abinin oğlu vefat etmiş” Çayı da içtik mi içmedik mi hatırlamıyorum. Hemen kalktık, Ali'yi bul dedim, babasını. Hastanede onun ben hastaneye gideceğim. "Tamam abi” dedi, biz hemen devam ettik, oraya gelirken, Ankara yoluna dönerken bir üniversite var, ismini de şu anda hatırlamıyorum. Hastaneye geldik, hastanede kimse yoktu. Ben arayın dedim bunlar nerede? Baktım hiç kimse yemek yememiş, herkes aç. "Yemek yesek olmaz mı?” dediler. Tabiî olur dedim, yemek yeriz ondan sonra. Yalnız h evde oturuyorlarsa... Çünkü, bizde taziye ziyaretlerinde herkes bir evde toplanır, herkes gelir babasına veya kardeşlerine taziyelerini bildirir. Ondan sonra, ben İzmir'de okul okumuştum daha önceleri Özel Türk Koleji orta taraflarda bir yerdi, koleje yakın bir yerdi. Gittik, balık yedik, arkadaşlar aradı, hatta Türkiye millî maçı vardı. Biz yemekten kalktığımız zaman maç bitmişti. O ara, şoförüm aradı, buldu nerede olduklarını, başka Siverek'li arkadaşlar da geldiler. Biz kalktık, özellikle oradan evine gitmeye. Biz 2 araba çıktık, benim arabamla bir araba daha vardı. Çıktık gittik. Babasının, tabiî, morali bozuk, oğlu da gençti, çok gençti. 2,5 saate yakın bir süre oturdum. Oturduktan sonra, moralinin biraz düzeldiğini gördüm dedim ki, nerede defnedeceksiniz çocuğu. Buradaysa -çünkü, onların bir kısmı oraya yerleşmiş vaziyetteler- burada kaldıracaksanız veya Söke'de, nerede kaldırıyorsanız ben de geleyim cenazeye. "Ağabey yok” dedi "biz cenazeyi alıp Siverek'e gideceğiz. Yalnız, belki buradan Adlî Tıptan biraz geç çıkarız, bunu bilmiyoruz” dedi. Dedim ki, yapabileceğim bir yardım varsa yaparım. Yok dedi ben müşavirimi aradım, bilgi de verdim. "Tamam abi veririz yarın sabah ararlarsa ben bir problem olursa görüşürüm” İyi o zaman siz gidiyorsanız sabah belki gelemem. "Abi biz Siverek'e gidiyoruz. Biraz da moralinin düzeldiğini görünce taziyelerimizi bildirdik ve ayrıldık. İzmir'e gidiş sebebimiz bu Sayın Başkanım. 
BAŞKAN - Devam edelim. İzmir'e gittiniz. Kazaya kadar olan olayları anlatın. Bu arada çayınızı için, sigara içiyorsanız sigaranızı da lütfen... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Sigara içersem iyi olur. 
BAŞKAN - Tabiî. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kusura bakmayın. Ondan sonra, taziyeden sonra döndük, geldim, arkadaşlar oturuyorlar dediler ki "hemen otele gidelim” hatta bana sormak istediler, dediler ki "Princess'te yer ayırdık, Princess diye bir otel var, orada, orası uygun mu?” Nerede isterseniz orada kalın, benim için fark etmez, benim için önemli değil. Çıktık oradan otele gittik, yalnız, bizim masada gittiğim zaman bir bayan vardı rahmetli olan. Mehmet Özbay'ın yanında oturuyordu. O da bizimle geldi o Princess Otel'e. Yalnız bu ara, biz, İzmir'e gelirken, o ara Kocadağ'ı ya ben aradım ya da Kocadağ beni aradı, onu da iyi hatırlamıyorum. Konuştuk Hüseyin Ağabey, biz İzmir'e geçiyoruz dedim. Dedi ki "İzmir'e gidiyorsanız bilsem ben de gelirdim.” Öyle deyince o zaman istersen gel dedim. Ancak uçakla gelebilirim. Siz gidin ben yarın gelirim” dedi. Hatta, ben, edersem, gece falan uçak varsa gelebilirsin. "Yok, ben yarın gelirim” dedi. Oradan Princess Otele gittik. Zaten yoruldum; çünkü, hepimiz yolda gergindik arkadaşın yanına taziyeye gittiğim zaman, gerçekten oğlu çok gençti, 17-18 yaşında ya vardı ya yoktu, belki yoktu, biraz da moralim ona bozulmuştu. Hatta moralimin bozuk olduğunu görünce herkes, otele gider gitmez ben odama çıktım. Mehmet Özbay moralimin bozuk olduğunu gördü, özellikle geldi odama oturdu, biraz sohbet ettik. Kalktı "ondan sonra ben uyuyacağım” dedim tamam, sen uyu” dedi, uyuduk. Sabah uyandıktan sonra -ben zaten pek erken uyanmam- biz aşağıdan sandviç, tost söyledik, ben çayla kahvaltı şekilde yaptım. O ara, Kocadağ'la görüştük, bilmem saat kaçta geleceğini söyledi "beni aldırabilir misiniz?” "Tabiî, aldırırız” dedik. Benim yanımdaki koruma polisi Ercan Bey, tahmin edersem daha önceden Kocadağ'ın yanında çalışmış bir polisti. O gün arabayı ona verdik, sen Hüseyin Ağabeyi al gel dedim ve o gitti almaya. Biz oteldeyken mi geldi veya biz dışarıya bir ara çıktık oraya mı geldik pek iyi hatırlamıyorum. Geldi Hüseyin Ağabey, oturduk konuştuk. Yalnız, bu aralar, benim yanımdaki zaten, bir şoförüm var. Koruma polisim devletin verdiği. bir huzursuzluk olduğunu gördü. O zaman Kocadağ da geldi. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Affedersiniz huzursuzluk kimde gördünüz? 

Polisler Huzursuz

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Polislerimde ve benim şoförümde bir tedirginlik vardı. O gün tekrar otele geldik, daha önceki tavırların dışında bazı tavırlar vardı. Çıktık, o günde biraz geç uyuduk galiba. Ben, sabah, yine öğlene yakın uyandım. Uyandıktan sonra aşağıya indim. Mehmet Özbay, Kocadağ, o bayan oturuyorlardı, ben de oturdum. Polis Ercan Bey beni çağırdı. "Ağabey görüşebilir miyiz?” dedi. Tabiî, buyur dedim. "Ağabey bir ayrı yere geçelim” Olur dedim. Geçtik. Buyur Ercan dedim. "Ağabey, buradan ayrılmamız mümkün mü?” Tabiî, bir şey mi oldu, bir şeyler mi var? "Buradan çok rahatsız olmaya başladık; artık her şeyden huylanır oldum” Bir şey mi oldu dedim "sanki bütün insanlar bizi takip ediyor, dışarıya çıkarken bile var” dedi. Ben de döndüm dedim ki, takip edildiğimizi mi söylüyorsun? "Evet” dedi. Bu otelden ayrılmamızı istiyorsunuz. Siz beni korumakla mükellefsiniz, nasıl isterseniz öyle yaparım. "Yok, İzmir'den lütfen ayrılalım” Bu kadar mı tedirginiz. "Evet” dedi. Ben de hemen döndüm, arkadaşlara zaten sandviç söylemiştik, tost yiyeceğim, çay da istemiştim, geldi. Latife olsun diye arkadaşlara biz İzmir’e, geldik. Geldik; ama, işimiz de bitti, bu sefer burada hapse girmeden burada niye duruyoruz dedim. "Niye, burayı beğenmedin mi veya başka bir yere gidebiliriz, bir şey mi oldu?” dediler. Yok dedim, burada hapis gibiyiz eğer kalmak istiyorsak burada kalmayalım. "Niye?” dediler. Burada kalacağımıza Kuşadası’na gidip kalalım dedim. "Olabilir” dediler. Hatta şunu söyledim, benim orada kooperatiften aldığım, 1987'de üye olmuştum, biten yazlığım vardı, kooperatifti. Bu 3-4 yıldır görmedim, gider onu da görürüm dedim. "Olur” dediler. "Onura Otelde kalabilir miyiz?” dediler "hemen ayrılalım” Ben orayı daha önce görmüştüm, kalmamıştım; ama. Kuşadası’nın dışında bir yerdi. Nereyi isterseniz orada kalırız dedim. Hem yazlığımı görürüm yazlığım da otele yakın dedim. "Tamam” dediler. O ara baktım Ercan istiyor gitmemizi. "Orada balık yeriz” diyor "kebap yaptırırız, tanıdık arkadaşlar var Hep gitmemizi pekiştirmek istiyor. O gün akşam üzeri çıktık, yer ayrıldı oradan. Onura'ya gittik. O gece orada balık yedik. Ertesi gün de kaldık; çünkü ertesi gece Değirmen diye bir lokanta varmış Davutlara giderken, oraya gidecektik gece kaldık. Ben, artık, yine baktım polislerde rahatsızlık, tedirginlik hissediyorum bunu. Ben, burada niye kalıyoruz, hadi gidelim, İstanbul'a, Ankara, nereyse gidecek gidelim, yeter dedim. Kocadağ da Ankara'ya gelmek istiyordu. Tahmin edersem, hanımı, buraya gelmişti, hanımını aradı, torunu kızı burada. "Torunumu da görürüm” dedi. buradan isterseniz biz Ankara'ya geçelim dedim. "Yok, İstanbul'da bir gün bir işim var, gidelim oraya oradan geçeriz.” Olur dedim. Hem Mehmet Özbay'ı oraya bırakmış olurdum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Mehmet Özbay'ın Abdullah Çatlı olduğunu bilmiyor muydunuz da hep Mehmet Özbay diye bahsediyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben hep Mehmet diye bahsederdim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, bahsedebilirsin. Konu Abdullah Çatlı üzerine döndü. Mehmet Özbay geçmişte kaldı. O kimlik doğru değil. Şimdi, siz öyle dediğiniz zaman, biz, şöyle bir kanaate varıyoruz: Arkadaşımız Sedat Bey Abdullah Çatlı olduğunu bilmiyor, halen de Abdullah Çatlı olduğunu bilmiyor, şimdi bildiğinize göre anasının babasının taktığı adla anabilirsiniz. 
BAŞKAN - Sedat Bey bir kaza geçirdiği için sorularımızı sonraki... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi Mehmet Özbay deyince sanki bir e bahsediyormuşsunuz gibi bir... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Yaşar Ağabey, gerçekten ben o insanın Abdullah Çatlı mı, başka bir insan mı olduğunu bilmiyordum. Onu da açıklayacağım müsaade ederseniz. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır onu açıklayın, o başka bir şey. Şimdi Mehmet Özbay'ın Abdullah Çatlı olduğunu öğrendiğimize göre, en azından hatırasına hürmeten Abdullah Çatlı deyin. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Mehmet Özbay desin de siz yine Abdullah Çatlı anlayın. Böyle sual... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Karışıyor iş. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Niye karışsın? Biz anlıyoruz Mehmet Özbay'ın Abdullah Çatlı olduğunu. 
BASKAN - Arada şu var: Kendi sağlığı da şey olduğu için akımı kaybediyoruz. Sonunda soralım, hepimizin gerçekten açıklanmasını istediğimiz pek çok konu var; ama, araya girince insicamı bozuluyor. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İnsicamı bozuluyor değil. Size bozulduğunu söylemedim ben. Araya onun için de girmedim. Abdullah Çatlı olduğunu bütün dünya öğrendi Mehmet Özbay'ın, öğrendiğine göre, artık anasının, babasının koyduğu adla ansak daha iyi olacak; çünkü, olay çok teferruatla bir yöne gidiyor. 
BAŞKAN - Sedat Bey, buyurun. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Onu söyleyeceğim Yaşar Bey. 
BAŞKAN - Tedirginlik var demiştiniz... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Evet, bir tedirgin vardı; onun için ben, arkadaşlara gitmek istediğimizi söyledim ve öyle karar verilince, biz çıkmak istedik, ikna ettim “çıkacağız” dediler. O gün, biraz da geç uyandım hatta, arkadaşlar beni uyandırdı "seni bekliyoruz” dediler. İstanbul'a geçeceğiz, Hüseyin Kocadağ'ın işi var, onu görecek, oradan Ankara'ya devam edeceğiz. Kocadağ da benimle birlikte gelecek. Geç uyandım, hatta, indim, herkes hazır. Ben, bir şeyler yemek istedim, bir şeyler söyledim, bir de çay içeyim dedim. Ondan sonra geldi arkadaşlar, çıktı dışarıya, en son bana "kalk” dediler. Geldi şoförüm “abi, seni bekliyoruz” dedi; ben de, yediğim şeyi de yarıda bıraktım, çıktım dışarıya. Baktım, arabaları çekmişler kapının önüne, arabaya doğru giderken döndüm benim eşyalarımı indirdiniz mi dedim, şoförüm "evet abi, biz hepsini indirdik, hepsinin yerleştirdik” dedi. Bir şey kaldı mı dedim "yok abi, her şeyi indirdik” dediler. Ben, bir baktım, o bayan ile Mehmet Özbay, geçmişler arkada oturmuşlar bile, Kocadağ'da anahtarı almış, şoför kapısını açmış; yani, acaba ben binmek ister miyim, sürmek ister miyim diye; çünkü, kendisi sürmek istiyor, sanki bir ayağı içerideymiş gibi, bu şoför koltuğunun yanında duruyor. Ben de geçtim hemen öne bindim ve oradan çıktık. O günde biraz geç uyuduğumuz için, benim uykumda vardı. Ondan sonra ben hep zaten uykuluydum, genelde dalıyordum. İzmir'e geldiğimizi, İzmir'i geçtiğimizi gördüm, ondan sonra, kazadan önce, kazaya çok yakın bir süre, bilmiyorum; çünkü, kazayı filan görmedim, o ara, bir uyanmışım, rahmetli Kocadağ'ın çok süratli gittiğini gördüm, araba ibresi 230 vardı; bir şeyler söyledim, o döndü bana bir şeyler söyledi güldü, ben güldüm ve koltukta şöyle öne doğru kaydım, tam uca geldim oturdum, ben yolu görmeyeyim, karışmayayım diye; çünkü, karışırsam olmaz diye ve o pozisyonu aldım, yolu görmüyordum. Ondan sonra, ben İstanbul'u hatırlıyorum desem; çok kısa zaman aralıklarıyla... Ben kaza yaptığımı bile tahmin etmiyordum. Ankara'ya geldik, Ankara'da, ben, ancak arabamı televizyonda görünce, kaza yaptığımızın kesin olduğuna emin oldum. Bu kadar. 
BAŞKAN - Şimdi, bu tedirginlik vardı dediniz. Yani, bu tedirginlik yolda gelirken devam etti mi, takip edildiğinizi filan hissettiniz mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, çoğu zaman -pek iyi hatırlayamıyorum- dalmışım. Tedirginliğin olduğunu, sonradan diğer arkadaşlarla görüştüm, korumam arkadaşlarla ve şöförümle, öyle bir tedirginliğin olduğunu söylüyorlar.’ 
BAŞKAN - Ne olmuş? Nasıl bir tedirginlik? Ercan, sizi çektiğinde ne dedi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ercan, ilk beni Princess Otelinde çekince "abi, özür dilerim yanlış anlama, buradan ayrılabilir miyiz” dedi. 
BAŞKAN - Onu söylediniz de; yani, kimin takip ettiğini filan söyledi mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. 
BAŞKAN - Bir de, bu Termalde Çatlı da var mıydı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Termale gittiğimiz zaman, evet, vardı. 
BAŞKAN - Peki, bu arabada birtakım şeyler çıktı, silahlar çıktı. Sizin bir açıklamanız oldu, bu silahlar konusunda bir şey söylemediniz. 

Silahlardan Bilgim Yok

SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, o silahlar, biz İstanbul'a gelirken dahi yoktu. O silahlardan bir bilgim yok. 
BAŞKAN - Senin ne silahın vardı, arabada bulunan ne silahlar vardı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim, Sig Sauer, taşıma ruhsatlı silahım var, onun dışında benim polislerimin, hepsinin tabancaları var. Bunun dışından, benim o silahları taşımama gerek yok, taşırsam, devletin bana vermiş olduğu silahlar var. Siverek'te, devletin bana vermiş olduğu silahlar, büyüğünden küçüğüne var. Hatta, bir tanesi MG 3 şeritli tüfek var jandarmanın bana verdiği, artı, iki tane Kalaşnikof var, bana zimmetli olarak verdiği. Taşımama gerek olsa, bunları taşırdım. Artı, bunlara gerek olsa gerek duysaydım, Emniyet Genel Müdürüyle veya Bakanla görüşürdüm, yanımdaki koruma polislerine, kendim, Emniyetten, her birine birer tane ruhsatlı silah aldırtırdık; onları taşırdık. Böyle bir silahlar yoktu, ve bilgimde yoktu bu silahlardan. 
BAŞKAN - Sizin arabanızda çıktı birtakım silahlar, hani bir tane sizin Sig Sauer ruhsatlı tabancanız var; diğer tabancalar kime aitti? Sizin arabanızın içinden çıktı bunlar. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) Herkesin birer ruhsatlı silahı vardı, onun dışında taşımış oldukları silahları da, tabancaları görmek mümkün olmayabilir. Tabancayı herkes taşıyabilir, taşınabilir, görülmemiş olabilir. 
BAŞKAN - MP 5'ler vardı. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - MP 5'ler taşınsaydı, her zaman taşınsaydı, olabilir; onu bilemeyeceğim. Ben kendi kafamdan bunu düşünürken, şunu düşünüyorum, eğer, takip ediliyorsam, bu kazadan sonra, belki başkaları tarafından konulmuş olabilir; bir. 
BAŞKAN - Kazadan sonra diyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Evet. İki, veya Mehmet Özbay -Abdullah Çatlı diyorsunuz- onun çantasında vardıysa olabilir, kimsenin çantasını biz aramadık. Kocadağ’ın çantasında vardıysa, olabilir, bilemem. Ya, oradaki insanlardan biri koymuştur bunu veya kazadan sonra başka biri tarafından konulmuştur; onu bilemeyeceğim. 
BAŞKAN - Veya diyorsun, arabadaki diğer arkadaşların olabilir diyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Olabilir, o şekil olabilir ya da onun dışında başka biri... Ben, buradan İstanbul'a giderken dahi bu silahlar yoktu. Ben oraya giderken bile bu silah gereksinimini duysam, Bakanla veya Emniyet Genel Müdürüyle görüşürüm, bu arkadaşlara, polis arkadaşlara, resmi korumalara, bir iki tane uzun menzilli silah aldırtırdım. Yani, ona gerek duymuyordum; çünkü, hepimizin tabancası vardı. Benim yanımdaki koruma polislerinin hepsi, özel eğitilmiş, özel harekât polisleridir. Bugün, Türkiye'de, en iyi eğitilmiş polislerin sınıfında. 
BAŞKAN - Şimdi, tabiî susturucularda var. Şimdi, dediniz ki, bu Kocadağ'a da ait olabilir bir ihtimal -tabiî ihtimallerden birisi- Çatlı'ya da ait olabilir veya başkası da koymuş olabilir. Yalnız, bunlar çantada çıksa, yani, mantıken doğrudur diyebiliriz; ama, sizin arabanızın, arka koltuğunun atındaki cepten çıkıyor. O zaman, bunu nasıl izah edecekseniz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, eğer çantalarından vardıysa, eğer, biz onları varsayarsak, onlarınsa eğer, ben arabaya binmeden zaten, bütün eşyalarımız odalarımızdan bile inmişti. Eğer, biri çıkartıp, çantasında varsa, oraya koyduysa; çünkü, ben gittiğim zaman önde oturdum ve buradan çıkıştan itibaren arabanın anahtarı bende değildi. Ben, buradan İstanbul'a giderken, belki bir saat kullanmışsam olabilir; onun dışında arabada kullanmadım. 
BAŞKAN - Susturucular peki Sayın Bucak; susturucu da Çıktı, onlara ne diyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, bir de bir şey söylendi basında; hatta, bilmem, karakoldan sormuşlar; bu silahlar gizli bölmelerde yakalanmış. Ben, özellikle arabamın araştırılmasını istiyorum, benim arabamda, bir sigara paketi koyabilecek bir tek gizli bölme yok; kesinlikle, gizli bölme diye bir şey yok. Zaten, daha sonra -tahmin edersem büyük bir kaza olduğu için- Almanya'dan mühendisler gelmiş; şu anda, sigortanın götürdüğü arabam onlarda, sigorta arabamı aldı; bakılsın. Daha sonra, tekrar bir gazetede çıktı, efendim, yok iki arka koltuğun arasında gizli bir bölme... O gizli bir bölme değil, benim arkadaki koltuklarım bile iki kişinin iki ayrı koltuk, üç kişi oturamaz, tek tek, hareketleri de ikisinin bağımsız; ortasında, böyle birazda yükseklikte, belki 10 santim, orada eşya koymak için bir göz var, hatta, arabanın kapı döşemeleri ve ön göğsünde olan ahşaptan yapılma. 
BAŞKAN - İşte, silah zaten orada çıkmış. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Eğer, orada çıktıysa; arkadaki insanlardaysa bu silah, ve taşımaktan rahatsız olmuşsa çıkartıp oraya koymuş olabilir; çünkü, orası, böyle, çekmeceli bir göz, çekiyorsunuz, açılıyor ve ben, genellikle oraya gözlüğümü veya kasetleri koyardım, başka eşyalar koyardım; burası, kullandığımız bir yerdi. Ben, özellikle de arabamın araştırılmasını istiyorum, bu sizin aracılığınızla daha iyi olur, benim arabamda tek bir gizli bölme, tek bir eşya saklayabilecek gizli yerim yok. Bu araştırılsın. 
BAŞKAN - Yani, susturucular... Tabiî, tabancayı izah ettiniz de, iki tane de susturucu çıkmış, o da tabancadaki ihtimaller gibi diyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, o araya konmuş güya, sonradan gazetelerden çıkıyor. Ortak kol dayamanın altında... O kol dayama açılıyor, kapanıyor, o dediğim yer zaten açıkta. 
Bu, eğer arkadaki insanlardaysa, varsayalım, bu taşımaktan rahatsız olmuşsa; çünkü, bende genellikle yolculuk yaparım, uyurken silahım rahatsız ederse` çıkartırım, yanımdaki, arabanın ön koltuğunun arkasında cep var oraya koyarım veya yere bırakırım, bir yerlere bırakırım. Eğer, bunlarda öyle olmuşsa, çıkartıp oraya koymuşsa, onu bilemem. 
BAŞKAN - Peki. Sayın Bucak, Çatlı'yla nasıl tanıştınız? Çatlı olarak mı tanıyordunuz onu; o güne kadar Mehmet Özbay olarak mı tanıyordunuz? Veya, başka isimle mi tanıyordunuz? İlişkiniz nedir; çünkü, birtakım fotoğraflar da var, size, Siverek'e kadar gelmiş, sizde misafir kalmış; yani, ilişkinizin daha, öncesine dayandığı, böylelikle belirlenmiş oluyor. Bu konuları aydınlatır mısınız. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, benim köyüme hayatında bir defa geldi. 
BAŞKAN - Ne zaman geldi hatırlıyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - 1996'da geldi. 
BAŞKAN - Hangi ayda? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Kasım. 
BAŞKAN - Kasım mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - İyi hatırlayamıyorum. 
BAŞKAN - Yani yuvarlak olarak... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - 1996. 
BAŞKAN - Yazı, kışı, ayını hatırlayabiliyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. Yazın bitimi gibiydi. 
BAŞKAN - Sonbahara doğru... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Çünkü, orada, evimde bir havuz var, havuza girilebilir girilemez, soğuk; ama, soğuğa dayanan insan girer. 
BAŞKAN - Ekim başı, eylül sonu falan demek ki. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ekim falan bitmişti, biz artık pamuk toplama zamanıydı. 
BAŞKAN - O zaman Kasım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kasım olur mu? Kasımın başında zaten hadise oldu. 
METİN ÖNEY (İzmir) - Ekim bitmişti derken, buğday falan ekimi bitmişti diyor Sayın Bucak. 
BAŞKAN - Tamam, ben ay olarak anladım. Buyurun Sayın Bucak. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - 1993'te PKK'ya karşı olan bu tavır vardı ve ben, ailemi, çoluk çocuğumu alarak; çünkü, oradaki halkın biraz güvenini kazanabilmek, herkese biraz güven verebilmek için, ben çoluk çocuğumu da aldım, Siverek'e gittim. 1993'ün sonları veya 1994'ün başı, bilemiyorum. Rahmetli babam, burada Ankara'da vefat etti. Ondan sonra, rahmetli babamı da götürdük, Siverek'te defnettik ve o aralar, çok çok yorgundum, taziyeler biz de, 1,5 ay bazen 2 ay devam eder ve Çok kalabalıktır, çok giden, gelen vardır, insan çok yorgun düşer. Ondan sonra 1994'ün ortâsı veya daha sonraydı, dinlenebilmek için Ankara'ya geldim. Yine dinlenemedim, kalktım İstanbul'a gittim. İstanbul'da, o zaman Mehmet Özbay'ı tanıdım. 
BAŞKAN - Nasıl tanıdın? Yani, tanışma nedeniniz nedir? Mehmet Özbay olarak mı tanıdın? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Mehmet Özbay. 
BAŞKAN - Abdullah Çatlı olarak tanımadın? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır kesinlikle. 
BAŞKAN - Nasıl tanıdın, neden tanışmanız icap etti? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Kalabalıktık; biz ya bir yemekteydik -yemekte olacağımızı tahmin ediyorum- yan masalardan biri geldi "siz, Sedat Bucak'sınız” dedi ve benimle tanışmak istediğini söyledi. O grup kalabalıktı tanımadığım insanlar da vardı; şu anda düşünüyorum, belki, o grupta tanıdığı insanlar da vardı, bilemeyeceğim. Oturdu, konuştu, sohbet etti. Ondan sonra, ben orada bir hafta filan kaldığımı tahmin ediyorum. Ondan sonra, beni telefonla sormaya başladı, Ankara'ya geldim, beni aradı. Ben tekrar Siverek'e döndüm. 1995'te geldim, bu aralar artık rahatlıkla gidip gelmeye başlıyordum. Bir veya iki defa beni açıp sordu ve Ankara'ya da geldi. Ondan sonra hep arayıp sorardı. 
BAŞKAN - Ankara'ya kaç defa geldi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Senede gelse gelse; bir senede iki veya çok fazla gelmişse üç... Ama, onu da tahmin etmiyorum. 
BAŞKAN - Her gelişinde sizi görmeye mi geldi. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Beni görmeye geldi; ama, benim dışımda gelmişse onu bilmiyorum; çünkü, ben, her yıl ekim zamanı, biçim zamanı genellikle hep köydeyim. 
BAŞKAN - Geldiğinde, özellikle sizi ziyaret etti. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim, dışarıda bürom vardı. Büroma gelir, oturur, konuşur, sohbet ederdi, giderdi. 
BAŞKAN - Oturup konuşmanın dışında herhangi bir ilişkiniz; iş ilişkisi gibi var mıydı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. Efendim, ben,. burada tüm arkadaşlara söylüyorum. Benim, bu insanla bir illegal bağlantım olduğunu düşünüyor herkes. Aslında, ben, şunu söylemek istiyorum, bir legal işim dahi yoktu bu insanlarla. 
BAŞKAN - İllegal... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, illegali bırakın, legal bile yok. Bir alışverişimiz, bir ticaretimiz dahi yok. Lütfen, bunu birileri tespit etsin,ortaya koysun, her şeyi kabul edeyim. Gelip sormak varsa, sordu; bunu söylüyorum. Sordu, aradı... 
BAŞKAN - Sayın Bucak, bu Çatlı'yla defalarca, 1993 sonundan itibaren... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, 1994'te tanıştım. 
BAŞKAN - 1994'ten beri tanışıyorsunuz, yılda iki defa, üç defa neyse bir görüşmeniz oldu. Bu görüşmelerinizdeki sohbet konusu neydi? Yani, başka bir şeyler anlattı mı? Çatlı, yaptıkları işlerden, daha doğrusu Mehmet Özbay olarak tanıdığınızı söylediniz... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Evet, Mehmet Özbay olarak tanıdım. 
BAŞKAN - Sormadınız mı, ne iş yapıyorsunuz diye? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Bir ticaret sahibi olduğunu, ithalat- ihracat şirketi olduğunu ve ticaretle uğraştığını söylerdi bana. 
BAŞKAN - Size de bir yakınlık duyduğuna göre, bir nedenle yakınlık duşmuş olması gerekir, o yakınlık dolayısıyla bazı şeyler söyledi mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yok, bana, kendi özel şeylerini söylemedi; ama; bir ticaret yaptığını, ticaretle uğraştığını söyledi.
BAŞKAN - Peki, bu Gonca'da sizin arabanızdaydı. Gonca kimdir? Çatlı'yla ilişkisi neymiş; yani, Mehmet Özbay'la... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, onların arasında bir gönül ilişkisi olduğunu varsayıyorum; ama, bunu da söylemek istemiyorum, açıkça söyleyeyim; çünkü, ben hanımını da tanıyorum. Hanımıyla da bir veya iki defa görüştüm. 
BAŞKAN - Çatlı Ailesiyle; yani, Mehmet Özbay'ın ailesiyle de böyle görüşmeniz oluyor muydu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. Bir veya iki defa... 
BAŞKAN - İstanbul'da mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Bir ara, İstanbul'a tatil amacıyla gitmiştik, oradan gelip Kartalkaya'ya geçip, dönecektik. Sömestr zamanıydı tahmin edersem. Ailece İstanbul'da olduğumuzu öğrenince, kendisi de ailesini aldı, geldi. Bir defa veya iki defa... Bir de, burada bir düğün vardı galiba, hanımıyla gelmişti, o. Onun dışında bilmiyorum. Ben, bunu da söylemek istemiyorum, bu ilişkisini. Böyle bir şey olduğunu varsayıyorum; ama, biz, otellerdeyken -tahmin edersem- aynı odalarda kalıyorlardı; ama, söylemek istemiyorum. 
BAŞKAN - Bu, Çatlı'yla, yani Mehmet Özbay ile Kocadağ ilişkisi nedir onlar nereden tanıyormuş? Nasıl tanışmışlar? Samimiyetleri var mıydı, yoksa, sizin yanınızda mı tanıdılar birbirlerini? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, tahmin edersem, benim yanımda tanıştığını ben varsayıyorum. Benden önce tanır mıydı, tanımaz mıydı onu da bilmiyorum. 
BAŞKAN - Peki, İstanbul'da görüşmemiş miydiniz? Siz başta İstanbul'a gittiniz, oradan İzmir'e geldiniz. Çatlı'yla da İstanbul'da beraber oldunuz, değil mi; çünkü, Termalde beraber kaldınız. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ya o beni aradı ya ben onu aradım; yani İstanbul'a geldiğimde. 
BAŞKAN - Şu bakımdan söyledim, şimdi, Hüseyin Kocadağ, sizi İzmir'de arıyor, buluyor ve İzmir'e kadar geliyor; halbuki, siz, İstanbul'a gittiniz. İstanbul'da beraber olmadınız mı Hüseyin Kocadağ'la. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Tahmin edersem, İstanbul'da beni görmeye geldi. 
BAŞKAN - Görüştünüz mü? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, Hüseyin Kocadağ'la her zaman görüşürüm. 
BAŞKAN - Yok, yani, İstanbul'da Çatlı'yla da beraberdiniz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - O anda, o var mıydı, yok muydu onu bilemeyeceğim; ama, daha önceleri beraber olduklarını; yani, benim yanımda gördüğünü biliyorum; ama, benden önce bu insanı tanır mıydı, tanımaz mıydı, onu bilemem. Çünkü, bugün basına bakıyoruz, medyaya, televizyonlara bakıyoruz, o kadar şeyler çıkıyor ki, artık bir şeyi söylemek, emin olabilmek kadar zor bir olay yok. 
BAŞKAN - Peki, siz, Mehmet Özbay'ı nasıl bir kişi olarak tanıdınız? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, konuşmalarımızdan bunun vatan sever, millet sever biri olduğunu biliyorum. Konuşmâları hep bu yöndeydi ve bu da benim hoşuma giderdi. Kim devletiyle beraberse, o insana ayrı bir sevgi duyabilirim. 
BAŞKAN - Hüseyin Kocadağ'la ilişkiniz nasıldı? 

Kocadağ, Siverek Emniyet Amiri

SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Kocadağ, 1980 İhtilalinden hemen sonra Siverek'e emniyet amiri olarak verildi; Siverek'te emniyet amirliği yaptı. Sonra, buraya, Ankara'ya geldi, Özel Harekâtın, tahmin edersem kurulma aşamasıydı, onu bilemiyorum, burada bir dairedeydi; burada da görüşürdük. Ondan sonra, Diyarbakır Özel Harekât Şube Müdürlüğü yaptı. Siverek'e yakın olduğu için -Urfa'dan daha yakın- o zamanlar görüşürdük, kendisi Siverek'e gelirdi; Çünkü, emniyet amirliği yaptığı bir bölgeydi. Bu Kocadağ, daha çok benim babamla çok samimiydi; benim babamla daha çok görüşürdü ve münasebetleri ne boyuttaydı onu da pek bilemem; ama, tabiî, rahmetli babam bununla devamlı görüştüğü için, biz de buna ayrı bir sevgi duyardık. Bizim yöremizdeki insanlar, babalarının arkadaşlarına her zaman değişik gözle bakarlar. Ben de, ona babamın arkadaşı olarak bakıyordum. Rahmetli babamın vefatından sonra, tahmin edersem Tekirdağ, Edirne tarafına gitti. Ondan sonra İstanbul'a geldi. Rahmetli babamdan sonra, ben, bu ilişkiyi sürdürmek istedim; çok sever, çok sayardım. 
BAŞKAN - Bir de, sizin arabanızda, Çatlı'nın eşyaları arasında kokain bulunmuş. Epeyce de yolculuk yaptınız İstanbul'dan Termal'e, Termal'den İzmir'e, İzmir'den tekrar İstanbul'a gidiş; yani, birkaç gününüzü aldı. Bu müddet içerisinde veya daha evvelki tanışmalarınızda Çatlı'nın, kokain, esrar, eroin ticareti yaptığı veya kullandığı bir şey tanık oldunuz mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, kokainin ne olduğunu bilmem. Ne yaparlar, onu nasıl kullanırlar onu da bilmem. Öyle bir şey olduğunu da tahmin etmiyorum, görmedim, bilmiyorum. 
BAŞKAN - Bir de, sizin kaç korucunuz var Sayın Bucak? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim korucum yoktur; devletin korucusu vardır. 
BAŞKAN - Tabiî. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Özür dilerim, devletin korucusu vardır. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Aşiretten kaç korucu var, onu soruyor Başkan? 
BAŞKAN - Evet, o şekilde soralım. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - O zaman bizim önce aşireti masaya yatırmamız lazım; aşiret ne demek? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yok, o kadar ayrıntılı değil, sayı olarak ne kadar. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Bucak Aşireti denen aşiret, o yok, o yanlış bir şey. Orada 50 tane aile vardır, 50 ailenin birleşmesini bir aşiret diye tutmuşlar, o gün, tahmin edersem Sayın Bakanım bir açıklama yaptı 70'i geçici köy korucusu olmak üzere 430 korucu olduğunu söyledi. Bunun 70'i geçici köy korucusu, kalanı, gönüllü köy korucusu. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, Bucak Aşiretinden. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Bucak Aşireti değil yani, o aşiret lafına ben katılmıyorum. 
BAŞKAN - Yani o bölgede, sizin Siverek bölgesinde... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Orada, o Bucak Aşireti dedikleri, varsaydıkları şey, 50 ailenin -veya 60 olabilir, 40'ta olabilir- orada bir Bucak Nahiyesi vardır, karakol vardır, genellikle o nahiyeye bağlıdır; ama, benim bulunduğum köy, Bucak Nahiyesine bağlı değildir, Çaylarbaşı'na bağlıdır. 430 kişi olduğunu Sayın Bakanım açıkladı. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 50'si geçici öyle mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - 70'i galiba. 
BASKAN - Bu konuda sizin bilginiz var mı; yoksa Sayın Bakanın açıklamasıyla mı biliyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Sayın Bakanın açıklaması... Ben, bilmiyorum. 
BAŞKAN - Sizin, kendi özel bilginiz yok yani?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. İsterseniz, Jandarma İlçe Bölük Komutanlığından isteyebilirsiniz, sorabilirsiniz, onlar daha iyi bilir; ama, Sayın Bakanın da oradaki bölük komutanından bunu alıp açıkladığını tahmin ediyorum. 
BAŞKAN - Bu sizin yeğeniniz mi olur, Fatih Bucak? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Fatih Bucak amcam oğludur. Rahmetli Mehmet Celal Bucak'ın oğludur.
BAŞKAN - Aranız nasıl onunla? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - O, kendisi burada oturur; 
BAŞKAN - Ankara'da mı oturuyor? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ankara'da oturuyor. Biz, genellikle diğeriyle, onun da küçüğü vardır, annesi vardır, kız kardeşleri vardır, onlar genellikle Siverek'e gelir, bazı zamanlarda Ankara'ya gelirler. Siverek'te evleri vardır. 
BAŞKAN - Ne iş yapıyor? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Şu anda şirket kurduğunu biliyorum. 
BAŞKAN - Ne şirketi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Tahmin edersem inşaat üzerine olabilir. 
BAŞKAN - Aranız açık mı biraz, kırgın mısınız? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Açık değil, bizde bazen kopukluklar olabilir; çünkü, biz Siverek'te, burada olan birini çok bilemeyiz; yani, o konuda olabilir. 
BAŞKAN - Ama, bu, yakın akrabanız?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Evet, amcam oğlu. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Niye açık mı diye soruyorsunuz? 
BAŞKAN - Yoo, onun birtakım beyanları var da o yönden sormak istiyorum. Yani, aramızda herhangi bir şey yok diyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yani, benim amcam oğludur, ben şimdi çağırtıp dövebilirim. Yani, dövdüğüm zaman da, yaşça benden küçük olduğu için sesini çıkaracağını tahmin etmiyorum. 
BAŞKAN- Sayın Bucak, sizin 6 tane korumanız var. Bunları ismen istemişsiniz siz. Niye ismen istediniz; yani, o Ayhanlar, şeyler falan önceden bir tanışıklığınız veya başka bir ilişkiniz mi vardı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, öyle bir ilişkim yok. 
BAŞKAN - Niçin ismen istediniz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Koruma Şube Müdürlüğü bizi aradı, bana koruma vereceklerini, ben koruma istemediğimi söyledim. Bana, koruma vermek zorundayız denildi tahmin edersem; o zaman, hatırlayabildiğim kadarıyla. Ben "koruma istemiyorum” dedim. Daha sonra aradılar "siz isim verebilirseniz de olur; yani, isim verseniz de size bu korumaları verebiliriz, o şekil de olabilir"... "Tamam ben bakarım "dedim. Bu koruma aldığım insanlar .. Zaten hep bu soruluyor, basında da bu çıkıyor. Bunlar, Özel Harekât Daire Başkanının korumalarıydı. 
BAŞKAN - İbrahim Şahin'in?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - İbrahim Şahin'in. 
BAŞKAN - İbrahim Şahin ile siz tanışıyor musunuz? 

Koruma Tahsisi

SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben tanışırım. O zaman Siverek'te, PKK'ya karşı olan bu tavır ortaya konduğu zaman emniyet genel müdürü geldi, belki bakanlar geldi, paşalar geldi, 7nci Kolordu Komutanından tutun, tugay paşalarına kadar hepsi geldi. O zaman, Özel Harekât Daire Başkanı da geldi. Ben buraya geldikten sonra da beni birkaç defa sordular. Bizi bir defa arayanı biz iki defa ararız; çünkü, o yakınlığı gösteren bir insana biz daha yakın olmaya çalışırız. Burada görüşürdüm Özel Harekât Daire Başkanıyla. Bazen, ben girdiğim zaman ben görmeye giderdim, özellikle bir çayını içmeye giderdim. O benim büroma gelirdi. Bu korumalık yapan insanlar da hep onun korumasıydı. Ondan sonra, bunlar doğuya geldiği zaman, daire başkanı doğuya gittiği zaman, özellikle Siverek güzergâhını seçerdi, gelirdi misafirim olurdu ve biz buna çok sevinirdik; yani, bir devlet adamının gelmesi bizim çok hoşumuza gider. Biz, gelen bir insanın yanında kim varsa, önce misafirimizi ağırladıktan sonra, özellikle de gider, yanında beraber gelen insanlara hoş geldin dileklerinde bulunuruz, özellikle onlarla da ilgileniriz ve bunları her zaman daire başkanlarının yanında görürdüm. Benim buraya geldiğim zaman bile beraberdiler, ben gittiğim zaman daire başkanlığında... Koruma vereceklerini bildiğim için, bana artık isterseniz isim verin dediler, bu uygulama da var, bunu da yapıyoruz... Ondan sonra, ben belki de beni kim koruyabilir, beni korumak isteyen polisler, koruyacak insanlar nasıl olmalıdır diye kendi kendime düşündüm. Tabii, bunların içerisinde özel eğitilmiş özel harekât polislerimiz var ve bunlar da özellikle beni öldürmek isteyecek insanlara karşı dağlarda çatışan insanlar. Ben, belki de daire başkanına sormaya gitmiştim. Gittiğim zaman, hiçbir polis yoktu yanında. Hatta, dikkatimi çekti, sordum; çünkü, Oğuz diye bir polis vardı, o daha önceden Hüseyin Kocadağ'ın korumasıydı. İstanbul'a eskiden gittiğim zamanlar bile görürdüm. İçlerinde Enver diye biri var. Ben bir ara Ankara'ya geldiğim zaman, ilk gelişlerimde, bana bir ekip vermek istediler, Özel Harekât Daire Başkanlığından bir ekip verdiler, koruma ekibi, Enver o zaman onların başkanıydı, Enver'i de oradan bilirdim. Sordum bunlar nerede; abi herkes memleketine gitti dedi. Gittim oturdum çıktım, ondan sonra, ben bunları bulmaya çalıştım. Bunların büyüğünün de hem yaşça hem kıdemce büyük olan Ercan olduğunu bilirdim. Hatta, herkes abi derdi ona. Ben bile bazen "Ercan Abi” derim; çünkü, yaşça benden büyük. Buldum onu, telefonla görüştüm, dedim ki; "Ercan Bey, bana koruma verilmek isteniyor, siz memleketlerinize gitmişsiniz, bana korumalık yapar mısınız? Korumalık yaparsanız, isimlerinizi yazıp verebilirim bana koruma vermek isteyenlere". O ara "benim diğer arkadaşlarla görüşmem gerekir” dedi. Olur dedim ve diğer arkadaşlarla görüştü, bazıları da beni aradı "böyle bir şey söylemişsin” "Evet” dedim. “Abi sana korumalık yaparız ve bundan haz duyarız, tabiî sana isteriz” dediler. Hatta, bunlar 5 kişi çıktı, bana 6 kişi vermek istiyorlardı. "6.ncı da lazım” dedim, "biz bulabilir miyiz” dedi, "bulabilirsiniz” dedim. Sonra, bizim çalışabileceğimiz bir arkadaşımız var dediler, Mustafa o. Mustafa'yı hiç tanımazdım. Bu isimleri yazdım. İsterken bile daire başkanlarına sordum "abi bunların gitme amaçları başkamıydı, bir şeyler var mıydı; bunları ben koruma olarak alabilir miyim? “"Tabiî, hepsi aslan gibi çocuklar” dedi. Yani, almamda bir mahsur yok?.. Hayır dedi. Ben yazdım. Sayın Bakanım Mehmet Ağar'a verdiğim zaman da, Sayın Bakanım, bunun da araştırmasını yapın, bunlar uygunsa bana verilmesini istiyorum dedim. Tamam dedi. Hatta, çok zaman sonra verildi; yani, hemen de verilmedi. 

Topal Cinayeti Sonra Bucak Devrede

BAŞKAN - Siz, bu Ömer Lütfi Topal cinayetinden sonra, sizin de koruma polisliğinizi yapan bir arkadaş gözaltına alınınca siz İstanbul Valisini veya Emniyet Müdürünü aradınız mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Aradım. 
BAŞKAN - Niçin; yani, o zaman korumanız değildi. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ama, o zaman ilişiklerini kesiyorlar, tebliğ edilmiş, herkes bulunduğu yerden ilişiğini kesiyor, gelip başlayacaklar. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O zaman değil... O zaman değil... O zaman 26 Ağustosta. Bunlar 25 Ağustosta... 
BAŞKAN - Temmuzda olay oluyor, 28 Temmuzda, ağustosta... 28 Ağustosta bunlar gözaltına alınmış. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben tarih söylüyorum size... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yaşar Abi, ben size bir şey söyleyeyim. Ercan polis, İzmir'de ilişiğini keserken polisler emniyete alıyor; yani, tebliği edilmiş bunlara, artık bunlar ilişiğini kesecek; çünkü, tebligat yapılmıştı tahmin edersem. Ondan sonra gelip başlayacaklar. Hatta, Ercan polisin de İzmir'de ilişiğini keserken alındığını kendisi söyledi. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bu söylenen olayın ilişik kesmeyle veya size verilmesiyle hiçbir alakası yok. Yani, ilişik keserken alınıyor falan değil. Siz bu insanların alınmasından çok önce... Bunu emniyet müdürü söylüyorsa herkes buna itibar eder. Siz, bu korumaların gözetim altına alınmasının birinci saatinde gözetime niçin alındığını soruyorsunuz, birinci saatinde. Sizin bundan haberiniz olmuş. Ondan sonra tekrar bir daha sormuşsunuz. 
BAŞKAN - Yani, birkaç defa aramışsınız, ne dediniz, aradığınızda ne dediniz? 
YAŞAR TOPÇU {Sinop) - O zaman ilişik kesme falan yok; yani, hiç o tür bir ilişkiyle izah etmeye kalkarsanız kimse onu kabul etmez. Ben hukukçuyum. Siz benim kardeşimsiniz, ben size işin doğrusunu söyleyeyim; yani, bize sabahtan beri, yaptığınızı anlattınız. Onları biz arkadaşınız, dinleriz de, başkaları bu anlattıklarınıza göre hüküm vermez. Yarın itham altındasınız, bundan dolayı şey edersiniz... 
BAŞKAN - Yaşar Bey, serbest bırakın da kendi anlatsın. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben söyleyeyim de; yani, sabahki dinlediğimiz gibi olmasın, onu söylüyorum. 
BAŞKAN - Kendi bildiği şekilde anlatsın. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, o amenna da, kendi bildiği şekilde anlatsın da, biz de burada seyahatname dinler gibi işi götürmemize gerek yok. İşin aslını söylüyorum. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yaşar Abi, bunlara tebligat yapıldığını hatta biz buradan ilişiklerini kesecekler, zaten kesseler bile benim yanımda, başlamıyorlar. Gelip Ankara'da Koruma Şube Müdürlüğünde başlamaları gerekir. Başladıktan sonra da, tahmin edersem, kestikten sonra başlamaya kadar mehil müddeti var. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- O formalitesi. Siz o gün telefon?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Tamam, ben aradım; ama, niye aradım? Diğer polisler aradı. Böyle bir şey olduğunu, bilmediklerini niye alındıklarını... Bu insanlar da bana koruma gelecek. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O zaman yoklar Sedatçığım. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır Yaşar Abi, ben koruma istemişim, bu insanlar koruma gelecek bana. Benim, bunların yaptığı bir suç varsa bilmek zorunluluğum var; yani, bu insanlar kötü bir şey yapmışsa, en azından benim bunu bilme ve bunlardan vazgeçmem olur. Diğer polisler aradı böyle bir şey olduğunu söyledi. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) -...Yok diyorum kardeşim... 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Neyi yok efendim?.. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Koruma verilme hadisesi yok... 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Burada verildi denmiyor efendim, daha tebligat safhası... 
BAŞKAN - Kendi aramızda konuşmayalım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siz müsaade edin, bir şey öğreneceğiz. bir şeyin aslını öğreneceğiz, çok önemli bir hadise bu. Gözetim altına alınan insan aranıyor, üç tanesi ve bu insanla netice itibariyle, bunun şahsen bir olaya karıştığı söyleniyor. Basit bir şey değil ki, ortada henüz koruma işlemi yok. 
BAŞKAN - Peki, o polislerle de görüşmüşsünüz. Daha henüz sizin koruma polisiniz olmamasına rağmen, bunlar gözaltına alındığında, hatta ve hatta cinayetin işlendiğinde görüştünüz mü; yani, 28 Temmuz 1996 tarihinde? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır efendim. Görüşmeme de imkân yok. 
BAŞKAN - Hiçbir şekilde görüşmediniz?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, babamın amcası çocukları var Mersin'de, Ali Bucak. Onun oğlu, çok genç bir kazaen silah değiyor ve vefat etti ve getirdiler Mersin'den Siverek'e, köyde gömdük, kendi köylerinde, babamın amcazadeleri. Ben sabah kalkardım erkenden, taziye evine giderdim, akşama kadar kalırdım. Zaten, bizim orada cep telefonunun çekmesine imkân yok. Normal şartlarda, bir günde buradan yüz defa ararsanız bir defa düşer, köy telefonlarımız öyle. 
BAŞKAN - Demek görüşmediniz?, 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, ben yokum zaten. Giderdim gelir gelmez, böyle kazma kürekle çalışmış gibi uyurdum; çünkü, çok kalabalıktı, öyle bir şey olmasına imkân yok. Hatta, bir gün yoldan gelirken, bilmiyorum kaçıncı günüydü taziyenin, biri dedi ki, ben de önde oturuyorum, onlar arkada, kendi köyüme geliyorum, şu gazinocular kralını öldürdüler. Ben, de Allah Allah dedim, şu Fahrettin Aslan'ın düşmanı kim ola” deyince yok yok o değil, dediler, kumarcı bir tane varmış. Aaa dedim geçiştirdim. Ben, oradan da biliyorum bu olayı. Ben köydeyken bile çoğu zaman, partiden dahi aradıkları zaman bir gün ararlar, sabahtan akşama kadar ancak bana bir defa ulaşabilirler; yani, çok zordu. 
BAŞKAN - Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir'i falan da tanıyor musunuz?. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Sami Hoştan isminde bir insanı... 
BAŞKAN - Arnavut Sami de diyorlar aynı zamanda. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben Arnavut Sami dendiğini de bilmezdim. Bunu, bir defa, ara seçimler vardı, belediye seçimleri, biz partimizin ayırdığı Çınar oteli vardı, denizin kenarında bir yer, semtini de bilmiyorum, orada kaldığımız zaman, kalabalık bir grupta, o zaman kimin arkadaşıydı, kimle gelmişti bilmiyorum; çünkü, seçmenler gelir, bir arkadaşımızın başka tanıdıkları gelir ama, biz de gider içine girerdik seçim zamanı. Bir grupta o zaman bunu gördüm; ama, gelir giderdi, herkesle ilgilenmek isterdi, ama, ben bilmezdim, tanımazdım. Ben bunun bir ayakkabıcı olduğunu biliyordum, bir ayakkabı dükkânı var, ithal ayakkabı getirirmiş, satarmış. Zaten, belki ondan sonra bir yıl falan belki hiç görüşmedik. Daha sonraları, buraya birkaç gelişi var. Bir kızının burada okuduğunu söyledi, kızının yanına gelmişmiş; yani, onun için de gelip gelmediğini bilmiyorum, Bilkent'e. Bununla pek fazla da samimiyetim yoktu. 
BAŞKAN - Sizin aileden veya sizden, yakınınızda, böyle kumarhane, kumarla, kumarhaneyle ilişkisi olan var mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim ailemde, bizde örf ve âdetlerimize göre, geleneklerimize göre, kumar bizim kafa yapımıza, görüş açımıza tamamiyle ters olan bir olay. Yani, tabiî olamaz da, varsayalım, şu anda benim on ya da yirmi tane beş yıldızlı otelim olmuş olsa, bunların da gazinosu olması şart. Ben hiçbirini çalıştıramam, ben işletemem; çünkü, bana bizim ailemize, fikriyatımıza, her şeyimize ters. 
BAŞKAN - Sizin iki yeğeniniz zannedersem öldürüldü?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim bir amcam oğlu öldürüldü. 
BAŞKAN - Yani, yakınınızda. Onlar, nerede öldürüldü, kim öldürdü, niçin öldürdü? Yani, kumarhanede, kumar işinden dolayı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, kumar işinden dolayı değil. Bir gece kulübü, burada diskotek, tahmin edersem girersin veya giremezsin diye üç tane genç tartışmışlar, ondan dolayı. Kumardan dolayı; hayır, kesinlikle. 
BAŞKAN - Söylemezler ile sizin ihtilafınız var mı, nedir, sizi listeye almışlar öldürmek için falan? 

Söylemezler'le İhtilaf

SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, Söylemez diye biz daha önce ne bilirdik, ne duyardık; yani, gelse bile bilmezdik; ama,bu üç kişinin öldürülmesinde - biri amcam oğlu- bunlar gece gezmeye çıkıyorlar, ama nasıl onu da bilmiyoruz. Bir diskotek varmış, oraya girmek istemişler, girersin veya giremezsin, orada üçünü de öldürmüşler. Ondan sonra bu Söylemezler'i bildik. Başka bildiğimiz veya tanışmışlığımız yoktu. 
BAŞKAN - İşte diyorlar ki, iddia ediliyor ki, sizin adamlarınız veya sizin ailenizde Eskişehir'de bunların iki tanesi öldürüldü ya, size atıyorlar. Hatta, cezaevinde dahi bizi öldürecekler gibi planlar kurdular diyorlar. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır efendim. Tahmin edersem, onun suçluları hepsi ceza yedi. Hepsinin ceza yediğini de biliyoruz. Artık, nerede ne olsa, herkes bir yerden, köşeden bucaktan bulaştırılmak isteniyor. 
BAŞKAN - Yani, sizin bir şeyiniz yok diyorsunuz. Peki, Sayın Mehmet Ağar ile siz milletvekili olmadan evvel de samimiyetiniz var mıydı veya o bakan olmadan, genel müdür olmadan evvel? Daha doğrusu, Mehmet Ağar?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, genel müdür olana kadar. Ben, genel müdür olmadan evvel ne ismini bilirdim ne de tanışmışlığım vardı. ne görüşmüşlüğüm vardı. 
BAŞKAN - Evet, Yaşar Bey, sizden başlayalım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) -... televizyonda adam diyor ki, lojmanda kaldım, evinde kaldım... 
BAŞKAN - Şimdi, iddia edilen bir şey var, onu öldüren kişiler veya olaya karışan... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Öldüren kişilerden bir tanesi diyor ki, biz Sedat Bucak'ın lojmanında kaldık... 
BAŞKAN - Evet, sizin lojmanınızda kalmış. Bunu, basın vasıtasıyla açıkladı, nedir? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Ben, bugün ben o insanın ne amaçla dediğini de bilmiyorum, parayla mı çıkarıldı, her gün bir iddialar duyuyoruz insanlardan. Benim evime, ben gelmemiştir veya gelmiştir diyemem. Ben o insanla görüşmedim, konuşmuşluğum da yok, tanımam da; ama, benim evime gelen bir insanla gelmişse, gelebilir, hiç kimse de bilmez; ama, belki kalsa da bir gece kalabilir Yaşar Abi, onun dışında kalamaz. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Adamın söylediğini söylüyorum, televizyonda söylediğini söylüyorum. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yani, kalsa bile bir gece kalabilir; ama, fazla kalamaz. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Tanımadığınızdan dolayı mı gelse bilmem, yoksa gelmiş de kaldı, bir gece kaldı.... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) -Siz o adamı tanımıyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- Nasıl oluyor, adam diyor ki, biz bu işin tetikçisiyiz, evde bu kadar kaldık. Yani, yalanın bu derecesi biraz fazla olur. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. Çok fazla. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, bu tür yalanlar çabuk ortaya çıkar, kimse ciddiye almaz. Ama, o adam da o işin tetikçisiyse, ki, tetikçisi olduğu anlaşılıyor, yani, soruşturmada onu gösteriyor. Şimdi, sizin orada uzunca bir süre, bir seneye yakın sanıyorum -anlattığı şekilde- evde barındığını, girip çıktığını... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Nerede? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sizin evde barındığını... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Bir seneye yakın... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Öyle diyor, adamın söylediğini söylüyorum ben. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) -Yanlış. 
BAŞKAN - Peki, bir de şu Mehmet Ali Yaprak olayı var. Siz tanıyor musunuz Mehmet Ali Yaprak'ı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Efendim, ne öyle bir insanı tanırım ne öyle bir televizyonun da Antep'te olduğunu bilirim; çünkü, Gaziantep'e benim gidip gelmem yoktur. Çünkü, bir ara benim teyzem oradaydı. 

Mehmet Ali Yaprak'ın Kaçırılışı

BAŞKAN - Tanımamış olabilirsin de veyahut da şöyle sorayım; Mehmet Ali Yaprak'ı biliyorsunuz kaçırmışlar, sizin o taraflarda bir yere getirmişler. Yani, böyle bir şey duydunuz mu, sonradan da olsa kulağınıza geldi mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, kesinlikle. 
BAŞKAN - Siz yapmazsınız da, sizin, misal olarak söylüyorum, geniş bir aile, aileden birisi veya sizin bir tanıdığınız, o, mesela... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Benim ailemden biri yapmış olamaz. 
BAŞKAN - Polislerden birisi getirip de en emin burasıdır diye, olabilir mi böyle bir şey? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, kesinlikle. Yani, efendim, biri bir insan kaçıracak ve getirecek beni bulaştıracak... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi, o çağırma olayına, tekrar izin verir misiniz, bana madem söz verdiniz, çağrılma, yani, sizin İstanbul Emniyet Müdürünü arama olayına tekrar dönüyorum. Şimdi, bakın burada önümde yazı var. Bir defa Ercan Ersoy 5.2.1996 tarihinde, yani, olaydan size,verilmesinden sekiz ay önce genel hizmet birimine aktarılmış. Öbürü, Ayhan Çarkın, 1995 yılında İstanbul Özel Harekât Daire Başkanlığına aktarılmış, Oğuz Yorulmaz da 96 yılının 3 üncü ayında aktarılmış. Bize emniyet müdürü diyor ki buradaki ifadesinde "biz bu kişileri gözetim altına alıyoruz diye de almadık.” Siz şimdi diyorsunuz ki, gözetim altına alınmış, bana koruma verilecek, muamele yapılıyordu, ben bunu öğreneyim. Bizim bunları emniyete çağırma sebebimiz, dışarıdan gelen bazı Rus kaynaklı yahut şey kaynaklı kadınlarla olan ilişkileri sebebiyle çağrıldı, çağrılması böyle ve bu çağrılmalarının akabinde Sedat Bucak Bey bizi aradı, daha gözetim hali söz konusu değil... Siz bunların emniyete çağrılmasından şüphelenerek aramışsınız, bu mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, kesinlikle değil. 
YAŞAR TOPÇIJ (Sinop) - Ama, Emniyet Müdürünün söylediği laf. Diyor ki, biz gözetim altına almadık. Falanca kadınla ilişkin var, gel buraya diye, böyle bir şeyle... 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - İstanbul’dakini öyle çağırmış. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- Ötekini de öyle çağırdım diyor. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ)- Hepsini değişik bahanelerle... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) -... sormaya geldim diyor Ayhan Çarkın... Zaten, dışarıda kalan da o. Siz de ilk bir saat içerisinde aramışsınız, henüz gözetim falan yok. Size verilmesi de söz konusu değil. 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Yaşar Abi, ben bir saat olup olmadığını bilmiyorum. Ercan Bey, o polis, İzmir'de ilişiğini kesmeye giderken, oradan çok değişik bir vaziyette, onların anlatmasına göre on polis üzerine atlıyor, alıp götürüyorlar. Diğer istediğim koruma, Enver Bey, o da İzmir'de... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O yok... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - O da İzmir'de ama ve götürülüyor. Sonra, bunların, zaten bunları haber almam diğer polislerden. Benim de arama sebeplerimden biri, eğer bunların bir suçu varsa, yaptıkları başka değişik bir suç varsa, benim bunları almamam ve ben oradaki müdürden neyi soruyorum, onu sormanız lazımdı. Ben, bunların suçu ne, bunları niye alıyorsunuz? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop)- Suçu ne diye sormamışsınız "niye"... Onu da söylüyorum. Adamın ifadesi o, açıp okurum buradan. Siz bunları emniyete niye çağırdınız diye sormuşsunuz... 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır, hayır... 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Aynı meal ama?. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Değil, aynı meal değil? Suçu ne, başka niye çağrılır... Polis memuru emniyete niye çağrılıyor diye sorulur mu kardeşim, polis memuru karşıdaki, vatandaş değil ki. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Şimdi, sizin de korumanız var... 
YAŞAR TOPÇU {Sinop) - Şimdi, ben bir şey anlatıyorum. Bir polis memurunun emniyete çağrılması kadar tabiî bir olay var mı; vatandaş değil bu. Vatandaş çağırılırsa suçu ne diye sorarsınız. Siz, çağıran emniyetçiye soruyorsunuz suçu ne diye. 
BAŞKAN - Yaşar Bey, sizin başka sorunuz var mı? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Arkadaşlar sorsun, konuşsunlar... 
BAŞKAN - Sema Hanım, buyurun. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sedat Bey, Rıdvan Kocaman diye bir isim duydunuz mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - Hayır. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tanımıyorsunuz... Bucak olarak sizin, biraz önce biraz anlattınız ama, aşiret demiyoruz, topluluğunuzun PKK ile mücadelesindeki rolü ne zaman başladı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Devamla) - 1979'da rahmetli amcam Mehmet Celal Bucak Şanlıurfa Milletvekiliydi. 79'da amcama karşı öldürmek için yapılan bir suikastta amcam yaralandı, daha sonra, hatta hanımının kardeşinin veya ablasının, bir çocuk daha öldü, benim babamın dayısı oğullarından biri vardı, o vefat etti ve 1980 ihtilaline kadar devam etti PKK ile. Ben o zamanlar 18-19 yaşındaydım. O zamanlar da vardı. Ondan sonra, örgüt hiç Siverek'e girme meyli yoktu. Fakat, sonra buraya milletvekili seçildikten sonra, bu milletvekillerinin... biz oraya gireceğiz, biz devletle kavga edeceğiz, devleti öldüreceğiz, askerini öldüreceğiz, polisini; sen tarafsız kalacaksın. Siz Bucak olarak sizler tarafsız kalacaksınız, bize müdahale etmeyeceksiniz, bizi şikayet etmeyeceksiniz. Biz, hayır, devletimize karşı yapılacak... devletimize karşı yapılacak bir eylem, bize karşı yapılmış eylem olabilir. Bu olamaz ve özellikle, Bekaa'dan dahi elçi gönderildi, Abdullah Öcalan tarafından. Sayın milletvekilleri, benimle görüştürdüler bu insanları; o zamanlar, ben, kasetlere de kaydettirdim, cebime teyp koyarak; buradaki emniyet müdürünün, bütün istihbarat birimlerinin haberi vardı, hepsine söylemiştim. Ondan sonra, bunların, orada yaptıkları eylemlerden bazıları, ilk öldürme eylemlerinden bazıları, bir korucuyu öldürmek, ondan sonra ANAP ilçe başkanımızı ve kardeşini öldürmek, ondan sonra, ben de oraya gittim; tabii devletin desteği vardı, bunları bize söyleyin, gösterin, bize istihbarati çalışma yapın diye. Halk, zaten, tedirgindi, Siverek halkı; çünkü, 1979'daki terör olaylarını yaşamışlardı ve Siverek'in, o zamanlar, evlerinin üçte ikisi boştu. Bir daha o günleri yaşamak istemiyorlardı. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Sedat Bey, uzun bir mücadeleydi bu; çünkü, kendi o bölgenizin, kendi insanınızın böyle hangi eylemlerde terör ve dışı olarak söyleyebileceğiniz... PKK ile mücadele ettiğini söyleyebilir misiniz şunlar şunlar diye; yani, operasyon yapılıyor muydu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Operasyonu devlet yapardı. Jandarma İlçe komutanı, böyle bir şeyler yapacağı,zaman, halkın istihbarati çalışmaları vardı; yer göstermeleri vardı; onlar kendi operasyonlarını yaparken, kendi korucularını toplar giderlerdi; ama, on tane ama elli tane, ama yüz tane, ama beş yüz tane onu bilemem. Yani, şu izlenim verilmek isteniyor, hep işte efendim, bu korucular veya biz Sedat Bucak mı operasyon... Hayır biz yapmadık. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O zaman, sizin mücadelede, çok önemli yeriniz olduğu ve tarafsız bile kalsanız devlet için Çok faydalı olacağınız söyleniyordu. Bunun yanında bu kadar korucuda var, her ne kadar rakam 400 civarında değildir ama, nasıldır? Niye, size 10 bin tane askeri var diyorlar? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - İster bunlar açıklansın, ister açıklanmasın, PKK bile bilse bizim bu kadar şeyimiz yok... Biz, 1979'da, PKK bu kadar güçlü olmamasına rağmen, 140 ilâ 150 arasında insan öldürüldü bizlerden; çoğu da benim yakınımdı. Bunları, özellikle, böyle abartılmış söylemek sırf PKK'ya bir korku verebilmek, Siverek'e gelmesini önleyebilmek, onun dışında bir şey değil. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, bu terörle mücadele yapan üst düzey kamu görevlileriyle biraz önce bahsettik, olağanüstü hal valiliği olsun, il valiliği olsun, emniyet müdürlükleri, jandarma komutanlıkları, onlarla sizin ilişkileriniz nasıldı? Mesela Korkut Eken ile?.. Ne kadar sıktı? Siz de mi kalıyordu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kim, hayır hayır... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Harekatla ilgili olanlar; yani o bölgede çalışma yapanlar... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, herkesin yeri vardı. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O bölgede çalışma yapanlar da... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Yani, bu taraftaki insanların mı o tarafa gelmesini kastediyorsunuz?.. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu görevli kişilerin oradaki görevleri. sırasında sizinle çok yakın ilişkileri yerinizde kalmaları... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Oradaki görevlileri mi söylüyorsunuz efendim anlayamadım. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu konuya katılabilen herkesi... İI olağanüstü valiliği, il jandarma, oradakiler, onun dışında Ankara'dan gelip gidenler için de soruyorum... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ankara'dan gelip giden pek yoktu. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Niye İbrahim Şahin zamanında Ankara'dan gelmez miydi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - İbrahim Şahin, onlar Doğuya geçecekleri zaman gelir Siverek'ten geçerlerdi. Otururlardı çayımı içerlerdi; hatta ben ısrar ederdim yemek yemeleri için... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Kabul ederler miydi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ama, işleri olduğunu söyler giderlerdi. Onu bilmem; ama, dönüşte gelirlerdi, bazen kalmalarını isterdim. Kalın, bu, bize bir şeref verir derdim. Yani, bir misafirimizin bizim evimizde kalması iyidir. Bunu isterdim. Bazı kişiler kalmış olabilirler, kaldılar da; ama, bunun çok sık olduğunu tahmin etmiyorum. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Mehmet Ağar?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Mehmet Ağar, hiç evimde gelip kalmadı. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Emniyet müdürü olduktan sonra?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Emniyet genel müdürüyken, hatta geldiği zaman 7.nci Kolordu Komutanıyla Diyarbakır’dan beraber geldi, Urfa Valisi, Emniyet Müdürlüğü, hatta Siverek halkının içine çıktı, biz de, orada, merkezi yerler var; çıktılar, orada gezdiler, hem 7.nci kolordu komutanı hem Mehmet Ağar emniyet genel müdürü olarak konuşma yaptılar, halk toplandı, bunlar konuşma yaptılar. Bu kadar. Zaten, kaldığını da tahmin etmiyorum Mehmet Ağar'ın. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki Sedat Bey, o koruculara silahlar dağıtılıyor, silahlar veriliyor devlet tarafından, bunu, siz kendi ifadenizle söyleyebilir misiniz ne şekilde temin ediliyor, mühimmatı ne şekilde sağlanıyor? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, onu ben... Zaten devletin verdiği silahlar var. Eğer, devlet bir operasyona giderse, çatışma olursa silahları, benim tahmin ettiğim kadarıyla, onu da çok iyi bilmiyorum, korucular giderler orada kendi aralarında kimin mermisi eksilmişse onlar verir. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Size de mi aynı şekilde veriliyor verilen silahların mühimmatı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bana verilen silahları, ben, operasyona gitmediğim için, ben, sırf onu kendimi, evimi korumak için veya bulunduğum yerde korunmak için önemli bir baskın olabilir diye korunmam için verilen silahlar. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Mühimmatları yine öyle mi veriliyor? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Mühimmatları ilk baştan verildi, o verilen mühimmatlar; ama, eğer, bir çatışma olursa, sıkılırsa, silahlar patlarsa, onu jandarmaya bildirip... Boş kovanı toplamaları lazım mı lazım değil mi onu bilmiyorum. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Sedat Bey, biraz önce üzerine basarak soruldu ve söylediniz "Mehmet Özbay'ı, kesinlikle Abdullah Çatlı olarak tanımıyorumdum" dediniz. Tanısanız ne olurdu, ne değişirdi sizin için yani, hangi yönüyle hayır kesinlikle tanımıyorum, o şekilde, Mehmet Özbay biliyorum diyorsunuz; niye diyorsunuz; hangi yönüyle rahatsızsınız? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Onu Yaşar Ağabey de sordu ama, ben sorulacak diye tahmin ettim. Şimdi, ben bu insanın bugün gösterildiği gibi bir insan olduğunu bilsem... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, gösterildiği derken sizi rahatsız eden şu andaki sıkıntılar nelerdir? 

Çatlı'nın Kim Olduğunu Bilsem Yakalatırdım

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bilmem hangi yılda burada bir katliam yapılmış, adam öldürülmüş, bilmem ne yapılmış, bunları bilsem, kesinlikle devletin makamlarına bildirir, devlet yakalamasa dahi, devlet bizim adamımız dahi dese, ilişkimi keser, hiç merhaba vermezdim, konuşmazdım. 
SEMA PİŞKİNSÜT - Uyuşturucu bağlantısı yönünden... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır kesinlikle bilgim yok. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bununla ilgili, aksine beyanınız oldu kazadan sonra "çok değerli bir insandı, yine aynı şeyleri yapardım” bunu, kendiniz söylediniz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) -Ben, o zaman konuşmalarımda... Ben, zaten, o HBB konuşmasının beş dakikasını veya on dakikasını hatırlıyorum, onun dışında hatırlamıyorum ve bunu ben kesinlikle... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Nasıl efendim, anlayamadım, neyi hatırlayamıyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, HBB’ ye çıkıp konuşma yaptım, onun beş veya on dakikasını hatırlıyorum gibi, onun dışında hatırlamıyorum. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, sorulara ne cevap verdiğinizi falan hiç hatırlamıyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, ben sonra kaset getirttim, izlemeye kalktım, ben, orada hareketlerimi konuşmalarımı görünce tamamını bile izlemedim. Artı, benim bunu tanımam nasıl? Bunu sormadınız. Ben bunu sormanızı bekledim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kimi, Abdullah'ı mı? Anlattınız ya; "Yemek masama geldi ben sizinle tanışmak istiyorum dedi” dediniz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, o zaman, Mehmet Özbay olarak tanıyordum. Ben Abdullah Çatlı olarak veya kim olduğunu... Ben, şimdi ölen insanın da Abdullah Çatlı mı, Mehmet Özbay mı, başka biri mi olduğunu bilemem ki. Bilmiyorum. Ben, bizim hükümetin güven oylamasıydı, o zaman gelmişti; çünkü, hep oradaydım. Geldim, Mehmet Özbay'da gelmişti, bir hafta önce... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nereye? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ankara'ya. Bir gün bana uğradı. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ağustos sonunda... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bilemiyorum. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hükümetin güvenoyu aldığı zaman... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Refah Partisinin... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - 8 temmuz... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - O zaman -bir hafta önce mi gelmişti onu iyi hatırlamıyorum- bir gün bana "özel bir görüşebilir miyiz” dedi; tabiî dedim. Gittik, içeriye oturduk "sana söyleyeceklerim çok gizli” dedi. Çok gizli deyince, ben, gizli bir şey varsa söyleme dedim. "Yok, bunu, belki duyarsın aramızda bir kopukluk olur” dedi; buyur dedim. Cebinden şöyle bir şeyler çıkardı, koydu. "Ben, Mehmet Özbay'ım, biliyorsun” dedi, Biliyorum, bundan da bir şüphem yok dedim. "Ama, sana söyleyeceğim, ben devletle çalışan gizli bir adamım; bunu da kimsenin bilmemesi lazım. Şu kimliğim, şu yeşil pasaportum, bu ehliyetim, bu silah ruhsatım, bu nüfus cüzdanım” dedi. Bir şeyler çıkardı, hatta resminin olduğu presli bir naylonda bir kağıt gördüm. Tahmin edersem, üzerinde çıkan kağıttı. Ben, onu aldım, okuyayım dedim, baktım terörde uzman yazıyor, bıraktım. Dedim ki, bunları bana söylemenin amacı... "senin devletle ilişkilerin iyi. Belki yarın duyarsın bir kopukluk olur aramızda; ama, ben gizli bir insanım” deyince, ben onun dediği ismi, ben onun kullandığı lakap zannettim. Çünkü, verilmiş nüfus cüzdanı var, yeşil pasaportu var, ehliyeti var, silah ruhsatı var. Bugün, burada, ben, tanımadığım bir insanı veya benim tanımayan bir insan, beni nasıl tanır, ben cebimden çıkaracağım kimlikle beni tanırsınız. Ben, onun, sonuna kadar bile Mehmet Özbay olduğuna inandım. O kullandığı şey, lakap zannettim veya kod ismi zannettim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hangisini'?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bana söylediği Abdullah ismini çünkü, biri çıkıyor Yeşil, biri çıkıyor Sakallı, televizyonlarda izliyoruz, biri çıkıyor... Ama, ben, devletin verdiği resmî kimliklere inandım, hatta, latife olarak şunu söyledim; iyi ki Abdullah Öcalan olduğunu söylemedin. Niye dedi, dedim ki, bugün, Abdullah Öcalan da çıkıp devletin bir ajanı olabilir; ama, onu sevemem sevmem de mümkün değil. Bu, ben, bunu gördüm ve ben de, onu, sonuna kadar devletin bir adamı olarak biliyordum, devletin bir insanı olarak... Hatta şunu söyledi "sen, PKK ile mücadele ediyorsun, devlete olan bağlılığından dolayı, seni, biraz daha fazla seviyorum” Ama, biz, devlet olarak, PKK'nın bitmesi, başındaki adamla beraber, biz bunu istiyoruz. Haa, baktım PKK'ya karşı bu kadar tavrı var. Devlete bağlı, devletin bir insanı, burasını anlamak mümkün değil... Bir insan neye inanır; kimliğe inanır, bugün, sizler bile, o çıkan kimliğin, sahte mi gerçek mi olduğunu tespit edemiyorsunuz, ben nasıl tespit edeyim? Edemem. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, daha önce hanımıyla da görüştüm kısmen dediniz, fazla o konuya girmek istemiyoruz ama... Sizin kendi şahsî arabanız; sizin yanınızda -bu zamana kadar da bir mücadele içerisindesiniz- öyle bir hanımla arkada oturmalarından veya sizinle beraber birkaç gün kalmalarından bir tedirginlik hissetmediniz mi; bir soru sormadınız mı? Yani ne yapıyoruz, nereye geliyoruz gibi... Yani, misafir olarak mı... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, bunun yazılmasını istemiyorum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O kısma hiç girmeyelim, özel şeyleri sormuş olmayalım. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, siz, daha önce resmi koruma kullandınız mı hiç? Yani, ilk kez mi... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, korumayı, Ankara'ya gidiş gelişlerimde Özel Harekât Daire Başkanlığı bana bir ekip verdi; üç polisten... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Kaç senesinde? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Daha önce, bir veya iki sene önce, Ankara'ya gidip gelişlerimde -1993'ten sonra 1994 olabilir, 1995 de- bir ekip verirlerdi, beni, Meclise getirirlerdi, geri dönerlerdi. Hatta, bunların içinden şu anda korumam olan Enver de o polislerin amiri pozisyonundaydı. Ondan sonra birinin ismini şu anda iyi hatırlamıyorum, birinin ismi Muhammet’ti, başka polisler de vardı; üç polis her zaman gelirdi; ama, resmi korumam olarak da ben gittikten sonra dairesine giderdi. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1991 seçimlerinden sonra Meclise geldikten sonra koruma kullandınız mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - İhtiyaç olmadı... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, ben de istemiyordum. Koruma Şube Müdürlüğü bana koruma vermek istiyordu... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1991'de vermek istemedi, böyle bir ihtiyaç da olmadı diyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, bu son korumaların sebebi de o. Ben istemiyordum. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O polis memurlarından bir tanesi, sizin devamlı şoförlüğünüzü de yapan kendi ailenizden biri herhalde, Abdülgalip Kızılkaya. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Korumam değil, o Siverek'ten her zaman bana gelir, bana yakın bir insan. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Beraber mi götürürsünüz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, geldiğim zaman, her zaman benimle gelir şoförlüğümü yapar. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın)- Yani, dışarı işine gittiğinizde. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Gittiğimde evet... 
SEMAL PİŞKİNSÜT (Aydın) - Burada, Ankara'da beraber kalır mı sizinle? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ankara'ya geldiği zaman burada kalır; çünkü, kalacak yeri yok, benimle beraber kalır. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - İzmir'de başka bir yere gittiniz mi? Polis memurları kendi yerlerine götürdüler mi sizi? Herhangi bir yere, çay içmek için... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bir yerlere gittik. Okulumun orada olduğunu biliyorum; daha önce okulu orada okumuştum. Yeni, deniz kenarında bir yerlere gittik. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tuana Kafe mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - İsmini bilmiyorum. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Deniz kenarında mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Deniz kenarında. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - İzmir'in içinde?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) -’Hayır, deniz kenarında; o yeni açılan yolda. Bizim zamanımızda yoktu o yol. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sadece ziyaret amaçlı mıydı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Evet oturduk, çay içerdik. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Basında, 630 dönüm arazi aldığınız ve bunu da satışa çıkardığınız söz konusu, böyle bir şey var mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Nerede? 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Kuşadası taraflarında almış olduğunuz 630 dönümlük bir arazi... Aldınız mı hiç Batı tarafından, Kuşadası’nda olmasa da?.. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Benim Kuşadası’nda... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Geçen gün basında vardı, peki, yalanladınız mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben, artık neyi yalanlayıp neyi... Ben bunları çıkaracağım, hepsine dava açacağım. Benim, Kuşadası’nda, 1987'de kayıt olduğum kooperatiften aldığım bir yazlığım var. Onun dışında, benim, burada, dışarıda bürom var. Benim dışarıda bir karış toprağımı kim çıkarırsa çıkarsın. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Haluk Kırcı'yı tanır mısınız? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yaşar Öz'ü tanıyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır kesinlikle... 

Drej Ali

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Drej Ali'yi tanıyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ali'yi tanırım, Urfa'lıdır. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Nereden, bir anlatır mısınız? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Urfa'lıdır. Eskiden beri devamlı tüm taziyelerimize gider gelirdi; buraya geldiği zaman da gelir, bazen, arar beni sorar; İstanbul'da da bir yazıhanesi var, birkaç defa da ben oraya gitmişimdir; yemek hazırlamıştır, yemek yemişimdir. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ali Yasak olarak biliyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Evet. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Başka iş ilişkiniz veya herhangi başka bir ilişkiniz oldu mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır kesinlikle... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, sizin doğruyu söylediğinize inanarak teyit olsun diye de geçmesi için söylüyorum, bu kaza olmadan önce, siz, 2 araba mıydınız? Kesin olarak söyleyebiliyor musunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kesinlikle. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Üçüncü bir arabadan söz ediliyor... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır kesinlikle iki arabaydık. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, sizin olduğunuz arabada arkada bir üçüncü kişi daha oturuyordu deniliyor, dört kişi miydiniz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, biz iki önde iki arkada... Benim arabamda, zaten, arkada, üç kişinin oturması çok zor, pilot koltuklardır. Ortada 10 santim yüksekliğinde göz vardır; onun üzerinde oturması lazım, o da akıl kârı değil. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Cesedi nereye gitmiş onun? 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biraz önce susturucuları çok hızlı geçtik. Susturucunun olması, susturucudan kesinlikle sizin bilginiz dışında diye mi söz ediyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kesinlikle. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çok yorduk sizi belki ama, fazla yorulmanıza da izin vermek istemiyoruz; fakat, gerçekten, aylardır Türkiye'de konuşuluyor. Sadece, Türkiye'de değil, Türkiye'de, bu konuyla, dünyada konuşuluyor, onun için sizin de konuları aydınlatacak olan kişi olarak, Parlamenter arkadaşımız olarak, rahat rahat sizi sağlık açısından zora sokmadan vermiş olduğunuz cevaplardan dolayı teşekkür ediyoruz; ama, biraz daha açmak istiyorum. Benim, kuşkulandığım ya da kafamı kurcalayan bazı sorular var, onları sormak istiyorum. Biraz evvel konuşmanızın başında da söylediniz, daha önce HBB’de yapmış olduğunuz televizyon konuşmasında da söylediniz, dediniz ki "bu silahlar, benim silahlarım değil, onlar, kaza sonrasında ortaya çıktı, bizi takip ediyorlardı ve birileri bunu koydu:” bu yoruma nereden varıyorsunuz; yani, sizi takip edecek ne var? Takip eden insan, bu kadar korumanın, bu kadar önlemin alındığı bir yerde, Abdullah Çatlı'nın daha doğrusu Mehmet Özbay'ın gizli bir devlet görevlisi olduğunu biliyorsunuz, Hüseyin Kocadağ bir Emniyet Müdürü, etrafınızda 6 tane de polis var. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - 3 polis. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 3 polis var, neyse... Hüseyin Kocadağ'ın koruma polisi var mıydı, onu sormak istiyorum? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu kadar kalabalık olan bir grubu kim takip edebilir, nedir bu tedirginlik? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, şu anda, PKK'nın ölüm listesinde, birinci sırada olduğumu biliyorum. Sizlerden bir şey daha rica edeyim. Bu kazadan sonra, MED TV'de, bugüne kadar, her oturama Abdullah Öcalan telefonla katılıyor. O kayıtları isteyip, dinlemenizi rica edeceğim. PKK'nın beni öldüreceğini, öldürmek istediğini çok çok iyi biliyorum; bunu herkes biliyor. Bunu, istihbarati kanallar geliyordu bana söylüyordu, şunu yap şunu yapma, buraya çıkacaksın buraya çıkmayacaksın, işte, senin için bir ölüm timi geldi, ölüm timi şu anda burada olabilir. Hatta, size, bir örnek verebilirim, ben belediye seçimlerdeydim, istihbarattan arkadaşlar geldi, ağabey, size, bazı önerilerimiz var dediler. Buyurun dedim. Birinci derecede akrabanız ve arkadaşınız dışında kimse gelmeyecek; aşağıya detektör konulacak, herkes aranacak; seçim gezisi yapmayacaksınız, hiçbir yere gitmeyeceksiniz, telefonlara da siz çıkmayacaksınız. En son ben de güldüm, telefonu anlayamadım dedim, her şeyi anladım da. Sizin için bir ölüm timi burada dendi. Telefona çıkarsanız, Siverek'in hemen dışında bağlar vardır, bağlara götürüp bir havan kurarlar, sizi telefonla ararlar evde olduğunuzda siz çıkarsınız hemen havanı atarlar. Ben de kusura bakmayın, hiçbirini yapamam dedim. Ben, seçimlerde, gezmek zorundayım. Arkadaşlarımı, başka aileleri, akrabalarımı gezeceğim ki, ben, oy isteyeceğim. O zaman, dediler bir kağıt kağıt imzalar mısınız. Bir yazı getirdiler, biz, her şeyi anlattık; ama, Sayın Bucak yapamayacağını söylüyor mesuliyet ona ait. Böyle bir insanım, bunlar var ve ben, şimdi, hayret ediyorum. Bu gibi haberler bilgiler geliyordu, istihbarattan, elçilikten, her istihbarattan adamlar gelip sorardı; ama, kimse gelmedi, demedi ki, senin bu gezdiğin insan bu, gezdiğin bu, Mehmet Özbay bu. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kendisi anlatmış size zaten. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ama, bana, devlet adamı olduğunu söylüyor. Ben, devlet adamı olarak biliyorum. Bugün, ben bugün çıkarken bir polisi bile görsem... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben Abdullah Çatlıyım dedi mi size? 

Ben Çatlı'yı Devlet Adamı Biliyordum

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Abdullah bir şeyler söyledi, Çatlı olduğunu da söylemişti; ama, ben, Abdullah'ı unutmazdım, Abdullah Öcalan'dan dolayı; ama, Çatlıyı belki hatırlayamazdım. Ama, ben, devlet adamı olarak biliyordum ve ben, onun, resmî kimliklerine inanıyordum. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yalnız, benim, sana söyleyeceğim bir şey var. Şimdi, bu anlattıklarınızın makul bir şeyi yok. Nihan Bey. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Ben, amcasını tanırım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Nihan Bey amcanızı tanır, ben, sizi tanırım; şimdi bu anlattıklarınız, bu seyahatte ve deminden beri bize anlattıklarınızı makul duruma getirmiyor. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Niye? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siz diyorsunuz ki, ben; bu adamın öbür taraflarını bilmiyorum; ama, kendisiyle üç beş günlük bir seyahate çıkıyorsunuz. İstanbul'a gidiyorsunuz, onu aradığınızı söylüyorsunuz, onu bulduğunuzu söylüyorsunuz, yanınıza gelen arkadaşında, gelişini hiç makul anlatmıyorsunuz. Beni İzmir’den aradı, siz, orada mısınız diye, ben uçağa atlayıp geleyim dedi, izinsiz amirinden, memurundan habersiz, sizinle beraber dolaşıyor. Bütün bunlar, anlatım tarzınız makul değil, bakın, ben, size söyleyeyim... Siz dinleyenler... Zaten ne diyorlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi soru soruyor korumalarınıza diyor ki "arabanızın arkasında başka silah çantası varmış bunu almışsınız” Sorulardan bir tanesi de bu, ben, arkadaşımızın sorusunu teyit için soruyorum. Devlet Güvenlik Mahkemesinin tespiti bu. Onun için; bize, biraz daha makul anlatın bunu ya da hiçbir şey söylemeyin, tamam, ben, söylemek istemiyorum, onu, ben, saygıyla karşılarım; ama, makul anlatırsan daha doğru olur. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Makul olarak benim anlattığım şeye kimse çıkıp bu doğru demiyor, buna kimse inanmıyor. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İnandırıcı değilsin ki... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Devletin bana verdiği resmî silahlar var. Yani, ben kaleş taşırım; bana verdikleri iki tane kaleş var. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben, şunu düşünüyorum, bu bana biraz şey geliyor... Şimdi bir takım sorular soruldu. Arkadan koruma aracınızda geliyor koruma aracınızın içerisinde 4 kişi dahâ var ve trafik kazası çok da ıssız bir yerde olmuyor. Meskûn bir mahalde oluyor, hemen insanlar koşuşuyorlar oraya. Bu kadar kalabalıkta ve bu kadar büyük bir şok sırasında birilerinin gelip de susturucuları koyup birilerinin çantaları değiştirmesi falan mümkün mü? Bence mümkün değil. Onu sormak istiyorum. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bir şey var. Ben de o gün gördüm Arenadan. Arabam kamyonun altında resmi çekilmiş. Beni bulmaları, on, on beş dakikadan belki fazladır; çünkü, kasanın altında, kasa sallanıyor, kimse girmeye cesaret edemiyor; herkes bakıyor kimse girmeye cesaret edemiyor; herkes bakıyor, yokum, balon açılmış ben balonun dibindeyim. Ondan sonra, bir kamyoncu geliyor; bağlıyor benim arabamı, çekiyor. O anda da, kamyonun kasası düşüyor. Ondan sonra, insanlâr, korumalarım zaten, 4 dakika sonra falan geliyor. En erken 4 dakika; 5 de olabilir, 3 de olabilir; onu bilemiyorum. Çektikten sonra, kasa da düştükten sonra, insanlar içine giriyor; kaldırıp, beni buluyorlar. Bu resim nasıl olur; bu resmi kim çekebilir? Yani, bu, Arena'da çıkan, Uğur Dündar'ın gösterdiği... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, 3 dakika sonra korumalarınız geliyorsa, demek ki, en çabuk ulaşan sizin korumalarınız; dolayısıyla, eğer, böyle bir şey söz konusuysa, bunu yapacak olan, ya sizin polisleriniz ya da polislerinizin bilgisi ya da görgüsü dahilinde birileri; yani, buna böyle bakmak gerekiyor gibi geliyor bana. Ben, sizden bunu sormak istedim. Şunu sorabilir miyim: Şimdi, yine o televizyonda "ben, 0 3 saatlik televizyon programının 10 dakikasından sonrasını hatırlamıyorum” dediniz. Orada "Abdullah Çatlı'dan çok etkilendim” demiştiniz ve "Abdullah Çatlı olduğunu da biliyorum” dediniz. Abdullah Çatlı'nın da kim olduğunu, size anlattıklarını söylediniz. Bunları, yani televizyondaki şeylerden de izledim. Şimdi, bence sizin beyanlarınız daha önemli. Abdullah Çatlı'yı, gerçekten 1980 öncesinde aranan bir kişi olarak biliyor muydunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kesinlikle...., 
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Peki "ben Abdullah Çatlı'yım, devletin bir adamıyım” dedikten sonra, yine ilişkileriniz eskisi gibi devam etti değil mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Arkadaşlığın dışında herhangi bir şey yok; yani, bir kişi çıkarsın, bir şeyi ortaya koysun... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, çok yakın bir arkadaştır galiba. Yani, bir gezi, eğlence gezisi -biraz evvel söylediğiniz gibi- her ne kadar biz özel işlere karışmak istemiyoruz; ama, özel arkadaşını bile sizin yakınızda, yanınızda taşıyabilecek kadar çok yakın bir dostunuz herhalde. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, Fikri Abi, şöyle: Ben, buraya geldiğim zaman, o, bir veya iki defa Ankara'ya gelirdi yılda. Ben, genellikle, yılda bir defa İstanbul'a giderim; ama, iki gittiğim nadirdir. Ben gidersem, orada duyan herkes beni görmeye gelirdi. Bunun dışında, öyle, böyle bir ilişkimiz olsa ve devamlı beraber olmamız gerekirdi, her zaman bir araya gelmemiz gerekirdi: Yok öyle bir şey... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, bu Apo'nun öldürülmesi olayını Abdullah Çatlı'nın planladığı sizce doğru mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, ama, keşke öyle bir şeyler olsa, ondan Türkiye kurtulsa; ama, öyle bir şey olduğunu tahmin etmiyorum, bilmiyorum; çünkü, öyle bir şeyler yapılabilirse... Daha önceden bu terör örgütü çıktı, binlerce şehit askerimizi, polisimizi, vatandaşımızı kaybetmeden önce, bu terör örgütü keşke bitirilebilseydi. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Size devlet para yardımı yapıyor mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, bazı kızgınlıklarım var; ben, onları da size anlatacağım. Beni, bu Komisyonun araştırmasını istiyorum. Bana, maaşımın dışında verilen, örtülü ödenek dahil olmak üzere, bir lira para varsa, gider Kızılay'da kendimi asarım; asmayan namerttir. Yok öyle bir şey. Ben, ayda 130-140 milyar para alıyormuşum. Ben, bu paraları nereye koyuyorum; yani, bu ithamların da araştırılmasını istiyorum. Benim sizlerden istediğim bazı şeyler var; onları da söyleyeceğim; onu en son söyleyeceğim; çünkü, kızgınlığım da var. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, şimdi değil sonra; unutmayalım. Bu, İbrahim Şahin veya Korkut Eken, gelip, sizin oradaki aşiretleri ya da aşirette bulunan korucuları çalıştırdıkları söyleniyor; doğru mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, kesinlikle. Ben, Korkut Eken'in, daha önceleri, bilmiyorum, babamın yanına bir defa geldiklerini tahmin ediyorum. En son Emniyet Genel Müdürlüğü 7.nci Kolordu Komutanı geldiği zaman babam sağdı -babamın arkadaşıdır- şu adam benim dostumdu; buna yakınlık gösterin. Babamın söylemesine göre, ben, biraz daha yakındık o zaman; çünkü, babamın girdiği topluma ben girmezdim; kim olursa olsun devlet büyükleri de olsun, bir milletvekili olarak dahi gitmezdim. Gitsem bile, babamın yanında konuşamazdım. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, Korkut Eken babanızın dostuydu. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Babamın eski dostuydu. Gelirdi bazen, doğuya mı gidiyordu, nereye gittiğini de bilemem; kalırdı bazen bir iki gün. Bir devlet erkânının gelip, bizim evimizde bir gece misafir kalması bizi onurlandırırdı; kim olursa olsun... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yörede PKK'nın, aynı zamanda uyuşturucu ticaretini de kontrol ettiği açık. Özel Harekât ve devletin yetkilileri bununla da mücadele ediyorlar çok doğal olarak. Bu konuda da sizleri uyarıyorlar mı; yani, bu konuda da bize yardımcı olun diye. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, benim ailem, biz aile olarak benim babamın bir kardeşi vardı; dört tane de halam var. Onun dışında, biz, hiç kimseye bunu yap, bunu yapma diyemeyiz; ama, bu insanlar benim babamın ve amcamın bize, bizim yapmadığımız şeylerden biri oluştu. Bu bizim hem dinî bakımdan hem fikriyatımızdan hem düşüncemizden, bu ters bir şey. Bir kişi dahi bizden, bu konuda, eğer varsa... Yok öyle bir şey, kesinlikle yok; bugüne kadar yok... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, yardımcı oldunuz mu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ha, devletin istediği her şeye, istediği istihbaratî bilgileri, her konuda ne sormuşsa, onu söylemişizdir. Bana, devletin her kademesinden insanlar gelmiştir, MİT'ten gelmiştir, istihbarattan. gelmiştir, belki JİTEM'den gelmiştir; 7.nci Kolordudan gelmiştir, O Hal'den gelmiştir, Valilikten, Emniyet Müdürlüğünden, hepsi gelmiştir. İstedikleri bilgileri de, bilebildiğimiz kadar, yapabileceğimiz çalışmalar dolayısıyla da hepsini vermişizdir. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu Drej Ali "Şanlıurfalı” dediniz "oradan hemşehriyiz çok iyi tanıyorum; birlikte yemek yedik” dediniz. Öldürülen Ömer Lütfü Topal'ın ortağı olduğunu da biliyor muydunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Kesinlikle hayır. Ali Yasak'ın ortağı mıymış? Kesinlikle. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, teşekkür ederim. 
BAŞKAN - Buyurun Sayın Öney. 
METİN ÖNEY (İzmir) - Soracağım soruları komisyon başkanımız sorduğu için sorum yok. Teşekkür ederim Sayın Bucak. 
BAŞKAN - Buyurun efendim. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Bucak, kazadan sonra Türkiye'de kıyamet koptu. Herkes olayı çeşitli şekillerde değerlendirdi; fakat, sizin anlattıklarınızdan, ben, bu olayın bu kadar büyütülecek bir olay olduğu kanaatinde değilim sizin bana anlattıklarınızdan. Niçin olay bu kadar büyütüldü. size göre; neden böyle kıyamet koptu; niçin insanlar Türkiye'nin en önemli meselesi olarak Susurluk meselesini gördüler? Meclis, araştırma komisyonu kurdu; medya bu işin üzerine en ciddî bir şekilde gidiyor ve hâlâ gündemde birinci sıralardaki yerini koruyan ve insanlar, bu işin muhakkak çözülmesi gerektiğine inanıyorlar. Ne oluyor Türkiye'de? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, benim kendi fikrime göre, burada, bizim ailemiz, benim babam, amcam, biz, her zaman devletin yanında yer almış insanlarız ve devletimizin hukuk ve kanunlar çerçevesinde istediği her şey istihbarat çalışmaları, bilgiler bakımından her zaman devletimizin yanındayız. PKK, maalesef, Siverek'i yenemedi; çünkü, nereye gelse, herkes burada diyordu. Bunu da devlet, tabiî yerini bildiği zaman, o insanların barınması mümkün değil. Belki, bunlar, PKK açılımı, Batı'ya açılımın Siverek Urfa üzerinden olması, başka taraftan gittiği zaman çok zor olacağını bildiği için, ben, PKK'ya karşı devletimin saflarında; yanında yer aldım; vatanım ve milletim için ne gerekirse kanun ve hukuk çerçevesinde her şeyi yaptım. Beni, her zaman bu insanlar öldürülme sırasında listelerinde birinci sırasında yazmışlardır. Artık, Med TV'de, Abdullah Öcalan, her gece televizyonlara çıkmaya başlamış ve söylediği sözler, o gün bana telefonla dinletiyorlar. Ben bunları izlemenizi istiyorum; bir izleyin. Neler söylüyor; bunu istihbarattan veya MİT'ten alabilirsiniz. Bakın, neler söylüyor. Benim hakkımda konuşturulmak için, ha, Bucak soy isminde olup da, başka saflarda olan insanlar var PKK içerisinde... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Özür diliyorum, sözünüzü kesiyorum; yorulmayasınız diye kesiyorum. Yani, bütün bu kazadan sonra çıkan gürültülerin arkasında PKK mı var diyorsunuz- Yani, böyle mi açıklıyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bilmiyorum; beni yıpratmak için bu kadar şahsımla alakalı üstüme gelebilecek tek grubu sayarsak PKK'dır. 

HBB'deki Konuşma

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, bir ikinci sorum var. Demin "bir kısmını hatırlamıyorum” dediniz; ama, belki bunu hatırlarsınız. Bu HBB'deki konuşmanız sırasında yakın bir gelecekte "Abdullah Çatlı'yla ilgili çok önemli şeyler açıklayacağım; onun bazı siyasî liderlerle alakalarını ortaya koyacağım"demiştiniz. Bunu, burada söylemek ister misiniz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, ben, bugüne kadar, hep benim için ortaya bir belge konmadan, hiçbir şey konmadan, hep üstüme gelindi. Bilmem neler yapmışım; benim haberim yokmuş. Bir sürü şey... Ben, belge ve kanıt olmadan bir şeyler söylemek istemem. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi belge; orada söylediniz, HBB'de söylediniz; belge işte bu. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır; belgem ve kanıtım çıkınca... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, şimdi bakın şöyle...Affedersiniz, önümdeki notlardan biri o da onun için soruyorum. Şimdi, HBB'de bu sözleri sarf ettiniz. Diyorsunuz ki "ben, HBB'de ne söylediğimi bilmiyorum.” Bilerek, bilmeyerek... Bu sözü orada sarf ettiniz. Bana göre bilerek söylediniz; çünkü, bir insan bilmeyerek ancak uykulu haliyle; yani, şuursuz konuşur... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - O, tabiî, kendi kanaati... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben öyle görüyorum. Şimdi "Abdullah Çatlı ve siyasilerle ilgili çok önemli açıklamalar yapacağım” sözü bilmeyerek söylenecek rasgele bir söz değil. Rasgele bir söz olsa, bir psikolog çağırsak, desek ki, bu rasgele söylenecek bir söz mü; rasgele söylenecek bir söz değil. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Yaşar Abi, bir olay var başını biliyorum, sonunu bilmiyorum; sonunu biliyorum; ama, başını bilmiyorum. Bunları, kendimi toparlayamadan... Ben, biraz şuna sitem yapıyorum. Benim, rahatsızlığım var; ama, kimse bu rahatsızlığımın ne olduğunu... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sizi televizyona zorla mı çıkardılar? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) -Ama, benim rahatsızlığımı... Beni televizyona çıkartan bir madde var; onu da söyleyeyim; beni, Sayın Yılmaz Fransa'ya gönderdiği için çıkmak istedim. Ben Fransa'da değildim, buradaydım. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir gün kayboldunuz ortadan... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, kesinlikle. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Oldunuz canım, hepimiz biliyoruz; tartışmaya girmek istemiyorum; gidip gelmiş olabilirsiniz... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, hayır, kesinlikle. Ben, evimin dışında, hastanede EMAR filmi çektirmenin dışında bir yere gittiğim yok. Bu son bir iki gündür misafirler davet ediyor, yakınlarım; gel, bari, yemek yemeye, biraz dışarıyı gör... 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Bucak, yorulmayın. Ben, şunu anladım; yani, benim üzerime çok gelindi; bu gelmenin tepkisi olarak mı bu ifadeleri kullandım diyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Televizyona çıkmamı. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hayır, o ifadeler de onun neticesi. Yani, bir baskı hissettim; bu baskıyı bir refleks olarak geri verdim... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Evet. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, Mehmet Ağar Beyi tanıyor musunuz daha önceden? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Mehmet Ağar'ı Emniyet Genel Müdürü olduktan sonra tanıdım. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Daha önce tanımıyordunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Tanımıyorum. 
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, çok teşekkür ederim. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Sağ olun. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Bucak, benim tek bir sualim olacak; yani, teferruata girmeden, evet veya hayır şeklinde bir cevap bekliyorum. Evvela, bu korkunç kazadan sağ salim kurtulduğunuza dua ediyoruz. Hakikaten korkunç bir kaza; kaza anını ve sonrasını, kısa zamanını çok iyi hatırlamanız mümkün değil. Şimdi, elimizdeki tutanaklarda o kaza anında kaza mahallinde Jandarmanın tutmuş olduğu bir tespit raporu var. İçerideki eşyalarınızdan tutun, silahlara varıncaya kadar. Şimdi oradaki dökümü yapılan eşya ve silahlardan ayrı olarak, takriben iki saat sonra, arabanız, Jandarma Karakolunun lambasının altına çekildiği zaman, yaklaşık iki saat kadar bir zaman geçiyor, ikinci bir zabıt tutuluyor. Şimdi, ikinci zabıtta işte o susturucular çıkıyor; aradan iki, iki buçuk saat gibi bir zaman geçiyor. Araba yolda götürülüyor, getiriliyor çekicilerle falan, bir sürü insan arabanın çekilmesine, oraya götürülmesine yardımcı oluyor. Evet veya hayır istiyorum. Sizin hatırlamanız mümkün değil; çünkü, hastanedesiniz. Sizin arabanıza sahip olan, tabiî ki, sizin korumalarınız; çünkü, kendi malı gibi sizin arabanıza sahip çıkacaklar; bu ikinci arama zamanına kadar geçen süre içerisinde, eğer bu silahlar, kaza anında arabanın içerisinde olsaydı, susturucular, sizin korumalarınız ve şoförünüz bu silahları alır mıydı, almaz mıydı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Alırdı ve beni bulmaları da 15 dakika sürmüş. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Peki, teşekkür ederim. Sağ olun efendim. 
BAŞKAN - Hayrettin Bey?.. 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Benim sorum yok Sayın Başkan. 
BAŞKAN - Sayın Bakan. 

Meysu İle Hisse Alış Verişi

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Arkadaşların çoğu sordular; ben, sadece bir yerde bir şey var... Sizin büronuza gelen bir kişinin, bir şirketle, Meysu Şirketiyle olan hisse alışverişinden dolayı bir işini gördünüz; bundan, elinden senet aldınız. Sonra, bu kişiyle aranızda ihtilaf çıktı ve bu kişiye 13 tane kurşun sıkıldı ve bu kişi öldü diye bırakıldı; bilahare, adamın ölmediği ortaya çıktı ve Devlet Güvenlik Mahkemesine verilen dört sayfalık ifadede de kurşun sıkanlar arasında sizin de adınızın bulunduğu belirtiliyor. 
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Bu olay ne zaman? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hatta, İçel Milletvekili Fevzi Arıcı'nın da orada hazır bulunduğu bir hadise olarak söyleniyor. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Benim içinde bulunduğum mu? Ben de oradayım? 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet. Sizin büronuzda oluyor. Silah sıkanlardan birisinin sizin olduğunuz söyleniyor. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben sıktım... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Öyle deniyor... Devlet Güvenlik Mahkemesi.... 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - O zaman polislerin... Hatta, amcamın oğlunun bürosuna gittikleri anda, açıldı; ben, oradaki polisle konuştum, telefonumu verdim, kapattım, beni ara ben köydeyim dedim. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ne için söylüyorsunuz bunu? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Çünkü, Fatih Ankara'daydı, Siverek'teydi; Ankara'ya çıkmıştı. Dediler "büro basılmış” Açtım "hayrola ne için acaba bir şey mi var” diye. "Yok” dedi "Fatih'i soruyoruz” "Fatih, yolda geliyor” dedim. "Ne var? Efendim, bir olay var, Fatih'in ismini vermişler” dedi. "Fatih geliyor; yolda; buradan çıktı; geliyor” dedim... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sedat Bey, olayı karıştırmayalım; onları anlatma, boşuna da yorulma. Ben size diyorum ki, sizin büronuzda böyle bir hisse ve borç alışverişi sebebiyle bu bahsi geçen kişiden, sanıyorum 300 bin marklık senet aldınız mı? Sonra adam bunu ödemek istemeyince, bu adam sizin büronuzda 12-13 kurşun yemek suretiyle orada kurşunlandı mı? Onu soruyorum. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, kesinlikle. Ben, orada... Şu andaki Meysu'nun sahibiyle görüşebilirsiniz; geldiler oturdular, konuştular kendileri aralarında; çıktılar, gittiler. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yani, siz senet almadınız. Böyle bir kurşunlama olayı da olmadı. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, kesinlikle... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Devlet Güvenlik Mahkemesine verilen bu dört sayfalık şey ne? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben o anda köydeydim ve tahmin edersem failleri de yakalanmış durumda. 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Peki, teşekkür ederim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben bir şey sorabilir miyim. 
BAŞKAN - Tabiî, buyurun. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Bucak, siz, biraz evvel de söylediğiniz gibi ölüm tehlikesi içinde olan bir kişisiniz doğal olarak. Bu yeni değil 1979'lardan beri... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hepimiz ölüm tehlikesi içerisindeyiz canım. (Karşılıklı konuşmalar) 
METİN ÖNEY (İzmir) - Niye canım farklı bir durum var. 
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Evet, sizin diğerlerinden çok daha farklı ve biraz önce de söylediniz; 1993'ten beri ölüm tehlikesinde olan bir kişisiniz. Ama, Çatlı ile tanışmanız da, gördüğüm kadarıyla 1993, 1994'lerde filan oluyor. Böyle çok dost olduğunuz, tanımadığınız, ölüm tehlikesi içinde olan bir kişi herkesle çok dost olur, birlikte yer içer mi? Sonra size o kişi bir gün geliyor, diyor ki, ben gizli servistenim, gizli birisiyim diyor. Siz onun yine ne olduğunu araştırmadan birlikte dolaşır mısınız? Yani, bu içinde bulunduğunuz ölüm tehlikesiyle yapmış olduğunuz icraat birbirleriyle çelişkili değil mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, ben, onunla bu kadar görüşmem, bana söyledikten sonra iki defa olmuştur, son. Daha önceleri de hep o tek başına yanıma gelirdi. Üç veya beş veya on kişiyle değil; benim korumalarım her zaman yanımdaydı. Bunu, bir devlet adamı bildikten sonra iki defa görüşmemiz oldu. Bir köye geldi, bir de son kazadan önceki olaydı. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Son kaza da çok geniş bir seyahat oluyor. Yani, içli dışlı gibi geliyor. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ama, yine benim korumalarım yanımda; o tek başına. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir şey daha söyleyeceğim; yani, susturucunun sahipleri ortada değil. Sizin düşüncenize göre; ya Çatlı'nın çantasından çıktı, ya Hüseyin Kocadağ'ın çantasından çıktı. Siz bindiğinizde arabada her şey yerleştirilmiş olduğu için onların çantalarındaydı ya da sizin korumalarınızın çantalarındaydı, onlar sizin arabanıza koydular. Bunun haricinde bir başka kişi ya da kuruluş ya da bilmem şüphelendiğiniz bir şey var mı? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, arkada oturan insanlardaysa, acıtmasın diye çıkartıp, hemen oraya koyabilirler. Onu bilemiyorum; yani, başkaları tarafından da konulmuş olabilir. Yani, benim bilgim, haberim yok... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben de, kimse de sizin olduğunuzu söylemiyor ama, susturucunun anlamı nedir? Susturucu sizin bulunduğunuz camiada, başka insanlar kendini korumakla susturucu taşır mı? 

Susturucu

SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Hayır, kesinlikle taşımaz. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Susturucuyu kimler bulundurur yanında? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Bilemem ki... Ben artık... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Susturucu saldırı silahıdır; niye zorluyorsun, herkes bunu biliyor; söylemek istemiyor. Benim Metin Beye söylemek istediğim bir şey var; ağrıma gitti. Arkadaşımız, PKK sebebiyle yakın korumaya alınıyor değil; Söylemez çetesi sebebiyle yakın korumaya alınıyor. Burada bir açıklama yapıldı. Herkes bir hasım edinebilir ve bundan dolayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir; bende de var. Niye itiraz ettin benim sözüme? Bilmeden itiraz ettin. (Karşılıklı konuşmalar) 
BAŞKAN - Arkadaşlar... Sorularımız bitti mi? 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir şey daha söyleyeceğim. Ben şunu öğrenmek istiyorum sizden: Susturucu bir saldırı silahıdır ve bunun, sizin olmadığı açık. Bu silahı, ya Abdullah Çatlı taşıyor ya Kocadağ taşıyor. Kocadağ da bir polis olduğuna göre o da resmi legal birisidir. Dolayısıyla, susturucu, en son ihtimal olarak, Abdullah Çatlı'nın olabileceğini mi düşünüyorsunuz? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Efendim, kimin olduğunu bilemem; artı, kim tarafından konduğunu da bilemem. Bizim yürüttüğümüz varsayımlar; arkada oturan insanın beline batabilir, taşıyorsa, ki, biz bile arabada giderken ruhsatlı silahımızı her zaman çıkartır, ayak önüne koyar, biraz rahat uyuruz. Bu başkası tarafından mı konuluyor; onu da bilmiyoruz. 
DURMUŞ FIKRI SAĞLAR (İçel) - Büyük bir ihtimalle arkada oturanlar belinden çıkarmış olabilir diyorsunuz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Olabilir; başkası tarafından da konulmuş olabilir. Onları bilmiyorum. 
BAŞKAN - Şöyle bir şey söylediniz Sayın Bucak. Sonunda bir şey açıklayacağım demiştiniz. Nedir o? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Sizin sorduğunuz soru muydu? 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, biraz evvel ben bir şey söylerken, ben, biraz sonra bir şey açıklayacağım demiştiniz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ben şunu söyleyeceğim. Kim suçluysa suçlu cezasını bulsun. Biz hukuk devletiyiz. Kanunlarımız vardır, Anayasamız vardır. Kim buna karşı gelirse herkes cezasını bulsun. Yalnız, bana yüklenen çok ithamlar var. Efendim, bunun en basiti devletin açıklaması gereken şeyler var. Komisyonumuz bunu sorabilir ve bunu açıklayabilir. Efendim, ben, ayda 130, 140 milyar para alıyormuşum. Ben, maaşımın dışında bir lira para alıyorsam, bu söylensin, örtülü ödenek dahil olmak üzere. Kimse bugüne kadar devlet tarafından bana bir lira para verilmemiştir, almamışımdır, istememişimdir. Bizim kendi arazilerimiz var; ziraatla uğraşırız; pamuk ekeriz; bunu yaparız. Ha, bunun araştırılmasını ve söylenmesini istiyorum. Efendim, birçok ithamlar çıkıyor. Biri çıkıyor diyor ki, efendim, ben, güya burada kumarhanelerden haraç alıyormuşum. Bu sorulsun, bunu sorabilecek en iyi makam bu. Ben, bugün, belki buraya gelmek... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bunu kime soralım? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Gazinolara, sahiplerine yahut bunun müdürleri vardır... 
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Gazino sahipleri söyler mi? 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - İstanbul'daki DGM çağırmış; ben, bunu gazetede okudum. Efendim, ben bugün belki buraya gelmek istemeyebilirdim rahatsızlığımdan dolayı. 
BAŞKAN - Teşekkür ederiz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) - Ama, benim buraya saygım sonsuzdur; saygı duyduğum için buraya gelmek zorundayım. Ben, sedyede olsaydım, sedyeyle bile gelecektim. Bu takdir sizin. Bana soracağınız veya sormayacağınız şeyler... Ama, benim iyileşip iyileşmememin sebeplerinden biri de, maalesef medya. Ben, 14 günümü... İstanbul'u bilmiyorum, hatırlamıyorum; gelen bazı insanları hatırlıyorum. Buraya geldikten sonra, televizyonları izledikten sonra, tekrar aynı duruma düştüm ve 15 günü burada da hatırlamıyorum. Yok, kafamda yok.... Hiç kimse benim, niye çıkıp Sedat Bucak bir şeyler söylemiyor diyorlar; ama, kimse rahatsızlığımın sebeplerini sormuyor. Ben, devlet hastanesine gittim. Ben, özel hastaneye gidip, Almanya'dan, Amerika'dan doktor getirmedim. Ben, doktorumu da daha önceden tanımazdım, bilmezdim. Ben, bir defa buraya muayene etmeye geldi. Ben, zaten orada hatırlamıyordum, buraya gelince "benim doktorum bu mu” dedim "bu” dediler;., Kimse bilgi almak istemiyor, sormak istemiyor; yani, rahatsızlığın gerçek sebebini? O gün bir televizyonda çıkıyor, bir şeyler açıklıyor, spiker diyor ki "Sayın Bucak doktoruna, ne kadar şükran etse ve minnet duysa azdır.” Sanki ben söyletmişim; ama, kimse gerçek rahatsızlığımı dahi sormuyor. Efendim, ben, adam kaçırmışım, ben, adam kesmişim, adamları götürmüşüm. Kimse, ortaya bir şey çıkartıp, ben diyorum, çıkartın bir şey her şeyi kabul ediyorum; ama, kimse bir şey çıkarmadan, önüne gelen herkes beni itham etmeye kalkıyor. Bunlar yanlış.
BAŞKAN - Peki, teşekkür ederiz. 
SEDAT EDİP BUCAK (Şanlıurfa) -Bu çatı bizim çatımız. Benim abimsiniz; saygı duyuyorum. Lütfen... Benim hakkımı korumak da size düşüyor. 
BAŞKAN - Tabiî. Biz de gerçeğin ortaya çıkarılmasını istiyoruz ve size acil şifalar diliyoruz. Tekrar geçmiş olsun, Allah iyilik versin. Teşekkür ederiz. 

Kapanma Saati: 13.02

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=299

30. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder