SAPKIN VAİZ İN DARBE KALKIŞMASI.,
SAPKIN VAİZ İN DARBE KALKIŞMASI
Çetiner ÇETİN
7 Şubat 2012 tarihinde meydana gelen MİT krizi, 17-25Aralık 2013 tarihinde ise polis içerisindeki FETÖ mensupları tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi gibi
gelişmelerin ardından yeni bir kriz daha yaşanmıştır. 15 Temmuz2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki FETÖ mensubu Gülenist cunta tarafından darbe girişiminde bulunulmuştur.
12 Eylül askeri darbesinin ardından istisnasızher hükümet ile kolaylıkla anlaşabilecek şekilde Makyavelist politikalar izlemesinin sonucunda FETÖ’nün sistemesızması ve güç kazanması kolaylaşmıştır. FETÖ, yaşananher darbeden/darbe girişiminden güçlenerek çıkmıştır.12Eylül 1980 askeri darbesinden sonra olduğu gibi, 28 Şubat1997 tarihinde gerçekleştirilen post-modern darbedensonraki siyasal atmosferden de FETÖ kendisi için pek çokkazanım sağlamıştır.1980’li yıllardan itibaren sivil ve askeri
bürokrasiden özel sektöre, sivil topluma ve medyaya uzanan pek çok farklı alana nüfuz edebilmiştir. Yapılan bu çalışma, FETÖ’nün 12 Eylül 1980 sonrası süreçte
sistem içerisindeki etki alanın nasıl genişlettiğini ve 15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe girişimine giden süreç içerisindekikilometre taşı niteliğindeki olaylara referansla ele almaktadır.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin Türkiye’deki İslamcı kesime özenle monte ettiği ‘ Sapkın Vaiz ve Müritlerinin’ gerçek yüzü 15 Temmuz gecesi başarısızlıkla sonuçlanan askeri darbe girişimi ile ortaya çıktı. Peki, kimlik adı Fethullah Gülen olan bu sapkın vaiz ve müritlerini tanımak ve gerçek amaçlarının ne olduğunu anlamak çok mu zordu herkes için? Tabi ki hayır. Bu noktada öncelikle Türkiye’deki tüm siyasi partilerin özeleştiri ve kendi içlerinde temizlik yaparak işe başlaması gerekiyor.
Fethullahçı Terör Örgütü yani FETÖ, 1980 yılı 12 Eylül askeri darbesinin İslamcı ve muhafazakâr kesime zorla monte ettiği gayri meşru çocuğudur aslında.
Erdoğan’a yönelik ilk darbe girişimi olarak akıllarda yer edinen 17 Aralık 2013 tarihine kadar Türkiye’deki tüm siyasi iktidarlar ve muhalif partilerden istediği her tavizi kopara bilmiştir bu örgüt. Öyle ki, sol iktidarlar dahi örgütün yolunu sonuna kadar açmıştır. Verilen her taviz, sapkın vaiz ve müritlerini sadece ulusal alanda değil uluslararası platformda da güçlü kıldı. 80’li yılların ortasına geldiğimizde sapkın vaiz ve müritleri siyasete göz kırparken, 90’lı yılların başından itibaren artık Türk siyasetinde belirleyici, hatta siyasi partilerden hatırı sayılır kontenjan alan ve siyasi partileri dizayn eden bir güce kavuştu. 1988 yılından itibaren sessiz sedasız Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) sistemli bir şekilde sızmaya başladı. Sapkın Vaiz, adeta
12 Eylül Askeri Darbesinin eğitim ve sosyal hayatta yarattığı boşlukları doldurmakla görevlendirilmişti. Siyasetçiler ve bürokratlar bu boşlukları doldurmak yerine tembellik yapıp Gülen’i alkışlamak için adeta birbirleriyle yarışa girdi. Aslında Gülen ile ilgili uyarılara kulak tıkadılar. Sapkın vaizin önlenemez yükselişi de böyle başladı.
Sapkın Vaizin İlk Hedefi İslamcılardı
12 Eylül’ün Sapkın Vaiz’ine verilen bir başka önemli görev de, Türkiye’de büyük özveri ve kısıtlı imkânlarla var olmaya çalışan diğer İslamcı grupları devşirmekti.
İşte bu hedef, Gülen’e siyaset kulvarının dışında bürokrasinin de kapılarını araladı. Turgut Özal’dan başlayıp 17 Aralık tarihine kadarki zaman dilimi içinde FETÖ devlet içinde gizli gizli değil, açık açık örgütlendi. 12 Eylül’ün gayri meşru çocuğu denecek bu yapı, siyaset ve bürokraside bu muazzam gücü ele geçirdiği
andan itibaren, ‘Hizmet için her şey mübahtır mottosuyla hareket etmeye başladı. Böylelikle bir yandan Türkiye’deki seküler ve liberal kesimlerin faaliyet
alanları içinde yer almaya çalışırken, diğer taraftan da kendisi dışındaki tüm İslamcı kesimlere şantaj yaparak, onları sapkın ve dış güçlerin kuklası şeklinde lanse ederek ve birçoğunun yaşam tarzını ‘batıl’ ilan ederek, neredeyse toplum içinde görünmez hale getirdi. Bürokraside yer alan birçok farklı İslamcı gelenekten gelen yetenekli insan FETÖ’nün fişlemesi ile sürüldü, işinden oldu.
28 Şubat’ta Kazanan FETÖ Oldu
28 Şubat post modern darbesi Türk siyasi tarihine kara bir leke olarak geçerken, Sapkın Vaiz ve müritleri 12 Eylül’de olduğu gibi 28 Şubat’ta da kazançlı çıkan, hiç kaybetmeyen taraftı.
Beş yıllık ilkokuldan öteye eğitime sahip olmayan Sapkın Vaiz, Türkiye’deki sol grupların dahi üniversitelerdeki başörtü yasağına büyük tepki verdiği dönemlerde “başörtüsü teferruattır” diyerek, kız öğrencilere başlarını açıp okula gitmeleri yönünde fetva vermişti. Hatta askerin hükümete empoze ettiği bu yasağı ilk uygulayan üniversite, FE-TÖ’nün üniversitesiydi. Böylece üstüne düşen rolü başarıyla oynadı ve İslamcı kesim büyük mağduriyetler yaşarken FETÖ yine kazandı. Ülkedeki askerler, siyasiler, seküler ve liberal kesim Gülen’i makbul Müslüman gösterirken farkında olmadan veya gönüllü olarak ülkeyi karanlık dehlizin içinde çekmek için gerekli krediyi sunmuş oldular.
< Erdoğan’a yönelik ilk darbe girişimi olarak akıllarda yer edinen 17 Aralık 2013 tarihine kadar Türkiye’deki tüm siyasi iktidarlar ve muhalif
partilerden istediği her tavizi koparabilmiştir bu örgüt. >
Öyle ki FETÖ bu politik davranışı sayesinde Demokratik Sol Partisi eski genel başkanı ve eski Başbakan Bülent Ecevit’ten müthiş destek görmüş ve Ecevit
61 FETÖ üyesini DSP listesinden Meclis’e sokmuştu.
Cemaat Bütçesinden Holdingleşmeye Giden Yol
Turgut Özal’ın ani ölümü ile boşalan cumhurbaşkanlığı koltuğuna Süleyman Demirel’in geçmesi ile başlayan süreçte Sapkın Vaiz, Doğru Yol Partisi içindeki
gelenekçilerin ve Demirel’in desteklediği İsmet Sezgin’e karşı çıkan Tansu Çiller’i desteklemiş ve Çiller’in Başbakanlık koltuğuna oturmasında önemli rol oynamıştı.
Gülen cemaati kaynağı belli olmayan paralarını aklayacağı Bank Asya’yı bu tarihlerde kurmuştu. O yıllar Ülkücü mafyanın artık Gülen ile içli dışlı olduğu ve
fotoğraflar çektirdiği yıllardı. Aynı yıllar Kürt mafyasının önemli isimleri Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve Hacı Karay gibi 61 ismin öldürüldüğü yıllardı. Gülen
legal alanda örgütlendiği gibi, hızlı bir şekilde illegal alanda da örgütleniyordu. Doğu ve Güneydoğu’daki uyuşturucu trafiği, Gülen ile fotoğraf karesinde yer alan isimlerin eline geçmişti.
Özal’ın döneminde kurulan ve Türk milliyetçilerinin hâkim olduğu Polis Özel Harekât (PÖH) birimi Tansu Çillerli yıllarla birlikte FE-TÖ’cülerin eline teslim edildi. Bu şekilde başlayan faili meçhul cinayetler dönemi hala gizemini koruyor.
Devleti ele geçiren Sapkın Vaiz, devlet içindeki organizasyonu sayesinde her koşulda kazanan taraf oldu. İşadamları aldıkları ihalelerden FETÖ’ye ‘himmet’
adı altında haraç vermeye zorlandı. Mahkemelerin terazisi şaştı. FETÖ ile ilişki kurabilenler himmet karşılığında aklandı. Devlet kademesinde bir yerlere
gelebilmek için hatırı sayılır himmetler vermek adet haline geldi. Esnaf, vergi memurlarının gazabına uğramamak ama en önemlisi ötekileşmemek ve dışlanmamak için Sapkın Vaiz’in müritlerinin sohbetlerine katılmak zorunda kalmış ve himmet adı altında para vermek zorunda bırakılmıştır.
En kötü olan ise manevi duyguları kullanarak imkânı olan ve olmayandan kurban derisi ve parası toplamak oluyordu. Bu kaynakların nereye, hangi kanalla aktarıldığı hala meçhul…
Bahsetmiş olduğum himmet rakamları, 1994 yılı verilerine göre 300 milyon dolarlar seviyesinde iken, 2000’lerin başında 840 milyon dolara ulaştı. 2013’te
ise 1 milyar 300 milyon dolarlar seviyesine çıktığı ABD kayıtlarında yer alıyor. Gerçekte illegal yollarla toplanan bu paralar, Gülen’in 90’lı yıllarla birlikte
şirketleşme ve holdingleşme sürecini başlattı, kara parayı aklama olanağı sağladı. İstihbarat raporların-da FETÖ’nün 160 ülkedeki yapılanması sayesinde yılda 4 milyar dolarlık bir para trafiğini kontrol altına aldığı belirtiliyor. Bu muazzam para trafiğini yönetebilmek içinse onlarca paravan şirket ve banka kuruldu.
< İstihbarat raporlarında FETÖ’nün 160 ülkedeki yapılanması sayesinde yılda 4 milyar dolarlık bir para trafiğini kontrol altına aldığı belirtiliyor. >
Medyada Örgütlendiler
Sapkın Vaiz, medyanın ne kadar önemli olduğunu bilecek kadar akıllıydı. Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu ve medyayı doğrudan manipüle edebileceği
Cihan Haber Ajansı’nı kendi cemaatinden topladığı paralar ve devlet kredisiyle kurdurdu. Gülen bu medya kurumlarını kendi PR’ı için kullanırken, 28 Şubat sonrası FETÖ mensupları medyada belirleyici olabilmek için birçok medya derneği kurdu. Hatta gazetecilikle alakası olmayan Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın onursal başkanı olarak topluma sunuldu. 2000’li yılların başına geldiğimizde ise merkez medyada yer alan kurumların (buna sol tandanslı Radikal gazetesi de dâhildir) Ankara’daki haber müdürleri ve polis adliye muhabirlerini FETÖ örgütü içinden istihdam etme trendi başladı. Yani Ankara’da, siyasetin merkezinde artık Sapkın Vaiz’in müritleri haberin patronu konumundaydı. 2015’e gelindiğinde ise örgütün yüzü aşkın medya kurumu vardı. Ve zorla, hatta iş dünyasına şantajla alınan reklamlarla gelir sıralamasında en üst seviyede yer alıyorlardı.
Medyada Belirleyici Ve Yönlendirici Oldular
Sapkın Vaiz artık İran’ın Şii dini lideri Ayetullah Humeyni gibi devlete el koymanın vaktinin geldiğini düşünerek harekete geçti. Devlet içinde kendisine karşı koyacak herkesi hedef tahtasına koydu. Öyle ki, ülkede kaos çıkarmak dahil her şeyi göze alarak işe koyuldu. İlk hedef Ortadoğu ve Avrupa’nın en seküler ordusunu dağıtmak oldu.
Bu arada 1988’den beri TSK’da örgütlediği müritleri de oluşan boşluk sonrasında orduda söz sahibi olacaktı. 15 Temmuz darbesinde Genelkurmay karargâhında olanlar gösterdi ki muazzam bir şebeke kurmuştu. Tasfiye süreci Darbe, Balyoz, Ergenekon ve askeri casusluk davaları ile başladı. KCK, Hrant Dink Cinayeti, CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın seks kaseti şantajı yüzünden koltuğunu bırakması ve Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti ile devam etti. Paris’te öldürülen PKK’lı Sakine Cansız ve arkadaşları, 34 kaçakçının PKK’lı diye Roboski’de öldürülmesi olayı, Danıştay saldırısı, Gezi Parkı olayları ve sonrasındaki süreç, Çözüm Süreci’nde İmralı tutanaklarının medyaya sızdırılması ve 17 Aralık darbe
girişimi süreçlerinin birinci derece içinde oldular. Ama daha da önemlisi güvenlik bürokrasisi, yargı içindeki yapılanmaları ve medya içindeki yapılanmaları sayesinde bu süreçleri hep kendi istedikleri gibi yönettiler.
Devletin Beynine Girdiler
Her devletin seferberlik, savaş ve olağanüstü süreçlerinde hangi hareket tarzlarını hayata geçireceğine dair planları olur. Özellikle seferberlik durumlarında sahada hangi insan kaynaklarının 90’lı yılların başından itibaren artık Türk siyasetinde belirleyici, hatta siyasi partilerden hatırı sayılır kontenjan alan ve siyasi partileri dizayn eden bir güce kavuştu.
Harekete geçirileceği önceden belirlenir. Kuvayı Milliye de milli mücadele yıllarında bu şekilde tarih sahnesine çıkmış ve Türk kurtuluş savaşında halk örgütlenmesini gerçekleştirmişti.
Bulunduğu coğrafya koşulları nedeniyle tehditlere açık konumdaki yeni Türkiye’de Kuvayı Milliye ruhuyla olağanüstü süreçlere her zaman hazırlıklı
idi. Ancak FETÖ’nün yargı içindeki örgütlenmesi dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasını bahane ederek devletin tüm gizli planlarının içinde yer aldığı ‘Kozmik Oda’ya girerek devletin gizli kalması gereken tüm belgeleri hakkında bilgi sahibi oldu.
Ama en büyük ihanet devletin seferberlik planları ve olağanüstü durumlarda sahadaki tüm insan kaynağı açığa çıkmış oldu. Diğer bir ifade devletin var olma idealleri ve planları 2. bir ülkeye taşındı. FETÖ’nün Medya içindeki şarlatanları ise ‘Kozmik Oda’ vahametinin üstünü örmek için, “Turgut Özal’a suikast yapıldı mı?” gündemi ile Türk halkının gündemini farklı bir yere çekmeyi başardı.
Darbeci Geçimi Olan Gülen 90’lı yılların başında Sosyalist Sovyetlerin dağılması ile birlikte ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere Sapkın Vaiz’in ABD tarafından görevlendirildiği konuşula geldi.
FETÖ’nün Türki Cumhuriyetler’deki faaliyetlerine ve uygulamalarına baktığımızda bu tez doğru gibi gözüküyor. Zira bu ülkelerde her gün hazırlanan onlarca raporun direkt FETÖ’ye destek verenlere yollandığı belirtiliyor.
FETÖ’nün tehlikeli faaliyetleri Kazakistan ve Türkmenistan’da net bir şekilde tespit edildi. Kazakistan FETÖ’nün faaliyetlerini inceleme altına aldı. Türkmenistan ise FETÖ’yü kapı dışarı etti. FETÖ Türkmenistan’da darbe girişimine kalkışanlara destek vererek kritik süreçlerde alabileceği rolü aslında o zamanlarda ortaya koymuştu. Aynı yıllarda Sapkın Vaiz’le poz veren derin devletin adamları Çiller döneminde dost ve kardeş Azerbaycan’da darbe girişimine kalkışmış, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in son anda uyarısı darbe girişimini boşa çıkarmıştı.
Irak’ta Türk Askerinin Kafasına Çuval Geçirilirken de Rol Aldılar
4 Temmuz 2003’te Irak Kür-distan bölgesinin Süleymani-ye kentinde Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi olayında FETÖ’nün rolüne vurgu yapmadan geçmek olmaz. Zira Kerkük’teki bir operasyondan sivil kıyafetlerle dönen Özel Kuvvetlere bağlı timin takip edilebilecekleri şüphesi ile kendi karargâhları yerine yakınlarındaki Türkmeneli TVbina-sına sığınması üzerine uzun arayışların sonrasında operasyon düzenlenmişti. Ancak o dönemde tim içindeki bir askerin neden FETÖ’nün Süleymaniye abisi Abdullah ile görüştüğünü ve yerlerini söylediği sorgulanmamıştı. Bu telefon görüşmesi ihanetin başlangıcı olmuştu. Şimdiden sonra bununda sorguya alınması gerek. ABD’lilere Türk Özel Kuvvetleri’nin yerini kim söylemişti?
Ülkedeki askerler, siyasiler, seküler ve liberal kesim Gülen’i makbul Müslüman gösterirken farkında olmadan veya gönüllü olarak ülkeyi karanlık dehlizin içinde çekmek için gerekli krediyi sunmuş oldular.
DAEŞ Neden Dokunmadı?
DAEŞ’in Irak’ta ve Suri-ye’de kentleri tek tek ele geçirdiği süreçte DAEŞ Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na girmiş ve 49 çalışanını kaçırmıştı. Ama hemen yakınındaki Gülen okulunun öğretmelerine dokunmamıştı.
Musul’un işgal edilmesinden sadece 11 gün sonra, burunları dahi kanamadan okulu terk etmişlerdi. Hatta okulun kasasındaki 72 bin dolarla çıkabilmişlerdi.
Daha sonraki süreçte FETÖ, okulunu 7 ay süre ile daha açık tutmuş, ancak üst akıldan gelen uyarı üzerine kapatmıştı. Peki, bu süre içinde FETÖ’nün Musullu çalışanları kentteki gelişmeleri kime raporlamıştı? DAEŞ’in Musul’daki en üst yöneticisi Ebu Müslüm’ün oğlunun bu okullarda okuduğu bilgisini de bir kenara yazmanızı tavsiye ederim!
Gülen Küresel Bir Sorundur
Yukarıda sıraladığım konular Sapkın Vaiz’in devlete sızma sürecini ve oluşturduğu/oluşturabileceği tehditleri gözler önüne seriyor.
Gülen, Kürt sorununu her seferinde çözümsüzlüğe sürükleyerek yeterince suç işlemiştir.
Ülkedeki darbeleri destekleyerek ve 15 Temmuz girişiminin bizzat içinde yer alarak gereğinden fazlasıyla suç işlemiştir. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan’da darbe girişimlerinin içinde aktif rol alarak ne tür tehditler oluşturabileceğini göstermiştir. Kirli kazanç ve şantajlarla bölgesel dizayna kalkışması ve Türkiye içinde gözle görülmeyen ama binlerce asayiş olayındaki rolleri FETÖ’nün nasıl bir tehdit olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Zafiyet Var Mı?
15 Temmuz askeri darbe girişimine dönecek olursak, FETÖ ile mücadelede Cumhurbaşkanı Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan 7 Şubat ve 17 Aralık sürecinden beri olağanüstü mücadele ederken maalesef yalnız kaldılar. Kamu kurumlarında idari, siyasi ve güvenlik alanlarında gösterilen zafiyetler FETÖ mensuplarını cesaretlendirdi. Erdoğan ve Fidan’ın kararlı duruşu üzerine tasfiye sürecinin gelip kapıya dayandığını gören Sapkın Vaiz 1988’den bu yana büyüttüğü müritlerini devreye soktu. Gülen bu darbe girişimi ile altın vuruş yapmayı düşünüyordu.
Bir taşla iki kuş vuracaktı. İlk aşamada Darbe, Balyoz ve Ergenekon gibi davalarla tasfiye ettiği orduyu ele geçirecek, ardından halkın
seçtiği, oy verdiği hükümeti ve muhalefeti ortadan kaldıracaktı.
Darbe girişimi başarısız oldu. Ama Sapkın Vaiz hala bir tehdit ve sadece Türkiye için değil çünkü Gülen artık küresel bir sorun...
ORSAM, Ortadoğu konusunda faaliyet gösteren tarafsız bir düşünce kuruluşudur.
ORSAM Ortadoğu ile ilgili bilgi kaynaklarını çeşitlendirmeyi ve bölge uzmanlarının düşüncelerini Türk akademik ve siyasi çevrelerine doğrudan yansıtabilmeyi hedeflemektedir.
Bu amaçlar doğrultusunda ORSAM, Ortadoğu ülkelerindeki devlet adamlarının,
bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve
sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, yerel perspektiflerin güçlü yayın yelpazesiyle gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. ORSAM yayın yelpazesi içinde kitap, rapor, bülten, politika notu, konferans tutanağı ve ORSAM dergileri Ortadoğu Analiz ve Ortadoğu Etütleri bulunmaktadır.
©Bu metnin içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir. ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.
No.47, AĞUSTOS 2016
ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER DEĞERLENDİRMESİ
Çetiner Çetin Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2000 yılında mezun oldu. Gazetecilik kariyerine, 2002 yılında NTV, Sawatel Haber Ajansı,
AFP ve Cihan konsorsiyumunun Ortadoğu masasında başladı. Daha sonra Türkiye’nin önde gelen haber kanalı olan NTV’de çalışmaya başladı ve NTV’nin
Irak Temsilcisi oldu.
NTV için 6 yıl çalıştıktan sonra, 2009 yılında kariyerine TRT Türk Irak Ofisinin yöneticisi olarak devam etti. Siyaset ve Ortadoğu haber muhabiri olarak ve
Yeni Şafak gazetesinin parlamento büro şefi olarak 5 yıl çalıştı. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü Ofisinde “Ortadoğu Masası ve Uluslararası Medya” sorumlusu olarak çalışmıştır.
Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM)
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara
Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48
www.orsam.org.tr
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder