Bir İmparatorluk Çökerken
www.acikistihbarat.com
10.02.2016
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına tanıklık etmiş olan Cahit Uçuk’un Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “ Bir İmparatorluk Çökerken ” adlı anılarını okurken , en büyük felaketlerin yaşandığı devirlerde bile insan psikolojisinin kendi küçük gettosuna çekilip, şu koca dünyanın başka dramlarından uzak olmayı bir mutluluk sebebi saydığını düşündüm.
1911 doğumlu Cahit Uçuk, o devrin az sayıdaki kadın yazarından biri olarak, çöküşün günlük yaşama yansıyışlarına yoğunlaşmış.
Siyasi arka plan oldukça sınırlı ancak büyük Balkan göçü, İstanbul’un işgali gibi olayları sıradan bir insanın gözünden acı ve aynı zamanda keyifli, zengin bir dille yazmış. Belki de sırf siyasi etkenleri irdeleyen kitaplardan çok daha etkili bir anı-roman.
İmparatorluk bir iskambil kulesi gibi dağılırken, İstanbul’da süpürge tohumundan yapılmış ekmek bile bulunamazken, insanlar aşık olabiliyor, misafirliğe gidiyor, müzikli geceler düzenleyip sigara tüttürebiliyor..
Bu tavır, duyarsızlık mı, yoksa hayatın gerçeği mi?
O yıllarda bilgi edinmenin zorlukları hesaba katıldığında, “duyarsızlık” diyebilmek elbette çok zor ancak bugün, yaşanan her şeyden anında haberdar olup da normal bir hayat sürebilmek, vücudu ayakta tutabilse de ruhlarımızda beliren ağır yıpranmanın tedavisi maalesef yok...
Gözümüzün önünde (üstelik devletimizin de şehvetli katılımıyla) parçalanan Suriye’nin çocukları, her gün küçük bedenleriyle üçer beşer kıyılarımıza vuruyor. Köşe başlarında avuç açan göçmenler, her gün evimize ağır bir vicdan sınavı ile dönmemize neden oluyor...
Güneydoğu kan ağlıyor. Cesedi evinin önünde altı gün bekleyen kadın, on yaşındaki kız çocuğunun buzdolabına konulan ölüsü, kapısının önünde vurulmuş yatan kadının kanlı terlikleri..
Ve şehitler, şehitler, şehitler..
Melek yüzlüsü, yoksulu, annesinin bir taneciği, arkadaşlarının kıymetlisi, sevgilisinin gözünün nuru, okulunun yıldızı...
Bunlar ruhlarımızda açılmış çok ağır yaralardır...
Ama biz ne yapıyoruz?
Sosyal medyada caps paylaşıyoruz, yarışma programları izliyor, alışveriş yapıyor , yaz tatilimizi planlıyoruz...
Peki, böyle yaşamamanın alternatifi ne?
Evden dışarı çıkmamak, banyo yapmamak veya bir pompalı edinip Diyarbakır’a doğru yola çıkmak mı?
Alternatif maalesef yok!
Ama belki de şunu yapabiliriz:
Doğruyu yanlıştan ayırma yetimizi ortaya koyup ortak bir vicdan yaratabiliriz..
Ama bunu yaparken, birinci kural samimiyet olmalı.
Elmalarla armutlar ayrı sepetlere konulmalı. Devlet, terör, asker, şehit, terörist, sivil vatandaş vs. kavramları birbirine karışmamalı...
Bunca yıldır Kürt ve Türk kanı döken ölüm makinaları susturulacaksa, bunun taraflarının kim olduğuna bakılmamalı..
“Devlet içindeki çeteler yıllarca bu kandan beslendi ama PKK beslenmedi”
derseniz, konuşulacak hiç bir şey kalmaz.
“Bu kadar kirli bir savaşın içinde yoğrulmuş devlet, karşımıza birer suçlu olarak ama PKK, ‘insanlık değerleriyle yüklü bir özgürlük savaşçısı olarak’ çıktı”
derseniz bu kanın durmasını samimiyetle istemiyorsunuz demektir.
“Çözüm süreci” dediğiniz büyük aldatmacada AKP ile birlikte bunu yaptınız. Devleti ve orduyu suçlu ilan ederken, teröristleri kutsadınız.
Bakın, sonuç ne oldu?
Bütün uydurma davalar çöktü, devletin içindeki ihanet adacıklarının dimdik ayakta durduğu ortaya çıktı.
Öcalan’ın bir sahtekâr, PKK’nın beş paralık bir terör örgütü olduğu bir kez daha kanıtlandı. AKP gibi kökü dışarıda bir Amerikancı-İslamcı-Faşist şebekenin ipiyle kuyulara inilemeyeceği görüldü...
“Çözüm süreci”, yüz yıllık doğu sorununun en çok kan dökülen, terörün en fazla azdığı ve devletin en vahşileştiği, İsviçre bankalarındaki gizli hesapların en fazla kabardığı dönemlerden biri olarak tarihe geçti.
Hepinizi tebrik ederiz!
Şimdi oturup “Biz nerede hata yaptık?” sorusunu kendinize soracağınıza, ezberlerinize sarılıp devleti, ulusalcıları, “faşist” dediğiniz Türk milliyetçilerini, Atatürkçüleri, askerleri vs. suçluyorsunuz.
Bütün politikaları büyük bir fiyaskoyla, daha da kötüsü kanla bertaraf olmuş AKP’ye, bırakın olup bitenlerin hesabını sormayı, hiç utanıp sıkılmadan yeni muhataplar öneriliyor.Hiç bir şey olmamış gibi, kalındığı yerden devam edilmesi telkin eyleniyor..
Oysa o suçladıklarınız, Mustafa Kemal’in çizdiği vatandaşlık tanımı çerçevesinde, eşit ve barış içinde bir arada yaşamaktan başka neyi savunmuşlardı? Bunun dışındaki bütün yolların çıkmaz sokak olduğunu anlamak için tutuklanma sırasının Can Dündar’lara, siyasi linç sırasının Bülent Arınç’lara, Selahattin Demirtaş’lara, işten atılma sırasının Gülay Göktürk’lere gelmesi mi gerekiyordu?
Pek sıkı fıkıydınız?
Hani bağırsaklar temizleniyordu?..Hani ceberrut devleti el birliğiyle tarihin çöplüğüne gömüyordunuz?
Bazı Kürtçülerin ve liberalciklerin olup bitenlerden hiç ders çıkarmadığı anlaşılıyor. Gezi olaylarında sokağa dökülen bizler, güneydoğuda bunca kan akarken neden sessiz kalıyor muşuz?
Bir kere Gezi ile şu an güneydoğuda yaşananların birbiriyle en ufak ilişkisi yok.
Gezi, AKP’nin ihanetlerine karşı çoğunluğunu Atatürkçü yurtseverlerin oluşturduğu meşru bir kitlesel tepkiydi.
Gezi günlerinde “çözüm sürecine” zarar gelmesin diye AKP’nin yanında saf tutanların, “Gezi bir darbe girişimidir” diyenlerlerin, güneydoğuda olay çıkarmamaya söz verip tomaların batıya götürülmesininin pazarlığını yapanların, bugün “Neden ses çıkarmıyorsunuz” deme hakları yoktur.
Ayrıca neye ses çıkarmalıyız?
Karşımızda “Evet, PKK’nın kanlı bir terör örgütü olduğunu anladık” diyen mi var ki?
Aksine, şehit kanı döken katilleri, paça sıkışınca “masum sivil” ilan edip dağa sağ salim göndermek isteyenler var.
Hem de bizden almayı umdukları destekle!
Şu soruların cevabını verdiniz mi ki bu ülkenini namuslu çoğunluğundan destek istiyorsunuz:
Örneğin, “yaralı sivillerin ölmesine göz yumuluyor” dediğiniz o bodrumlara sıkışanlar tam olarak kimdir?
Neden sıkıştılar?
Bir şekilde olayların ortasında kalmış masum siviller ise güvenlik güçlerinin bütün çağrılarına rağmen ellerine beyaz bir bez alıp neden dışarı çıkmıyorlar?
Ambulanslara kim ve neden ateş açıyor?
Yok sivil değil de güvenlik güçleriyle çatışmaya giren PKK militanları, sizin deyiminizle “gerilla” iseler, sivilleri salıverip kendileri neden çatışmaya devam etmiyor veya teslim olmayı kabul etmiyorlar?
Hani onlara “asker” muamelesi yapıp savaş hukuku uygulamalıydık?
Bizim askerlerimiz mübarek üniformaları içinde şehit olurken, bu nasıl “ asker olmak” ki, masum sivilleri kendine kalkan yapıp aralarına gizleniliyor? Kadın etekliği giyinerek hendekler kazılıyor?
Neymiş?
Bunları sormamalıymışız..”Ama”sız, “fakat”sız destek vermeliymişiz..
Orada “insan” ölüyormuş..
Devletin kendini ve vatandaşlarını savunma hakkını bir yana bırakıp, aslında “masum birer sivil” olan teröristlerin kılına zarar gelmemesi için siper olmalıymışız..
Yine on iki yıl işbirliği yaptığınız AKP’ye dua edin ki, size hâlâ kıyak geçebiliyor. Bu çağrıları örneğin “demokrasinin beşiği”
İngiltere’de yapsanız, teröre destek suçundan derhal tutuklanırdınız..
Bayanlar ve beyler, son günlerin moda deyimiyle, gelin “aklımızla alay etmeyin”.
Bize çikolata ambalajı içinde PKK zehirini yedirmeye çalışmayın..
Sizin istediğiniz gibi bölücü ifadelerle konuşacak olursak, bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan Türkler’e, terör ve uyuşturucu şebekesi
PKK’yı “masum muhatap” olarak kabul ettiremezsiniz.
Aklınız varsa, şehitlerimizin üstüne bir bardak kanlı su içmemizi bekleyemezsiniz. Bakın, bütün milli değerleri ayaklar altına almaya ant içmiş AKP’ye bile bunu kabul ettiremediniz...
Olmadı. Doğu Perinçek eğer yaşlılıktan ve Silivri’de fazladan yatmaktan saçmalamıyorsa, Tayyip Erdoğan “hatalarını anladı ve milli devletten yana saf mı tuttu”, yoksa her kılığa girebilen şeytani bünye kendine yeni bir elbise mi buldu bilemeyiz ama Olmadı.
Devleti suçlu ilan edip PKK’yı kutsadıkça olmayacak da..“O zaman kan dökmeye devam ederiz” mi diyorsunuz?
Siz bilirsiniz...
Yüz yıldır olduğu gibi yine zararlı çıkarsınız..
Siz minik liberaller ve yüreği pıt pıt atan aydıncıklar, siz de bize ezberlenmiş romantizmlerle gelmeyin.
Siz önce “Yetmez ama evet”in hesabını verin. Atatürkçüler, ulusalcılar binbir iftira altında cezaevlerinde yatarken, AKP ile siz fındık kırıyor dunuz..
Demegojileriniz biter bitmez “Peki çözümün ne?” sorusunu patlattığınızı duyar gibiyiz..
Çözüm, 93 yıl önce bulundu ve halen geçerlidir: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında eşit ve kardeşçe yaşamak. Bu toprakların Türk yurdu olduğunu ve öyle kalacağını kabul etmek..
Kabul edemiyorsanız, bölgenin diğer coğrafyalarında yaşayan Kürtler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı altında yaşayan Kürtlerin durumunu karşılaştırın ve tercihinizi ona göre yapın.
Bizim kardeşliğimizi, CIA destekli 12 Eylül faşizmi ve PKK bozdu.
Biz, “devletimizin” yanlışları ve suçlarıyla hesaplaşmaya her zaman hazırız. Bakın, milyonlarca Türk, Kenan Evren’in mezarına tükürdü; cenazesine gidip “Hakkımı helal etmiyorum” diye haykırdı.
Peki siz aynısını yapabilecek misiniz?
Abdullah Öcalan gibi bir katilin suratına tükürebilecek misiniz?
PKK’nın da tıpkı 12 Eylül çetesi ve devletin içine çöreklenmiş faşist cuntalar gibi CIA ve MOSSAD destekli kanlı bir terör ve uyuşturucu örgütü olduğunu kabul edecek misiniz?
Çözümün PKK’yı sırtınızdan atmak olduğunu görebilecek misiniz?
Göremez ve kabul edemez iseniz bu bataklıkta çırpınmaya devam edersiniz...
Biz Kürt Kardeşlerimizi bu bataklıkta yaşamaya asla layık görmüyoruz...
http://www.acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10545
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder