19 Ocak 2018 Cuma

TÜRKİYE - ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ VE RUSYA FAKTÖRÜ

Türkiye-Orta Asya Ekonomik İlişkileri



TÜRKİYE - ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ VE RUSYA FAKTÖRÜ
Dr.Gamze Güngörmüş KONA
24 Mayıs 2008 Cumartesi

Giriş

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasının ardından Birliğin güneyinde yer alan coğrafyada Türkiye’yi gayet yakından ilgilendiren değişimler yaşanmıştır. Etnik, kültürel ve tarihsel yönlerden Türk halkı ile pek çok ortak özelliğe sahip eski Sovyet halkları bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Orta Asya bölgesinde bağımsız cumhuriyetler olarak belirmişlerdir. Böylece, Sovyet rejiminin tesisini takiben sadece Türkiye ile değil diğer tüm müslüman kökenli uluslarla da sosyal, siyasal ve iktisadi ilişkilerini kesmek durumunda kalan eski Sovyet cumhuriyetleri Türkiye ile çok yönlü ilişkileri başlatma fırsatı bulmuşlardır. Öte yandan Soğuk Savaş döneminde özellikle coğrafi yakınlık nedeni ile Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikesini derinden hisseden ve bu nedenle Sovyetlerin egemenliği altında bulunan müslüman Orta Asya uluslarına yaklaşmaya çekinen Türkiye, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kapladığı bölgenin tümünde yaşanan coğrafi, siyasal ve ekonomik değişimin ardından ayrı birer bağımsız devlet olarak varlık göstermeye başlayan Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ile geçmişi telafi etmek istercesine yoğun ilişkiler kurmaya başlamıştır.

Bağımsızlığın ilk yıllarında hem OAC’nin göstermiş olduğu sıcak ilgiyi hem de kendi dış politik amaçlarını göz önünde bulundurarak Türkiye, Orta Asya bölgesinde yer alan müslüman ve Türk kökenli Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan cumhuriyetleri ile herhangi bir hedef alan tespit etmeksizin hemen her alanda ilişkiler geliştirmiştir. 1993 yılının ortalarına dek daha çok sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gelişme gösteren Türkiye-OAC ikili ya da çok yönlü ilişkileri, Sovyetlerin yıkılmasının ardından oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) en güçlü ve de en etkin üyesi Rusya Federasyonu’nun yayınladığı 1993 Konsensüs’ü ile sorgulanma aşamasına gelmiştir. 1993 yılına dek Orta Asya bölgesini iktisadi ve siyasal açılardan kendisi için birincil derecede önem arz eden bölgeler arasına katmayan Rusya Federasyonu, aynı yıl ortalarında değişikliğe uğrattığı politik doktrini ile adı geçen bölgeyi kendisi için öncelikli bölgeler arasına katmıştır. Buna paralel olarak, Rus bürokratlar Orta Asya cumhuriyetlerinin dış dünya ve dolayısı ile Türkiye ile geliştirmekte oldukları siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkileri yakından takip etmeye başlamışlardır. Rusya’nın OAC üzerinde 1993 yılından itibaren giderek artan etkisi, bu cumhuriyetlerin çok yönlü uluslararası bağlantılarını özgürce geliştirmelerini engellerken Türk bürokratlarının da bu cumhuriyetlere temkinli yaklaşmalarına neden olmuştur. Diğer bir deyişle, Orta Asya’da yer alan cumhuriyetler ile Türkiye arasında 1993 öncesinde tesis edilen ekonomik, siyasal ve sosyal direkt ilişkiler modeli elde olmayan nedenlerle 1993 sonrasında Rusya üzerinden Türkiye – OAC dolaylı ilişkiler modeline dönüşmüştür. Bu nedenle, 2000 yılının başlarında OAC ile ekonomik ilişkiler kapsamında (siyasal ve sosyal alanlarda olduğu gibi) üstesinden gelinmesi gereken asıl sorun, Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na rağmen OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini nasıl maksimize edebileceğidir. 

Bu çalışmada, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil ancak onu yanına alarak geliştirebileceği öne sürülmektedir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü hangi nedenlerle dikkate alması gerektiği açıklanacaktır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için Türk bürokratları tarafından alınması gereken tedbirler sunulacaktır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkilerin maksimizasyonu kapsamında Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil yanına alarak izleyeceği ekonomi politikasının Türk ekonomisine getireceği olası avantajlar belirtilecektir. 

I. Gerekçeler:

Bu başlık altında, Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği Konsensüs’ü takiben OAC’ni algılayış tarzındaki değişiklik, OAC’nin Rusya Federasyonu’nu değerlendirme biçimi, Orta Asya devletlerindeki yönetici kademelerde Rus azınlığın çokluğu, Rusya’nın Hazar Havzası petrollerine bakışı ve Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki mevcut ticaret hacmi gibi geçerli nedenlerle Türkiye’nin OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek değil onu yanına alarak geliştirmek zorunda olduğu açıklanacaktır.

a. Rusya’nın Orta Asya Bölgesini Algılayış Biçimi:

Belirtildiği üzere, Rusya Federasyonu’nun özellikle 1994 yılından sonra genelde BDT özelde ise Orta Asya bölgesi üzerinde giderek yoğunlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal etkisi açıkça gözlemlenmektedir. 1994 yılı öncesinde Orta Asya bölgesinin sorumluluğunu üstlenmeyi ekonomik bir yük olarak gören Rusya, 1994 yılının başlarından itibaren bölgede ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanmak isteyen devletlerin giderek artan ekonomik ve politik güç mücadelesi, ABD’nin bölgeye yönelik aşırı ilgisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam faktörünü kullanarak bölgeden ekonomik ve siyasal çıkar elde etmeyi amaçlaması, Orta Asya bölgesinde yaşanan iç karışıklıkların kendi güvenliğini etkileyeceği endişesi, Hazar Havzası’nda bulunan petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılmasında etkin bir rol oynama arzusu ve tek boyutlu / batı merkezli dış politika tercihinin kendi beklentilerini karşılamaya yetmeyeceğini anlaması gibi nedenlerle Orta Asya bölgesini oldukça önemsemeye başlamıştır, ve 1993 yılında yayınladığı Konsensüs ile de Orta Asya bölgesine yönelik siyasi ve ekonomik bakış açısını değiştirdiğini resmileştirmiştir.

1993 Konsensüsü’nü takiben Rusya’nın Orta Asya politikası şu şekilde özetlenebilir:

Öncelikle, Rus savunma doktrini Orta Asya bölgesini Rusya’nın kendi çıkarları için vazgeçilmez olarak kabul ediyor (Kulchik, Fadin and Sergeev, 1996, s.46), OAC’nde barış ve istikrarın tesisini ve devamını istiyor ve bu amaçla Orta Asya’daki cumhuriyetlere siyasi, ekonomik ve de askeri destek vermeye hazır olduğunu belirtiyor, OAC’ni kendisinin ekonomik ve siyasal desteği olmaksızın ekonomik ve sosyal yönlerden zor durumda kalacaklarına inandırmaya çalışıyor, Orta Asya bölgesinde belirecek ciddi boyutta bir İslami yayılmanın hem bölgede yaşayan Rus nüfusu hem de Rusya Federasyonu’nda yaşayan mülüman nüfusu olumsuz yönde etkileyeceğini düşünerek olası İslami köktendinci girişimleri engellemeyi amaçlıyor (Lepingwell, 1994, s.75 ; Blank, 1994, s.267), bu bölgeyi Yakın Çevre (Near Abroad) politikasının bir parçası olarak gördüğü ve Sovyet-sonrası şekillenen coğrafi alanı kendi coğrafi alanının doğal uzantısı olarak kabul ettiği için herhangi bir devletin OAC üzerindeki etkinliğini artırmasına karşı çıkıyor ve ayrıca bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin kendisi için önem arz ettiğini vurguluyor. 

Bu durumda, Türkiye’nin Rusya Federasyonu için siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan büyük önem arz eden OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek istenen düzeye getirmesi pek mümkün görünmemektedir.

b. OAC’nin Rusya Federasyonu’nu Algılayış Biçimi: 

Siyasi:

OAC’nin Rusya Federasyonu’nu nasıl değerlendirdiği sorusu siyasi ve ekonomik olarak iki açıdan cevaplandırılmalıdır. Bu soru her iki açıdan da  cevaplandırıl dığında sonuç aynı da olsa nitelikler farklıdır.

Bağımsızlığın hemen ardından OAC dünya devletlerine kendilerini tanıtmak, sorunlarını anlatmak ve bu devletlere ilişkin beklentilerini açıklamak için yoğun bir ikili ya da çok yönlü ilişki kurma telaşına düşmüşlerdir. Özellikle sanayi ve teknoloji yarışındaki batılı gelişmiş devletlerce gayet bakir olarak tanımlanan Orta Asya bölgesinde yer alan cumhuriyetlerin bu telaşı tüm devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından hoşnutlukla karşılanmıştır. Rus baskısından kurtulmanın ve bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlamanın beraberinde getirdiği heyecanla OAC pek çok bölgesel işbirliği örgütünün bünyesinde yer almıştır. Bu cumhuriyetler değinilen gelişmeleri yaşarken Rusya’nın yanlarında yer almayışının eksikliğini hiç hissetmemiş aksine bu durumdan memnuniyet duymuşlardır.

Bununla birlikte, Tajikistan’da çıkan iç savaş, Afgan mücahit hareketi ve İran kökenli fundamentalistlerin Orta Asya bölgesine sızma olasılığı bu cumhuriyetlerde Rusya’nın aktif katılımı ile oluşturulacak kapsamlı bir kollektif güvenlik sistemi içerisinde yer alma gereksinimi doğurmuştur. (Mesbahi,1994, s.283) Belirtilen gelişmeleri takiben, Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinden Rus bürokratların Orta Asya’da daha aktif bir siyaset takip etmelerine ilişkin talepler yükselmeye başladı. Bölgede artan ulusal ve uluslararası güç mücadelesi, İslami hareketlerdeki artış Rusya’nın OAC’nin kendisi ile yakınlaşma talebini tereddüt süz kabul etmesi ile neticelenmiş ve bu sonuç OAC’ni siyasi açıdan Rusya’ya hemen hemen tümü ile bağımlı kılmıştır. 

Ekonomik:

OAC’nin ekonomik açıdan Rusya’yı algılayış biçimi siyasi açıdan algılayış biçimi ile aynıdır.

Sovyet yönetimi döneminde Sovyetler Birliği kapsamında toplam pamuk üretiminin 3/2’lik bölümü Özbekistan tarafından karşılanıyordu. Kazakistan ikinci büyük petrol - doğal gaz ve üçüncü büyük kömür üreticisi durumundaydı. Ayrıca Kazakistan’ın sahip olduğu tarım ve hayvancılık ürünlerinin toplam değeri eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada idi. Türkmenistan ise eski Sovyetler Birliği’nin ihraç ettiği doğal gazın %10’nundan fazlasını üretiyordu. (Kimura, 1993, ss.132-142) Bu parlak dönemi takiben, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile birlikte Orta Asya bölgesi’nde bağımsızlığını ilan eden Sovyet cumhuriyetleri gayet zor ekonomik koşullarla yüzleşmeye başlamışlardır. Öncelikle, Sovyetlerin dağılması ile başlayan ekonomik yapıların çözülüşü üretim güçlerinin gelişimini durdurmuştur. İş gücü, sermaye ve diğer kaynakların oldukça alt seviyelerdeki hareketliliği üretimin kurumsal yapılanmasını engellemiştir. Ayrıca, düşük üretim, yüksek nüfus artışı, yaygın fakirlik, kalitesiz iş gücü kaynakları tüm Orta Asya’da derinden hissedilmektedir. Son olarak endüstriyel ekonomik sistemin sınırlı gelişimi kronik tarzdaki ekolojik krizin ortaya çıkmasına neden olmuştur. (Alexandrov, 1993, s.106) Tek merkezden yönetilen ekonomik sistem değişikliğinin, birbirine sıkı sıkıya bağlı üretim ve ticaret sisteminin çözülüşünün, bağımsızlığın aniden kazanılışının Orta Asya cumhuriyetlerine yüklediği ekonomik sorunlar bu cumhuriyetleri özellikle güçlü batılı devletlerle ikili ya da çok yönlü ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneltmiştir. 

OAC’nin 1993 yılının ortalarına dek ya bölgesel bazlı ekonomik işbirliği örgütlerine üyelik (EİÖ - Economik İşbirliği Örgütü ve KEİÖ - Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü - gibi) ya da uluslararası ekonomik kuruluşlara üyelik başvurusu şeklinde gelişme gösteren bu girişimleri Rusya Federasyonu’nun direkt her hangi bir müdahaleci tavrı ile karşılaşmamıştır. Ancak 1993 yılı ortalarında, Rus yetkililerin Rusya Federasyonu’nun yeni bağımsız cumhuriyetlerin bulunduğu eski Sovyet coğrafyasındaki ekonomik çıkarlarını gerektiği ölçüde önemsemedikleri görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu görüşü takiben, eski Sovyet coğrafyasında yer alan ekonomik zenginlik Rus politikasını şekillendirme sürecinde oldukça önemli bir unsur olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. (Baev, 1997, s.5) Bu politika değişikliğinin ardından Rusya Federasyonu OAC’nin hemen tüm ekonomik ilişkilerini ve Orta Asya bölgesinden ekonomik çıkar elde etmek isteyen devletlerin faaliyetlerini gayet yakından takibe almış ayrıca kendi ekonomik çıkarları için tehlikeli bulduğu girişimlere müdahale etmiştir. Dış ticaretinin büyük bir bölümünü Rusya Federasyonu ile gerçekleştiren OAC ise Rusya’nın bu tepkisi karşısında tepkisiz kalmayı tercih etmiştir.

Denilebilir ki, bu cumhuriyetler bölgesel istikrar, sınır ve ülke güvenliği, İslami tehlike ve savunma konularında Rusya’nın varlığına ve siyasi desteğine ne denli ihtiyaç duyuyorlarsa, ekonomilerinin rehabilitasyonu konusunda da aynı devletin varlığına ve desteğine o denli ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum ise OAC’nin Rusya Federasyonu’nu reddetmek yerine ona sıkı sıkıya bağlanmalarını gerektirmektedir. Hal böyleyken, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rusya Federasyonu’nu karşısına alarak ya da onu kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. 

c. Orta Asya Cumhuriyetlerinde Yaşayan Rus Azınlık:

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm Rus kökenli nüfus Rusya Federasyonu bünyesinde toplanmış değildir. 1991 öncesinde Sovyetler Birliği’nin varlık gösterdiği toprakların genişliği düşünüldüğünde 1991 sonrası mevcut coğrafi düzende eski Sovyet yeni bağımsız cumhuriyetler içerisinde pek çok Rus kökenli toplulukların var olduğunu tespit etmek zor olmayacaktır ki eldeki sayısal veriler bu yöndeki tespiti doğrular niteliktedir. Bu verilere göre, hali hazırda Rus kökenli nüfus toplam Kazakistan nüfusunun %40’tan fazlasını, Kırgızistan nüfusunun yaklaşık %20’sini, Türkmenistan nüfusunun yaklaşık %9’unu, Özbekistan toplam nüfusunun ise yaklaşık %8’ini oluşturmaktadır. Olası bir göç dalgası karşısında Rus kökenli nüfusun barınma ve istihdam sorunlarını çözümleyebilecek yeterli ekonomik kaynağa sahip bulunmayan Rus yetkililer bu cumhuriyetlerden Rusya Federasyonu’na gerçekleştirilecek olası göç akınını engellemenin zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu sınırları dışında yaşayan Rus kökenli nüfusun ekonomik, sosyal ve politik güvenlikleri ile ilgilendiklerini sıklıkla vurguluyorlar. (Bacık ve Canbaş, 1999, s.325) 

Bu, meselenin Rusya’yı ilgilendiren boyutu, Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ve Türkiye açısından ise durum oldukça farklı. Bireysel ekonomik ve siyasal formasyonu oluşturma aşamasında birinci derecede önem arz eden bilimsel donanımdan Sovyet idaresi boyunca mahrum bırakılmış olan müslüman kökenli Orta Asya halkları ne Sovyetler Birliği döneminde ne de yeni bağımsız düzende kendi devletlerinin ekonomi ve siyasi politikalarını saptamakla görevli idari kadrolara yükselme şansı bulamamışlardır. 1991 sonrası kendi bağımsız cumhuriyetlerinde bağımsız birer vatandaş olarak yaşama hakkını elde eden Orta Asyalılar geçmişte yaşanan bu olumsuzluğu kısa bir sürede telafi edemedikleri için çoğu kurumda (bilim üreten, ekonomi ve politikayı şekillendiren kurumların çoğunda) Rus kökenli idari kadro ile çalışmak durumundadırlar. Doğal olarak, Rusya Federasyonu’nun siyasi ve ekonomik önceliklerine göre hareket tarzı belirleyen bu Rus yönetici elit hem Rusyasız bir Orta Asya’da istediği şekilde ekonomik ve siyasal politikalarını uygulamak isteyen yabancı devletleri hem de Rus baskısından arınmış bir Orta Asya’da iç ve dış politikalarını özgürce gerçekleştirmek isteyen OAC’ni sınırlamaktadır. 

Bu durumda, OAC’nde azınlık durumunda yaşayan Rus kökenli nüfusun idari kadrolardaki niceliksel çoğunluğunu ve karar alma ve uygulama aşamasındaki etkinliğini göz önünde bulunduracak olursak, Türk yetkililerin Rusya’yı karşısına alarak ya da kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. 

d. Hazar Denizi Havzası Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri ve Rusya:

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur. Pek çok gözlemci tarafından Orta Asya dünyanın en zengin ham madde potansiyeline sahip bölgeleri arasında gösterilirken, petrol ve doğal gaz üretimi açısından Hazar Havzası’nın Basra Körfezi’nin ardından ikinci sırada yer aldığı belirtilmektedir. (Razov, 1997, s.59) Özbekistan, “Fırsatlar Ülkesi” (Convay, 1994, s.164) olarak adlandırılan Kazakistan ve “Orta Asya’nın Kuveyt’i” (Nissman, 1994, s.183) şeklinde düşünülen Türkmenistan Hazar Havsası’nda yer alan üç önemli Orta Asya cumhuriyetidir. Azerbaycan Hazar Denizi Havzası’nda yer alan dördüncü devlettir. Kazakistan’da 95, Türkmenistan’da ise 34 milyar varillik bir petrol rezervi bulunduğu hesaplanmaktadır. Ayrıca dünyanın üçüncü en büyük doğal gaz rezervine sahip olduğu bilinen Türkmenistan’da 4.5 trilyon metre küp doğal gaz rezervi mevcuttur. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zenginliği bakımından en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. (Pala ve Engür, 1998, ss.23-27) Bu durumda, “Hazar Denizi’nin ve Hazar Denizi’ni çevreleyen bölgelerin Asya ve Avrupa kıtalarına en fazla petrol ve doğal gaz tedarik eden yerler olabileceğini” (Gökay, 1998, s.49) öne sürmek yanlış olmayacaktır. 

Tüm bu petrol ve doğal gaz zenginliğine rağmen Hazar Denizi Havzası’nın denize çıkışı olmayışından dolayı bu bölgede petrol çıkarma ve sevkıyat konularında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oysa, 1914’ten önceki 20 yıl boyunca Hazar bölgesi en geniş ve en gelişmiş petrol üretim alanlarından biri durumundaydı. Bununla Birlikte, 70 yıl süren Sovyet yönetiminin ardından Hazar bölgesindeki devletler petrol çıkarma teknolojilerinin oldukça gerisinde kalmışlar dır. Şu anda bölgede petrol çıkarma kuyularını inşa ve tamir edebilen iki tesis bulunmaktadır. Bunlardan biri Azerbaycan’ın Primorsk şehrinde diğeri ise Rusya’nın Astrakhan şehrinde yer almaktadır. Bölgenin değinilen olumsuz coğrafi konumundan dolayı petrol çıkarma teçhizatını dışarıdan getirmek oldukça yüklü bir maliyet gerektirmektedir. Bunun yanı sıra, yeni petrol boru hatlarının döşenmesine ilişkin siyasi sorunlar ve inşası düşünülen yeni petrol boru hatları nın yüksek maliyeti karşılaşılan sorunların diğer bir yönünü oluşturmakta dır.

İşin en ilginç yanı, Hazar Havzası’nda yer alan devletlerin petrol ve doğal gaz çıkarma ve sevkıyat meselelerinde karşı karşıya kaldıkları bu olumsuzlukların bu bölgede ekonomik çıkar peşinde olan yabancı devletlerin hiçbiri için bir engel teşkil etmeyişidir. Yabancı devletler hem bölgedeki petrol ve doğal gazın çıkarılması için maddi destek vermek üzere hazır bulunduklarını ifade etmekte hem de bu bölgeden çıkarılacak petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılması için gerekli ek petrol ve doğal gaz boru hatlarının yapımı ve güzergah tespiti aşamasında bir fiil işin içinde yer almak istediklerini vurgulamaktadırlar.

Yabancı devletlerin Hazar Havzası’nda yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına ulaştırılması için verdikleri yoğun mücadele, 70 yıl boyunca bu bölgenin adı geçen potansiyelinin tek sahibi durumundaki Rus yetkililerin özellikle 1993 sonrasında sert tepkisi ile karşılaşmıştır. 1991 sonrasında Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gazın çıkartılması ve sevkıyatı gibi hususlarda tek yetkili değil fakat en fazla yetkiye sahip devlet konumunda olmak isteyen Rusya, hem Azerbaycan petrolünün İran ya da Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılmasına ilişkin projeye hem de diğer petrol ve doğal gaz projelerine gayet temkinli yaklaşmıştır. Asıl amacı, Kazak petrolünü Rusya üzerinden Novorossisk limanına getirmek ve buradan da batıya ulaştırmaktır. Böylece, hem büyük ölçüde Kazakistan hem de diğer Hazar bölgesi devletleri üzerinde siyasi ve de ekonomik prestij sahibi olmayı amaçlamaktadır. (Bkz. IISS Stratejik Yorumlar - Milliyet, 23 Haziran 1999; Blank, 1994; Forsythe, 1996) Genelde İran ve Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde bulunan petrol ve doğal gazı kendi ülkelerinden geçirmeyi düşündükleri boru hatları ile dünyaya ulaştırma çabaları, özelde ise Amerika’nın bölgedeki petrol ve doğal gaz rezervlerini çıkarma aşamasında expertiz satmayı sıklıkla talep etmesi ve Baku – Ceyhan boru hattı inşasını desteklemesi Rus yetkilileri Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde en etkin olmaya sevk etmektedir.

e. Türkiye – Rusya Federasyonu Ekonomik İlişkileri:

Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde, Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerini belirleyen temel etmenin siyaset olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin dev komşusu Rusya karşısındaki tedirginliği, Rusya’nın ise Türkiye’ye ilişkin güvensizliği hem Sovyetler Birliği döneminde hem de 1991 sonrası gelişmelerde iki devlet arasındaki ekonomik ilişkilerin hareket tarzını gayet yakından etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin olumlu seyir gösterdiği dönemlerde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de olumlu yönde gelişme kaydetmektedir. 1991 sonrasında iki ülke arasında yaşanan kimi siyasi sorunların Rusya ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerini aynı paralellikte etkilemesi bunun en somut kanıtıdır.

1992 başlarında Türkiye Rusya Federasyonu ile oldukça dostane ilişkiler başlatmıştır. Aynı yıl içinde iki ülke arasında üst düzeylerde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerdeki bu sıcak hava Rusya’nın 1993 ortalarında uygulamaya koyduğu dış politika değişikliği ile (ki bu değişiklik Rus yetkililerin OAC’ne ilişkin tutumlarına da direkt yansımıştır) yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Rusya, Türkiye - OAC arasındaki yakın ilişkiyi Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde etkinliğini artırmak için benimsediği politik bir taktik olarak algılamaya başlamıştır. (Andican, 1997, s.214) Çeçen - Rus savaşında ise, Türkiye baskıcı politikalarından dolayı Rusya’nın tavrını onaylamazken, Rusya Federasyonu Çeçen lider Cahar Dudayev’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği iki özel ziyareti dostça bulmadığını belirtmiştir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin 1994 yılında gemilerin Boğazlardan geçiş koşullarına ilişkin yönetmelikte yaptığı değişikliği Boğazlardan geçiş özgürlüğünü sınırlayıcı bir girişim olarak değerlendirmiştir. (Klepatskii and Pospelov, 1996, ss.152-157) Rusya’nın 1991 sonrasında Türkiye’yi eleştirdiği noktalardan bir diğeri de Karadeniz’de Türk donanmasına ait gemilerin sayısını artırmasıdır. Rus yetkilileri en fazla rahatsız eden husus ise Türkiye’nin Hazar bölgesi petrolünü Avrupa pazarlarına Baku-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden ulaştırmadaki ısrarı ve bu amaca ulaşmak için Amerika’nın desteğini sağlama girişimleri olmuştur. (Trenin, 1997, ss.61-62) 

Durum Türkiye açısından da pek farklı değildir. Türk yetkililer Rusya Federasyonu’nun çeşitli meselelerde aldığı siyasi tavırdan hoşnut olmadıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Türkiye öncelikle Rus yetkililerin 1991 sonrası düzende bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlayan eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde oldukça otoriter ve sınırlayıcı bir politika sürdürmesinden duyduğu rahatsızlığı vurgulamaktadır. İkinci olarak, Türkiye Rusya’nın Kıbrıs Rum yönetimine gerçekleştirdiği S-300 füzeleri satışının Kıbrıs’taki mevcut askeri dengeyi bozabileceğini ve adada yaşayan Türklerin güvenliğini tehdit edebileceğini öne sürmektedir. Türkiye aynı hassasiyeti Rusya’nın İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere yaptığı silah satışı hususunda da göstermektedir. Rusya’nın Ermenistan’da yürüttüğü silahlanma girişimleri Türk makamlarınca diğer bir olumsuz gelişme olarak yorumlanmaktadır. Son olarak, Türkiye Rusya’yı Suriye’den ayrılan Abdullah Öcalan’nı bir ay boyunca Moskova’da barındırmakla suçlamıştır. Rus yetkililer tarafından yapılan çelişkili açıklamalar 1998 yılının son aylarında iki devlet arasında güven krizinin doğmasına neden olmuştur. 

İşte 1991 sonrasında Rusya – Türkiye arasında yaşanan tüm bu olumsuz siyasi gelişmelerin Türk – Rus ekonomik ilişkileri üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Sorunsuz geçen dönemlerle kıyaslandığında siyasi kriz dönemlerinde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ekonomik alış veriş düşüş göstermiştir. İkili ekonomik ilişkilerdeki en büyük gerileme 1998 yılının ikinci yarısında Rusya’nın karşılaştığı mali kriz neticesinde moratoryum ilan etmesi ile yaşanmıştır. Bunu takiben Türkiye’nin Rusya’ya olan ihracatında ciddi bir gerileme saptanmıştır. Yeni düzende, Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği doğal gaz miktarı, bu ülke ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bavul ticaretinin Türk ekonomisindeki azımsanmayacak önemi ve doğal gaz tüketiminde giderek artan yükselme gibi nedenler göz önüne alındığında, Türk bürokratların Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını uygulama aşamasında Rusya ile birlikte hareket etme gerekliliği fark edilecektir.

Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek ve bu ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü beş temel nedenden dolayı dikkate alması gerektiği açıklanmıştır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulacaktır.

II. Öneriler:

Detaylı biçimde açıklanan nedenlerden dolayı Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik ekonomik beklentilerini Rusya’yı karşısına alarak maksimize edebilmesi olası görünmemektedir. Bu durumda yapılması gereken, Türkiye’nin Orta Asya’daki ekonomik girişimlerine engel teşkil etmeyecek hatta bu girişimleri destekleyecek bir Rus siyasi düşüncesini tesis edebilmek için gerekli girişimlerde bulunmaktır. Buna ilişkin öneriler aşağıda sıralanmaktadır. 

1. Türk yetkililer, Türkiye’nin OAC ile siyasi değil ekonomik ve sosyal ilişkileri geliştirmeyi hedeflediğini vurgulamalıdırlar. Mevcut durumda Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü kapsamında OAC ile yürütülen ilişkilerin de nihai amacının siyasi entegrasyon olmadığı sadece ekonomik işbirliği olduğu resmi biçimde açıklanmalıdır,

2. Türkiye’nin din, dil, etnik köken, tarihi geçmiş gibi ortak özellikleri kullanarak Orta Asya bölgesinde siyasi etkinliğini artırmayı amaçlamadığı önemle belirtilmelidir. 1991’de Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlere ‘Büyük Ağabey’ şeklindeki yaklaşımın Rusya Federasyonu’nu ne denli rahatsız ettiği hatırlanacak olunursa, bu türden keskin söylem ve vurguların Türkiye’nin Orta Asya’ya ilişkin ekonomi politikalarını olumsuz yönde etkileyeceğini iddia etmek yanlış olmayacaktır,

3. Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun OAC üzerindeki siyasal ve ekonomik etkinliğini tümü ile ortadan kaldırmak gibi bir dış politik amacı bulunmadığı ayrıca bu türden amaçlar güden ve Orta Asya bölgesinde güç mücadelesi içerisinde bulunan devlet ya da devletlerle adı geçen bölge için ekonomik ya da siyasal iş birliğine yönelmeyeceği açıkça ifade edilmelidir,

4. Türk bürokrasisi OAC ile ekonomik ilişkiler hususunda, Türkiye’nin Rusya faktörü nedeni ile tam verim sağlayamayacağını göz önünde bulundurarak, bir eko-strateji belirlemelidir. Bu eko-strateji doğrultusunda bir ilişkiler modeli saptanmalıdır. Bu model, Türkiye – OAC – Rusya Federasyonu ekonomik ilişkiler modeli olmalıdır. Bu modelin temel hedefi, OAC ile gerçekleştirilecek her bir ekonomik ilişki kapsamında Rusya Federasyonu’nun olası davranış biçimini tahmin etmek olmalıdır. Bu modelin etkin biçimde kullanılışı, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkiler bağlamında Rusya’nın bir engel olarak belirmesini engelleyecek böylece hem ilişkilerde gelişme kaydedilecek hem de bu ilişkilerden en üst seviyede fayda sağlanacaktır.

5. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nde olduğu gibi; OAC, Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin yer alacağı ortak ekonomik projeler gerçekleştirilmelidir. Bu sayede Rusya kendisini dışlanmış hissetmeyecek ve böylece herhangi bir karşıtlık göstermeyecektir.

6. Hem siyasi hem de ekonomik etik gereği ve hem de Rusya ile Türkiye arasındaki mevcut ekonomik ilişkiler göz önünde bulundurularak, Rusya Federasyonu’nun sıklıkla maruz kaldığı siyasi ve ekonomik kriz anlarında Rusya karşıtı tavır almak yerine Rusya’yı destekleyici tavır alınmalıdır. Bu türden bir davranış iki ülke arasında güven bunalımı yerine güvenin tesisini getirecektir. Bu şekilde Türkiye OAC ile geliştireceği ekonomik ilişkilerde Rusya’nın şüpheci tavrı yerine desteği ile karşılaşacaktır.

7. Türk bürokrasisi, Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile ilgili üreteceği ekonomik ya da siyasi nitelikteki projelere karşı gelişebilecek olası Rus karşıtlığını dizginlemek amacı ile, bilinçli olarak Rusya Federasyonu’nun karşısında Amerikan siyasi ve ekonomik desteğini aldığını vurgulamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılından bu yana benimsediği bu türden bir politik davranış biçimi Rusya’nın Orta Asya hususunda Türkiye’ye duyduğu tedirginliğin artmasına neden olmuş ve Türkiye’nin Orta Asya politikalarını tıkamıştır. Türkiye, Amerikan desteğini siyasi bir koz olarak kullanmak yerine daha bağımsız ve de münferit politikalarla adı geçen bölgede çok daha sınırlı sayıda ve seviyedeki bir Rus engeli ile karşılaşacak, bu da Türkiye’nin bölgedeki işini kolaylaştıracaktır. 

8. Türk devleti, Türkiye - Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler hususunda yeni bir sayfa açıldığına inanarak yakın gelecekteki yeni Rus devlet başkanına Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik siyasi ve ekonomik hedeflerini ikili resmi ziyaretler kapsamında açıklıkla ifade etmelidir. Bu bir iyi niyet göstergesidir ve gelecekteki ilişkilerin niteliğini belirleme aşamasında gayet olumlu bir etkide bulunma gücü vardır. 

İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise, ikinci bölüm kapsamında sunulmuş olan önerilerin uygulanması durumunda bu önerilerin Türkiye’nin OAC ile ilişkileri üzerindeki olası olumlu etkilerinden bahsedilecektir.

III. Olası Olumlu Sonuçlar:

Türk bürokratlarının OAC ile kurup geliştirecekleri ekonomik ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmeleri için Rusya faktörünü dizginleyecek bir dizi öneriyi ikinci bölümde sunduk. Bu önerilerin hayata geçirilmesi durumunda Türkiye’nin karşılaşacağı olası olumlu gelişmeler ise şu şekilde özetlenebilir:

1. Türkiye Orta Asya bölgesine yönelik ekonomi politikalarını gerçekleştirme aşamasında Rusya Federasyonu’nu kızdıracak tavırlardan kaçınırsa ve hatta bu devletle Orta Asya bölgesi için işbirliğine girerse hem adı geçen bölge için önemli bir engeli bertaraf edecek hem de Rusya ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirme şansına sahip olacaktır.

2. Türkiye Orta Asya bölgesindeki cumhuriyetlerle geliştirmeyi amaçladığı ilişkiler bağlamında Rusya’yı karşısına değil yanına alarak adı geçen devletin değinilen hususta duyduğu tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldırmış olacaktır. Bu gelişme ise Türkiye’nin ekonomik anlamda OAC ile daha fazla sayıda ve daha etkin projeler gerçekleştirmesini sağlayacaktır. 

3. Türkiye Rusya ile geliştireceği iyi ilişkiler neticesinde, Baku-Ceyhan petrol boru hattının yanı sıra olası diğer petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla ilgili projelerin hayata geçirilmesi konusunda Rusya’nın onayını alabilecek ve böylece ekonomik açıdan büyük avantajlar elde edecektir. Adı geçen boru hattının (BTC) Türk ekonomisine getireceği olumlu katkı hususunda birinci derecede yetkili kişi Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı’nın açıklamaları dikkate değerdir. Bakana göre; proje tam kapasiteye ulaştığında yılda 50 milyon ton petrol Baku’den Ceyhan’a aktarılacaktır. Türkiye’nin yıllık petrol tüketimi 30 milyon tondur, bu tüketim 2010 yılında 45 milyon tona ulaşacaktır. Ayrıca bu proje gerçekleştiğinde Türkiye 16 milyar metre küp doğal gaz satın alacak ve aynı miktarda doğal gazı Avrupa’ya pazarlayacaktır. 2.4 milyar dolar tutarındaki petrol boru hattının inşası ise Türk ekonomisi üzerinde diğer bir olumlu etkiye sahip olacaktır.

4. Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ile geliştireceği ilişkiler hususunda Rusya Federasyonu’nun hassasiyetini göz önünde bulundurduğu takdirde bu devletin Türk bürokrasisinin ekonomik ve siyasi ilişkilerde gayet büyük bir temkinlilikle yaklaştığı devlet ya da devletlere yönelik olası kışkırtıcı tutumunu da engelleyebilecektir. PKK terörünün ve Türkiye’de faaliyet gösteren İran menşeli köktendinci islami terör örgütlerinin ülkemizde ne denli büyük bir ekonomik külfet ve siyasi kaosa neden olduğu göz önünde bulundurulacak olunursa, Türkiye’nin Orta Asya’da Rusya’yı kızdıracak herhangi bir girişiminin Türkiye’ye Rusya’nın politik bir misillemesi olarak geri dönebileceği ihtimali oldukça yüksektir. Rusya’nın PKK’ya verdiği düşünülen siyasi ve ekonomik destek ve yeni düzende İran ile ilişkilerini geliştirme isteği, bu devletin Türkiye’nin Orta Asya politikalarında hoşnut olmadığı durumlarda adı geçen bu iki unsuru Türkiye’ye karşı kullanabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu durumda, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rus siyasi elitleri arasında tepki uyandırmayacak, ölçülü ve radikal olmayan girişimlerde bulunması değinilen ihtimali de bir ölçüde engelleyecektir. 

Sonuç

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte Orta Asya bölgesinde dört müslüman ve Türk kökenli (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) ve bir şii, Farsi kökenli (Tacikistan) toplam beş bağımsız cumhuriyet kurulmuştur. Türkiye özellikle adı geçen dört cumhuriyetle din, dil, etnik köken ortaklığı ve yoğun tarihsel geçmiş gibi nedenlerle ikili ya da çok yönlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ilgisi dört Orta Asya cumhuriyeti tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Bununla birlikte ilişkilerdeki bu olumlu gelişme ancak 1993 yılının ortalarına kadar devam edebilmiştir. 1993 yılında Rus bürokrasisi tarafından benimsenen yeni dış politika doktrini ile Rusya o yıla dek pek önemsemediği bu cumhuriyetlerin iç ekonomik ve siyasal gelişmelerini ve dış bağlantılarını yakından gözlemlemeye başlamıştır. Diğer bir deyişle, bu tarihten itibaren adı geçen bölgede Türkiye’nin önüne Rusya faktörü çıkmıştır ve 1991’den bu güne Türkiye-OAC arasındaki ekonomik ilişkiler kapsamında kat edilen mesafe oldukça sınırlı kalmıştır.

Bu noktada asıl mesele, Rusya’nın açıklanan nedenlerle bu bölgede ve bölgedeki cumhuriyetler üzerindeki etkinliğini artırarak devam ettireceği gerçeğini göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını Rusya’nın bu bölgedeki ekonomik ve siyasi hassasiyetini dikkate alarak tespit ve de tayin etmesi gerektiğidir. Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinde Türkiye karşısında bir rakip hatta bir hasım olarak değerlendirerek halen güçlü olan bu devletin tepkisini çekmek yerine adı geçen devletle Orta Asya bölgesi için ortak projeler geliştirmek ve uygulamak daha akılcı görünmektedir. Bu türden bir politika, hem Türkiye-OAC ekonomik ilişkilerinin gelişmesini sağlayacak hem de Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyet lere yönelik ekonomik beklentilerini gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır. 

Kaynakça

-Alexandrov, Yuri G., 1993. “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. State, Religion and Society in Central Asia - A Post-Soviet Critique, Vitaly Naumkin (ed.) içinde. Reading: Ithaca Press.
-Andican, Ahad, 1997. “Türkiye-Rusya İlişkileri Üzerine Düşünceler”, Yeni Türkiye (Ankara), no.16.
-Bacık Gökhan ve Fahrettin Canbaş, 1999. “Kimlik, Din, Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”. Avrasya Dosyası (Ankara), no.2.
-Baev, Pavel K., 1997. Challenges and Options in the Caucasus and Central Asia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.
-Blank, Stephen, 1994. “Russia, the Gulf and Central Asia in a new Middle East”, Central Asian Survey, no.13(2).
-Blank, Stephen J., 1994. Energy and Security in Transcaucasia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.
-Conway, Patrick, 1994. “Kazakhstan: Land of Opportunity”, Current History, no.582.
-Forsythe, Rosemarie, 1996. The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia, Adelphi Paper 300. Oxford University Press.
-Gökay, Bülent, 1998. “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”, Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no.1.
-Kimura, Yoshihiro, 1993. “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Turkey in A Changing World, Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal and Yoshihiro Kimura (eds.) içinde. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.
-Klepatskii, L. ve V. Pospelov, 1996. “The Black Sea Straits: An Artery of Life”, International Affairs (Moscow), no.2.
-Kulchik, Yuriy, Andrey Fadin ve Victor Sergeev, 1996. Central Asia After the Empire. London: Pluto Press.
-Lepingwell, John W. R., 1994. “The Russian Military and Security Policy in the “Near Abroad”, Survival (London), no.3.
-Mesbahi, Mohiaddin, 1994. “Russia and the Geopolitics of the Muslim South”. Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union Domestic and International Dynamics, Mohiaddin Mesbahi (ed.) içinde. University Press of Florida.
-Milliyet, 23 Haziran 1999. “Hazar Petrolü İyimserlik Vermiyor”, (International Institute for Strategic Studies-London tarafından yayınlanan Strategic Comments adlı rapordan alıntı yapılmıştır).
-Nissman, David, 1994. “Turkmenistan (Un)transformed”, Current History, no.582.
-Pala, Cenk ve Emre Engür, 1998. “Kafkasya Petrolleri 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans (Ankara), no.152.
-Razov, S., 1997. “New Developments in Central Asia”, International Affairs (Moscow), no.3.
-Trenin, Dimitri, 1997. “Russia and Turkey: A Cure From Schizophrenia”, Perceptions-Journal of International Affairs (Ankara), no.2.


http://gamzegungormuskona.blogspot.com.tr/2008/05/trkiye-orta-asya-ekonomik-ilikileritrke.html


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder