30 Aralık 2017 Cumartesi

GÜNEYDOĞU GERÇEĞİ ve GELİNEN NOKTA,

GÜNEYDOĞU GERÇEĞİ ve GELİNEN NOKTA,


Turhan ÇÖMEZ ,

Turhan ÇÖMEZ, BÜYÜK TÜRKİYE İÇİN GELECEK ARAYIŞI albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
25 Ocak 2016 · 

GÜNEYDOĞU GERÇEĞİ ve GELİNEN NOKTA

Türkiye son iki aydır üzüntü verici gelişmelere sahne oluyor.
Bir yanda yeniden baş gösteren terör eylemleri, öte yanda özel günler bahane edilerek yapılan izinsiz sokak gösterileri ve bunların neden olduğu kaos ortamı.
Ve hepsinden önemlisi toplumun neredeyse tamamını teslim almak üzere olan bir endişe atmosferi.
Şüphesiz ki ülke; bu girdap görüntüsünden kurtulacak ve bizler bu sıkıntılı günleri birer ibret vesikası olarak hatırlayacağız.
Ancak yaşananlardan ders almak, gerçek nedenleri tüm açıklığı ile tartışmak ve çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.

•••

Önce olayın tanımından başlayalım.Ortada bir Kürt sorunu mu var? Yoksa bir terör sorunu ve Güneydoğu gerçeği ile mi karşı karşıyayız?
Daha ortaya atıldığı ilk gün, itiraz ettiğim Kürt sorunu kavramını yine reddedeceğim.Ama bir Güneydoğu gerçeği ile karşı karşıyayız ve bunu çok iyi tanımlamalıyız:
PKK terörizmi ve onun desteklediği ayrılıkçı Kürt siyasal akımı.Geri kalmışlık (gelir dağılımında aldığı payda yetersizlik).
Altyapı ve istihdam sorunları

Aşiret yapısı
Çok Eşlilik
Töre cinayetleri
Yüksek nüfus artışı
Göç
Uyuşturucu-kaçakçılık
Bölgenin gerçek sorunları.
Terörün uzun yıllar tehdit ettiği bölgede, halkın etnik kimliği üzerinden yapılan provokasyonlar ve psikolojik operasyonlar netice vermiş ve son haftalarda yaşadığımız üzüntü ve huzursuzluk verici tablolar ortaya çıkmıştır.

•••

Şimdi bir de AB gerçeğine bakalım. 

Acaba medeniyet projesi olarak takdim ettiğimiz AB’nin, Güneydoğu gerçeği ile ilgili vizyonu ne?
AP’nin 1992 tarihinde aldığı bir kararla; Kürt sorunu kavramı tartışmaya açılmış ve «Türkiye’nin Güneydoğu’sunda sürmekte olan OHAL derhal kaldırılmalı, 
Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgili olarak bir uluslararası konferans düzenlenmeli dir.»  denerek 14 yıl önce niyetler ortaya konmuştur.
Bundan bir yıl sonra alınan kararla, ilk kez idarî özerklikten bahsedilmiş ve «Türk devletinin bütünlüğü, yalnızca Kürtlerin kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakkıyla gelenek ve göre¬neklerinin varlığını sürdürmesiyle değil, fakat aynı zamanda; uygun düzeyde idarî özerklikle de uyumlu olabilmelidir.» denerek taleplerin sadece kültürel haklarla sınırlı kalmayacağının mesajları verilmiştir.
1996 yılında alınan kararda ise, «AP, Türk yetkililerden Türkiye’de bulunan tüm Kürtlerin haklarını tanımasını ister.» diyerek net tavrını ortaya koymuştur.
Yine aynı yıl AP bugünlere ışık tutacak bir karar almış ve «AP, çıkmazı aşmak ve sorunun barışçıl biçimde siyasî bir çözüme doğru gidebilmesi için ülkenin 
Güneydoğu’sundaki askerî operasyonları durdurması ve tüm Kürt örgütlerle görüşmelere başlaması için Türk hükûmetine çağrıda bulunur.» demiştir. 
Yani siyasallaşmanın ilk sinyallerini vermiştir.
2000 yılında aldığı kararında ise, AP; «Türk yetkililere, Kürt toplumunun siyasal temsilcileriyle, özellikle de, ülkelerinin Güneydoğu’sundaki kentlerin belediye 
başkanlarıyla diyaloga girmeleri çağrısında bulunur.» diyerek, açık bir ayrımcılık tavrı ortaya koymuştur. Bahse konu belediye başkanları da; yine bir AB ülkesi olan Danimarka üzerinden yayın yapan ve terör örgütü PKK’nın yayın organı olan Roj TV’nin kapatılmaması için toplu bir talepte bulunmuşlardır.
PKK’nın 7. ve 8. kongre kararları ile, AB’nin 2001 Türkiye ilerleme raporunda yer alan eleştiriler büyük bir paralellik arz etmektedir.
AB 2004 ilerleme raporunda Kürt kökenli Türk vatandaşlarını Lozan Antlaşması hükümlerinin aksine azınlık başlığı altında ele almış ve niyetlerini ortaya koymuştur.
AB, kategorik bir ayrışma ve kamplaşmayı açıkça teşvik eden bir yaklaşım ortaya koymuş ve aynı yıl alınan bir kararla Türk ve Kürt siyasî güçlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, dinî örgütlerin; sürece katılması istenmiştir.
Resmî belgelere geçmiş bu açık durum AB’nin gerçek vizyonunu gözler önüne sermektedir.

Bunun dışında;

PKK’nın pek çok faaliyetine ve özellikle bölücü gösterilere izin verilmesi, hatta desteklenmesi, BBC gibi ciddî bir yayın kuruluşunun Diyarbakır’ı bölgesel başkent olarak tanımlaması, AKPM’nin özel oturumlarına DTP’nin davet edilmesi, sözde Kürt sorunu hakkında bilgi istenmesi, Bir gurup AP milletvekilinin, Başbakan Erdoğan’a bir mektup göndererek, Diyarbakır’da yaşanan olaylar için kınaması ve sorumluluğu devlet yetkililerine ve askere yüklemesi,

Bana göre son derece önemli ayrıntılardır.
Eğer bana gelen bilgi doğruysa, bölücübaşının doğum günü için Rusya’da düzenlenen resepsiyona, parlamento alt kanadı Duma temsilcileri, öğretim üyeleri ve generaller katılarak, destek mesajları vermiştir.
Dış cepheyi anlatmak için sanırım daha fazla belge ve örneğe gerek yok.

•••

Gelelim stratejik ortağımız ABD’ye. I. Körfez harekatından sonra 36. paralelin kuzeyinde oluşturulan güvenli bölgede beslenen terör örgütüne hiçbir yaptırım uygulanmamış ve Irak Savaşı sonrasında ise  Kandil Dağı bir kurtarılmış bölge haline gelmiştir.
Stratejik ortağımızdan bugüne kadar PKK konusunda destek alamadığımız gibi, bundan sonra da alacağımıza dair bir işaret yok.
Bir süre önce, ATC toplantısı için gittiğim Washington’da kendisine soru yönelttiğim Amerikalı Amiral William Sullivan, şimdilik PKK’ya bir operasyon yapma imkanlarının  bulunmadığını, terör örgütünün lojistik yollarının kesilmesi, gıda, para ve mühimmat ikmâlinin engellenmesi için yeterince askerlerinin olmadığını söyledi. Kendisine;  «ikmâl yollarının kesilmesi için KDP ve KYB’ye neden talimat vermiyorsunuz?» sorusunu yönelttiğimde ise, bu konuyu üstlerine taşıyacağını söyleyerek, duyarsızlıklarını  ortaya koydu.

•••

Batı dünyasındaki gerçeği iyi görmeli ve doğru değerlendirmeliyiz.
Tarih ileriye doğru yaşanır ama geriye doğru anlaşılır. Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan Ayastefenos Anlaşması ve Berlin Anlaşması’nda Osmanlı devleti  içinde yaşayan ve kendilerine millet-i sâdıka denen Ermeniler için reform talepleri vardı.
Berlin Anlaşması’nın 61. maddesine; Babıâli, Ermenilerin yaşadığı eyaletlerde, yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı taahhüt eder hükmü  konmuş ve hatta bunların uygulanmasını denetlemek üzere asker konsoloslar görevlendirilmişti. İngilizler, gönderdikleri konsoloslara;
• Anadolu ahalisinin çeşitli sınıfları üzerinde araştırmalar yapmak,
• Yerel Türk yöneticilere öğütler vermek,
• Anadolu’da yapılacak reformların uygulanmasını gözetlemek ve bu uygulamanın hakkıyla yapılmasını sağlamak görevini vermiş, bunun ardından da Ermeni isyanları  başlamıştı.

Bu küçük tarihî notu, bugünlere ışık tutması için sizlerle paylaştım. Görünen o ki, asırlardır niyetler ve yaklaşımlar hiç değişmemiş.

•••

Şunu hiçbir zaman unutmamalı.
Etnik kıvılcım, ayrılıkçı anlayış ve ırk milliyetçiliği bir toplumda filizlendiğinde, onun izlerini silmek asırlar ister ve nesiller boyu çaba gerektirir. 
Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Peki ne yapmalıyız?

1. Dış çevrelerin desteklediği terör faaliyetleri ve etnik provokasyonlar sonucu ortaya çıkan;
Kürt kimliğinin tanınması
Kürt kimliğinin yasal-anayasal güvence altına alınması
Kürtçenin eğitim dili olması
Genel af ilan edilmesi
Kürtlerin Türklerle birlikte kurucu unsur olduklarının
Anayasaya geçirilmesi
Özerklik gibi talepler, şartlar ne olursa olsun, reddedilmeli.
AB ile bu konularda asla pazarlığa girmemeli.

2. Güneydoğu gerçeği iyi okunmalı. Bunun için, sosyologlar, antropologlar ve psikologlar bölgede geniş çaplı bilimsel araştırmalar yapmalı ve doğru algıyı ortaya koymalı. 
Ortaya çıkan veriler çerçevesinde bölgenin kanaat önderleri ile gerçekçi ve uzun vâdeli çalışmalar yapılmalı. Eylemlere destek veren halk bilerek ve isteyerek mi destek veriyor? Bilmeden, toplum psikolojisi ile mi destek veriyor? Zorla mı destek veriyor? Bunlar araştırılmalı.

3. Daima, uzlaşı, birlik-beraberlik ve ulus bütünlüğünü teyit edecek politikalar ortaya konmalı.

4. Bölgenin; işsizlik, geri kalmışlık ve altyapı sorunları özgün, gerçekçi, verimli ve uzun vâdeli politikalarla çözülmeli.

5. Türkiye bir ulus devlettir ve bundan asla taviz verilemez. Etnik-ırk milliyetçiliğine karşı ulus milliyetçiliğinin tavır değişikliğine girmesi ve karşıt milliyetçilik haline dönmesi de bir başka tehlikedir. Bölünme endişesi taşıyan çoğunluk zaman zaman aşırı davranışlar göstermeye meyillidir. (Taksim’de eylemcilere saldıran esnaf örneğinde olduğu gibi.) Ayrılıklar genellikle azınlıklardan değil, çoğunluklardan olur. Ulus milliyetçiliğinin-vatanseverliğin, toplumun tamamını kucaklayıcı bir formasyonda gelişmesini temin etmek için, siyasîler, medya, üniversiteler, aydınlar ve STK’lar özen göstermeli, çaba harcamalı.

6. Her ne kadar TCK’daki hükümler yeterli gibi görünse de, Terörle Mücadele Yasası, Türkiye’nin kendine özgü koşulları dikkate alınarak süratle hayata geçirilmeli.

7. Terörü içeride bitirecek operasyonların yanında, dış desteklerinin de kesilmesi için, diplomatik tüm çaba ve yöntemler ortaya konmalı.
Tüm bunlar rasyonel bir yaklaşımla, uzun vâdeli bir perspektifle ele alınırsa, kimsenin şüphesi olamasın ki, olumlu sonuç alınacaktır.

•••

Evet,

Türkiye çok kritik bir Dönemden geçiyor.

Yolumuza güvenle devam edebilmemizin için tehditlere ve risklere açık olan bu dönemi hasarsız atlatabilmemiz şart.
Bunun yolu da sağduyulu, sabırlı ve dikkatli olmaktan geçiyor.
Bu dönemde siyasîlerin daha olgun, daha uzlaştırıcı, birleştirici mesajlar vermesi çok önemlidir.
Sivil toplum örgütleri ve medyanın daha yapıcı, moral ve motivasyonu yükseltici yaklaşım sergilemesi gereklidir.
Hiç şüphesiz bu kritik dönemin, krize ve huzursuzluğa yol açmaması için de kurumların ve güç merkezlerinin uyumlu çalışması, birbirleriyle sinerji oluşturması ve aynı ufka bakabilmesi vazgeçilmez koşuldur.

•••

Bir olma, birlikte olma ve güçlü olma iradesi için hepimize çok ama çok önemli sorumluluklar düşüyor.
Dr.Turhan ÇÖMEZ
Yankı Dergisi Nisan 2006



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder