Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler BÖLÜM 2
II.a. Terör Yasası’nca Yasaklanan Örgütler Yeni Terör Yasası’nın en can alıcı noktası yasaklayacağı örgütlerde gizli bulunmaktadır.
Buna göre bakanlığın önerisi ve Parlamento’nun onayı ile belirlenmiş olan örgütler yukarıda sayılan önlemlerin konusu haline geliyorlar. Bu listeye itiraz mümkün
olduğu gibi belli aralıklarla, değişen şartlara uygun olarak yeni örgütler eklenip, eskileri de listeden çıkartılabiliyor. Yasa çerçevesinde ilk olarak o güne kadar
önceki yasalar ile yasaklanmış olan Kuzey İrlanda’da faaliyet gösteren 14 örgüt terör örgütü ilan edilmiştir. Bu örgütler başta IRA ve INLA olmak üzere İrlanda
adasında karşılıklı savaş içinde olan Protestan ve Katolik paramiliter grupları kapsamaktadır. Ayrıca yasa daha önceki düzenlemelere yapılan eleştirileri de göz
önünde bulundurarak iyileştirici bazı düzenlemeler de getirmiştir. Şubat 2001’in sonunda Hükümet 21 uluslararası örgütü daha terör örgütü ilan etmiştir.
Parlamento’nun onayından sonra geçerli olacak bu karara göre yasaklanan örgütlerin listesi şöyledir: - PKK: Londra’da çok sayıda üye ve taraftarı bulunuyor.
İngiltere’de aktif olduğu biliniyor.
- DHKP-C: Londra’da üye ve taraftarları var.
- HAMAS: İsrail dışında eylem yapmadığı gibi İngiltere’ye karşı hiçbir eylemi de olmadı.
- Filistin İslami Cihat örgütü (Shaqaqi)
- Abu Nidal Örgütü: İngiltere’de bilinen bir üyesi yok.
- Aden İslami Ordusu: İngiltere’de az da olsa bazı destekçileri bulunuyor.
- Mücahidin: İranlı örgüt, şu ana kadar hiçbir Batılı hedefe saldırmadı.
- ETA: İrlandalı cumhuriyetçi gruplarla ilişkisi olduğuna inanılıyor, fakat İngiltere’ye doğrudan bir saldırı da bulunmadı.
- Mısır İslami Cihad Örgütü: Doğrudan İngiltere’yi hedef almıyor.
- El Cemaat El İslamiye: Mısırlı örgüt. İngiltere’de bilinen bir üyesi bulunmuyor.
- El Kaide: Üsame Bin Ladin tarafından yönetildiği düşünülüyor. İngiltere’ye dönük herhangi bir saldırısı olmadı.
- Silahlı İslami Grup: Cezayir’e dönük olarak eylem yapıyor. İngiltere’den bazı kişilerce lojistik destek sağladığına inanılıyor.
- Selefist Grup: Cezayir. İngiltere’de eylemi bulunmuyor.
- Uluslararası Sih Gençlik Federasyonu: İngiltere’de yardım topluyor ve destek buluyor.
- Babbar Khalsa: Sih grup. İngiltere’de para topluyor. Şu ana kadar Batı çıkarlarına dönük bir saldırı içinde olmadı.
- Mücahidin Hareketi: Keşmir’in bağımsızlığı için çalışıyor. İngiltere’deki Müslümanlar arasında çok sayıda destekçisi var.
- Jaish e Mohammed: Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele ediyor.
- Lasker a Tayyaba: Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele ediyor.
- Tamil Kaplanları: Batı hedeflerine şu ana kadar hiçbir saldırıda bulunmadı.
- Hizbullah Dış Güvenlik Örgütü: İngiltere’de ciddi bir faaliyeti bulunmuyor.
İçişleri Bakanlığı’ndan sızan bilgilere göre bakanlık bu listeyi hazırlarken ABD’ce düzenlenmiş olan ve PKK da dâhil 40 örgütlük terörist örgütler listesinden yararlanmış, ayrıca MI5 ve İngiliz polis birimlerinin raporları ve yargı çevrelerinin görüşleri de dikkate alınmıştır. Listenin açıklanmasından sonra İçişleri Bakanı Jack Straw söz konusu örgütlerin İngiltere’yi üs olarak kullanıp başka ülkelere yönelik terör faaliyetlerinde bulunduklarını belirterek buna ülke olarak izin vermeyeceklerini açıklamıştır. Listede Türkiye için dikkat çekici iki örgüt şüphesiz PKK ve DHKP-C’dır. Yıllardır İngiltere’de faaliyet gösteren ve finansman kaynakları oluşturan bu örgütler listenin onaylanmasıyla birlikte bu tür faaliyetlerde bulunamayacakları gibi İngiltere’de bulunmaları da yasak olacaktır. Ancak listenin asıl dikkat çekici yönü ağırlıklı olarak ‘İslami’ grupların bulunmasıdır. Bu nedenle liste birazdan görüleceği gibi özellikle ‘İslami’ çevrelerden ve İngiltere Müslümanları’ndan yoğun tepkiler almıştır. Buna karşın İçişleri Bakanlığı yaptığı açıklamalarda sıkça listenin hiçbir dini ya da etnik grubu hedef almadığını, sadece terörist eylemlere karışan grupların listeye dâhil edildiğinin altını çizmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise bu listenin parlamentonun onayından sonra geçerli olacağı ve listeye itirazın mümkün olduğudur. III. Yasanın Türkiye Açısından Önemi İngiltere’de bugün 200.000 ila 300.000 arasında Türk ve Kürt kökenli Türkiye göçmeni ve sığınmacının yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunlara sayıları 50.000 ile 100.000 arasında değişen Kıbrıslı Türk de dâhildir ve her yıl 10.000 civarında, ağırlıklı olarak Kürt kökenli Türkiye vatandaşı adaya yerleşmektedir. Gelenlerin büyük bir kısmı, diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında, siyasi sorunları öne süren kişilerdir ve bu ortamda aşırı ve ayrılıkçı gruplar geniş bir faaliyet alanı bulmuşlardır. Bugüne kadar İngiliz liberal yasalarından sonuna kadar yararlanan ve devlet fonlarını mümkün olduğunca kullanabilen bu örgütlerin en önemlileri sayılan PKK ve DHKP-C’ye yasaklama getirilmesi önemli bir adım sayılmalıdır. Ayrıca bu örgütlerin açıkça terör örgütü sayılmaları diğer Avrupa ülkelerine de örnek oluşturmuştur ve PKK’ya karşı alınan bazı önlemlerde İngiltere örneği etkili olmuştur. Bu tür konularda İngiltere’nin Batı Avrupa’da önemli bir etkileme gücü olduğu unutulmamalıdır. Örneğin MED-TV konusunda Belçika, İngiltere’nin attığı adımları yakından takip etmiştir. Aynı çerçevede bir Avrupa Birliği üyesi ülkenin sözü geçen örgütleri kendi yasalarına göre terör örgütü sayması bu örgütlerin sınırlararası faaliyetlerini de sınırlandıracaktır. Örneğin bir PKK militanı İngiltere’den bir başka AB ülkesine kaçacak olsa İngiliz yasalarına göre terörist sayıldığından bu kişinin İngiltere’ye iadesinin talebi mümkün olabilecektir. Ya da İsveç yasalarına göre hiçbir suç işlememiş olmasına rağmen bir PKK üyesi ya da taraftarı İngiltere’ye turist olarak geldiğinde bu bağlantısının kanıtlanması halinde tutuklanabilecekti. Hatta birçok Avam ve Lordlar Kamarası üyesinin bu dönemde PKK ile temas kurduğu, faaliyetlerine destek olduğu hatırlanacak olursa, bu siyasi destek de kendiliğinden ortadan kalkabilecekti. En önemlisi de Türkiye’nin mücadelesi ‘terörle mücadele’ olarak güçlü bir şekilde tescil edilmiş olacaktı. Son olarak terör İngiltere ile Türkiye arasında sorun olmaktan çıkarken, iki ülke ilişkileri gelişecek, Avrupa platformlarında Türkiye en çok zorlandığı bir konuda güçlü bir ‘destekçi’ bulabilecekti. Yine iyimser bir bakış açısıyla bu örgütlerin İngiltere’deki faaliyet alanlarının ve gelirlerinin büyük oranda düşeceğini düşünmek de mümkündü. Geçen dönemdeki tecrübe incelendiğinde ise madalyonun diğer tarafında yasanın ardından Türk basınında atılan sevinç çığlıklarının abartılı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü bu yasa ile yasaklanan PKK’nın ve DHKP-C’nin görüşleri, taraftarları, kısacası örgütün kendisi değil, ismidir. Ve bir yasanın değeri o yasanın ardındaki niyet ve kararlılıkla ölçülür, sadece kelimeler ile değil. PKK ve DHKP-C İngiltere’de ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde sosyal ve siyasal bir olgudur. Diğer bir deyişle hem Türkiye’nin hem de bu ülkelerin ihmal ve gecikmeleri sonucunda meselenin terör dışında başka boyutları ortaya çıkmış, terör ilk başlarda bu gelişmenin kaynağı gibi dururken, bugün gelinen noktada sonucu halini almıştır. Bu ülkelerde özellikle PKK’nın binlerce destekçisi ve üyesi vardır. DHKP-C’nin sempatizan ve üye sayısı sınırlı ise de oldukça etkili üyeleri çeşitli adlar altında bu ülkelerde yaşamaktadır. Dolayısıyla terör alanındaki yeni düzenleme olumlu bulunmakla birlikte, konunun sosyal boyutunda da bazı adımlar atılsaydı bu Türkiye için muhtemelen çok daha olumlu bir gelişme olurdu. Terör Yasası ve Türkiye açısından getirdiklerine bakacak olursak, belirtildiği üzere PKK İngiltere’deki faaliyetlerini, tıpkı diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, PKK adından çok paravan isimler altında gerçekleştirmektedir. Örgütçe kurulan vakıflar, dernekler, şirketler, hayır kurumları ve kampanya örgütleri onlarca meslek ve alanda faaliyet göstermekte, bunların bazılarının başında İngiliz vatandaşı kişiler bulunmaktadır. Hatta bazı şirketler ABD ya da başka bir Batılı ülkede kurulup bu ülkede şube açmakta, PKK ismini de ağzına dahi almadan örgütün görüşlerini tekrarlamaktadır. Durum böyle olunca yasanın arkasında kararlılık da olmaz ise böyle bir yasa ile PKK’nın durdurulabileceğini söylemek güçtür. Türkiye açısından sevindirici olan gelişme ise İngiliz makamlarının PKK’nın bu yapısından haberdar olmasıdır. Diğer bir deyişle İngiltere, PKK’nın farklı isimler altında faaliyet gösterdiğini bilmektedir. Ayrıca yasaya göre PKK ismini değiştirecek olursa yeni örgütü listeye almak da mümkündür. Fakat MED-TV konusundaki tecrübelerimiz bu konuda ümitli olmayı engelliyor. Hatırlanacağı üzere MED-TV basın özgürlüğü ve konunun bağımsız bir yayın düzenleme kurumunun yetkisinde olduğu gerekçesiyle yaklaşık 5 yıl boyunca yayınlarına devam etmiş, her gece televizyonda örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın boy göstermesine karşın ilgili kuruluş olan ITC (Bağımsız Televizyon Komisyonu – Independent Television Commission) ‘Biz bir bağ kuramadık. Bize siz delil getirin’ türü açıklamalarla konuyu geçiştirmiştir. Nitekim daha yasa çıkmadan Avam Kamarası’nda tasarı üzerinde yapılan görüşmelerde bazı milletvekillerinin PKK’ya açıkça destek vermesi yasanın geleceği açısından düşündürücüdür. Milletvekili Corbyn’nin şu sözleri bu açıdan dikkat çekicidir: ‘... Benim endişem Türkiye’den buraya gelmiş birçok Kürt ve Türk’ü de kapsıyor. PKK dikkate değer bir güç. Türkiye’de ateşkes ilan etti, fakat terörist bir örgüt olduğu iddia edilebilir, ki kesinlikle Türk hükümeti bunu iddia edecektir. Diyecekler ki, - PKK’nın terörist bir örgüt olduğu konusunda elimizde kanıtlar var, Türkiye’de büyük silahlı saldırılara girişti, bu nedenle yasalarınız gereği PKK’nın ülkenizde de yasadışı ilan edilmesi gerekir. O zaman biz ne yapacağız? PKK’yı yasaklayacak mıyız, bu insanları hapsedip, sınır dışı mı edeceğiz? Böyle bir şeyin Türkiye’deki korkunç çatışmaların çözümüne katkısı ne olacak?’
Sonuç olarak PKK ve DHKP-C’nin terörist örgütler listesinde yer alması Türkiye ve terörle mücadele açısından olumlu bir gelişme olmuştur. Fakat uygulama alanında İngiliz güvenlik güçleri ellerindeki yetkiyi tam anlamıyla kullanmamışlardır. Yetki sadece İngiltere’ye tehdit oluşturan hallerde kullanılmış ve PKK’ya ve DHKP-C’ye İngiltere’deki faaliyetlerini düşük düzeyde tutmaları için mesaj verilmiştir. Bu anlamda faaliyetlerde gözle görülür bir düşme olmuşsa da asıl faaliyetler farklı isimler altında devam etmiştir. İngiltere’deki PKK üyeleri ve sempatizanları PKK’nın faaliyetlerini yasal bir Kürtçü hareket haline getirmeye çaba sarfetmişlerdir. İngiliz güvenlik güçleri ise IRA’e veya El kaide’ye karşı gösterdikleri hassasiyeti PKK ve DHKP-C sempatizanlarına karşı göstermemişlerdir. Eğer benzeri bir hassasiyet gösterilebilmiş olsaydı sayıları binleri bulacak kadar çok kişi sınır dışı edilir veya gözaltına alınıp mahkemelere sevk edilirdi. Bu da Batı Avrupa güvenlik güçlerinin tipik bir özelliğini yansıtmaktadır. Bu bölgede bir grubun gerçek anlamda terörist olabilmesi için o ülkelerin çıkarlarına zarar vermesi veya tehdit etmesi gerekmektedir. Ya da Türkiye’nin gerçek anlamda ‘aileden’ sayılması gerekmektedir. Yine de İngiltere’deki yasal düzenlemeler Türkiye açısından olumlu sayılmalıdır. Bu anlamda İngiltere’nin birçok AB ülkesinden daha ‘ileri’ düzenlemeler yaptığı söylenebilir.
IV. YASA’YA DİĞER TEPKİLER
Yasa daha önce de belirtildiği gibi sadece Türkiye açısından değil, genel olarak uluslararası alanda terörle mücadele açısından da son derece radikal bir adım olarak değerlendirilmiştir. Buna ek olarak Türkiye dışında Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir ve Filistin gibi birçok ülkeyi de yakından ilgilendirmektedir. İngiltere’nin tavrı genel olarak bu örgütlerin faaliyet gösterdiği ülkelerce olumlu karşılanmışsa da, başta İslamcı gruplar olmak üzere insan hakları dernekleri ve daha liberal odaklar yasaya şiddetle karşı çıkmışlardır. Yasanın geleceği açısından önemli olduğundan bir iki cümleyle bu tepkilere değinmekte de yarar vardır. İlk tepkiler daha çok insan hakları dernekleri, çevreci gruplar ve onları destekleyen sol ve liberal gruplardan geldi. Bu eleştirilere göre yasa Greenpeace gibi barışçı örgütlere karşı dahi kullanılabilirdi ki bu kısmen doğrudur. Yasanın geniş ve muğlâk terör tanımı hükümete genişletilmiş bir hareket sahası tanımıştır. Fakat terör örgütleri listesinin Meclis’in onayına ihtiyaç duyması ve kamuoyunun yakın takibi bu konudaki endişeleri azaltmaktadır. Diğer bir eleştiri de diğer ülkelerdeki haksız uygulamalara destek verilirken, azınlıkların hak arama mücadelelerinin engellendiği şeklindedir. Bazı milletvekilleri ‘eğer bu yasa daha önce çıkarılmış olsaydı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde apartheid yönetimine karşı mücadele mümkün olamazdı, Mandela da dışarı çıkamazdı’ yorumunda bulunmuşlardır. Doğal olarak en çok tepki gösterenler arasında sivil toplum örgütleri başı çekmektedir. Yayınlanan son liste ile asıl hedefin kendileri olmadığını anlamalarına karşın, bir kez yol açıldıktan sonra listenin kolayca kendilerini kapsayabileceğini düşünen bu örgüt ve dernekler yasaklanan örgütler ile geçmişte sıkı bir işbirliği yapmış olmanın da etkisiyle halen yasaya muhalefet etmektedirler. Örneğin bu sivil toplum örgütlerinden önemli bir tanesi olan Liberty’nin direktörü John Wadham yasa görüşülürken şunları söylemiştir: ‘Sizler bu tasarı ile hepimizi terörist ilan ediyor, dünyada devam eden bağımsızlık ve hak arama mücadelelerini de terörist olarak damgalayıp, insan haklarını ihlal ediyorsunuz. Bu tasarı yasalaşırsa Greenpeace gibi örgütler bile terörist sayılacak...’ Yasa çıktıktan sonra bu tepkiler daha da artmıştır. Basında yer alan yorumlara göre yeni Terör Yasası, bir örgütün sembollünü taşıyan ‘masum’ bir tişörtü giyen bir kişinin seri bir katilden daha kötü bir muamele görmesine neden olacaktır.
Bu tür örgütlerin dışında yasaya en büyük tepki Pakistanlılar, Araplar ve Müslüman gruplardan gelmiştir. Hatta bazı gruplar bu yasanın tamamıyla belli bir dine ve ırka karşı hazırlandığını, PKK gibi örgütlerin ise sadece ‘dekoratif’ amaçlarla listeye eklendiğini öne sürmektedirler. Örneğin Müslüman Parlamentosu lideri Ghayasauddin Siddiqui yasa ile Asyalı İngiltere vatandaşlarının (Pakistan, Hindistan ve Bangladeş kökenliler) sindirildiğini öne sürmüştür.
Birçok Müslüman sivil toplum örgütü de, yasaca terörist sayılan örgütlerin büyük çoğunluğunun ‘radikal’ İslami gruplar olmasından ve bunlardan bir kısmının İngiltere’de neredeyse hiçbir faaliyette bulunmuyor olmasından hareketle, yeni yasanın ABD’nin ve bazı Ortadoğu ülkelerinin baskısıyla hazırlandığını öne sürmüşlerdir. Örneğin Londra merkezli İslami İnsan Hakları Komisyonu (Islamic Human Rights Commission), bu yasa ile İngiltere’nin etkin bir şekilde işgalci güçlere (İsrail kastediliyor) ve Müslümanlar’ı baskı altında tutan hükümetlere destek verdiğini öne sürmüştür. Özellikle İsrail işgali altındaki Filistin ve Hindistan tarafından kısmen işgal edilmiş olan Keşmir üzerinde yoğunlaşan hareketin başkanı Massoud Shadjareh, İngiltere’nin tavrını ağır bir dille eleştirerek ‘Filistin ve Keşmir’de yerel halk tarafından yasadışı hareket eden işgalcilere karşı bir mücadele verilmektedir. Uluslararası hukuk da bu mücadeleyi hukuka uygun ve adil saymaktadır’ demiştir. İngiliz hükümeti ise yasanın hiçbir etnik gruba ya da dine karşı olmadığının altını çizerken, yasanın hazırlanmasında dış politika unsurlarının da etkili olmadığını öne sürmüştür. Yasa İngiltere’de terörle mücadele alanında çıkabilecek en sert yasa olarak değerlendirilirken 11 Eylül saldırıları gerçekleşmiştir ve bundan sonra denebilir ki İngiltere terörle mücadele konusunda sağduyu ve sakinliğini ciddi anlamda yitirmiştir.2001 sonrası yasal düzenlemelerde bir tür telaş ve paranoyanın izleri rahatça görülebilir.
V. 11 EYLÜL SONRASI İNGİLTERE’DE TERÖRİZMLE MÜCADELE ÖNLEMLERİ
Bilindiği üzere 11 Eylül’de ABD’ye yapılan geniş çaplı saldırıya karşı Washington’a en önemli destek İngiltere’den gelmiştir. Bu saldırı sonucunda kendisinin de teröre konu olabileceğini anlayan ABD’nin korkuları en fazla, ‘İngilizce konuşan ülkeler’ olarak adlandırabileceğimiz eski İngiliz sömürgelerince (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda) paylaşılmıştır. Hatta İngiltere saldırıyı adeta kendisine yapılmış saymış ve sonraki saldırıların İngiltere’ye yapılabileceğini hesaplamıştır. Konumuz açısından ise saldırılar ve saldırıların Üsame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide örgütünce yürütüldüğü yönündeki şüphelerin ağırlık kazanması Yeni Terörizm Yasası’nın çok isabetli olduğu görüşünü savunanları adeta haklı çıkarmıştır. Yasanın görüşmeleri sırasında daha sert önlemlerin alınması gerektiğini savunan bu kişiler, 11 Eylül sonrasında daha az bir direnişle karşılaştıkları gibi, daha az liberal düzenlemeler için de süreç çalışmaya başlamıştır. Bu çerçevede Terörizm Yasası’nın kapsamına giren örgütlerin mal varlıklarına el konurken, banka hesapları da dondurulmuştur. Bu anlamda Avrupa’da adı geçen örgütlere karşı en sert önlemlerin İngiltere tarafından alındığı söylenmelidir. Bu sonuçta 11 Eylül ile birlikte oluşan hava ve Tony Blair hükümetinin izlediği dış politika kadar yeni yasanın da rolü olduğu söylenmelidir.
11 Eylül sonrasında İngiltere’nin terörle mücadelede ABD örneğini takip ettiği söylenebilir. Bu da hızlı ve seri bir şekilde çok sayıda anti-terör düzenlemesinin yasalaştırılmasıdır. Ancak İngiltere’de kurumlar ABD’dekinden çok daha eskidir ve direnç noktaları çok daha fazladır. 11 Eylül sonrasında İngiltere’nin ‘yeni tehlike’ karşısındaki konumunu İşçi Partili Dışişleri Bakanı Jack Straw 22 Ekim 2001’de Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’ndeki (Institute of Strategic Studies, Londra) konuşmasında Niccolo Machiavelli (1469-1527) ve Max Weber’in (1864-1920) görüşlerine dayandırmıştır. Machivelli “tüm devletlerin temelinde iyi kanunlar ve iyi ordular” vardır demektedir. Weber ise devlet konusunda “belirli bir toprakta meşru fiziksel güç kullanımında tekel olması” özelliği üzerinde ısrarla durmaktadır. Straw’a göre devletin temelinde ne olursa olsun, kanunlarında ve ordularında zayıflık olması halinde ölümcül bir şekilde zayıflayacağını ve sonuçta kaosa sürükleneceğini söylemiştir. Tarihsel olarak özgürlüklerden yana olan bir partinin güvenlik vurgusuna bu kadar çok dikkat çekmesi ilginçtir. Güç kullanımının yanında ‘kanunlar’ da zikredilmektedir. Ancak Straw’un konuşmasındaki ‘kanunlar’ vurgusu açıkça göstermektedir ki kanunlardan çok öncelik güvenlik güçlerine verilecektir, kanunlar ise geçmişe oranla daha çok güvenlik güçlerinin emrine verilecektir.
VI. ANTİ-TERÖRİZM SUÇ VE GÜVENLİK YASASI 2001 (ANTI-TERRORISM CRIME AND SECURITY ACT 2001, ATCSA)
11 Eylül saldırılarının hemen ardından çıkarılan bu yasa bir tür olağanüstü hal yasası gibidir. 2001 Terörle Mücadele Yasası’na konulamayan birçok yetki bu yasaya yerleştirilmiştir. Bu nedenle de içeriği güvenlik güçleri lehine ‘fırsatçılık’ olarak değerlendirilmiştir. Yasanın en çok tartışmaya neden olan kısmı Bölüm IV’dür (Part IV). Bu bölümde İçişleri Bakanı terör zanlısı yabancıların gözaltına alınmasına izin verme yetkisine sahiptir. Bunun için bakanlığın söz konusu kişinin İngiltere’de bulunmasının ulusal güvenliği tehdit ettiğine ve o kişinin terörist olduğuna inanması hatta bundan şüphe duyması dahi yeterli olacaktır. ATCSA’nın 4. Bölümü’ne göre ‘terörist’, bir kişinin uluslararası terörizm eylemleri ile ilgili olması veya uluslararası bir terörist gruba dâhil olması veya onunla bağları olmasıdır. Normalde 1971 Göç Yasası (Immigration Act 1971) ulusal güvenliği tehdit eden yabancıların sınır dışı edilmesine olanak vermektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Chahal vs Birleşik Krallık Davası’nda (1996) sınır dışı edilen kişilerin hayatlarının gönderildikleri ülkede tehlikeye girmesi veya işkenceye uğraması ihtimalinin bulunduğu hallerde sınırdışı etmeyi yasaklamaktadır. 11 Eylül sonrasında uluslar arası terörist olduğuna inanılan kişilerin mühim bir kısmının Ortadoğu ülkelerinin vatandaşları olduğu ve bunların da iade edilmeleri halinde işkence ve kötü muameleye uğramaları ihtimali bulunduğundan İngiltere’nin bu kişileri başka ülkelere gönderme imkânı yoktu. Zaten böyle bir yetki olsa da bu tür zanlıları hiçbir ülkenin istemeyeceği de bir diğer düşünceydi. Bu durumda hapishanelerde olabildiğince kalmalarına olanak tanıyan bu yasa geliştirilmiştir. Diğer bir deyişle şüpheli yabancıları sınır dışı edemediğini düşünen İngiliz Hükümeti onları hapsetmek istemiştir. İkinci bir neden ise İngiltere’de birçok yabancının ulusal güvenliği tehdit ettiği varsayımıdır. Buna göre güvenlik güçlerinin elinde yeterli delil yoktur ve olay olana kadar böyle delillerin bulunması da mümkün olmayacaktır. Bu durumda şüphe duyulan kişilerin kanıt olmaksızın etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Bu varsayımdan hareket eden İngiliz Hükümeti bu yasayla hiçbir kanıta ihtiyaç duymaksızın şüpheden hareketle kişileri hapishanelere almıştır. İngiltere bu yasayla başta Avrupa insan hakları kuralları ve anlaşmaları olmak üzere birçok uluslararası yükümlülüğünü ihlal ettiğinin ve düzenlemelerin iptal edilebileceğinin farkındaydı. Ancak ulusal güvenliğin tehlike altında olduğu düşüncesi Hükümet’i acil önlemlere itiyordu. Yasada İçişleri Bakanlığı’nın şüphesiyle gözaltına alınanların temyize başvurması da öngörülüyordu. Ancak Bakanlık bunun farklı bir temyiz olması gerektiğini, çünkü bakanlık bilgilerinin son derece hassas ve gizli bilgiler olabileceğini savundu. Bakanlığın isteğiyle normal yargılama süreci olamadı. Zanlıların temsilcileri yerine çok özel kurallara bağlanmış avukatlar belirlendi ve zanlılar normal bir itiraz sürecinden çok daha farklı bir sürece zorlandılar. Üstelik kendilerini savunacak kişilere de çok sayıda zorluk çıkarıldı.
VII. 2005 TERÖRLE MÜCADELE YASASI (PREVENTION OF TERRORRISM ACT 2005)
16 Aralık 2004’de Lordlar Kamerası (Law Lords) Belmarsh Hapishanesi’nde 9 yabancının Anti-terrorism Crime and Security Act 2001’in 4. Bölüm’ü çerçevesinde yargılanmadan tutulmasını Avrupa insan hakları kurallarına aykırı bulundu. Mahkeme kararını 8-1 çoğunluk ile aldı ve kararını AİHS Madde 15’e dayandırdı. Yasa, İngiltere İçişleri Bakanı’na terörizm zanlısı yabancıları yargılamaya gerek olmadan gözaltında tutma hakkını veriyordu. Londra’nın doğusunda yüksek güvenlikli bir hapishane olan Belmarsh medya organlarınca ‘İngiltere’nin Guantanamosu’ olarak da nitelendirildi. Söz konusu dokuz yabancı Aralık 2001’de ailelerinden alınmışlardı. Hemen hemen üç yıl boyunca bu olağanüstü güvenlik önlemleri altındaki hapishanede tutuluyorlardı ve bir kez olsun mahkemeye çıkarılmamışlardı. ATCSA’nın devre dışı kalmasıyla birlikte İngiltere Parlamentosu bunun yerine 2005 Terörle Mücadele Yasası’nı (Prevention of Terrorism Act 2005) çıkarmıştır. Diğer bir deyişle bu yasa Hukuk Lordları’nın 16 Aralık 2004 tarihli kararının oluşturduğu ‘boşluğu’ gidermek için çıkarılmıştır. Ancak yasa bu 'boşluğun' çok ötesinde yetkileri de getirmiştir. Yasa kraliyet onayını 11 Mart 2005’de almıştır. Yasa ile İçişleri Bakanı’na ‘kontrol talimatları’ (control orders) adı altında terörizme ‘bulaşmış’ kişileri belli yerlerde kalmaya ve belli davranışları yapmaya zorlayacak yetkiler vermektedir. Bu yetkilerin bir kısmının daha önce imzalanmış anlaşmalara da aykırı olduğu bilinmektedir. Bu yasaya göre zanlıların hareketleri sınırlanabilecek, örneğin ev hapsinde tutulabilecektir. Bu kişilerin cep telefonu ve internet kullanmaları dahi aynı gerekçe ile ‘kontrol talimatları altında engellenebilecektir. Ziyaretçileri daha evvelden yetkililere bildirilecektir. Söz konusu kişilerin MI5 tarafından özel görüşmelerinin de bu düzenlemeler sayesinde takip edilebilmesine olanak sağlanmaktadır.
ATCSA 4. Bölüm’den farklı olarak yeni yasa sadece yabancılara değil, İngiltere vatandaşlarına da benzeri uygulamaları getirmiştir. Böylece bir yandan daraltılan yasa, diğer taraftan yetkileri genişletmiştir. Denebilir ki Hükümet mevcut yasaların insan hakları nedeniyle sınırlandırıldığı veya iptal edildiği her durumu yeni bir yasa ile daha sıkı yasalar çıkarmak için bir tür fırsat olarak görmüştür. İngiliz Hükümeti’ne göre yasalar güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmesini zorlaştırıcı bir yapıdadır ve olağanüstü şartların olağanüstü yetkilere ihtiyacı vardır. Söz konusu yasa Şubat 2005’de bazı İşçi Partili milletvekillerinin ‘isyanları’na rağmen geçti ve Lordlar Kamarası’na gönderildi. Burada yasa üzerinde çok sayıda değişikliğe gidildi. Bu değişikliklerin en önemlisi ‘sunset clause’du. Yani düzenlemeler belirlenen tarihte yenilenmemesi halinde geçersiz hale gelecekti. Bu da yasa üzerinde parlamenter kontrolü arttırıcı bir düzenlemeydi. Hatırlanacağı üzere 1974-89 arasındaki Terörü Önleme Yasaları da bu türden düzenlemelerdi. Lorlar kamarası’ndaki oylamada Başbakan Tony Blair’e yakınlığıyla bilinen Lord Chancellor Lord Derry Irvine de ilk defa olarak İşçi Partisi aleyhine oy verdi. Lordlar kamarası’ndaki tablo ve evvelindeki tartışmalar terörü önleme yasasının toplumda ve siyasette nasıl bir bölünmeye yol açtığını da gözler önüne seriyordu. Lordlar Kamarası’nın değişikliklerini gözden geçiren Avam Kamarası değişikliklerin büyük bir çoğunluğunu reddetti. İki kamara arasında gidip gelen yasa önerisi Lordlar Kamarası’nın tarihinin en uzun oturumunu yapmasına (30 saatten fazla) da neden oldu. Yasanın bu gidiş gelişleri ‘pin pon’ örneğine benzetilirken ortada bir tür anayasal kriz olduğu açıkça ortadaydı. Hükümet yasada ısrar ediyordu, çünkü Belmarsh Hapishanesi’ndekilerin durumu 14 Mart 2005’de hiçbir yasa veya düzenleme ile açıklanamayacaktı. Yani ciddi bir boşluk doğacaktı. Üst kamaranın onayını almamış bir taslağın kraliyet onayını alarak yasalaşması tartışmalı olacaktı. Lordlar Kamarası’ndaki muhalifler ise aceleye getirilen bir yasadan ve burada yer alan ve temel düzenlemeler ile çelişen durumlardan bahsediyorlardı. Bu durumda uzlaşma kaçınılmaz oldu.
Muhalifler tüm değişiklik önerilerini bir yıl sonra yeniden değerlendirme yapılacağı sözü üzerine geri çektiler. Böylece yasa bir gün sonra Kraliyet Onayı’nı aldı.
Bunun üzerine ilk kontrol talimatları Belmarsh’daki 10 kişi için İçişleri Bakanı Charles Clarke tarafından çıkarıldı. 11 Mart Uzlaşması yasanın çıkmasını sağlamışsa da eleştiriler tüm sertliği ile devam etmiştir. Eleştirilerin başında yasa ile Manga Cart’dan beri (790 yıldır) İngiliz hukukunda var olan habeas corpus ilkesini yıktığı geliyordu. Söz konusu ilkeye göre mahkûm hapishanedeyken dahi ceza ve infaz yöntemlerini sorgulayabilir. İlgili mahkeme bu ilkeye göre bağımsız ve adil olmalıdır. Tutukluya kendisini savunacak haklar verilmiş olmalı ve bunun için gerekli şartlar oluşturulmuş olmalıdır. Bu görüşte olanlara göre Parlamento vahim bir hata yaparak hukukun en temel ve eski ilkelerinden birini ihlal etmiştir. Oysa ki yasanın süresi sınırlandırılmış olsa idi Hükümet süre bitiminde bu tür olağanüstü yetkilere neden hala ihtiyaç duyduğunu ispat etmek zorunda kalacaktı. Yasaya bir diğer eleştiri de terörizm suçunun gerçek bir suç olmaktan çok varsayım olduğu, henüz gerçekleşmediği ve bir varsayım üzerinden bu kadar geniş yetki verilmesinin doğru olmadığı yönündedir. Bu eleştirilere karşı Hükümet’in getirdiği savunma ise Britanya vatandaşlarının yaşama hakkının terör zanlılarının sivil haklarından daha önemli olduğudur. Bu noktadaki ayrıma dikkat çekmek gerekir. ‘Terör zanlısı’ ile ‘Britanya vatandaşı’ arasındaki farklar öylesine abartılı bir şekilde sunulmuştur ki sanki ‘terör zanlısı’, ‘Britanya vatandaşı’ değildir. ‘Terör zanlısı’ kavramı karanlık ve şeytani bir kavram olarak çizilirken onunla mücadele için talep edilen yetkiler aslında çok sayıda Britanya vatandaşını tehdit edecek boyuttadır. Ancak burada bilinçaltındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Her ne kadar İngiltere’de Britanya vatandaşı olmak için beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan olmak gerekmezse de, gerçek bir Britanyalı sayılabilmek için bu özelliklerin gerektiği varsayımı önemli bir ön kabuldür. Özellikle üst düzey bürokrasi için ‘gerçek Britanyalı’ ve ‘göçmenler’ vardır. İsterse İngiltere vatandaşlığını almış olsun bir ‘yabancı’nın Britanyalı olması imkânsıza yakın bir durumdur. Bu tablo içinde yasanın gerçek Britanyalılar için değil, ‘yabancılar’ için çıkarıldığı da iddia edilebilir.
Yasanın getirdiği sınırlamaları özetleyecek olur isek, Kontrol Talimatları İçişleri Bakanı’nın ilgili kişinin terör olaylarına karışmasını engelleyeceğini düşündüğü şu hallerde şu tür sınırlandırmalar getirir:
- belli eşyalara, araçlara vb. sahip olunmasının sınırlandırılması (cep telefonu vb.)
- Belli hizmetlerden yararlanmasının engellenmesi (internet vb.)
- Çalışma ve iş düzenlemelerine sınırlandırmalar,
- Diğer belli kişiler ile iletişimine ve bir araya gelmesine sınırlandırmalar (genel olarak veya belli sınırlar içinde)
- Belli bir yerde kalmaya zorlama, veya belli yerlere girmesine sınırlandırma
- Belli yerlerde kalma ile sınırlandırma ve o yerleri arama ve bulunacak belli madde, malları vs. ortadan kaldırma yetkisi
- Belli bir gün ve zamanda belli bir yerde olmaya sınırlandırma
- Kişinin hareket özgürlüğünün belli bir yere gitmeden önce bildirim şeklinde kısıtlanması
- Pasaporta el koyma
- Fotoğrafının çekilmesine izin verilmesi talebi
- Bireyin hareketlerinin ve iletişiminin takibi için ondan işbirliği talep edilmesi
- Belli bir kişiye, belli bir zaman ve yerde rapor verilmesinin talep edilmesi.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder