ABD'NİN ORTA ASYA POLİTİKASI ve 11 EYLÜL SONRASI YENİ AÇILIMLARI BÖLÜM 1
Doç. Dr. Çagrı ERHAN
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası Iliskiler Bölümü
1. Giris:
Tarihte ABD'nin Orta Asya'ya İlğisi
Olaf Caroe 1967'de basılan Sovyet Imparatorlugu Orta Asya Türkleri ve Stalinizm baslıklı eserinde, Sovyetler Birligi'nin Orta Asya'daki cumhuriyetlerde yasanacak sorunlar nedeniyle çökecegini ileri sürmekteydi. Caroe'ye göre
"1300 yıla dayanan bir Müslüman geçmisi bulunan ve Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmaya çalısılsa da güçlü biçimde varlıgını devam ettiren Türklük bilincine sahip Orta Asya halkları, Moskova'nın Ruslastırma ve
dinsizlestirme politikalarına baskaldıracaklardı".(1) Caroe'nin kitabıyla aynı tarihte Türkiye'de de Samet Agaoglu'nun Sovyet Rusya Imparatorlugu adlı gezi kitabında, Orta Asya Türklerinin yogun komünist propagandayla dinsizleştirilme ye çalısıldıgını, bu bölgenin zenginliklerinin Moskova tarafından sömürüldügünü ve bu sömürü mekanizmasının ortadan kalkmasıyla birlikte Sovyetler Birligi'nin çökecegini yazıyordu. (2)
Aralık 1991'de Sovyetler Birligi resmen tarihe karıstı. Ancak, bu çöküsün nedenleri arasında ne Caroe'nin iddia ettigi gibi Orta Asya halklarının baskaldırısı, ne de Agaoglu'nun vurguladıgı bölge zenginlikleri üzerindeki Rus
denetiminin sona erdirilmesi vardı. Sovyetler Birligi'nin çöküsüne yol açan nedenler büyük ölçüde ülkenin batı topraklarındaki gelişmelerden kaynaklanıyor du, dogusundakilerden degil. Zbigniew Brzezinski Büyük Çöküş kitabında Marquis de Custine'nin 1839'da yazdıgı Rusya'dan Mektuplar adlı eserine atıf yaparak, "Agızları mühürlenen Rus halkı konusma özgürlügünü nihayet ele geçirince o kadar çok konusacak ki, bütün dünya sasıracak, kıyamet gününün geldigini sanacak" cümlelerine dikkati çekiyordu. (3)
Esasen, Sovyetler Birligi'nin batısından dagılmaya baslamasının temel nedenleri arasında, "Rus halkının konusmaya baslamasının" yanı sıra, ABD'nin Soguk Savas yıllarındaki stratejisini büyük oranda Sovyet denetimindeki Dogu Avrupa ülkelerini ve Sovyetler Birligi'nin bu bölgeye komsu cumhuriyetlerini etkilemeye dönük politikalara dayandırması yatmaktaydı. Jeopolitigin kurucusu sayılan Sir Halford John Mackinder'in "merkez bölge" (heartland) olarak isimlendirdigi Dogu Sibirya ile Volga havzası arasında uzanan ve Orta Asya'yı da içeren genis
ova Asya-Avrupa ve Afrika kıtalarından olusan "dünya adasını" denetleyebilmek için mutlaka elde tutulması gereken bir bölgeydi. Mackinder'a göre Merkez Bölge'nin denetimi de ancak Dogu Avrupa'ya egemen olunmasıyla mümkün olabilirdi. Bu görüsünü Mackinder, "Dogu Avrupa'ya egemen olan Merkez Bölgeyi denetler. Merkez Bölgeye egemen olan Dünya Adasını denetler. Dünya Adasına egemen olan dünyayı denetler" sözleriyle ifade etmisti. (4)
Mackinder'in 1904'de ileri sürdügü bu görüsler, Ikinci Dünya Savası'ndan sonra Sovyetler Birligi'ne karsı politikalar gelistirmeye çalısan Amerikalı strateji uzmanları için hareket noktası oldu. George Kennan, 1947'de ABD Dısisleri
Bakanlıgı için hazırladıgı bir raporda ABD'nin tüm gücünü Avrupa ve Asya'da güç dengesini tekrar tesis etmeye yogunlastırması gerektigini söylüyordu. (5) Benzer sekilde, Mart 1948'de ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin hazırladıgı ilk raporlardan birinde, Sovyetler Birligi'nin tüm Avrasya bölgesine silah kullanarak veya siyasi yollardanhakim olmasının ABD açısından kabul edilemez nitelik tasıdıgı belirtilmekte ve Mackinder'in Merkez Bölge olarak adlandırdıgı toprakların Sovyetler Birligi'nin tartısmasız egemenliginde oldugu bir ortamda yapılması gerekenin, bu bölgeye kenar teskil eden bölgelerin ABD tarafından denetlenmesinin hayati oldugunun altı çizilmekteydi. (6)
Bu tarihten baslayarak, "uluslararası komünizmin çevrelenmesi" ABD'nin baslıca dıs politika önceligi haline geldi. 1950 basında ABD Baskanı Harry Truman tarafından onaylanarak yürürlüge giren Ulusal Güvenlik Konseyi'nin 68
numaralı kararı (NSC-68), çevrelemeyi ABD'nin resmî politika aracı haline getirdi. (7)
Dwight Eisenhower'ın baskanlıgı döneminde Dısisleri Bakanı John Foster Dulles tarafından gelistirilen "Yeni Bakıs" (NSC-162/2) stratejisinde ise, "uluslararası komünizmin" ve özellikle de Sovyetler Birligi'nin basarıyla "çevrelenebilmesi" için nükleer gücün artırılmasından yeni paktlar kurulmasına ve Merkezi Haber Alma Teskilatı'nın (Central Intelligence Agency - CIA) gizli operasyonlarına kadar bir çok yeni unsur üzerinde duruluyordu. (8) Yeni Bakıs'ın dikkati çeken bir yönü "esir halklar" kavramıydı. Dulles, Sovyet komünizminin 800 milyon insanı esaret
altına soktugunu ileri sürüyor ve bu durumun ortadan kaldırılması için psikolojik mücadele ve gizli operasyonlar yapılmasını gündeme getiriyordu. Bu çerçevede, Sovyetler Birligi'nin etkisi altındaki veya Sovyet etkisine girebilecek ülkelerde CIA aracılıgıyla çok sayıda operasyon gerçeklestirilirken, Amerika'nın Sesi (Voice of America
- VOA) basta olmak üzere çesitli yayın organları yoluyla da "esir halkları" Sovyetlere baskaldırmaya davet ediliyordu. (9)
Truman ve Eisenhower'ın politikalarındaki ilginç noktalardan biri Mackinder'in "Merkez Bölge" olarak tanımladıgı alanı dogrudan ele geçirmeye yönelik degil, fakat Sovyetlerin etki alanlarını daha da genisletmelerini engelleyici
adımların atılmasıydı. Nitekim Amerikalı jeopolitikçi Spykman'in, "Iç Hilal Avrasya'yı denetler. Avrasya dünyayı denetler" denklemine uygun biçimde 1950'lerdeki ABD dıs politikası, Türkiye, Iran, Irak, Pakistan, Hindistan, Çin,
Kore ve Dogu Sibirya'dan olusan "Iç Hilali" denetleme üzerine odaklanmıstı. (10) Fakat, Vasington, Sovyetler Birligi'nin egemenligi altında bulunan ve dünyaya tamamen kapattıgı Orta Asya bölgesine sızmayı, bu bölge halklarını Moskova'ya karsı ayaklandırmayı, Dogu Avrupa'da yaptıgı gibi radyo yayınları yoluyla özgürlük ve bagımsızlık gibi düsünceleri asılamayı gündemine hiç almadı. Ironik biçimde, Dulles'ın "esir halklar" kavramı Türkiye'de "esir Türkler" biçiminde algılanıp, komünizmle mücadele çerçevesinde "Türk dünyasının bütünleş tirilmesi" söylemlerine konu olurken, ABD'nin "komünizmle mücadele" stratejisinde Orta Asya halkları önemsiz bir yer isgal ediyordu.
1950-1979 döneminde ABD'nin Orta Asya'ya iliskin ilgisini çeken yegane sey, Sovyetler Birligi'nin dikkatlerden uzak biçimde bu bölgede nükleer silah denemeleri yapmasıydı. Bu denemeleri izlemek için Iran ve Pakistan'daki
üslerden kalkan casus uçakları Orta Asya üzerinde uçuslar yaparak bilgi topladılar. (11)
1 Mayıs 1960'ta Adana'daki Incirlik Üssü'nden kalkan bir U-2 casus uçagının, Sovyet uçaklarınca düsürülmesi sonucu ABD ile SSCB arasında yasanan bunalım dolayısıyla bu uçuslara son verildi.
Amerikan politikasındaki bu "görmezden gelmenin" baslıca nedeni, Orta Asya'nın, Sovyetler Birligi'nin denetiminden çıkartılması en zor bölge olmasıydı. Stalin, Krusçev ve hatta Brejnev döneminde izlenen ekonomik politikalar, Orta
Asya'da ayrılıkçı hareketlerin filizlenmesini imkansız kılmıstı. Orta Asya cumhuriyetleri, hemen hepsi büyük dogal kaynaklara sahip olmalarına ragmen, bu potansiyellerini kullanamayan birimler haline dönüstürülmüstü. Moskova
bu bölgeyi bir "bitisik Üçüncü Dünya" alanı olarak görmekte ve bölgenin zenginliklerini çıkarıp Sovyetler Birligi'nindiger noktalarına aktarmaktaydı. Orta Asya cumhuriyetlerinde hammaddelerin üretildigi sanayi alanlarına agırlık
verilirken, bunların islendigi imalat sektörleri daha çok batıda kurulmustu. Moskova'nın kurdugu üretim ve ticaret hatları Orta Asya cumhuriyetlerinin ekonomik olarak tek baslarına ayakta durabilmelerini imkansız kılmıstı.
Öte yandan Moskova'nın izledigi etnik politikalar da bu cumhuriyetlerde homojen nüfus olusumlarını engellemisti.
Her bir cumhuriyetin içine yerlestirilen etnik azınlıklar, ulusal bilincin yaratılmasının önüne geçmekteydi. Örnegin Kazakistan Türkî oldugu kadar Rus niteligi de tasıyordu. Keza Özbekistan ve Tacikistan Türkî ve Farsî özellikleri
birlikte tasıyorlardı. Türkmenistan ve Kırgızistan'ın durumları da bunlardan farklı degildi. (12) Orta Asya halklarının konustugu farklı lehçelerin suni olarak birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılması, Bolsevik Devriminden önce bölgede
lingua franca islevi gören Türkçe'nin yerini Rusça'nın almasına yol açmıstı. Bu da birlikte hareket etme imkanını ortadan kaldırırken, Moskova'ya bagımlılıgı artırdı. Yönetici elit ve entelektüel tabaka dogrudan Moskova'nın denetimi altına girmisti. Orta Asya halklarının birlestirici unsurlarından olan dinin toplum yasamından çıkarılmasını hedefleyen köktenci egitim politikaları, milli oldugu kadar dinsel bir farklılık duygusu da tasımayan kitleler yaratmıstı. (13)
2. Afganistan'ın Isgali ve ABD'nin "Sovyet Müslümanlarını" Kesfi
Yukarıda sıralanan nedenlerle ABD politikalarında uzunca bir süre "ihmal" edilen Orta Asya bölgesi 1979'da Sovyetler Birligi'nin Afganistan'ı isgalinden sonra dikkate alınmaya basladı. ABD bir yandan Pakistan üzerinden, Afganistan'daki mücahitlere yardım ederken, diger yandan da Kızılordu'nun Afganistan'a gönderdigi birliklerin daha ziyade Orta Asya cumhuriyetleri ve Azerbaycan halkından olustugunu fark ederek, Radio Liberty ve Radio Free Europe'un yerel dillerdeki yayınlarıyla Orta Asya ve Azerbaycan halklarını "dinsiz" Sovyet yönetimine karsı ayaklanmaya çagırdı. ABD'nin bu girisimini Suudi Arabistan, Mısır, Kuveyt ve Katar radyolarına yaptırılan bölgeye yönelik Islamî içerikli yayınlar izledi. (14)
Aynı dönem, ABD Baskanı Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danısmanı Zbigniev Brzezinski tarafından 1977'de gelistirilen "Yesil Kusak" projesinin de uygulamaya sokuldugu yıllar oldu. "Yesil Kusak" projesi, "Islam'ın komünizme karsı bir kalkan olabilecegi" görüsüne dayanıyor ve SSCB'nin petrol zengini Basra Körfezi civarında müttefikler edinerek bölgeye sızmasını, bu yolla engellemeyi hedefliyordu. Afganistan'ın isgaliyle birlikte bu proje çerçevesinde ilk adımlar atılmaya basladı. Orta Asya cumhuriyetlerine Islam yoluyla sızmaya çalısan ABD, "kızıl tehlikeye karsı yesil panzehir" üretmeye giristi. Ancak Carter yönetimi, "yesil kusak" olusturma çabaları içinde ılımlı ve radikal Islamı birbirinden ayırt etmeye de özen gösterdi. SSCB kadar, radikal Islamın öncüsü Iran'daki Humeyni yönetimi ve onun tarafından desteklenen köktenci örgütler de tehdit içeriyordu. (15)
Bununla birlikte, 1980'lerin basında ABD'nin, Sovyetlere karsı olusturmaya çalıstıgı "yesil kusak" projesi ve paralelinde Orta Asya'da tetiklemeye çalıstıgı Islamî uyanıs hareketi, Vasington'un hedefi olan Sovyetler Birligi'nin
yıkılısına esaslı bir katkı saglamadı. Aksine, ileriki yıllarda bölgede ABD'nin basını çok agrıtacak olan radikal Islam'ın temellerini attı. 1980'lerde Afganistan'da Sovyetlere karsı mücahitlere ve 1990'larda da Sii Iran'ın etkisine karsı Sünni Taliban'a destek verirken, bu hareketin bir süre sonra denetimden çıkarak kendisine yönelecegini hesap edemeyen Vasington yönetimi, "dinsiz komünizmin" yıkılmasına ivme kazandırmak için Orta Asya'da pompaladıgı Islamî uyanısın da bir gün kendisi için sorun teskil edecegini tahmin edemedi.
Ileride "basagrılarının" ortaya çıkmasına yol açacak olan bölgedeki ABD faaliyetlerinin köklerini 1979'a kadar götürmek mümkündür. SSCB'nin Afganistan'ı isgali sırasında Pakistan istihbarat örgütü ISI'nin himayesinde isgale karsı örgütlenen bir mücahit lideri konumunda bulunan Gülbeddin Hikmetyar ile 1979'da görüsen CIA yetkilileri, Hikmetyar'ın, direnisini finanse edecek bir eroin kaçakçılıgı agı kurmasına yardımcı oldular. (16)
Afganistan'da ekilen hashastan çıkarılan afyonun Pakistan'ın Koh-i Sultan bölgesindeki laboratuarlarda eroine dönüstürülerek dünya pazarlarına sürülmesi ve bundan elde edilen gelirle Afgan direnisinin güçlendirilmeye çalısılması 1980'lerin basından itibaren ISI ile CIA'nin baslıca Afganistan stratejisi haline geldi. (17)
1984'te Afgan direnisinin daha etkili olabilmesi için Hikmetyar'ın komutasındaki mücahitlerin SSCB'nin içlerine saldırı ve sabotajlarda bulunması kararı alan ABD, CIA direktörü William J. Casey'in 1984'te Pakistan'a yaptıgı gizli ziyaretten sonra Afgan gruplara yogun silah yardımı yapmaya ve Pakistan'daki kamplarda egitim vermeye basladı.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder