Soylesi: Oktay Güney
USIAD Bildiren Dergisi, 2007
USİAD Danışmanlarımızdan Prof. Dr. Erol Manisalı ile Gümrük Birliği üzerine söyleştik. Evinde gerçekleştirdiğimiz söyleşide Manisalı Gümrük Birliği üzerinde değerlendirme yapan köşe yazarlarının sadece AB ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri ele aldıklarını, bunun büyük bir yanıldı olduğunun altını çizdi. Prof. Dr. Manisalı Gümrük Birliği’nin esas itibariyle AB ile Türkiye arasındaki ticaretten çok Türkiye’nin üçüncü ülkelerle olan ticari ve iktisadi ilişkilerini Türkiye aleyhine olumsuz etkilediğini bu nedenle konuyu değerlendirirken özellikle üçüncü ülkelerle olan ticari ilişkilerimizin üzerinde durulması gerektiğini işaret etti.
AB-Türkiye ilişkilerinde Gümrük Birliği’nin yeri nedir?
Türkiye’de Türkiye AB ilişkileri ve Gümrük Birliği içimizdeki oligarşi tarafından araç olarak kullanılıyor. 1989 yılında AB bizim tam üyelik başvurumuzu reddettiğinde, Özal, “AB bizi almasa da Gümrük Birliği’ne gireceğiz” dedi. Bu çabanın iktisadi bir mantığı yoktu; çünkü tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girilemezdi. Biz konuyu bilen akademisyenler ve hatta devletin içinde DPT gibi kurumlar, Türkiye egemenlik hakkını tek yanlı devretmiş olur, Türkiye sömürge olur, diyorduk. Hatta bugünkü cumhurbaşkanı Abdullah Gül 8 Mart 1995’te TBMM’de yaptığı konuşmada “Bizi arka bahçede bir köpek kulübesinin içine oturtmuş oluyorlar.” diyecek kadar olayı net bir şekilde vurguluyordu. O zamanlar Abdullah Gül, RP milletvekili idi. Şimdiki görüşlerini burada tekrarlamaya gerek yok. Konuyla ilgili kitaplarımı okuyanlar da, süreci takip edenler de biliyorlar zaten.
Türkiye’de Gümrük Birliği’ni imzalamanın akıl dışı olduğunu bilen önemli çevrelere rağmen Gümrük Birliği göz göre göre neden imzalandı?
Bu durumu iyi görmezsek sorunu anlayamayız. Buradaki sorun, Özalcılık ve Özal çevresindekilerin Gümrük Birliği üzerinden Türkiye’yi Batı kapitalizmine bağlamak istemeleriydi. Yani Türkiye AB’nin yönetimine sokuluyordu. Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler Birliği dağılmıştı. Türkiye’nin macera aramaması, Avrasya ülkeleriyle ilişkiye girmemesi, Batı kampında bağımlı tutulması için Gümrük Birliği bir araç olarak öngörülmüştür. Dolayısıyla Gümrük Birliği, bir gümrük birliği değildir. Bu içimizdeki oligarşi ve siyasiler açısından Türkiye’yi tek yanlı bağımlılık içinde tutarak Batı kampı içinde bloke etmek için bir maşa, bir araçtır. Bu oligarşi Soğuk Savaş Sonrası Batı’nın bize biçtiği elbiseye “evet” demiştir.
Gümrük Birliği, egemenliğimizin devri anlamına mı geliyor?
Gümrükler tarihten bu güne stratejik unsurlardır. Ulusal, iktisadi sınırlar ve gümrük düzenlemeleri konusundaki yetkiler, devlet olmanın temel unsurunu oluşturur. ABD, İngiltere’ye karşı bağımsızlığını, İngilizlerin koyduğu gümrüğü tanımayarak simgeleştirdi. İngiliz çayını denize döktüler. “Senin çayın gümrüksüz giremez; burada benim egemenliğim geçerli” dediler. Almanya küçük devletçikleri arasında gümrükleri kaldırarak devletin egemenlik hakkını ve bütünlüğünü sağladı. İtalyan birliği de gümrükler birleştirilerek sağlanmış oldu. Osmanlı’ya baktığımızda ise 1838’de Baltalimanı Antlaşması ile Avrupa devletlerine yeni gümrük imtiyazları vererek kendi çöküşünü hızlandırmış oldu. Kısacası, gümrüğüne hakim olmak, iktisadi sınırlardan mal hizmet çıkışına egemen olmak bir ülkenin egemenliğinin simgesidir. Oysa artık Türkiye’nin ulusal iktisadi sınırları yoktur. Bu nedenle aslında Türkiye tek yanlı olarak AB’nin Gümrük Birliği yükümlülüğü altına sokularak devşirilmiş oluyor. Bu, yanlışlıkla değil, biline biline yapıldı, yapılmaya devam ediliyor.
İş çevreleri bu zararı biliyorlardı ise Gümrük Birliği’ne neden itiraz etmediler?
İş çevreleri ikiye ayrılmıştı. Bazı büyük gruplar Gümrük Birliği’nin haksız rekabet yüzünden kendisini ezeceğini biliyorlardı. Bunlar el altından itiraz etmeye çalıştılar; ancak başta Özalcılık olmak üzere, öyle bir siyasi ve stratejik ortam vardı ki bunlar Batı kampına bağlanmayı, kimi iş çevrelerinin zararına rağmen, hatta piyasanın Batı’ya kaptırılmasına rağmen bu tercihi yapmak zorunda kaldılar. Oligarşinin çelişkisiydi bu.
İş çevrelerinden Koç grubunun yakın zamanlarda Gümrük Birliği’ni eleştiren açıklaması oldu. Koç grubu da sözünü ettiğiniz iş çevrelerinden miydi?
Evet. Koç grubu da Gümrük Birliği’ne örtülü itiraz eden iş çevrelerinden di. Gümrük Birliği’nin tek yanlı haksız rekabetiyle karşı karşıya kalarak bu olumsuzlukları fiilen yaşadılar. Türkiye’nin egemenliğini Gümrük Birliği yüzünden kaybetmesi sadece siyasi bir olgu değil. İktisadi olarak piyasaya yansımaları nedeniyle büyük küçük tüm iş çevrelerini etkileyen bir olgu. Bir yazımda da belirttiğim gibi büyük dalgalar gibi önce alt katlar bu dalgalardan etkilenir, ondan sonra dalgalar üst katlara ulaşmaya başlayınca büyük şirketler de bundan etkilenir. Gümrük Birliği’ni TÜSİAD başta olmak üzere, büyük iş çevreleri destekliyordu. İşin ilginç yanı o zamanki Abdullah Gül gibi o zamanki MÜSİAD da karşıydı Gümrük Birliği’ne. Ama bugünkü Abdullah Gül de, bugünkü MÜSİAD da Gümrük Birliği’ne karşı değil.
Batı’nın büyük sermaye çevrelerinden İslamcı çevrelerle işbirliğine yönelmelerini neye bağlıyorsunuz?
Türkiye’nin fotoğrafına baktığımızda Batı İslamcılarla stratejik ortaklığa gittiği için bugün Türkiye’de kaos yaşandığını görebiliriz. Batı neden dincilerle ortaklığa gitti? Birincisi Amerikancı generaller ve büyük sermaye Batı’ya istediklerini dinciler kadar veremediler. Batı ne diyor? Türkiye’de cumhuriyet döneminde en iyi çalıştığımız hükümet AKP hükümeti. Yani bize Amerikancı generallerin veremediğini verdi, bürokrasi emrimizdeyken, onların veremediğini verdi diyorlar. Büyük sermaye egemenken onların veremediğini verdi diyorlar. Bütün bunları emperyalist sözcüğü içine oturttuğumuz zaman durum daha rahat anlaşılır. Büyük iş çevreleri kendi çıkarlarına ters düşmesine rağmen Batı’yla olan stratejik ortaklıkları nedeniyle, bugün işbirlikçi dincilerin yaptığını 1995’te yaptılar. O zaman onların stratejik ortağı büyük sermayeydi. Türkiye’yi tek yanlı bağlamasına rağmen Gümrük Birliği’ni bile bile imzalanmasına destek verdiler. Bugün Batı’nın stratejik ortağı olan İslamcılar da bile bile Gümrük Birliği’ne ses çıkarmıyorlar. Bunun yanı sıra bu çevre 1995’te Gümrük Birliği ile Batı’ya verilmeyen şeyleri de teker teker devrediyorlar.
İslamcı kesimdeki özellikle AB ve Gümrük Birliği konularındaki tavır değişikliğini nasıl açıklıyorsunuz?
İslamcıların bir kısmı Batı kapitalizmiyle işbirliğine giriştiler. Bu işbirlikçiler Türkiye’nin Batı kapitalizmine bağlanmasına göz yumdular. Refah Partisi Amerikancı olmadığı için tasfiye edildi, onun yerine antiemperyalist olmayanlar tercih edildi, üretildi, sahneye çıkarıldı. Abdullah Gül’ün izini sürdüğümüz zaman şunu görüyoruz. Abdullah Gül değişti, Necmettin Erbakan değişmedi. Kayıp trilyon davasının iki isminden biri olan Abdullah Gül bugün köşkte otururken bir diğer isim olan Necmettin Erbakan hapiste. Bu da İslamcıların Batı’yla olan ilişkilerinde onların geldiği farklı noktaları ortaya koymaktadır. Bu durum Gümrük Birliği’nin fotoğrafının anlaşılması bakımından önem taşıyor.
İslamcı kesimin Batı’yla ilişkilerinin onları getirdiği farklı noktaları işaret ettiniz. Ancak siyasal İslam’ın her rengini yaratan ‘yeşil kuşak’ bir emperyalist proje değil miydi?
Bugün Ortadoğu’da HAMAS antiemperyalisttir. HAMAS’ın yeşil kuşak olup olmadığı bugün çok önemli değil. Robotek gibi yarattığınız her şey düğmesine bastığınız anda size bağlı olacak anlamına gelmez. Bu anlamda Batı karşıtı tüm kesimleri geniş anlamıyla antiemperyalist olarak değerlendirebiliriz.
Kapitalizmi reddedip reddetmiyor olmak antiemperyalizm açısından ölçü değil midir?
Ben antikapitalistten çok antiemperyalist kavramını tercih ediyorum. Elbette antiemperyalist olmak, belli dönemler içinde antikapitalist olmayı da gerektirir. Bazen antiemperyalist olan kimi gruplar kapital üzerinden, kimi gruplar petrol grupları üzerinden kapitalizmi kullanabiliyorlar. Bunlar kapitalizmi antiemperyalizme karşı kullandıkları için antiemperyalist sayılabilirler. O zaman tanımı genişletmek gerekiyor. Duruma Çin örneğinden yaklaşabiliriz. Çin’e gittiğimde sordum, içeride sosyalizmi, dışarıda ise piyasa ekonomisini yürütüyoruz dediler. Çin antikapitalist değil ama sosyalist bir ülke. Piyasa bir araç, sosyalizm ise amaç olarak görülüyor Çin’de. Aslında serbest piyasa Batı için de bir araçtır. En liberal Batı ülkeleri dahi işine geldiğinde pek çok sektörde müdahaleci olabiliyor. Tarımsal destekler ve sektörel müdahaleler bunun en belirgin örneği.
Gümrük Birliği’nin imzalanmasında büyük sermayenin rolü neydi?
Büyük sermaye Gümrük Birliği’nin imzalanmasında katalizör görevi görmüştü. Özalcılık temelinde Türkiye’de sisteme büyük sermaye egemen olsun, siyasete, bürokrasiye, eğitim kurumlarına, medyaya, kültüre büyük sermaye egemen olsun, dolayısıyla tüm bu kurumlar büyük sermayenin eline geçsin büyük sermaye de zaten Batının doğal bir müttefiki olduğu için saydığımız tüm bu kurumlar Batının taşeronu müttefiki haline gelir, düşüncesi egemendir.
Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne eklenmesinde ABD’nin doğrudan çıkarı neydi?
O dönemde, Richard Holbrooke Tansu Çiller’e Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni imzalaması için özel mesaj göndermişti.Gümrük Birliği BOP’ta Türkiye’ye görev yükleyen bir anlaşma oldu. Amerikan şirketleri Avrupa Birliği şirketlerinden daha fazla yararlanıyor. Nasıl mı? Türkiye’den sen bir mal satıyorsun ABD’ye, o mal ABD’ye girerken 3. ülke gibi mütalaa ediliyor. Çünkü Türkiye AB’nin üyesi değil, biz tanımıyoruz diyor. Türkiye’nin bana sattığı mala Fransız gibi gümrük uygulamam, o mal benim için AB malı değil diyor. Türkiye’ye en yüksek vergiyi uyguluyor. Aynı mal ABD’den Türkiye’ye girerken Türkiye Gümrük Birliği sahasının içinde, öyleyse Türkiye bana düşük vergi uygulayacak diyor.
Gümrük Birliği’nin Türkiye için sonuçlarını hangi esaslar üzerinden değerlendirmek gerekiyor?
Gümrük Birliği üzerinde değerlendirme yapan köşe yazarları sadece AB ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri ele alıyorlar. Bunlar ya Gümrük Birliği’nin ne olduğunu bilmiyorlar ya da bilinçli olarak böyle değerlendiriyorlar. Gümrük Birliği esas itibariyle AB ile Türkiye arasındaki ticaretten çok Türkiye’nin üçüncü ülkelerle olan ticari ve iktisadi ilişkilerini Türkiye aleyhine olumsuz etkilemektedir. Bugün dış ticaret açığımız 60 milyar dolar dolayına çıkmışsa Gümrük Birliğinin bunda büyük etkisi vardır. Üçüncü ülkelerde Türk ihracatçısı haksız rekabetle karşı karşıyadır. İskenderun’a gittim, demir-çelikçiler AB’den yassı demiri sıfır gümrükle aldığımız için Gümrük Birliği dolayısıyla AB’den alıyoruz. Oysa yassı demiri sıfır gümrükle Ukrayna’dan alsak yüzde on karımız olacak. Ukrayna’ya, üçüncü ülke oldukları için yassı demirde gümrük uygulamak zorundayız, Almanya’dan sıfır gümrükle giriyor ama bu yüzden zarar ediyoruz.
AB’nin özel ikilli anlaşma yaptığı ülkeler ve bu anlaşmaların Türkiye’ye etkisi nedir?
AB bütün büyük ülkelerle ikili anlaşma yapmış. ABD ve Çin’le yapmış, Meksika’yla, Kuzey Afrika ülkeleriyle vs yapmış olduğu anlaşmalardan Türkiye tek yanlı olarak zarar görüyor. Oysa Türkiye bu ülkelerle ikili ticaret anlaşması yapmış olsa karşılığını alabilirdi. Türkiye malı satarken üçüncü ülke, malı alırken Gümrük Birliği dolayısıyla birden bire AB ülkesi gibi muamele görüyor. Çin’den gelen mallar Türkiye’yi Gümrük Birliği yüzünden dolduruyor. Tüm bunlar yaşanırken hükümet kanadı AB ile stratejik bağları nedeniyle sessiz kalıyor.
Gümrük Birliği Çin ile aramızdaki ticari ilişkiyi ne yönde etkiliyor?
AB ile Çin arasında bir ikili ticaret anlaşması yapılmış. AB’nin Fransa, Almanya, İngiltere gibi büyük ülkeleri Çin’deki büyük yatırımları karşılığında örneğin tekstilde ve oyuncak sektöründe taviz vermişler. Türkiye de Gümrük Birliği yükümlülüğü altında olduğu için AB’nin verdiği ödünden zarar görüyor. Onlar zarar görmüyor çünkü karşılığında Çin pazarından başka avantajlar sağlıyorlar. Bizim böyle bir avantajımız yok. Biz tek yanlı Çin tekstiline örneğin avantaj sağlamış oluyoruz. Dolayısıyla üçüncü ülkelerle olan ilişkilerimizde AB, o ülkelerle ikili ticaret anlaşması yaptıysa Türk iş çevreleri bundan doğrudan doğruya zarar görüyor. Nasıl zarar görüyor, haksız rekabetle karşı karşıya kalıyor. Çünkü düşük gümrükle ithalat ediyor. Örneğin Brezilya’nın imalat sanayinde koruma oranı, yani ithalattan aldığı vergi yüzde 15–17 dolayında. Bizde bu yüzde 5 dolayına iniyor. Ayrıca Avrupa’nın ihracatında Türkiye 5. ülke. Avrupa’nın ithalatında Türkiye 7. ülke. Bu fark bile Türkiye’nin nasıl kazıklandığını gösteriyor.
AB Rusya ilişkileri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sarkozy son günlerde Rusya’ya gitti, AB ile Rusya arasında geniş kapsamlı bir iktisadi stratejik anlaşma yapılacak. Ticari olarak da Rusya’ya bazı ödünler verilmesi söz konusu. Çünkü onlar gaza bağımlılar, bir avantajları var. İhracat da yapıyorlar, özel ilişkileri dolayısıyla Rusya’nın bazı ürünlerine imtiyaz verecekler. Onların verdiği ayrıcalıktan Türkiye zarar görecek. Onların elde ettiği yarardan ise AB üyesi olmadığı için faydalanamayacak.
Bugün Türkiye Avrasya’ya açılmak istese Gümrük Birliği engel oluşturmaz mı?
O zaman ne yaparsın, sen açılıyorsun ama AB’ye ben Gümrük Birliği yüzünden Avrasya’ya açılamıyorum dersin. Gümrük Birliği AB hukukunda olmayan bir şeydir. Tam üyelerin dışında kimseyle gerçekleştirilemez. AB içinde Gümrük Birliği diye ayrı bir kurum yok. Tam üye otomatikman Gümrük Birliği yükümlülüğü altına da girmiş oluyor.
Burada Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne tek yanlı bağlanması söz konusu. Diğer hiçbir aday ülke tam üye olmadan Gümrük Birliği yükümlülüğü altına girmemiştir. Yunanistan tam üyeliğinin 7 yıl ardından Gümrük Birliği yükümlülüğü altına girdi. İspanya 4–5 yıl sonra girdi. Türkiye’nin, dış ekonomik ve dış stratejik ilişkilerinde denge politikasına ihtiyaç var. Ortada bir Türkiye olmadığı için Türkiye Oligarşisi kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor ve akılcı politikalar uygulanamıyor. Yapılması gereken şeyler bu nedenle yapılmıyor.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder