TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ
12 EYLÜL VE ÖNCESİ
BÖLÜM 12
DOĞRUDAN MÜDAHALENİN DOLAYLI MÜDAHALEYE DÖNÜŞMESİ VE 9 MARTÇILARIN TASFİYESİ
İdareyi bizzat ele alarak, tüm sivil siyaseti tasfiye etmeyi amaçlayan 9 Mart hareketinin sadece ordu içindeki bir kısım subayın teşebbüsü olmadığı iddia edilmektedir.
Daha doğrusu: Hareketin asıl yönlendiriciliği noktasındaki teorik altyapı, bir grup sol Kemalist aydın tarafından hazırlanmıştır denilmektedir.
Bu aydın grubu önce, ordu içinde etkili general ve subaylar ile irtibat kuracak; askerin zihnindeki Kemalist ideolojik şekillenmeye uygun bir yorum ile yoğun temaslar ve birliktelikler sağlanacaktı. Türk ordusunun tarihsel geleneğindeki müdahale temayülü bu şekilde yönlendirilerek devrimin vurucu gücü tedarik edilecekti.172 Mete Tunçay, 9 Martçıların başarılı olmaları durumunda olacaklar ın, 12 Martçıların yaptıklarından daha beter olacağını öngörmektedir:
Tabii, yaşarken yavaş yavaş öğrendik ki ordu içinde sosyalizmi getirmek isteyen bir grup varmış, onlar en üst kademelere kadar sızmışlar ve onlar bir darbe hazırlarken 12 Martçılar onları… O galiba daha önce planlanmış, 8 Mart mı ne çünkü tarihini… 9 Mart mı? Onu bertaraf edip bazı en yukarı komutanların saf değiştirmesi sonucunda bunlar gelmişler. Ötekinin olmadığına sonradan şükretmemiz gerektiğini düşündük çünkü eğer sosyalizmi kurma amacıyla darbe yapanlar olsaydı daha da beter şeyler yapabilirlerdi. Ama 12 Mart, işte, 27 Mayısta aydınlar ve ordunun arasında kurulan ittifakın ya da anlaşmanın çöküşü oldu geniş ölçüde. Bugün bile hâlâ 1961 Anayasası’nın bazı erdemlerine bakıp
onu 27 Mayısın matlup hanesine yazmak isteyenler falan var, tabii bunun bir hakikat payı da var ama 27 Mayısla birlikte bir yol olduğu…173
Şeklinde yorumda bulunan Tunçay, aslında amacın ne kadar iyi ve ulvi olursa olsun, kullanılan aracın da amacı geniş ölçüde belirlediğinin de altını çizmiş olmaktadır. Rasim Cinisli, döneme ait anlatımlarında şu ifadeleri kullanmaktadır:
27 Mayıstan sonra ve 27 Mayıs sebebiyle Türkiye'nin yaşamış olduğu en büyük talihsizliklerden birisi 9 Mart, bilinmeyen 9 Mart teşebbüsüdür. 12 Mart muhtırası darbe içinde darbedir.
172 Türk Ordusunun bu eğilimini en iyi inceleyen eserlerden birisi olması itibarıyla bkz. Mevlüt Bozdemir, Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları, Ankara: AÜSBF Yayınları, 1982.
173 Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42–13.00].
12 Mart muhtırası siyasete müdahaledir amma sebepleri farklıdır. 9 Mart olayını iyi bilmek lazımdır. Bunları benim söylememe lüzum yok. Hasan Cemal ve buna benzer arkadaşlar kitaplar hâlinde yazdılar nedenlerini, nasıl olduklarını. Olay şu. Ha, size bir başka şey daha takdim edeceğim. Onu zannediyorum ki önemli bulacaksınız: Faik Türün Paşanın el yazısıyla yazılmış kırk küsur sayfalık bir hatıratı vardır.174
9 Mart olayını son derece açık, nasıl düzene konulduğunu açık açık ifade ediyor Faik Türün Paşa. Yani o kırk sayfalık yerde var mı yok mu onu bilmiyorum ama onların ne söylediklerini, komünizmle yönetilen bir devlet şeklinin gündemlerinde olduğunu, Türkiye’yi 17 Ekim darbesi gibi bir darbeyle yönetmek istediklerini, bunun birkaç koldan yürüdüğünü, birinci kol, Cemal Madanoğlu 27 Mayısı yapanlardan bir grup. Daha sonra, acı olan ve benim için de son derece acı olan şey, ordu kademelerinin en üst kademesine çıkmış Faruk Gürler Paşa gibi,
Muhsin Batur Paşa gibi ordumuzu yönetenlerin böyle bir fikre kapılmış olmaları ve devleti bir Marksist yönetime doğru götürmeye temayül etmeleri.
Genelkurmayda Marksist anayasa yapılmıştır. Onun kaleminden öğreniyorum ben bunları, Türk Genelkurmayında.175
9 MART HAREKETİNİN FİKRİ ALTYAPISI VE GEREKÇELERİ
İddiaya göre: Altmışlarda çıkan son derece etkili bir dergi olan Yön’ün başındaki Doğan Avcıoğlu, bu faaliyetlerin başında bulunuyordu. Yön’ün kapanmasının ardından Avcıoğlu, yayınlamaya başladığı haftalık Devrim gazetesinin etrafında toplanan bir grupla, harp okullarından başlayarak kimi muvazzaf subaylarla bu doğrultuda ilişkiler kurmuştu. Ertuğrul Kürkçü, bu hususta şunları ifade etmektedir:
Bu radikallerin fikirlerini daha çok Devrim gazetesinden okuyabilirdiniz -Doğan Avcıoğlu’nun başında olduğu- ve hakikaten bu gazeteye baktığınız zaman, bugünkü külliyatı incelediğiniz zaman gerçek bir programa dayandıklarını, kendilerince Türkiye’yi değiştirmek için bugünkü darbeciciklerden çok daha farklı olarak hani “Türkiye’nin istikbali” diye ciddi bir fikriyata sahip olduklarını ve bunun için azimle çalıştıklarını görebilirdiniz. Çok etkili oldular, bunu söyleyebilirim. Öğrenci hareketi içerisinde, bu akımla sosyalistler arasında bir dönem beraberlikten sonra çok ciddi bir rekabet de oldu. Bizim, DEV-GENÇ yönetiminde olduğumuz dönem bu rekabetin en dorukta olduğu dönemdi ve biz bir askerî müdahale değil bir halk savaşı yolunun doğru olduğunu düşünerek bu akımla yollarımızı ayırdık ama Türkiye entelijansiyasının fikriyatının gelişmesinde bu akımın önemli bir rolü oldu. Bu rol belki bugünlere kadar da bir şeklide sürüp gelmiştir, onlar sonraki dönem tartışmaları içerisinde.176
Orduda bu doğrultuda yönlendirilecek küçük rütbeli subay gruplarının varlığı biliniyordu. Nitekim hareketle doğrudan doğruya ilişkileri bulunup bulunmadığı bilinmeyen bir grup subayın Devrimci Subaylar Bildirileriyle görüşlerini açıkladığı kamuoyunun bilgisi dışında değildir.
174 Metin komisyonumuzun da bilgisi dahilindedir. Söz konusu metin kamuoyunun erişimine de açıktır.
Bkz. http://faikturun.wordpress.com/ (Erişim: 12.12.2012).
175 Rasim Cinisli’nin 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 18.02–19.05].
176 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
Eski Ankara valisi ve belediye başkanı Enver Kuray’ın oğlu, Yassıada Mahkemesi Başsavcısı Altay Ömer Egesel’in yeğeni olan Sarp Kuray’ın belirttiğine göre bu bildirileri kaleme alan isim, şimdilerin önemli habercilerinden Teğmen Ali Kırca’dır.177 Kırca, bildiriyi kendisinin kaleme aldığını teyit ederek bildirinin mahiyetini şu cümlelerle aktarmaktadır ve de eklemektedir:
(Devrimci Subaylar Bildirgesinin 12 Mart’la) Hiçbir bağlantısı yoktur. Tam tersine, 12 Mart, bizden onun hesabını sordu. Başkaları olsa, onlar da
soracaktı. Yani kastettiğiniz o 9 Martçılar da çünkü biz soldaydık. Yani başka bir yerdeydik. Biz kimsenin sözüne falan dinlemeyecek, böyle başka bir yerde duruyorduk. Biz genç insanlardık. İşte en yüksek rütbelisi bendim, teğmen…178
“Genel olarak bunu söyleyeyim. Darbeler açısından hayatımın hiçbir döneminde değişkenliğim olmadı.Hayatımın her alanında on bir yaşında çocuktan başlayarak altmış üç yaşındaki şu adama kadar darbelere karşı oldum, darbenin dışında oldum. Yani o ortamda bulunmam için zaten hiçbir iklim de olmadı”.179
Bu yıllarda, var olan bunalımdan çıkışı göstermek iddiasıyla kaleme alınmış bir eserin etkisi büyüktür: Doğan Avcıoğlu tarafından kaleme alınmış olan Türkiye’nin Düzeni isimli kitap. Kitap öylesine popüler olmuştu ki, üniversite ve harbiye öğrencilerinden, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler’e kadar hemen herkesin başucu eseri haline gelmiştir. Avcıoğlu ve çevresinin, Türkiye üzerine etraflı analizler içeren, bu yapıtı, Türkiye’nin antiemperyalist bir kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığını kazandığı; Kemalist devrimin zorunlu üst yapı reformlarıyla başlatılan bir hamle olduğu; ülkenin sınıfsal bileşiminden kaynaklanan güçlükler nedeniyle alt yapıya ilişkin reformların bir türlü yapılamadığı teşhisine
dayanmaktaydı. Düzendeki bozukluk giderilmedikçe de reformların yapılması imkânsızdır.180 Kemalist devrimin bu yüzden işini yarım bırakmak zorunda kaldığını; bu yapı içinde zamanla palazlanan işbirlikçi burjuvazinin sınıfsal çıkarları uğruna ülkeyi emperyalizmin kucağına ittiği görüşü işlenmektedir.181 Numan Esin’in Yön Hareketi ve Avcıoğlu ile olan irtibatı hakkında söyledikleri şunlardır:
O esnada, Türkiye’de milliyetçilik akımının yanı sıra sol düşünceler de zemin kazandı. TİP’in karşısında solun bir diğer kolu Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği, onun çıkardığı bir dergi vardı, Yön dergisi. Onlar bana yurt dışındayken de yolluyorlardı çalışmalarını filan. Hatta bir 27 Mayısın yıl dönümünde benim yolladığım makalemi onlar yayınladılar. Öyle bir aramızda sıcak ilişki doğdu. Türkiye’ye döndükten sonra da ben Yön’ü destekledim, açık yani. Ama şimdi Yön’ün… Zaten o yüzden de hapishanelere girdik ya aslında, biraz onların da sebebi var, yani onlar çıktılar biz girdik o dönemde. Neyse onların hesabının hepsini vermiş olduk da, ben işkencesine tabii uğramış bir insan olarak kendimi mazlum sayıyorum o olayların içerisinde.182
Yön çevresinin solda bile eleştiriye tabi tutulduğunu belirtmek gerekiyor. Attilâ İlhan, bu görüşün o zaman bile oldukça geri bir tespiti içerdiğini belirterek şunları yazıyor:
177 Sarp Kuray, İsyan ve Tevekkül, İstanbul: Birharf Yayınları, 2008, s.36.
178 Ali Kırca’nın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.20–11.40].
179 Ali Kırca’nın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.20–11.40].
180 Bkz. Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni [Dün-Bugün-Yarın], Ankara: Bilgi Yayınevi, 1969.
181 Bu yapıtının etraflıca incelendiği şu çalışmaya bakılabilir: Hikmet Özdemir, “Bir İlk Yapıt: Türkiye’nin Düzeni”, Yapıt, Sayı 2, Cilt 47, Aralık-Ocak 1983–1984, ss.101–107.
182 Numan Esin’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.07–16.13].
“Toplumcuların 60 kuşağı, Türkiye’yi küçümsediler, olduğundan gerilerde sandılar, sağcı liberallerin kapitalist endüstri ülkeleri karşısında düştükleri
aşağılık kompleksinin bir başka çeşidine, sosyalist endüstri ülkelerinin karşısında düşerek, ülkemizi ve halkımızı, hem bin yıllık devlet geleneğinden uzakta, hem çatır çatır gelişen ve değişen büyüme olanaklarından soyutlayarak, değerlendir me hatasına düştüler”.183
Türk siyasi sistemi gibi sadece siyasi partiler kanalıyla siyasi sisteme nüfuz edebilmenin mümkün olduğu düzenlerde üstünlük kendiliğinden iktisadi nüfuz gücü yüksek kesimlerde olmaktadır. 12 Mart Muhtırasının ardında yatan nedenlerden birisi olan parlamento dışı muhalefet unsurlarının değişik toplum kesimlerinde ve bu arada orduda da önemli ölçüde taban bulmuş olması; beraberinde orduda emir-komuta zincirinin çözülmesini getirdiği söylenebilmekte dir. 9 Mart’ta muhtemel olan darbenin önlenerek, 9 Martçıların tasfiye edilmesi, yeni gelişmelerin de olanaklı olabileceğini göstermektedir. Bu çerçevede çok fazla dağılmış olan siyasi öncelik alanlarının daraltılıp sadece parlamentonun bu işle vazifeli olduğu havasının verilmesi, meclisin açık tutulması göz önüne alındığında, muhtıracılar açısından anlaşılabilir gözükmektedir.184
Üstelik bazı subay ve askeri öğrencilerin de bu unsurlarla aralarında irtibat olduğunun tespit edilmesi, MİT dışında Genelkurmay’a bağlı olarak faaliyet gösterecek bir istihbarat servisinin kurulmasına da yol açmıştı. Ardı ardına yapılan her iki seçimden de AP’nin birinci parti çıkması, üstelik sağ oyların neredeyse toplam oyların % 70’ini bulması karşısında umutsuzluğa kapılan ihtilâlciler, ya da karşı cenahın tarifiyle tepeden inmeciler, yoğun bir devrimci örgütlenme çabası içine girmişlerdir. Demirel, bu çabaların temelinde elit-halk çatışmasının yattığını ifadeyle, bir ikazda bulunmayı ihmal de etmeyerek şunları söylemektedir:
Muhtıranın başka destekçileri var: Muhtıraya bizim arkadaşlar katılmamışlardır, yani o 41’ler denen grup. Onlar daha sonra parti kurdular, bizim oyumuzu böldüler 73 seçimlerinde, bayağı böldüler, yüzde 10 böldüler ama muhtıra… Devrimci-Yol vesaire gibi filan birtakım cereyanlar var, o cereyanlar ordunun içerisine girmiş. Bakın, burada çok önemli bir olay var. Bizim demokrasimizde elit, halkı beğenmiyor. Elit, sistemi de beğenmiyor. Yani daha pratik çözümler arıyor, yeni metotlar arıyor, yeni şeyler arıyor ve onları sistemden önce koyuyor orta yere.
Şöyle beğenmiyor: Yassıada’da hâkim birisine dedi ki “Otur, otur, cahil oy çoğunluğunun mümessili!” Halkı beğenmiyor adam. Elit, halkı beğenmiyor. Bizim demokrasimizdeki sıkıntı o. Halka kendisini kabul ettirinceye kadar “Bu halk güzel halktır, bunun bir sıkıntısı, bir şeyi yoktur, başka memleketlerin…” “Efendim, cahil halk.” Okumuşluk diyorsan, şimdi yüzde 95’e çıkardık okur seviyesini. Kaldı ki başka memleketlerde, demokrasinin olduğu, yapıldığı memleketlerde okumuşluk diye bir şey yoktu. Amerika Senatosu kurulduğu zaman senatörler okuma yazma bilmiyordu, parmak bastılar şeye. Bütün hikâye, bütün bu kargaşanın içerisinde elitin halkı kucaklaması.Halk da elitibeğenmiyor, halk da beğenmiyor. Yani böyle bir şeyin içerisinde. Bunlar zamanla aşılabilecek şeyler. Daha çok şehirleştikçe… Yüzde 80 köylü kalamayız. Daha çok şehirleştikçe ve daha çok okudukça, daha çok zenginleştikçe –çok önemli bir hadise- bunların hepsi kalkacak orta yerden ama ben size elli sene evvelini anlatıyorum.
183 İlhan, Hangi Sol, s.142.
184 Çetin Altan, Suçlanan Yazılar (1960’dan Bu Yana Sahte Demokrasi Talanının Çarkları PDM, Marksist Açıdan Parlamentoda Ne Dedik?), İstanbul: Yaylacık Matbaası, ty s.160.
Bugün bunlar tümüyle gitmiş değil, sizin de karşınıza gelir bunlar.185
Rasim Cinisli, AP’den ayrılan grubu böyle bir harekete sevk etmede başlıca kusurun Demirel’e ait olduğunu belirtmektedir. Üstelik kendisine gelen istihbara ta rağmen, hiçbir karşı hamlede bulunmadığı gibi, partisinden ayrılan grubu adeta buna teşvik etmiştir mealinde cümleler sarf etmektedir:
Süleyman Bey 9 Mart olayını bildiği hâlde, Başbakan, istihbarat avucuna kadar, önüne kadar geldiği hâlde ne Türün Paşayla ne o günkü istihbaratın başındaki Fuat Doğu’yla -bunlar vatanperver, memleketperver insanlar- bunlarla temas edip de 9 Martı gerçekleştirmek isteyen yıkıcı darbeyle mücadele edememiştir, sütre arkasına çekilmiştir, olayları seyretmiştir. Bu yetmiyormuş gibi kendi partisi içinde tasfiyeye gitmiştir, iktidar olmak istememiştir. Kendi partisinin içindeki arkadaşlarını, köşe taşlarını ihraç etmiştir ve gücü azalmıştır. O günün Reisicumhuru Sunay Paşa, Meclis Başkanı Sabit Osman Avcı’ya aynen şunu söylemiştir: “Bu işlerin kökünde Süleyman Bey’e ben çok söyledim. Partini bölme, partini zayıflatma, iktidarın bindiği dalını kesme.” Ama bu işlerin altında Süleyman Bey’in neme lazımcılığı yatar. Tabii, Sabit Osman Avcı’nın hatıratı,
herkesin bildiği şey.186
9 MART HAREKETİNİN ÖNDE GELEN AKTÖRLERİ
9 Mart hareketinin ilk teşvikçisinin 13 Kasım 1960’taki tasfiyeyle MBK’nden çıkarılarak sürgüne gönderilen Orhan Kabibay olduğu anlatılır. 14’lerden Orhan Erkanlı ve İrfan Solmazer’le birlikte CHP’den milletvekili olan Kabibay, ara dönemde Erim-Koçaş ikilisini destekliyor; parti içindeki İnönü-Ecevit çekişmesinde İsmet Paşanın safında yer alıyordu. Ecevit’in genel başkanlığa seçilmesinden sonra ise Kemal Satır’la birlikte partiden koparak Cumhuriyetçi Partiyi kurmuştur.187 Kabibay, askeri kanattan o dönemde İzmit’te tümen kumandanlığı yapmakta olan Tümg. Celil Gürkan’la temas kurarken, sivil kanattan ilk temas kurduğu isimse Doğan Avcıoğlu’dur. Sonradan, Kabibay, Feyzioğlu’nun Güven Partisiyle birleştikten sonra ilk seçimde fiilen tasfiye olmuştur. Bu kesimin ortak kanaati: 27 Mayıs’a hazırlıksız girişildiği bu yüzden devrimin amacından saptırılarak hedeflediği hamleleri yapamadığı yönündedir.188
Temel hedef: Ordu içindeki devrimci unsurların bir araya getirilmesiydi. Bu doğrultuda kontenjan senatörü ve yine eski MBK üyesi E. Korg. Cemal Madanoğlu’nun başında bulunduğu ve Madanoğlu Cuntası olarak isimlendirilen bir örgütlenme gerçekleştirildi. Haftalık bir gazete çıkarılarak, hareketin fikri cephesinin hazırlanması kararlaştırıldı. Gazete için sermayenin büyük bir kısmını Cemal Reşit Eyüboğlu koyacak, eski bir MBK üyesi ve 14’ler grubuna dâhil Numan Esin’le, küçük de olsa Coşkun Bölükbaşı isimli bir başka şahıs da hisse sahibi olacaktı.
185 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
186 Rasim Cinisli’nin 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 18.02–19.05].
187 Numan Esin, Devrim ve Demokrasi (Bir 27 Mayısçının Anıları), İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 2005, s.290.
188 Nazlı Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer) [El Yazısı İtiraflarla], Yayın Yeri, Yayınevi ve Yılı Bilinmiyor, s.24 vd.
Gazetenin genel yayın yönetmeni Doğan Avcıoğlu, iki numaralı ismi ise bu tip hareketlerde sonraki yıllarda da adı sıkça telâffuz edilen İlhan Selçuk’tur.189
Hasan Cemal ve Uluç Gürkan ise gazetenin yazı işleri müdürleriydiler. Gazetenin ve ekibin üçüncü önemli ismi ise İlhami Soysal’dır. İddiaya göre Soysal, Tağmaç’ın selefi eski Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural’ın azmettiriciliğiyle öldüresiye dövdürülen gazetecidir.190
Gizli faaliyetler, Madanoğlu’nun Devrim Genel Kurulu Başkanlığı ile Doğan Avcıoğlu’nun genel sekreterliğinde yürütülüyor; İlhan Selçuk İstanbul, İlhami Soysal ise Ankara sorumlusu olarak çalışıyorlardı. 27 Mayıs’ta olduğu gibi o dönemde de farklı örgütlerle irtibatı olan ancak Madanoğlu Cuntası’nın faaliyetlerine de katılan birçok ismin varlığına şahit olunmaktadır. Sivil kanattan, Hıfzı Kaçar ile Av. Fakih Özfakih bu isimlerden ikisidir. Emekli askerlerden ise o dönemde bu tip faaliyetlerde isimleri en fazla geçenler isimleri yukarıda daha önce zikredilmekle birlikte: Orhan Kabibay, Numan Esin,191 İrfan Solmazer, Mucip Ataklı, Cemal Madanoğlu, Talat Turhan ve Rafet Kaplangı’dır. Numan Esin, 9 Martçılarla olan irtibatını, şu şekilde açıklamaktadır:
Şimdi, yani bu 73’teki hareket, o bir baş kaldırma hareketiydi 9 Mart hareketi. O 9 Mart hareketinin içerisine giren genç subaylardan bir kısmı gelip bizden danışmışlardır, fikir alışverişi olmuştur aralarında. Mesela, daha sonra hukukçu olan bir arkadaşımız da var, o da kıymetli bir arkadaş. Yani, böyle 5-6 arkadaşımız var ki bunlar gelip danışıyorlar. Ben olayın içerisinde değilim, zaten bulaşmak da istemiyorum, iş hayatı da buna imkân vermiyor. Çünkü nakliyecilik yapıyoruz biz, bir arabayı yolluyoruz, elli tane araba çalıştırıyoruz, her gün bunlar -burada köprü möprü yok- bekliyor en aşağı yirmi dört saat feribottan geçmesi…192
Bu isimlerin ordu içine sirayet etme gayretlerini yürütürken aslında giriştikleri hareketin başında Gürler-Batur ve Kayacan’ın bulunduğu yönündeki iddialar mesnetsiz değildi. Hava Kuvvetlerinde Muhsin Batur’un bilgisi dâhilinde yapılacak, ihtilâl sonrası anayasası başta olmak üzere, hazırlıkların son hızla ilerlediği iddia edilmektedir. Batur’un tek tereddüdü, Faruk Gürler’in, başında bulunduğu Kara Kuvvetlerine hâkim olamamasıdır. Nazlı Ilıcak’la yaptığı bir mülakatta Batur, bu endişesini şu sözlerle belirtmektedir: “Kara Kuvvetlerinin tümüyle katılmadığı harekâtın içine, bir Hava Kuvvetleri, bir Deniz Kuvvetleri Komutanı girer mi? Girerse mantık dâhilinde mi hareket etmiş olur? Ordu çarpışır”.193 Batur, ordunun ana motoru olan bu kuvvetin dışında olduğu bir ihtilâl girişiminin başarısından kuşkuludur. Bu nedenle alttaki kaynamayı
kontrol altında tutarak olası emir-komuta zincirindeki bir kırılmanın önüne geçmeye çalışmaktadır. 9 Mart’ta Hava Kuvvetlerinde yapılan son toplantı da alınan erteleme kararı, ordu içindeki doğrudan müdahale yanlıları için tam anlamıyla düş kırıklığıydı.
189 Hasan Cemal’in daha sonra Cumhuriyet gazetesinde de birlikte olacağı İlhan Selçuk hakkındaki kanaatini aktarmanın tam yeridir: “Cumhuriyet’in geleneksel çizgisinde, İlhan Selçuk’a göre, Batı demokrasisi yoktu, olamazdı. Zaten demokrasiden söz etmeyen Atatürk’ün de böyle bir hedefi yoktu. O sadece çağdaş uygarlıktan söz etmişti, demokrasi yoktu Atatürk’ün lügatinde”. Bkz. Hasan Cemal, Cumhuriyeti Çok Sevmiştim (Cumhuriyet Gazetesi’ndeki İç Savaş’ın Perde Arkası), İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 2005, s.226.
190 Dövülme olayının ayrıntıları için bkz. İlham Soysal, Sıfıra Sıfır Elde Sıfır, İstanbul: Kitaş Yayınları, 1969, s.254 vd.
191 Numan Esin, 27 Mayıs’tan sonra Bayar’ın köyü Umurbey’e gittiğinde halka, “Sizler oğlu suç işlemiş bir baba durumundasınız” şeklinde hitap eden ihtilalcidir. Bkz. “Esin, Bayar’ın köyünde konuştu”, Akşam, 27 Eylül 1960.
192 Numan Esin’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.07–16.13]
193 Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.145.
Gürler, toplantıdaki zevatı ikinci plana atarak 10 Mart’ta toplanacak Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısına kadar beklenmesi kanaatinde olduğunu açıklayarak konuyu kapatıyordu. Olayın köşesinde veya bucağında bulunmayan tek isim ise ne ilginçtir ki Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’tır. Tağmaç, toplantı sonrasında, bir anlamda gergin bekleyiş içinde bulunan tabana, hissiyatlarının
aynı olduğu mesajını veren bir açıklamayla hitap ediyordu: “Maksat Ordunun Sabrını Taşırmak”. 194 Demirel ise 9 Mart hareketine dair şunları söylemektedir:
Şimdi, 9 Martta ne olmuş Türkiye’de? Biraz evvel arkadaşımız sordu. 9 Martta toplantı var ve benim haberim var bu toplantılar yapılıyor. Ben, Cumhurbaşkanına gittim, dedim ki: “Birtakım kokular geliyor burnuma.”, “Sen merak etme, Memduh Paşa onun başında.” dedi, “Merak etmeyeyim de tedbir almamız lazım, tedbir alabilecek durumda da değiliz çünkü…” dedim. Bu konuşmalar tümende oluyor, 28’inci Tümende ve büyük bir kütleye sirayet etmiş konuşmalar. Hiç bir şeyi beğenmiyorlar, yani sistemi beğenmiyorlar, kalkınmayı
beğenmiyorlar, devrim arıyorlar, devrim içinde devrim. Sonra, bu Faruk Paşa, Muhsin Paşa da bunların yanında görünüyor. Sonra, 9’u bu. 10’uncu gün sabahleyin Faruk Paşa ile Muhsin Paşa bunlardan koparılıyor kendi içi bünyelerinde.
Oradaki hesap da Faruk Paşanın sonra Cumhurbaşkanı olma hesabıdır ve gene burada söylüyorum…
Şöyle mutabık kalıyorlar ki: Hükûmet gitsin, biz o zaman bundan vazgeçelim. Sunay’a geliyorlar, o da “Ne yapalım?” diyor ve bana Fuat Paşa’yı gönderiyor. Ben de Fuat Paşa’ya dedim ki: “Dün konuştuk Cumhurbaşkanıyla ‘Sen hiç merak etme, ben onları takip ediyorum.’dedi. ‘İstifa etsin.’ Nasıl istifa edeyim? ‘Hastayım, bir şeyler desin’.” demiş. Dedim ki: “Bakın, bu işler yarım yamalak lafı kaldırmaz, zor bu işler. Ben hasta falan değilim.” Neyse ne. İş bittikten sonra ben arıyorum, çıkmıyor telefona. İş bittikten sonra bulabildim “Ne yapayım? Beni de aştılar.” dedi. Sonra biz kendi yolumuza gittik, kavgamız neyse onu yapmaya devam ettik netice itibarıyla. O sol bir harekettir onu yazıyorlar, çiziyorlar zaten.
Eğer, olabilseydi belki, günahını almayalım, öldüler gittiler de Batur ve Gürler’in çok büyük rolü vardı o işte.195
Doğrudan doğruya yönetimin ordunun eline alınması kararının ithamkâr bir muhtırayla geçiştirilmesi hikâyesi hakkında pek çok yoruma rastlanmaktadır. Bunlardan zikredilmeye değer ikisinden ilki şuydu: Bir kere aralarında tam anlamıyla ortak kanaatin olduğu bir yüksek komuta konseyi yoktu. Kara Kuvvetleri Komutanı Gürler tereddüt içindeydi, altında çalışan Korg. Hayati Savaşçı ile Korg. Atıf Erçıkan gibi iki ismin bile, ona tam olarak tabi oldukları söylenemezdi. Batur’un yorumuna göre Gürler’in mütereddit olması bu açıdan gayet anlaşılabilir bir durumdu. Bu isimlerden Erçıkan’ın ses kayıt cihazıyla toplantılara katıldığı, havanın ılık olmasına rağmen sanki bu cihazı gizlemek istercesine uzun ve kalın bir paltoyla konuşmalara iştiraki, istihbarat toplamak için içeriye sızan biri olduğu intibaını yaratmakta, hakkındaki iddialar bugüne
kadar tartışılmaktadır.
İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığında bulunan Org. Faik Türün faktörü de ihmal edilemezdi. İzmit üzerinden İstanbul ile koordinasyonu yürüten Tümg. Celil Gürkan’ın Kara Kuvvetleri Plan ve Prensipler Başkanlığına atanmasıyla birlikte yerine tayin edilen Tuğg. Ömer Lütfi Erol’un, devrimden sonra Türün’ün yerine bu göreve getirileceği haberleri Türün’e kadar
194 Milliyet, 11 Mart 1971.
195 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
ulaşmaktadır. Bu tip atamalarla olası bir darbenin neticesinde ordu içi hiyerarşinin bozulacağı endişesi tüm üst komuta kademesini sarmaktadır.
Hele Orgeneral olan Türün’ün yerine bir tuğgeneralin atanmasının tasarlanması sadece Türün’de değil ordunun tüm orgenerallerinde endişe yaratmaktadır.196
Alt kademelerde kurulan ilişkinin gitgide ordu komuta kademesinin üst noktalarındakine de sirayeti söz konusu olmaya başlamıştır. Alttaki kaynamanın kısa bir müddet sonra gerekli liderliği başlarında göremedikleri takdirde hiyerarşiden bir kez daha çıkma temayülü içine girmesi tehlikesi, aslında müdahaleci komutanları endişelendiren başlıca meseleydi. 27 Mayıs ve sonrasında meydana gelen hiyerarşiden sapma eğilimleri içinde pişmiş olan komutanlar durumun vahametini kavramışlardır. Ya bu kaynama karşısında sessiz durup inisiyatifleri dışında gelişecek bir darbenin dışında kalarak tasfiye edilecekler; ya da sürece müdahil olarak kendilerinin de rahatsız oldukları gidişat karşısında daha yumuşak bir geçiş dönemini tatbik edeceklerdi. Alttan gelen tazyikin de sebebi olarak ekonomi politik bir açıklama getiren Kürkçü, şunları söylemektedir:
Ama bunun bir başka uzantısı da Silahlı Kuvvetler içerisinde, Silahlı Kuvvetlerin tabanında, hem genç subaylar arasında hem astsubaylar arasında bir sosyal uyanışın ortaya çıkmış olmasıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri NATO’ya girdiği günden beri, Amerikan harp doktrinlerine göre eğitilen,ona göre üst kademesi şekillenen ve sermaye ilişkileri Türkiye’de kök saldıkça, ordunun üst tabakasının bu sermaye ilişkilerine OYAK vasıtasıyla dâhil edildiği, memurların, yüksek bürokrasinin MEYAK vasıtasıyla dâhil edilmeye çalışıldığı bu yeni sosyal ilişkiler sürecinde ordunun altı, üstünden ayrı düşünmeye başladı. Şimdi, ben o nedenle bugün Türkiye’de çok konuşulan bu “Genç subaylar rahatsız değil.” tartışmalarının o günkü gerçekliğinin bugünkünden çok farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü o gün, evet, iktidarı ele geçirmek bakımından bir parlamenter yoldan söz etmeseler bile bir ekonomik program olarak, ordunun alt kademesinde yer alan genç subaylar, Amerika Birleşik Devletleri’nin tahakkümüne karşı, sermaye hâkimiyetine karşı, halk sınıflarının yoksulluğuna karşı bir itirazın askerce ordu içerisinde seslendirildiği bir itiraz dinamiğiydi.
Bu bir yukarıdan aşağıya, Latin Amerika usulü bir saray darbesinin ima ettiğinden çok daha fazla bir halkçı retoriğin o zaman olduğunu görebiliriz.
İkincisi, astsubaylar zümresi -ki ben onlara ordunun proletaryası derim- onlar da ilk kez Türkiye’de halk talepleriyle sokaklara çıktılar. Muhsin Batur’u avaz avaz bağırttılar “Karılarınızın arkasına saklanmayın.” diye. Oysa karılarının arkasına saklanmıyorlardı, karılarıyla beraber, çocuklarıyla beraber Ankara sokaklarında, sivil giyinmiş astsubaylar ücret, hak, eşitlik, ayrımcılıktan kurtulmak için mücadele ediyorlardı. Bunlar hiç alışılageldik tablolar değildi. Bir bütün olarak tabloya baktığımızda, hayatları ve özgürlükleri için hâkimiyet sahipleriyle eylemli olarak tartışan bir insanlar topluluğunun, Türkiye’nin kırlarını ve şehirlerini bir uçtan öbür uca kat ettiğini görebiliriz. 197
Hadiseler esnasında isimleri en çok geçen üst düzey komutanlar ise şunlardır: Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Daire Başkanı Tümg. Celil Gürkan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Teknik Dairesinde görevli Tuğa. Vedii Bilget, Tuğg. Ömer Çokgör, Hv. Tuğg. Aydın Kirişoğlu, Tümg.Şükrü Köseoğlu ve Tuğg. M. Ali Akar.
196 Erol, bu planın kesinlikle yalan olduğunu, orduyu mahvedecek böylesi bir rütbe tecavüzü isnadının tamamen iftira olduğunu belirtiyor,
bkz. Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.327 vd.
197 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
Planlar programlar yapılmış, ihtilâlden sonra kurulacak hükümet ve devrim meclisinde kimler yer alacak, çalışmalar nasıl yapılacak, devrim konseyi
nasıl işleyecek? Hepsi planlanmıştır. Buna göre darbe sonrasında Cumhurbaşkanlığına Faruk Gürler, Başbakanlığa Muhsin Batur, Başbakan
Yardımcılığına Celil Gürkan, Genelkurmay Başkanlığına ise Korg. Atıf Erçıkan getirilecekti. Gürler; Selim Bey, Batur; Yavuz Bey; Gürkan; Nuri Bey,
Erçıkan ise Erci Bey rumuzunu taşıyorlardı. 198
Yukarıda da belirtildiği gibi asıl kaynama genel olarak daha alt rütbeli ekipten geliyordu, bu da doğal olarak üst komuta kademesinde endişe yaratıyor; ihtilâl sonrası bertaraf edilecekleri korkusu hâkim olmaya başlıyordu. Bu nedenle emir-komuta zincirinin cari olduğu bir kurumda, mecburiyetten hâsıl olan bir takım fiili yapılanmalar ihdas edilir olmuştur. İçinde 12 Eylül darbesinin o zamanki rütbesi korgeneral olan liderinin de bulunduğu Genişletilmiş Komuta Konseyi ismiyle toplantılar tertip edilmeye başlanmıştı. Bu toplantıları tertip eden isim dönemin
Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur’du.Toplantıya orgeneral korgeneral rütbesini haiz komutanlar katılıyordu.199
Biraz önce temas edildiği gibi; sorun iki temel noktadan kaynaklanıyordu; birincisi düzenin normal işleyişine karşı hiçbir müdahalede bulunulmazsa
alttan gelecek tazyik karşısında tutunabilecekler miydiler? Diğeri, eğer bir müdahalede bulunulursa, tabanla daha çok irtibat halinde olan ve tutulan Celil Gürkan, Vedii Bilget gibi daha alt rütbeli generaller tarafından tasfiye edilebilirler miydi? Yine yukarıda değinildiği gibi; 27 Mayıs tecrübesinden geçen komutanların, o dönemdeki MBK toplantılarında, içeride bulunan üyeler arasında yüzbaşılar bile bulunurken, toplantının yapıldığı salonun kapısında elinde makineli tüfekle, nöbet tutan albayların oluşu, hafızalarındaki tazeliğini korumaktaydı.200
13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK,
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder