Denktaş Sokağa Çıkarsa Oylar “Hayır”a Döner
Denktaş’ın en önemli itiraz noktaları yerli yerinde duruyor
EROL MÜTERCİMLER: Birincisi şu. İsviçre’de üzerine konuşulmuş olan ama anlaşma sağlanmamış olan bu Annan Planı dördüncü versiyon. Ama ifade edilen 9 bin sayfalık hukuki bölümü daha henüz kimse görmedi. Gerçi basın ve televizyonda zımbalanmış, tellenmiş olarak gördük ama daha tam metin yayınlanmadı. İlk Annan Planı’ndan itibaren baktığımızda Rauf Denktaş’ın yani Türk kesiminin en önemli itiraz noktalarından biri olan harita yerli yerinde duruyor.
Haritanın dışında olan kısımlar, yani Türk kesiminin baştan beri olmazsa olmaz dediği koşullar vardı. Neydi bunlar? İki kesimlilik ve iki topluluğun kabulü, Türk Ordusu’nun adadaki varlığının sürdürülmesi yani güvenlik garantisi ve karşılıklı yapılacak olan göçlerde mal mülk takasının adil bir şekilde yapılması ve Türkiye’den KKTC’ye yerleşenlerin hakları.
Bu dördüncü versiyonda bu konular tam anlamıyla Türk tarafının düşündüğü, ölçeklendirdiği boyutta çözülmemiş. Ancak yine Rauf Denktaş’ın ifadelerinden bakıyoruz, bazı küçük düzeltmeler yapılmış. Özellikle Türk Ordusu ve nüfusunun kademeli olarak adadan çekilmesi ve mal, mülk, tapu ve tazmin konusunun zamana yayılmış olması problemi çözmekten daha çok böyle bir problem var, bu problemin çözümü yolunda ileride adımlar atılmalı şeklinde bir mesajın iletimi.
Bu problemler kökten çözülmediğine göre ve Kıbrıs’ta 1960’ta ilan edilen Cumhuriyet Antlaşması’nda da yine sorunun çözümüne dönük üretimler olmasına karşın, daha sonra 1974’de harekâta neden olacak olayların çıkması nedeniyle bu sürekli olarak belleklerde kalıyor zaten. İşte bu problemin yarın yine bu türlü, örneğin Bosna veya diğer coğrafya parçalarında gördüğümüz şeklinde etnik çatışmalara yol açmasından korkulur.
Bu olur ya da olmaz. Ancak uluslararası ilişkilerde olmaz diye bir konudan söz edilemez. Çünkü uluslararası ilişkiler çıkar üzerine oturur. Gelinen noktaya baktığımda şunu görüyorum. Kimisine göre problem, kimisine göre bir sorun. Nereden baktığınıza bağlı. Ama net bir biçimde çözümü ortada yok. Ortada yok ki 24 Nisan’da hem kuzeyde hem güneyde halk oyuna başvurulacak. Halkoyuna başvurulmasının sonucunda çıkacak olan evet hayır, bu problem çözülecek mi çözülmeyecek mi sonucunu belirleyecek. O nedenle İsviçre’deki sonuç çözüldü çözülmedi sonucu değil.
TÜRKSOLU: Türk medyası plan yeni haliyle Türk tarafının ihtiyaçlarını karşılıyor. Rumlar çok itiraz ediyorlar, demek ki Türkiye kazandı diye bir propaganda yürütüyor. Zaten hükümetin açıklamaları da bizim tercihimiz evetten yana diye. Acaba tüm bunlar doğru mu?EROL MÜTERCİMLER: Bence doğru değil. Stratejide oyun teorisi vardır. Bu oyun teorisi içinde çeşitli oyunlar oynanır. Bizim medyanın ortaya koyduğu şekilde olaya bakacaksak bu nasıl bir kazanç oyunu bir bakalım.
“Kazan-kazan” stratejisi: Maksimum kayıp içinde minimum kazanç
Başbakan diyor ki oyunun adı kazan-kazan. Şimdi stratejide hiç kuşkusuz ki kazan-kazan diye bir ifade kullanılabilir ve böyle bir oyun da tanımlanabilir ama bu doğru değildir. Nedenine gelince. Ticaret dünyasında bunu söyleyebilirsiniz. Nasıl? Örneğin ikimiz de gömlek üretmiş olalım. Eğer iki ayrı firmanın üretimi olan gömlek yalnızca İstanbul pazarına girerse çok doğaldır ki satış yapabilmek fiyat ucuzlatılacak dolayısıyla kazanç azalacak belki de maliyetine gidecek. Ama firmalardan birisi İstanbul diğeri ise Ankara pazarına giderse işte bunun adı kazan-kazan’dır.
Türk tarafı 1974’ten beri kaybediyor
Bu oyunu Kıbrıs’a uygulayalım. Masaya oturan taraflar açısından Türk tarafının 1974’ten 2004’e yani 30 yıldır kayıpları maksimum düzeyde. Rum tarafının kazançları maksimum düzeyde. Şimdi masaya oturuldu. Türk tarafı için olay şudur: Maksimum kayıplar içerisinden minimum kazanç elde edebilme. Rum tarafı açısından ise oyun şudur: Maksimum kayıplar içersinden mininum kaybı seçip almak. Kısacası Rum tarafı kendi açısından maksimum kaybı, minimuma çekme, Türk tarafı açısından ise kendisine dayatılan kazanç çizelgesinde zaten minimum noktasında ve maksimumu çıkarmaya çalışıyor. Eğer sizde sıfır varsa, sıfırın üstüne bir koyduğunuz zaman tabii ki bunu kazanç diye görebilirsiniz. Bu bir aritmetik sonuçtur. Bu aritmetik sonucun artı bir olması göreceli kazancın hanesine yazılırken, uluslararası ilişkilerde bu göreceli kazanç kazanç olarak görülemez.
Benim açımdan vurgu Türk medyasının söyledikleri değil M. Ali Talat ve Serdar Denktaş’ın söyledikleridir. Çünkü odada olanlar onlardı. Onların her ikisi de şunu söylediler: Burada zafer söz konusu değil, burada kazanç söz konusu değil, ama burada mevzi iyileştirmeler yapıldı.
Eğer bu son olayı daha iyi açabilmek için uluslararası ilişkilerde kazanç nedir diye sorarsak, örneğin 24 Temmuz 1923’te Batıya kabul ettirdiğimiz Lozan Antlaşması bir zaferdir. Niçin çünkü oradaki kazançlar salt kazançlardır.
TÜRKSOLU: Görüşmelerden önce Talat çok fazla birleşme taraftarıydı ve ne olursa olsun evet diyordu. Ama şimdi son dönem bakıyoruz tavrı biraz değişmiş gibi. Acaba referandum için nasıl çalışacaklar? Evet yönünde mi, hayır yönünde mi yoksa çekimser mi kalacaklar?EROL MÜTERCİMLER: Olayın yine kendisine bakalım. Rum tarafı 1 Mayıs 2004’te kesinkes AB’ye giriyor. Yani burada asıl büyük problem AB’de. Niçin? Çünkü sorunlu bir yeri kendi bünyesine alacak. Onlar baştan yapmış oldukları stratejik yanlışlığı sonradan farkettiler ve şimdi tamir etmeye çalışıyorlar.
Türk tarafı da madem ki böyle bir şey farkedildi, biz de 30 yıldır inliyoruz, bundan nasıl kazanç elde edebilirizin peşinde. M. Ali Talat’ın bakış açısını ben yadırgamıyorum. Bu bakış açısı Serdar Denktaş’ta da var. Bunlar yeni jenerasyon. Olaya daha oportünist bakıyorlar kendi halkları açısından.
Ama burada göz ardı edilen şu. Türk tarafı için AB olumlu şeyler söylüyor, size şunları vereceğiz diyor ancak parantez içinde şunu söyleyeyim ben bunların hiçbirinin gerçek olduğuna inanmıyorum, bunlara inanılırsa ve M. Ali Talat da inanıyor zaten, o zaman Talat diyor ki “böyle bir sorun var ortada. Biz evet diyelim buna. Rum tarafı hayır derse bile o zaman Batı 30 yıldır uygulamış olduğu ambargoyu üzerimizden kaldıracak. 30 yıldır Türk tarafı için söylenmiş olan bunlar uzlaşmadan kaçıyor, bunlar görüşmeden, böyle bir sorunun çözümünden kaçıyor ve bunlar bu işi müslüman hıristiyan sorunu olarak görüyor yargılarının hepsinden kurtuluruz.”
Talat’ın Stratejisi Uygulanırsa Türk varlığı diye bir şey Kalmaz.,
Bence Rum tarafının taktiğine aynı taktikle cevap vermek çoban matına düşmek demektir. Stratejide şöyle bir gerçek vardır. Sizin stratejiniz sizin tarafınızdan biliniyor. Siz belirlediniz. Maharet nerededir? Maharet karşı tarafın stratejisini de çözmektedir. Türk tarafı Rum tarafının stratejisini çözmüşse ki, Türk tarafının stratejini dünya alem biliyor çünkü, başbakan açıkça bunu ilan etti, biz masadan kaçmayacağız, görüşmeleri sonuna kadar götüreceğiz, biz çözümden yanayız, biz evetten yanayız. Yani Türk tarafının stratejisi belliydi ama Rum tarafının stratejisi belli değildi.
Eğer M. Ali Talat Rum tarafının stratejisini çözmüşse, o zaman şöyle bir durum var. Talat’ın elinde iki strateji vardır şimdi. Türk tarafınınki A ve Rum tarafınınki B. O zaman Rum tarafı bu iki stratejiye karşı dört strateji geliştirmek zorundadır yani dört hamle geliştirmek zorundadır. O zaman M. Ali Talat bu dört hamleye karşı on altı hamleyi görmüşse, bütün yaptıkları doğrudur. Ama bunları görmemişse, Napolyon ve Hitler örnekleri ortadadır.
Unutmayalım ki uluslarası arenada bu kaybedilirse eğer, o zaman manevra alanını genişletmeye çabalayan bu beyinler, bu stratejiler daha da daraltılmış bir manevra alanı içinde kalır, kısa bir süre sonra da adada Türk kesimi diye birşey kalmaz.
TÜRKSOLU: Öyle gözüküyorki, bu plan şu veya bu şekilde uygulanırsa Türk tarafı kaybedecek. Adada Türk varlığı kalmayacak. Kayıp bu kadarla mı kalır, yoksa Türkiye’nin yeni kayıplarının önünü mü açar? Yani Kıbrıs’ı kaybetmiş bir Türkiye AB ve ABD karşısında güçlenir mi yoksa daha mı zayıflar?
Kıbrıs stratejik önemini korumaktadır
EROL MÜTERCİMLER: Şimdi kazanç ve kayıba nasıl baktığınıza bağlı. Eğer Türkiye Kıbrıs’a şöyle bakıyorsa, Kıbrıs benim yumuşak karnımda yer alıyor ve yarın öbür gün bir savaş olursa veya ulusal güvenliğim tehdit altına düşerse, dünyaya benim çıkış yapabileceğim tek yer Mersin, İskenderun limanlarıdır. Bu limanların da gelip bağlandığı yer Kıbrıs’tır. Ulusal güvenliğim açısından klasik deyimle uçak gemisi gibidir. Ve jeostratejik önemini korumaktadır. Jeostratejik önemi Türkiye açısından jeo-askeri bir önem arz etmektedir.
Eğer Türkiye ulusal güvenliğini bu adaya bağlamışsa ve de bu adadaki Türk nüfusunun varlığı önemliyse, o zaman Türk nüfusunun varlığı ve yokluğu Türkiye için hayati derecede stratejik önem arz etmektedir.
Diyelim ki Kıbrıs’ta iki toplum da evet dedi ve birleşme oldu. Peki ondan sonra Rum nüfusun buraya gelişi var. Buradaki arazilerin el değiştirmesi var. El değiştirilemeyen arazilerin paralarının ödenmesi var. Rum tarafı zengin. Kişi başına 20 bin dolarla ölçülüyor gelirleri. Türk tarafınınki 3 bin dolarla ölçülüyor. Güneydeki araziler kuzeydekilere göre çok daha fazla değer kazanmış. Dolayısıyla yukarıdaki araziler, aşağıdakiler tarafından satın alınmaya başlanacak. Çok doğal birşey.
İkincisi. Biz şu anda bundan çok bahsetmiyoruz ama kuzeydeki arazilerin, kıyı şeridinin özellikle Girne’de arazilerin büyük kısmı zaten bugünden İngilizler tarafından satın alınıyor. Kısacası Avrupalılar zaten buradan toprak satın alıyorlar.
Şimdi bu koşullar altında, KKTC’de yaşayan Türklerin arazilerini satıp, paralarını aldıkatn sonra bu adayı terk etmeleri kadar doğal ne olabilir? “Biz sizi AB’ye aldık.” Bu insanlar zaten pasaportlarını ceplerini sokup istedikleri yere gidiyor. Niye Kıbrıs’ta yaşasın sorusunun yanıtının verilmesi gerekiyor.
O yüzden buradaki Türklere bir vizyon, bir hedef, bir amaç koymak gerekiyor. Şu anda tek hedef AB’ye giriş. Ama bunun bir adım arkasının hesabı hiç yapılmıyor. Bir arkasında ne olduğunu söylemeye çalışan Rauf Denktaş ama bu sefer biz Rauf Denktaş’ı yerden yere vuruyoruz. Ve Rauf Denktaş’ı yok etmek için olağanüstü çaba sarfediyoruz.
Denktaş’ın söylediklerini tarih doğruladı
Rauf Denktaş’ı yerden yere vuralım. Kabul. Hançerliyelim. O da kabul. Ama önce onu dinleyelim. Ya söylediklerinde gerçek payı varsa. Ki ben tarihten görüyorum ki bu söylenenlerde büyük gerçek payı vardır. Bu konunun ne olduğunu merak eden insanlar Demokrat Parti’nin son dönemlerinde Meclis görüşmelerini açsınlar ve okusunlar bakalım. 1958 Londra ve Zürih Anlaşmaları’ndan sonra DP ve CHP’li bazı milletvekilleri ne uyarılar yapmışlar. O insanların yaptığı uyarılar 1974’te gerçekleşmiştir.
Uluslararası ilişkiler tek gerçek üzerine kurulur: Çıkar. Uluslararası ilişkilerde sözlü güvenceler olmaz. En basiti 12 Eylül’den sonra Kenan Evren’in General Rogers’a ben söz verdim, o da bana asker sözü verdi, Yunanistan NATO’nun asker kanadına dönecek ve bizim aleyhimize çalışmayacak demişti. Yunanistan geri dönmüştür ve bizim aleyhimize sürekli çalışmıştır. Asker sözü nerede kaldı?
TÜRKSOLU: Tayyip Bakanlar Kurulu toplantısından çıktı ve Denktaş aleyhinde çok sert açıklamalar yaptı. Biz bu işi bitireceğiz. Kimse köstek olmasın dedi. Ama bir de MGK toplantısında önceden alınan kararlar var. MGK’nın da 5 Nisan’da tekrar toplanacağı açıklandı. Sizce Tayyip neye güvenerek böyle konuşuyor?EROL MÜTERCİMLER: Tayyip Erdoğan açısından olaya baktığınız zaman, onun durumunun çok zor olduğunu değerlendiriyorum. Genel seçimlerden kazançlı çıkmışım. Neredeyse Anayasa’yı değişterecek çoğunluğa sahip olmuşum. Ama benim meşruiyetim hâlâ tartışılıyor. Yerel seçimleri kazanmışım ama buna rağmen bazı çevreler tarafından bir türlü başbakan olarak kabul görmüyorum. Kimse beni içine sindiremiyor. O halde meşruiyet arayışım söz konusu. O zaman benim bu coğrafyaya dönük olarak dışarıdan bir takım desteklere ihtiyacım var. Bu destek ya AB ya ABD ya da ikisinden birden sağlanabilir.
Benim anladığım kadariyle Tayyip Erdoğan daima ABD ve Bush’tan destek alıyor. AB’den de sınırlı da olsa destek sağlamış. Ve bu destekle geri dönüp içeriye, evet benim arkamda güç var diyor. Siz içeride ne söylerseniz, söyleyin; son kararı orası verecek. Herkes de ayağını buna göre denk alsın diyor.
Kıbrıs’tan önce Türkiye’de halkoylamasına gidilsin
Ama bütün bunlar yapılırken, gözardı edilmemesi gereken önemli bir konu var. O da şu: Politikacılar karar verir ama halkın davranışı belirleyici olandır. Benim önerim şudur: Kıbrıs’tan önce Türkiye’de bir halkoylamasına gidilsin. Ve tek bir soru sorulsun. Buna evet mi diyorsunuz, hayır mı? Önce Türkiye’de yapılsın bu oylama. Bakalım o zaman sonuç ne olacak?
TÜRKSOLU: Şöyle bir şey var. Tayyip seçimlerde Kıbrıs yüzünden 6 puan kaybettik diyor. Peki Kıbrıs’ı verirse Türkiye’de iktidar olarak kalabilir mi?EROL MÜTERCİMLER: Tayyip Erdoğan gerçekten Kıbrıs’ı verdi ya da Kıbrıs’ı sattı diye nitelenirse MGK’dan alınan karar ve MGK’daki tartışmalarda da böyle bir karar alınırsa, bence Türkiye’de kim başbakan olursa olsun, değil bir daha ki seçimi görmek 1 Ocak 2005 tarihini açık havada kutlayamaz.
TÜRKSOLU: Planın oylamasında sizce Rum tarafı ve Türk tarafında ibre ne tarafı gösterir? Evetler mi ağır basar, hayırlar mı?
Denktaş sokağa çıkarsa iş hayır yönüne gider
EROL MÜTERCİMLER: Matematik mantıkla düşündüğümüz zaman, Rum tarafının buna hayır demesi gerekiyor. Türk tarafı için durum farklı. Türk tarafı şu anda %50 %50 görülüyor. Rauf Denktaş sokağa çıkar hayır denmesi yönünde konuşmaya başladığı anda, bu iş hem KKTC’de hem Türkiye’de dönmeye başlar. Ve iş hayır yönüne gider.
Burada bir oyun teorisi var. Eğer iki taraf da hayır derse. Buradaki olgu şudur. AB nezdinde iki toplum birden hayır demiştir. Onlar açısından da bir kabul söz konusudur. Ama Türk siyasileri evet için yoğun bir çaba harcadığı için KKTC için ambargolar kalkmayabilir ama Ankara kendi ellerini ABD ve AB nezdinde rahatlatmış olabilir. Çünkü onlar bir söz vermiş durumdalar. Ben çok çaba harcadım, beni gördünüz der.
Rum tarafı hayır der, Türk tarafı da evet derse oyun teorisi açısından baktığımız zaman bu sıfır toplamlı bir oyun gibi görünüyor. Bir tarafın kazancı, bir tarafın kaybı gibi görünüyor. Artılar ve eksiler birbirini götürüyor. Ama böyle görünmekle ve başbakan kazan-kazan diye olayı ifade etmekle birlikte, ne yazık ki buradaki hesap yanlış yapılmaktadır.
Türk tarafı evet dediği için beklenen sonuç şudur. Türk tarafı üzerindeki ambargonun kaldırılması. Ama bunun kaldırılma olasılığı da % 50’dir. % 51 değil. Yine kaldırılmayabilir.
Her iki tarafta zaten evet derse, o zaman kaybeden Rauf Denktaş olur. Uzun vadede ise kaybedenin Türk Ordusu olduğu sonraki yıllarda ifade edilmeye başlanır. Ve bu Türk Ordusu’nu yıpratma argümanı olarak kullanılır.
Türk tarafından hayır, Rum tarafından evet çıkarsa, zaten mevcut durum devam eder. Zaten mevcut durumdan daha güç bir durum yaratamazlar bizim için.
Eğer Türk tarafı hayır, öbür taraf evet derse ve bir gün Türkiye Cumhuriyeti AB’ye alınırsa Türk tarafı da AB’ye Türkiye’yle birlikte taşınır. Bu durumda da kuzeydekiler Rumların AB’ye girmiş olmalarından dolayı bazı haklar kazanmış olacak.
TÜRKSOLU: Peki şöyle bir seçenek. Rum tarafı AB’ye girdi ve plana da Türk tarafından hayır çıktı. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir seçenek araması gerekecek. ABD’nin tavrı değişir mi? Aynı zamanda son günlerde ileri sürülen birşey var. Rusya’nın tavrı değişir mi? Hatta kimi Arap ülkelerinin KKTC’yi tanıyarak Batı cephesine karşılık vereceği iddia ediliyor.EROL MÜTERCİMLER: Masadaki oyunculara bakalım. Oyuncular kimler? Türkiye, Yunanistan, KKTC, Kıbrıs Rum Yönetimi ve bir de BM var. Beş tane asil oyuncu var. Bu beş asil oyuncunun oyununu seyreden ABD, AB ve Rusya var.
Acaba buradaki gerçek oyuncular ilk saydığımız beş midir yoksa ikinci saydığımız üç müdür? Buradaki asıl oyuncular çevrede oyunu seyreden o üç kişidir. Biraz ağır olacak ama, ben o beş oyuncuyu aslında kukla olarak düşünüyorum. Kenardakiler kuklacı.
Rusya Yalnızca Çıkarları Gerektirirse KKTC’yi tanır
Problem nasıl adlandırılırsa adlansın, çözümü kenardaki o üçlü tayin ediyor. Burada Moskova-Washington, Moskova-Brüksel, Brüksel-Washingon çıkar çatışmalarını ve bu merkezlerin vizyonlarını, stratejik değerlendirmeleri son derece etkili ve önemli olacak.
Eğer bu 30 yıldan sonra Moskova’nın ya da başka bir merkezinin çıkarı KKTC’yi tanımayı gerektirirse bu olabilir. Ama hayır çıkarlarında bu yatmıyorsa durum böyle devam edecek. Bir Güney Asya atasözü vardır. “Filler Sevişir Ayakları altında Çimenler Ezilir.”
Bence bu atasözü herşeyi özetliyor.
http://www.turksolu.com.tr/53/mutercimler53.htm
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder