TÜRK SİYASETİ TARİHİNDEKİ'' POLİTİK_ACILAR''
İZ BIRAKAN SİYASİ GELİŞMELER.. HABER VE YORUMLAR..,
< _ EY GÖNÜL; TENHA BİR YERDE DİLEDİĞİN KADAR RABB'İNE AĞLA,
_ AMA SAKIN OLA,
TENHA BİR YERDE AĞLAYAN BİRİNE, SEBEP OLMA.! Hz. MEVLANA RUMİ ... >
5 Aralık 2014 Cuma
Kemalizm´le sosyal demokrasi yanyana gelemez
Kemalizm´le sosyal demokrasi yanyana gelemez
Dr. Hasan İleri ile Kemalizm, sosyal demokrasi, darbeler, Türk İslem sarmaye sentezi, Ecevit´in solu ve CHP´yi konuştuk.
RÖPORTAJ: TARIK SÜRMELİOĞLU
DR. HASAN İLERİ:
1948 Edremit doğumlu.. 1972 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu.. 1978 sonunda Ankara Numune Hst. Enfeksiylon Hst. Uzmanı olarak ihtisas aldı. 1979´da özel bir kan bankasını yönetti. 1980´den itibaren Edremit´te özel doktorluk yapıyor. 1995-97 arasında AÜ Halkla İlişkiler´den önlisans dip. aldı. 1986-92 arasında DSP´de aktiuf çalıştı. 1992-96 döneminde CHP´de aktif olark çalıştı. 1996´dan itibaren Türkiye sosyal demokrasi hareketi,. Atatürk ve Kemalizm üzerine araştırma ve incelemeler yapıyor. Türkiye sosyal demokrat hareketiyle ilgili, Atatürk ve Kemalizm´le ilgili özgün araştırma ve buluşlara imza attı. 3.5 yıldır Ulus gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. Uzun yıllardır Politika gazetesinde köşe yazıları yayımlanıyor. 1994´de ADD´nin Türkiye çapındaki kurucuları arasında yer aldı. Edremit ADD İlçe Bşk., Yard. yaptı. 1996´da Balıkesir kongreleriyle ilgili araştırma çalışmasında 2.´lik ödülü aldı. BİKEV´den. 1999´da Türkiye´de sosyal demokrasi 1908-1998 adlı kitabı yayımlandı. Kitabın 2. baskısı yayımlanmak üzere.
*****************************
Dr. Hasan İleri, yıllardır Atatürk üzerine araştırmalar yapıyor. Tıp doktoru olan Hasan İleri, Kemalizm ideolojisinin derinliklerine indiği çalışmalarında Atatürk’ün izini sürerken, beri yanda sosyal demokrasi ve Kemalizm ideolojisinin çelişki yumağını da sürekli sorguluyor. Bu noktada zaman zaman medya ve bilim dünyasının önde gelen isimleriyle de çatışıyor. Hasan İleri ile günlük siyasi gelişmelerin dışında, kavramsal olarak Atatürk ve sosyal demokrasi çelişkisini konuştuk. İttihat Terakki ile başlayan siyasal sürecin gelişimini, Kemalizm’in bugün geldiği noktayı, askeri müdahalelerin sebep ve sonuçlarını ele aldık. Bu arada İleri’nin bir başka özel çalışma konusu olan Bülent Ecevit’i ve O’nun ideolojisini de değerlendirdik.
İlk olarak İttihat ve Terakki ile başlayalım isterseniz. İttihat ve Terakli vakıası siyasi tarihçilerin bakış açılarına göre farklı analiz ediliyor. İttihat ve Terakki’nin siyaset ve tarih sahnesine çıkışındaki gereklilik neydi?
İttihat ve Terakki Abdülhamit´in dikta yönetimine karşı, diktayı devirmek, müstebit idareyi ortadan kaldırmak üzere kurulmuş bir teşkilat. Bu teşkilat Selanik´te yuva tutmuş, orada gelişmiş bir teşkilat. İttihat ve Terakki´yi anlamak için Selanik´in siyasi ve sosyal yapısına bakmak gerekir. Selanik asırlardır Makedonya tarlasının merkezi olmuş bir yer. Osmanlı´nın Avrupa´ya açılan, bana göre İstanbul´dan daha önemli bir kapısıdır. Selanik´te Yahudiler, dönmeler, Rumlar, Bulgarlar, Türkler, Arnavutlar, tam bir mozaik halindeydi. Selanik´in siyasal hareketine damgasını vuran asıl Yahudilerdir. Hatta Evliya Çelebi´nin günlüklerinden 17. yüzyılda Selanik için Yahudilerin bizim Selanik diye bahsettiği yazılır. Selanik bu nedenle Osmanlı´nın önemli bir merkezidir. İttihat ve Terakki de orada yuva bulmuş ve gelişmiştir. Mustafa Kemal´de Selanikli’dir. Selanik´te Osmanlı´nın bugünkü anlamıyla ilk İşçi Federasyonu oluştu, 20. yüzyılın başında. Selanik İşçi Federasyonu, Türkçe, Bulgarca ve Yahudi lisanında üç dilli bir gazete çıkardı. Böyle bir oluşum Osmanlı´nın diğer kentlerinde görülmüyor. 1911´in Ocak ayında Osmanlı´daki bütün sol kuruluşlar toplanıyor ve solda birlik kararı alıyorlar.. Solda birlik olayının kökeni 100 yıllıktır. Günümüzde yine solda birlik olayı önemini koruyor. Türkiye´de sosyal demokrasi adlı kitabımda bu konuda geniş bilgiler yer alıyor.
İTTİHATÇILAR OSMANLICIYDI, MUSTAFA KEMAL CUMHURİYETÇİ
İttihat ve Terakki’nin savunup uyguladığı siyasetle, Mustafa Kemal’in siyaseti bildiğim kadarıyla çelişiyor. İki yapı arasındaki fark nedir?
İttihat ve Terakki üçlü bir yönetim oluşturuyor. Enver, Talat, Cemal paşalar. Bu üçlü yönetim Türkiye´yi maalesef 1. Dünya Savaşı´na sokuyor. İttihat ve Terakki´nin kurulmasının özü, Abdülhamit istibdadına karşı çıkmak. Peki, Abdülhamit istibdadına karşı çıkılmakla ne olacak? Asıl İttihat ve Terakki´nin kurulma nedeni; Batı karşısında sürekli gerileyen Osmanlı´nın bu gerilemesine son vermek. Batı karşısında sürekli gerileyen Osmanlı´nın gerilemesini, ne yaparız da durdururuz sorusu, temelde 19. yüzyılda güç kazanıyor. Namık Kemaller, Mithat Paşalar, Jön Türkler, daha sonra İttihat ve Terakki ve en son Mustafa Kemal temelde bu soruya yanıt arıyorlar. Ne yapalım da bitmekte olan Osmanlı´nın bitişini durduralım. İttihat ve Terakki bu sorunun ilk adımı olarak, Abdülhamit yönetiminin yıkılmasını hedef alıyor. Yıkılmanın ardındaki ana faktör ise, çökmekte olan imparatorluğun çöküşünü nasıl durduralım sorusudur. Bu soruya, olumlu cevap verebilen ve bu sorunun cevabını Osmanlı´nın dışında arayan tek cevap Atatürk´ün cevabıdır. Osmanlı´nın bitişini kabul ederek yeni bir devlet oluşumu düşünen tek hareket, Atatürk hareketidir. İttihat ve Terakki´nin bu üçlü yönetimi Neden 1. Dünya Savaşı´na girdi? Osmanlı´nın bitişini, çöküşünü durdurmak için. Osmanlı´nın bitişi ve çöküşünü, Almanların yanında 1. Dünya Savaşı´na girerek durdurmak istemiştir. Üçlü yönetim ile Atatürk´ün görüş ayrılıkları var. Atatürk Osmanlı´nın dışında çözüm arıyor. İttihat ve Terakki´nin zaman zaman oluşan üç siyaseti var: Üç tarz-ı siyaset: Osmanlıcılık.. Türkçülük. İslamcılık.. Zaman zaman bu üçlü siyaseti uygulamıştır. Bu üçlü siyasetin üçü de iflas ediyor tabi. 1. Dünya Savaşı´nda yenilmemizin ardından ve Çanakkale savaşlarıyla beraber, Atatürk´ün dünya askeri ve siyasi tarih sahnesine çıktığını görüyoruz. Mustafa Kemal Osmanlı´nın dışında yeni bir devlet olarak Türk milletinin dünya sahnesinde kalmaya devam edebileceği teziyle Türkiye Cumhuriyeti´ni kurdu.
Peki, Türk siyasetinde İttihat ve Terakki’nin devrimci ya da kimilerine göre darbeci tavrına bakarak, bu siyasetin bugün de devam ettiğini söylemek mümkün mü?
Devam ettiğini zannetmiyorum. İttihat ve Terakki ile Ordu´nun sivil yönetim üzerindeki ağırlığı, daha da güçlenmiştir. Atatürk döneminde, Atatürk´ün ve Fevzi Paşa´nın başta olduğu dönemde, Ordu tamamen siyasetin dışına çekilmiştir. İttihat ve Terakki zihniyeti devam ediyor demek biraz kolaycı bir yaklaşım. Kusur, Ordu´da değil, sivil idarelerdedir. İsmet Paşa´nın Talat Aydemir olayında ne kadar aktif rol aldığı ve isyan eden Talat Aydemir´i mahkeme edip astığı unutulmamalı… Günümüzdeki darbeler, balyoz, sarıkız, ayışığı darbe söylentilerinin ince ve püf noktalarını bilemedim, bilemiyorum. Bunları biraz da şüpheyle karşılıyorum. Bu konularda gerekli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Ama Türkiye Cumhuriyeti´nde sivil yönetimlerin darbeler konusunda kendi kendilerine öz eleştiri yapmalarının gerektiğini düşünüyorum.
ORDU, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TEMEL TAŞIDIR
Sivil yönetimler, askeri müdahaleler konusunda kendi kendilerine özeleştiri yapmalı diyorsunuz.. Ordu’nun hiçbir dönemde bu denli örselenmediği bir süreçte, AKP iktidarının geçmişten ders çıkardığını ve bugün kendi içinde bunun özeleştirisini yaptığını düşünüyor musunuz?
Yaptığı gibi görünmüyor. Bu konuda şeffaflık yok. Kamuoyunun bu konuda yeterli bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum. Şu unutulmamalı, Türkiye Cumhuriyeti Ordu´nun önderliğinde kurulmuş bir cumhuriyettir. T.C.´nin kuruluş felsefesinde Ordu temel taştır, Ordu cumhuriyeti kurmuştur. Ordu´nun yardımıyla devrimler yapılmıştır. Ordu´nun başkomutanı Mustafa Kemal, CHP´yi kurmuştur. Atatürk hem komutan hem de siyasetçidir. T.C.´nin kuruluş felsefesinin, diğer ülkelerin kuruluş felsefesiyle kıyaslayıp karşılaştırmak doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti´nin temel kuruluş felsefesi, 1930´lu yıllarda altıok’la kendini somutlaştırdı. Kuruluş felsefesi elbette ki altıok’tan ibaret değildir. Yurtta barış dünyada barış, hayatta en hakiki mürşit ilimdir gibi daha başka temel fkirler de kuruluş felsefesinin temel yapı taşlarıdır. Bu kuruluş felsefesi, Türkiye´nin ve dünyanın temel gerçeklerinden kaynaklanmıştır. Mustafa Kemal Nutuk´ta bunu şöyle belirtiyor: "Asırların dimağlarda ve karakterlerde toplayıp biriktirdiği hakikatlar karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin söylediği budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir." Bu cümle ile Mustafa Kemal, yaptıklarını ve yapacaklarını özetlemiş gibi görünmektedir.
SALDIRDIKLARINA GÖRE KEMALİZM DİMDİK AYAKTA!
Kemalizm bitti mi; güncelliğini yitirdi mi?.. Yoksa tam tersine, bugünkü iç ve dış açmazlar karşısında yeniden değerlendirilmesi gereken bir noktada mı?
Kemalizm bugün tartışılıyor. Çünkü güncelliğini yitirmemiştir. Kemalizm´e bugün saldırılmaktadır. Çünkü Kemalizm yıkılmamıştır. Dimdik ayaktadır. Kemalizm 1935´de CHP programına ‘Kamalizm’ olarak girmiştir. Kemalizm´in kaynağı Türkiye ve dünya gerçekleri, tarihi gerçekler, ilim, aklın ve mantığın bize söyledikleridir. Kemalizm´in Türkiye için yarattığı altı ilkenin gerisinden Türkiye´nin ve Türk insanının dünyanın ve dünya milletlerinin ve dünya insanlarının gerçekleri var. Altı ilke, CHP bayrağında altıok’la sembolize edilmiştir. Altıok´un çıktığı çeyrek daire ise misakı millidir. Mustafa Kemal yine Nutuk´ta, "bizim temel siyasetimiz, milli siyasettir. Milli siyaset denildiği zaman milli hudutlar dahilinde barış içinde ve refah içinde yaşamak, medeni milletlerle karşılıklı eşit ve medeni ilişkilerde bulunmaktır" der. Temel siyaset budur. Bu temel siyasetten de altı ilke kaynaklanmıştır. Altı ilke hem amaçtır hem araçtır. Kemalizm 1940´larda İsmet Paşa tarafından Atatürk´ün uyguladığı şekilden biraz daha farklı uygulanmıştır. 1950´lerdeki uygulanışı daha farklıdır. Gündeme getirmek istediğim bir konu var: Menderes, Kemalist laikliğe hassas bir devlet adamı değildi. Küçüklüğümde Menderes´in Fatih mitingini hayal meyal hatırlıyorum; orada dini motifler işlemişti. Ama laiklik karşıtı hareketler günümüzdeki gibi Menderes döneminde yaygınlaşmayıp derinleşmemiştir. Bunun sebebi nedir? Şimdi, 1950´li yıllarda Atatürk devrimleri günümüze göre nisbeten yeniydi. Daha fazla da derin değildi. Buna rağmen Menderes gibi laikliğe hassas olmayan bir Başbakan´ın döneminde dahi laiklik karşıtı görüşler, hareketler günümüzdeki kadar yaygın değildi. Bunun sebebi bana göre Menderes´in Atatürk´ün ekonomik devletçilik prensiplerini uygulamasıdır.
Menderes ve Demokrat Parti, bugün “DP’nin devamıyız iddiasındaki partilerin serbest piyasacılığının aksine, devletçi ekonomiyi mi savunuyordu?
Menderes döneminde, yani 50-60 döneminde pek çok devlet yatırımı yapıldı. İkinci Kalkınma Planı, 1938-43 yılları arasında olacaktı. Ama 2. Kalkınma Planı, 2. Dünya Savaşı nedeniyle durduruldu. 2. Kalkınma Planı´nın bir bölümünün Celal Bayar Cumhurbaşkanı olunca uygulandığına dair görüşler vardır, ben de katılıyorum. Kütahya Azot Sanayi 2. Kalkınma´nın eseridir. DP, yollar, köprüler, barajlar, fabrikalarla çok geniş bir ekonomik devletçilik uyguladı. Her mahallede bir milyoner yaratmak isteyen Menderes´le, geniş çapta devlet yatırımları yapan bir Menderes var. Daha doğrusu İki Menderes var. Özde liberal ekonomiye taraftır. Kişilerin kendi imkanlarıyla çalışıp devlet tarafından kişilere engeller çıkarılmamasını savunuyordu. Bunu yaptı yapamadı tartışılır. Ama tartışılamayacak bir gercek var ki, Menderes döneminde devlet yatırımları büyüyüp gelişmiştir. Altıok´un ekonomik devletçilik ilkesi Menderes tarafından uygulanmıştır.
27 MAYISÇILAR İSTESELERDİ EZANI TÜRKÇE OKUTABİLİRLERDİ
Aynı devlet yatırımlarını Demirel döneminde de görüyoruz. Süleyman Demirel’in AP’si de böyle mi?
27 Mayıs´tan sonra da ekonomik devletçilik uygulanmıştır. 27 Mayıs´la ilgili toplumda genelde olumlu fikirler var. Türkiye o dönemde pek çok kazanım elde etti. En büyük kazanımlardan biri de Atatürk dönemindeki planlı ekonomi gibi, beş yıllık kalkınma planları yapılmıştır, DPT kurulmuş, Anayasa Mahkemesi, İstatistik Enstitüsü gibi önemli kurumlar, Cumhuriyet Senatosu, Türkiye´ye kazandırılmıştır. 27 Mayıs´la ilgili gözden kaçan önemli bir nokta var. Bir çok platformda da gündeme getirdim. 27 Mayısçılar isteselerdi DP döneminde yeniden Arapça’ya çevrilen ezanı Türkçe okutabilirlerdi. Bunu yapmadılar. Yine 27 Mayısçılar, DP döneminde kanunla kapatılan Köy Enstitülerini açabilirlerdi, bunu da yapmadılar. 27 Mayısçılar’ın bu iki temel olaya yaklaşımlarının araştırılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. 27 Mayıs sonrası iktidara gelen Demirel ve AP´nin de tamamen ekonomik devletçilik prensiplerine bağlı kalarak pek çok devlet yatırımına imza attığını biliyoruz. Türkiye, bu devletçi ekonomik yapısıyla bugünlere kadar geldi.
Hangi siyasi görüş işbaşına gelirse gelsin, bizde bir ‘devletçi’ gelenek var o zaman…
Eski bir Türk Atasözü var: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.. Bizim genlerimizde devlet kurma ve devletle yürüme ilkesi var. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920´de TBMM devletini kurmuştur. Bu devlet 3 Aralık 1920´de Ermenistan´la yapılan Gümrü Antlaşması’nda kendini dış aleme ‘Türkiya Devleti’ olarak kabul ettirmiştir. Cumhuriyeti kuran ulusçuluğu yerleştiren, halkçılığı yerleştiren, laikliği oluşturan, devrimciliği temel görüşlerinden biri olarak kabul eden hep Türkiye Devleti olmuştur. Bu ilkeler devlet tarafından uygulanmıştır. Demek ki altı ilkenin temeli, siyasi ve ekonomik devletçiliktir. Altı ilke, Türkiye´ye demokrasiyi getirmiştir. Daha sonra da Atatürk´ün partisi CHP, altı ilkenin yanına evrensel sosyal demokrasinin kurallarını koyma girişiminde bulunmuş, ama maalesef bu girişim şimdiye kadar sonuçlandırılamamıştır.
12 EYLÜL KEMALİST DEĞİL TÜRK İSLAM SERMAYE SENTEZCİ
Bugün yargılanması bile gündeme gelen 12 Eylül’ün ideolojisi nedir? Gerçekten Kemalizm midir?..
12 Eylül 1980 sonrası, 12 Eylül´ün lideri Kenan Evren, 12 Eylül yönetiminin ideolojisinin Kemalizm olduğunu ilan etmiştir. Ama zaman ilerleyip 12 Eylülcüler’in icraatlarına bakıldığı zaman, 12 Eylül ideolojisinin Kemalizm değil, Türk - İslam sermaye sentezi olduğu görülmüştür. Türk İslam sermaye sentezi, soğuk savaş ideolojisidir. Antikomünist dinamikler olan milliyetçilik, din ve de sermayenin birinci plandan çıkarılması ve koruma tedbirleriyle olağanüstü biçimde korunması esasına dayanır. 12 Eylül´ün temel felsefesi budur. 12 Eylül´den sonra Başbakan olan Özal´ın geçmişine baktığımız zaman; Sayın Özal, sermayenin ve dini çevrelerin ve de bazı milliyetçi çevrelerin etkisinde olduğu görülecektir. ANAP iktidarıyla Türk İslam sermaye sentezi siyasal alanda önce Başbakanlığa, sonra Cumhurbaşkanlığına taşınmıştır.
Tük-İslam sermaye sentezini 12 Eylül öncesinde de görmüyor muyuz?
Esasında Türk İslam sermaye sentezi, 1946´dan beri Türkiye Cumhuriyeti´ne egemen olmaya başlayan bir ideolojidir. Bu ideolojinin sonunda İmam Hatip okullarının sayısı olağanüstü artmış, milliyetçi ve sermayedar kesim büyük çapta himaye görmüş, milliyetçi ve sermayedar kesimin önde gelenleri devlet katında kolayca yer bulmuş, hatta 12 Mart 1971´den sonra yurtdışına kaçan sayın Erbakan yurtdışından getirilerek partisinin başına iade edilmiş ve 1974´te de CHP - MSP Hükümeti´nde Başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştır. Günümüzün Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Sayın Necmettin Erbakan´ın öğrencileridir. Bu husus unutulmamalıdır. Bu husus günümüz siyasetinde yalın bir gerçektir.
Ya 28 Şubat?
28 Şubat olayında bize göre, ki Sayın Ahmet Taner Kışlalı da aynı görüşteydi; Türk - İslam sermaye sentezinin İslam ayağı yok edilmek istenmiştir. Ama bu başarılamamıştır. Aksine yok edilmek istenen ayak güçlenmiştir. Çünkü Türk İslam sermaye sentezinin her üç ayağıyla 28 Şubat dönemine kadar yok edilmesi çok zor olan noktalara taşınmış bulunuyordu. Günümüzde büyük bir medya kuruluşunun patronuna büyük bir vergi cezası yazılıyor. Ben, on yıllardır Türkiye´deki büyük sermaye sahiplerine bir vergi cezası yazılmasına rastlamadım. Eğer rastlayan varsa, bu konuda bizi aydınlatsınlar. Yani, sermaye de on yıllardır büyük destek görmüştür.
Bugün gelinen noktada, Türk – İslam sermaye sentezinin ‘Türk’ ayağı da kırılıd sanırım… Sadece İslami sermaye yanı kaldı…
AKP döneminde Türk - İslam sentezinin İslam ayağı özellikle kuvvetlenmiş, diğer iki ayaktan çok daha güçlü ve onları güçlü olarak etkileyen bir konuma gelmiştir. Bizim düşüncemize göre halen mevcut iktidar da soğuk savaş dönemi politikalarının bir sonucudur. Türk İslam sermaye sentezinin İslamcı ayağı artık bugün ön planda. İslamcı ayak sermayeyi yönetiyor. Türk İslam sermaye sentezinin Özal ayağının yanında, bir de Mesut Yılmaz ayağı var. Bir de ona bakalım. Mesut Yılmaz eski bir milliyetçidir. Büyük boy bir sermayedardır. Süleyman Demirel´e baktığımız zaman yine aynı yapıyı görürüz.
ECEVİT, ‘EN KÖTÜ YÖNETİMİ DİKTAYA TERCİH EDERİZ’ DİYOR
Kemalizm’le sosyal demokrasinin çelişkisi üzerine sürekli kafa yoruyorsunuz.. Bu çelişkiyi biraz açar mısınız?
Antikomünist Türk İslam sermaye sentezi yapılanması, CHP´de de kendini başka bir versiyonda göstermiştir. Bu versiyon, özde antikomünist bir ideoloji olan sosyal demokrasidir. Sosyal demokrasi komünizmin panzehiridir. 1965 yılından beri de CHP´nin Kemalizm´in yanında ikinci temel ideolojisi durumundadır. 1950´den itibaren günümüze kadar Türk İslam sermaye sentezi iktidara egemendir, anamuhalefete de 1965´den beri sosyal demokrat ideoloji egemendir. Kemalizm´in antikomünist olma özelliği Türk İslam sermaye sentezine göre ve de sosyal demokrasiye göre daha mı zayıftır? Bize göre değil. Ama anlaşılıyor ki, sosyal demokrasinin ve Türk İslam sermaye sentezinin antikomünist olma gücü Kemalizm´e tercih edilmiştir. Türkiye uzun on yıllardır bu iki antikomünist ideoloji arasında bocalamaktadır. İşin özü budur. 1965 yılında İsmet Paşa, Milliyet´in ikinci sayfasında yazdığı bir yazıda CHP´nin ortanın solunda bir parti olduğunu söylemiştir. 1966 ve 67 yıllarında ortanın solu politikası CHP´de tartışıldı. 1966 güzünde ortanın solu politikasının önderi Sayın Ecevit, CHP Genel Sekreterliğine seçildi. CHP Genel Sekreteri 1968´de TBMM´de 68 bütçesiyle ilgili olarak bir konuşma yaptı. Bu konuşma çok enteresandır; günümüze ve Bülent Ecevit´in 12 Eylül sonrası çizgisine ışık tutuyor.
Bu konuşmadan bazı bölümleri aktarayım. Sayın Ecevit şunları söylüyor: "CHP her türlü ihtilalin karşısındadır. Gerici ihtilalin de, ilerici ihtilalin de karşısındadır. CHP halk için yapmak istediği her şeyi halkın rızasıyla yapmak kararındadır. Demokrasinin bittiği yerde CHP´nin de ömrü biter. Demokraside yalanların, iftiraların serbestçe söylenip bazı gerçekleri söylemenin önlenebildiği bir rejim değildir. Bu rejimde her şey halka serbestçe ve korkusuzca söylenir. Halka güvenenler halkın sağduyusuna inananlar siyaset alanında hiç bir düşüncenin söylenmesinden hiç bir gerçeğin açığa vurulmasından korkmazlar. Halk, her söyleneni dinler ve kendi sağduyusuyla bir yargıya varır. CHP, o yargı neyse ona razıdır. Demokratik rejim içerisinde en kötü yönetimi sağcı veya solcu bir dikta rejimi içinde en iyi yönetime tereddütsüz tercih ederiz. Belirli çevrelerin çıkarlarını her ne pahasına olursa olsun korumak isteyen tutucu güçler, demokrasiye ancak bir noktaya kadar tahammül gösterirler. O çevrelerin çıkarları halkın gerçekleri görmesi karşısında tehlikeye düşünceye kadar. O noktadan itibaren onların da demokrasiye tahammülleri tükenir, müsamahanın yerine zorbalık, hür tartışmanın yerine sopalar ve silahlar gelir. CHP devrimci bir partidir. Kendi kendini yenilemesini bilen partidir. Geçmişi hiç bir vakit inkar etmeyen, kendi geçmişinin vebalini de sevabını da taşımayı şeref bilen, ama gerektiğinde yeni hamleler yapabilmek için reddi miras edebilen bir partidir. CHP´´nin ortanın solu hareketinin ekonomideki tutumunu kısaca belirtmek istenirse; içeride halkçılık, dışarıya karşı milliyetçiliktir."
68’de bunları söyleyen Ecevit’le, DSP döneminde bir anlamda dikta havasında partiyi yöneten Ecevit arasında büyük farklar var. Bu değişime nasıl bakalım?
Kırk iki yıl önce söylenmiş bu cümlelerin değeri bugün için tam anlamıyla devam ediyor. 42 senedir CHP bu fikirleri aşabilmiş değildir. Bülent Ecevit görüşleriyle 12 Eylül 1980 sonrasındaki siyaset harekette, bu siyasi hareketin icazetli olduğunu görerek yer almamış, partisinin devamı niteliğindeki partilere itibar etmemiş, daha sonra kendi demokratik sol fikirlerini benimseyen bir siyasi parti kurarak yoluna devam etmiştir. Ecevit´in 12 Eylül 1980 sonrası stratejisi, 15 Şubat 1968´de çizildi. 15 Şubat 1968´de çizilen bu strateji gereği de 12 Mart 1971´den sonra Sayın Ecevit CHP´nin genel sekreterliğinden ayrılmıştır. Ecevit´i değerlendirmemiz gereken ana eksen, bu paragraflar olmalıdır. Ecevit´in fikriyatıyla ilgili günümüzde hemen hemen hiç bir çalışma yok. Buna sebep belki de Deniz Baykal´ın CHP Genel Başkanı olduğu dönemlerde Ecevit´i çok arka plana atıp ve bu arka plana atma olayında da başarılı olduğunu söylememiz gerekiyor. Bugünkü CHP Ecevit´e sahip çıkıyor. Atatürk ve İnönü´den sonra CHP´yi ve Türkiye´yi yönetmiş, gerçek bir uluslararası liderdir. Bu durumu yadsınamaz. Ama Baykal ve onun emrindeki kadrolar bu gerçeği her zaman her yerde unutturmak için adeta birbirleriyle yarıştılar.
KILIÇDAROĞLU CHP’Yİ HALKA BULUŞTURDU, AMA BDP İLE AYNI SAFTA OLMASI YANLIŞ
Bugünkü CHP’deki yeni söylemler ve Kılıçdaroğlu ile beraber başlayan halk ilgisini nasıl yorumlamak gerekir?
Günümüz CHP´sinde, Kemal Kılıçdaroğlu CHP´yi halkla buluşturmuş gibi görünüyor. CHP´nin Kılıçdaroğlu idaresinde halkla buluşması, CHP seçmenlerini ve CHP sempatizanlarını heyecanlandırmıştır. Atatürk bir yana bırakılırsa, CHP´nin Ecevit´in dışındaki hiç bir genel başkanı CHP´yi halkla buluşturamamıştı. Bu buluşmayı Kılıçdaroğlu sağlamış gibi görünüyor. Ancak Kılıçdaroğlu´nun BDP ile, aksini söylese de seçim birlikteliği flörtü yaklaşımı, fevkalade zararlı ve tehlikelidir. Bu zararı ve tehlikeyi MHP Genel Başkanı Bahçeli, SHP örneğini vererek uyarıyor. Keşke Bahçeli bu uyarıyı yapmak zorunda kalmasaydı. Olaya bir de şu açıdan bakalım; BDP ile yaklaşım seçim birlikteliği gibi konularda CHP neden istekli görülüyor? BDP, başka partilerle değil de neden CHP ile birlikteliğe yakın duruyor. bu konunun nedense üstünde durulmuyor. Oysa konu ideolojiktir. Sosyalist Enternasyonal´de BDP, CHP, bölgesel Kürt yönetimi başkanı Barzani, Irak´ın Cumhurbaşkanı Talabani aynı sıralarda oturuyor. Sosyal demokrat partilerin uluslararası örgütü olan Sosyalist Enternasyonal´de CHP´nin güneydoğuyu Türkiye´den koparmak isteyen bölücü bir partiyle aynı sırada oturmasının nedeni, sosyal demokrat ideolojidir. Bu artık gözardı edilemez.
Yani, bu yeni dönemde CHP sosyal demokrasiye daha mı çok sarıldı?
Sosyal demokraside; misakı millinin, uluslaşmanın, cumhuriyetçiliğin ve Türkiye´yi Türkiye yapan Kemalist yaklaşımların yeri yoktur. Sosyalist Enternasyonal sıralarında misakı milliyi, Kemalizm´in ilkelerini, ‘Ne mutlu Türküm diyene’yi, ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ yaklaşımını, yani Kemalizm´i savunamazsınız. Sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri olan özgürlük, eşitlik, adalet, barış, çevrenin korunması gibi ilkelerle Atatürk ilkelerini birleştiremezsiniz. Misakı milli, cumhuriyetçilik, ulusçuluk, devrimcilik, laiklik, sosyal demokraside yoktur. Sosyal demokrasinin laikliği ile Atatürk´ün laikliği farklıdır. Sosyal demokraside kilise özgürdür. Dini istediği gibi tebliğ eder. Bizde ise dini işlevleri yöneten doğruyu gösteren kargaşayı önleyen Diyanet İşleri Başkanlığı vardır. AB´nin Diyanet İşleri Başkanlığı´nı kaldırmamızı istemesinin altında, sosyal demokrasinin, ki AB zaten sosyal demokrat bir projedir, laiklik anlayışı yatmaktadır. Bizim sahip olduğumuz laiklik, Kemalist laikliktir. Sosyal demokrat ülkelerin laikliğiyle bağdaşmaz ve uyuşamaz., Keza sosyal demokraside cumhuriyetçilik şart değildir. Özgürlük vardır ama bağımsızlık şartı yoktur. Atatürk ise özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir diyerek kesin tavrını ortaya koymuştur. Atatürk´ün sosyal demokratlara yönelik olduğunu düşündüğüm çok özlü bir vecizesi var: "Hürriyetin de, müsavatın da, adaletin de nokta-i istinadı hakimiyeti milliyedir." Yani, özgürlük, eşitlik, adalet gibi sosyal demokrat ilkeler, Atatürk´te ulusal egemenliğe bağlıdır. Halbuki sosyal demokraside ulusal egemenlik gerekli değildir. Aşılması gerekli bir kavram olarak görülür. Bu konuda Deniz Kavukçuoğlu´nun Marks’tan Günümüze Almanya´da Sosyal Demokrasi isimli kitabında geniş bilgi yer alıyor.
CHP´nin bugün nerede durması gerekiyor? İdeolojik olarak Kemalizm´e mi sarılmalı, yoksa sosyal demokrasiyi mi kucaklamalı?.. Nerede durursa CHP halkın gözünde daha yükselir, hâttâ iktidara gelebilir?
CHP´nin Mustafa Kemal´in ikirciksiz, kesin, radikal, net vizyonuna ve misyonuna sahip çıkması gerekir. O net vizyon ve misyon Türkiye´nin birliğinden, bütünlüğünden, ulusçuluğundan, misakı milliden yanadır. Yıllardır bize uygulanan bir beyin yıkama olayı var; küreselleşme.. Türkiye´de çok yanlış öğretildi. Küreselleşme, siyasal bir olguymuş gibi öğretildi. Ulusçuluğun ve ulus devletin modası geçtiği tezi izlendi. Küreselleşme siyasal bir olgu değildir. Küreselleşme iletişim ve finans arasında geçerlidir. Küreselleşmeyle Türkiye´nin çevresinde ve dünyada silahlanma yarışı durdurulamadı. Bugünkü gazetelerde Rusya´nın Arkhangelsk limanındaki büyük deniz üssünde dördüncü kuşak nükleer denizaltıların yapıldığına dair haberler var. Komşumuz Yunanistan ve Güney Kıbrıs, olağanüstü ölçülerde silahlanıyor. Bu herkesin bildiği bir gerçek. Dünyanın pek çok ülkesinde silah fabrikaları olanca hızıyla çalışıyor. Hudutların kalkması gibi bir durum söz konusu değil. Bugün Danimarka´dan yapılan büyük köprü sayesinde Malmö´ye karayoluyla gidilmekte. Hudut kalkmıştır. Keza Avusturya ile Çek Cumhuiriyeti, İsviçre ile Avusturya arasında hudut kalkmıştır. Yeni değil bunlar. Hudutların kalktığı dünyanın bir köşesi örnek teşykil edemez. Afganistan´da ne oluyor, iki Kore arasında ne oluyor, Kafkasya´da ne oluyor.. Yunanlıların megalo ideası bitmiş midir? Küreselleşme, siyasal anlamda birliği getirmemiştir. Avrupa Birliği bugün çatırdıyor. Küreselleşme olayında dünyadaki büyük devletlerin ideolojisinde hiç bir değişem olayı yok. Küreselleşme finans ve iletişimdedir. Bu olay, sanki küreselleşme siyasi alanda oldu gibi lanse ediliyor. Emeğin küreselleşmesi söz konusu mu? Dolar, Eİuro küreselleşiyor. Ama emek gücü dünyanın her yerinde serbestçe dolaşıyor mu? Vize uygulaması var.. Vize yaygınlaşıyor. CHP, misakı milliyi küreselleşme rüyalarıyla reddetme eğiliminde olan ve dünyada sınır kalmadığını, ulus devlet kalmadığını belirten bir takım gruplara sosyal demokratlığını öne çıkararak hoş görünmek yerine, misakı millinin greçekçiliğini vurgulayarak geniş kesimlere mesaj vermelidir.
Ulus devlet bitti mi?
İngiltere´de, Almanya´da, Amerika´da ulus devlet bitti mi? Devletçi ekonomi bitti mi? Uluslararası atletizm yarışmalarında görüyoruz; Afrika kökenli karaderili atletler başarılı oldukları zaman temsil ettikleri İngiliz, Fransız, Amerikan, İspanyol bayraklarına sarılıyor, o bayralarla pistte tur atıp gözyaşı döküyor, gösteri yapıyorlar. Bu olay ulus milliyetçiliğinin en üst noktada olduğunu gösteren somut bir olay değil de nedir? Ulusçuluk, ulus milliyetçiliği bitmedi. Ulusçuluk ve ulus milliyetçiliği Balkanlarda, Yugoslavya´da, Soıvyetler´de, Irak´ta bitmiştir, bitirilmiştir, ama gelişmiş batı ülkelerinde dimdik ayakta durmaktadır. ABD, uzaya araç gönderiyor. Bu uzay araçlarının hepsinin üzerinde Amerikan bayrağı figürü var. Yani, Amerikan milliyetçiliği, ABD tarafından uzaya taşınmaktadır. Amerika büyük bir ulus devlettir, Almanya ulus devlettir, İngiliz uluslar topluluğu vardır. Bugün İngiliz uluslar topluluğunda en ufak bir çatlak var mı? Türk halkı sürekli yanıltılıyor. Türk halkı kandırılıyor. CHP Atatürk´ün tüm ilkelerine sahip çıkmalı ve kendi kendine şu soruyu sormalı: Atatürk´ün hangi ilkesi, hangi yaklaşımı yetmiyor da, sosyal demokrasiden medet umulmaktadır? Bu sorunun yanıtını CHP vermelidir. Eğer samimiyetle, gerçekçilikle sağduyuyla cevabı verebilirse ideolojik sorunlarını çözebilecektir. Aksi taktirde iki ideloji arasında bocalamayı sürdürecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder