"TSK'nın Basında Kullanabileceği Adam Çoktur; Beni Niye Tercih Etsin?"
05 Ocak 2010 / 13:15
Tek kanallı yıllarda özgün sunumuyla bütünleşen 'Perde Arkası' adlı programla tanındı Ertürk Yöndem.
TRT'de 1980'den sonra 'Haberden Habere' adlı kuşak programına başlayan Yöndem, 1987 yılında kuşağın adını 'Perde Arkası' olarak değiştirdi. 2002 yılı sonuna kadar devam eden program özellikle TRT'li yıllarda büyük beğeni topladı.
ERTÜRK YÖNDEM KİMDİR?
1944 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesi Pırnakaban Köyü'nde dünyaya geldi.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nden mezun olduktan sonra,
Yeşilçam'a reji asistanı olarak giren Yöndem, Ankara Polatlı'da, sonra Kars'ta vatani hizmetini yaptı.
1970'te aynı köyden Reyhan Hanım'la evlendi. 1971 yılında TRT'nin kamera asistanlığı sınavını kazandı.
Önce televizyon dairesinde, sonra haber dairesinde çalıştı. 1980'de TRT'nin açtığı prodüktörlük sınavını
kazandı. İlk olarak 1978 yılında 'Haberden Habere' programını hazırladı. Bu program 1987'de
Perde Arkası'na çevrildi. Programın yapımcısı ve sunucusu oldu. 458 programa imza attı. Yöndem,
1979 yılında yazdığı tiyatro oyunu "Köyün Ötesinde" ile Türkiye Tiyatro Yazarları
1. Mansiyon ödülünü aldı. Evli olan Yöndem'in Türker ve Sencer adında iki oğlu var.
Kıbrıs Barış Harekatı başta olmak üzere birçok savaşa katılan Yöndem,
halen TRT'de Haber Dairesi Başkanlığı'nda çalışıyor..
Ertürk Yöndem, terörle mücadelenin 'Perde Arkası'nı Türkiye'de medyaya yönelik ilk ve tek dergi olma özelliğini taşıyan Cihan Haber'e anlattı. Yakalanan veya teslim olan teröristlerle yaptığı röportajlar, basın tarihine geçti. Terör örgütü PKK'nın ölüm listesinde yer aldı. Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." sözü ise programın sonunu hazırladı. 38 yıldır TRT'de çalışan ve yaklaşık iki ay sonra emekli olacak olan Yöndem, çoğu kez 'askerin sesi' olmakla da suçlandı. O, bu suçlamalara "TSK'dan 'Programda şunu yap, şurada şu konuyu işle, şu mesajı ver' gibi şey asla gelmedi. Türk basınında eğer isteselerdi kullanabileceği adam çoktur. Beni niye tercih etsin?" diye cevap veriyor. Devletin terörle mücadele etmesini bilmediğini dile getiren Yöndem, medyanın da bu mücadelede sınıfta kaldığını vurguluyor. Yöndem, terörle mücadelede başarıyı yakalamak için dağın çekiciliğinin, toplumun iticiliğinin ortadan kaldırılması gerektiğini ifade ediyor.
1971 yılında askerlikten sonra TRT'nin açtığı sınavı kazanan ve kameraman olarak işe başlayan Yöndem, Türkiye'de 'en uzun film çeken kameraman' unvanına da sahip. 1979 yılında prodüktörlük sınavını kazanan Yöndem, 'Olayların içinden', 'Günün olayı' gibi kuşaklarda programlar yapar. İlk programının 1972 yılında toprak reformuyla ilgili olduğunu dile getiren Yöndem, 1980'den sonra 'Haberden Habere' adlı kuşak programına başladığını aktarıyor. Tek konu içinde Türkiye'nin değişik konularını, halkın sıkıntılarını gündeme getirip çözmeye çalıştığını ifade eden Yöndem, "Halkı sıkmadan, halkı gerçek şekilde ekrana taşıdığıma inanıyorum. Bu vesile ile ülkeyi, yöreleri, bölgeleri daha iyi tanıdım, hem de insanımızı daha iyi tanıdım. Çok büyük bir beğeni ile yıllarca izlendi. Sonra 1987 yılında kuşağı değiştirdim, 'Perde Arkası' yaptım. Programda terör olaylarına da hız vermeye başladım. Tek konu değil, birden fazla konu işlemeye başladım. 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla ayrılıkçı, bölücü örgütü o tarihten itibaren sürekli takip ettim. 'Perde Arkası' programı aralıksız 2002 yılı sonuna kadar devam etti. Süresi 60 dakikanın üzerindeydi. 456 program yaptım ve yayınladım. Büyük beğeni topladı, çünkü samimiydim seyirci karşısında. Doğallığım vardı. Anayasanın değişmez maddelerine sıkı sıkıya bağlı bir inançla, halkı birleştiren, bütünleştiren, halka moral veren konularda bu programı sürdürme gayreti içinde oldum." diyor.
"PROGRAMI KESMEDEN BEN KESTİM"
Programlarının iki vazgeçilmezinin terör olayları ve Avrupa Birliği (AB) olduğunu kaydeden Yöndem, o dönem Başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın ise sürekli AB'yi anlatıp övdüğünü hatırlatıyor. "Ben bu ülkenin sorumluluk almış bir insanı olarak sadece AB'nin reklamını yapmadım. Belgelere dayanarak AB'nin bu ülkeden ve bu ülke insanından hangi tavizleri koparacağını anlatmaya çalıştım." diyen Yöndem, programın bitiş hikayesini şöyle anlatıyor: "Buda bir çok insanın hoşuna gitmiyordu. Özellikle bazı siyasilerin hoşuna gitmiyordu. Ondan dolayı da gerek Kürt meselesine bakışım gerek AB konusundaki tutumum yüzünden o dönem programım ne yazık ki şutlanmaya çalışıldı. Ben de fazla ısrarcı olmadım. Ödün vermedim hiçbir şekilde. Ödün verseydim zaten programım program olmazdı, ben adam olmazdım. Gayet olumlu bir şekilde kararı karşıladım. O tarihte Mesut Yılmaz 'AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer.' demişti. Bu bana çok ters gelen bir anlatımdı. Niye AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçsin, Erzurum'dan geçsin, İstanbul'dan geçsin. Olayı tamamen bir Kürt meselesine dayandırmaya çalıştı. Öyle olunca da programımda ben daha çok sertleştim, daha vurucu programlar yapmaya çalıştım. AB'nin emperyalist hayallerini yine belgeleriyle anlatmaya çalıştım. Dolayısıyla programım hırpalanmaya başladı. Daha fazla fırsat vermedim, programımı kestim. Tabi yönetimde de bir davranış farklılığı gördüm. Anladım ki, bunlar benim programımın devam etmesini istemiyorlar. Ben niye ısrarcı olayım; onlar, programı kes demeden ben kestim."
"YAPTIKLARIMLA SİLAHLI KUVVETLERİN DÜŞÜNDÜKLERİ ÖRTÜŞÜYORDU"
Terörle ilgili Anayasanın emrettiği biçimde yanlı program yaptığını dile getiren Yöndem, dördüncü kuvvet konumunda olan Türk basınının devleti ve milletinden yana taraf olmak zorunda olduğunu vurguluyor. Yapılacak her çalışmada belli yasalar çizgisinde hareket edilmesi gerektiğinin altını çizen Yöndem, bunu "İster solcu, ister sağcı olun; ister inanın ister inanmayın; yapılacak tek şey devlet ve milletten yana taraf olmaktır. BBC'nin yaptığı gibi." diyerek örneklendiriyor
Askerin dediğini yapmakla suçlanan Yöndem, sözü eleştirilere getiriyor: "TSK'nın tahmin ettiğim, düşündüğüm biçimde, askerin teröre bakışı bellidir, onların hassasiyetlerini düşünerek, o şekilde programlarımı gündeme getirmeye çalıştım. 'Askerden destek alıyordu' diyorlar. Tabi ki alıyordum, destek almasam ben dağa helikopter ile nasıl gidecem, beni terörle mücadele yıllarında dağlarda kim koruyacaktı, asker koruyacaktı. Bu koruma demek, taviz vermek değil. Korumak, imkânları kullanmak ayrı; Silahlı Kuvvetler'e yağcılık yapmak, taviz vermek apayrı birşey. 66 yaşındayım, bana bugüne kadar TSK'dan 'Programda şunu yap, şurada şu konuyu işle, şu mesajı ver' gibi şey asla dememişlerdir. Onların da zaten buna ihtiyacı yoktur. Türk basınında eğer istelerdi kullanabileceği adam çoktur. Beni niye tercih etsin? Onun için TSK bana asla böyle teklifde bulunamazdı, bulunsaydı çok net söylüyorum, tepki gösterirdim. Ama benim yaptıklarımla Silahlı Kuvvetler'in düşündükleri örtüşüyordu. Zaman zaman eleştirilerim de halkın gözü önünde oluyordu."
"TERÖRİSTLERE İNSANCA YAKLAŞTIM"
Teslim olan veya yakalanan yüzlerce teröristle konuştuğunu anlatan Yöndem, Şemdinli baskınını yapan Hüseyin Tilki ve Eruh baskınını yapan Mustafa Çimen adlı teröristlerle konuştuğunu hatırlatıyor. "Yayıncı olarak bizim için insan olması önemli, terörist olması hedeflediğimiz bir nokta değil." diyen Yöndem, "Terörist, katil olabilir, birçok insan öldürmüş olabilir; ama biz bir mesleği kullanıyoruz. Verimli bir şey almamız lazım. Dolayısıyla ben o insanlarla konuşurken, insan olduklarını hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım ve onlara insanca yaklaştım. Her ne kadar sinirli de olsam, bu ülke insanı olarak onlara karşı tepkili de olsam, kamuoyuna duyuracağım o kişilere insanca yaklaşmaya çalıştım. Hiçbir teröristi izin almadan asla ekrana çıkarmadım. Konuşmak isteyeni çıkardım. 'Her türlü soruyu soracağım; ama her konuşmanı yayınlayamam. Çünkü yasa engelliyor. Ona göre konuş' diyordum. Onlara 'Niçin dağa çıktınız, peki şimdi niye teslim oluyorsunuz?' sorularını yönelttim. Ya da yakalanan kişi, düşüncesini açıklardı. Ama yayın öncesi söylediği mesajların birçoğunu, bu ülkeye ve bu ülke insanına zarar vereceğini bildiğim için makas atardım. Yayıncı olarak hiçbir teröristle baskı altında, onun kişiliğine zarar verebilecek bir tarza röportaj yapmadım." değerlendirmesini yapıyor.
"DAĞA GİTMENİN SEBEBİ KİMLİK DEĞİL, UMUTSUZLUK"
Konuştukları teröristlerden edindiği izlenimleri de anlatan Yöndem, dağa gitmenin ana nedenin 'kimlik' değil işsizlik, onun da daha altında 'gelecekten umut ettiklerini alamama' korkusu olduğuna dikkat çekiyor. Aileden ve toplumdan sevgi, ilgi, hoşgörü göremeyen çocukların dağa çıktığını vurgulayan Yöndem, şöyle devam ediyor: "Üçüncüsü itilmişlik, kakılmışlık, devletin yaptığı hatalar, devlet görevlilerinin yaptığı hatalar; bunlarda dağa gidişin bir nedeni. Dördüncü olarak da terör örgütü bir taşeron örgüttür. Belli menfaatler karşılığında bu terör olaylarını kullanır. Bu gençlere de dağlarda umut verilir. Dağlardan gelen bir umut vardır. Nedir bu umut; onun meslek edinme konusundaki umutlarıdır. Ya da ilerde kurulacak bir Kürt devletinin hangi ünitesinde ne şekilde bir görev yapacağı konusunda verdikleri umutlar. Mesela bir tanesi 'Ben pilot olmaya gidiyorum' dedi. 'Nasıl olacak Cudi ve Gabar Dağı'nda pilot' dedim. 'Vallahi ben o düşünceyle gittim' dedi. 'Peki ne oldu, pilot oldun mu? dedim. 'Oraya gittiğimde, komutan gibi bana hükmedenlere dedim ki 'hani beni pilot yapacaktınız, ne oldu?' Tabi tabi demişler; 'bak sana pilotluğun ilk aşamasını göstereceğiz'. Eşeği göstermişler, 'bin demişler, bak ne güzel pilot oldun' demişler. Hayalleri yıkılmış bu gençlerin bir çoğu umduklarını bulamayınca kaçtı, bir çoğu da dönemedi. Gençlerimizin gidiş nedenleri bellidir. Tabii ki belli tuzaklar da hazırlanıyor. Bu tuzaklara ne yazık ki kanıp da giden gençlerimiz var. O çocuklar da bizim. Örgütün o bölgede çalışmalarının sonucunda, o çocukların üzerlerindeki baskılar sonucu gidenler de var gitmeyenlerde var."
"DAĞIN ÇEKİCİLİĞİNİ, TOPLUMUN İTİCİLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAK LAZIM"
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bu yana 200 civarında farklı terör örgütleriyle mücadele ettiğini dile getiren Yöndem, şu tavsiyelerde bulunuyor: "Ama bunu hep silahla çözmeye, hapse atmakla, yakalayıp tecrit etmekle gibi bir takım şeyleri kullanarak terörle mücadele edeceğini sanmıştır. 12 Eylül 1980 olaylarını da düşünün. Devlet ve millet terör olaylarına bayağı alışık. Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörle mücadele etmeyi bilmiyor. Ama teröristle iyi mücadele ediyor. Teröristle mücadele eden güçler bellidir, Silahlı Kuvvetler ve diğer istihbarat birimleri. Bununla terör çözülmez, terör topyekün bir harekettir. Yürütmesiyle, yargısıyla, basınıyla, sivil toplum örgütleriyle, üniversiteleriyle müşterek bir mücadele yöntemini uygulaması lazım. Dağdaki adam farklı birşey söylüyor, onun uzantısı siyasi örgütler farklı şeyler söylüyor. Hem terörizmle mücadele edeceksin, hem de PKK terör örgütünün siyasi organizasyonuna göz yumacaksın. Böyle mücadele olur mu, olmaz. Dağla halk arasındaki irtibatı kesmek lazım. Nasıl keseceksin, hapse atarak değil, dağın çekiciliğini, bu toplumun iticiliğini ortadan kaldırmak. Birinci hedefiniz bu olmalı. Gencin niye oraya çıktığını bilen devlet, bunu engellemesi lazım. Bu da silahla, baskıyla değil, bir takım sosyal imkanlar sağlayacaksınız. Bu çocuklara umut vereceksiniz, gelecek hazırlayacaksınız. Çünkü onlar terörün baskısı altındadır. Bunu yapmamız lazım. Bunu yapamadığımız sürece boşuna uğraşıyoruz. Terörle mücadele eden devlet, oraya özel olarak vali, kaymakam, hukukçu, eğitmen, öğretmen atayacak. Yani topyekün mücadele edecek. Basın daha yapıcı, daha iyi niyetli yaklaşacak. Başka türlü halkı vazgeçiremeyiz."
"ECEVİT'E 'DAĞA GİDECEK GENÇLERİ SOSYAL GÜVENCE KAPSAMINA ALIN' DEDİM"
Yöndem, eski Başbakanlardan merhum Bülent Ecevit ile ilgili hatırasını ise şöyle anlatıyor: "Çok duygusal ve iyi bir insandı. Birgün Başbakan Bülent Ecevit'e program öncesi montaj odasında şehit yakınlarının röportajlarıyla ilgili bir bölüm izlettirdim. Sayın Ecevit monitördeki görüntüye hiç başını kaldırıp bakmadı. Sadece sesini dinledi, dayanamadı yani. 5 dakika boyunca hiç bir kelime söylemedi ve başını da kaldırmadı. O kadar üzülmüştü, etkileyici bir bölümdü. Ondan sonra röportaja başladım. 'Sayın Başbakan gerçek bu' dedim. 'Benim bir teklifim var: Çok ivedi olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki risk altında olan gençlerimizi umutlandırmamız lazım' dedim. 'Nasıl yapacağız' dedi; 'çok basit' dedim. Avrupa'da bunu uygulayan devletler var. Tehlike altında olan ve heran dağa gitme hazırlığında olan gençleri lütfen sosyal güvence kapsamına al. Böylelikle onlara umut, sevgi vereceksiniz. İlgi, hoşgörü göstereceksiniz. Hem o çocuğa devletin sevgisini, şefkatini göstereceksiniz. Çok önemlidir, onların çok ihtiyacı var. Her ay bankaya gidecekler, devletin gücü oranında belli miktar parayı alacaklar. Çocuk düşünecek, devletim bana bu parayı veriyor, benim için veriyor. Çocuk hastalandığında hastaneye gidip bir kuruş para harcamadan tedavi olacak. Bunlar benim için çok önemli şeyler. Rahmetli sadece dinledi."
"ÖCALAN DİYARBAKIR'DAN HALKA SESLENSİN"
Bazı gazetecilerin ne yazık ki sorumsuzlukları gereği dağa gidip teröristbaşı ile röportaj yaptıklarını anlatan Yöndem, "Dağdan aldıkları mesajları bu topluma şırınga ettiler. Terör örgütünün propagandası oldu. Bunu da yayınladılar. Çok büyük hata. 1999 yılında Abdullah Öcalan yakalandığı zaman dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e dilekçe yazdım. Dedim ki, 'Sayın Başbakan. Öcalan'ı sakın asmayın. O'nu programa çıkartalım. Bir de demişti 'Bana imkan verilsin, devlete yardımcı olayım.' Bu çok önemli, adam buna hazırdı. Çok önemli mesajları olacaktı.' İzin verilmedi. Geçmişte yapılan katliamların artık vazgeçilmesi hususundaki mesajlarını versin, Diyarbakır, Batman, Şırnak'ta meydanında halka hitap etsin. Barış, huzur, kardeşliğe yönelik güzel mesajlar olacağına inanıyordum. Buna da izin verilmedi. Konuşmalıydı ve istediğimiz biçimde konuşurdu ama şimdi artık değil. Götürseniz de konuşmaz. İlk iki üç ay içinde bu yapılmalıydı. Çok şey kazanırdık. Hem dağdaki gençler kazanırdı, hem bölge, hem ülke insanı kazanırdı. Yapmadılar, işte bu terörle mücadele etmeyi bilen devletin işidir." diyor.
Terörün bitmesi için herkesin birşey yapması gerektiğini vurgulayan Yöndem, "Çünkü ölen, şehit olan bizim canlarımız. O dağda ölen kandırılmış gençlerdir. Onlar da bu ülkenin insanı. Bu kan ve vahşet sadece insanı canını almıyor, ülkeyi ekonomik anlamda, psikolojik anlamda, sosyal anlamda mahvediyor. 25 yılı aştı, onun için bunun bitmesi lazım. Köylü Mehmet Ağa da, Meclis'teki de, gazetedeki muhabirin de herkesin yardım etmesi lazım. Hükümetin açılımını ne destekleyebilirim ne de reddedebilirim. Çünkü içeriğini bilmiyorum. İçeriğini bilsem, kafama ve ruhuma yatarsa tabiki desteklerim. Ama ne düşünüyorlar, ne yapıyorlar, ne ediyorlar, bilemiyorum ki." diye konuşuyor.
"Terörle mücadelenin en kanlı dönemlerinde doğru dürüst bizim gibi oralara gidip de bu konuyu irdeleyen tek basın mensubu benim." diyen Yöndem, medyaya şu eleştirilerde bulunuyor: "Günübirlik Silahlı Kuvvetler'in organizasyonu altında gidiyorlardı, tekrar geri dönüyorlardı. Ben baskına uğrayan Üzümlü Karakolu'nda iki gece yattım. Siyahkaya karakolunda günlerce kaldım. Hakkari'de Yüksekova'da günlerce kaldım. Sorunu iyice araştırmak, tespit etmek ve aktarmak için. Türk basınında bunlar yapılmadı. Türk basını bu sorunun, bu kanın ve vahşetin durdurulması için beklediğimiz, özlediğimiz bir davranış içinde olmadı. Bir, korktukları için olmadı, iki, umurlarında değildi. Çünkü kartelleşmiş, tekelleşmiş bir basın özgürce çalışamaz. Rant getirecek bir mesele değildi. Yani gazete, televizyona para getirecek bir mesele değildi. Dolayısıyla kimsenin de umrunda olmadı. Terör örgütünün katliamını tam sayfa flashtan veriyorlardı, bir askerimizin şehit olmasını ikinci sayfadan üçüncü sayfadan mikroskopla görülebilecek bir ölçekte veriyorlardı. Böyle birşey olur mu? Bu topyekün bir savaştır. Basın bu savaşın içinde maalesef yer almadı, şimdi de yer almıyor. Silopi'de PKK'lıların karşılanışında medyanın tavrını birkez daha gördük. Üzüntü verici."
Programları nedeniyle ölüm tehditleri aldığını dile getiren Yöndem, ölümden korkmamanın mümkün olmadığını ama kadere iman ettiği için rahat olduğunu söylüyor. "Mermi namludan çıkarken 'vurayım mı vurmayayım mı?' diye Allah'a danışır." Diyen Yöndem, bir hatırasını şöyle anlatıyor: "Ben, Türkiye'nin ilk resmi savaş muhabiriyim. Kıbrıs Barış Harekatı'nda TRT adına savaş muhabirliği yaptım. Esir de düştüm. 5 gece, 6 gündüz Limasol zindanlarında kaldım. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Dışişleri Bakanı Turan Güneş ve Hükümet Sözcüsü Bakan Orhan Birgit'in girişimiyle kurtuldum. Başka savaşlarda da görev aldım. Bu yüzden korkularımı aştım."
"8 TERÖRİSTİ GÜVENLİK GÜÇLERİNE TESLİM ETTİM"
'Perde Arkası' programıyla büyük beğeni toplayan Ertürk Yöndem, teröristlerin de güvenini kazanır. Kuzey Irak'a gittiğinde Dahok'ta terör örgütünden kaçan 17 teröristten 8'i Yöndem'e Türkiye'ye gelmek istediğini söyler. Yöndem, o olayı şöyle anlatıyor: "'Sana güveniyoruz, bizi Türkiye'ye götür.' dediler. Ben de, 'terörist üstüyle olmaz' dedim ve onlara kendi paramla elbise aldım. Daha sonra bir minibüs kiralayarak onları Türkiye'ye getirip güvenlik güçlerine teslim ettim. 70 gün hapis yattıktan sonra serbest kaldılar. Onları tek tek evlerine ben götürdüm."
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder