10 Ekim 2014 Cuma

HANGİ KABOTAJ BAYRAMI ?

HANGİ KABOTAJ BAYRAMI ?

Üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu kısa zamanda başarmalıyız. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1937)
———————————————————–
Bugün 1 Temmuz 1926’da kabul edilerek, bize denizlerimizdeki bağımsızlığımızı kazandıran 815 Sayılı Kabotaj Kanunu’nun kabulünün 85 inci yıldönümünü, yani Kabotaj Bayramımızı kutluyoruz.
Kabotaj Bayramı törenlerine ilk defa 1960 yılında Beşiktaş iskelesi arkasındaki Barbaros Hayrettin Paşa heykelinin önünde Selimiye Askeri Ortaokul öğrencisi olarak resmen iştirak ettim. Tören alanı bembeyaz papatya tarlası gibiydi.  Tören deniz kuvvetleri  ve donanma birliklerinin katılımıyla icra edilmişti. Denizci subaylarımız en büyük Türk Amirali Barbaros’un önünde denizlerimizde kazandığımız kabotaj hakkının yılmaz bekçisi olduklarını vurguluyorlardı.
Kabotaj Kanunu ile yabancıların elinde bulunan bütün limanlarımız millileştirildi. Türk limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşıması ile kılavuz ve römorkaj hizmetlerinin Türk vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılması hükmü getirildi. Kanunda belirtilen bütün hizmetlerin sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca yerine getirilmesi kararlaştırıldı.
Uzun yıllar kapitülâsyonlar adı altında sömürülen ülkemiz kaynaklarının çok önemli bir bölümünde yabancı hakimiyetine son veren bu kanunun kabul edildiği 1 Temmuz gününe özel anlam yüklendi. Bağımsızlığımızın vurgulanmasına vesile olmak üzere 1 Temmuz Resmi Bayram olarak belirlendi. Ve 88 yıldır bu özel gün resmi törenlerle Kabotaj Bayramı olarak kutlanmaya devam edildi.
Yabancılara verilen imtiyazları kaldıran bu yasa ile birlikte, Cumhuriyet’in kazanımları olarak denizcilik alanında Türk vatandaşlarına denizcilik, deniz turizmi, gemi inşa ve tersanecilik, balıkçılık, deniz taşımacılığı, eğitim ve bunun gibi alanlarda birçok imtiyaz sağlanmıştır.
Peki biz şimdi yani 2014 yılının 1 Temmuzunda denizciliğimizin, kabotaj hakkımızın, limanlarımızın durumuna baktığımızda neler söyleyebiliriz?
Sadece kutlanacak bir bayram için gerekçemiz kalmadığını söyleyebiliriz..
Son bir kaç yıldır Türk Deniz Kuvvetleri, tarihinin hiç bir döneminde rastlamadığı bir Asimetrik Psikolojik Savaş saldırısı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz, Amirallare suikast, Casusluk v.s gibi pek çok dava dolayısıyla donanmanın komuta kademesi tutuklu olarak yargı önünde hesap vermeğe zorlanmıştır.. Çeşitli maksatlarla tutuklanan yüksek rütbeli personelin sayısı donanmayı görev yapamaz hale koymuştur.. Yetişmiş komuta kademesinin haksız ve hukuksuz saldırılarla görevden alıkonulmasıyla, üç tarafı denizlerle çevrili olup, deniz alâka ve menfaatlerimizin muhafazası için elzem olan çok güçlü bir deniz kuvveti bulundurma zorunluluğu için önemli ölçüde zafiyet oluşturmuştur..
Lozan ile elde ettiğimiz limanlarımızı millileştirme hakkımızı ancak 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu ile fiiliyata geçirdik. Yabancıların elinde bulunan limanlarımızı geri aldık. Peki bugün bu limanlarımız bizim kontrolumuzda mıdır.?
Hayır bugün limanlarımız T.C Devletinin kontrol ve denetimi altında değildir. Çünkü limanlarımızın büyük çoğunluğunun kontrol ve denetimi özelleştirme adı altında çoğu yabancı olan şirketlere devredilmiş bulunmaktadır. Türkiye, bugün aynen Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hazırlayan kapitülasyonlar dönemine geri dönüş yapmıştır. Gururla millileştirdiğimiz ve bu millileştirmeyi sürekli bayram olarak kutladığımız limanlarımız “özelleştirme” adı altında yeniden yabancıların kontrol ve denetimine geri verilmiştir.
Samsun, Ordu, Trabzon, Ereğli, Sinop, İzmir, Dikili, Kuşadası, Antalya, Mersin, Alanya, İskenderun limanları artık Türklerin değildir. Pek çok liman ise satış için sıralarını beklemektedir.
88 yıl önce balık deposu olan denizlerimizdeki zengin deniz ürünlerimize bugün sahip değiliz. Balığı denizdeki doğal ortamında değil, özel balık çiftliklerinde yetiştirme yoluna girdik. Balığımızı kendi denizlerimizden değil, İskandinav ülkelerinden elde etmek daha kolayımıza geliyor.
Üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin yük taşımacılığında denizlerden yararlanma oranı ne yazık ki binde 3 dolayındadır. Bugün ekonomik kriz içinde bulunan Yunanistanın, dünya deniz taşımacılığından ortalama 50-60 Milyar dolar kazanırken Türkiyenin kazancı ise 3 milyar dolar kadardır.
Akdenizi Türk gölüne çeviren Barbarosun torunları olarak bugün dünya gemi adamlığı (işçi ve tayfa gibi ) gibi çok önemli bir istihdam ve gelir kaynağı olan sektörde adımız yok denecek kadar azdır.
Bu menfi tabloyu çoğaltmak mümkündür. Özetle, Türkiye denizlerinin yönetiminde başarısızdır. Oysa Türkiye konumu itibarı ile dünya siyasetinde önemli roller üstlenmeye aday bir ülkedir. Küresel menfaatlerin çekim merkezinde yer alan ülkemizde denizlerimiz ülkemizin güvenliği ve halkımızın ekonomik refahı için asla vazgeçilmeyecek stratejik değerlerimizdir.
Denizler; içinde barındırdığı bol ve çeşitli mahsülleri, denizaltı karasında bulunan çok zengin doğal kaynakları ve ulaştırma sektörüne tonaj kapasitelerinin büyüklüğü bakımından sağladığı geniş imkanlar dolayısıyla, çağlar boyu insanlığın en önemli kazanç kaynaklarından biri olma vasfını sürdürmüştür. Bugün geçimini sadece denizden sağlayarak refaha ulaşmış pek çok ülke mevcuttur.
Sonuç olarak; üç tarafı denizlerle çevrili olup her alanda denizciliğe elverişli şartları bulunan Türkiye’de “Deniz Alâka ve Menfaatleri” henüz yeterince belirlenmemiştir. Veya kağıt üzerinde kalmış, uygulamaya geçirilememiştir. Denizlerimiz ve göllerimiz ile bu su kaynaklarını besleyen akarsularımızdan nasıl yararlanacağımız hususu da bilimsel olarak saptanmamıştır.
Bu günkü teşkilat yapısı içinde, bu işi sahiplenecek müracaat merciini bulmakta mümkün değildir. Çünkü denizlerimiz ve su yollarımızdan yararlanmamızı engellemek istercesine pek çok kuruluş sorumlu tutulmuştur. Yetkililer ilgi sahaları birbirinin içine girdiğinden, hep ara hatta ve çekimser kaldıklarından sorunlar biteceğine artarak devam etmektedir. Meydana gelen yetki boşluklarından yararlanılarak ortaya kontrolsuz ve denetimsiz bir düzen meydana çıkmış ve bugünkü duruma gelinmiştir.
Türkiye denizcilik konusuna önem verdiği takdirde; denizlerimizin sağlayacağı imkanlarla bütün ülke beslenip refaha ulaşılabileceği gibi, bugün sosyal hayatımızı felç eden işsizlik sorununa da kesin bir çözüm bulunmuş olacaktır.
O halde ne yapılmalıdır? Kanaatimce; tek bir yönetim altında gayretler birleştirilmelidir. İlkeler saptanmalı ve kesin kurallar konularak sıkı bir denetim sistemi oluşturulmalıdır. Ama öncelikle Türk kamuoyu ülkemizin deniz alâka ve menfaatleri konusunda aydınlatılmalı ve gerekirse özel olarak eğitilmelidir.
Barbaros’un torunlarına denizlerini kullanmada gösterdiği beceriksizlik yakışmıyor.
Çok önemli olarak değerlendirdiğim fakat Türkiye’nin yoğun gündemi içinde gözden kaçan deniz alâka menfaatlerimizin sahiplenilmesi kaçınılmaz bir görev olarak hükümetin önünde durmaktadır.

Dr.Tahir Tamer Kumkale

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder