6 Ekim 2014 Pazartesi

10 AĞUSTOS 1920 SEVR VE 24 TEMMUZ 1923 LOZAN ANTLAŞMALARINDA ERMENİLER

.

 10 AĞUSTOS 1920 SEVR VE 24 TEMMUZ 1923 LOZAN ANTLAŞMALARINDA ERMENİLER



Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik  çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yasayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu-  (Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün1 Mart 1922’de TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşmasından)
 ——————————————————————
Günümüzde bulunduğu hassas coğrafyada her alanda kuşatılan ve küresel psikolojik saldırılarla içeriden teslim alınmaya çalışılan Türkiye’nin gündemini en fazla işgâl eden konulardan biri temelsiz “Ermeni Soykırımı” iddialarıdır.
Aslında Türkiye’nin kendi içinde böyle bir sorunu yoktur. 1923 Lozan Antlaşmasına göre azınlık statüsünde bulunan Ermeni yurttaşlarımızın diğer yurttaşlarımızdan hiçbir farkı yoktur. Tam bin yıldır Müslüman Türk toplumu ile uyum içinde kaynaşmış bir halde yaşayan Türkiye Ermenileri, tamamen dış kaynaklı ve destekli olarak geçmişte yaratılan ve bugünde ülkemiz üzerinde çıkarı olan küresel güçlerce canlı tutulan Ermeni sorunundan en fazla etkilenen ve tedirgin olan kesimdir.
Birinci Dünya Harbi galiplerince Osmanlı Devletine 10 Ağustos 1920’de Paris’in 3 Km. batısındaki Sevr kasabasında imzalatılan Sevr Antlaşması, Ermeni toplumunu umutlandırmıştır. Bu antlaşmada Ermenistan’ın özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanınması öngörülmektedir. Buna göre kurulması öngörülen Ermenistan Devletinin sınırlarının tespiti ABD Cumhurbaşkanı Wilson’ın takdirine bırakılmıştır. Sevr Antlaşması’nı geçersiz kılan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nda ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm yoktur.
27 Şubat 1921 Londra Konferansında Ermeni delegelerinden Boghos Nubar Paşa ve Aharunyan Efendi dinlenmiştir. Bu iki Ermeni delegesi de Sevr Antlaşması’nın yürürlükte kalması için direnmişler ve bunun için pek çok neden göstermişlerdir.
Ermeni delegeleri, Kilikya (Adana yöresi) için de özerklik istemişlerdir. Fransız delegesi; Kilikya bölgesinde durumu değiştirmenin güç olacağını, ancak Fransız Hükümetinin buradaki azınlıklara daha fazla önem vereceğini belirtmiştir. Bu konferansın önemli sonuçlarından biri de Türkiye topraklarında bağımsız bir Ermenistan kurulması yerine, Ermeniler için Doğu Anadolu’da bir “ocak kurulması” kararının çıkmasıdır.
Londra Konferansı’nda, Sevr Antlaşmasında yer alan hür ve bağımsız bir Ermeni devleti yerine, ortaya ne olduğu belirsiz bir “ocak” sözcüğü çıkmıştır. Bu değişik sözcük, Türklerin yönetimi altındaki Ermenilere özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı misyonerler tarafından bir uzlaşma şekli olarak ortaya atılmıştır. Milletler Cemiyeti, 21 Eylül 1921’de bu ocağın Türkiye’den ayrı ve bağımsız olmasına karar vermiştir. Ermeniler ‘ocak’ kararına karşı çıkmışlar ve daima bağımsız bir Ermenistan kurulması tezini savunmuşlardır.
16 Mart 1921’de Rusya ile TBMM Hükümeti arasında Moskova Antlaşması, bilahare Kafkas Cumhuriyetleriyle Türkiye arasındaki 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması, Fransızlarla da 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmalarla Türkiye toprakları içinde bağımsız  Ermenistan kurulması umudu fiilen sona ermiştir.
26 Mart 1922’de İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları Paris’te bir toplantı yapmışlardır. Burada Sevr Antlaşması’nın Ermenilere tanıdığı haklar kaldırılmış ve bağımsız bir Ermenistan yerine ilk defa Londra Konferansı’nda milli bir Ermeni yurdu teşkili projesi ortaya atılmıştır. Bu toplantıdan çıkan Ermenilerin durumunu belirleyen karar özetle şu şekildedir;
” Ermenilerin durumu, bunların karşı karşıya kaldıkları müthiş felaketler ve müttefik devletlere karşı savaşta yaptıkları yardımlar dolayısıyla göz önünde tutulmalıdır. Bu maksatla Ermenilerin korunması ve durumlarına bir çare bulunması için milli bir ocak kurulması için Milletler Cemiyeti’nin yardım etmesi rica olunur.”
28 Ekim 1922’de İsviçre’nin Lozan şehrinde başlayan barış konferansında Ermeni sorunu “Azınlıklar Sorunu” konusu içinde görüşülmüştür. Azınlıklar için ileri sürülen hususlar özetle şöyledir;

-   Türkiye’de azınlıklara dil, din ve benzeri konularda bazı haklar sağlanmalı , bu haklar  Milletler Cemiyeti tarafından denetlenmelidir.
-   Hıristiyanlar askerlik yapmamalı, buna karşılık para olarak bedel vermelidir.
-   Din ve mezhep ayrıcalıklarının avantajları aynen kalmalıdır.
-   Azınlıklar için genel af çıkarılmalıdır.
-   Seyrüsefer serbestliğinin tanınmalıdır.
-   Yerlerinden göç etmiş Ermenilerin eski yerlerine dönmelerine izin verilmelidir.
-   Ermenilere Doğu Anadolu’da ve Kilikya’da bir yurt verilmelidir.”
Lozan Konferansı’nın 13 Aralık 1922 tarihli toplantısında azınlıkların korunması konusunda İngiliz delegesi Lord Curzon, şunları istemiştir;
” Şimdi Ermenilerden söz edeceğim. Bunlar yalnız birkaç batından beri karşılaştıkları, medeni âlemi dehşete düşüren zulümlerden dolayı değil, fakat gelecekleri hakkında kendilerine verilmiş  güvence nedeniyle göz önüne alınmaya layıktır.
Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan’da bir Ermeni hükümeti vardır. Bana söylediklerine göre burada 1.250.000 nüfus mevcuttur. Her taraftan gelen göçmenlerle sıkışıklık artmış ve artık kimseyi alamaz bir hale gelmiştir. Diğer taraftan Kars, Ardahan, Van, Bitlis, Erzurum’daki Ermeniler zarar görmüşlerdir.
Fransızlar Kilikya’yı (Adana çevresi) boşaltırken buradaki Ermeni halk da korkudan Fransız ordusunu izlemiştir. Şimdi bunlar Halep, İskenderun,  Beyrut şehirlerinde ve Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca dağınık bir halde yerleşmiş durumdadır. Sanıyorum ki, evvelce üç milyon olan bu Ermenilerden şimdi Anadolu’da 130.000 kişi kalmıştır. Pek çoğu Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve diğer komşu ülkelere dağılmışlardır.
Geleceğin Türkiye’sinde, gerek Anadolu’da ve gerek Rumeli’nde pek fazla bulunacak Ermenilerin güvenlik ve korunmaları için antlaşmaya özel bazı maddeler konulması gerekecektir. Ermenilerin kendi topraklarında oturmak istemeleri çok doğaldır. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları, buna yetmez. Bu nedenle Türkiye’deki Ermeniler için, ister kuzeydoğu ve ister Kilikya’nın güneydoğusunda arazi verilmesi isteniyor. Durum, bu isteklerin yerine getirilmesini evvelkinden daha zor bir hale getirmiştir. Fakat biz Türk delegelerinin konu hakkındaki görüşlerini öğrenmekle mutlu olacağız.”
            Türk heyeti başkanı İsmet İnönü’nün soruya cevabı bugünkü Ermenistan yöneticilerine örnek olacak kadar sert ve kesindir;
”  Türk milleti ve Türk hükümeti, çıkarılan isyanları daima sabrı tükendikten sonra bastırma önlemlerine başvurmuş ve isyancılara karşılık vermiştir. Ermenilerin Türkiye’de karşılaştıkları bütün kötülüklerin sorumluluğu, kendi hareketlerine aittir. 1909 yılındaki Adana olayları ve yine Dünya Savaşı esnasında Anadolu’nun birçok vilayetlerinde çıkarılan isyanlar aynı trajedinin korkunç bir devamı halindedir. Belirtilen olaylardan da anlaşılacağı gibi Osmanlı Devleti içindeki gayri müslim unsurlar, yüzyıllardan beri rahat ve refah içinde yaşadıkları memleketin yöneticilerinin iyi duygularını suistimal etmedikçe Türkler bu halkın haklarını hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir.
Türk Hükümeti ve milletinin insanlığa uymayan hiçbir hareketinden bugüne kadar bir şikâyet nedeni bulamamış olan Musevi cemaatinin gösterdiği örnek, Rum ve Ermeniler hakkındaki üzücü olayların suçunun bizzat kendilerine ait bulunduğunu ispat etmeye yeter. Bu nedenle tarih, azınlıklar sorunun iki esaslı etkenin gözden uzak tutulmamasını öğütlüyor.
Evvela bazı devletlerin azınlıkları korumak bahanesiyle memleketin içişlerine karışma arzusu konusundaki dış politik etki ve bu suretle arzulanan karışıklığın kışkırtmalar yapmak ve karşılık çıkarmak suretiyle meydana gelmesi; ikincisi böylece cesaret verilen azınlıkların bağımsız devlet kurmak için kurtulmaya karşı eğilim ve isteklerinin bilinmesi üzerine meydana gelen iç politik etkenler.
Ermenilere gelince: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermeni cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalarla güçlendirilmiş olan ilişkiler, Ermeni cumhuriyeti hükümeti tarafından yapılacak herhangi bir kuşatma olanağını ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Türkiye’de kalmaya karar vermiş olan Ermeniler, iyi vatandaş olarak yaşamanın kesin lüzumunu artık göz önünde bulundurmalıdırlar. Sonuç olarak TBMM delegeleri şu düşüncededirler;
Türkiye’de mevcut azınlıkların durumunun düzeltilmesi her şeyden evvel her nevi yabancı karışmasıyla gelecek kışkırtmaların giderilmesine bağlıdır. Bu amaca ulaşmak için her şeyden evvel Türk ve Rum halkının karşılıklı değiştirilmesi gerekir.
Karşılıklı olarak gerçekleştirilecek değiştirme önlemlerinin uygulanmasından hariç tutulacak olan azınlıkların güvenlikleri ve ilerlemeleri için en iyi güvence; gerek kanunlardan ve gerekse Türk vatandaşlığından ayrılmış olan bütün cemaatlar hakkında Türkiye’nin vereceği garanti olacaktır.”
Lozan Barış Antlaşması’nda Ermeni halkının sorunlarına hiç değinilmemiş olduğundan hayâl kırıklığına uğrayan Ermeni delegeleri, Lozan’dan ayrılırken konferansa katılan devletlere bir bildiri vermişlerdir. Bildiride özetle şöyle denilmektedir;
” Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından ve basında yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilaf Devletlerinin Ermeni sorunlarını yüzüstü bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun bu defa da çözümlenmemiş olarak kalmasının Ermenilerin durumunu daha kötü bir hale getirmiş olduğunu göz önüne koymak isteriz.
Versay Antlaşması, Sevr Antlaşması, 1921’de yapılan Londra Konferansı ve 1922’deki Paris Toplantılarında Osmanlı İmparatorluğundan bazı azınlıkları  kurtarmak ve Ermenilere bir yurt sağlamak için kararlar alınmıştır. Savaş içinde, müttefikler tarafından savaşçı bir unsur; savaştan sonra da, müttefik olarak tanınan Ermenilere Lozan’da verilen sözlerin, yapılan vaatlerin yerine getirilmesini sağlayacak bir şey kararlaştırılamamıştır.
Bu koşullar altında Ermeni delegeleri olarak, Ermeniler namına, devletlerden bir defa daha hak ve adalet yolundaki acılarına bir çare bulunması için bir karar verilmesini rica ederiz. Böyle bir barışın doğuda devamlı olmayacağını belirtiriz.”
Sonuç olarak; bugün hâlâ Ermeni Sorunu’nu konuşuyor ve tedbir almak ihtiyacını duyuyorsak bunun sorumlusu Türkiye değil, Türkiyedeki milli çıkarlarını elde etmek üzere Ermeni toplumunu tamamen boş hayaller peşinde şartlandırarak adeta bir piyon gibi kullanan küresel güçlerdir.
Ekonomik ve sosyal sorunlar içinde bunalan ve ayakta kalma mücadelesi veren Ermenistan Cumhuriyeti yöneticilerinin akıllarını başlarına alması, Türkiye ile düşmanlığın Ermenistana vereceği maddi ve manevi zararları idrak etmeleri lazımdır. Burada iki ülke arasındaki güç dengesi Türkiyeden yanadır. Ermenistan her şart altında Türkiye ile iyi komşuluk ilişkilerini tesis etmek zorundadır.
Aslında sorunun 90 yıl önce çözüldüğünü Atatürk’ün  başlıktaki sözlerinden anlamak mümkündür..
Dr.Tahir Tamer Kumkale 

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder