Donanma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Donanma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2019 Çarşamba

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 10

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 10


4. SONRASI (SEÇMECECİLİK ve LİNÇ) 

Sabah olduktan sonra askerî sahada kurulan tuzaklar hedeflerine ulaşmıştı. Ardından masum Türk Silahlı Kuvvetleri personelini şimdi adliye ve idarenin ortaklaşa hak ve hukuk tecavüzleri bekliyordu. 

Bunlar da çok şiddetli, çabuk ve yüksek sesle yapıldı ki kimse muhalif bir imada, eylemde, söylemde bulunamasın, sorgulayamasın. 

Daha hiçbir şeyin ne olduğu bile belli değilken, gözaltından adliyeye götürülürken meydanlarda toplanmış insanların arasından nakledildiler ki psikolojik olarak bitirilsin ler. Memuriyetten, bir daha bu topraklarda onurlu bir şekilde yaşayamayacak formatta ihraç edildiler ki çocukları bile acı çeksin. 

İtibarsızlaştırma ve sosyal linç o denli şiddetli yapıldı ki eşler kocalarından, çocuklar babalarından, ana-babalar yavrularından, akrabalar kardeşlerinden şüphelenir hale getirildi. 

Buna karşılık kendilerine pusu kuran silah arkadaşları ve komutanları da ajitasyon, yalan beyan, gerçeğe aykırı ifadeler, tutarsız ve sahte belgelerle kahramanlaştırıldı. 

Soruşturmalar ve kovuşturmalar süresince “otomatik yalan söylüyor” ön kabulüyle hareket edildi. 

Gemi jurnallerinde yer alan deliller karartıldı, aynı fiili yapan kişiler için tutuklama ve ihraçta seçmece davranıldı. Bilgi alma tutanakları hazırlanırken, ifadeler alınırken yöneltilen sorularda seçmece davranıldı. 

Örneğin Levent Kerim Uça’yı etkileyen sorularda seçmececilik yapıldı. 

TCG TUFAN’ı Levent Kerim Uça’nın telefondan verdiği şifahi-sözlü emriyle seyre kaldıran İrfan İskender’e Bilgi Alma Tutanağı’nda “Komutanlık ehliyetinin olup 
olmadığı” soruldu, cevaben de “olduğu” belirtilmiştir. 

Halbuki burada saklanan gerçek şuydu: Ayhan Bay’dan emir alan Levent Kerim Uça, tuzağın ortaya çıkmaması için tüm gemilerin seyre çıkarılması gerekmesine binaen o gün seyre hazır nöbetçi gemi olan ama ilginç bir şekilde komutansız bulunan TCG TUFAN’ı da seyre kaldırmalıydı. Bunun için birkaç saat önce başka bir geminin komutanı iken ayrılışını yapmış bulunan İrfan İskender’i aradı ve gemiyi seyre kaldırmasını emretti. 

İrfan İskender’in ise artık “komutan” vasfı yoktu. Bu durum bir emirle görevden geçici olarak uzaklaştırılan bir subayın artık emir verme yetkisinin kalmayışından daha ciddi bir “yetkisizlik” durumuydu. 

Hatta Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş 16 Temmuz 2016 günü Önder Öngör’e “Ayhan Bay’ın FETÖ’cü olduğunu bilmiyor musun, neden onun emirlerine uydun” diye çıkışmışlardı. Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş’ın, Ayhan Bay’ın sınıf arkadaşı olmalarına rağmen FETÖ’cü olduğunu kimseyle paylaşmamışlar hatta onun emriyle gemileri seyre kaldırmışlar sonra da tüm suçu Önder Öngör’ün üzerine atma bayağılığını sergilemişlerdi. 

Levent Kerim Uça yılların mesleki birikimi nedeniyle tabi ki bu detayları biliyordu ama aynı kesinlikle de biliyordu ki kendisini nasıl olsa ilerleyen süreçte kurtaracak komutanları ve arkadaşları vardı. Dolayısıyla TCG TUFAN’ı yetkisiz bir subayı yetkisizce ve kanuna aykırı bir şekilde gemi komutanı yetkileriyle donatıp bir gemiyi seyre kaldırdı, 4 gemiyi de Gölcük limanına dönmesi gerekirken Marmara’ya geri döndürdü. 

Ardından da raporlara-belgelere bu konular hep sanki Levent Kerim Uça yasal bir görevlendirme yapmış gibi gösterildi, Levent Kerim Uça da terfi ettirilerek amiral yapıldı. 

İhlal edilen haklar karşısında seçmece tavır sergileniyor, CMK’da savcıya verilen “şüphelilerin haklarını savunma” sorumluluğu hiç dikkate alınmadan iddianameler hazırlanıyordu. 

Tüm süreç iftira ve gerçeğe aykırı beyanlar üzerinden yönetildi. Bu beyanlar resmi makamları ele geçirenlerce evrak formatında gönderilince sadece bir “yazılı beyan” iken resmi belge muamelesi gördüler. 

Halbuki yazılı da olsa onlar beyandı ve o beyanları hazırlayanlar da 15-16 Temmuz gecesinde denizdeki pusuyu, sonrasında da adli ve idari hile ve tuzakları yönetenler di. 

5. SONUÇ 

Bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı; çok üst düzey komutanların devletlerine ve milletlerine ihanet pahasına, 300 kişinin 
öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına; bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak ve kasıtla gerçekleştirildi. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genlerine müdahale edilerek menfaatçilik, pusuculuk, bireylere odaklı itaat, değerler yerine menfaatler doğrultusunda hareket, masum kişilerin kendilerini aşıp çocuklarına varan bir nefret ve vahşet ikame edildi. 

O gece donanmada tüm gemiler aynı anda ve ortakça seyre çıkarıldı, sonrasında Kuvvet Komutanı ve Donanma Komutanı başta olmak üzere “kapalı çevrim” tesis edilerek bazı gemi komutanları ikaz edilip diğerlerinden ayrıldılar. 

Bu arada olan biteni anlamayıp direktif isteyenlere bu iki komutan başta olmak üzere kendileriyle işbirliği içinde hareket eden diğer tuzakçılar hep oyaladılar, “bekle, emir vereceğim” dediler ama o emri bir türlü vermediler. 

Aksaz’da paralel karargah kurup tuzağı yönettiler. 

Ertesi sabahtan itibaren infaz listelerini savcılıklara verip masum askerleri tutuklattılar. Bu savcıların, Donanma Komutanlığının verdiği infaz listeleri doğrultusunda başlattıkları soruşturmalar ve Cihat Yaycı’nın geliştirdiği başka kriterler bahane edilerek bu askerler memuriyetten ihraç edildiler. 

Deniz Kuvvetleri’nin kendisinin verdiği infaz listeleri üzerinden soruşturma açılıp soruşturma nedeniyle ihraçlar yapılıp ardından da iddianamede “ihraç edilmiştir” 
diyerek bir hukuksuzluk kısır döngüsü üzerine adli yaptırımlar devam etti. 

Geçen süre içerisinde hürriyetleri elinden alınan çok sayıda masum askerle ilgili gerçekleri ise iddianameler yayınlanıp eklerinde gemi jurnalleri, seyir plotları, ifade tutanakları gibi belgeler ortaya dökülünce görebildik. 
Kısaca, Türk Deniz Kuvvetleri’nin komutanları yaptıkları haince bir pusu planıyla masum askerleri pusuya düşürmüşlerdi. Tam bir vatana ihanet örneğiydi. 
Hakimler ve savcılar da, gözlerinin önündeki 2500 civarındaki kişinin ifadeleri, yüzlerce sayfalık askeri belgeler, dilekçeler, pusuyu itiraf eden yüzlerce sayfalık beyanlar ortada olmasına rağmen Türkiye’deki bu linç atmosferinde vatan hainliği yapan komutanlarla birlikte hareket ettiler. 

Hukuk bütün temel kaide ve ilkelerine aykırı olarak daha önce hukuk kullanılarak haksızlığa maruz kaldığını iddia eden kişi ve gruplarca iğfal edilmiş, aynı standart ve rutin işlemleri yapanların bir kısmı kahraman diğer kısmı vatan haini ilan edilmiş, hukuk insanları bilerek ve ısrarla bu grubun kasıtlı yönlendirmeleri ve aldatmaları ile hukuk katlinin mümessili olmuşlardır. 

Tarafsız ve adalet terazisini esas alan objektif ve tutarlı bir yaklaşımla bakabilen herkesin aklının ve vicdanının kabul edeceği gibi hain darbe girişimi ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyenler şu anda Türkiye’deki hakim güçler ve onlardan emir alan yasal görünümlü ama illegal kanun tanımazlardır. 

Biliyoruz ki, kanunsuzluk ve hukuksuzluk sonsuza dek süremeyecek!..

Biliniz ki, burada paylaşılan ve açıklanan belgeler, var olanların çok azı!..


***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 9

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 9

Bir pusu, ihanet, biat, nefret ve vahşet sarmalı, 15 Temmuz Süreci, Donanma, Kanunsuzluk, Hukuksuzluk ,Türk Silahlı Kuvvetlerini, yeniden dizayn etmek, hazırlanmış kontrollü bir darbe, senaryosu olduğu, Deniz Mert,



Tabi bu arada Yalçın Payal aslında İskender Yıldırım’la birliktedir. 02.33 “Yem” emrini de aslında Donanma Komutanı verdirmiştir ama emrin maksadı gemilerin 
limana dönmesi değil kimin emre itaat edip kimin etmeyeceğini ölçmektir. Yani 300 civarında kişinin öldüğü gecede bazı şahıslara özel direktif verilirken 
önceden hazırlanan listelere göre seçildiği anlaşılan diğer asker personele bilgi verilmeyerek, direktif verilmeyerek böyle yem bir mesajla “limana girin de ateş altında kalın” dercesine hem de yetkisiz bir kişi adıyla emir verilmiştir. 

Emri İskender Yıldırım adıyla verselerdi tüm gemiler dönecekti çünkü Ahmet İskender Yıldırım gemilere emir verme yetkisine sahip olan kişiydi. Ancak bu durumda emre herkes itaat edeceğinden filtreleme yapılamayacaktı. 

Bu emrin “yem” olduğunu İskender Yıldırım’ın kendisi Ereğli İddianamesinde itiraf ediyor. Bir sivil için çok normal görünen bu ifade aslında askerler için sadece “yem” mesajın değil birden fazla suçun itirafıdır. 

Özetle şöyle denebilir. İskender Yıldırım 02.33 emrinin kimin devletin yanında olduğunu kiminse emirlere aykırı davrandığını test etmek için bu emrin verildiğini söylüyor. Başlangıçta iyi niyetli görünen bu emir aslında hiç de öyle iyi niyetli değildir. 

Eğer bu emir iyi niyetli olsa, gecenin o saatinde, tüm Türkiye kaosta iken o kadar gemiyi limana döndürüp ateş altına atmak yerine denizdeki komodorlardan birisinin emrinde belli bir saha içerisinde sabaha kadar tutmak tercih edilirdi. Kim bu emre uymazsa onun hakkında hemen işlem yapılırdı. Verilen emrin icra süresi en az 3-4 saatti. Nitekim ertesi gün 09.06’da verilen emri alan gemilerin ortalama limana varış süreleri (birkaçı istisna) o kadar sürmüştür. Eğer denizde karakol sahası verilse, gemilerin belli bir nizamda tertiplenmesi sadece dakikalar alırdı. 



Yalçın Payal, İskender Yıldırım ya da Veysel Kösele böyle çok daha emniyetli ve gemileri çok daha kısa sürede kontrol altına alacak bu tedbiri düşünemeyecek kadar acemi denizciler değillerdir. Bu usülü tercih etmeyip gemileri ateş altına aldıracak bir emri verdirmek kesinlikle kötü niyetlidir. Kendi silahlı kuvvetlerinin askeri personelini böyle bir tuzağa çekme fiili, karşılığı olan suçun kanunlarımızda dahi öngörülmemiş derecede aşağılık bir fiildir. 

Belge 24 İskender Yıldırım'ın, gemilerin seyre kaldırılmasının "sahte" emirle olduğunu bildiğinin ama bunu kimseye söylemediğinin delili. 
Bu kısım, TCG YILDIRIM Komutan ve 2’nci Komutanları hakkında hazılrlanan Ereğli İddianamesi’nin 28’nci sayfasından alınmıştır. 

İskender Yıldırım’la ilgili olarak Donanma Duruşmalarında da bazı gerçekler ortaya çıkmıştı. Bunlardan en dikkat çekici olanları şöyle sıralanabilir: 

Gölcük bölgesindeki en kıdemli komutan olması nedeniyle, İstanbul’da olan Donanma Komutanı’nın vekili iken İstanbul yolundadır. 
Gemilerin seyre çıktığı haberini alınca üsse döner ama karargahına gidip oradan süreci yönetmesi gerekirken “poz vermek üzere” Ayhan Bay’ın evine gider, ondan sonra karargahına gider. 
Kendisini almaya Hayrettin İmren geldiğinde hiç direnç göstermezken, Kurmay Başkanı Murat Erdem’e “poz vermek üzere” o… çocuğu, sen adam mısın, 
komutanını alıyorlar tepki göstermiyorsun” diye hakaret edip bağırır. Yine sıkıyönetim ilanına dair mesajı kendisine getirdiklerinde “ne darbesi, darbe 
marbe anlamam” demek yerine “neden daha önce getirmediniz” gibi bir Tümamiral’e yakışmayacak anlamsız bir tepki gösterir. 

Merkez Komutanlığına gidince de, gemilere emir vermek yerine, gazoz içer, Gölcük’ten döner siparişi verir. Daha sonra serbest kalınca da Yalçın Payal’la beraberdir ve gemilere de kesinlikle emir vermez. Halbuki bu ifadede gemilerin seyre kaldırılışının “sahte” emirle olduğunu aslında itiraf ediyor. 

Donanma Kurmay Başkanı ve Harp Filosu Komutanı beraberken, yetkisiz Yalçın Payal’ın kendisine bağlı olmayan Harp Filosu bağlısı gemilere emir gönderirken bu emri neden gerçekten yetkili amir durumundaki İskender Yıldırım’ın değil de kendisinin verdiği de soru işaretidir. Zaten Donanma Komutanı da çektiği mesajda “emir komuta zinciri bozuldu” demişti. Yani İskender Yıldırım ve Yalçın Payal önce emir-komuta zincirini bozuyorlar sonra da onlara bunu emretmiş kişi olan Veysel Kösele “emir komuta zinciri bozuldu” diye emir hazırlatıyor. 

Tabi bu noktada bir asker şahsın sorgulayabileceği ama bir sivilin aklına gelmeyecek bir detay ortaya çıkmaktadır. Gemiler seyre kalkarken denizde, bir Temmuz günü olmayan rüzgardan teknesi batan 2 yüzücü, cumhuriyet tarihimizin en büyük terör olayının gerçekleştiği esnada Deniz Askeri Yasak Sahası’nda gemilere doğru yüzmektedir. Yine Ankara ve İstanbul semalarında savaş uçakları uçmaktadır. Yine İzmit Körfezi’nde, Kocaeli Valisinin Tezcan Kızılelma’ya “bunlar sizin mi” diye sorduğu kimliği belirsiz helikopterler uçmaktadır. 



Belge 25 Aksaz'da TCG GELİBOLU’da kurulan adı Komuta Merkezi olan ama gerçekteki fonksiyonu sadece tuzağı yönetmek olan, Aykar Tekin, Özden Yazıcıoğlu, Berke Uraz ve Ali Tuna Baysal tarafından işletilen, tüm gece boyunca Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu ile irtibatta olan, kayırılan birtakım kişiler dışında kimseye bir katkı sağlamayan aksine gerçeklerden haberi olmayan Türk Silahlı Kuvvetleri personelini tuzağa çekmeye çalışan merkezden TCG KALKAN Komutanı Bnb. Murat Dinçel’e “havada uçaklar ve helikopterler var” diye uyarı yapıldığının belgesi. Belge; Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 15-16 Temmuz tarihlerinde Gölcük Bölgesi’nde yaşanan olayların özetleyen bir evrakın EK-G’sinde yer alan Dz.Bnb. Murat Dinçel’in Bilgi Alma Formu’nun 3’üncü sayfasından alınmıştır. 













Havada kimliği belirsiz uçaklar uçarken, Kimliği belirsiz helikopterler uçarken, Deniz Askeri Yasak Sahası’nda yüzücüler gemilere doğru yüzerken, Türkiye’nin birçok yerinde patlamalar olur ve silahlı cinayetler işlenirken, Adalar bölgesinde sinsi taarruz botlarının dolaştığı ihbarı varken, Yalçın Payal Donanma çapında SABKOR’u yükseltmişken, 
En az 40 yıldır üniforma giyen Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım’ın; “aslında terör tehdidi yoktu, terör tehdit ihbarı sahteydi” diyebilmesi için arka planda işletilen hain tuzağı biliyor olması gerekir. 

Zaten Donanma Duruşmaları esnasında Hayrettin İmren, mahkeme heyetinin huzurunda “hem İskender Yıldırım hem de Yalçın Payal darbe konusunu önceden biliyorlardı” diyerek açıkça söylemiştir. 

Diğer konu, gemilerin emniyetine odaklanmak yerine gemi komutanlarını o kaos ortamında “filtreleyebilmek” üzere bir “yem” emir veriyorlar. Emri Donanma Komutanı veriyor. Bu emirle “kim itaat edecek, kim etmeyecek onu anlarız” kanaatindeler. Emre sadece TCG BORA itaat ediyor ve o da limana geldiğinde “ateş açacağız” anonsu ve sahildeki silahlı askerleri görünce hemen geri dönüyor, sabaha kadar da bir daha sahile yaklaşmıyor. 

Bir oramiral, bir tümamiral ve bir tuğamiral, donanmanın en değerli unsurlarını, onların yüzlerce personelini ateş altında bırakma pahasına “yem” bir mesajla tuzağa çekiyorlar. Halbuki niyetleri iyi olsaydı “bir darbe kalkışması var, bu kalkışmada şu şahıslar var, şu andan itibaren sıkıyönetim mesajını dikkate almayın ve şu şekilde hareket edin” diye emir verebilirlerdi. Veysel Kösele TCG BÜYÜKADA Komutanı’na yaptığı gibi tüm gemi komutanlarına da yapabilirdi. 

Mesleki birikimleri, rütbeleri, statüleri, teknik imkanları bu emirleri vermeye yeterliydi. Kamu görevlisi olarak ana sorumlulukları da bu olmasına rağmen yapmadılar. Aslında böyle yapmamaları gemileri limana döndürme iradesi olmadığının ve başka hain bir planın işlediğinin kanıtıdır. Telsiz devrelerinden çekilecek basit bir mesajla ya da bir basit SMS ile tüm gemilere ulaşılabilirdi ama yapılmadı. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin personeli önceden yapılmış hain bir plan gereği, o gece “YEM” yapıldı. 

Bu yöntem daha sonradan atılan ve devletin rejim değişikliğinin gerçekleşmesine kadar gidecek sürecin ana çekirdeği oldu. 

Ereğli İddianamesindeki ifadesinin devamında, Ahmet İskender Yıldırım, Yalçın Payal’la yan yana olduğunu da itiraf ediyor. Gemilere emir verme yetkisi kendisinde iken emri onun vermesini sağlıyor. Böylece; gemiler limana döndüğünde yaşanacak çatışma, kaza, ölüm-yaralanmalardan dolayı doğacak sorumluluk “kendisine emir verme yetkisine sahip olmayan birinin verdiği emre itaat etmek suretiyle bunlara yol açan” gemi komutanlarında olacaktı. 

Hatırlarsanız Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç, TCG GÖKOVA Komutanı’nın “nasıl hareket edelim” sorusuna cevap vermiyordu. 

Yine her şeyi hatırlayan Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç’un ifadesinde 02.33’teki emri kimin verdiğini de net hatırlamadığını beyan ettiğini 
görüyoruz. 



Belge 26 Yalçın Payal’ın İskender Yıldırım'ın yanında iken gemilere yetkisiz olmasına rağmen emir verdiğinin kanıtı. İskender Yıldırım’ın Ereğli iddianamesinde yer alan ifadesinden alınmıştır. 

Daha sonraki bir tarihte komodor Aydın Sezenoğlu, diğer 2 albay Erdinç Altıner ve Hasan Özyurt’un huzurunda TCG ORUÇREİS Komutanı Dz.Kur.Yb. Güray Çerman’a bu 02.33 emrinin “yem” olduğunu itiraf etmiştir. Dolayısıyla bu metinde kullanılan “yem” ifadesi Aydın Sezenoğlu’na aittir. 

Bu husus, ilgililerce 15 Haziran 2017’de Milli Savunma Bakanlığına verilen dilekçede tüm detaylarıyla da açıklanmasına rağmen Milli Savunma Bakanlığı, vatana ihanetin belgesi sayılabilecek böyle bir müracaata işlem yapmadı. 

3.6. Atraksiyonlar (Zamanında reaksiyon gösterilmesini engelleyip sonra şov yapma eylemleri) 

Sabaha kadar; üssü ele geçiren Hayrettin İmren’e karşı ne yapalım diyen Mustafa Bardakçı’ya “mukavemet etmeyin” şeklinde emir veren Yalçın Payal, yine amiraller botla kaçmak üzere hazırlık yaparken bunu rapor ettiğinde “bir şey yapmayın” diyen Yalçın Payal, Merkez Komutanlığında gemileri düşünmek yerine gazoz içip döner sipariş eden İskender Yıldırım, telefonunu kapatıp bekleyen Recep Bülent Bostanoğlu, bazı kişilere telefonla “bekle” derken bazılarına da “sıkıyönetim mesajına işlem yapma” diye suflede bulunan Veysel Kösele, sabaha kadar tuzağı işletip olgunlaştıran Aykar Tekin ve Berke Uraz ilerleyen saatlerde de atraksiyonlara başladılar. 

Daha kaçma hazırlığındayken “bir şey yapmayın” denilen Sahil Güvenlik botunu, atraksiyon kapsamında 2 hücumbotla engelleme atraksiyonuna girdiler. 
Saat 07.00 civarında, o saate kadar kamarasını kilitli tuttuğu Donanma Komutanı’ndan gidip özür dileyen ve “artık emrinizdeyim komutanım” diyen Özgür Öztürk’ün komutasındaki TCG YAVUZ’un sadece yanında bir şey yapıyormuş gibi poz vermek üzere, emre girişten 1,5 saat geçtikten sonra TCG BÜYÜKADA ve hücumbotlara “TCG YAVUZ’un yakınında mevki alın” emri verdiler. 

Gemilerle hiçbir emir komuta bağlantısı olmayan Tuğa. Özdem Koçer vasıtasıyla TCG FATİH’e “yaptığınız iş değildir” diye ne olduğu, ne manaya geldiği belirsiz bir anons yaptırmaya çalıştılar. Ama Özdem Koçer bunu derken koordinesiz hareket ettiğinden Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Donanma Komutanı’yla irtibatta olduğunu, onların “anonsu sen yapma, başkasına yaptıracağız” dediğini söyleyen TCG FATİH komutanı karşısında ne diyeceğini bilemedi. 

Korunan herkesin ifade tutanaklarına, gemi jurnallerine standart “olayları sorguladım” ibaresi yazdırıldı. 

Ereğli’deki 

TCG YILDIRIM’a, senelik izindeki Haluk Baybaş “Marmara’ya intikal et, TCG YAVUZ’u ikna et” diye emir verdi. Geminin Marmara’ya gelmesi 10 saatlik bir 
intikal demekti. Halbuki o işi yapabilecek Marmara’da çok gemi vardı. Ama eğer Marmara’daki gemilerden birisi görevlendirilirse bu atraksiyondan Haluk Baybaş 
nemalanamayacaktı. Çünkü Marmara’daki gemiler onun komodorluğunun gemisi değildi. Zaten 10 saat sonra gelecek bir fırkateynin diğer bir gemiyi ikna etmek için yapabileceği şeyin ne olduğu da meçhuldü. Maksat atraksiyon olunca böyle mantıksal sorgulamalara da gerek yoktu. 

Yine gemi komutanı özür diledikten 1,5 saat sonra, Aksaz’daki Tuzak Yönetim Merkezi’ndeki Berke Uraz tarafından hücumbot komutanlarına “YAVUZ’un 
pervanelerine halat dolamaya hazırlanın” yönünde bir emir verildi. Böyle bir faaliyet angajman kuralları yönergesinde yazan bir faaliyettir, angajman kuralları yönergesini Başbakanlık yayınlamıştır. Berke Uraz angajman kuralını iptal edebilecek, bir savaş gemisine operasyon yaptırtabilecek (!) kadar kudretli bir binbaşıdır. 


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 8

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 8



TCG ORUÇ REİS Komutanı Dz. Kur. Yb. Güray Çerman Donanma Komutanı’nı aradığında “Ben sana emir vereceğim emrimi bekle” diye emir verdi. Sonra o emir bir türlü gelmedi. Sonra da Güray Çerman ve subay olan eşi birlikte memuriyetten ihraç edildiler… 

Donanma Komutanlığı Harekat Başkanı Dz.Kur.Kd.Alb. Mustafa Bardakçı, Hayrettin İmren üste kontrolü ele geçirince Yalçın Payal’dan direktif istedi. Payal “mukavemet etmeyin, emir bekleyin” dedi. 

Yine Donanma Komutanlığı Harekat Başkanı Dz.Kur.Kd.Alb. Mustafa Bardakçı; Hayrettin İmren, Nazmi Ekici ve Ayhan Bay’ın kaçma hazırlığı içinde olduğunu 
öğrenince Yalçın Payal’dan bir daha direktif istedi. Payal “bir şey yapmayın, sadece takip edin, emir bekleyin” dedi. 

Daha sonra, yakalayamayacakları belli olmasına rağmen sadece “şov” maksatlı 2 hücumbotu, Aksaz’dan Gölcük’e müdahale eden Bnb. Berke Uraz vasıtasıyla amiralleri kaçıran SG-19 botunun peşine taktılar. 

Tabi sadece şov maksatlı olunca yakalama atraksiyonu da birilerinin kahramanlaştırılmasından başka bir tek amaca hizmet etti: Bir binbaşıya yaptırdıklarını Donanma’nın Harekat Başkanı olan Mustafa Bardakçı’ya yaptırmayarak onu pasifize edip sonra da Yalçın Payal imzalı usulsüz bir evrakla “sıkıyönetim mesajı yönünde irade göstermiştir” deyip Mustafa Bardakçı’yı tutuklatabildiler. 



Halbuki Mustafa Bardakçı’nın personeli, kendilerine “amirlerinizden darbeye destek mahiyetinde emir aldınız mı” manasındaki sorulara hep “hayır almadık” diye cevap vermişlerdir. 

TCG GÖKSU’ya komuta eden Dz.Kur.Yb.Hakan Sasa, Kuvvet Komutanı’ndan direktif istediğinde “direktif vereceğiz, emir bekleyin” cevabını aldı ama o direktif bir türlü gelmedi. Halbuki Kuvvet Komutanı o gece 150 civarında telefon görüşmesi yaptığını iddia ediyordu. 

TCG FATİH Komutanı Dz.Kur.Yb.Mehmet Ali Yağış, Donanma Komutanı’na “komutanım herkesin kafası karışık, telsizden çağrı/anons yapıp denizdeki tüm 
birlikleri ikaz edeyim mi?” dediğinde “anonsu başkasına yaptıracağız, sen bekle” cevabını aldı. Böyle bir anons da hiç yapılmayarak gemilerdeki kafa karışıklığı devam ettirildi. 

AKH Komodoru Sebahattin Çoruk olayları sorgulamaya başladığında Aykar Tekin “sen benim sesimi tanımıyor musun, ben Kuvvet Komutanı ile irtibat halindeyim, benim emirlerim onun emirleridir” dedi. Sebahattin Çoruk’a böyle diyen Aykar Tekin, yine aynı Sebahattin Çoruk’a emrindeki 3 gemiyi Mersin, Antalya ve Alanya önlerindeki karakol sahalarında bulundurma emrini veren Aykar Tekin’di. 

İlginç bir şekilde Aykar Tekin’in tuzakları Özden Yazıcıoğlu ile birlikte yönettiği Aksaz’da ciddi bir soruşturma yapılmadı. Sadece Foça ve Gölcük’te soruşturmalar yapılıp infazlar gerçekleştirildi. 

Foça’da savcı gelip ifade aldı ve kimleri alacaklarına karar verdi. Bundan dolayı da tüm gemi komutanları davanın şüphelisi yapıldı. Öyle olunca da kayırılması gereken gemi komutanlarından da “sanık” durumuna düşenler oldu. 

Gölcük’te ise Donanma Komutanlığı müdahale ederek özellikle TCG BÜYÜKADA Komutanı başta olmak üzere “güvenilir” diye kategorize edilen kişilerin soruşturmalara dahil edilmemesini sağladı. 

“Beklet ve pasifize et” adımlarından sonraki infazlarla ilgili ise şu hususlar dikkat çekicidir: 

Donanma Komutanlığı o gece Ayhan Bay’ın doğrudan emir verdiği Hamdi Toker gibi kayırılması gerekenleri kayırabilmek için gelen savcı ve kolluk personelini üsten içeri almadı, dışarıda bekletti. Bu bekletme esnasında daha önceden hazırlanmış infaz listelerinin son kontrolleri yapıldıkça masum askerler peyder pey savcılığa göndertilip tutuklatıldı. 


Belge 21 Donanma Komutanlığının kimlerin gözaltına alınacağına karar verdiğinin belgeleri… Üstteki belge Ali İhsan Gürler’in, alttaki ise Mustafa Bardakçı’nın mahkeme evrakından alınmıştır. Ali İhsan Gürler bu belgede 26 
Ağustos 2016 tarihli savcılık yakalama kararına istinaden gerçekleştirilecek işlemde Donanma Komutanlığının listeye müdahale ettiği, Mustafa Bardakçı da Gölcük Cumhuriyet savcısı tarafından bir listenin istendiğini belirtmektedirler. Yani Gölcük’teki infazlar savcıların kendi soruşturmaları neticesinde değil Donanma Komutanlığının düzenlediği, tadil ettiği, müdahale ettiği listeler üzerinden gerçekleşmiştir. Hakim’in tutuklamayı yaparken “nedenini sonra öğrenirsin” cevabı da Türkiye’de hukuk insanlarının ne kadar hukuk kaygısı taşıdıklarının ayrı bir göstergesi olmuştur. 

3.5. “Yem” Mesajla Gemileri Ateş Altına Atma 

Deniz Kuvvetlerinde 15-16 Temmuz gecesi gerçekleşen en haince hazırlanmış tuzaklardan birisi, Yalçın Payal isimli ve Donanma Komutanlığında Kurmay Başkanı olarak görev yapan şahsın sadece fırkateynlere gönderttiği bir CHAT mesajı idi. Mesajda kısaca “Yalçın Payal emridir, bu emri alan gemiler limana dönecektir” diyordu. 

Aynı Yalçın Payal, daha önce de belirtildiği üzere, Donanma çapında SABKOR Hazırlık Durumunu yükselten ve bir daha indirmeyen Yalçın Payal’dı. 

Yalçın Payal’ın gönderttiği mesaj hilelerle doluydu: 

Kendisinin denizdeki birliklere emir verme yetkisi yoktu Mesajda kelime oyunu yapılmış “Yalçın Payal emridir” denilmişti. Cümlenin böyle kurulması subaylara öğretilen durum muhakemesi kapsamında “size emretme yetkisi taşımayan bir kişinin verdiği bu emri dikkate almayın” demektir. 


Belge 22 Yalçın Payal’ın “limana dönün” emrine rağmen dönmeyen Hamdi Toker’e Donanma Komutanı’nın önceden, diğer gemi komutanlarına ya da komodorlara direktif vermezken “bölgeden ayrılma” diye direktif verdiğinin belgesidir. Bu belge Donanma İddianamesinin eklerindeki yer alan evraklar arasındaki Hamdi Toker’in Bilgi Alma tutanağından alınmıştır. 

Bu CHAT mesajını gönderirken “tüm gemiler limanlarına dönsün” demiyor “sadece emri alan birlikler dönsün” diyordu. Yani kimse kimseye emri iletmeyecek, emri doğrudan alan gemi dönecek demekti. 
Emir de sadece tutuklanan gemi komutanlarının olduğu fırkateynlere gönderildi. Diğer gemiler emri alamadılar. Örneğin hücumbotlarda zaten bu CHAT sistemi 
kurulu olmadığından teknik olarak da alamazlardı. Dolayısıyla hücumbotlar emri yerine getirmediklerinde “bizde sistem yok, mesajı almadık, dönmedik” diyerek 
kurtulacaklardı. Bazı gemilerde de sistem hiç devreye girmemişti. TCG TURGUTREİS’te olduğu gibi o gemilere de “sistemi 2’nci Komutan kapattırdı” diye iftira atıldı. 

Kayırılan gemilerden TCG BÜYÜKADA komutanı hem korunmalıydı hem de bu mesajdan sorumlu olmamalıydı. Ona da Donanma Komutanı “sen bölgede kal” diye emir verince geri dönme sorumluluğundan kurtuldu. 

Mesaj konusunda her gemiye ayrı muamele yapıldığı da iddianame yayınlandıktan sonra ortaya çıktı. 

Aslında Deniz Kuvvetleri’nde ana muhabere vasıtası CHAT değil “BROADCAST” tabir edebileceğimiz telsiz muhaberesidir. Telsiz muhaberesi için İstanbul Radyo bile on yıllardır kullanılan bir ara vasıtadır. Yani Bülent Bostanoğlu ya da Veysel Kösele İstanbul Radyo’ya cep telefonuyla bağlanıp oradan uluslar arası telsiz frekanslarını kullanarak sadece Marmara denizi değil dünyanın tüm denizlerindeki savaş gemilerimize emir verebilirlerdi. Yapmadılar. Onun yerine kapalı çevrimden seçmece yaparak birilerine “sen sıkıyönetim mesajına uyma, sen kimseye bilgi verme, sen benden emir bekle” diye tek tek iletişim kurdular. 

Donanma İddianamesinin ekinde yer alan seyir kayıtları evrakında TCG BÜYÜKADA gemisinin seyir plotları, J-CHAT kayıtları, gemi jurnalinin 15 ve 16 Temmuz günlerine ait olan kısmı, Köprüüstü Müsvedde Jurnali ve SHM jurnali bulunmaktadır. Seyir plotları ve J-CHAT kayıtları haricinde diğer tüm hayati belgelerin, bir uzman gözüyle okunduğunda sonradan düzenlendiği de açıkça anlaşılmaktadır. Burada, konuyu uzatmamak için bu detaylara girilmeyecektir. 

Mesajda “limana dönün” denilmesine rağmen Hücumbotlar da, Aksaz’dan emir-komuta hiyerarşisinde yeri olamayan Berke Uraz isimli bir binbaşı vasıtasıyla telefonla yönlendirilip “Gölcük emniyetli değil, Gölcük’e gitmeyin” diyerek Karamürsel önlerine demirletildiler. Böylece onlar da korunmuş oldu. 

Daha sonraki süreçte sadece İzmir ve Gölcük’te soruşturma başlatıldı. Aksaz bölgesi için ciddi sayılacak hiçbir soruşturma açılmadı. Aksaz bölgesindeki soruşturma birkaç kişiyle sınırlı tutuldu. Eğer gemilerin seyre çıkarılmasını içerecek şekilde ciddi soruşturmalar açılsaydı, Kuvvet Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim komodor” dediği Aykar Tekin’in içeriği suç teşkil eden eylemleri açığa çıkacaktı. 

Şimdi gelelim söz konusu 02.33 mesajının neden “en haince hazırlanmış tuzak” olduğunun izahına… 

Öncelikle denizdeki birliklere komutada emir verme yetkisine sahip olmayan kişilerin emirleri yerine getirilmez. Denizdeki birliklere emir verilirken “Deniz Kuvvetleri Komutanı, Donanma Komutanı, Harp Filosu Komutanı emri” diye verilseydi emir yasal olurdu. Buna rağmen emir öyle verilmiyor. Donanma Kurmay Başkanı’nın emri şeklinde veriliyor. 

Bu teknik detayları geçelim ve esas konuya gelelim. 

TCG GÖKOVA Komutanı Yb. Resul Öztürk, neler olup bittiğini anlayabilmek için Donanma Harekat Merkezi’ni arayıp vardiya amiri Ufuk Koç’tan bilgi istiyor. Ufuk Koç kendi ifadesinde yazmadığı bir bilgiyi veriyor: Gölcük limanına giren gemilere ateş açılacak! 

Bu konuşma 02.30’da gerçekleşiyor. Demek ki “limana giren gemilere ateş açılacak” anonsu 02.30’dan daha önce yapılmıştır. 

Bu bilgi tüm resmi evraklarda, belgelerde, iddianamenin metninde, Donanma İdari Tahkikat ve Deniz Kuvvetleri Bilirkişi raporlarında karartılıyor. 

Limana Dönünce ne olacak? 

TCG BORA limana dönüyor ama yanaşamadan kaçmak zorunda kalıyor. Sahilde bulunan silahlı askerler direk gemiye bir tehdit teşkil ediyorlar. 

Belge 23 Gölcük'e gidecek gemilere ateş açılacağının 02.30'dan önce bilindiğinin belgesi. Gemilere yetkisiz Yalçın Payal’ın “limana dönün” emrini ileten Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç’un, “limana dönecek gemilerin vurulacağını" bile bile bu emri ilettiği görülmektedir. Ayrıca “limana dönün” emrini veren makam, gemi komutanının “nasıl hareket edelim” sorusuna ise cevap vermemiştir. Çünkü cevap verse kurulan pusu açığa çıkacaktır. 
Bu belge, Donanma İddianamesinin eklerinde yer alan “Gemilerin Seyir Kayıtları” başlıklı evrakın içerisinde, TCG GÖKOVA Gemi Jurnalinden alınmıştır. 

TCG BORA da bir hücumbot ama ona diğer hücumbotlara yaptıkları gibi “Gölcük emniyetli değil, limana gitme” demediler ve bir savaş gemisi ateş altında kalma gibi bir tehlikeyi göz göre göre yaşamış oldu. 

Eğer 02.33’te verilen emirle Marmara’daki 12 gemi limana dönse mutlaka bir çatışma olacak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin personeli arasında ölen ve yaralananlar olacak, gemi kazaları yaşanacak, belki gemilerdeki yüzlerce tonluk yakıt veya cephane nedeniyle TÜPRAŞ’ı tehlikeye atacak şekilde infilaklar gerçekleşecekti. 

TCG FATİH gemisinin Komutanı’nın ifadelerine göre Komodor Dz.Kur.Kd.Alb. Önder Öngör, emrindeki gemilere “limana dönülmemesini” emretmiştir. Bu gemiler TCG ORUÇREİS, TCG SALİHREİS, TCG KEMALREİS ve TCG TURGUTREİS’tir. 

Denizdeki diğer gemilerin durumu şöyledir: 

5 tanesi Levent Kerim Uça’nın emrindedir (TCG YAVUZ, TCG FATİH, TCG İMBAT, TCG KALKAN, TCG TUFAN), Levent Kerim Uça bu gemilere “limana dönün” 
dememiş, hepsini denizde tutmuştur. Kamarada kilitli kalmasının bu konuda tesiri yoktur zira tüm gemi kayıtları ve yüzlerce şahıs ifadesinden görülen o gece her şeyin cep telefonları üzerinden yönetildiğidir. Dolayısıyla kamara kapısını kilitlemelerinin konuya bir tesiri yoktur. 

TCG BÜYÜKADA Donanma Komutanı’nın emri gereği denizde kalmıştır, 

TCG GÖKSU Komutanı Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa, sınıf arkadaşı olan Dz.K.K. Emir Subayı Özkan Gülömür üzerinden Kuvvet Komutanı Bostanoğlu’na direktif talebini iletmiş ama Bostanoğlu Aksaz’daki binbaşıyla konuşurken bir Fırkateyn Komutanı’nın bu kadar masum bir talebine cevap vermeyerek maiyetini kaosa sevk etmek üzere hareket etmiştir. 

TCG GÖKOVA Komutanı ise Gölcük’te ateş altında kalacağını bildiğinden çok düşük süratle hem emrin gereğini yerine getirip hem de gemisini tehlikeye 
atmayacak ara bir çözüm bularak intikale geçmiştir. 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 7

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 7


Bir başka örnek Aykar Tekin’dir. 

Donanma İddianamesinin eklerinde yer alan resmi belgelere göre TCG GELİBOLU’da bir “Tuzak Yönetim Merkezi” tesis edildiği ve tuzağın buradan yönetildiği anlaşılıyor. 

Bu merkezle ilgili olarak Dz.Bnb. Murat DİNÇEL’in doldurduğu Bilgi Alma Formu’ndan şunları öğreniyoruz: 

Aksaz’dan Bnb. Berke URAZ aramıştır. Kendisi oradaki bir hücumbotun komutanıdır. TCG GELİBOLU fırkateyninde bir “Komuta Merkezi” kurulmuştur. 
Bu Komuta Merkezi’nde Albaylar Aykar Tekin ve Özden Yazıcıoğlu ile geminin komutanı Ali Tuna Baysal bulunmaktadır. 
Bu Komuta Merkezi’ndeki adı geçen subayların, kimsenin ulaşamadığı Deniz Kuvvetleri Komutanı ile doğrudan irtibatları vardır. 

Bu Komuta Merkezi ne yaptı, onu açıklayalım. 

Hatırlarsanız Recep Bülent Bostanoğlu savcılığa verdiği ve internette de yayınlanan ifadesinde bir çok isim arasında Aykar Tekin’i de sayarak “süreci güvendiğim komodor Aykar Tekin’le yönettim, 150’den fazla telefon görüşmesi yaptım, böylece o gün Deniz Kuvvetleri’nde kimsenin zarar görmemesini sağladım” demişti. 

Bnb. Murat Dinçel’in ifadesinde de bu irtibatın gerçek olduğunu, Marmara’daki hücumbotlarla Aksaz’daki Berke Uraz ve adı geçen Komuta Merkezi üzerinden Kuvvet Komutanı’nın irtibatta olduğunu görüyoruz. Bunun yanında böyle bir “süreci yönettim, hayatları kurtardım” beyanının pratik karşılığına baktığımız zaman acaba gerçekten Recep Bülent Bostanoğlu doğru mu söylüyor onu göreceğiz. 

Recep Bülent Bostanoğlu’nun o gece süreç yönetiminde yaptıklarının pratik sonucu şunlardır: 

Kendi harekat başkanı Tümamiral Sinan Azmi Tosun arayınca cevap vermemiş, aynı amiral yanındaki emekli bir koramiralin telefonundan Recep Bülent Bostanoğlu’nu aradığında ise cevap vermiştir. Kendi Harekat Başkanı “Komutanım emriniz nedir?” dediğinde ise “benden emir bekle” demiştir. 

Belge 18 TCG KALKAN gemisinin Komutanı Dz.Bnb. Murat DİNÇEL’in kendi el yazısıyla doldurduğu Bilgi Alma Formu. Form Aksaz'dan, Türkiye'nin 3 denizindeki gemileri seyre kaldıran Aykar Tekin'in bir Paralel Komuta 
Merkezi işlettiğinin belgesidir. Donanma İddianamesi eklerinde yer alan ve Donanma Komutanlığının Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği bir evraktan alınmıştır. 

Deniz Kuvvetleri Karargahı’ndan Tuğamiral İrfan Arabacı aradığında Kuvvet Komutanı ulaşılamazdır. 
Bunun yanında karargaha gitmeyen Tümamiral Macit Arslan, Albay Bülent Olcay aradığında ise ulaşılabilirdir ve onlara “karargaha gitmeyin, emniyetli bir yerde 
durun” emrini vermiştir. TCG GÖKSU’ya o gece komuta eden Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa arayıp direktif istediğinde vermemiş, geri dönüş de yapmamıştır. 



Belge 19 Aykar Tekin'in kendisinden emir bekleyen AKH Komodoru’na "sen bana ulaşamazsın, ben istersem sana ulaşırım" diyerek o gecenin seçmece hareketlerinden birini açık ve ispat etmesi. Bu belge, AKH Komodoru olarak 
görev yapan Dz.Kur.Kd.Alb. Sebahattin Çoruk’un 24 Temmuz 2016 tarihli Bilgi Alma Tutanağının 4’üncü sayfasından alıntıdır. 

Bunun yanında Marmara’daki 3 hücumbotun (TCG İMBAT, TCG KALKAN, TCG TUFAN) komutanlarının ifadelerine, gemilerin jurnallerine bakıldığında “Deniz 
Kuvvetleri Komutanı emri gereği güvenilmeyen kişilerle konuşulmayacağı” şeklinde bir direktifin beyan edildiği görülüyor. Mersin’deki 3 geminin Mersin’den kaldırılıp birinin Mersin, birinin Alanya diğerinin de Antalya açıklarında karakol sahasında emir beklemesi direktifinin verildiği görülüyor. 
Eğer sahilde gemilere karşı bir terör tehdidi söz konusu ise sadece sahilden açık denize çıkıp uygun bir yerde beklemek yeterlidir. İzmir ve Marmara’da bu yapılmıştır. Mersin’de ise Aykar Tekin millerce uzak mesafelere, Antalya ve Alanya’ya gemi gönderilmesini emretmiştir. 

Mersin’deki durum bununla sınırlı değildir. 

Güney Görev Grup Komutanı Vekili Aykar Tekin, emrinde görev yapan ve o sırada 3 gemi ile Mersin’de bulunan AKH komodoru Dz.Kur.Kd.Alb. Sebahattin Çoruk’a hem de sıkıyönetim mesajını aldıktan sonra seyre kalkma emri verip sonra ulaşılmaz oluyor ve arada da “sen bana ulaşamazsın, ben sana ulaşırım” diyordu. Yani, Marmara’daki bir gemi komutanı binbaşı “Aykar Tekin’le irtibat halindeyim” derken, o gece Aykar Tekin’in emrinde hareket eden bir komodor onunla devamlı irtibat kuramıyordu. 

Aykar Tekin tarafından gemilerin seyre kaldırılması, kendisinin Sıkıyönetim Direktifi geldikten sonra “bana ulaşamazsınız, ben size ulaşabilirim” diyerek ortadan kaybolması, aslında TCG GELİBOLU’da, emir komuta zinciri içerisinde olmayan ve görev itibarı ile gemide bulunması son derece şaşırtıcı olan Alb. Özden Yazıcıoğlu ile birlikte bulunması, TCG GELİBOLU’nun muhabere sistemleri tüm gemilere ulaşmaya ve mesaj gönderme ile irtibat kurmaya elverişli iken bu sistemlerden denizdeki gemilerin uyarılmaması, sadece telefon vb. ile ve sadece seçilmiş kişilerle irtibat kurulması ayrıca sorgulanması gereken konular olmasına rağmen Aykar Tekin korumaya alındı. 

Alb. Aykar Tekin, Sıkıyönetim Direktifini görmesine rağmen bu emri vermiştir, yani her şeyi bilerek yapmıştır. Zaten 15 Temmuz’dan sonraki dönemde “darbe’nin olacağının 4-5 ay öncesinden bildiğini” gemi komutanlarıyla yapılan bir toplantıda ifade etmesi de bunun başka bir ispatıdır. 

İşte Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim komodor Aykar Tekin’le yönettim” dediği süreç bu süreçtir, bu süreç yönetiminin gerçekleştirilmesinde kullanılan Komuta Merkezi de aslında sadece bir Tuzak Yönetim Merkezi’dir. 

Bu gerçeklerin kısaca karşılığı şudur: Recep Bülent Bostanoğlu, Aykar Tekin, Berke Uraz, Özden Yazıcıoğlu ve diğer isimler sadece denizdeki her şeyden habersiz diğer silah arkadaşlarına ve yüzlerce Mehmetçik’e tuzak kurmuşlardır ki bu eylemin askeri literatürdeki karşılığı “vatana ihanet” ile ifade edilir. 

3.4. Beklet!.. Pasifize et!.. Ve infaz et!.. 

Biraz önceki başlıkta izah edildiği gibi o gece izlenen esas yöntem direktif isteyeni bekletmek, pasifize edip bir şey yaptırmamak ve ertesi gün de tutuklattırmaktı. 

Bu başlık bir bakıma öncekinin özeti ve tekrarıdır. 

O gece komutanlarını arayan çoğu kişiye “bekle, mukavemet etme, sadece takip et, benden emir bekle, sadece benim emrimi bekle” şeklinde emirler verildi. Bunun yanında bazılarına ise “demirle, Gölcük’e gitme, Gölcük güvenli değil, YAVUZ’u takip et, SG-19’u takip et, engelle” gibi icraî emirler verildi. 

Kime “benden emir bekle” dendiyse o kişi bekletildi, pasifize edildi ve ertesi günden itibaren “darbe karşıtı bir şey yapmadı, darbe karşısında pasif kaldı” denilerek tutuklandı, ihraç edildi, insanca ve onurlu bir şekilde yaşama haklarından ailesiyle birlikte mahrum bırakıldı. 

Kime icraî emir verildiyse o da “ben ne emir verdiysem onu uyguladı, darbecilerin karşısında durdu” şeklinde kahramanlaştırılıp korundu, kollandı, terfi ve taltif ettirildi. 

Örnekler: 

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral Sinan Azmi Tosun’un kendi aramasına cevap vermeyen Kuvvet Komutanı Bostanoğlu, aynı amiral emekli bir koramiralin telefonundan arayınca cevap verdi ve Sinan Azmi Tosun’un direktif talebine “benden emir bekle” diye karşılık verdi. Sonra o emir bir türlü gelmedi. Lojistik Destek Gemileri Komodoru Dz.Kur.Kd.Alb. Bahadır Gündoğdu, Donanma Komutanı’nı arayıp direktif isteyince “benden emir bekle” cevabı verdi. Sonra o emir bir türlü gelmedi. Sadece 02.32’de arayıp denizde kalmayı düşündüğünün bir emaresi olarak “bir yakıt gemisini seyre hazırla” emri geldi. O da iddianamede sanki Bahadır Gündoğdu, Kösele’yi aramış gibi gösterildi. 

Belge 20 Donanma Harekat Başkanı Mustafa Bardakçı'nın emrindeki personelin "bize kimse darbeye destek manasına gelecek şekilde emir vermedi” dediğinin delili. Donanma İddianamesi eklerinde yer alan Bekir Sıtkı Aydınkaptan’ın ifadesinin 4’üncü sayfasından alınmıştır. Bu soru Donanma çapında 2500 civarında kişiye sorulmuş hepsinden aynı 
cevap alınmıştır: BİZE KİMSE DARBEYE DESTEK TALİMATI VERMEDİ! 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 6

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 6



Belge 13 Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Donanma Komutanı'nın darbe konusundaki uyarma anonsunu TCG FATİH Komutanı'na yaptırmayıp “başkasına yaptıracağız” demelerinin ama sabaha kadar (Levent Kerim Uça ve Hamdi 
Toker uyarılırken) böyle bir anonsun bir türlü yaptırılmadığının belgesi. Belge Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen Donanma İdari Tahkikat Raporu’nun A-17 numaralı sayfasından alınmıştır. 



Belge 14 Donanma Komutanı'nın TCG BÜYÜKADA Komutanı'na arayıp emir verirken TCG ORUÇREİS Komutanı'nı saatlerce bekletip hiçbir emir vermemesinin kanıtı. Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen ve iddianameye ek yapılan evrakta yer alan TCG ORUÇREİS Komutanı Dz. Kur. Yb. Güray Çerman’a ait 21 Temmuz 2016 tarihli Bilgi Alma Formu’ndan alınmıştır. 

Aynı cevap, TCG ORUÇREİS Komutanı Dz.Kur.Yb. Güray Çerman’ın, hiçbir pozitif emir vermeyip sadece “Önder’i dinleme” diyen Donanma Komutanı’na “komutanım peki ne yapayım? Emriniz nedir? Bir şey yapayım mı?” dediğinde “bekle, ben sana emir vereceğim, bir şey yapma” cevabının familyasındandır. 
Aynı cevap Lojistik Komodoru Bahadır Gündoğdu’nun daha Kuvvet Komutanı bile bir açıklama yapmamışken Donanma Komutanı’na “komutanım ben sizden emir 
bekliyorum, ne yapmamı emredersiniz” dediğinde “bekle, bir şey yapma” cevabının familyasındandır. 

Ayrıca, yine eski Kuvvet Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu “bir süre süreci emir subayımın telefonundan yönettim” diyordu. Bu emir subayının (Özkan Gülömür) sınıf arkadaşı olan ve TCG GÖKSU’ya komuta eden Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa işte bu telefondan 03.11’de “herkes bir şeyler söylüyor, kuvvet komutanı gemileri 
arayacak mı?” diye sorarak Bostanoğlu’ndan nazikçe bir direktif istiyor ama o direktif bir türlü gelmiyor. 

Belge 15 Donanma Komutanı'nın kendisine direk bağlı olan ve 00.50'de arayan Lojistik Destek Gemileri Komodoru Dz.Kur.Kd.Alb. Bahadır Gündoğdu’ya sadece “benim emrim olmadan seyre gemi çıkarma” demekten başka bir 
emir vermediğinin kanıtı. Daha sonra 02.32’de Donanma Komutanı kendisi Bahadır Gündoğdu’yu arayıp, tüm gemiler darbe maksatlı seyre çıkmış gibi gösterilirken “bir gemiyi seyre hazırla” diye emir veriyor. Bu arama resmi 
raporlarda ise sanki Komodor Donanma Komutanı’nı aramış gibi gösteriliyor. Böylece Donanma Komutanı’nın gemileri denizde tutma niyeti saklanmaya çalışılıyor. Bu belge Donanma İddianamesi’nin ekinde yer alan 19 Ekim 
2016 tarihli itiraz dilekçesinin 5’inci sayfasından alınmıştır. 


Resim 5 Deniz Kuvvetleri Komutanı emir subayı aracılığıyla bir direktif istenmesinin ama o direktifin bir türlü gelmemesinin kanıtı. 

İşte bu Kuvvet Komutanı’na Aksaz’dan bir binbaşı yani Berke Uraz ulaşabiliyor, kendisinden emirler alıp Marmara’daki seçilmiş gemilere bu emirleri iletiyor. 
Örneğin fırkateynlere “Gölcük’e dönün” denirken bu seçilmiş gemilere “Gölcük’e gitmeyin, orası güvenli değil” diyebiliyor. Seçmediği, izole ettiği TCG BORA 
Gölcük’e limana gidiyor, sahilde silahlı askerlerle karşılaşıyor ve hemen geri kaçıyor. Yaşadığı tehlikeyi düşünebiliyor musunuz? 

Donanma Komutanı farklı mı? Hayır! 

Donanma Komutanı; emir astsubayı vasıtasıyla 00.40’ta Donanma Harekat Merkezi’ni aratıp tüm komutanların cep telefon numaralarını alır ama içlerinden sadece TCG BÜYÜKADA Komutanı Bnb. Hamdi Toker’i hem de 4 defa arar. Herkesten sakladığı TCG YAVUZ’a çıkış bilgisini bir tek ona söyler. Levent Kerim Uça’ya “sıkıyönetim direktifine uymamasını” söyler. Başka da hiçbir gemi komutanını ya da komodoru da aramaz. 

Donanma Komutanı’nın emrindeki birliklere emir vermemesi konusunda “kamarada kilitliydi, cep telefonu çekmiyordu” gibi bahaneler gösterilmesi ise sadece bir yalan ve aldatmacadır. 


Belge 16 Donanma Komutanı Veysel Kösele'nin denizdeki komodor ve komutanlardan hiçbirini arayıp direktif vermezken sadece TCG BÜYÜKADA Komutanı Bnb. Hamdi Toker’i 4 defa aradığının kanıtı. O gece Ayhan Bay’ın 
doğrudan verdiği emirle seyre çıkan Hamdi Toker’in gözaltına hiç alınmayıp, soruşturmadan vareste tutulup, olaylardan da 1 ay sonra 9 Ağustos 2016’da emniyet ya da savcılıkta değil Merkez Komutanlığında verdiği 
ifadesinin 2’nci sayfasından alınmıştır. 

Donanma İddianamesinin eklerinde 2500 civarında kişinin ifade ve bilgi alma tutanakları vardır. Bunlara baktığınızda seçilmiş kişilerin hep Donanma Komutanı’na ulaşabildiği görülmektedir. 

Dolayısıyla tıpkı Kuvvet Komutanı gibi Donanma Komutanı da “kapalı çevrim” bir telefon ağı işletmiştir. Hatta bu çevrime Levent Kerim Uça’yı da Haluk Baybaş 
sokmuştur. Zaten bu kapalı çevrime girene kadar Önder Öngör’le hep görüşen, gemileri koordine eden Levent Kerim Uça, Haluk Baybaş’ın onu çevrim içi yapmasından itibaren Önder Öngör’ün telefonlarını suratına kapatmaya başlıyor. 

Hatta şöyle bir örnek iletişimdeki seçmece davranışı açıkça göstermektedir: 

O gece komodor Önder Öngör TCG ORUÇREİS’te seyre çıkmıştır. Gemi Komutanı Güray Çerman’la komodor Önder Öngör yan yanayken Levent Kerim Uça Güray 
Çerman’la konuşur. Bir komodorun kendisiyle değil de emrindeki geminin komutanıyla konuşmasından rahatsız olan Önder Öngör telefonu alınca Levent Kerim Uça birden telefonu Önder Öngör’ün yüzüne kapatır. 

Özetle Türkiye’nin tek Deniz Kuvvetleri Komutanı ve tek Donanma Komutanı, kendilerine ulaşmaya çalışan, kendilerinden direktif isteyenlere karşı ya ulaşılmazlıkla ya da “bekle” diyerek karşılık verirken seçtikleri kişilere de “güvendiklerinizden başka kimseyle konuşmayın” diyor. 

İlk bakışta mantıklı gibi görünen bu karşılık aslında Deniz Kuvvetlerinde masum askerlere o gece kurulmuş olan temel tuzaklarından birisini açık etmektedir. 

Askeri hiyerarşide “güvendiğim kişi” diye birisi yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu vardır, amir vardır, memur vardır, komutan vardır. Türk askeri doktrininde “güvendiğin, güvenmediğin” diye bir tasnif yoktur. Askeri hiyerarşi mekanizmasında böyle bir kategorilendirme yoktur. 

Bir komutan kendisinden direktif isteyene, birlik komutanlığı sorumluluğu gereği direktif verir. “Diğer birlikleri tuzağa düşüreceğim, o yüzden onlarla irtibat kurma” manasında bir “güvenilmezler” grubu belirleyip de “onlarla iletişimin olmasın” diye bir direktif ancak Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bölücülük yapmaktır. 
Deniz Kuvvetleri Komutanı ya da Donanma Komutanı seviyesine getirilmiş üst düzey bir kamu görevlisi kendi maiyeti içinde bölücülük yapmak suretiyle kendi personelini tuzağa çekiyorsa bunun adı “vatana ihanet” suçudur. Aklı selim sahibi hiçbir kimse bir komutanın kendi maiyetine karşı sergilediği böyle bir tuzağa çekme fiilini masum, yasal, meşru, hukuki, normal, insani değerlere uygun gördüğünü söyleyemez… 
Eğer bu komutanların maksatları darbeyi önlemek olsaydı açıkça “bir darbe girişimi söz konusudur, şu andan itibaren size şöyle yapmanızı emrediyorum, emrime itaat etmeyen darbecidir” derlerdi, birlikler emniyete alınırdı. Kim de verdikleri emre uymazsa alenen darbeci olurdu ve gereken yaptırımları da hak ederdi. Yoksa özel kapalı çevrimler işletip birilerini seçmece çevrim dışında tutup diğerlerini “bende emir bekle” deyip sonra emir vermek yerine savcılığa infaz listeleri vererek infaz ettirmek bir tuzaktır, askeri karşılığı “pusu”dur. Bir Türk Komutanı kendi maiyetine pusu ya da tuzak kurmaz, emniyetinden sorumlu olduğu personelinin hayatını tehlikeye atmaz. 

Pekala, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu ve Donanma Komutanı Veysel Kösele “seçmece” bir mantıkla asker şahısları böyle izole ettiklerinde ortaya ne çıktı? 

Bu izole edilen, aradıklarında sıralı komutanlarına ulaşamayan, direktifsiz bırakılan, suratlarına telefon kapatılan kişiler, sadece kendilerine cevap veren, telefonu suratlarına kapatmayan kişilerle konulabilir duruma getirildi. Bu kişiler arasında kaosu anlamaya ve çözmeye yönelik fikir alışverişi yapabildi. 

Ardında da dava dosyalarında bir HTS kaydı tuzağı ortaya çıktı. Sonra da kendi komutanlarınca izole edilmek suretiyle tuzağa düşürülmüş masum subaylar, 
astsubaylar, uzman erbaşlar “falancayı niye aramadın, filancaya niye sormadın” gibi tuhaf ve akıl dışı sorulara muhatap edildiler. 

Bu arada tüm gemi komutanlarının cep telefon numaralarını almasına rağmen sadece Komodor Levent Kerim Uça ve TCG BÜYÜKADA Komutanı Hamdi Toker’le iletişim kuran 
Donanma Komutanı’nın Hamdi Toker’e sadece bilgi vermediğini da “icraat” içeren bir emir de verdiği ortaya çıktı. 

Biraz önceki ifade tutanağında belirtilen konuşmanın gemi jurnaline yazılan esas kısmı, o geceki seçmece davranışlarla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin personelinin kendi komutanlarınca nasıl pusuya düşürüldüğünün bir başka delilidir. 

Buna göre Veysel Kösele saat 01.20’de Hamdi Toker’e “Sıkıyönetim Mesajına işlem yapma, sadece benden emir al” diye emir vermiştir. Tıpkı Levent Kerim Uça’nın Hürol Çırmıktılı’ya pusuyu açık etmesi gibi. 



Belge 17 TCG BÜYÜKADA'nın jurnalinde Donanma Komutanı'nın sadece bu gemi komutanını arayıp "Sıkıyönetim Mesajına işlem yapma” diye emir verdiğinin kanıtı. Tüm gemilerin komutanı olan Donanma Komutanı, denize çıkan 20’den fazla gemi komutanları arasından seçerek sadece TCG BÜYÜKADA komutanına bu şekilde direktif veriyor, diğer komodor ve gemi komutanlarından bu direktifi esirgiyor. Bu gemi komutanına da “kimseye söyleme” diyor ki bu 
komutan denizdeki diğer birliklere telsizden bu direktifi aktarmamış. Belge Donanma İddianamesinin eklerinde yer alan “Gemilerin seyir kayıtları” arasından alınmıştır. 

Halbuki Donanma Komutanı, seyre çıkan tüm gemi komutanlarının telefon numaralarını Donanma Harekat Merkezi’nden çok daha önce almıştı. Buna rağmen sadece TCG BÜYÜKADA Komutanı’nı arayıp direktif veriyor. Diğer komodor ya da gemi komutanlarına böyle bir direktif vermiyor. 

Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir Oramiral’i hem kendi emrine verilmiş o gemilerin yüzlerce personelinin hayatını bilerek ve isteyerek tehlikeye atıyor hem de ertesi sabahtan itibaren savcılığa verdikleri infaz listeleriyle seçilen bazı personel için adli, idari, insani ve sosyal linç sürecini başlatıyordu. İnfaz kısmına bu çalışmada şimdilik yer verilmeyecektir. 

Veysel Kösele’nin emir verdiği 01.20 zamanı önemli bir zamandır. Bu dakikada; kendisine ulaşılamayan (sadece seçilmiş kişilerin ulaşabildiği) Deniz Kuvvetleri 
Komutanı, (belki de kimse kendisine telefon edip ulaşamasın, direktif alamasın diye) 2 saat kapalı tuttuğu cep telefonunu gemiler İzmit Körfezi’nden çıkınca açmış, kendi personeline hiçbir direktif vermezken medyaya “biz darbenin yanında değiliz” mesajını vermiş, 5 saattir sessizce bekleyen Donanma Komutanı Veysel Kösele bu dakikadan itibaren harekete geçmiş, harekete geçerken de daha sonra İdari Tahkikat Heyeti üyesi yapacağı Hamdi Toker’i 4 defa arayıp “sıkıyönetim mesajına işlem yapma!” diye direktif vermiştir. 

Bu direktif de 3 tane hücumbot komutanı (TCG İMBAT, TCG KALKAN, TCG TUFAN) haricinde geri kalan 20 küsur gemiden ve Önder Öngör, İlsev Hazır, Sebahattin Çoruk isimli komodorlardan saklanmıştır. 

Direktiften hariç tutulan tüm komodor ve komutanlar ertesi günden itibaren insanlık dışı yöntemlerle ve aileleriyle birlikte kısaca “linç” edildiler. 

O gecenin temel özelliği işte bu “seçmececilik” yöntemiyle Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin kendi komutanlarınca pusuya düşürülmesidir. 

Seçmececilik yapılarak irtibat kurulan kim varsa onlar kayırıldı, suratlarına telefon kapatılan kim varsa onlar da tutuklandı, ihraç edildi, bir kısmı işkence gördü ama hepsi sosyal anlamda aileleriyle, çocuklarıyla birlikte linç edildiler. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***