SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI
Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 22.05.2014 "Çözüm Süreci"nin başladığı günden bu yana süreçteki en büyük sıkıntı Nisan ayında yaşandı. Nisan ayında Öcalan'la HDP heyetinin görüşmesi defalarca ertelendi. Nihayetinde geç de olsa Nisan ayının sonlarına doğru Öcalan-HDP görüşmesi sağlanmış oldu. Görüşmede yaşanan sıkıntının en önemli nedeni BDP'nin HDP'lileşirken hükümetin bundan duyduğu kaygıydı. Çünkü bu süreci, diğer süreçlerden ayıran en önemli özellik, sürecin BDP/HDP üzerinden yürütülmüş olması ve Öcalan'ın BDP/HDP heyetine olan güveniydi. Hükümet tarafı, yasal Kürt Siyasetinin Türkiye genel siyaseti anlayışında alacağı rolün ne olacağını kestiremiyordu. Türkiyelileşme tartışmasının,HDP'nin genel muhalefetin yanında yer alabileceği şeklinde yorumluyordu. Gezi, 17 Aralık Operasyonu ile büyük tehlike geçiren AKP ile BDP/HDP-Öcalan-Qandil arasında gelişen sürecin bu anlamda AKP'nin aleyhine dönmesi halinde AKP'nin "yalnızlaşmanın zirvesine" çıkması anlamına gelebilirdi. Sürecin iki tarafının attıkları adımların geri dönüşünün her iki tarafa da zarar vereceği hususuyla birlikte değerlendirildiğinde yara alsa da sürecin devam edeceğinin işaretleri daha fazla görülüyor. AKP, HDP ile ilgili endişelerinin doğru olmadığını anladı. Çünkü AKP'nin en büyük kaygısı, HDP'nin AKP Karşıtı kampta yer alacağı şeklindeydi. Öcalan'ın müdahalesiyle HDP tartışmasının Qandil'in gündemine gelmesi, HDP aracılığıyla bu kaygının yersiz bir kaygı olduğu anlaşıldı. Bu da sürecin önünün açılması anlamına geliyordu. Tüm bu gelişmeler olurken, Rojava üzerinden oluşan PKK-PDK gerginliği ne anlama geliyor? Her şeyden önce PKK-PDK arasında ideolojik-politik farklılık vardır. Bu farklılık dün vardı. Bundan sonra da olacaktır. Burada her iki partinin dikkat etmesi gereken husus, iki partinin çatışması halinde her iki partinin de Kürtler arasında itibar kaybedeceğidir. Ayrıca süreç devam ettikçe PKK-PDK çatışması da çıkmayacaktır. Çünkü, süreci devam ettiren HDP heyeti, Qandil'e giderken, Hewler üzerinden gitmeye devam ediyor. Türkiye'den çıkışta, Hewler'den Qandil'e giderken bir zorlukla karşılaşmıyor. Bu da Barzani'nin sürecin içinde yer almaya devam ettiğini gösteriyor. Bana göre sürecin en büyük sigortası da budur. Türkiye ve Suriye Kürt siyaseti de bunun farkındadır. Irak Kürdistan'ında KCK'ye yakın parti ve diğer kurumlara baskın düzenlenmiş olması, Rojava'daki etkinlik mücadelesiyle bağlantılıdır. Konuya demokratik hukuk çerçevesinden bakıldığında Irak Kürdistan'ında çoğulcu bir siyasal yapının olduğu, yönetimlerin özgür seçimler sonucunda belirlendiği, KCK dahil olmak üzere farklı kesimlerin serbestçe çalışma yaptığı bilinmektedir. Aynı şeyin Rojava için olduğunu söylemek mümkün değildir. Rojava'da köklü bir PDK geçmişi olduğu halde PDK/PYD ilişkileri Irak Kürdistan'ındaki gibi değildir. Mutlu Civiroğlu'nun haber/yorumunda dikkat çeken en önemli noktalardan biri de "Türkiye toprağı" sayılan Süleyman Şah Türbesi ile ilgili olarak TC/YPG arasındaki ilişkiler, türbeye giden Türk askerlerine YPG'nin refakat etmesi, yine Kobani Kantonundan gelen bir heyetin Türkiye'de temaslarda bulunmuş olmaları dikkate alındığında Türkiye/Rojava ilişkilerinin düşmanca olmadığını göstermektedir. YPG ile Esad güçleri arasında Haseke'da yaşanan büyük çatışmalar, öyle Barzani'nin iddia ettiği gibi PYD ile rejim arasında bir işbirliğinin olmadığının en önemli göstergesidir. Eğer şimdiye kadar rejimle PYD çatışmıyorsa bunun en önemli nedeni, Esad'ın cepheleri artırmak istememesinden dir. 3 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, muhaliflerden bazı yerleri temizledikten sonra Esad'ın Kürtleri rahat bırakmayacağı beklenmelidir. HDP heyeti, İmralı'ya gidiyor, Qandil'e gidiyor. Siyasal yollar sonuna kadar açıktır. Özellikle Qandil dönüşünde HDP heyetinin çözüm süreciyle ilgili olarak üç bakanla toplantı yapılıyor. Bu durumda çözüm sürecine herkesin sarıldığını gösteriyor. Kaldı ki, bazı kalekolların yapımı sorunlara neden olsa da bir buçuk yıla yakın bir süreden beri TSK ile HPG arasında çatışmanın yaşanmamış olması da ateşkese her iki tarafın ciddi baktıklarının en önemli belirtisidir. Son olarak "Murat Karayılan'ın Newroz 2013 bildirisine bağlıyız, bu süreçte kazanımlarımız" var demiş olması da sürecin devamı için olumludur. Sonuç alıcı olur mu belli olmaz. Ancak sürecin yerini sertliğe bırakması Kürt hareketi için iyi sonuç doğuracağı da kuşkuludur. Her ateşkesin bitiminde olduğu gibi çatışmaların yeniden kısır döngü yaratacağını görmek gerekiyor. Bu sadece KSH açısından değil devlet için de aynıdır. Dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un 2009'da söylediği "PKK'yi yedi kez yendik, yine bitmedi" demiş olması çatışmalı sürecin devlet için de kısır döngüye yol açtığının itirafıdır. Aynı şekilde, Kürt tarafı şiddet yöntemini ne kadar devam ettirirse etsin, devleti bu yolla ikna etmenin de mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu açıdan çatışmalı süreç için can atanların geçmişi göz önünde bulundurması gerekiyor. Irak ve Suriye'de hiç bir zaman meşruiyeti olmayan rejimlerden sonra oluşan kargaşa da göstermiştir ki, dengeleri daha fazla sarsmak hiç kimse için iyi sonuçlar doğurmayacaktır.28 Aralık 2020 Pazartesi
SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI
KÜRDİSTAN'DA DEMOKRATİK HUKUK İHTİYACI
KÜRDİSTAN'DA DEMOKRATİK HUKUK İHTİYACI
OYALAMA SÜRECİ
OYALAMA SÜRECİ
2009-2014' E KÜRT SİYASETİNE BİR YOLCULUK VE ÖCALAN'LA 26 NİSAN'DA YAPILAN GÖRÜŞMENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
2009-2014'E KÜRT SİYASETİNE BİR YOLCULUK VE ÖCALAN'LA 26 NİSAN'DA YAPILAN GÖRÜŞMENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
IRAK KÜRDİSTAN’INDAKİ GELİŞMELER VE ÇÖZÜM SÜRECİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE SİYASAL BİR ANALİZ
IRAK KÜRDİSTAN’INDAKİ GELİŞMELER VE ÇÖZÜM SÜRECİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE SİYASAL BİR ANALİZ
Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 21.04.2014 Bu imkan Türkiye'nin lehine görünse bile Türkiye'nin Ortadoğu'da sürekli kaybedişi Irak Kürdistan'ında da kendisini gösterecektir. Bu kaybın sonuçları Barzani açısından görülmeye başlamıştır. Irak'ta 30 Nisan'da yapılacak merkezi seçimler de bunu değiştirmeye yetmeyecektir. Büyük olasılıkla İran'a yakın duruşu ABD'nin desteğiyle Maliki'nin başbakanlığı devam edecektir. Talabani'nin Irak siyasetinde yarattığı boşluk giderek daha fazla Kürtlerin aleyhine işleyecektir. Barzani'nin Türkiye ile ilişkileri nedeniyle Irak merkezi hükümetiyle yaşadığı çelişkiler bir sonraki cumhurbaşkanlığına bir Kürd'ün seçilmesi de zora girecektir. Petrol satışı nedeni ile karşı karşıya gelen KBY ile Irak Merkezi yönetimi arasında ki ilişkiyi sağlayan Cumhurbaşkanının Kürtlerin dışında biri olursa bağlar giderek zayıflayacaktır. Kürtler aleyhine olduğunda Anayasa'dan söz eden Maliki, Kürtler lehine olduğunda Anayasa yokmuş gibi davranıyor. Bunun en bariz örneği Anayasa gereği yapılması gereken Kerkük Referandumunun sürekli ertelenmesidir. Barzani'nin Irak merkezi hükümetinin Kürtlere yönelik bu olumsuz tavırlarına karşı "Bağımsız Kürdistan Devleti" restine karşı Maliki'nin bunu tehdit olarak niteleyip karşı çıkışı Irak'ta Kürt-Arap savaşı mı çıkacak? Sorusunun sorulmasına neden oluyor. Arapların yaşadığı bölgelerde dahi güvenliği sağlayamayan Maliki'nin Kürtler söz konusu olunca Kürtlere yönelik tehditlerde bulunmasında Maliki'nin İran ve ABD'den aldığı cesaret etkili olmuştur. Bu duruma gelişinde Barzani'nin uyguladığı yanlış politikaların özellikle Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak adına kendi dışındaki Kürtlerle yaşadığı çelişkiler de buna katkı sunmuştur. Özellikle Barzani'nin Rojava'ya yönelik uyguladığı yanlış politikalar bunun tuzu biberi olmuştur.ÇÖZÜM SÜRECİNE GÜVENMEK NEREYE KADAR?
ÇÖZÜM SÜRECİNE GÜVENMEK NEREYE KADAR?
25 Aralık 2020 Cuma
Dağda kurşun yerine kuş sesleri duymak istiyorum
Dağda kurşun yerine kuş sesleri duymak istiyorum
Mehmet Ağar, Susurluk davası mahkûmu. Nisan ayından beri Aydın’daki Yenipazar Cezaevi’nde yatıyor. Cezaevi personeli Ağar’dan çok memnun. Ondan bahsederken “Mehmet Bey” diyorlar. Geldiği gün ilk söylediği, “ İmtiyaz istemiyorum. Görevinizi yapın” olmuş. Ağar’ın gelişi birçok şeyi değiştirmiş. Cezaevinin statüsü müdürlük haline gelmiş. Cezaevine ufak tefek tadilatlar yapılmış. Doğal olarak güvenlik tedbirleri arttırılmış.
Günde 15 ziyaretçi
Ağar’ın geleni gideni eksik olmuyor. Polis şefi iken de, siyasette de farklı kesimlerle ilişkileri vardı. Ziyaretçileri de enteresan. Yenipazar şöhretlerin akınına uğruyor. Sanatçı, sporcu, işadamı, siyasetçi orada. Her ziyaretçisi ‘ünlü’ değil. Halktan isimler de geliyor. Günde ortalama 15 kişiyle görüşüyor. Bu görüşmeler izinle oluyor. Adı listede olanlar cezaevinin bahçesindeki kamelyada sırasını bekliyor. Bekleme süresince personel çay ikram ediyor. Sıra gelince güvenlik aramasından geçip görüşülüyor.
Mehmet Ağar’a aslında 20 gün önce gitmiş, merak edilen her soruyu sormuştum. Ağar, medyaya mesafeli duruyor. Röportaj taleplerini geri çeviriyor. O görüşmenin haber olmasını istemedi. Çok ısrarcı olduğumu görünce de “Bir süre bekle, ilk sana konuşacağım” diyerek beni uğurladı. Perşembe günü cezaevine gidişimde ‘Ağar’la ilk görüşme’ haberi çıkmıştı. Şaşırdım, bozuldum ve Ağar’a sitem ettim. Ağar da haberden rahatsızdı. Ziyaret sırasındaki konuşulanların haber olacağını bilmiyormuş. Artık olan olmuştu…
‘Burası Hilton değil’
Yine bir ünlü oradaydı. Adnan Şenses benden önce girdi görüşmeye. Ağar moralli fakat biraz da yorgundu. Küslüğü, kızgınlığı yok. Hakkında çıkan yalan haberlere üzülmüş. Kendisine karşı şartlanılmış bir düşmanlık olduğuna inanıyor. “Burası Hilton değil, çok merak eden varsa gelsin. Özgürlük bize kalsın” sözü çıktı ağzından. Yenipazar’a helikopter pisti yapılmasıyla ilgisi yokmuş. MHP’li belediyenin yardımıyla CHP’li belediye yapmış. Ağar’ı ziyarete helikopterle sadece bir kişi gelmiş. Cezaevinde oluşunu ‘kader’ olarak görüyor. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ‘güvenlik’ görevi yapanların başına geldiğini anlatıyor. “Kimi sürüldü, kimi öldü, kimi hapse atıldı. Sonunda hak yerini buldu” diyor. Içeride ne yaptığına gelince. Karşımda ‘milliyetçi’ olduğu kadar ‘muhafazakâr’ birisini gördüm. Düzenli namazını kılıyor, dini kitaplar da okuyor. Günde dört saatini dış politika , tarih, güncel ağırlıklı olarak kitap okumaya ayırıyor. Kilo vermeye çalışıyor. Sabah düzenli spor yapmaya başlamış. Sigarayı da azaltmış. Mütevekkil bir hali var. “Allah bir sabır veriyor. Dışarda gezmek dahil canımın çektiği hiçbir şey yok” diyerek tahliye gününü bekliyor.
Kürt sorununa çalışıyor
‘Burada benim tek bir düşüncem var. Memleket iyi olsun, huzurlu olsun. Bunun için çalışıyoruz” diyen Ağar’ın neye ‘çalıştığı’nı da öğrendim. Ağar, ‘Kürt sorunu’na odaklanmış. Yılların deneyimi var. Bu konuda yazılıp çizilenleri okuyor, söylenenleri takip ediyor. DYP’nin başındayken ‘düz ovada siyaset’ diyerek beklenmedik bir açılım yapmıştı. Ikinci bir adım daha atıyor. Mehmet Ağar, cezaevinde bir ‘Kürt raporu’ hazırlıyor. Içeriğini öğrenmeye çalıştım. “Güvenlik ağırlıklı mı?” diye sordum. “Güvenlik de var, özgürlük de. Ülke müşterekliği, vatanın bölünmez bütünlüğü içinde her türlü fikir konuşulmalı” dedi. Peki, Ağar’ın sorun çözücü formülü var mı? Bu soruya yanıt verirken kendinden emindi:
“Tarihi formüller kafamda ve üzerinde çalışıyorum. Geçmişin hatalarını tekrar mı edeceğiz, yoksa yaşananlardan ders alıp vizyon mu geliştireceğiz? Ben ikincisini tercih ediyorum.”
PKK’nın silah bırakmasını önşart görüyor. Yazdığı raporun geleceği konusunda “Yıl sonuna kadar bu çalışmayı tamamlayıp Adalet Bakanlığı’na sunacağım. Sayın Bakan isterse Başbakan’a takdim eder” bilgisini veriyor.
Çözüm geciktikçe maliyetin arttığını vurgulayan Ağar da çözümün anahtarı olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyor. Leyla Zana’nın sözlerini ve girişimini destekliyor. “Kürt sorununu Başbakan çözer” sözlerine, “Bunu görmemek için kör olmak lazım” diyerek karşılık veriyor. CHP, MHP ve BDP’nin de süreçte görev alması gerekliliğine işaret ediyor. Ağar’ın sürekli tekrar ettiği cümle, “Herkes aynı kaderin içinde. Silah ve terörle sonuç alınamayacağı görüldü. Huzur bütünlüktedir. Hepimiz samimi olalım. Çok laf söyleniyor. Biraz sükûnet lazım. Önce güven iklimini oluşturalım” oluyor. Ve Ağar’dan jeneriklik bir söz: “Dağda kurşun sesi yerine kuş cıvıltıları olsun.”
Siyasete dönecek mi?
Ağar, cezaevinden çıkınca siyasete girer mi? Çok net ‘hayır’ diyor. Siyaseten jübile yaptığını söylüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmamalarının büyük hata olduğunu saklamıyor. “Devleti biliyorduk ama siyaseten acemiydik” özeleştirisi yapıyor. Daha sonra kendisine ceza keserek siyaseti bıraktığını söylüyor.Turgut Özal’a olan sevgi ve hayranlığını anlatan Ağar’a göre, bundan sonra da ‘dindar, geleneğe bağlı ve modern’ çizgideki siyasi partiler iktidar olacak.
Nöbetçi pideciler
Son bir not. Mehmet Ağar’ı ilçede ağırlamaktan en fazla esnaf memmun. Pidesiyle ünlü Yenipazar’a her gelen pidecilere uğruyor, yaz sıcağında kar helvasıyla serinliyor. Perşembe günleri esnafın tatili. O gün ‘nöbetçi pideci’ uygulaması var. Her hafta dokuz pideciden altısı tatilini o gün yapıyor.
‘Güldal Mumcu’ya öyle demedim’
Güldal Mumcu, eşi Uğur Mumcu’nun ölümünden sonra evlerine gelen Ağar’ın “Bir tuğla çekersem devlet yıkılır” dediğini aktarmıştı. Ağar’ın gizemini arttıran bu söz 20 yıla yakın zamandır kullanılır. Ağar, Mülkiye’den sınıf arkadaşı olduğunu söylediği Güldal Hanım’ı tekzip ediyor, “Kendisi sınıf arkadaşımdır. Aileyi de tanırım. Böyle bir sözü söylemedim” diyor.
Kürt işadamları listesi
Susurluk’tan bugüne kadar Mehmet Ağar’ı belki de en fazla eleştiren gazete Radikal olmuştur. Radikal okurlarının duyarlı olduğu konuları da sordum. ‘Susurluk, derin devlet, mezara kadar gidecek 1000 operasyon’ Ağar, “Hizmetlerimizde kusur olabilir ama suç atfedilemez” deyip iddiaların hesabını yargıya verdiğini hatırlatıyor: “Mahkeme kararları vicdanımızda yer bulmasa, içimize sinmese de saygı duyuyorum.”
1990’lı yıllarda faili meçhuller oldu, peş peşe Kürt işadamları öldürüldü. Ağar, o dönemin emniyet genel müdürüydü. Sonra da Içişleri ve Adalet Bakanlığı yaptı. MGK’da infaz kararı verildiği iddia edilen ‘Kürt işadamı listesi’ni sordum. Işte cevabı:
“Bizim görev yaptığımız zamanlarda böyle bir liste olmadı. Başka zaman olmuş mudur, bilmiyorum. Biz MGK toplantılarına memur olarak katıldık. Takdim bölümünde bulunduk. O zaman böyle bir şeye şahit olmadım.”
Sonra Kürtlerle sorunu olmadığını söylüyor. Ziyarete gelenlerin önemli bölümü Kürt ve Zaza imiş. Yasalar çerçevesinde görev yaptığını söylüyor, “Pişmanlık duyacak iş yapmadım, geçmişime kefilim” diyor.
Futbolcular niye geliyor?
Ağar’a ‘geçmiş olsun’ ziyaretinde bulunanlar arasında futbol dünyasının ayrı bir yeri var. Fatih Terim, Arda Turan, Rıdvan Dilmen, Hakan Şükür, Emre Belözoğlu gibi birçok yönetici ve futbolcu Yenipazar’a gitti. Ağar, futbol dünyasının bu ilgisini, aralarındaki ilişkiye bağlıyor. “Resmi görevim dışında tek hobim, keyfim futboldu” diyen Ağar, yıllarca maçlara, antrenman izlemeye gittiğini hatırlatıyor. Bu hobi tek başına güçlü bir vefa oluşturabilir mi? Ağar, futbol camiasıyla ilişkisinin saha dışında da sürdüğünü anlatıyor:
“Yıllarca sıkıntıları olduğu zaman bana geldiler. Acı, tatlı günlerde beraber olduk. Bizim Türk geleneğinde yüz kızartıcı suç işlemedikçe cezaevine ziyarete gidilir. Onlar da karakterlerinin gereğini yaptılar.”
Ağar, “Yakın arkadaşım, dostum” dediği Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın tahliyesine çok sevinmiş. “Inşallah Yargıtay’da da sorun yaşamaz” diye temennide bulunuyor.
23 Aralık 2020 Çarşamba
İsmail Beşikçi den Bülent Arınç a Cevap - Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek midir?
İsmail Beşikçi’den Bülent Arınç’a Cevap: Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek midir?
cafrande.org -
14/02/2012
Hem Kürdçe’nin geri kalması, asimilasyonu için baskı zulüm yapacaksın, hem de,
“Kürdçe çok geridir, medeniyet dili değildir, eğitim dili olamaz…” diyeceksin.
bu çok pişkince bir tutum, şaşırtıcı bir tutum.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkçe’nin medeniyet dili olduğunu söylüyor.
Kürdçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyor. “Kürdçe ilkel bir dildir”demek
istiyor. Kürdçe’yi yasaklıyorsun, Kürdleri asimile etmek için her türlü baskıyı
zoru kullanıyorsun. Medeniyet bunun neresinde? Devletin ideolojik ve zorlayıcı
baskı araçlarını bu yönde kullanıyorsun. Etkin ve sistematik bir şekilde
kullanıyorsun, medeniyet bunun neresinde? Kütüphanelere girip Kürdçe kitapları,
gazeteleri, dergileri ayırıp öbek öbek yakıyorsun, imha ediyorsun Katalogları
değiştiriyorsun. Medeniyet bunun neresinde?
“Medeniyet Dili” Üzerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Kürdçe eğitim olmaz. Çünkü Kürdçe medeniyet dili değildir. Ancak uygun bir zamanda, seçmeli ders olarak okutulması gündeme gelebilir” açıklamasını duyunca çok şaşırdım. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bu açıklamayı, 4 Şubat 2012 de, CNN Türk’de, Şirin Payzın’ın, “Neler Oluyor” programında yaptı. Bülent Arınç Kürdlere şunu da söylüyor. “Türkçe medeniyet dilidir. Türkçe öğrenin medeni dünyaya dahil olun. İlkel dil Kürdçe’yle medeni dünyada yer alamazsınız.”
adına bütçe görüşmelerini kapanış konuşmasını yaparken, “Kürdlerin, eğitim, dil,
bilgi, kültür ve kimlik haklarını vereceğiz” demişti. Bülent Arınç Kürd kimliğinin 30 sene önce çıkmadığının altını çizerek “3 bin yıllık bir gerçektir.
insanların tüm haklarını vereceğiz.” demişti. (Gazeteler, 23 Aralık 2011)
Bülent Arınç, 3 Mart 2011 tarihinde de, “Bir sanık savunma hakkımı Kürdçe yapmak istiyorum diyorsa, buna izin verilmeli” demişti.
Son iki açıklamayla birincisinin birbirleriyle çeliştiği açıkça görülmektedir.
Kürdlere bütün hakları verilecektir diyen Bülent Arınç, son açıklamasıyla,
Kürdlerin hiçbir hakka sahip olamayacağını söylemiş olmaktadır. Bu, hükümetin,
AKP’nin yöneticilerinin kafalarının ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Kafası
bu kadar karışık bir hükümetin Kürdleri, Kürd sorununu doğru dürüst yönetmesi
mümkün değildir.
Bu arada, Genelkurmay Başkanı, Org. Necdet Özel’in, Milliyet’den Hikmet Bila’ya,
5 Ocak 2012’de, yaptığı “Kürdçe eğitim olmaz” açıklamasını da kaydetmek gerekir. (Gazeteler, 6 Ocak 2012)
İkinci açıklama pişkince yapılmış bir açıklamadır. Başbakan yardımcısı pişkin
bir tutum sergilemektedir. Şöyle ki, Kürdler ve Kürdçe 80 yılı aşkın bir
zamandır çok ağır zulüm altındadır. Kürdleri Türklüğe asimile etmek için,
Kürdçe’yi yok etmek için, Kürdlerin Kürdçe’yi unutmaları için, Cumhuriyet
hükümetleri her türlü önlemi almıştır. Cumhuriyet yönetiminin, Cumhuriyetin
Kürdlere kattığı hiçbir değer yoktur. Cumhuriyet, Kürdlere, baskı, zulüm
asimilasyondan başka hiçbir şey vermemiştir. Pazara inen yoksul Kürd
köylülerinden, Kürdçe olarak konuştukları kelime sayısına göre para cezası
alınması, bu cezanın anında tahsil edilmeye çalışılması Cumhuriyet’in bir
buluşudur.
Devletin ideolojik baskı araçları, devletin zorlayıcı baskı araçları Kürdlerin
Türklüğe asimile edilmeleri için, Kürdçe’nin yok edilmesi için etkin bir şekilde
kullanılmıştır. Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkarı, Kürdçe’nin gelişmesini
engellemek için her türlü önlemin alınması Cumhuriyet’i kuranların en önemli
düşüncesi ve eylemi olmuştur. İnkara dayalı operasyonlar da sergilenmiştir.
Örneğin devlet kütüphanelerindeki Kürdçe dergiler, gazeteler, imha edilmiş,
kataloglar değiştirilmiştir. Sık sık yapılan güvenlik aramaları sırasında,
evlerdeki Kürdçe kitaplara, gazetelere, dergilere anında el konulmuş, bunlar,
uygun ortamlarda imha edilmiştir. Kürdleri ve Kürdçeyi, küçümseme, horlama,
aşağılama, Türk batılılaşmasının, Türk aydınlanmasının çok önemli bir düşüncesi
ve eylemidir.
Osmanlı yönetimi sırasında, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Kürdçe gazeteler,
dergiler, kitaplar yayımlandığı biliniyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde,
birçok dergi, gazete, kitap yayımlanmıştır. İnkar, imha, Cumhuriyetle başlayan
bir süreçtir.
Bu kadar baskı ve zulümden sonra, bu kadar, küçümseme, aşağılama ve horlamadan sonra, ”Kürdçe geri kalmış bir dildir, medeniyet dili değildir” demek pişkin bir tutum oluyor. Bu pişkin tutum, sadece, fiili olarak yaşananları yok saymak anlamına gelmiyor, aynı zamanda, o zulme ortak olmak anlamında geliyor.
Hem Kürdçe’nin geri kalması, asimilasyonu için baskı zulüm yapacaksın, hem de,
“Kürdçe çok geridir, medeniyet dili değildir, eğitim dili olamaz…” diyeceksin.
bu çok pişkince bir tutum, şaşırtıcı bir tutum.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkçe’nin medeniyet dili olduğunu söylüyor.
Kürdçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyor. “Kürdçe ilkel bir dildir”demek
istiyor. Kürdçe’yi yasaklıyorsun, Kürdleri asimile etmek için her türlü baskıyı
zoru kullanıyorsun. Medeniyet bunun neresinde? Devletin ideolojik ve zorlayıcı
baskı araçlarını bu yönde kullanıyorsun. Etkin ve sistematik bir şekilde
kullanıyorsun, medeniyet bunun neresinde? Kütüphanelere girip Kürdçe kitapları,
gazeteleri, dergileri ayırıp öbek öbek yakıyorsun, imha ediyorsun Katalogları
değiştiriyorsun. Medeniyet bunun neresinde?
Bugün, Siirt, Bitlis, Hakkari, Bingöl, Diyarbakır, Van, Mardin, Şırnak, Batman,
Dersim gibi Kürd bölgelerinde toplu mezarlar var. 3 binden fazla Kürt işkenceli
sorgularda katledilmiş toplu mezarlara gömülmüş… Bu mu medeniyet? 1915’de,
Ermenilere yapılan soykırım, zamana ve mekana yayılmış bir şekilde bugün de
Kürdlere karşı sürdürülüyor.
Kürd dili uzmanları, Kürd diliyle birlikte, Batı dillerini, Doğu dillerini de
bilen uzmanlar, Kürdçe’nin niteliği hakkında, gelişkinliği hakkında birçok
açıklama yaptılar. İbrahim Seyidani’nin, “Bülent Arınç, Kürdçe ve Dil Problemi”
başlıklı yazısı bu bakımdan dikkate değer bir yazıdır. Bu yazı, 7-8 Şubat 2012
tarihinden itibaren, internette, pek çok sitede asılı duruyor. Bu yazı, bazı
sitelerde, “Bülent Arınç’a Kürd Şaplağı” başlığıyla yer almış.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, İddianameye cevap metninde Kürdçe’yi ve
Türkçe’yi karşılaştıran, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne dayanarak Türkçe
sözcüklerin kökenlerini analiz eden bir bölüm vardı. DDKO Davası’nın, 12 Mart
rejimi’nde (1971), Diyarbakır Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Mahkemesi’nde görülen bir dava idi. İbrahim Seyidani’nin yazısı, bana o
savunmaları hatırlattı.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, ana okullarından üniversiteye kadar, üniversite
dahil, Kürdçe eğitim yapıldığı biliniyor. Gülen Cemaati’nin bu bölgede açtığı
okullarda Kürdçeyle eğitim yapıldığı da bilinmektedir. Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nde resmi dilin, Arapça yanında, Kürdçe olduğunu da söylemek gerekir.
Bu yazılar şüphesiz çok değerli. Ama şöyle düşünmek de önemli. 90 yılı aşkın bir
zulme ve baskıya rağmen, yasaklamalara, aşağılamalara, horlamalara rağmen, Kürd dili, hala yaşayabiliyorsa, gelişkin bir dildir. Kürd dili bu sistematik yok
etme sürecine dayanabilmişse, varlığını hala sürdürüyorsa, günden güne
gelişiyorsa, gelişkin bir dildir.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Türkçe medeniyet dilidir” açıklaması bende
şu düşünceleri ve duyguları da uyandırdı. Medeniyet deyince benim aklıma Ermeni medeniyeti geliyor. 1915 ve sonrasında, soykırımla birlikte yok edilmeye
çalışılan, yağmalanan Ermeni medeniyeti… Osmanlılarda matbaa 1830’larda kuruldu.
Venedik’te, İstanbul’da, İzmir’de, gazete, kitap, dergi yayını başladı. 19.
yüzyılda, İstanbul, İzmir, Van, Diyarbakır, Trabzon, Harput, Sivas, Çukurova
gibi alanlarda, düzenli gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlanıyordu. 1915’de,
soykırım sırasında, ve sonrasında, bu koleksiyonlar da imha edildi, yırtıldı,
çamurlara atıldı, çiğnendi, yok edildi. Bu medeniyeti İttihat ve Terakki
çeteleri, Türkçe konuşanlar yıktı. Bülent Arınç bu yıkım sürecinden hangi
muhakemeyle bir medeniyet, Türk medeniyeti üretebiliyor?
diyerek Kürdlerin rolünü küçültmek doğru değil. Ama operasyonu planlayanların,
yaşama geçirenlerin yanında tetikçilik elbette, çok küçük kalır.
Ermenilere zulmedenlere, tetikçilere verilecek ödüller de çok büyüktü, cazipti.
Metin Aktaş’ın, Harput’daki Hayalet romanında okumuştum. 19. yüzyıl sonlarında,
20. yüzyıl başlarında Harput Ermenileri anlatılıyordu. Yazar, romanın bir
yerinde şöyle söylüyordu. “Her Ermeni evinde kütüphane vardı. Her Ermeni evinde, keman, piyano, ud, bağlama gibi müzik aleti kullanan bir kişi vardı. Her evde, geçerli Batı dillerinden birini konuşan bir kişi vardı. İşte, medeniyetin,
uygarlığın önemli bir göstergesi budur. Bu medeniyet, uygarlık nasıl yıkıldı?
Araştırmacı-Yazar Temel Demirer, Hrant Dink anmasında yaptığı bir konuşmada,
“Hrant Dink’in katili devlettir” demişti. Temel Demirer bu sözünden dolayı
yargılanıyor. Yargılama devam ediyor.
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, (2007-2009) bu izini verdi. Mehmet Ali
Şahin bu izini verirken, “ben devletime katil dedirtmem” demişti.
oldu. Ergenekon soruşturmaları sürecinde, “faili meçhul” cinayetlerin failinin
devlet olduğu, bu cinayetlerin, Ergenekon tarafından ve Ergenekon’un Kürd
bölgelerindeki kolu JİTEM tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Abdukadir
Aygan gibi, Ayhan Çarkın gibi itirafçıların açıklamaları da, bu cinayetlere
büyük bir açıklık getirdi. 19 Ocak 2012 de, Hrant Dink anmalarında, bu durum
“katil devlet hesap verecek” sloganıyla ifade edildi. İstanbul’da, Taksim’den
Agos’a kadar yürüyen onbinlerce insan bütün yürüyüş boyunca bu sloganı bağırdı.
Aynı slogan, Ankara’da, TBMM önünde düzenlenen bir mitingde de kullanıldı.
Kanımca bu daha anlamlıydı.
Yalnız, burada şu notu da koymak gerekir. Hrant Dink’i katleden Ergenekon
örgütüydü.
karşı yapıldı. Bu, Ergenekon’u gizlemek anlamına da geliyor. Bu çelişkili
tutumun da üzerinde durulması gerekiyor.
tutumlarını sürdürüyor. Bunun önemli bir nedeni, Kürdlerin, özellikle Kürd
aydınlarının Kürdçe’ye sahip çıkmamaları, ilgisiz kalmalarıdır. Aydınların,
yazarların, Kürdlerin ve Kürdçe’nin neden aşağılandığını, neden engellendiğinin
bilincine varmamalarıdır.
Kürd yazarlarının, aydınlarının birçoğu, şu şekilde anlatımlarda bulunuyor: 7-8
yaşlarında ilkokula başladığımda hiç Türkçe bilmiyordum. Tek kelime Türkçe
bilmiyordum. Türkçe’yi bize, okulda döverek, çeşitli cezalar vererek öğrettiler.
Ailemiz, Kürdler, Kürdçe öğretmenler tarafından her gün aşağılanıyordu.
Öğretmenler, güvendikleri bir öğrenciyi, Kürdçe konuşanları tesbitle
görevlendirirdi. Bu arkadaş, teneffüste, evden okula gelirken, okuldan eve
giderken, yolda, Kürdçe konuşanların adını bir kağıda yazar öğretmene verirdi.
Öğretmen hemen veya ertesi gün Kürdçe konuşanlara sınıfta, çok ağır cezalar
verirdi. Ellerimize cetvelle vurur, kulaklarımızı çeker, kafamızı duvara
vururdu…
Kürd yazarların aydınların çoğu, bir muhabirin sorusu üzerine, benzer anılarını
ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Cezalardan örnekler veriyorlar.
Söyleşinin bir yerinde, muhabir yazara, Kürdçe yazın ve yayın ile ilgili sorular
soruyor. Örneğin, yazılarını, eserlerini neden Kürdçe yazmadığını soruyor. Kürd
yazar, aydın, ona şöyle cevap veriyor. “Ben Türkçe’nin Türk dilinin hayranıyım.”
Böyle cevap veren birçok yazar, aydın var.
Bu kadar dayaktan, aşağılamadan, horlamadan, küçümsemeden, inkardan sonra nasıl böyle bir hayranlık doğabiliyor?
çoluk-çocuk yaşlı-genç herkesi evlerinden çıkarıyor. Köy meydanında topluyor. “3
saate kadar/üç güne kadar köyü boşaltacaksınız. Aksi halde, evlerinizi
içindekilerle birlikte yakarız. Çocuklarınıza, kadınlarınıza, kızlarınıza, şunu
yaparız, bunu yaparız…” diye tehdit ediyor. Emirler, direktifler veriyor.
Herkesin gözü önünde bazı aile reislerini sopalıyor….
Pek çok Kürd kadınının, çocukların duyduğu ilk Kürdçe sözcükler, cümleler, belki
de bunlardır. Bu ortamdan nasıl bir hayranlık üretilebiliyor?
Türk yöneticiler, Türk üniversitesi, Türk basını, Türk aydınlarının yazarlarının
önemli bir kısmı, Kürdlerin, Kürdçe’nin olmadığını söylüyorlardı.
1980’lerin sonlarında, “ Kürdçe diye bir dil var ama, bu ilkel bir dildir.
dille Kürdler medeni dünya ile bütünleşemez. Kürdler en iyisi Türkçe öğrenip
medeni dünyaya doğru açılım yapsınlar…” demeye başladılar.
görüldü. Bunlar zaten vardı ve Kürdler bunları biliyordu. Türk inkarcılar da
öğrenmiş oldular. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki gelişmeler dikkate değer.
Ama Türk yöneticiler, bu gelişmelere hala gözlerin kapalı tutuyorlar, “Kürdçe
medeniyet dili değildir” diyerek, Kürdçe eğitimi engelliyorlar.
sürülmesi gereken temel ilkeler olmalıdır. Sık sık toplu mezarları gündeme
getiren bir yönetimi Kürdler her zaman sorgulamak durumundadır. Bu kötü yönetime karşı kendi kendini yönetme isteği elbette doğal bir istektir.
İsmail Beşikçi.
İlgili yazılar:
Fikret Başkaya: “Çağdaşlaşma, kalkınma… paradigmasının iflas ettiğini kabullenmeliyiz
1989 yılında Deniz Baykal başkanlığında hazırlanan SHP’nin Kürt Raporu ve Çözüm Önerileri
Paradigmanın İflası | Milli Mücadele Anti Emperyalist Bir Hareket Değildi – Fikret Başkaya
Sivas Katliamı öncesi ve sonrasına dair iki belge: kışkırtıcı bildiriler ve valinin itirafları
Ahmet Nesin: “Sevgiyle kal Deniz Gezmiş, sevgiyle kal Ömer Sandıkçı…”
Sokrates, Thoreau, Gandhi, Martin Luther King ve ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri – Ayşe Hür
Anadolu’da Nefret ve Nefret İfadesi Olarak Şiddet’in Tarihine Yolculuk – Zahit Atam
Faşizme sempati duyan Knut Hamsun’a Norveç halkının tepkisi
https://www.cafrande.org/ismail-besikciden-bulent-arinca-cevap-medeniyet-kurdleri-asimile-etmek-midir/
***
Binbaşı Cem Ersever i kim, neden, niçin ve nasıl öldürdü? BÖLÜM 2
Binbaşı Cem Ersever'i kim, neden, niçin ve nasıl öldürdü? BÖLÜM 2
Hanefi Avcı, Binbaşı Cem Ersever, kim, neden,nasıl öldürdü,
Mustafa Deniz belki biraz daha yakın gözükmek ya da belki kendine göre avantaj elde etmek adına JİTEM subaylarına ve Jandarmaya gitmişti. Zaten onlarla çok iyi tanışıp görüşen bir insandı. Onlara Cem’in ayrılırken beraberinde götürdüğü kırka yakın uzaktan kumandalı patlayıcının Kemal Sadık’ın evinde bulunduğunu, KemalSadık’ın çok güvenilir bir insan olduğunu, sadece Ali Balkan Metel isterse bilgi vereceğini bunun dışında kimseye bilgi vermeyeceğini ama bu patlayıcı maddelerin Cem tarafından alınıp kullanılması halinde kötü bir şeyler
olabileceğinden korktuğunu söylemişti. Aslında o patlayıcı maddeleri Cem elinden
çıkarmak istiyordu, fakat bu patlayıcıları Cem’in kullanabileceği yönünde
Mustafa Deniz’in korku ve endişesi vardı,bunu gidip Jandarma yetkililerine
söylüyordu. Mustafa Deniz farkında olmasa da Jandarma yetkilileri zaten Cem’in
Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a Güneydoğudaki infaz olayları ve başka
kanunsuz işler dahil olmak üzere birçok gizli bilgileri vermesinden dolayı son
derece rahatsızdı. Cem daha çok Kuzeyde Sekizinci Kolordu bölgesindeki, Bingöl
ve Tunceli Bölgesinde Yeşil’in karıştığı olayları anlatıyordu. Fakat sıra Diyarbakır sırasına gelirse, eski OHAL ve Diyarbakır bölgesinde, o tarihlerde Jandarma Genel Komutanlığında görev yapan diğer Jandarma Komutanlarının isimlerinin de verebileceği korkusu vardı. Bu yüzden Cem’i oratadan kaldırmayı düşünüyorlardı.
Daha sonra öğrendiğimiz kadarıyla Cem’i öldürmek için aslında daha önce de epey plan yapılmış. Cem’in peşine epey düşmüşler, onu kovalamışlar. Cem birlikte olduğu kızın Suriye’de Tıp tahsili yaparken gelip kendisinin yanında itirafçı
olması sonrasında Türkiye’de tahsiline devam etmesi için Samsun’da Tıp
Fakültesine kaydetmek için Samsun’a gitmiş. Bu durumu öğrenmeleri üzerine bazı itirafçılarla birlikte Yeşil, Cem’i öldürmek üzere Samsun’a giderken Merzifon
yakınlarında bir jiple kaza yapmış. Tabii böyle bir plandan o zamanlar Cem ve
arkadaşlarının haberi olmamış. İşte tam JİTEM’de Cem’i ortadan kaldırmanın
yolları aranırken, Mustafa Deniz gelip Cem’e ait malzemelerin Kemal Sadık
Uzuner’de olduğunu söyleyince planlarını uygulayabilecekleri bir fırsat
yakaladıklarını düşünüyorlar, JİTEM yöneticileri hemen Ali Balkan Metel’le
görüşüyorlar, onun vasıtasıyla Kemal Sadık Uzuner’e ulaşıyorlar. Uzuner onlara
Cem’in ne zaman geleceği hakkında bilgi veriyor. Ayrıca mahkemeye gideceğini,
öncesinde gelip kendisinden eşyalarını alacağını söyleyince de Kemal’in evine
pusu kuruyorlar. Cem gelince Cem’i hemen yakalıyorlar. Ankara Emniyeti Cem’in
kaybolmasıyla ilgili olarak Kemal’i Emniyete çağırdığında, olay ortaya çıkacağı
için hemen Emniyete bizim elemanımızdır dokunmayın diye baskı yapıyorlar.
Jandarmayla diyalogları iyi olduğundan onlar da etkileniyorlar ve müdahalede
bulunmuyorlar. Oysa o zaman Kemal’in evine polis baskın yapmış olsa Cem
kesinlikle kurtarılabilirdi, ama maalesef yapılamadı. Aslında Emniyetin bu
yaklaşımı gayet makul, tabii ki elemanlarının deşifre olmaması için uzak durmayı
tercih ediyorlar. Ama Cem işte orda kaçırılıyor.
da bir daha haber alınamıyor. Oda vurulacağını tahmin etmiyor. Bir müddet sonra
İstanbul’daki Neval Boz Cem gelmeyince meraklanıp Kemal’i arıyor. Kemal ona
Cem’in iki kişi ile beraber gittiğini söylemesi üzerine kız bu iki kişinin
eşkallerini öğrenmek, olay hakkında daha teferruatlı bilgi almak üzere Kemal’in
evine gidiyor ama ondan da bir daha haber alınamıyor. Birkaç gün sonra ise
kafalarına kurşun sıkılmış olarak her birinin cesedi Ankara’nın farklı yerlerine
atılmış olarak bulunuyor. Üç kişi de bu şekilde öldürülüyor.
hatta yaşananları inkar bile edbilirler. O tarihte JİTEM’i ve Yeşil’i bilen
Emniyet görevlileri ” Jandarma Mustafa Deniz’i öldürdü, Cem’i öldürdü, onlarla
beraber istifa eden ve şimdi Emniyette çalışan Ali Ozansoy’a da böyle bir şey
yapabilirler. Sakın böyle bir şey denenmesin, biz buna karşı çıkarız havası
içerisinde Jandarma Genel Komutanlığına gittiklerinde, Yeşil ile karşılaşıyorlar.
Yeşil açık açık elindeki Simit Wesson marka tabancayı göstererek, ” Bununla ateş
ettim, gerekirse size de ateş ederim,” diyecek kadar rahatlıkla cinayeti kabul ediyordu.
Bu olay bana o tarihte buna şahit olanlar tarafından anlatılmıştı ama bugün sorarsanız hepsi gördüklerini kesinlikle inkar edecekleridir.
üç kişinin öldürülmesi. Ama herkes Simonlaşmıştı, karşı tarafın cinayeti suç ama bizim yaptıklarımız suç değildi. Benim ifademe rağmen de maalesef olay ciddi olarak ne adliye tarafından ne Jandarma tarafından tahkik edilmedi.
aranır, sorulur, yollar kesilir, insanlar sorgulanır, bir dizi araştırma ve
soruşturma yapılırdı. Cem’in kaybolması ve öldürülmesi ile ilgili bir tek yazı,
failleri şunlar olabilir arayın bulun diye bir tek not bile yazılmadı. Devlet
için bu kadar önemli üst düzey görevlerde yer almış bir subay kaçırılıyor(
oluşturulmaya çalışılan görüntü itibarıyla örgüt tarafından kaçırılıyor) ama
hiçbir yerde aranmıyor, kaçırılan kişinin bulunması yönünde herhangi bir adım
atılmıyor. Halbuki o tarihte en ufak bir olay olsa yollar kesilir, hemen Türkiye’nin muhtelif illerine en ücra köşesine kadar tüm birimlere mesajlar çekilir, her yer didik didik aranır, her tarafa eşkaller yazdırılır, bir ton işlem yapılırdı. Ben Cem’in kaybolması ile ilgili ne Emniyetten ne de Jandarmadan tek bir yazı ya da mesaj bile almadım. Cem Binbaşı gibi biri görevinden dolayı kaçırılıyor, ama hiçbir araştırma ve soruşturma işlemi yapılmıyor.
Bildiğim kadarıyla zamanın Genelkurmay Başkanı, Genel Komutanlıkta bulunan tüm üst düzey yöneticiler bu olayın kimin tarafından, nasıl gerçekleştirildiğini
biliyordu. Sadece öldürme sebebi olarak Neval aracılığıyla Suriye’ye bilgi
sızdırmak olduğunu zannediyorlardı, çünkü bu yönde yalan ve yanlış bilgilerle
aldatılmışlardı. Emniyetin Merkez İstihbarat ve Terörle Mücadele ile Özel
Harekat birimleri yöneticileri ve Ankara Emniyetinin yöneticileri de belli
oranda olayı biliyorlardı. Ama kimse bu cinayeti çözmeye, olayı aydınlatmaya
yanaşmıyordu, çünkü o zamanki güç merkezleri bu cinayetin çözülmesinden yana
değildi, bu olayın bu şekilde kapanmasını istiyorlardı. Yeşil’in Cem’den aldığı
patlayıcı maddeleri MİT’e getirdiği Mehmet Eymür’ün ifadelerinden de net olarak
biliniyordu. Ayrıca Yeşil’in kullandığı mobil telefonla o tarihte bütün Jandarma
ve Emniyet yetkilileriyle görüştüğü belliydi, o telefonu Cem’den aldığı
aşikardı. Bunun yanında Kemal Sadık Uzuner’in mobil telefonla kimlerle
konuştuğu, tek tek bütün görevlilerle irtibatları belliydi. Bugün bile bunları
ispatlamak mümkün, araştırılırsa tüm bunlar ortaya çıkarılabilir ama maalesef
hiç kimse ilgilenmedi ve olay o şekilde kapandı.
Evet Cem Binbaşı herkesin gözü önünde, herkesin bildiği bir şekilde yok edildi
ve maalesef cinayet her şeyi ile ortada olmasına ve var olan bütün delillere
rağmen bu sistem kendi suçlusunu yakalayamadı ve hesap soramadı.
Bu bence pek çok açıdan önemli bir olaydı çünkü devlet kendi elemanını
öldürmüştü. JİTEM ‘in var olup olmadığı yönündeki tartışma hala daha devam
ediyor. Muhtelif defalar söylendi ama bir kere daha kaydetmekte yarar görüyorum.
O tarihte Cem’ler veya diğer subay arkadaşlar JİTEM mensubu olarak istihbarat
değerlendirme toplantılarına JİTEM adına katılıyorlardı. Jandarma Genel
Komutanlığının terörle mücadele için böyle bir birim kurmasında hiç bir mahsur
bulunmazken var olan bir birimi inkar etmesinin akılla izahı yoktur. JİTEM’in
kurulması değil, çalışma yöntemleri yanlıştır ama bu teşkilatın kurulmasında
hiçbir mahsur yoktur.
Çetin Ağaşe isimli bir gazeteci JİTEM Gerçeği adlı bir kitap yazmıştı. Bu
kitapta da basit ama aslında çokönemli belgeler vardı. Bu araştırma için Ağaşe,
Cem’in çevresindeki bazı insanlarla, dostlarıyla görüşmüştü. Hatta eşi Işık
Hanım’la da görüşmüştü. Cem’le ilgili bir belge alabilir miyim diye sorduğunda
Işık Hanım iyi niyetle Cem’in iki tane Takdirnamesini vermişti. O tarihteki
Asayiş Kolordu Komutanı daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı olan Hikmet Köksal Paşa’nın imzasının olduğu takdirnamede Cem Ersever’in unvanı JİTEM Grup Komutanı olarak belirtiliyordu. Ağaşe yine Jandarma Genel Komutanlığı telefon rehberinin bir kopyasını da kitabına koymuştu. Hem Jandarma merkezinde Genel Komutanın hem de illerdeki JİTEM grup komutanlıklarının telefon numaraları yazılıydı.
Esasen yanlış yapsa bile resmi olarak hiçbir zaman yalan söylemezdi, mahkemelere ya da ilgili kurumlara yazılı cevap verirken mutlaka doğrular söylenirdi. İlk defa Jandarma Genel Komutanlığı (bence tarihi bir hataydı) JİTEM yoktur diye yalan bir yazılı beyanda bulundu. O yazıyı hazırlayan, paraf eden, imzalayanlar herkesin yüzüne karşı devletin yalan söylediğini itiraf etti. Halbuki böyle bir yazının Jandarma Komutanlığından çıkmaması gerekirdi. Böyle bir birimin var olduğu herkesçe malum olmasına rağmen siz bir devlet kurumu olarak bunu inkar ediyorsunuz, bu kabul edilecek normal bir olay değildir. O tarihe kadar devlet kurumları resmi yazılarda hakikat hilafına resmi olarak cevap vermezlerdi, bir şey inkar edilecekse bile dolaylı sözlerle ifade edilirdi. Böyle bir yalan beyanat nedeniyle devletin sözlerine de itimat sarsıldı.
Çünkü devlet asla yalan söylememeliydi, hele ki böyle hassas bir konuda devletin
yalan söylemesi ve yanlış bilgi vermesi asla kabul edilemez ama maalesef bu
şeklilde bir davranış sergilenerek hata edildi.
bulmayanlar, bunun için hiçbir adım atmayanlar Cem’in failleridir.
Hanefi Avcı Cem Ersever Olayı Haliç’te yaşayan Simonlar
Hanefi Avcı’nın Cem Ersever’le karşılaşması, HEP* Diyarbakır İl Başkanı Vedat
Aydın’ın öldürülmesi
Birkaç Kitapta Açık Olarak Anlatıldığı Halde 20 Yıldır Çözülmeyen Musa Anter
Cinayeti
Siyasi ve sıradan bir açmaz | Kemalizm ve Türk Aydını – Kutsiye Bozoklar
İsmail Beşikçi’den Bülent Arınç’a Cevap: Medeniyet Kürdleri Asimile Etmek
midir?
İdealleri Uğruna Ölme Kudreti, Açlık Grevi: İrlanda Deneyimi – Denis O’Hearn
Vedat Türkali’den Muhteşem Yüzyıl yazısı: “Keşke Kanuni’nin tek günahı bu
olsaydı”
Emperyalist Savaşları Anlama Kılavuzu – F. Başkaya “Savaşlarının gerçek
nedenini gizlemek kuraldır”
Faşizme sempati duyan Knut Hamsun’a Norveç halkının tepkisi
***