20 Şubat 2019 Çarşamba

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA NELER YAŞANDI? BÖLÜM 10

15 TEMMUZ SÜRECİNDE DONANMA ÇAPINDA  NELER YAŞANDI?  BÖLÜM 10


4. SONRASI (SEÇMECECİLİK ve LİNÇ) 

Sabah olduktan sonra askerî sahada kurulan tuzaklar hedeflerine ulaşmıştı. Ardından masum Türk Silahlı Kuvvetleri personelini şimdi adliye ve idarenin ortaklaşa hak ve hukuk tecavüzleri bekliyordu. 

Bunlar da çok şiddetli, çabuk ve yüksek sesle yapıldı ki kimse muhalif bir imada, eylemde, söylemde bulunamasın, sorgulayamasın. 

Daha hiçbir şeyin ne olduğu bile belli değilken, gözaltından adliyeye götürülürken meydanlarda toplanmış insanların arasından nakledildiler ki psikolojik olarak bitirilsin ler. Memuriyetten, bir daha bu topraklarda onurlu bir şekilde yaşayamayacak formatta ihraç edildiler ki çocukları bile acı çeksin. 

İtibarsızlaştırma ve sosyal linç o denli şiddetli yapıldı ki eşler kocalarından, çocuklar babalarından, ana-babalar yavrularından, akrabalar kardeşlerinden şüphelenir hale getirildi. 

Buna karşılık kendilerine pusu kuran silah arkadaşları ve komutanları da ajitasyon, yalan beyan, gerçeğe aykırı ifadeler, tutarsız ve sahte belgelerle kahramanlaştırıldı. 

Soruşturmalar ve kovuşturmalar süresince “otomatik yalan söylüyor” ön kabulüyle hareket edildi. 

Gemi jurnallerinde yer alan deliller karartıldı, aynı fiili yapan kişiler için tutuklama ve ihraçta seçmece davranıldı. Bilgi alma tutanakları hazırlanırken, ifadeler alınırken yöneltilen sorularda seçmece davranıldı. 

Örneğin Levent Kerim Uça’yı etkileyen sorularda seçmececilik yapıldı. 

TCG TUFAN’ı Levent Kerim Uça’nın telefondan verdiği şifahi-sözlü emriyle seyre kaldıran İrfan İskender’e Bilgi Alma Tutanağı’nda “Komutanlık ehliyetinin olup 
olmadığı” soruldu, cevaben de “olduğu” belirtilmiştir. 

Halbuki burada saklanan gerçek şuydu: Ayhan Bay’dan emir alan Levent Kerim Uça, tuzağın ortaya çıkmaması için tüm gemilerin seyre çıkarılması gerekmesine binaen o gün seyre hazır nöbetçi gemi olan ama ilginç bir şekilde komutansız bulunan TCG TUFAN’ı da seyre kaldırmalıydı. Bunun için birkaç saat önce başka bir geminin komutanı iken ayrılışını yapmış bulunan İrfan İskender’i aradı ve gemiyi seyre kaldırmasını emretti. 

İrfan İskender’in ise artık “komutan” vasfı yoktu. Bu durum bir emirle görevden geçici olarak uzaklaştırılan bir subayın artık emir verme yetkisinin kalmayışından daha ciddi bir “yetkisizlik” durumuydu. 

Hatta Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş 16 Temmuz 2016 günü Önder Öngör’e “Ayhan Bay’ın FETÖ’cü olduğunu bilmiyor musun, neden onun emirlerine uydun” diye çıkışmışlardı. Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş’ın, Ayhan Bay’ın sınıf arkadaşı olmalarına rağmen FETÖ’cü olduğunu kimseyle paylaşmamışlar hatta onun emriyle gemileri seyre kaldırmışlar sonra da tüm suçu Önder Öngör’ün üzerine atma bayağılığını sergilemişlerdi. 

Levent Kerim Uça yılların mesleki birikimi nedeniyle tabi ki bu detayları biliyordu ama aynı kesinlikle de biliyordu ki kendisini nasıl olsa ilerleyen süreçte kurtaracak komutanları ve arkadaşları vardı. Dolayısıyla TCG TUFAN’ı yetkisiz bir subayı yetkisizce ve kanuna aykırı bir şekilde gemi komutanı yetkileriyle donatıp bir gemiyi seyre kaldırdı, 4 gemiyi de Gölcük limanına dönmesi gerekirken Marmara’ya geri döndürdü. 

Ardından da raporlara-belgelere bu konular hep sanki Levent Kerim Uça yasal bir görevlendirme yapmış gibi gösterildi, Levent Kerim Uça da terfi ettirilerek amiral yapıldı. 

İhlal edilen haklar karşısında seçmece tavır sergileniyor, CMK’da savcıya verilen “şüphelilerin haklarını savunma” sorumluluğu hiç dikkate alınmadan iddianameler hazırlanıyordu. 

Tüm süreç iftira ve gerçeğe aykırı beyanlar üzerinden yönetildi. Bu beyanlar resmi makamları ele geçirenlerce evrak formatında gönderilince sadece bir “yazılı beyan” iken resmi belge muamelesi gördüler. 

Halbuki yazılı da olsa onlar beyandı ve o beyanları hazırlayanlar da 15-16 Temmuz gecesinde denizdeki pusuyu, sonrasında da adli ve idari hile ve tuzakları yönetenler di. 

5. SONUÇ 

Bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı; çok üst düzey komutanların devletlerine ve milletlerine ihanet pahasına, 300 kişinin 
öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına; bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak ve kasıtla gerçekleştirildi. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genlerine müdahale edilerek menfaatçilik, pusuculuk, bireylere odaklı itaat, değerler yerine menfaatler doğrultusunda hareket, masum kişilerin kendilerini aşıp çocuklarına varan bir nefret ve vahşet ikame edildi. 

O gece donanmada tüm gemiler aynı anda ve ortakça seyre çıkarıldı, sonrasında Kuvvet Komutanı ve Donanma Komutanı başta olmak üzere “kapalı çevrim” tesis edilerek bazı gemi komutanları ikaz edilip diğerlerinden ayrıldılar. 

Bu arada olan biteni anlamayıp direktif isteyenlere bu iki komutan başta olmak üzere kendileriyle işbirliği içinde hareket eden diğer tuzakçılar hep oyaladılar, “bekle, emir vereceğim” dediler ama o emri bir türlü vermediler. 

Aksaz’da paralel karargah kurup tuzağı yönettiler. 

Ertesi sabahtan itibaren infaz listelerini savcılıklara verip masum askerleri tutuklattılar. Bu savcıların, Donanma Komutanlığının verdiği infaz listeleri doğrultusunda başlattıkları soruşturmalar ve Cihat Yaycı’nın geliştirdiği başka kriterler bahane edilerek bu askerler memuriyetten ihraç edildiler. 

Deniz Kuvvetleri’nin kendisinin verdiği infaz listeleri üzerinden soruşturma açılıp soruşturma nedeniyle ihraçlar yapılıp ardından da iddianamede “ihraç edilmiştir” 
diyerek bir hukuksuzluk kısır döngüsü üzerine adli yaptırımlar devam etti. 

Geçen süre içerisinde hürriyetleri elinden alınan çok sayıda masum askerle ilgili gerçekleri ise iddianameler yayınlanıp eklerinde gemi jurnalleri, seyir plotları, ifade tutanakları gibi belgeler ortaya dökülünce görebildik. 
Kısaca, Türk Deniz Kuvvetleri’nin komutanları yaptıkları haince bir pusu planıyla masum askerleri pusuya düşürmüşlerdi. Tam bir vatana ihanet örneğiydi. 
Hakimler ve savcılar da, gözlerinin önündeki 2500 civarındaki kişinin ifadeleri, yüzlerce sayfalık askeri belgeler, dilekçeler, pusuyu itiraf eden yüzlerce sayfalık beyanlar ortada olmasına rağmen Türkiye’deki bu linç atmosferinde vatan hainliği yapan komutanlarla birlikte hareket ettiler. 

Hukuk bütün temel kaide ve ilkelerine aykırı olarak daha önce hukuk kullanılarak haksızlığa maruz kaldığını iddia eden kişi ve gruplarca iğfal edilmiş, aynı standart ve rutin işlemleri yapanların bir kısmı kahraman diğer kısmı vatan haini ilan edilmiş, hukuk insanları bilerek ve ısrarla bu grubun kasıtlı yönlendirmeleri ve aldatmaları ile hukuk katlinin mümessili olmuşlardır. 

Tarafsız ve adalet terazisini esas alan objektif ve tutarlı bir yaklaşımla bakabilen herkesin aklının ve vicdanının kabul edeceği gibi hain darbe girişimi ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyenler şu anda Türkiye’deki hakim güçler ve onlardan emir alan yasal görünümlü ama illegal kanun tanımazlardır. 

Biliyoruz ki, kanunsuzluk ve hukuksuzluk sonsuza dek süremeyecek!..

Biliniz ki, burada paylaşılan ve açıklanan belgeler, var olanların çok azı!..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder