Zirve Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zirve Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2019 Perşembe

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 5

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 5


11 Eylül Sonrası NATO 

• Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004 
• Suat Parlar, Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004 

11 Eylül terör saldırıları, terörizm tehdidini ve kitle imha silahlarını küresel güvenlik tehditleri listesinde ön sıralara yerleştirmiş, ABD liderliğinde sürdürülen teröre karşı savaş en başta İslami terör örgütlerini hedef almıştır. Bu kapsamda NATO’nun da içinde yer aldığı uluslararası müdahele operasyonları düzenlenmiş tir. Bu dönemde NATO’nun toprakları dışında, Afganistan’da Birleşmiş Milletler onaylı uluslararası Güvenlik Gücü gibi, istikrarı koruma operasyonlarına dahil olması NATO’yu farklı bir boyuta çekmiştir. Müslüman ülkelerde düzenlenen bu operasyonlarda Türkiye’nin olumlu katkıları olmuş ve NATO içinde etkinliği artmaya başlamıştır. 

11 Eylül sonrası dönem Türkiye’nin İttifak içindeki yerini sağlamlaştırmasına rağmen ABD’nin gönüllü müttefikleri ile birlikte yürüttüğü İslami teröre karşı savaş kapsamında Irak’a girmesi, Afganistan ve çevre ülkelerde yürütülen operasyonlar kapsamında hem bölgede hem de İttifak ülkeleri sınırları dahilinde Müslümanlara karşı izlenen politikalar Türk kamuoyunda Amerikan karşıtlığını yeniden gündeme getirmiştir. Bu da ABD ile özdeşleştirilen NATO’ya olan kamuoyu desteğinin azalmasına yol açmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girişinin 60. yılında Türk kamuoyunun İttifak hakkındaki olumsuz görüşlerinin tarihin en yüksek seviyelerinde gerçekleşmesinin ardında yatan önemli etkenlerden en önemlisi artan Amerikan karşıtlığıdır. Bu çerçevede ele alındığında bu 
dönem NATO üzerine yazılan kitapların önemli bir kısmının NATO’yu 1970’li yıllarda olduğu gibi emperyalizmle özdeşleştirmesi doğaldır. 

Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO isimli kitabına ABD’nin NATO güvenlik şemsiyesini paylaşmayı önererek Türkiye’yi kendi tarafına çekmesini ABD ve Batılı müttefiklerinin “sosyalizmin gelişmesini engelleme çabaları” kapsamında tartışarak başlar. Kitabın “Sunuş” kısmında NATO’nun masum bir savunma ve dayanışma gerekçelerine dayalı olrak yola çıkan bir 
teşkilat olmasına rağmen tarihi boyunca “saldıran ve tehdit eden güç” olarak varlığını ortaya koyduğuna, “kural tanımaz bir kirli savaş makinesine döndüğü”ne işaret edilir.57 Kitapta NATO’nun ilk anlaşma metninde gizli madde olarak yer alan ve her üye ülkenin komünizme karşı mücadele edecek bir devlet örgütlenmesi oluşturmasını öngören madde kapsamında oluşturulan komiteler 
aracılığıyla suikast, sabotaj, adam kaçırma gibi yöntemler kullanılarak “süphelilerin ve radikallerin” ortadan kaldırıldığı iddia edilmektedir. Türkiye’de de Ergenekon adı altında benzer bir oluşumun meydana getirildiği ve Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de meydana gelen pek çok kanlı eylemin ardında bu yapılanmanın yer aldığından bahsedilir.58 Hiçyılmaz’ın kitabı NATO’nun bu tarz “gizli ordular” aracılığıyla NATO’nun etki alanını genişletmeye çalıştığını örneklerle açıklar. Kitapta Büyük Ortadoğu Projesi, bölgede ılımlı İslamın desteklenmesi ve Irak’a yapılan müdahele gibi Ortadoğu’yu ilgilendiren konularda NATO kapsamında oluşturulan bu özel kuvvetlerin aktif rol 
oynadığı tartışılmaktadır. 

2003 yılında Irak işgali ile tetiklenen anti-emperyalist hareketin Türkiye’de de etkili olduğunun altını çizen Hiçyılmaz bu tepkilerin İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi sırasında daha da alevlendiğini anlatır: “35 yıl sonra 68’in önderlerinin emperyalizme karşı kararlı duruşları örnek alınarak ... işçisi, kamu emekçisi, öğrencisi yükselen anti-emperyalist dalganın bir parçası olmaya çalışmışlardır.” İstanbul Zirvesi sırasında alınan güvenlik tedbirlerinin 59 NATO’nun halk için değil halklara karşı bir örgütlenme olduğunu kanıtlamıştır der, Hiçyılmaz. Tüm tedbirlere ve baskılara rağmen NATO karşıtı protestoların gerçekleşmesi ise “baskıların NATO karşıtı mücadeleyi engelleyememesi” olarak yorumlanır kitapta. Zirve’de Türkiye’ye verilen rollerin bir yandan Ortadoğu halklarını bir yandan da Türkiye’deki emekçileri tehdit ettiğinin ve tüm bu antidemokratik 
uygulamaların NATO’nun bir parçası olduğu sermayenin egemenliğinden kaynaklandığının altı çizilmektedir. 

Hiçyılmaz’ın kitabı NATO’yu radikal bir bakış açısıyla değerlendirse de özellikle 2003 Irak Savaşı’nı takiben ülkede ortaya çıkan Amerikan karşıtı hareketlerin bir yansıması olarak düşünülebilir. ABD ile özdeşleşen NATO ise bu dönemde eleştiri oklarının hedeflerinden biri olmakta idi. 

Bu makalede incelenecek olan son kitap Suat Parlar tarafından yazılmış olan Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO isimli kitaptır. Amerikan emperyaliz mini ve NATO’nun bu projenin bir parçası olduğu tezini savunan diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitapta da tarihsel arka plan olarak İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemleri incelenmektedir. Pax Amerika’nın kökenlerini inceleyen tarihsel arkaplan tartışmasından sonra Soğuk Savaş sonrasında, 1991 yılında Körfez’e 
yapılan “birinci emperyalizt müdahale”den başlayarak Amerikan hegemonyasının “çürümesini” ele alan Parlar, ABD’nin zayıflayan ekonomisinin “emperyalistler arası çelişkileri” artırdığını ve ekonomik rekabetin ulusal güvenlik sorununa dönüştüğünü işaret etmektedir.60 

1990 sonrası dönemde ABD, Japonya ve Almanya arasındaki gerilimleri Üçüncü Soğuk Savaş olarak tanımlayan Parlar, bu gerilimlerin NATO, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası yapılanmalar dahilindeki tartışmalarda da ortaya çıktığını ifade eder.61 

ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı, stratejik ortaklarıyla ters düşmeye başladığı bu dönemde küreselleşmenin emperyalist müdaheleciliğin yeni kılıfı olarak ortaya çıktığı tartışılır. Küreselleşme ile iç içe geçen ekeonomiler, bir de üzerine 11 Eylül sonrası küresel düzeyde güvenlikleştirilen terör tehditi de eklenince ABD’nin başını çektiği emperyalist müdahelelerin önünün açıldığı tartışlır 
kitabın son bölümünde. NATO’yu emperyalist müdahelelerin aracı olarak ele alan Parlar “NATO ve AB’nin kapitalistler arasında gelişen çelişkiler ve çatışmaları çözme sürecinde kapalı, devlet seçkinlerinin mutabakatlarına dayalı, kolektif bir siyasal sistem” olarak tanımlamaktadır. Bu sebeple NATO’nun hedef, taktik ve uzlaşmalarının kamuoyundan gizlidir.62 

Parlar’ın İddiasına göre NATO’nun Soğuk Savaş sonrası genişlemesi ve terör tehdidinin makro bir tehdit olarak ele alınarak İttifak’a Soğuk Savaş sonrasında yeni misyonlar biçilmesi ve Afganistan’da olduğu gibi müdahelelerin önünün açılması NATO’yu halklar gözünde gayrimeşru duruma düşürmektedir. 
Dolayısıyla NATO misyonuna son verilmesi için mücadele edilmesi gereken bir oluşumdur. Kitabın sonunda NATO’nun 11 Eylül sonrasında ABD’nin “sistematik uluslararası soykırım doktirini ile barbarlığın en yıkıcı” kampanyalarının yürütülmesinde başrol oynadığı ve bu yüzden yokolmayı hakettiği mesajı verilmektedir. 

Bu dönemde NATO üzerine yazılmış kitaplar arasından seçilen iki kitabın da NATO’yu ABD’nin emperyalist amaçları ile özdeşleştiren ve NATO’ya karşı mücadele çağrısında bulunan yayınlar olması şaşırtıcı değildir. ABD 1990 sonrası yürüttüğü müdahelerde yapabildiği kadar NATO’yu ön plana sürmüş, bu müdaheleler NATO’nun yürüttüğü müdaheleler olarak algılanmıştır. ABD’nin 11 
Eylül sonrası Ortadoğu’da yürüttüğü kampanyalar ve İslami terörü hedefleyen teröre karşı savaşı Ortadoğu’daki siyasal ve sosyal dengeleri sarsmış ve insani güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Amerika karşıtı tepkiler artarak çoğalmış ve Amerikan karşıtlığı NATO gibi ABD’nin içinde bulunduğu tüm uluslararası oluşumların da meşruiyetini olumsuz etkilemiştir. 

Sonuç 

Bu makalede Türkiye’nin 60 yıllık NATO tarihi Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplardan bir seçki incelenerek okunmaya çalışılmıştır. 60 yılda NATO - Tükiye arasında yaşanan tüm iniş çıkışlar bu makalede incelemesi yapılan 11 kitabın okumasında çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. 

Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1950’li yıllarda Demokrat Parti hükümetinin Sovyet tehdidini güvenlikleştirme sürecinin bir yansıması olarak bu dönemde NATO ile ilgili olarak yayınlanan kitaplar hükümet’in NATO üyeliğini meşrulaştırma projesinin yansımalarıdır ve resmi söylemi kamuoyuna aktarma amacı güder. 1960’lı yıllara gelindiğinde Demokrat Parti’nin askeri darbe ile devrilmesinden sonra Demokrat Parti hükümetinin dış politika ekseninde ön plana çıkardığı  Amerika ile stratejik ortaklık ve NATO’ya aktif katılım politikaları bir kenara atılmış, Kıbrıs konusunda yaşanan krizlerin de etkisiyle sol ideolojiler çeçevesinde şekillenen anti-Amerikan, antiemperyalist dolayısıyla NATO karşıtı söylemler ön plana çıkmıştır. Türkçe NATO literatüründe en çok ses getiren çalışmalardan biri olan Türköne Ataöv’ün Amerika, Türkiye ve NATO isimli kitabı bu dönemin ürünüdür. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ideolojik söylemlerin yerini NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki dönüşümünü analiz eden, Türkiye’nin bu dönüşüm sürecine entegrasyonu ile ilgili izlenecek siyaset ile ilgili öneriler sunan akademik çalışmalar ön plana çıkmıştır. 

11 Eylül’den sonra özellikle Amerika’nın teröre karşı savaş adı altında Müslümanları marjinalleştirmesi ve uluslararası toplumun desteği olmadan Irak’ı işgali gibi politikaları Amerikan karşıtlığını yeniden su yüzüne çıkarmıştır. Bu dönemde kamuoyunun ABD’ye olan desteği azalmış ve anti-Amerikan söylem NATO ile ilgili konulara da yansımıştır. Bu dönemde yeniden NATO karşıtı yayınlar ortaya çıkmıştır. Türk kamuoyunda 11 Eylül sonrası gittikçe artan Amerikan karşıtlığı Türkiye’nin NATO çatısı altında yaptığı katkılar eleştirilmeye, NATO’ya destek azalmaktadır.


DİPNOTLAR;

1 Yardımcı Doçent Dr., Zirve Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
2 NATO, “Roma Deklarasyonu”, 8 Kasım 1991, 
http://www.nato.int/docu/comm/49-95/c911108a.htm ( Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
3 Sait Yılmaz, “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu: Ne NATO ile Ne NATO’suz”, 26 Nisan 2011, http:// 
www.21yyte.org/tr/yazi6167- 
Turkiye___NATO_Iliskilerinde_60_Yilin_Bilâncosu_Ne_NATO_Ile_Ne_De_NATOsuz.html (Erişim Tarihi 16 Aralık 
2011) 
4 Lord Robertson, “11 Eylül’de NATO Genel Sekreteri Olmak”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http://www.nato.int/docu/ 
review/2011/11-september/Lord_Robertson/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
5 NATO, “Istanbul Deklarasyonu”, 29 Haziran 2004, http://www.dpenato.org.tr/ (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
6 NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68828.htm 
(Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
7 Jacquelyn Davis, “11 Eylül’den Sonra NATO: Amerikan Görüş Açısı”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http:// 
www.nato.int/docu/review/2011/11-september/NATO-US-Perspective-9-11/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
8 ibid.
9 H.E. Ambassador Hüseyin Diriöz, Briefing on Current Issues in NATO’s Defence Planning including Missile Defence, 
Brüksel, 26 Kasım 2011
 10 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http://www.mfa.gov.tr/ii_- 
turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
11 Yılmaz, “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu”
12 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http://www.mfa.gov.tr/ii_- 
turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
13 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, 
http://www.mfa.gov.tr/ii_- turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
14 Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt I, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 1984
15 İhsan Yurdoğlu, Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956, s. 5 
16 ibid, s.7 
17 ibid, ss. 31-32 
18 ibid, s. 74 
19 ibid, ss. 75-81 
20 ibid, s. 24
21 ibid, s. 22 
22 ibid, s. 27 
23 ibid, ss. 50, 56-58 
24 ibid, s. 88
25 ibid, s. 87 
26 TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958 
27 ibid, s.21
28 ibid, s.29 
29 ibid, s.33
30 ibid, s. 67 
31 Mehment Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 
Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 
32 Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969, s.3
33 ibid, s.5 
34 ibid, s.8 
35 ibid, ss. 145-154 
36 ibid, s. 154 
37 ibid, s. 186
38 ibid, s. 293 
39 ibid, s. 294 
40 ibid, s. 295
41 Sezai Orkunt, NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970, ss.17-25 
42 ibid, s.15 
43 ibid, ss.46-48 
44 ibid, ss.49-50
45 ibid, s.60 
46 ibid, s.61 
47 Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü 
Yayınları, 1982 
48 Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983
49 Kenneth Hunt, “Türk Savunmasında ABD’nin ve NATO’nun Rolleri”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve 
Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.105-115 ve Paul 
Wolfowitz, “NATO’nun Güney Kanadında Değişen Stratejik Çehre”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve 
Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.-151-155
50 Andrew J. Bacevich, The New American Militarism, Oxford, Oxford University Press, 2005 
51 Cristoph Bertham, Savaşa Veda, NATO Reviews, İlkbahar 2006 
52 ibid
53 Musa Ceylan (Der.), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999
54 ibid, 24 
55 Nurşin Ataşeoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006
56 ibid, ss.37-43
57 Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004, ss. 7-8 
58 ibid, 35-41
59 ibid, 136 
60 Suat Parlar, Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004, ss.119-130 
61 ibid, s.141
62 ibid, 303

Kaynaklar ;

Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt I, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 1984 
Ataöv, T. Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969 
Bacevich, A.J. The New American Militarism, Oxford, Oxford University Press, 2005 Bertham, C. “Savaşa Veda”, NATO Review, İlkbahar 2006 
Ceylan, M. (Der.), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999 Güney, N.A. Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006 
Hiçyılmaz, S. Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004, ss. 7-8 
Davis, J. “11 Eylül’den Sonra NATO: Amerikan Görüş Açısı”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http:// www.nato.int/docu/review/2011/11-september/NATO-US-Perspective-9-11/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982 
Diriöz, H. Briefing on Current Issues in NATO’s Defence Planning including Missile Defence, Brüksel, 26 Kasım 2011 
Hunt, K. “Türk Savunmasında ABD’nin ve NATO’nun Rolleri”, Dış Politika Enstitüsü (der.), 
Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.105-115 
NATO, “Roma Deklarasyonu”, 8 Kasım 1991, http://www.nato.int/docu/comm/49-95/c911108a.htm Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO, “Istanbul Deklarasyonu”, 29 Haziran 2004, 
http://www.dpenato.org.tr/ (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ official_texts_68828.htm (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ official_texts_68828.htm 
(Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
Orkunt, S. NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970 
Parlar, S. Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004 Robertson, L. “11 Eylül’de NATO Genel Sekreteri Olmak”, NATO Dergisi, Eylül 2011, 
http://www.nato.int/docu/review/2011/11-september/Lord_Robertson/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
Saray, M. Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 
Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983 
TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http:// www.mfa.gov.tr/ii_-turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958 
Yılmaz, S. “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu: Ne NATO ile Ne NATO’suz”, 26 Nisan 2011, 
http://www.21yyte.org/tr/yazi6167-
Turkiye___NATO_Iliskilerinde_60_Yilin_Bilâncosu_Ne_NATO_Ile_Ne_De_NATOsuz.html (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
Yurdoğlu, İ. Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956 
Wolfowitz, P. “NATO’nun Güney Kanadında Değişen Stratejik Çehre”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.-151-155 


***

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 4

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 4


Bu değerlendirmeler sonucunda sağduyu sahibi olanların körü körüne NATO’dan ayrılmasını tavsiye edemeyeceğini belirten Korkunt, “NATO’dan çıkma fikrini benimsemeden evvel içinde nasıl oturulması lazım geldiğini tartışmanın” daha doğru olacağını 45 ortaya koymuştur. Türkiye’nin izlemesi gereken yol “NATO içinde kalmak, milli güvenliğe zararlı olan sivri uçları inat ve ısrarla düzeltmek, ciddi bir şekilde artan riski daha da arttıracak pasif davranışları terk etmek...” olarak sıralanmıştır.46 


1960’lı yılların sonunda Türkiye’de ortaya çıkan Türkiye NATO’dan ayrılmalı tartışmalarını gayet iyi yansıtan bu kitaplar o dönemde sadece Türkiye’nin NATO’dan çıkıp çıkmaması değil, aynı zamanda ülkenin güvenliği, bağımsızlığı ve egemenliği gibi konularda fikirlerin nasıl bir uçtan bir uca savrulduğunu net bir biçimde gösterir. Türk siyasetine hakim olan bu fikir ayrılıkları kısa sürede 
şiddet olaylarına yol açmış, farklı ideolojik görüşlere sahip olan guruplar arasında yaşanan çatışmalar ülkeyi askeri bir müdahaleye kadar götürmüştür. 1980 askeri darbesi Türkiye’de hem iç siyasetin yapısını ve gidişatını kökten değiştirmiş hem de dış politika alanında özellikle de ABD va NATO ile ilişkiler konusunda değişimlere yol açmıştır. Bu kapsamda 1980‘lerde NATO hakkında 
yapılan çalışmalar hem Soğuk Savaş’ın değişen dinamiklerini hem de Türkiye’nin değişen dinamiklerini anlamaya yönelik olarak düzenlenen seminer/konferans notlarıdır. Bunlardan ilki 1979 yılı Eylül ayında Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen Türkiye’nin ve Müttefiklerinin Güvenliği isimli seminerde sunulan bildirileri içeren bir tebliğ kitabı47, diğeri de Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından Ekim 1982’de düzenlenen 1980‘lerde NATO isimli toplantıda sunulan 
bildirilerin toplandığı tebliğ kitabıdır.48 

Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantının katılımcıları organizatör hariç yurtdışından gelen katılımcılardır ve konuşmacılar arasında Bernard Lewis ve Paul Wolfowitz de bulunmaktadır. Tebliğler arasında başlığında NATO’ya direkt referans veren 2 bildiri49 olsa da genel olarak bildiriler NATO’nun Türkiye’nin ve müttefiklerinin güvenliğinin sağlanmasında oynadığı rolün 
altını bir şekilde çizmektedir. Türkiye’nin çevresindeki tehditlerin boyutu, bu tehditlere karşı Türkiye’nin korunması sağlayacak yegane destek olarak NATO ve ABD’nin ön plana çıkması ve müttefiklerin savunmasında bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin ne kadar önemli olduğuna dair bildirilerin toplandığı bu kitap özellikle Sovyetler Birliği’ne yaklaşma eğilimi gösteren askeri yönetimin izlediği politikalar zıt bir tutum ortaya koyması açısından ilginçtir. Bildiri sahipleri arasında ABD Milli Güvenlik Konseyinden Paul Henze, ABD Savunma Bakanı Müsteşar 
Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi Başkanı John Underwood gibi katılımcıların bulunması ABD’nin bu dönemde Türkiye’nin desteğini garantilemek için nasıl bir kamu diplomasisi atağında olduğunun göstergesidir. 

İkinci tebliğ kitabı, 1980‘lerde NATO, katılımcıların çoğunun Türklerden oluştuğu ve detente, terörizm ve NATO politikalarının güney kanat üzerine etkilerinin tartışıldığı oturumların yer aldığı seminerde yapılan tartışmaları içermektedir. Katılımcılara bakıldığında dönemin asker egemen havasını yansıtmaktadır: Ümit Haluk Bayülken (Savunma Bakanı), general Gerd Scmückle, General 
Ali İhsan Gürkan, Amiral Sezai Orkunt ve diğerleri. Detente döneminin sona ermesiyle tekrar Soğuk Savaş dönemine benzer bir güvenlik ortamında NATO müttefikleri için ortaya çıkan sorunların tartışıldığı bildirileri içeren bu kitap askeri yönetimin kontrolü altında olan bir araştırma merkezi tarafından düzenlenmiş olması ve hem Türkiye’den hem dışarıdan gelen katılımcıların pek 
çoğunun resmi söylemlerle tartışmaları yürütmesi dikkate alındığında toplantı sonunda ortaya çıkan bildirilerin NATO’nun Türkiye’ye Türkiye’nin NATO’ya yeniden “hala birlikteyiz, taahhütlerimizi unutmadık, hatta yeni ittifak alanları geliştirebilirz” mesajı verdiği gözden kaçmamaktadır. Türkiye ile NATO arasında dengelerin yeniden kurulmaya başlandığı, Türkiye NATO’suz NATO Türkiyesiz 
olamaz düstüruna yeniden dönüşün olduğu bu dönemde bu tip yarı akademik yarı resmi toplantılar sıkça yapılması ve sonuçlarının yayınlanarak kamuoyu ile paylaşılması dikkat çekicidir. 

Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Güvenlik Ortamı ve NATO 

• Musa Ceylan (Derleyen), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999 
• Nurşin Ataşeoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006 

1990’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO’nun varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği tartışmaları yapılmaya başlanmış ve NATO 1991 yılında oluşturduğu Stratejik Konsept kapsamında yeni dünya düzeninde kendine yeni misyonlar biçerek varlığını sürdürme kararı almış ve bunu meşrulaştırmıştır. Soğuk Savaş dönemine kıyasla Amerika Birleşik Devletleri’nin tek başına 
konvansiyonel bir savaşı yürütmeye ve kazanmaya yetecek kuvveti vardı, dolayısıyla konvansiyonel tehditler için NATO’ya ihtiyacı kalmamıştır. Soğuk 50 Savaş sonrasında İttifak’ın amacı “istikrarsızlığın üyelerinin askeri güvenliğinden ziyade refahını etkileyeceği yerlerde istikrarı geliştirmektir.”51 

NATO Soğuk Savaş sonrası dönemde hızlı bir dönüşüm yaşamış, üye sayısı arttırmış ve Avrupa içinde ve dışındaki istikrar alanını da genişletmiştir. Ayrıca güvenliğin küreselleştiğini yeni dünya düzeninde kendini ispatlayabilmek için Avrupa - Atlantik sahasının dışında da yer almaya başlamıştır. Ancak İttifak’ın hala anlaması gereken bir nokta ise, artık NATO kuvvetlerinden istenen 
tek görevin istikrarın geliştirilmesine yönelik görevler olduğudur. Bireysel üyeler hala konvansiyonel savaşlar yapacak yeteneklerini korumak isteyebilirler, ama NATO artık kuruluşu sırasında mevcut olan tehditlerle başa çıkmaya uygun bir örgüt değildir; zaten bu da gerekmemektedir. 

Bertram’a göre NATO’ya kendisine neden ihtiyaç duyulduğunu 1995’te Bosna ve Hersek’e müdahele ettiği günden beri vermektedir: dünyanın hassas noktalarında istikrarı sağlayacak kuvvetler oluşturmak.52 Balkan’larda başlayan bu görev Afganistan ve Libya’da devam etmiştir. 

Her ne kadar NATO Soğuk Savaş sonrası misyonu ile ilgili listeler hazırlasa da istikrarı geliştirme görevi NATO’nun politik ve askeri açıdan da en uygun olduğu görev olarak ortaya çıkmaktadır. 

Soğuk Savaş sonrasında NATO yeniden tanımlanan güvenlik tehditlerine karşı kendi yerini belirlemekte ve uluslararası sistemde istikrar ve güvenliği sağlayan bir unsur olarak, belli bir coğrafi hedef göstermeden kendini tanımlamaktadır. 

NATO’nun geleneksel jeostratejik tanımlarının dışına çıkmasından en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Soğuk Savaş boyunca jeostratejik pozisyonundan dolayı NATO’nun Yunanistan ile birlikte NATO’nun güney kanadını koruma misyonunu yürüten Türkiye Soğuk Savaş sona erdiğinde artık kendisine ihtiyacı olunmadığını hissetmiştir. Bu dönem hem NATO’nun hem de Türkiye’nin arayış içinde olduğu bir dönem olmuştur. Doğu Bloğunun çökmesi ile ortaya çıkan etnik ve dinsel farklılıklar açığa çıkarak eski Doğu Bloğu ülkelerinde iç savaşlar patlak vermeye başlamış bu da uluslararası sistemde istikrasızlıklara ve güvenlik sorunlarına yol açmıştır. İşte bu noktada hem NATO hem de Türkiye yeniden şekillenen uluslararası güvenlik sisteminde kendilerine bir yer edinmeye başlamışlardır. 

Bu dönem Türkiye’deki NATO literatürü için ilginç bir dönem olmuştur. Konu ile ilgili ideolojik ve siyasi tartışmaları içeren ya da kamu diplomasisi yoluyla Türkiye - NATO ilişkilerini meşrulaştırmaya çalışan yayınların yerini NATO’nun yeni konumuna, yeni güvenlik ortamına ve Soğuk Savaş sonrasında gelişen güvenlik stratejilerine daha objektif yaklaşan akademik yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Bu dönem gerek NATO’nun gerekse Türkiye’nin diğer Batılı uluslararası örgütler ile bağlarının akademik düzeyde incelendiği ele alındığı bir dönem olmuştur. 

Bu dönemi ele alan kitaplardan ilki Musa Ceylan tarafından hazırlanan Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa isimli çalışmadır. NATO’nun Soğuk Savaş’ın “muzaffer ittifakı” olarak tanımlandığı bu derleme kitapta 1990‘ların başından 1999’da Washington’da gerçekleşen 50. kuruluş yıldönümü 
zirvesinde kabul edilen Yeni Stratejik Konsept’e kadar İttifak’ın geçirdiği dönüşümü değişik açılardan ele alan yazılardan oluşmaktadır. Sadece NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönüşümünü ele alan akademik analizleri ile değil, ekinde yer alan ve NATO’nun 50 yıllık tarihinde önemli mihenk taşlarını oluşturan belgelerin Türkçe çevirileri ile çeşitli haritalar ve şemalar ile kitap NATO 
ile ilgili olarak ideolojik tuzaklara düşmeden kapsamlı bir seçki sunmaktadır.53 
Kitaba dahil edilen yazılar Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik danışmanlığını yapmış olan Zbigniew Brezinski, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisinden David S. Yost, Yale Üniversitesi’nde askeri tarih profösörü olan John Lewis Gaddis gibi akademisyen ve araştırmacıların değişik platformlarda yazdıkları yazılardır. NATO’nun ve dolayısıyla NATO içinde Türkiye’nin konumunun tartışıldığı bir dönemde bu tarz derleme çalışmalar Dünyayı Yöneten Örgütler, Terörün Perde Arkası gibi komplo teorilerine dayanan yayınların yanında kamuoyunu bilgilendirme amacını gütmektedir. NATO’nun Kosova müdahelesinden, genişleme tartışmalarına kadar 1990-1999 arası döneme 
damgasını vuran NATO ile ilgili gelişmeleri ele alan kitabın giriş bölümünde Musa Ceylan, Kosova müdahelesi egemen bir devlete karşı bir iç meselenin hallini amaçlayan bir müdahele örneği olması açısından tehlikeli bir örnek teşkil edebileceğini tartışır. Bertram’ın bahsettiği gibi eğer NATO istikrar getirici role soyunuyorsa bu tarz müdahaleler için belirlenen çerçeveler olması gereklidir. 
Ceylan, NATO’ya yüklenmek istenen terörizmle mücadele gibi muğlak tanımlı görevler verildiği takdirde İttifak içinde görüş ayrılıklarına sebep olabileceğinin altını çizer. Özellikle Müslümanlara karşı yapılacak herhangi bir hareketin Türkiye’yi zora sokabileceğinden bahseden Ceylan, Türkiye’nin NATO nezdinde güvenlikleştirme sürecinde belirleyici olmasa bile etkileyici rolü olabileceğinin altını çizer. Ceylan’ın bu öngörüleri 11 Eylül 54 2001‘den sonra yaşanan süreçte 
Türkiye’nin Batılı müttefikleri ve iç dinamikleri arasında yaşadığı sıkıntılı dönemi çok iyi teşhis etmiştir. 

Bu bölümde ele alınacak olan ikinci kitap söz konusu dönemde yazılmamasına karşın Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamını ve Batı’nın güvenlik stratejilerini ele alması bakımından burada incelenmiştir. Nurşin Ateşoğlu Güney tarafından yazılan Batı’nın Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD isimli kitapta Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamının Batı’lı aktörleri olarak sivrilen NATO, AB ve ABD’nin güvenlik stratejilerini ele alan akademik bir çalışmadır. Kitapta her üç aktörün de güvenlik stratejileri incelenmiştir ama bu makalenin odağında NATO olduğu için burada Ateş’in kitabında yapmış olduğu NATO analizi öncelikli olarak ele alınmıştır. Ateş’in de belirttiği gibi 1989 sonrasında yeni güvenlik politikalarının belirlenmesi 10-15 yıl kadar sürmüş, bu süre zarfında Batı’da belirlenen güvenlik stratejilerinde yer alan tehditlerin benzer olduğu farkedilmiş, sadece jeostratejik pozisyonlarından dolayı aktörlerin bu tehditlere cevap vermede izledikleri yöntemler farklılık arz etmiştir.55 Sonuç olarak NATO, AB ve ABD’nin Soğuk 
Savaş sonrası tehdit algıları benzerlik gösterdiği gibi bunlarla mücadele edilmesi beklenen operasyon alanları da çakışmaktadır. Kitabın “Yeni Avrupa Güvenlik Denklemi ve NATO’nun Geleceği” başlıklı bölümünde NATO’da yaşanan dönüşüm sürecini detaylı bir biçimde ele alan Ateş de NATO’nun yeni güvenlik ortamında nasıl bir dönüşüm sürecinden geçerek “istikrar ve güvenlik” ortamı sağlayan bir güvenlik aktörü haline döndüğünü inceler. Stratejik Konsept, Kuzey Atlantik 
İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşu, Barış İçin Ortaklık oluşumu ve İttifak’ın Bosna Hersek ve Kosova müdahelelerinde anahtar rol oynaması (Bosna Hersek’te İstikrar Gücü ve Kosova Gücü), uygulamaya koyduğu Üyelik Eylem Planları ile genişlemeye açık olduğunu hissettirmesi, Akdeniz bölgesinde 6 ülke ile başlatılan Akdeniz Diyaloğu girişimi ve NATO çevresinde istikrar alanını genişletmek amacıyla başlatmış olduğu Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi NATO’nun istikrar 
kavramıyla özdeşleşmesi sürecine katkıda bulunan girişimler olarak ele alınmaktadır kitapta.56 

Sonuç olarak NATO’nun AB ve ABD ile müşterek olarak odaklandıkları konu Transatlantik bölgesini çevreleyen hattın istikrarının sağlanmasıdır. Yöntem farklılıkları göze çarpsa da NATO’da AB ve ABD gibi özellikle Büyük Ortadoğu adı altında tanımlanan bölgede istikrarın sağlanması için varlık göstermeye çalışmakta olmasının altı Ateş tarafından sık sık çizilmiştir kitap boyunca. 
Ateş’in çalışması ve Ceylan’ın derlemesi örneklerinde olduğu gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde yazılan komplo teorisine dayal kitapları saymaz isek NATO üzerine yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak akademik çalışmalar olmuştur. Dolayısıyla bu dönem yayınları NATO’nun dönüşüm sürecini objektif olarak değerlendiren/analiz eden çalışmalardır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası 
gündeminde de NATO fazlaca eleştirilmediği, hatta Türkiye’nin içerisinde yer aldığı için özellikle Sovyetlerin dağılması ile bağımsızlıkları yeni elde etmiş komşuları tarafından takdirle karşılandığı gözlemlenir. Bu sebeple Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO içinde etkinliğini de artıran Türkiye için İttifak’ın üyesi olmak dış politikada kimliğinin bir parçası olarak tanımlanmaya başlamıştır. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;

***

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 3

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 3



Azmettik dönmeyiz bu yoldan, Ebedi barıştır yolu NATO’nun.30 

Kitapta ayrıca Türkiye’nin NATO içindeki yerini öven uluslararası liderlerin beyanatları ve European Atlantic Review isimli dergide yer alan yazılara da yer verilmiştir. Bu tür referanlar Hükümetin NATO üyeliği ile ilgili olarak kamuoyu karşısında elini güçlendirmektedir. 

Bu bölümde kısaca bahsedilecek son kitap zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın anılarının derlendiği Sovyetler Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi isimli eserdir. Bu kitap 1950‘lerde yazılmamasına rağmen Türkiye’nin NATO’ya girdği dönemde Türk siyasi eliti arasındaki tartışmalara ışık tutması açısından burada ele alınmıştır. Celal Bayar ile yapılan görüşmeler sonrasında hazırlanan bu kitapta Rusların Türkiye siyaseti 1917’den itibaren ele alınarak Türkiye’nin NATO’ya girişine yol açan “Sovyet Tehdidi”ne dönüşümü ayrıntılı olarak anlatılmıştır.31 Celal Bayar, 1950‘li yıllarda Demokrat Parti tarafından yürütülen anti-komünist siyasetin temellerinin Mustafa Kemal Atatürk’ün komünizm ile ilgili fikirlerinde yattığının altını çizmektedir. Kitapta yer alan ve Celal Bayar ile yapılan görüşmelerde altı çizildiği gibi Türkiye Sovyet tehtidinden korunabilmek için NATO’ya girmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu çalışma 
Türkiye’nin NATO’ya girişinin üzerinden 48 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin NATO’ya girme kararını veren liderlerden olan Celal Bayar’ın hala bu kararlarını meşru kılmaya çalıştığını işaret eder. 

Türkiye’nin NATO’ya girmesi Türk halkı için sembolik olarak bir yenilginin işaretidir. Kurtuluş Savaşı ile Batı’lı güçlere karşı savaşan ve hem savaş alanında hem de diplomatik görüşmeler sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi kendini koruyamadığını kabul edip, ancak 30 yıl önce savaştığı güçlerle ittifaka girerek kendini güvence altına alabilmesi Türk halkı tarafından sembolik bir yenilgi olarak kabul edilir. Dolayısıyla bu dönemde Türkiye’nin NATO’ya girişini 
meşrulaştıran yayınlar yapılması, bu döneme dair anılarda hala Sovyet tehdidi güvenlikleştirilerek 

Türkiye’nin NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girmesinin bir gereklilik olarak sunulması o dönemin hassasiyetlerini çok net olarak göstermektedir. 

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye 

• Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969 
• Sezai Orkunt, NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970 
• Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982 
• Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983 

Menderes hükümeti, 1960 darbesiyle iktidardan indirildikten sonra başa geçen askeri rejim Sovyetlerle ilişkilerini güçlendirmiş ve Sovyetlerden 500 milyon dolar kredi almıştır. Türkiye tarafında iktidar değişikliği, NATO tarafında ise Fransa'nın NATO'dan çekilmesi ve ittifakın güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs meselesi yüzünden 1964'ten itibaren karşı karşıya gelmeleri Türkiye NATO ilişkilerinde yeni bir dönem açmıştır. Kıbrıs meselesi nedeni ile sertleşen Türkiye - ABD ilişkileri, Türkiye'nin 1965'ten itibaren Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmasına yol açmıştır. 1963 - 1964 Kıbrıs buhranından sonra Türkiye'nin Amerika ve NATO ile ilişkileri Kıbrıs ve Ege sorunları üzerine şekillenmiştir. Amerika ve NATO, Kıbrıs meselesinde tarafsız kalırken, Sovyetler Türkiye ile yakınlaşmaya çalışmıştı, ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadından çekilmesi ile Yunanistan'la ilişkilerini artırmıştır. Dolayısıyla Türkiye ile Sovyetler arası yeniden soğumuştur. 

Kıbrıs Harekatı ile birlikte Türk - Amerikan ilişkileri de çok büyük darbe yemiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye'ye silah ambargosu uygulayan ABD, Türkiye'nin Sovyetler ve Ortadoğu ile ilişkilerinin dönüşmesine neden olmuştur. Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması ile Türkiye içindeki sol akımlar da güçlenmeye başlamış ve Türk kamuoyunda başta NATO olmak üzere ABD ile yapılan anlaşmalar ve girilen ititfaklar eleştirilmeye başlanmıştır. 

Bozulan NATO - Türkiye ilişkileri 1978’de ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargoyu kaldırma kararı ile düzelmeye başlamıştır. Ayrıca yeni imzalanacak anlaşmalarla önemli miktarda silah yardımı da yapmıştır. Ambargonun kalktığı 1978'den askeri darbenin yapıldığı 1980'e kadar Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlık sonucunda ülkenin Sovyetler tarafından işgal edilme riskinin artması ABD için Türkiye’nin önemini artırmıştır. 1979’da İran’da gerçekleşen devrim ile 
Amerikan yanlısı olan Şah rejiminin devrilmesinden sonra bölgedeki kilit müttefiklerinden olan Türkiye’yi de kaybetmek istemeyen ABD Türkiye’nin NATO’ya yeniden entegre olması için ön ayak olmuştur. NATO ile yeniden entegre olan Türkiye, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına yeniden girmesi hususunda vetosunu da kaldırmasına rağmen 1980‘ler boyunca Yunanistan'la 
Kıbrıs ve Ege meseleleri nedeniyle birçok defa karşı karşıya gelmişlerdir. Buna rağmen NATO’nun iki ülke arasındaki sorunların çözümü adına çaba göstermemesi Soğuk Savaş dönemi sona erene kadar Türkiye'nin NATO ile ilişkilerinde soğukluğa, hatta restleşmelere neden olmuştur. 

Uluslararası alanda Türkiye’nin ABD ile ters düşmesi ve Türk kamuoyunda sol hareketin aktif hale gelmesi ve Amerikan karşıtlığının ivme kazanması NATO üzerine yazılan kitaplara da yansımıştır. 

İlk dönem yazılan ve Türkiye’nin NATO gibi bir ittifakın bir parçası olmasını yücelten çalışmalar yerini NATO’nun Amerikan’ın güdümünde bir örgüt olduğunu, ABD’nin emperyalist projesinin bir parçası olduğunu iddia eden kitaplar yayınlanmıştır. 
Burada ele alınacak ilk kitap, Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplar arasında en çok referans verilen ve defalarca yeni baskıları yapılan Türkkaya Ataöv’ün Amerika, NATO ve Türkiye isimli kitabının 1969‘da yapılan birinci baskısıdır. Bu kitap ABD’nin 1900’lü yıllardan beri yayılma ve dünya egemenliği siyaseti sürdürdüğünü, özellikle Avrupa kıtasına egemen olan NATO gibi bir 
siyasi ve askeri ittifakın kurulmasına öncülük eden ABD’nin NATO’nun kuruluşuna kadar izlediği genel tutumunu ele almakta ve NATO’nun ABD’nin dünya egemenliği siyasetinin önemli bir parçası olduğunun altını çizmektedir. Kitapta İkinci Dünya Savaşının son dönemlerinden 1949’a kadar geçen dönemde uluslararası siyaset arenasında olan olaylar ayrıntılı olarak ele alan Ataöv, 
Soğuk Savaş’ın aslında ABD tarafından bilerek ve istenerek çıkarıldığı savını ortaya koymaktadır: 
... Amerika kendi amaçları uğruna güttüğü ulusal politikası için, fakat “komunizme karşı” yaftası altında dünya çapında bir askeri bloklar sistemi ve yabancı ülkelerde, özellikle Türkiye gibi Sovyet topraklarına yakın yerlerde stratejik askeri üsler ve haber alma istasyonları kurmuştur. Bu sistemin ortasında NATO diye bir örgüt yer almaktadır.32 

Ataöv bahsettiiği askeri bloklar sisteminin dünya tarihinde eşi olmayan bir silahlanma yarışına sebep olduğunu, bu silahlanma yarışına dayalı Soğuk Savaş’ı daha iyi anlayabilmek için “Amerikan emperyalist çevrelerinin Amerikan sermaye tekelleriyle olan ilişkisini” anlamak gerektiğinin altını çizer. NATO’ya girerek aslında ateşle oynayan Türkiye gibi 33 ülkelerin NATO’nun gerçek yüzünü 
görebilmek için Amerikan sermaye tekellerinin emperyalist çevreler ve Soğuk Savaş üzerindeki etkisini anlamaları gerektiğinin altının çizildiği kitabın amacı “NATO ittifakının gerçek hedefini, kuruluş koşullarını, emperyalist çevrelerin ardındaki kirli elleri, Soğuk Savaş’ın asıl sorumlularını” anlatmak olduğu belirtilir.34 

“Öyleyse NATO Neyin Sonucudur?”35 başlıklı bölümde NATO kapitalist zümrelerin yönettiği ve onların dünya görüşlerine uygun olarak tasarlanmış bir siyasal ve askeri örgüt olarak tanımlanmaktadır. NATO’nun emperyalist devletlerin capitalist sistem içinde önemli rol oynayan silah tekellerinin de etkisiyle ekonomiyi askerileştirmesinin bir sonucu olarak bu düzenin ihtiyaçları 
düşünülerek kurulmuş olan bir örgüt olduğunun altı çizilmiştir: “Kapitalizm ..., düzeni uluslararası planda korumak, genişletmek ve yeni etki alanları bulmak için askeri ittifaklara da büyük ihtiyaç duymaktadır. Amerika için bu ihtiyacın en başında, bugün, NATO gelmektedir.”36 

“Türkiye’nin NATO’ya Girişi” başlıklı bölüm Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda antiemperyalist ve anti-kapitalist nitelikte bir savaş olduğunun ve Kurtuluş Savaşı sırasında sadece Sovyetler Birliği’nden yardım alındığının aktarılmasıyla başlar. Bu bölümde 1950’lerden sonra ortaya çıkan NATO’cu tutumu ise Türkiye’yi kalkındıramamış olan dışa bağımlı ve yabancı çıkar 
çevrelerinin içteki temsilcisi olan egemen sınıfın” tercihi olduğu iddia edilmektedir. Ataöv’e göre Demokrat Parti’nin Türkiye’nin NATO’ya girişini meşrulaştıran Sovyetler Birliği’nin Türk toprakları üzerindeki talepleri ve notalarından çok önce Türk hükümetleri “Batı’ya kapılanmaya hazır” idi.37 Örnek olarak 1946’da İstanbul açıklarında demir atan Missori Zırhlısı vakasını detaylı 
olarak aktarır. Ayrıca Demokrat Parti hükümetince hiç bahsedilmeyen ve Sovyetler Birliği’nin önceki taleplerini geri aldığına dair gönderilen notaya da referans verilmiştir bu bölümde. 

NATO’ya girebilmek için Kore Savaşı’nde Türk kanı dökülmesini de eleştiren Ataöv, aslında NATO’nun Türkiye’nin bağımsızlığını kısıtlayan kapitalist emperyalist bir örgüt olduğunu tartışır. Ataöv’e göre: 

• Gelişmemiş ülkelerin kalkınmasına ve ulusal kurtuluş savaşlarına karşı duran Amerika’nın öncülüğü ve tekelindeki NATO sorunu temelde ekonomik ve siyasal bir sorundur. 
• NATO anlaşması, Türkiye’de uygulanan haliyle Türk topraklarında Amerikan egemenliğini tanımaktadır. 
• Türkiye’nin yargı yetkileri de kapütülasyonları aratmayacak şekilde kısıtlanmaktadır. 
• Türkiye’nin Kıbrıs sorununu da kendi yararına çözememiş olmasının temel sebebi Hükümetin ABD’den medet ummasıdır. 

Ataöv kitabı Türkiye’nin NATO’dan çıkması gerektiğini, bunun emperyalizmin çökmesine katkıda bulunacak bir hareket olacağını söyleyerek bitirir. Kitabın genelinde yaygın olan anti-Amerikan, anti-kapitalist, anti-emperyalist söylem sonuç cümlelerinde en sert halini alır: 

Türkiye’nin ... NATO’dan kurtulma mücadelesi, yurdumuzdaki emperyalist devletin durumunu ... değiştirecektir. Bu mücadeleden başarıyla çıkarken ... emperyalizmin bir sistem olarak çöküşüne katkıda bulunmuş olacağız.38 
Kurtuluş Savaşımızda can verenler gene Türkiye emperyalizmin boyundurluğuna düşsün diye savaşmadılar.39 
Ve bizi yabancı bir devletin dünya politikasının bir ileri karakolu durumuna sokan NATO’dan çıkacağız.40 
Bu dönemde yazılan bir diğer kitap ise Sosyal Demokrat Yayınları’nın ilk kitabı olan ve Sezai Orkunt tarafından yazılan NATO ve Milli Güvenlik isimli eserdir. Sezai Orkunt kitabı yazdığı dönemde Deniz Kuvvetlerinde subay olup, daha sonra Amiralliğe yükselmiştir. Bu küçük el kitabı formatında hazırlanmış eserde her bölümden önce Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık” ile ilgili söylediği sözlere yer verilmesi manidardır. Ataöv’ün kitabına kıyasla NATO ittifakına daha objektif bir açıdan bakan, NATO’nun Türkiye’nin düşündüğü gibi bir güvenlik garantisi olup olmadığını somut datalara dayandırarak tartışmaktadır. Örneğin, kitabın bir bölümünde Varşova Paktı ile kıyaslama yaparak NATO ittifakının elinde bulunan nükleer ve klasik silahların dökümü yapılmış ve olası bir topyekün savaş anında ne kadar süre ile Varşova Paktı’na karşı durulabileceği hesaplanmıştır. Korkunt, Türkiye’nin NATO içinde güvende olabilmesi 41 için kendini Pakt içinde tecrit etmemesini, NATO’nun içinde kendi durumunu sağlama almaya çalışmasını önermektedir.42 

Bu dönemde yaygın bir hal alan ve Türkiye’nin NATO’da kalıp kalmaması üzerine yapan tartışmalara da katkıda bulunan kitap Türkiye’nin NATO üyeliğini olumlu ve olumsuz yanlarıyla tartışmaktadır. Korkunt, Türkiye’nin NATO’dan çıktığı takdirde kazançlarını şöyle sıralamıştır:43 

• ABD ile eşleştirilerek Amerikan karşıtı sol hareketlerin hedefinde olan NATO’dan, en azından Fransa’nın yaptığı gibi askeri kanadından, ayrılarak Türkiye toplumsal tepkiyi rahatlatabilir ve ABD ile ilişkileri ikili düzeyde yeniden gözden geçirebilir, 
• NATO’dan ayrılarak 1950-1960 yılları arasındaki “çok yanlış ve sakat bir birleşmenin, dejenere edilen dışa bağımlılık anlayışının zaaflarını” elimine edecektir, 
• Askeri yardımlar sebebiyle kaybedilen siyasi inisiyatif yeniden ele geçirilecektir 
• NATO’dan ayrılarak hiç de tercih etmediği halde bir savaşın içine girme zorunluluğundan kurtulacaktır, 
• NATO çerçevesinde Türkiye’de kurulan üsler aracılığyla Amerika’nın içimize kadar sokulması önlenecektir, Türkiye’nin NATO’dan ayrılmakla karşılaşacağı kayıplar ise şöyle sıralanmıştır:44 
• NATO’dan ayrılmasıyla ortaya çıkabilecek dış tepkiler dolayısyla dış ekonomik destekten mahrum kalabilir, 
• Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına, özellikle Kıbrıs konusundaki çıkarlarına, olumsuz etkisi olabilir, 
• Ekonomik krediler kesilebilir, 
• Pakt ile ilişkisi kesilen Türkiye Sovyetler Birliği’nin tehditlerine maruz kalabilir, 
• Bölgesel bir savaşta NATO’nun siyasi ve askeri desteğini kaybeder, 
• ABD’nin Türkiye’ye yapmakta olduğu silah yardımı kesilir, 
• ABD Türkiye’nin çekilmesiyle Pakt’ın güneydoğu kanadında bozulan dengeyi Yunanistan’ı güçlendirerek sağlamaya çalışabilir, 
• Türkiye NATO kapsamında paylaşılan istihbarat kaynaklarından mahrum kalır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;

***

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 2

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 2



Kurulduğu yıl NATO’ya başvuruda bulunan, fakat üyeliğe kabul edilmeyen Türkiye, 1952’ de, Kore savaşına 4.500 kişilik askeri birlik göndermesi sonucu 1953 yılında NATO'ya alınarak 60 yıl içinde NATO’nun önemli müttefiklerinden biri haline gelmiştir. Türkiye’nin 60 yıllık serüvenine bakıldığında Soğuk Savaş döneminin getirdiği tansiyondan kaynaklanan gergin güvenlik ortamında 
NATO’nun sınır karakolu olarak görev yapan ve NATO’nun güvenlik şemsiyesine ve kaynaklarına bağımlı olan bir ülkeden Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni güvenlik ortamına uyum sağlamış, modern silahlı kuvvetleri ve gelişmekte olan ekonomisiyle NATO bütçesine ve operasyonlara katkıda bulunan ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan bir ülkeye dönüştüğü görülür. Türkiye’nin bölgsinde giderek etkinliğini artırması coğrafi olarak tehditin merkezini Rusya’dan Ortadoğu’ya 
kaydıran NATO için stratejik bir değer haline gelmiştir. 

Türkiye’nin NATO üyesi olarak, NATO ile birlikte nasıl evrildiği konsunda pekçok analiz vardır. 

Bu analizlerin büyük çoğunluğu resmi kaynaklara, politika analizlerine dayanmaktadır. Bu makale ise Türkiye’nin 60 yıllık NATO serüveni Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplardan bir seçki incelenerek okunacaktır. NATO’nun uluslararası sistemde yaşanan paradigmatik değişimlere paralel olarak geçirdiği dönüşüm, bu dönüşümlerin Türkiye - NATO ilişkilerine etkileri ve Türkiye’nin 
NATO içindeki dönüşümünün bu kitaplarda nasıl ele alındığı incelenecektir. 

Türk - NATO ilişkilerinin 60 yıllık serüveni 3 dönemde ele alınacaktır: 

Soğuk Savaş (1952 - 1989), 
Soğuk savaş Sonrası (1990 - 2001), 
11 Eylül 2001 ve sonrası dönem. 

Türkiye’nin NATO’ya Girişi 

• İhsan Yurdoğlu, Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956 
• TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958 
• Mehment Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 İkinci Dünya Savaşı müttefik kuvvetlerin zaferiyle sonuçlanmışsa da, ABD’nin savaş sonrasında askeri gücünü yitiren ve ekonomik olarak zayıflayan Avrupa’dan çekilmesi ile Sovyetler Birliği doğu Avrupa’daki etkinliğini artırmıştır. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’da ve Orta Doğu’da komünizmi yayarak nüfuz alanını genişletme çabasına girişmiştir. Monroe Doktrini’nden sonra 
Avrupa’da ki ittifaklara dahil olmamaya çalışan ABD, Komünizm tehlikesiyle karşı karşıya kalan Avrupa’yı Sovyetlere karşı dengeleyebilmek için Kanada ve Batı Avrupa ülkeleriyle 4 Nisan 1949’da NATO’nun kurulması için liderlik yapmıştır. NATO’nun kurulması ile Sovyetler ile Batı Avrupa ülkeleri arasında güç dengesi kurulmuştur. Bu dönemde Türkiye İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar tarafsız kalmayı başarmış ve Sovyetler Birliği’nin tehdit ve ısrarlarına rağmen savaşa 
girmemiştir. Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsünün değiştirilmesi konusundaki istekleri Ankara’yı tedirgin etmeye başlamıştır. Sovyetler gönderdiği notalarla ve verilen beyanlarla Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır sergilemiştir.14 

Sovyet tehdidini çok yakınında hisseden Türkiye Cumhuriyetin kurulduğu dönemden itibaren takip etmekte olduğu kendi kendine yetme ve diğer ülkelerin politikalarına ve ilişkilerine müdahil olmama politikasını bir kenara bırakarak milli çıkarların ve sınırların müdafaası için bir ittifaka dâhil olması gerekliliğini kabul etmiştir. Bu dönemde ABD, “Marshall Planı” çerçevesinde, Sovyet tehdidi altındaki Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’ye de yardıma başlamıştır. Bu yardımlar Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin düzelmesinde önemli rol oynamıştır. 

İkinci Düya Savaşı sonrası Avrupa’da dengeler değişirken ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş dönemi başlarken Türkiye’de de iç siyaset alanında köklü değişimler olmuştur. Türkiye’nin iç siyasetinde ve bölgesinde meydana gelen değişimler Türkiye’nin NATO üyeliği yolunda etkili olmuştur. 1946 yılında kurulan ve 1950‘de yapılan seçimlerde iktidara gelerek Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren Demokrat Parti’nin 10 yıl süren 
iktidarı sırasında Türkiye NATO ittifakına katılmış, ülke içindeki komünist aktiviteler ve Sovyet taraftarı hareketler bastırılmış ve Türkiye’nin Batı bloğu ile ilişkileri ilerlemiştir. 

Bu dönemde NATO hakkında Türkiye’de yayınlanan kitaplarda Türkiye’nin NATO’ya girişini meşrulaştırma eğilimi görülür. NATO hakkındaki yayınların yanısıra “Sovyet tehdidi” ve “yıkıcı komünizm faaliyetleri” hakkında da yayınlar yapıldığı da dikkat çekicidir. 

Burada incelenecek olan kitaplardan ilki 1957 yılında basılmış olan İhsan Yurdoğlu’nun Atlantik Paktı: Niçin ve Nasıl Girdik isimli çalışmasıdır. İhsan Yurdoğlu Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinden biri idi. Dolayısıyla, kitapta Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girişi Demokrat Parti’nin uluslararası alanda en önemli başarılarından biri olarak gösterilmekte, NATO’ya giriş sürecinde 
Demokrat Parti liderlerinin çabaları sıklıkla övülmektedir. 

Pakta girişimizin üçüncü yıldönümünde dış politikamızda görülen büyük inkişaflar, kısa zamanda kat ettiğimiz merhalelerin uzunluğu vasıl olduğumuz hedefin şumulunu göstermesi bakımından büyük ehemmiyeti haizdir. Demokrat iktidar, dinamik, teşebbüsü daima elde bulunduran ve hadiselere istikamet veren bir politika ile ... beynelmilel hadiselerden millet ve memleket lehine olan hiç bir fırsatı kaçırmamıştır.15 

Demokrat Parti’nin o dönemde çok eleştirilen Kore Savaşı’na asker gönderme kararını da “sulhun korunması, milletler arası işbirliği azmimizi ve samimiyetimizi hür ve medeni dünyaya” göstermesi açısından takdir etmektedir Yurdoğlu. Kore Savaşı sayesinde Türkiye “Avrupa’da ve yakın doğu’da büyük bir varlık ve dünya siyaset terazisinin kefesinde yerini alması gereken bir devlet olduğunu” 
tüm dünyaya ispat etmiştir.16 

Türkiye Cumhuriyeti kayıtsız şartsız ve muvazaasız olarak Kuzey Atlantik paktının tabii üyesidir. Kore’de savaşan Türk askeri, yarın saati çaldığı zaman, Batılı müttefiklerinin ve arkadaşlarının yanında olacaktır. Meriç boylarından Ağrı eteklerine ve Kafkas berilerine kadar uzanan aziz topraklarımız bunda böyle hür ve medeni Avrupa müşterek ülkelerinin ayrılmaz bir parçası olmuştur...17 

Kitapta, Türkiye’nin jeopolitik konumu sebebiyle Avrupa güvenliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğu, Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki emelleri detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Sovyetler Birliği kitap boyunca oldukça negatif sıfatlarla tanımlanmıştır. Komunist emperyalistlerin uzun vadeli plan ve programları olduğunu ifade eden Yurdoğlu, dünya komunizminin merkezi olan 
Moskova’dan “dünyanın herhangi bir köşesinde çıkan kargaşalık ... ve isyanın hareket işareti” 18 verilmektedir. Moskova devletler, milletler ve zümreler arasında düşmanlık yaymak, kardeşi kardeşe düşürmek, iç savaşlar çıkarmak ve ekonomik krizlere sebep olmakla suçlanmaktadır. 

Kitapta komunist ekolü hakkında yapılan kısa etüt sonucunda komunizmin idealleri ile icraatları arasında uçurumlar olduğu ifade edilmektedir. Birleşmiş Milletlerin kuvvetlenmesine karşı olmaları, savaş esirlerine muameleleri, fikir hürriyetine karşı oluşları örnek olarak verilmektedir.19 

Bunun aksine hür ve medeni milletlerin “manevi kuvvetlere dayanarak (kurdukları) medeniyeti” yıkmaya çalışan “sapık ve tahripkar inanç”lar20 üzerine kurulu komunizm tehditini önleyebilmek için “cihan tarihinin kaydetmediği askeri kuvvete” sahip NATO yüceltilmektedir. 21 

Dolayısıyla, 

Türkiye gibi Sovyet tehdidini çok yakınında hisseden bir ülke için doğru olan “geçmiş zamanlara ait bir rüya” olan tarafsızlık siyasetini bir kenara bırakıp “zulme ve haksızlığa, vandalizme karşı” müşterek korunmayı hedefleyen NATO’ya girmek idi.22 

NATO’nun kuruluşu ve Marshal yardımı ile ABD’nin Batı Avrupa’nın iktisadi gelişimi ve Sovyetler’den gelecek tehditlere karşı korunması konusundaki çalışmaları da kitapta yüceltilerek anlatılmaktadır. Kitapta Amerikan askeri gücü, hem II. Dünya Savaşı sırasında hem de sonrasında dünya barışı için göstermiş olduğu çabalar ve diğer ülkelere yaptığı maddi yardımlar detaylı bir biçimde anlatılarak, Türkiye’nin ABD gibi büyük bir uluslararası güç ile müttefik olmasının ne kadar önemli olduğu sık sık tekrar edilmektedir. 

Türkiye’nin NATO üyeliği ile ABD’ye yakınlaşması Türkiye’nin Ortadoğu’dan uzaklaşması hatta belli konularda Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerle karşı karşıya gelinmesi ve İsrail’i müttefik olarak benimsemesi anlamına geliyordu. Bu kaygıyı taşıyan Demokrat Parti hükümetinin dış işleri konularında kamuoyu ile ters düşebileceği durumlar kitapta tek tek ele alınmış ve güvenlikleştir me çerçevesinde meşrulaştırılmıştır. Yazar İsrail devletini bir realite olarak kabul etmekte, İsrail ordusunun maddi ve manevi olarak Arap ordularının kat kat üstünde olduğu belirtilmekte İsrail’in “kabına sığmayan” bir devlet olduğundan bahsedilmektedir. İsrail’in medeni ve çalışkan halkı övülmektedir.23 

Kitabın son bölümünde ise ABD’ye minnettarlığımızdan ve Türk ordusunun ABD’nin desteğiyle hakettiği güçlü konuma geldiğinden bahsedilir: 
Türk ordusunun kuvvet ve kudretinin hergün biraz daha artmasında, Birleşik Amerika’nın ve Kanada’nın büyük yardımları olmuştur. ... Türk ordusu maddi ve manevi gücü ile Ortadoğu’nun sulh ve istikrar unsuru olmuştur.24 

Buna rağmen Amerikan yardımının sanıldığı kadar çok olmadığı ülkemize transatlantik güvenliğinin sağlanması kapsamında “büyük külfetler yüklendiği halde, bu külfetleri tehvin edecek yardım”ın çok az tutulduğu belirtilmektedir. Herşeye rağmen 25 Türkiye’nin NATO’ya girişi ve topraklarında kurulan deniz ve hava üsleri ile ekonomik hayatına canlılık geldiği, iş hacminin arttığı ve 7 milyar TL olan milli gelirin 15 milyara yaklaştığına işaret edilmiştir. NATO sadece bir 
güvenlik teşkilatı olarak değil aynı zamanda Türk ekonomisinin gelişmesine, refahının artmasına da katkıda bulunmuş bir oluşum olarak ele alınmıştır. 

Yine aynı dönemde Demokrat Parti hükümeti döneminde Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan NATO ve Türkiye26 adlı kitap hem İngilizce hem de Türkçe olarak basılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 4 Temmuz Bağımsızlık Günü’nde Amerikan Halkına hitaben göndermiş olduğu mesaj ile başlayan Demokrat Partili elitin NATO hakkındaki beyanlarını takiben Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen NATO nezdinde görev yapan orgeneral ve generaller, Konsey’in daimi temsilcileri, NATO teşkilatı ile ilgili bilgiler, NATO Genel Sekreteri ve Genel Sekreter yardımcılarının özgeçmişleri, karargahlar ile ilgili bilgiler ve Türkiye’nin de katıldığı Teşkilat Toplantılarının sonuç bildirgelerinin yer aldığı kapsamlı bir tanıtım çalışması olarak ele alınabilir. Bu kitabın girişinde yer alan ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Savunma Bakanı Etem Menderes’in NATO ile ilgili beyanları o dönem NATO üyeliğine atfedilen önemi ve Türkiye’nin ittifak içinde kendini gösterebilmek için nasıl bir çaba içerisinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

Bu çalışma Demokrat Parti hükümetinin ve bu hükümetle benzer ideolojik altyapıya sahip Cumhurbaşkanı’nın Türkiye - NATO ve Türkiye - ABD ittifaklarına verdikleri önemi ve Demokrat Partinin Cumhuriyet tarihinin ilk 20 yılında izlenen tarafsızlık siyasetinden sapma olarak değerlendirilen bu ittifakların nasıl meşrulaştırıldığını göstermektedir. 

NATO ve Türkiye isimli kitapta yer alan Celal Bayar’ın TBMM’de yapmış olduğu konuşmalardan birinde Türkiye’nin NATO’ya olan taahütlerini yerine getirme konusunda ne kadar gayretli olduğunun altı çizilmektedir: 

Bütün azmimiz ve samimiyetimizle bağlı olduğumuz Kuzey Atlantik andlaşması teşkilatına mümkün olduğu kadar faydalı ve faal olmaya çalışıyoruz. ... Buna müvazi olarak siyasi alanda tesanüt ve işbirliğinin artırılşmasına tevcih edilen bütün gayretleri içten destekliyoruz.27 

Kitapta alıntılanan ve Başbakan Adnan Menderes’in Paris NATO Hükümet Başkanları toplantısında yaptığı konuşma metninde Sovyet Tehdidine karşı Türkiye’nin NATO üyeliğinin elzem olduğunu , Türkiye’nin NATO garantörlüğü olmadan Sovyetler’le başa çıkamayacağı işaret edilmektedir: 
Sovyetlerin ilmi ve teknik sahalarda büyük terakkiler kaydetmiş oldukları herkesçe kabul edilen bir vakadır. Kuvvetlerini en modern silahlarla teçhiz eden Sovyetler yeni silahlar bulmak için çalışmalarına hızla devam etmektedirler. Bu durumun hürriyetin kalesi olan NATO’nun müdafaa azmi üzerinde herhangi bir sarsıntıya yol açması şöyle dursun NATO’yu ideallerinin tahakkuku yolunda yeni hamleler yapmaya teşvik eden bir amil olacağı muhakkaktır.28 

Dönemin Savunma Bakanı Etem Menderes de NATO’nun sadece askeri alanda değil aynı zamanda siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarda da varlık gösterdiğini ve Avrupa’ya barış gelene kadar misyonunu devam ettireceğini belirtmektedir. Etem Menderes de kitapta alıntılanan konuşmasında NATO ile ilgili savaş ile özdeşleşmiş algılamaları yumuşatmayı amaçlamaktadır.29 

Kitap bir nevi NATO ile ilgili olarak kamu diplomasisi misyonu taşıdığından dolayı kitapta sadece üst düzey siyasilerin ve askeri elitin katkısı yoktur. Kitap NATO ile ilgili olarak çizilmiş resimleri ve hatta bir binbaşının yazdığı bir şiiri de içermekte dir. Tüm bu resimlerde ve aşağıda iki kıtası yer alan şiirde NATO’nun barışı hedefleyen bir oluşum olduğunun altı sık sık çizilmektedir. Bu barış vurgusu Türkiye’nin NATO ile ortaklığının Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” mottosu ile çelişmediğini göstermesi açısından önem arz etmektedir. 

Silahlar birleşti, kalbler birleşti 
Bükülmez artık kolu NATO’nun 
Gönüllere sulhün aşkı yerleşti, 
Ebedi barıştır yolu NATO’nun. 
.......... 

Onbeş hür milletin birdir vatanı, 
Tek gaye uğrunda adanmış canı, 
Bekliyor sınırda, sokmaz düşmanı 
Mehmed’i, Edvard’ı, Pol’u NATO’nun. 

....

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;

***