Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 4
Bu değerlendirmeler sonucunda sağduyu sahibi olanların körü körüne NATO’dan ayrılmasını tavsiye edemeyeceğini belirten Korkunt, “NATO’dan çıkma fikrini benimsemeden evvel içinde nasıl oturulması lazım geldiğini tartışmanın” daha doğru olacağını 45 ortaya koymuştur. Türkiye’nin izlemesi gereken yol “NATO içinde kalmak, milli güvenliğe zararlı olan sivri uçları inat ve ısrarla düzeltmek, ciddi bir şekilde artan riski daha da arttıracak pasif davranışları terk etmek...” olarak sıralanmıştır.46
1960’lı yılların sonunda Türkiye’de ortaya çıkan Türkiye NATO’dan ayrılmalı tartışmalarını gayet iyi yansıtan bu kitaplar o dönemde sadece Türkiye’nin NATO’dan çıkıp çıkmaması değil, aynı zamanda ülkenin güvenliği, bağımsızlığı ve egemenliği gibi konularda fikirlerin nasıl bir uçtan bir uca savrulduğunu net bir biçimde gösterir. Türk siyasetine hakim olan bu fikir ayrılıkları kısa sürede
şiddet olaylarına yol açmış, farklı ideolojik görüşlere sahip olan guruplar arasında yaşanan çatışmalar ülkeyi askeri bir müdahaleye kadar götürmüştür. 1980 askeri darbesi Türkiye’de hem iç siyasetin yapısını ve gidişatını kökten değiştirmiş hem de dış politika alanında özellikle de ABD va NATO ile ilişkiler konusunda değişimlere yol açmıştır. Bu kapsamda 1980‘lerde NATO hakkında
yapılan çalışmalar hem Soğuk Savaş’ın değişen dinamiklerini hem de Türkiye’nin değişen dinamiklerini anlamaya yönelik olarak düzenlenen seminer/konferans notlarıdır. Bunlardan ilki 1979 yılı Eylül ayında Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen Türkiye’nin ve Müttefiklerinin Güvenliği isimli seminerde sunulan bildirileri içeren bir tebliğ kitabı47, diğeri de Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından Ekim 1982’de düzenlenen 1980‘lerde NATO isimli toplantıda sunulan
bildirilerin toplandığı tebliğ kitabıdır.48
Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantının katılımcıları organizatör hariç yurtdışından gelen katılımcılardır ve konuşmacılar arasında Bernard Lewis ve Paul Wolfowitz de bulunmaktadır. Tebliğler arasında başlığında NATO’ya direkt referans veren 2 bildiri49 olsa da genel olarak bildiriler NATO’nun Türkiye’nin ve müttefiklerinin güvenliğinin sağlanmasında oynadığı rolün
altını bir şekilde çizmektedir. Türkiye’nin çevresindeki tehditlerin boyutu, bu tehditlere karşı Türkiye’nin korunması sağlayacak yegane destek olarak NATO ve ABD’nin ön plana çıkması ve müttefiklerin savunmasında bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin ne kadar önemli olduğuna dair bildirilerin toplandığı bu kitap özellikle Sovyetler Birliği’ne yaklaşma eğilimi gösteren askeri yönetimin izlediği politikalar zıt bir tutum ortaya koyması açısından ilginçtir. Bildiri sahipleri arasında ABD Milli Güvenlik Konseyinden Paul Henze, ABD Savunma Bakanı Müsteşar
Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi Başkanı John Underwood gibi katılımcıların bulunması ABD’nin bu dönemde Türkiye’nin desteğini garantilemek için nasıl bir kamu diplomasisi atağında olduğunun göstergesidir.
İkinci tebliğ kitabı, 1980‘lerde NATO, katılımcıların çoğunun Türklerden oluştuğu ve detente, terörizm ve NATO politikalarının güney kanat üzerine etkilerinin tartışıldığı oturumların yer aldığı seminerde yapılan tartışmaları içermektedir. Katılımcılara bakıldığında dönemin asker egemen havasını yansıtmaktadır: Ümit Haluk Bayülken (Savunma Bakanı), general Gerd Scmückle, General
Ali İhsan Gürkan, Amiral Sezai Orkunt ve diğerleri. Detente döneminin sona ermesiyle tekrar Soğuk Savaş dönemine benzer bir güvenlik ortamında NATO müttefikleri için ortaya çıkan sorunların tartışıldığı bildirileri içeren bu kitap askeri yönetimin kontrolü altında olan bir araştırma merkezi tarafından düzenlenmiş olması ve hem Türkiye’den hem dışarıdan gelen katılımcıların pek
çoğunun resmi söylemlerle tartışmaları yürütmesi dikkate alındığında toplantı sonunda ortaya çıkan bildirilerin NATO’nun Türkiye’ye Türkiye’nin NATO’ya yeniden “hala birlikteyiz, taahhütlerimizi unutmadık, hatta yeni ittifak alanları geliştirebilirz” mesajı verdiği gözden kaçmamaktadır. Türkiye ile NATO arasında dengelerin yeniden kurulmaya başlandığı, Türkiye NATO’suz NATO Türkiyesiz
olamaz düstüruna yeniden dönüşün olduğu bu dönemde bu tip yarı akademik yarı resmi toplantılar sıkça yapılması ve sonuçlarının yayınlanarak kamuoyu ile paylaşılması dikkat çekicidir.
Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Güvenlik Ortamı ve NATO
• Musa Ceylan (Derleyen), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999
• Nurşin Ataşeoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006
1990’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO’nun varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği tartışmaları yapılmaya başlanmış ve NATO 1991 yılında oluşturduğu Stratejik Konsept kapsamında yeni dünya düzeninde kendine yeni misyonlar biçerek varlığını sürdürme kararı almış ve bunu meşrulaştırmıştır. Soğuk Savaş dönemine kıyasla Amerika Birleşik Devletleri’nin tek başına
konvansiyonel bir savaşı yürütmeye ve kazanmaya yetecek kuvveti vardı, dolayısıyla konvansiyonel tehditler için NATO’ya ihtiyacı kalmamıştır. Soğuk 50 Savaş sonrasında İttifak’ın amacı “istikrarsızlığın üyelerinin askeri güvenliğinden ziyade refahını etkileyeceği yerlerde istikrarı geliştirmektir.”51
NATO Soğuk Savaş sonrası dönemde hızlı bir dönüşüm yaşamış, üye sayısı arttırmış ve Avrupa içinde ve dışındaki istikrar alanını da genişletmiştir. Ayrıca güvenliğin küreselleştiğini yeni dünya düzeninde kendini ispatlayabilmek için Avrupa - Atlantik sahasının dışında da yer almaya başlamıştır. Ancak İttifak’ın hala anlaması gereken bir nokta ise, artık NATO kuvvetlerinden istenen
tek görevin istikrarın geliştirilmesine yönelik görevler olduğudur. Bireysel üyeler hala konvansiyonel savaşlar yapacak yeteneklerini korumak isteyebilirler, ama NATO artık kuruluşu sırasında mevcut olan tehditlerle başa çıkmaya uygun bir örgüt değildir; zaten bu da gerekmemektedir.
Bertram’a göre NATO’ya kendisine neden ihtiyaç duyulduğunu 1995’te Bosna ve Hersek’e müdahele ettiği günden beri vermektedir: dünyanın hassas noktalarında istikrarı sağlayacak kuvvetler oluşturmak.52 Balkan’larda başlayan bu görev Afganistan ve Libya’da devam etmiştir.
Her ne kadar NATO Soğuk Savaş sonrası misyonu ile ilgili listeler hazırlasa da istikrarı geliştirme görevi NATO’nun politik ve askeri açıdan da en uygun olduğu görev olarak ortaya çıkmaktadır.
Soğuk Savaş sonrasında NATO yeniden tanımlanan güvenlik tehditlerine karşı kendi yerini belirlemekte ve uluslararası sistemde istikrar ve güvenliği sağlayan bir unsur olarak, belli bir coğrafi hedef göstermeden kendini tanımlamaktadır.
NATO’nun geleneksel jeostratejik tanımlarının dışına çıkmasından en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Soğuk Savaş boyunca jeostratejik pozisyonundan dolayı NATO’nun Yunanistan ile birlikte NATO’nun güney kanadını koruma misyonunu yürüten Türkiye Soğuk Savaş sona erdiğinde artık kendisine ihtiyacı olunmadığını hissetmiştir. Bu dönem hem NATO’nun hem de Türkiye’nin arayış içinde olduğu bir dönem olmuştur. Doğu Bloğunun çökmesi ile ortaya çıkan etnik ve dinsel farklılıklar açığa çıkarak eski Doğu Bloğu ülkelerinde iç savaşlar patlak vermeye başlamış bu da uluslararası sistemde istikrasızlıklara ve güvenlik sorunlarına yol açmıştır. İşte bu noktada hem NATO hem de Türkiye yeniden şekillenen uluslararası güvenlik sisteminde kendilerine bir yer edinmeye başlamışlardır.
Bu dönem Türkiye’deki NATO literatürü için ilginç bir dönem olmuştur. Konu ile ilgili ideolojik ve siyasi tartışmaları içeren ya da kamu diplomasisi yoluyla Türkiye - NATO ilişkilerini meşrulaştırmaya çalışan yayınların yerini NATO’nun yeni konumuna, yeni güvenlik ortamına ve Soğuk Savaş sonrasında gelişen güvenlik stratejilerine daha objektif yaklaşan akademik yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Bu dönem gerek NATO’nun gerekse Türkiye’nin diğer Batılı uluslararası örgütler ile bağlarının akademik düzeyde incelendiği ele alındığı bir dönem olmuştur.
Bu dönemi ele alan kitaplardan ilki Musa Ceylan tarafından hazırlanan Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa isimli çalışmadır. NATO’nun Soğuk Savaş’ın “muzaffer ittifakı” olarak tanımlandığı bu derleme kitapta 1990‘ların başından 1999’da Washington’da gerçekleşen 50. kuruluş yıldönümü
zirvesinde kabul edilen Yeni Stratejik Konsept’e kadar İttifak’ın geçirdiği dönüşümü değişik açılardan ele alan yazılardan oluşmaktadır. Sadece NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönüşümünü ele alan akademik analizleri ile değil, ekinde yer alan ve NATO’nun 50 yıllık tarihinde önemli mihenk taşlarını oluşturan belgelerin Türkçe çevirileri ile çeşitli haritalar ve şemalar ile kitap NATO
ile ilgili olarak ideolojik tuzaklara düşmeden kapsamlı bir seçki sunmaktadır.53
Kitaba dahil edilen yazılar Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik danışmanlığını yapmış olan Zbigniew Brezinski, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisinden David S. Yost, Yale Üniversitesi’nde askeri tarih profösörü olan John Lewis Gaddis gibi akademisyen ve araştırmacıların değişik platformlarda yazdıkları yazılardır. NATO’nun ve dolayısıyla NATO içinde Türkiye’nin konumunun tartışıldığı bir dönemde bu tarz derleme çalışmalar Dünyayı Yöneten Örgütler, Terörün Perde Arkası gibi komplo teorilerine dayanan yayınların yanında kamuoyunu bilgilendirme amacını gütmektedir. NATO’nun Kosova müdahelesinden, genişleme tartışmalarına kadar 1990-1999 arası döneme
damgasını vuran NATO ile ilgili gelişmeleri ele alan kitabın giriş bölümünde Musa Ceylan, Kosova müdahelesi egemen bir devlete karşı bir iç meselenin hallini amaçlayan bir müdahele örneği olması açısından tehlikeli bir örnek teşkil edebileceğini tartışır. Bertram’ın bahsettiği gibi eğer NATO istikrar getirici role soyunuyorsa bu tarz müdahaleler için belirlenen çerçeveler olması gereklidir.
Ceylan, NATO’ya yüklenmek istenen terörizmle mücadele gibi muğlak tanımlı görevler verildiği takdirde İttifak içinde görüş ayrılıklarına sebep olabileceğinin altını çizer. Özellikle Müslümanlara karşı yapılacak herhangi bir hareketin Türkiye’yi zora sokabileceğinden bahseden Ceylan, Türkiye’nin NATO nezdinde güvenlikleştirme sürecinde belirleyici olmasa bile etkileyici rolü olabileceğinin altını çizer. Ceylan’ın bu öngörüleri 11 Eylül 54 2001‘den sonra yaşanan süreçte
Türkiye’nin Batılı müttefikleri ve iç dinamikleri arasında yaşadığı sıkıntılı dönemi çok iyi teşhis etmiştir.
Bu bölümde ele alınacak olan ikinci kitap söz konusu dönemde yazılmamasına karşın Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamını ve Batı’nın güvenlik stratejilerini ele alması bakımından burada incelenmiştir. Nurşin Ateşoğlu Güney tarafından yazılan Batı’nın Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD isimli kitapta Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamının Batı’lı aktörleri olarak sivrilen NATO, AB ve ABD’nin güvenlik stratejilerini ele alan akademik bir çalışmadır. Kitapta her üç aktörün de güvenlik stratejileri incelenmiştir ama bu makalenin odağında NATO olduğu için burada Ateş’in kitabında yapmış olduğu NATO analizi öncelikli olarak ele alınmıştır. Ateş’in de belirttiği gibi 1989 sonrasında yeni güvenlik politikalarının belirlenmesi 10-15 yıl kadar sürmüş, bu süre zarfında Batı’da belirlenen güvenlik stratejilerinde yer alan tehditlerin benzer olduğu farkedilmiş, sadece jeostratejik pozisyonlarından dolayı aktörlerin bu tehditlere cevap vermede izledikleri yöntemler farklılık arz etmiştir.55 Sonuç olarak NATO, AB ve ABD’nin Soğuk
Savaş sonrası tehdit algıları benzerlik gösterdiği gibi bunlarla mücadele edilmesi beklenen operasyon alanları da çakışmaktadır. Kitabın “Yeni Avrupa Güvenlik Denklemi ve NATO’nun Geleceği” başlıklı bölümünde NATO’da yaşanan dönüşüm sürecini detaylı bir biçimde ele alan Ateş de NATO’nun yeni güvenlik ortamında nasıl bir dönüşüm sürecinden geçerek “istikrar ve güvenlik” ortamı sağlayan bir güvenlik aktörü haline döndüğünü inceler. Stratejik Konsept, Kuzey Atlantik
İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşu, Barış İçin Ortaklık oluşumu ve İttifak’ın Bosna Hersek ve Kosova müdahelelerinde anahtar rol oynaması (Bosna Hersek’te İstikrar Gücü ve Kosova Gücü), uygulamaya koyduğu Üyelik Eylem Planları ile genişlemeye açık olduğunu hissettirmesi, Akdeniz bölgesinde 6 ülke ile başlatılan Akdeniz Diyaloğu girişimi ve NATO çevresinde istikrar alanını genişletmek amacıyla başlatmış olduğu Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi NATO’nun istikrar
kavramıyla özdeşleşmesi sürecine katkıda bulunan girişimler olarak ele alınmaktadır kitapta.56
Sonuç olarak NATO’nun AB ve ABD ile müşterek olarak odaklandıkları konu Transatlantik bölgesini çevreleyen hattın istikrarının sağlanmasıdır. Yöntem farklılıkları göze çarpsa da NATO’da AB ve ABD gibi özellikle Büyük Ortadoğu adı altında tanımlanan bölgede istikrarın sağlanması için varlık göstermeye çalışmakta olmasının altı Ateş tarafından sık sık çizilmiştir kitap boyunca.
Ateş’in çalışması ve Ceylan’ın derlemesi örneklerinde olduğu gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde yazılan komplo teorisine dayal kitapları saymaz isek NATO üzerine yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak akademik çalışmalar olmuştur. Dolayısıyla bu dönem yayınları NATO’nun dönüşüm sürecini objektif olarak değerlendiren/analiz eden çalışmalardır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası
gündeminde de NATO fazlaca eleştirilmediği, hatta Türkiye’nin içerisinde yer aldığı için özellikle Sovyetlerin dağılması ile bağımsızlıkları yeni elde etmiş komşuları tarafından takdirle karşılandığı gözlemlenir. Bu sebeple Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO içinde etkinliğini de artıran Türkiye için İttifak’ın üyesi olmak dış politikada kimliğinin bir parçası olarak tanımlanmaya başlamıştır.
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder