Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 2
Kurulduğu yıl NATO’ya başvuruda bulunan, fakat üyeliğe kabul edilmeyen Türkiye, 1952’ de, Kore savaşına 4.500 kişilik askeri birlik göndermesi sonucu 1953 yılında NATO'ya alınarak 60 yıl içinde NATO’nun önemli müttefiklerinden biri haline gelmiştir. Türkiye’nin 60 yıllık serüvenine bakıldığında Soğuk Savaş döneminin getirdiği tansiyondan kaynaklanan gergin güvenlik ortamında
NATO’nun sınır karakolu olarak görev yapan ve NATO’nun güvenlik şemsiyesine ve kaynaklarına bağımlı olan bir ülkeden Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni güvenlik ortamına uyum sağlamış, modern silahlı kuvvetleri ve gelişmekte olan ekonomisiyle NATO bütçesine ve operasyonlara katkıda bulunan ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan bir ülkeye dönüştüğü görülür. Türkiye’nin bölgsinde giderek etkinliğini artırması coğrafi olarak tehditin merkezini Rusya’dan Ortadoğu’ya
kaydıran NATO için stratejik bir değer haline gelmiştir.
Türkiye’nin NATO üyesi olarak, NATO ile birlikte nasıl evrildiği konsunda pekçok analiz vardır.
Bu analizlerin büyük çoğunluğu resmi kaynaklara, politika analizlerine dayanmaktadır. Bu makale ise Türkiye’nin 60 yıllık NATO serüveni Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplardan bir seçki incelenerek okunacaktır. NATO’nun uluslararası sistemde yaşanan paradigmatik değişimlere paralel olarak geçirdiği dönüşüm, bu dönüşümlerin Türkiye - NATO ilişkilerine etkileri ve Türkiye’nin
NATO içindeki dönüşümünün bu kitaplarda nasıl ele alındığı incelenecektir.
Türk - NATO ilişkilerinin 60 yıllık serüveni 3 dönemde ele alınacaktır:
Soğuk Savaş (1952 - 1989),
Soğuk savaş Sonrası (1990 - 2001),
11 Eylül 2001 ve sonrası dönem.
Türkiye’nin NATO’ya Girişi
• İhsan Yurdoğlu, Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956
• TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958
• Mehment Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 İkinci Dünya Savaşı müttefik kuvvetlerin zaferiyle sonuçlanmışsa da, ABD’nin savaş sonrasında askeri gücünü yitiren ve ekonomik olarak zayıflayan Avrupa’dan çekilmesi ile Sovyetler Birliği doğu Avrupa’daki etkinliğini artırmıştır. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’da ve Orta Doğu’da komünizmi yayarak nüfuz alanını genişletme çabasına girişmiştir. Monroe Doktrini’nden sonra
Avrupa’da ki ittifaklara dahil olmamaya çalışan ABD, Komünizm tehlikesiyle karşı karşıya kalan Avrupa’yı Sovyetlere karşı dengeleyebilmek için Kanada ve Batı Avrupa ülkeleriyle 4 Nisan 1949’da NATO’nun kurulması için liderlik yapmıştır. NATO’nun kurulması ile Sovyetler ile Batı Avrupa ülkeleri arasında güç dengesi kurulmuştur. Bu dönemde Türkiye İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar tarafsız kalmayı başarmış ve Sovyetler Birliği’nin tehdit ve ısrarlarına rağmen savaşa
girmemiştir. Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsünün değiştirilmesi konusundaki istekleri Ankara’yı tedirgin etmeye başlamıştır. Sovyetler gönderdiği notalarla ve verilen beyanlarla Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır sergilemiştir.14
Sovyet tehdidini çok yakınında hisseden Türkiye Cumhuriyetin kurulduğu dönemden itibaren takip etmekte olduğu kendi kendine yetme ve diğer ülkelerin politikalarına ve ilişkilerine müdahil olmama politikasını bir kenara bırakarak milli çıkarların ve sınırların müdafaası için bir ittifaka dâhil olması gerekliliğini kabul etmiştir. Bu dönemde ABD, “Marshall Planı” çerçevesinde, Sovyet tehdidi altındaki Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’ye de yardıma başlamıştır. Bu yardımlar Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin düzelmesinde önemli rol oynamıştır.
İkinci Düya Savaşı sonrası Avrupa’da dengeler değişirken ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş dönemi başlarken Türkiye’de de iç siyaset alanında köklü değişimler olmuştur. Türkiye’nin iç siyasetinde ve bölgesinde meydana gelen değişimler Türkiye’nin NATO üyeliği yolunda etkili olmuştur. 1946 yılında kurulan ve 1950‘de yapılan seçimlerde iktidara gelerek Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren Demokrat Parti’nin 10 yıl süren
iktidarı sırasında Türkiye NATO ittifakına katılmış, ülke içindeki komünist aktiviteler ve Sovyet taraftarı hareketler bastırılmış ve Türkiye’nin Batı bloğu ile ilişkileri ilerlemiştir.
Bu dönemde NATO hakkında Türkiye’de yayınlanan kitaplarda Türkiye’nin NATO’ya girişini meşrulaştırma eğilimi görülür. NATO hakkındaki yayınların yanısıra “Sovyet tehdidi” ve “yıkıcı komünizm faaliyetleri” hakkında da yayınlar yapıldığı da dikkat çekicidir.
Burada incelenecek olan kitaplardan ilki 1957 yılında basılmış olan İhsan Yurdoğlu’nun Atlantik Paktı: Niçin ve Nasıl Girdik isimli çalışmasıdır. İhsan Yurdoğlu Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinden biri idi. Dolayısıyla, kitapta Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girişi Demokrat Parti’nin uluslararası alanda en önemli başarılarından biri olarak gösterilmekte, NATO’ya giriş sürecinde
Demokrat Parti liderlerinin çabaları sıklıkla övülmektedir.
Pakta girişimizin üçüncü yıldönümünde dış politikamızda görülen büyük inkişaflar, kısa zamanda kat ettiğimiz merhalelerin uzunluğu vasıl olduğumuz hedefin şumulunu göstermesi bakımından büyük ehemmiyeti haizdir. Demokrat iktidar, dinamik, teşebbüsü daima elde bulunduran ve hadiselere istikamet veren bir politika ile ... beynelmilel hadiselerden millet ve memleket lehine olan hiç bir fırsatı kaçırmamıştır.15
Demokrat Parti’nin o dönemde çok eleştirilen Kore Savaşı’na asker gönderme kararını da “sulhun korunması, milletler arası işbirliği azmimizi ve samimiyetimizi hür ve medeni dünyaya” göstermesi açısından takdir etmektedir Yurdoğlu. Kore Savaşı sayesinde Türkiye “Avrupa’da ve yakın doğu’da büyük bir varlık ve dünya siyaset terazisinin kefesinde yerini alması gereken bir devlet olduğunu”
tüm dünyaya ispat etmiştir.16
Türkiye Cumhuriyeti kayıtsız şartsız ve muvazaasız olarak Kuzey Atlantik paktının tabii üyesidir. Kore’de savaşan Türk askeri, yarın saati çaldığı zaman, Batılı müttefiklerinin ve arkadaşlarının yanında olacaktır. Meriç boylarından Ağrı eteklerine ve Kafkas berilerine kadar uzanan aziz topraklarımız bunda böyle hür ve medeni Avrupa müşterek ülkelerinin ayrılmaz bir parçası olmuştur...17
Kitapta, Türkiye’nin jeopolitik konumu sebebiyle Avrupa güvenliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğu, Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki emelleri detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Sovyetler Birliği kitap boyunca oldukça negatif sıfatlarla tanımlanmıştır. Komunist emperyalistlerin uzun vadeli plan ve programları olduğunu ifade eden Yurdoğlu, dünya komunizminin merkezi olan
Moskova’dan “dünyanın herhangi bir köşesinde çıkan kargaşalık ... ve isyanın hareket işareti” 18 verilmektedir. Moskova devletler, milletler ve zümreler arasında düşmanlık yaymak, kardeşi kardeşe düşürmek, iç savaşlar çıkarmak ve ekonomik krizlere sebep olmakla suçlanmaktadır.
Kitapta komunist ekolü hakkında yapılan kısa etüt sonucunda komunizmin idealleri ile icraatları arasında uçurumlar olduğu ifade edilmektedir. Birleşmiş Milletlerin kuvvetlenmesine karşı olmaları, savaş esirlerine muameleleri, fikir hürriyetine karşı oluşları örnek olarak verilmektedir.19
Bunun aksine hür ve medeni milletlerin “manevi kuvvetlere dayanarak (kurdukları) medeniyeti” yıkmaya çalışan “sapık ve tahripkar inanç”lar20 üzerine kurulu komunizm tehditini önleyebilmek için “cihan tarihinin kaydetmediği askeri kuvvete” sahip NATO yüceltilmektedir. 21
Dolayısıyla,
Türkiye gibi Sovyet tehdidini çok yakınında hisseden bir ülke için doğru olan “geçmiş zamanlara ait bir rüya” olan tarafsızlık siyasetini bir kenara bırakıp “zulme ve haksızlığa, vandalizme karşı” müşterek korunmayı hedefleyen NATO’ya girmek idi.22
NATO’nun kuruluşu ve Marshal yardımı ile ABD’nin Batı Avrupa’nın iktisadi gelişimi ve Sovyetler’den gelecek tehditlere karşı korunması konusundaki çalışmaları da kitapta yüceltilerek anlatılmaktadır. Kitapta Amerikan askeri gücü, hem II. Dünya Savaşı sırasında hem de sonrasında dünya barışı için göstermiş olduğu çabalar ve diğer ülkelere yaptığı maddi yardımlar detaylı bir biçimde anlatılarak, Türkiye’nin ABD gibi büyük bir uluslararası güç ile müttefik olmasının ne kadar önemli olduğu sık sık tekrar edilmektedir.
Türkiye’nin NATO üyeliği ile ABD’ye yakınlaşması Türkiye’nin Ortadoğu’dan uzaklaşması hatta belli konularda Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerle karşı karşıya gelinmesi ve İsrail’i müttefik olarak benimsemesi anlamına geliyordu. Bu kaygıyı taşıyan Demokrat Parti hükümetinin dış işleri konularında kamuoyu ile ters düşebileceği durumlar kitapta tek tek ele alınmış ve güvenlikleştir me çerçevesinde meşrulaştırılmıştır. Yazar İsrail devletini bir realite olarak kabul etmekte, İsrail ordusunun maddi ve manevi olarak Arap ordularının kat kat üstünde olduğu belirtilmekte İsrail’in “kabına sığmayan” bir devlet olduğundan bahsedilmektedir. İsrail’in medeni ve çalışkan halkı övülmektedir.23
Kitabın son bölümünde ise ABD’ye minnettarlığımızdan ve Türk ordusunun ABD’nin desteğiyle hakettiği güçlü konuma geldiğinden bahsedilir:
Türk ordusunun kuvvet ve kudretinin hergün biraz daha artmasında, Birleşik Amerika’nın ve Kanada’nın büyük yardımları olmuştur. ... Türk ordusu maddi ve manevi gücü ile Ortadoğu’nun sulh ve istikrar unsuru olmuştur.24
Buna rağmen Amerikan yardımının sanıldığı kadar çok olmadığı ülkemize transatlantik güvenliğinin sağlanması kapsamında “büyük külfetler yüklendiği halde, bu külfetleri tehvin edecek yardım”ın çok az tutulduğu belirtilmektedir. Herşeye rağmen 25 Türkiye’nin NATO’ya girişi ve topraklarında kurulan deniz ve hava üsleri ile ekonomik hayatına canlılık geldiği, iş hacminin arttığı ve 7 milyar TL olan milli gelirin 15 milyara yaklaştığına işaret edilmiştir. NATO sadece bir
güvenlik teşkilatı olarak değil aynı zamanda Türk ekonomisinin gelişmesine, refahının artmasına da katkıda bulunmuş bir oluşum olarak ele alınmıştır.
Yine aynı dönemde Demokrat Parti hükümeti döneminde Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan NATO ve Türkiye26 adlı kitap hem İngilizce hem de Türkçe olarak basılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 4 Temmuz Bağımsızlık Günü’nde Amerikan Halkına hitaben göndermiş olduğu mesaj ile başlayan Demokrat Partili elitin NATO hakkındaki beyanlarını takiben Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen NATO nezdinde görev yapan orgeneral ve generaller, Konsey’in daimi temsilcileri, NATO teşkilatı ile ilgili bilgiler, NATO Genel Sekreteri ve Genel Sekreter yardımcılarının özgeçmişleri, karargahlar ile ilgili bilgiler ve Türkiye’nin de katıldığı Teşkilat Toplantılarının sonuç bildirgelerinin yer aldığı kapsamlı bir tanıtım çalışması olarak ele alınabilir. Bu kitabın girişinde yer alan ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Savunma Bakanı Etem Menderes’in NATO ile ilgili beyanları o dönem NATO üyeliğine atfedilen önemi ve Türkiye’nin ittifak içinde kendini gösterebilmek için nasıl bir çaba içerisinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu çalışma Demokrat Parti hükümetinin ve bu hükümetle benzer ideolojik altyapıya sahip Cumhurbaşkanı’nın Türkiye - NATO ve Türkiye - ABD ittifaklarına verdikleri önemi ve Demokrat Partinin Cumhuriyet tarihinin ilk 20 yılında izlenen tarafsızlık siyasetinden sapma olarak değerlendirilen bu ittifakların nasıl meşrulaştırıldığını göstermektedir.
NATO ve Türkiye isimli kitapta yer alan Celal Bayar’ın TBMM’de yapmış olduğu konuşmalardan birinde Türkiye’nin NATO’ya olan taahütlerini yerine getirme konusunda ne kadar gayretli olduğunun altı çizilmektedir:
Bütün azmimiz ve samimiyetimizle bağlı olduğumuz Kuzey Atlantik andlaşması teşkilatına mümkün olduğu kadar faydalı ve faal olmaya çalışıyoruz. ... Buna müvazi olarak siyasi alanda tesanüt ve işbirliğinin artırılşmasına tevcih edilen bütün gayretleri içten destekliyoruz.27
Kitapta alıntılanan ve Başbakan Adnan Menderes’in Paris NATO Hükümet Başkanları toplantısında yaptığı konuşma metninde Sovyet Tehdidine karşı Türkiye’nin NATO üyeliğinin elzem olduğunu , Türkiye’nin NATO garantörlüğü olmadan Sovyetler’le başa çıkamayacağı işaret edilmektedir:
Sovyetlerin ilmi ve teknik sahalarda büyük terakkiler kaydetmiş oldukları herkesçe kabul edilen bir vakadır. Kuvvetlerini en modern silahlarla teçhiz eden Sovyetler yeni silahlar bulmak için çalışmalarına hızla devam etmektedirler. Bu durumun hürriyetin kalesi olan NATO’nun müdafaa azmi üzerinde herhangi bir sarsıntıya yol açması şöyle dursun NATO’yu ideallerinin tahakkuku yolunda yeni hamleler yapmaya teşvik eden bir amil olacağı muhakkaktır.28
Dönemin Savunma Bakanı Etem Menderes de NATO’nun sadece askeri alanda değil aynı zamanda siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarda da varlık gösterdiğini ve Avrupa’ya barış gelene kadar misyonunu devam ettireceğini belirtmektedir. Etem Menderes de kitapta alıntılanan konuşmasında NATO ile ilgili savaş ile özdeşleşmiş algılamaları yumuşatmayı amaçlamaktadır.29
Kitap bir nevi NATO ile ilgili olarak kamu diplomasisi misyonu taşıdığından dolayı kitapta sadece üst düzey siyasilerin ve askeri elitin katkısı yoktur. Kitap NATO ile ilgili olarak çizilmiş resimleri ve hatta bir binbaşının yazdığı bir şiiri de içermekte dir. Tüm bu resimlerde ve aşağıda iki kıtası yer alan şiirde NATO’nun barışı hedefleyen bir oluşum olduğunun altı sık sık çizilmektedir. Bu barış vurgusu Türkiye’nin NATO ile ortaklığının Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” mottosu ile çelişmediğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Silahlar birleşti, kalbler birleşti
Bükülmez artık kolu NATO’nun
Gönüllere sulhün aşkı yerleşti,
Ebedi barıştır yolu NATO’nun.
..........
Onbeş hür milletin birdir vatanı,
Tek gaye uğrunda adanmış canı,
Bekliyor sınırda, sokmaz düşmanı
Mehmed’i, Edvard’ı, Pol’u NATO’nun.
....
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder