Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2020 Cuma

Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur

Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur



TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü.,
Dr. Bahadır Kaleağası 


“ Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur ”

Dr. Bahadır Kaleağası, 25 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de ve uluslararası alanda Avrupa Birliği (AB) ile ilgili çalışmalarda bulunuyor. 1996’da Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. 2008’den bu yana TÜSİAD Uluslararası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Kaleağası ayrıca Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı, Brüksel Avrupa Etütleri Enstitüsü bilimsel üyesi ve Brüksel Enerji Kulübü (Brec) Başkanı. Kaleağası son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?”da yer verdiği Türkiye’nin uluslararası ilişkileri, AB üyelik süreci ve ekonomiye etkileri hakkındaki sorularımızı yanıtladı.

1996’da Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdunuz, TÜSİAD’ın dış etkinliklerini kapsayan Uluslararası Koordinatörü olarak görev yapıyorsunuz ve çok sayıda uluslararası makaleniz ve kitaplarınız mevcut. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde geçtiği aşamaları ve süreci okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Son kitabım “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” ile bu konuda geçmiş ve gelecek zaman arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Kuantum fiziği mekanikleri, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde de geçerli. İlk bakışta farklı atomların etrafında dönen protonlar gibi görünen, birçok ekonomik alanın içinde gelişen olaylar diğer alanlarla doğrudan ve ait oldukları alandan bağımsız olarak etkileşim içinde olabiliyorlar. Ulusal ekonomiler, uluslararası anlaşmalar, siyasal sistemler, şirketler, iş dünyası temsil kuruluşları, lobiler, sivil toplum, ihaleler, krediler, tedarik zincirleri, iflaslar, borsalar, yerel yönetimler… Ekonominin matematiksel çerçevesi ötesinde, siyaset, teknoloji, sosyal psikoloji, güvenlik sorunları, askeri çatışmalar, çevre sorunları gibi alanlarda manyetik dalgalar birbirine karışan bir sarmal oluşturuyor. Şirket, kamu veya bireysel yaşam yönetimimizde eş zamanlı veya vadeli olarak her olayın etkileri çoğalıyor. Günlük ekonomik yaşamımız bu galaksinin içinde bir yörüngede ilerliyor.

AB ile ilişkilere de bu çerçevede bakmak doğru olur. Söz konusu olan demokrasi ülküsü, ulusal ekonomik çıkar konusu ve toplumsal kalkınma dinamiğidir. Ülkenin seçmenleri ve vergi mükelleflerinin demokratik muhatabı olan Ankara’nın siyasal karar alanı Brüksel’e, Türkiye’nin içinde yer almadığı AB kurumlarına kayıyor. Dolayısıyla Avrupa ve dünyadaki gelişmeler Türkiye açısından çok önemli bir “ulusal egemenlik” ve “demokratik meşruiyet” sorunu var.

Çünkü:

    AB Türkiye’nin en önemli ticaret, yatırım, finans, turizm, teknoloji ve sosyal işbirliği kaynağı olmaya devam ediyor. Türk ekonomisinin önümüzdeki dönemde en az yüzde 6 büyümesi önemli. İşsizlik başta olmak üzere ülkenin temel sorunları için büyüme bir önkoşul. Bu oranı sürdürebilir kılmak içinse “uluslararası yatırımları çekim gücü” belirleyici bir etken. AB süreci de bu çerçevede odak noktasıdır. Uluslararası yatırımlar “hukuk devleti”, “AB standartları” ve “ekonomik öngörülebilirlik” kıstaslarına öncelik veriyor (Örneğin sadece Londra, Paris veya Frankfurt değil, Washington, Pekin ve Yeni Delhi’deki görüşmelerimizde bile bu konu öncelik olarak vurgulanıyor).

    Gümrük birliği tam üyelik öncesi bir aşama olarak tasarlanmıştı. Bu dönemde Türkiye’nin AB politikaları ve mevzuatına uyum sağlarken, bunların karar sürecine katılmaması geçici bir sorun olarak “idare edilebilinir” düzeyde görülmekteydi. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar önemli boyutlara ulaşmaktadır. (Örneğin sanayi üretim standartları, G.Kore–AB serbest ticaret anlaşması, rekabet politikası, Çin ile ekonomik ilişkiler ve sorunlar …). Gümrük birliğini serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek de Türk ekonomisinin uluslararası açılımları açısından son derece olumsuz sonuçlar doğurur.

    AB’nin çevresindeki ülkeler arasında Türkiye “petrol ve doğal kaynakları olmadan hızla büyüyen pazar ekonomisi, sanayi ülkesi ve demokrasi” özelliklerine sahip tek ülkedir. Rusya, Mısır veya İran’dan bu açıdan çok farklı bir ülkedir. Daha ziyade İspanya veya Polonya modeline yakındır. Bu nedenle küresel koşullar ve bölgesel gerçekler Türkiye’yi AB’nin uluslararası politikalarının etki alanına dâhil ediyor (Örneğin iklim değişikliği, Akdeniz’de deniz taşımacılığı, grip salgınları ile mücadele, kaçak göçle mücadele, finansal piyasaların düzenlenmesi, dijital ajanda, ABD ile Transatlantik ekonomik alan altyapısı için mevzuat uyumu, İran’a yaptırımlar …)

    Türk ekonomisinin olumlu iç ve bölgesel dinamikleri ve küresel atılım potansiyeli sayesinde Avrasya ekseninde diğer ülkelerle ilişkilerimiz gelişiyor. Bu yönde, dünya ile daha yoğun ekonomik ilişki geliştiren bir Türkiye AB sürecinde de daha güçlenir. Simetrik olarak AB sürecinde güçlenen bir Türkiye’nin dünya gözündeki çekim gücü artar. Fakat tam üyelik hedefi somutlaşmadıkça bu sinerji zayıf kalmaktadır.

    AB sürecinin her aday ülkede tetiklediği demokratik reform, ekonomik refah ve toplumsal kalkınma dinamikleri de, Türkiye’nin somutlaşamayan üyelik hedefinden olumsuz etkileniyor.

Diğer bir önemle izlenmesi gereken süreç, TÜSİAD açısından da öncelikli bir konu olan “Avrupa’nın geleceği” tartışması. AB 21. yüzyılı kendi içinde “farklılaştırılmış bütünleşme” eğilimi ile yaşamaya hazırlanıyor. Tam olarak doğru olmasa da, “çok vitesli” tanımlaması da kullanılıyor. Soğuk savaşın sona erdiği 1989-1991 yıllarında akademik görevlerim ve AB Komisyonu Başkanı Jacques Delors’un stratejik araştırmalar birimindeki çalışmalarım sayesinde aşina olduğum bu teorik öngörüler sonunda somutlaşıyor. Artık AB’de en üst siyasal düzeyde ifade edilen bir “çok çemberli Avrupa” gerçeği var. Türkiye kendi demokrasisi ve sosyo-ekonomik kalkınma politikalarını toparlarsa, iki çemberden merkezdeki Euro bölgesine hemen olmasa da, geniş çember olan AB’ye üye olabilir. Bu mevcut AB demek: Tek pazarı, ortak politikaları ve demokrasi gücü ile güçlenmiş bir geniş çember oluşturuyor. Buna bugünkü 28 ülke ve ötesindeki coğrafya da dâhil oluyor. Bunlar arasında, İngiltere, İsveç, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka gibi Euro bölgesine girmek istemeyen ülkeler, İsviçre, Norveç, Türkiye, Bosna-Hersek, Sırbistan gibi yeni üyeler ile Polonya, Romanya gibi Euro birliği koşullarına teknik olarak hazır olmayan ülkeler sadece bu geniş çember AB’de yer alacak. Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya’nın başını çektiği Euro grubu ise daha sıkı bir birlik olan çekirdek AB’yi oluşturuyor.

Artık AB’de en üst siyasal düzeyde ifade edilen bir “çok çemberli Avrupa” gerçeği var. Türkiye kendi demokrasisi ve sosyo-ekonomik kalkınma politikalarını toparlarsa, iki çemberden merkezdeki Euro bölgesine hemen olmasa da, geniş çember olan AB’ye üye olabilir.

Gelinen noktayı nasıl buluyorsunuz?

Türkiye de işte bu kozmik ortamda son 20 yılda çok eksenli bir ülke olarak hızla güçlendi. Fakat muazzam fırsatlar da kaçırdı. Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin milli menfaatleri açısından AB ana eksen olmaya devam ediyor fakat yegâne eksen değil. Türkiye aynı zamanda Amerika’dan, Avrasya’ya ve Afrika’ya uzanan küresel perspektifte birçok eksende gelişiyor. Zaten dünya artık çok eksenli. Avrupa ülkeleri de, G20 ülkeleri de bu çok eksenli küresel ortama uyum sağlayan bir evrim içindeler. Türkiye’nin Avrupa’da güçlü olması, dünyanın geri kalanıyla ilişkilerinde de güç kaynağı olmaktadır. Çinli olsun, Arap, Amerikalı, Rus olsun dünyanın farklı yerlerinden yatırımcılar için Türkiye’nin müstakbel AB üyesi güçlü bir demokrasi ve ekonomi olması belirleyici bir kıstastır. Çünkü yatırımcılar AB üyesi ya da aday üyesi bir ülkeye yatırım yapmanın kendi yatırımları için de güvenli bir liman olduğunu biliyorlar. Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur. Türkiye Avrupalı demokratik ve ekonomik standartlarda ve aynı zamanda Avrasyalı dinamik ve girişimci toplum özellikleri ile cazibeli bir marka geliştirebilir.

Küresel ortamda birçok olumsuz ve gelişme var. Küreselleşme ticaret, yatırım, hizmet, insanlar ve bilginin daha rahat dolaştığı bir gezegen ortamı yarattı fakat virüsler de çok hızlı dolaşıyor. Örneğin salgın hastalıklar, biyolojik virüsler. Siber güvenlik çok ciddi bir sorun, dijital virüsler. Son küresel ekonomik krizin iyice belirginleştirdiği finansal virüsler. En önemli küresel sorun olan iklim değişikliği, karbondioksit virüsü, Başka virüsler de çok büyük risk: terörizm, dezenformasyon, etnik, dinsel, cinsel ayrımcılık…

Aynı zamanda Türkiye açısından acil olarak yakalanması gereken küresel dönüşüm eğilimleri var: dijital ekonomi, nesneler interneti, akıllı kent ürün, uygulama ve yatırımları, temiz enerji teknolojileri…

Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur. Türkiye Avrupalı demokratik ve ekonomik standartlarda ve aynı zamanda Avrasyalı dinamik ve girişimci toplum özellikleri ile cazibeli bir marka geliştirebilir.

Son dönemde yurt içinde ve yurt dışında yaşanan olaylar Türkiye - AB ilişkilerini nasıl etkiledi?

Son dönemde Türkiye kendi iç sorunlarını aşmakta zorlanınca birçok alanda fırsatı kaçırdı. Ortadoğu gibi istikrarsız bir bölgede etkili bir ülke olmak ile “Ortadoğulu” olmak arasındaki dengede çok zorlanan bir ülke oldu. Diğer taraftan, Afganistan, Irak ve Suriye’den gelen sığınmacı dalgaları karşısında zorlu bir sınav veren, takdir edilmesi gereken bir ülke Türkiye. AB açısından ise, esas olarak ancak demokrasi atılımları ile yeniden toparlamak mümkün olan bir “soft power” sahibi olmaya devem ediyoruz.

Bundan sonraki süreçte Türkiye’yi ne gibi gelişmeler bekliyor? Türkiye’nin ve AB’nin bu alanda atması gereken adımlar nelerdir?

Kıbrıs’ta çözüm yakın ve teknik tıkanıklıklar hızla aşılabilir. Demokratik reform, hukuk devleti ve özgürlükler gündemi ise zaten Türk halkının hakkı olan ve ülkenin küresel rekabet ortamında siyasal ve ekonomik marka değeri açısından elzem olan bir alan. Kurumsal boyutta iki alanda ilerleme zemini var. Transatlantik Ortaklık (TTIP) ve gümrük birliği. TTIP anlaşmasına bir genişleme maddesi konacak. Önemli olan Türkiye’nin gümrük birliği ve müzakere süreci sayesinde buna hazır hale gelmesi. Zaten AB ve Türkiye arasındaki ortak açıklama da bu yönde: "Gümrük Birliği Anlaşması'nın 21. yüzyıl koşullarıyla uyumlu hale getirilmesi AB – Türkiye ticari ilişkilerini güçlendirecektir. Ticari ilişkilerin geliştirilmesi devam etmekte olan katılım müzakerelerine alternatif oluşturmamakta, süreci tamamlayıcı olarak değerlendirilmektedir".

Şimdi teknik hazırlıklar başlayacak. Hizmetler, tarım, kamu ihaleleri, ihtilafların çözümü gibi konularda yol haritaları üzerinde çalışılacak: Hangi mevzuatlarda uyum, hangi uygulamalarda değişiklik, takvim, idari kapasite, istisnalar, geçiş süreçleri, geçici düzenlemeler? Bu arada AB Komisyonu üye ülkeler ve özel sektör ile istişare içinde bir görev yetki belgesi taslağı oluşturacak. AB Bakanlar Konseyi bu metne son şeklini vererek komisyonu Türkiye ile müzakere için yetkilendirecek. Sonra Türkiye ile de mutabakat aranacak ve belki 2016 yılı içinde AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısı ile müzakereler başlayacak. Bir-iki yıl içinde de nihai anlaşmanın üye ülkeler, Türkiye ve de Avrupa Parlamentosu’nun onayına sunulması söz konusu olabilecek.

Türkiye bu küresel ortamda, ancak demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan sermayesi yüksek bir toplum olarak siyasal saygınlık ve ekonomik çekim gücü sahibi olabilir. Söz konusu olan Türk ekonomisinin de uluslararası marka değeridir.

Bu süreçte bir dizi eşzamanlı gelişme gümrük birliğinin yenilenmesi çalışmalarıyla doğrudan etkileşimde olacak: Dünya ekonomisi, G20 gündemi, Dünya Ticaret Örgütü görüşmeleri, ABD ile AB arasında Transatlantik Ortaklık (TTIP), Kıbrıs ve Türkiye’nin AB’ye üyelik yönünde müzakere başlıklarında ilerlemesi.

AB son yıllarda ticaret anlaşmalarını çoğaltıyor: Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada, Güney Amerika, Güney Doğu Asya, Çin... Dünya ve Türkiye ekonomisini etkileyecek esas etken ise ABD-AB arasında müzakere edilmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşması (TTIP). Transatlantik anlaşmanın AB ile üyelik süreci veya ekonomik entegrasyon içindeki ülkelere de açık olması tartışılıyor. Norveç, İsviçre ve Balkanları da içerecek bu konum Türkiye’nin uluslararası ekonomik çekim gücü ve "soft power" konumunu çok olumlu etkiler. Başka bir yaklaşımla, AB-Türkiye gümrük birliği doğrudan Transatlantik ekonomik alana dâhil edilebilir. Brüksel’de yeni başlayan gümrük birliğinin güncellenmesi süreci işte bu noktada da çok önemli. İçeriği aslında Türkiye’yi sadece AB üyeliğine değil, aynı zamanda TTIP’e hazırlıyor.

Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu ve Türkiye’yi TÜSİAD ve TİSK’in temsil ettiği BUSINESSEUROPE da resmi tutumunda Türkiye’yi bu yönde destekliyor. Avrupa ekonomisinin ortak çıkarları için, dünyada daha güçlü bir Avrupa için Türkiye’nin TTIP’e dâhil olmasını ve AB’ye katılım müzakerelerinde ilerlenmesini savunuyor.

Ekonomik aktörler açısından her şirketin iş ortamını, sektörel stratejilerini ve piyasa değerini doğrudan etkileyecek bir döneme girdik. Gümrük birliği hizmetler, tarım, ulaştırma, vize ve kamu ihaleleri gibi alanlarda gelişecek. Bu yönde stratejik çerçeveyi iyi değerlendirmek gerekiyor. Dünya ekonomisi çok eksenli bir yönde, enerji, siyaset, teknoloji ve ekoloji gibi alanların birbirinden ayrılmayacağı sürekli bir big bang içinde gelişiyor. Avrupa’da birlik süreci “farklılaştırılmış entegrasyon” sistemine doğru evrim içinde: Geniş bir AB ekonomik ve siyasal çemberi, merkezinde çekirdek Euro alanı. Türkiye dosyası da bu çerçevede hızla ilerler, Türkiye geniş AB’ye üye olur. Türkiye bu küresel ortamda, ancak demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan sermayesi yüksek bir toplum olarak siyasal saygınlık ve ekonomik çekim gücü sahibi olabilir. Söz konusu olan Türk ekonomisinin de uluslararası marka değeridir.

“Otomotiv Türkiye’nin enerji kaynağı”

Otomotiv sektörünün Türkiye’deki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Her sektör için olduğu gibi temel rekabet etkenleri devrede: teknolojik yenilikçilik, marka değeri (sadece tek tek şirketlerin değil, sektörün ve ülkenin de marka değeri), fiyatlandırma ve pazarlama. Dijital ekonomi, akıllı kent ekonomisi ve temiz enerji alanlarındaki gelişmelerde öncü olabilmek çok önemli. İşte bu nedenlerle yeni bir sanayi politikası, “Endüstri 4.0”, belirleyici bir rol oynayacak. Otomotiv tüm yan sanayisi, hizmet kolları, istihdamı, vergi katkısı ve dünyaya açıklığı ile Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ana enerji kaynağı olmaya devam edecek. AB yolunda ilerleyen bir Avrasya merkezi konumunda bir Türkiye’nin küresel rekabet gücü için çalışan ODD, bu yönde çok önemli bir ulusal görev üstleniyor


...


Dr. Bahadır Kaleağası kimdir?

        Dr. Bahadır Kaleağası eğitimini Galatasaray Lisesi, AFS programıyla gittiği ABD, Brüksel Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. En yüksek derece ile mezun olduğu Brüksel Üniversitesi’nin Avrupa Etütleri Enstitüsü’nde ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde 1989-1996 yılları arasında uzman araştırmacılık ve öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. Ders ve araştırma konuları Avrupa Birliği’nin karar alma sistemi, ABD-AB ilişkileri ve AB’nin dış ekonomik ilişkileri üzerinde yoğunlaştı. Ziyaretçi akademisyen olarak Harvard, Georgetown ve Kudüs üniversitelerinde bulundu. 1991‘de AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’nın müzakeresine yönelik çalışma gruplarından birinde raportörlük görevini üstlendi. AB Komisyonu’nun stratejik araştırmalardan sorumlu biriminin projelerinde yer aldı. Türkiye’de ve uluslararası alanda kamu ve özel sektör kuruluşları için danışmanlık yaptı.

1996 yılında Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. 2008 yılından beri Brüksel, Berlin, Paris, Londra, Washington DC ve Pekin’de temsilcilikleri bulunan TÜSİAD’ın Uluslararası Koordinatörü olarak görev yapmaktadır. Ayrıca Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı, Brüksel Avrupa Etütleri Enstitüsü bilimsel üyesi, Brüksel Enerji Kulübü (Brec) Başkanı ve birçok kurumun yönetim kurulu üyesidir.

Çok sayıda uluslararası makale ve İngilizce ve Fransızca kitabın ortak yazarı sahibi olan Bahadır Kaleağası, ayrıca “Tek Pazardan Parasal Birliğe”, “Avrupa Yolunun Haritası”, “Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı”, “Ne Olacak Bu AB İşi? Gençler Soruyor” ve “G20 Gezegeni” kitaplarının yazardır. Son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” uluslararası ilişkileri ve Türkiye’nin yakın geleceğinin tarihini analiz, anı ve anekdotlarla anlatıyor ve Türkiye’nin geleceği için öneriler paylaşıyor.


http://www.odd.org.tr/web_2837_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1312&target=categorial1&type=32&detail=single


****

14 Mart 2019 Perşembe

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 5

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 5


11 Eylül Sonrası NATO 

• Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004 
• Suat Parlar, Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004 

11 Eylül terör saldırıları, terörizm tehdidini ve kitle imha silahlarını küresel güvenlik tehditleri listesinde ön sıralara yerleştirmiş, ABD liderliğinde sürdürülen teröre karşı savaş en başta İslami terör örgütlerini hedef almıştır. Bu kapsamda NATO’nun da içinde yer aldığı uluslararası müdahele operasyonları düzenlenmiş tir. Bu dönemde NATO’nun toprakları dışında, Afganistan’da Birleşmiş Milletler onaylı uluslararası Güvenlik Gücü gibi, istikrarı koruma operasyonlarına dahil olması NATO’yu farklı bir boyuta çekmiştir. Müslüman ülkelerde düzenlenen bu operasyonlarda Türkiye’nin olumlu katkıları olmuş ve NATO içinde etkinliği artmaya başlamıştır. 

11 Eylül sonrası dönem Türkiye’nin İttifak içindeki yerini sağlamlaştırmasına rağmen ABD’nin gönüllü müttefikleri ile birlikte yürüttüğü İslami teröre karşı savaş kapsamında Irak’a girmesi, Afganistan ve çevre ülkelerde yürütülen operasyonlar kapsamında hem bölgede hem de İttifak ülkeleri sınırları dahilinde Müslümanlara karşı izlenen politikalar Türk kamuoyunda Amerikan karşıtlığını yeniden gündeme getirmiştir. Bu da ABD ile özdeşleştirilen NATO’ya olan kamuoyu desteğinin azalmasına yol açmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girişinin 60. yılında Türk kamuoyunun İttifak hakkındaki olumsuz görüşlerinin tarihin en yüksek seviyelerinde gerçekleşmesinin ardında yatan önemli etkenlerden en önemlisi artan Amerikan karşıtlığıdır. Bu çerçevede ele alındığında bu 
dönem NATO üzerine yazılan kitapların önemli bir kısmının NATO’yu 1970’li yıllarda olduğu gibi emperyalizmle özdeşleştirmesi doğaldır. 

Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO isimli kitabına ABD’nin NATO güvenlik şemsiyesini paylaşmayı önererek Türkiye’yi kendi tarafına çekmesini ABD ve Batılı müttefiklerinin “sosyalizmin gelişmesini engelleme çabaları” kapsamında tartışarak başlar. Kitabın “Sunuş” kısmında NATO’nun masum bir savunma ve dayanışma gerekçelerine dayalı olrak yola çıkan bir 
teşkilat olmasına rağmen tarihi boyunca “saldıran ve tehdit eden güç” olarak varlığını ortaya koyduğuna, “kural tanımaz bir kirli savaş makinesine döndüğü”ne işaret edilir.57 Kitapta NATO’nun ilk anlaşma metninde gizli madde olarak yer alan ve her üye ülkenin komünizme karşı mücadele edecek bir devlet örgütlenmesi oluşturmasını öngören madde kapsamında oluşturulan komiteler 
aracılığıyla suikast, sabotaj, adam kaçırma gibi yöntemler kullanılarak “süphelilerin ve radikallerin” ortadan kaldırıldığı iddia edilmektedir. Türkiye’de de Ergenekon adı altında benzer bir oluşumun meydana getirildiği ve Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de meydana gelen pek çok kanlı eylemin ardında bu yapılanmanın yer aldığından bahsedilir.58 Hiçyılmaz’ın kitabı NATO’nun bu tarz “gizli ordular” aracılığıyla NATO’nun etki alanını genişletmeye çalıştığını örneklerle açıklar. Kitapta Büyük Ortadoğu Projesi, bölgede ılımlı İslamın desteklenmesi ve Irak’a yapılan müdahele gibi Ortadoğu’yu ilgilendiren konularda NATO kapsamında oluşturulan bu özel kuvvetlerin aktif rol 
oynadığı tartışılmaktadır. 

2003 yılında Irak işgali ile tetiklenen anti-emperyalist hareketin Türkiye’de de etkili olduğunun altını çizen Hiçyılmaz bu tepkilerin İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi sırasında daha da alevlendiğini anlatır: “35 yıl sonra 68’in önderlerinin emperyalizme karşı kararlı duruşları örnek alınarak ... işçisi, kamu emekçisi, öğrencisi yükselen anti-emperyalist dalganın bir parçası olmaya çalışmışlardır.” İstanbul Zirvesi sırasında alınan güvenlik tedbirlerinin 59 NATO’nun halk için değil halklara karşı bir örgütlenme olduğunu kanıtlamıştır der, Hiçyılmaz. Tüm tedbirlere ve baskılara rağmen NATO karşıtı protestoların gerçekleşmesi ise “baskıların NATO karşıtı mücadeleyi engelleyememesi” olarak yorumlanır kitapta. Zirve’de Türkiye’ye verilen rollerin bir yandan Ortadoğu halklarını bir yandan da Türkiye’deki emekçileri tehdit ettiğinin ve tüm bu antidemokratik 
uygulamaların NATO’nun bir parçası olduğu sermayenin egemenliğinden kaynaklandığının altı çizilmektedir. 

Hiçyılmaz’ın kitabı NATO’yu radikal bir bakış açısıyla değerlendirse de özellikle 2003 Irak Savaşı’nı takiben ülkede ortaya çıkan Amerikan karşıtı hareketlerin bir yansıması olarak düşünülebilir. ABD ile özdeşleşen NATO ise bu dönemde eleştiri oklarının hedeflerinden biri olmakta idi. 

Bu makalede incelenecek olan son kitap Suat Parlar tarafından yazılmış olan Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO isimli kitaptır. Amerikan emperyaliz mini ve NATO’nun bu projenin bir parçası olduğu tezini savunan diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitapta da tarihsel arka plan olarak İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemleri incelenmektedir. Pax Amerika’nın kökenlerini inceleyen tarihsel arkaplan tartışmasından sonra Soğuk Savaş sonrasında, 1991 yılında Körfez’e 
yapılan “birinci emperyalizt müdahale”den başlayarak Amerikan hegemonyasının “çürümesini” ele alan Parlar, ABD’nin zayıflayan ekonomisinin “emperyalistler arası çelişkileri” artırdığını ve ekonomik rekabetin ulusal güvenlik sorununa dönüştüğünü işaret etmektedir.60 

1990 sonrası dönemde ABD, Japonya ve Almanya arasındaki gerilimleri Üçüncü Soğuk Savaş olarak tanımlayan Parlar, bu gerilimlerin NATO, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası yapılanmalar dahilindeki tartışmalarda da ortaya çıktığını ifade eder.61 

ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı, stratejik ortaklarıyla ters düşmeye başladığı bu dönemde küreselleşmenin emperyalist müdaheleciliğin yeni kılıfı olarak ortaya çıktığı tartışılır. Küreselleşme ile iç içe geçen ekeonomiler, bir de üzerine 11 Eylül sonrası küresel düzeyde güvenlikleştirilen terör tehditi de eklenince ABD’nin başını çektiği emperyalist müdahelelerin önünün açıldığı tartışlır 
kitabın son bölümünde. NATO’yu emperyalist müdahelelerin aracı olarak ele alan Parlar “NATO ve AB’nin kapitalistler arasında gelişen çelişkiler ve çatışmaları çözme sürecinde kapalı, devlet seçkinlerinin mutabakatlarına dayalı, kolektif bir siyasal sistem” olarak tanımlamaktadır. Bu sebeple NATO’nun hedef, taktik ve uzlaşmalarının kamuoyundan gizlidir.62 

Parlar’ın İddiasına göre NATO’nun Soğuk Savaş sonrası genişlemesi ve terör tehdidinin makro bir tehdit olarak ele alınarak İttifak’a Soğuk Savaş sonrasında yeni misyonlar biçilmesi ve Afganistan’da olduğu gibi müdahelelerin önünün açılması NATO’yu halklar gözünde gayrimeşru duruma düşürmektedir. 
Dolayısıyla NATO misyonuna son verilmesi için mücadele edilmesi gereken bir oluşumdur. Kitabın sonunda NATO’nun 11 Eylül sonrasında ABD’nin “sistematik uluslararası soykırım doktirini ile barbarlığın en yıkıcı” kampanyalarının yürütülmesinde başrol oynadığı ve bu yüzden yokolmayı hakettiği mesajı verilmektedir. 

Bu dönemde NATO üzerine yazılmış kitaplar arasından seçilen iki kitabın da NATO’yu ABD’nin emperyalist amaçları ile özdeşleştiren ve NATO’ya karşı mücadele çağrısında bulunan yayınlar olması şaşırtıcı değildir. ABD 1990 sonrası yürüttüğü müdahelerde yapabildiği kadar NATO’yu ön plana sürmüş, bu müdaheleler NATO’nun yürüttüğü müdaheleler olarak algılanmıştır. ABD’nin 11 
Eylül sonrası Ortadoğu’da yürüttüğü kampanyalar ve İslami terörü hedefleyen teröre karşı savaşı Ortadoğu’daki siyasal ve sosyal dengeleri sarsmış ve insani güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Amerika karşıtı tepkiler artarak çoğalmış ve Amerikan karşıtlığı NATO gibi ABD’nin içinde bulunduğu tüm uluslararası oluşumların da meşruiyetini olumsuz etkilemiştir. 

Sonuç 

Bu makalede Türkiye’nin 60 yıllık NATO tarihi Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplardan bir seçki incelenerek okunmaya çalışılmıştır. 60 yılda NATO - Tükiye arasında yaşanan tüm iniş çıkışlar bu makalede incelemesi yapılan 11 kitabın okumasında çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. 

Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1950’li yıllarda Demokrat Parti hükümetinin Sovyet tehdidini güvenlikleştirme sürecinin bir yansıması olarak bu dönemde NATO ile ilgili olarak yayınlanan kitaplar hükümet’in NATO üyeliğini meşrulaştırma projesinin yansımalarıdır ve resmi söylemi kamuoyuna aktarma amacı güder. 1960’lı yıllara gelindiğinde Demokrat Parti’nin askeri darbe ile devrilmesinden sonra Demokrat Parti hükümetinin dış politika ekseninde ön plana çıkardığı  Amerika ile stratejik ortaklık ve NATO’ya aktif katılım politikaları bir kenara atılmış, Kıbrıs konusunda yaşanan krizlerin de etkisiyle sol ideolojiler çeçevesinde şekillenen anti-Amerikan, antiemperyalist dolayısıyla NATO karşıtı söylemler ön plana çıkmıştır. Türkçe NATO literatüründe en çok ses getiren çalışmalardan biri olan Türköne Ataöv’ün Amerika, Türkiye ve NATO isimli kitabı bu dönemin ürünüdür. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ideolojik söylemlerin yerini NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki dönüşümünü analiz eden, Türkiye’nin bu dönüşüm sürecine entegrasyonu ile ilgili izlenecek siyaset ile ilgili öneriler sunan akademik çalışmalar ön plana çıkmıştır. 

11 Eylül’den sonra özellikle Amerika’nın teröre karşı savaş adı altında Müslümanları marjinalleştirmesi ve uluslararası toplumun desteği olmadan Irak’ı işgali gibi politikaları Amerikan karşıtlığını yeniden su yüzüne çıkarmıştır. Bu dönemde kamuoyunun ABD’ye olan desteği azalmış ve anti-Amerikan söylem NATO ile ilgili konulara da yansımıştır. Bu dönemde yeniden NATO karşıtı yayınlar ortaya çıkmıştır. Türk kamuoyunda 11 Eylül sonrası gittikçe artan Amerikan karşıtlığı Türkiye’nin NATO çatısı altında yaptığı katkılar eleştirilmeye, NATO’ya destek azalmaktadır.


DİPNOTLAR;

1 Yardımcı Doçent Dr., Zirve Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
2 NATO, “Roma Deklarasyonu”, 8 Kasım 1991, 
http://www.nato.int/docu/comm/49-95/c911108a.htm ( Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
3 Sait Yılmaz, “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu: Ne NATO ile Ne NATO’suz”, 26 Nisan 2011, http:// 
www.21yyte.org/tr/yazi6167- 
Turkiye___NATO_Iliskilerinde_60_Yilin_Bilâncosu_Ne_NATO_Ile_Ne_De_NATOsuz.html (Erişim Tarihi 16 Aralık 
2011) 
4 Lord Robertson, “11 Eylül’de NATO Genel Sekreteri Olmak”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http://www.nato.int/docu/ 
review/2011/11-september/Lord_Robertson/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
5 NATO, “Istanbul Deklarasyonu”, 29 Haziran 2004, http://www.dpenato.org.tr/ (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
6 NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68828.htm 
(Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
7 Jacquelyn Davis, “11 Eylül’den Sonra NATO: Amerikan Görüş Açısı”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http:// 
www.nato.int/docu/review/2011/11-september/NATO-US-Perspective-9-11/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
8 ibid.
9 H.E. Ambassador Hüseyin Diriöz, Briefing on Current Issues in NATO’s Defence Planning including Missile Defence, 
Brüksel, 26 Kasım 2011
 10 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http://www.mfa.gov.tr/ii_- 
turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
11 Yılmaz, “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu”
12 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http://www.mfa.gov.tr/ii_- 
turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
13 TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, 
http://www.mfa.gov.tr/ii_- turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011)
14 Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt I, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 1984
15 İhsan Yurdoğlu, Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956, s. 5 
16 ibid, s.7 
17 ibid, ss. 31-32 
18 ibid, s. 74 
19 ibid, ss. 75-81 
20 ibid, s. 24
21 ibid, s. 22 
22 ibid, s. 27 
23 ibid, ss. 50, 56-58 
24 ibid, s. 88
25 ibid, s. 87 
26 TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958 
27 ibid, s.21
28 ibid, s.29 
29 ibid, s.33
30 ibid, s. 67 
31 Mehment Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 
Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 
32 Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969, s.3
33 ibid, s.5 
34 ibid, s.8 
35 ibid, ss. 145-154 
36 ibid, s. 154 
37 ibid, s. 186
38 ibid, s. 293 
39 ibid, s. 294 
40 ibid, s. 295
41 Sezai Orkunt, NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970, ss.17-25 
42 ibid, s.15 
43 ibid, ss.46-48 
44 ibid, ss.49-50
45 ibid, s.60 
46 ibid, s.61 
47 Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü 
Yayınları, 1982 
48 Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983
49 Kenneth Hunt, “Türk Savunmasında ABD’nin ve NATO’nun Rolleri”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve 
Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.105-115 ve Paul 
Wolfowitz, “NATO’nun Güney Kanadında Değişen Stratejik Çehre”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve 
Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.-151-155
50 Andrew J. Bacevich, The New American Militarism, Oxford, Oxford University Press, 2005 
51 Cristoph Bertham, Savaşa Veda, NATO Reviews, İlkbahar 2006 
52 ibid
53 Musa Ceylan (Der.), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999
54 ibid, 24 
55 Nurşin Ataşeoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006
56 ibid, ss.37-43
57 Semih Hiçyılmaz, Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004, ss. 7-8 
58 ibid, 35-41
59 ibid, 136 
60 Suat Parlar, Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004, ss.119-130 
61 ibid, s.141
62 ibid, 303

Kaynaklar ;

Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt I, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 1984 
Ataöv, T. Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969 
Bacevich, A.J. The New American Militarism, Oxford, Oxford University Press, 2005 Bertham, C. “Savaşa Veda”, NATO Review, İlkbahar 2006 
Ceylan, M. (Der.), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999 Güney, N.A. Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006 
Hiçyılmaz, S. Halklara Karşı Bir Örgütlenme: NATO, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004, ss. 7-8 
Davis, J. “11 Eylül’den Sonra NATO: Amerikan Görüş Açısı”, NATO Dergisi, Eylül 2011, http:// www.nato.int/docu/review/2011/11-september/NATO-US-Perspective-9-11/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982 
Diriöz, H. Briefing on Current Issues in NATO’s Defence Planning including Missile Defence, Brüksel, 26 Kasım 2011 
Hunt, K. “Türk Savunmasında ABD’nin ve NATO’nun Rolleri”, Dış Politika Enstitüsü (der.), 
Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.105-115 
NATO, “Roma Deklarasyonu”, 8 Kasım 1991, http://www.nato.int/docu/comm/49-95/c911108a.htm Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO, “Istanbul Deklarasyonu”, 29 Haziran 2004, 
http://www.dpenato.org.tr/ (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ official_texts_68828.htm (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
NATO “Lizbon Deklarasyonu”, 20 Kasım 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ official_texts_68828.htm 
(Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
Orkunt, S. NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970 
Parlar, S. Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul, Livane Yayıncılık, 2004 Robertson, L. “11 Eylül’de NATO Genel Sekreteri Olmak”, NATO Dergisi, Eylül 2011, 
http://www.nato.int/docu/review/2011/11-september/Lord_Robertson/TR/index.htm (Erişim tarihi 16 Aralık 2011) 
Saray, M. Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 
Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983 
TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri”, http:// www.mfa.gov.tr/ii_-turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
TC Milli Müdafaa Vekaleti, NATO ve Türkiye, Ankara, tahmini yayın yılı 1958 
Yılmaz, S. “Türkiye-NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilançosu: Ne NATO ile Ne NATO’suz”, 26 Nisan 2011, 
http://www.21yyte.org/tr/yazi6167-
Turkiye___NATO_Iliskilerinde_60_Yilin_Bilâncosu_Ne_NATO_Ile_Ne_De_NATOsuz.html (Erişim Tarihi 16 Aralık 2011) 
Yurdoğlu, İ. Atlantik Paktı’na Niçin ve Nasıl Girdik? İstanbul, Yenilik Basımevi, 1956 
Wolfowitz, P. “NATO’nun Güney Kanadında Değişen Stratejik Çehre”, Dış Politika Enstitüsü (der.), Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982, ss.-151-155 


***

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 4

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 4


Bu değerlendirmeler sonucunda sağduyu sahibi olanların körü körüne NATO’dan ayrılmasını tavsiye edemeyeceğini belirten Korkunt, “NATO’dan çıkma fikrini benimsemeden evvel içinde nasıl oturulması lazım geldiğini tartışmanın” daha doğru olacağını 45 ortaya koymuştur. Türkiye’nin izlemesi gereken yol “NATO içinde kalmak, milli güvenliğe zararlı olan sivri uçları inat ve ısrarla düzeltmek, ciddi bir şekilde artan riski daha da arttıracak pasif davranışları terk etmek...” olarak sıralanmıştır.46 


1960’lı yılların sonunda Türkiye’de ortaya çıkan Türkiye NATO’dan ayrılmalı tartışmalarını gayet iyi yansıtan bu kitaplar o dönemde sadece Türkiye’nin NATO’dan çıkıp çıkmaması değil, aynı zamanda ülkenin güvenliği, bağımsızlığı ve egemenliği gibi konularda fikirlerin nasıl bir uçtan bir uca savrulduğunu net bir biçimde gösterir. Türk siyasetine hakim olan bu fikir ayrılıkları kısa sürede 
şiddet olaylarına yol açmış, farklı ideolojik görüşlere sahip olan guruplar arasında yaşanan çatışmalar ülkeyi askeri bir müdahaleye kadar götürmüştür. 1980 askeri darbesi Türkiye’de hem iç siyasetin yapısını ve gidişatını kökten değiştirmiş hem de dış politika alanında özellikle de ABD va NATO ile ilişkiler konusunda değişimlere yol açmıştır. Bu kapsamda 1980‘lerde NATO hakkında 
yapılan çalışmalar hem Soğuk Savaş’ın değişen dinamiklerini hem de Türkiye’nin değişen dinamiklerini anlamaya yönelik olarak düzenlenen seminer/konferans notlarıdır. Bunlardan ilki 1979 yılı Eylül ayında Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen Türkiye’nin ve Müttefiklerinin Güvenliği isimli seminerde sunulan bildirileri içeren bir tebliğ kitabı47, diğeri de Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından Ekim 1982’de düzenlenen 1980‘lerde NATO isimli toplantıda sunulan 
bildirilerin toplandığı tebliğ kitabıdır.48 

Dış Politika Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantının katılımcıları organizatör hariç yurtdışından gelen katılımcılardır ve konuşmacılar arasında Bernard Lewis ve Paul Wolfowitz de bulunmaktadır. Tebliğler arasında başlığında NATO’ya direkt referans veren 2 bildiri49 olsa da genel olarak bildiriler NATO’nun Türkiye’nin ve müttefiklerinin güvenliğinin sağlanmasında oynadığı rolün 
altını bir şekilde çizmektedir. Türkiye’nin çevresindeki tehditlerin boyutu, bu tehditlere karşı Türkiye’nin korunması sağlayacak yegane destek olarak NATO ve ABD’nin ön plana çıkması ve müttefiklerin savunmasında bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin ne kadar önemli olduğuna dair bildirilerin toplandığı bu kitap özellikle Sovyetler Birliği’ne yaklaşma eğilimi gösteren askeri yönetimin izlediği politikalar zıt bir tutum ortaya koyması açısından ilginçtir. Bildiri sahipleri arasında ABD Milli Güvenlik Konseyinden Paul Henze, ABD Savunma Bakanı Müsteşar 
Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi Başkanı John Underwood gibi katılımcıların bulunması ABD’nin bu dönemde Türkiye’nin desteğini garantilemek için nasıl bir kamu diplomasisi atağında olduğunun göstergesidir. 

İkinci tebliğ kitabı, 1980‘lerde NATO, katılımcıların çoğunun Türklerden oluştuğu ve detente, terörizm ve NATO politikalarının güney kanat üzerine etkilerinin tartışıldığı oturumların yer aldığı seminerde yapılan tartışmaları içermektedir. Katılımcılara bakıldığında dönemin asker egemen havasını yansıtmaktadır: Ümit Haluk Bayülken (Savunma Bakanı), general Gerd Scmückle, General 
Ali İhsan Gürkan, Amiral Sezai Orkunt ve diğerleri. Detente döneminin sona ermesiyle tekrar Soğuk Savaş dönemine benzer bir güvenlik ortamında NATO müttefikleri için ortaya çıkan sorunların tartışıldığı bildirileri içeren bu kitap askeri yönetimin kontrolü altında olan bir araştırma merkezi tarafından düzenlenmiş olması ve hem Türkiye’den hem dışarıdan gelen katılımcıların pek 
çoğunun resmi söylemlerle tartışmaları yürütmesi dikkate alındığında toplantı sonunda ortaya çıkan bildirilerin NATO’nun Türkiye’ye Türkiye’nin NATO’ya yeniden “hala birlikteyiz, taahhütlerimizi unutmadık, hatta yeni ittifak alanları geliştirebilirz” mesajı verdiği gözden kaçmamaktadır. Türkiye ile NATO arasında dengelerin yeniden kurulmaya başlandığı, Türkiye NATO’suz NATO Türkiyesiz 
olamaz düstüruna yeniden dönüşün olduğu bu dönemde bu tip yarı akademik yarı resmi toplantılar sıkça yapılması ve sonuçlarının yayınlanarak kamuoyu ile paylaşılması dikkat çekicidir. 

Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Güvenlik Ortamı ve NATO 

• Musa Ceylan (Derleyen), Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa, İstanbul, Ülke Kitapları, 1999 
• Nurşin Ataşeoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006 

1990’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO’nun varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği tartışmaları yapılmaya başlanmış ve NATO 1991 yılında oluşturduğu Stratejik Konsept kapsamında yeni dünya düzeninde kendine yeni misyonlar biçerek varlığını sürdürme kararı almış ve bunu meşrulaştırmıştır. Soğuk Savaş dönemine kıyasla Amerika Birleşik Devletleri’nin tek başına 
konvansiyonel bir savaşı yürütmeye ve kazanmaya yetecek kuvveti vardı, dolayısıyla konvansiyonel tehditler için NATO’ya ihtiyacı kalmamıştır. Soğuk 50 Savaş sonrasında İttifak’ın amacı “istikrarsızlığın üyelerinin askeri güvenliğinden ziyade refahını etkileyeceği yerlerde istikrarı geliştirmektir.”51 

NATO Soğuk Savaş sonrası dönemde hızlı bir dönüşüm yaşamış, üye sayısı arttırmış ve Avrupa içinde ve dışındaki istikrar alanını da genişletmiştir. Ayrıca güvenliğin küreselleştiğini yeni dünya düzeninde kendini ispatlayabilmek için Avrupa - Atlantik sahasının dışında da yer almaya başlamıştır. Ancak İttifak’ın hala anlaması gereken bir nokta ise, artık NATO kuvvetlerinden istenen 
tek görevin istikrarın geliştirilmesine yönelik görevler olduğudur. Bireysel üyeler hala konvansiyonel savaşlar yapacak yeteneklerini korumak isteyebilirler, ama NATO artık kuruluşu sırasında mevcut olan tehditlerle başa çıkmaya uygun bir örgüt değildir; zaten bu da gerekmemektedir. 

Bertram’a göre NATO’ya kendisine neden ihtiyaç duyulduğunu 1995’te Bosna ve Hersek’e müdahele ettiği günden beri vermektedir: dünyanın hassas noktalarında istikrarı sağlayacak kuvvetler oluşturmak.52 Balkan’larda başlayan bu görev Afganistan ve Libya’da devam etmiştir. 

Her ne kadar NATO Soğuk Savaş sonrası misyonu ile ilgili listeler hazırlasa da istikrarı geliştirme görevi NATO’nun politik ve askeri açıdan da en uygun olduğu görev olarak ortaya çıkmaktadır. 

Soğuk Savaş sonrasında NATO yeniden tanımlanan güvenlik tehditlerine karşı kendi yerini belirlemekte ve uluslararası sistemde istikrar ve güvenliği sağlayan bir unsur olarak, belli bir coğrafi hedef göstermeden kendini tanımlamaktadır. 

NATO’nun geleneksel jeostratejik tanımlarının dışına çıkmasından en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Soğuk Savaş boyunca jeostratejik pozisyonundan dolayı NATO’nun Yunanistan ile birlikte NATO’nun güney kanadını koruma misyonunu yürüten Türkiye Soğuk Savaş sona erdiğinde artık kendisine ihtiyacı olunmadığını hissetmiştir. Bu dönem hem NATO’nun hem de Türkiye’nin arayış içinde olduğu bir dönem olmuştur. Doğu Bloğunun çökmesi ile ortaya çıkan etnik ve dinsel farklılıklar açığa çıkarak eski Doğu Bloğu ülkelerinde iç savaşlar patlak vermeye başlamış bu da uluslararası sistemde istikrasızlıklara ve güvenlik sorunlarına yol açmıştır. İşte bu noktada hem NATO hem de Türkiye yeniden şekillenen uluslararası güvenlik sisteminde kendilerine bir yer edinmeye başlamışlardır. 

Bu dönem Türkiye’deki NATO literatürü için ilginç bir dönem olmuştur. Konu ile ilgili ideolojik ve siyasi tartışmaları içeren ya da kamu diplomasisi yoluyla Türkiye - NATO ilişkilerini meşrulaştırmaya çalışan yayınların yerini NATO’nun yeni konumuna, yeni güvenlik ortamına ve Soğuk Savaş sonrasında gelişen güvenlik stratejilerine daha objektif yaklaşan akademik yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Bu dönem gerek NATO’nun gerekse Türkiye’nin diğer Batılı uluslararası örgütler ile bağlarının akademik düzeyde incelendiği ele alındığı bir dönem olmuştur. 

Bu dönemi ele alan kitaplardan ilki Musa Ceylan tarafından hazırlanan Yeni NATO: Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa isimli çalışmadır. NATO’nun Soğuk Savaş’ın “muzaffer ittifakı” olarak tanımlandığı bu derleme kitapta 1990‘ların başından 1999’da Washington’da gerçekleşen 50. kuruluş yıldönümü 
zirvesinde kabul edilen Yeni Stratejik Konsept’e kadar İttifak’ın geçirdiği dönüşümü değişik açılardan ele alan yazılardan oluşmaktadır. Sadece NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönüşümünü ele alan akademik analizleri ile değil, ekinde yer alan ve NATO’nun 50 yıllık tarihinde önemli mihenk taşlarını oluşturan belgelerin Türkçe çevirileri ile çeşitli haritalar ve şemalar ile kitap NATO 
ile ilgili olarak ideolojik tuzaklara düşmeden kapsamlı bir seçki sunmaktadır.53 
Kitaba dahil edilen yazılar Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik danışmanlığını yapmış olan Zbigniew Brezinski, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisinden David S. Yost, Yale Üniversitesi’nde askeri tarih profösörü olan John Lewis Gaddis gibi akademisyen ve araştırmacıların değişik platformlarda yazdıkları yazılardır. NATO’nun ve dolayısıyla NATO içinde Türkiye’nin konumunun tartışıldığı bir dönemde bu tarz derleme çalışmalar Dünyayı Yöneten Örgütler, Terörün Perde Arkası gibi komplo teorilerine dayanan yayınların yanında kamuoyunu bilgilendirme amacını gütmektedir. NATO’nun Kosova müdahelesinden, genişleme tartışmalarına kadar 1990-1999 arası döneme 
damgasını vuran NATO ile ilgili gelişmeleri ele alan kitabın giriş bölümünde Musa Ceylan, Kosova müdahelesi egemen bir devlete karşı bir iç meselenin hallini amaçlayan bir müdahele örneği olması açısından tehlikeli bir örnek teşkil edebileceğini tartışır. Bertram’ın bahsettiği gibi eğer NATO istikrar getirici role soyunuyorsa bu tarz müdahaleler için belirlenen çerçeveler olması gereklidir. 
Ceylan, NATO’ya yüklenmek istenen terörizmle mücadele gibi muğlak tanımlı görevler verildiği takdirde İttifak içinde görüş ayrılıklarına sebep olabileceğinin altını çizer. Özellikle Müslümanlara karşı yapılacak herhangi bir hareketin Türkiye’yi zora sokabileceğinden bahseden Ceylan, Türkiye’nin NATO nezdinde güvenlikleştirme sürecinde belirleyici olmasa bile etkileyici rolü olabileceğinin altını çizer. Ceylan’ın bu öngörüleri 11 Eylül 54 2001‘den sonra yaşanan süreçte 
Türkiye’nin Batılı müttefikleri ve iç dinamikleri arasında yaşadığı sıkıntılı dönemi çok iyi teşhis etmiştir. 

Bu bölümde ele alınacak olan ikinci kitap söz konusu dönemde yazılmamasına karşın Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamını ve Batı’nın güvenlik stratejilerini ele alması bakımından burada incelenmiştir. Nurşin Ateşoğlu Güney tarafından yazılan Batı’nın Güvenlik Stratejileri: AB, NATO, ABD isimli kitapta Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamının Batı’lı aktörleri olarak sivrilen NATO, AB ve ABD’nin güvenlik stratejilerini ele alan akademik bir çalışmadır. Kitapta her üç aktörün de güvenlik stratejileri incelenmiştir ama bu makalenin odağında NATO olduğu için burada Ateş’in kitabında yapmış olduğu NATO analizi öncelikli olarak ele alınmıştır. Ateş’in de belirttiği gibi 1989 sonrasında yeni güvenlik politikalarının belirlenmesi 10-15 yıl kadar sürmüş, bu süre zarfında Batı’da belirlenen güvenlik stratejilerinde yer alan tehditlerin benzer olduğu farkedilmiş, sadece jeostratejik pozisyonlarından dolayı aktörlerin bu tehditlere cevap vermede izledikleri yöntemler farklılık arz etmiştir.55 Sonuç olarak NATO, AB ve ABD’nin Soğuk 
Savaş sonrası tehdit algıları benzerlik gösterdiği gibi bunlarla mücadele edilmesi beklenen operasyon alanları da çakışmaktadır. Kitabın “Yeni Avrupa Güvenlik Denklemi ve NATO’nun Geleceği” başlıklı bölümünde NATO’da yaşanan dönüşüm sürecini detaylı bir biçimde ele alan Ateş de NATO’nun yeni güvenlik ortamında nasıl bir dönüşüm sürecinden geçerek “istikrar ve güvenlik” ortamı sağlayan bir güvenlik aktörü haline döndüğünü inceler. Stratejik Konsept, Kuzey Atlantik 
İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşu, Barış İçin Ortaklık oluşumu ve İttifak’ın Bosna Hersek ve Kosova müdahelelerinde anahtar rol oynaması (Bosna Hersek’te İstikrar Gücü ve Kosova Gücü), uygulamaya koyduğu Üyelik Eylem Planları ile genişlemeye açık olduğunu hissettirmesi, Akdeniz bölgesinde 6 ülke ile başlatılan Akdeniz Diyaloğu girişimi ve NATO çevresinde istikrar alanını genişletmek amacıyla başlatmış olduğu Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi NATO’nun istikrar 
kavramıyla özdeşleşmesi sürecine katkıda bulunan girişimler olarak ele alınmaktadır kitapta.56 

Sonuç olarak NATO’nun AB ve ABD ile müşterek olarak odaklandıkları konu Transatlantik bölgesini çevreleyen hattın istikrarının sağlanmasıdır. Yöntem farklılıkları göze çarpsa da NATO’da AB ve ABD gibi özellikle Büyük Ortadoğu adı altında tanımlanan bölgede istikrarın sağlanması için varlık göstermeye çalışmakta olmasının altı Ateş tarafından sık sık çizilmiştir kitap boyunca. 
Ateş’in çalışması ve Ceylan’ın derlemesi örneklerinde olduğu gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde yazılan komplo teorisine dayal kitapları saymaz isek NATO üzerine yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak akademik çalışmalar olmuştur. Dolayısıyla bu dönem yayınları NATO’nun dönüşüm sürecini objektif olarak değerlendiren/analiz eden çalışmalardır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası 
gündeminde de NATO fazlaca eleştirilmediği, hatta Türkiye’nin içerisinde yer aldığı için özellikle Sovyetlerin dağılması ile bağımsızlıkları yeni elde etmiş komşuları tarafından takdirle karşılandığı gözlemlenir. Bu sebeple Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO içinde etkinliğini de artıran Türkiye için İttifak’ın üyesi olmak dış politikada kimliğinin bir parçası olarak tanımlanmaya başlamıştır. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;

***

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 3

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye, Bir NATO Okuması, BÖLÜM 3



Azmettik dönmeyiz bu yoldan, Ebedi barıştır yolu NATO’nun.30 

Kitapta ayrıca Türkiye’nin NATO içindeki yerini öven uluslararası liderlerin beyanatları ve European Atlantic Review isimli dergide yer alan yazılara da yer verilmiştir. Bu tür referanlar Hükümetin NATO üyeliği ile ilgili olarak kamuoyu karşısında elini güçlendirmektedir. 

Bu bölümde kısaca bahsedilecek son kitap zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın anılarının derlendiği Sovyetler Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi isimli eserdir. Bu kitap 1950‘lerde yazılmamasına rağmen Türkiye’nin NATO’ya girdği dönemde Türk siyasi eliti arasındaki tartışmalara ışık tutması açısından burada ele alınmıştır. Celal Bayar ile yapılan görüşmeler sonrasında hazırlanan bu kitapta Rusların Türkiye siyaseti 1917’den itibaren ele alınarak Türkiye’nin NATO’ya girişine yol açan “Sovyet Tehdidi”ne dönüşümü ayrıntılı olarak anlatılmıştır.31 Celal Bayar, 1950‘li yıllarda Demokrat Parti tarafından yürütülen anti-komünist siyasetin temellerinin Mustafa Kemal Atatürk’ün komünizm ile ilgili fikirlerinde yattığının altını çizmektedir. Kitapta yer alan ve Celal Bayar ile yapılan görüşmelerde altı çizildiği gibi Türkiye Sovyet tehtidinden korunabilmek için NATO’ya girmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu çalışma 
Türkiye’nin NATO’ya girişinin üzerinden 48 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin NATO’ya girme kararını veren liderlerden olan Celal Bayar’ın hala bu kararlarını meşru kılmaya çalıştığını işaret eder. 

Türkiye’nin NATO’ya girmesi Türk halkı için sembolik olarak bir yenilginin işaretidir. Kurtuluş Savaşı ile Batı’lı güçlere karşı savaşan ve hem savaş alanında hem de diplomatik görüşmeler sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi kendini koruyamadığını kabul edip, ancak 30 yıl önce savaştığı güçlerle ittifaka girerek kendini güvence altına alabilmesi Türk halkı tarafından sembolik bir yenilgi olarak kabul edilir. Dolayısıyla bu dönemde Türkiye’nin NATO’ya girişini 
meşrulaştıran yayınlar yapılması, bu döneme dair anılarda hala Sovyet tehdidi güvenlikleştirilerek 

Türkiye’nin NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girmesinin bir gereklilik olarak sunulması o dönemin hassasiyetlerini çok net olarak göstermektedir. 

Soğuk Savaş Döneminde NATO ve Türkiye 

• Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Ankara, Aydınlık Yayınevi, 1969 
• Sezai Orkunt, NATO ve Milli Güvenlik, Ankara, Sosyal Demokrat Yayınları, 1970 
• Dış Politika Enstitüsü, Türkiye ve Müttefiklerinin Güvenliği Seminer Notları, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1982 
• Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1980‘lerde NATO Seminer Notları, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1983 

Menderes hükümeti, 1960 darbesiyle iktidardan indirildikten sonra başa geçen askeri rejim Sovyetlerle ilişkilerini güçlendirmiş ve Sovyetlerden 500 milyon dolar kredi almıştır. Türkiye tarafında iktidar değişikliği, NATO tarafında ise Fransa'nın NATO'dan çekilmesi ve ittifakın güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs meselesi yüzünden 1964'ten itibaren karşı karşıya gelmeleri Türkiye NATO ilişkilerinde yeni bir dönem açmıştır. Kıbrıs meselesi nedeni ile sertleşen Türkiye - ABD ilişkileri, Türkiye'nin 1965'ten itibaren Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmasına yol açmıştır. 1963 - 1964 Kıbrıs buhranından sonra Türkiye'nin Amerika ve NATO ile ilişkileri Kıbrıs ve Ege sorunları üzerine şekillenmiştir. Amerika ve NATO, Kıbrıs meselesinde tarafsız kalırken, Sovyetler Türkiye ile yakınlaşmaya çalışmıştı, ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadından çekilmesi ile Yunanistan'la ilişkilerini artırmıştır. Dolayısıyla Türkiye ile Sovyetler arası yeniden soğumuştur. 

Kıbrıs Harekatı ile birlikte Türk - Amerikan ilişkileri de çok büyük darbe yemiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye'ye silah ambargosu uygulayan ABD, Türkiye'nin Sovyetler ve Ortadoğu ile ilişkilerinin dönüşmesine neden olmuştur. Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması ile Türkiye içindeki sol akımlar da güçlenmeye başlamış ve Türk kamuoyunda başta NATO olmak üzere ABD ile yapılan anlaşmalar ve girilen ititfaklar eleştirilmeye başlanmıştır. 

Bozulan NATO - Türkiye ilişkileri 1978’de ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargoyu kaldırma kararı ile düzelmeye başlamıştır. Ayrıca yeni imzalanacak anlaşmalarla önemli miktarda silah yardımı da yapmıştır. Ambargonun kalktığı 1978'den askeri darbenin yapıldığı 1980'e kadar Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlık sonucunda ülkenin Sovyetler tarafından işgal edilme riskinin artması ABD için Türkiye’nin önemini artırmıştır. 1979’da İran’da gerçekleşen devrim ile 
Amerikan yanlısı olan Şah rejiminin devrilmesinden sonra bölgedeki kilit müttefiklerinden olan Türkiye’yi de kaybetmek istemeyen ABD Türkiye’nin NATO’ya yeniden entegre olması için ön ayak olmuştur. NATO ile yeniden entegre olan Türkiye, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına yeniden girmesi hususunda vetosunu da kaldırmasına rağmen 1980‘ler boyunca Yunanistan'la 
Kıbrıs ve Ege meseleleri nedeniyle birçok defa karşı karşıya gelmişlerdir. Buna rağmen NATO’nun iki ülke arasındaki sorunların çözümü adına çaba göstermemesi Soğuk Savaş dönemi sona erene kadar Türkiye'nin NATO ile ilişkilerinde soğukluğa, hatta restleşmelere neden olmuştur. 

Uluslararası alanda Türkiye’nin ABD ile ters düşmesi ve Türk kamuoyunda sol hareketin aktif hale gelmesi ve Amerikan karşıtlığının ivme kazanması NATO üzerine yazılan kitaplara da yansımıştır. 

İlk dönem yazılan ve Türkiye’nin NATO gibi bir ittifakın bir parçası olmasını yücelten çalışmalar yerini NATO’nun Amerikan’ın güdümünde bir örgüt olduğunu, ABD’nin emperyalist projesinin bir parçası olduğunu iddia eden kitaplar yayınlanmıştır. 
Burada ele alınacak ilk kitap, Türkiye’de NATO üzerine yazılmış kitaplar arasında en çok referans verilen ve defalarca yeni baskıları yapılan Türkkaya Ataöv’ün Amerika, NATO ve Türkiye isimli kitabının 1969‘da yapılan birinci baskısıdır. Bu kitap ABD’nin 1900’lü yıllardan beri yayılma ve dünya egemenliği siyaseti sürdürdüğünü, özellikle Avrupa kıtasına egemen olan NATO gibi bir 
siyasi ve askeri ittifakın kurulmasına öncülük eden ABD’nin NATO’nun kuruluşuna kadar izlediği genel tutumunu ele almakta ve NATO’nun ABD’nin dünya egemenliği siyasetinin önemli bir parçası olduğunun altını çizmektedir. Kitapta İkinci Dünya Savaşının son dönemlerinden 1949’a kadar geçen dönemde uluslararası siyaset arenasında olan olaylar ayrıntılı olarak ele alan Ataöv, 
Soğuk Savaş’ın aslında ABD tarafından bilerek ve istenerek çıkarıldığı savını ortaya koymaktadır: 
... Amerika kendi amaçları uğruna güttüğü ulusal politikası için, fakat “komunizme karşı” yaftası altında dünya çapında bir askeri bloklar sistemi ve yabancı ülkelerde, özellikle Türkiye gibi Sovyet topraklarına yakın yerlerde stratejik askeri üsler ve haber alma istasyonları kurmuştur. Bu sistemin ortasında NATO diye bir örgüt yer almaktadır.32 

Ataöv bahsettiiği askeri bloklar sisteminin dünya tarihinde eşi olmayan bir silahlanma yarışına sebep olduğunu, bu silahlanma yarışına dayalı Soğuk Savaş’ı daha iyi anlayabilmek için “Amerikan emperyalist çevrelerinin Amerikan sermaye tekelleriyle olan ilişkisini” anlamak gerektiğinin altını çizer. NATO’ya girerek aslında ateşle oynayan Türkiye gibi 33 ülkelerin NATO’nun gerçek yüzünü 
görebilmek için Amerikan sermaye tekellerinin emperyalist çevreler ve Soğuk Savaş üzerindeki etkisini anlamaları gerektiğinin altının çizildiği kitabın amacı “NATO ittifakının gerçek hedefini, kuruluş koşullarını, emperyalist çevrelerin ardındaki kirli elleri, Soğuk Savaş’ın asıl sorumlularını” anlatmak olduğu belirtilir.34 

“Öyleyse NATO Neyin Sonucudur?”35 başlıklı bölümde NATO kapitalist zümrelerin yönettiği ve onların dünya görüşlerine uygun olarak tasarlanmış bir siyasal ve askeri örgüt olarak tanımlanmaktadır. NATO’nun emperyalist devletlerin capitalist sistem içinde önemli rol oynayan silah tekellerinin de etkisiyle ekonomiyi askerileştirmesinin bir sonucu olarak bu düzenin ihtiyaçları 
düşünülerek kurulmuş olan bir örgüt olduğunun altı çizilmiştir: “Kapitalizm ..., düzeni uluslararası planda korumak, genişletmek ve yeni etki alanları bulmak için askeri ittifaklara da büyük ihtiyaç duymaktadır. Amerika için bu ihtiyacın en başında, bugün, NATO gelmektedir.”36 

“Türkiye’nin NATO’ya Girişi” başlıklı bölüm Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda antiemperyalist ve anti-kapitalist nitelikte bir savaş olduğunun ve Kurtuluş Savaşı sırasında sadece Sovyetler Birliği’nden yardım alındığının aktarılmasıyla başlar. Bu bölümde 1950’lerden sonra ortaya çıkan NATO’cu tutumu ise Türkiye’yi kalkındıramamış olan dışa bağımlı ve yabancı çıkar 
çevrelerinin içteki temsilcisi olan egemen sınıfın” tercihi olduğu iddia edilmektedir. Ataöv’e göre Demokrat Parti’nin Türkiye’nin NATO’ya girişini meşrulaştıran Sovyetler Birliği’nin Türk toprakları üzerindeki talepleri ve notalarından çok önce Türk hükümetleri “Batı’ya kapılanmaya hazır” idi.37 Örnek olarak 1946’da İstanbul açıklarında demir atan Missori Zırhlısı vakasını detaylı 
olarak aktarır. Ayrıca Demokrat Parti hükümetince hiç bahsedilmeyen ve Sovyetler Birliği’nin önceki taleplerini geri aldığına dair gönderilen notaya da referans verilmiştir bu bölümde. 

NATO’ya girebilmek için Kore Savaşı’nde Türk kanı dökülmesini de eleştiren Ataöv, aslında NATO’nun Türkiye’nin bağımsızlığını kısıtlayan kapitalist emperyalist bir örgüt olduğunu tartışır. Ataöv’e göre: 

• Gelişmemiş ülkelerin kalkınmasına ve ulusal kurtuluş savaşlarına karşı duran Amerika’nın öncülüğü ve tekelindeki NATO sorunu temelde ekonomik ve siyasal bir sorundur. 
• NATO anlaşması, Türkiye’de uygulanan haliyle Türk topraklarında Amerikan egemenliğini tanımaktadır. 
• Türkiye’nin yargı yetkileri de kapütülasyonları aratmayacak şekilde kısıtlanmaktadır. 
• Türkiye’nin Kıbrıs sorununu da kendi yararına çözememiş olmasının temel sebebi Hükümetin ABD’den medet ummasıdır. 

Ataöv kitabı Türkiye’nin NATO’dan çıkması gerektiğini, bunun emperyalizmin çökmesine katkıda bulunacak bir hareket olacağını söyleyerek bitirir. Kitabın genelinde yaygın olan anti-Amerikan, anti-kapitalist, anti-emperyalist söylem sonuç cümlelerinde en sert halini alır: 

Türkiye’nin ... NATO’dan kurtulma mücadelesi, yurdumuzdaki emperyalist devletin durumunu ... değiştirecektir. Bu mücadeleden başarıyla çıkarken ... emperyalizmin bir sistem olarak çöküşüne katkıda bulunmuş olacağız.38 
Kurtuluş Savaşımızda can verenler gene Türkiye emperyalizmin boyundurluğuna düşsün diye savaşmadılar.39 
Ve bizi yabancı bir devletin dünya politikasının bir ileri karakolu durumuna sokan NATO’dan çıkacağız.40 
Bu dönemde yazılan bir diğer kitap ise Sosyal Demokrat Yayınları’nın ilk kitabı olan ve Sezai Orkunt tarafından yazılan NATO ve Milli Güvenlik isimli eserdir. Sezai Orkunt kitabı yazdığı dönemde Deniz Kuvvetlerinde subay olup, daha sonra Amiralliğe yükselmiştir. Bu küçük el kitabı formatında hazırlanmış eserde her bölümden önce Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık” ile ilgili söylediği sözlere yer verilmesi manidardır. Ataöv’ün kitabına kıyasla NATO ittifakına daha objektif bir açıdan bakan, NATO’nun Türkiye’nin düşündüğü gibi bir güvenlik garantisi olup olmadığını somut datalara dayandırarak tartışmaktadır. Örneğin, kitabın bir bölümünde Varşova Paktı ile kıyaslama yaparak NATO ittifakının elinde bulunan nükleer ve klasik silahların dökümü yapılmış ve olası bir topyekün savaş anında ne kadar süre ile Varşova Paktı’na karşı durulabileceği hesaplanmıştır. Korkunt, Türkiye’nin NATO içinde güvende olabilmesi 41 için kendini Pakt içinde tecrit etmemesini, NATO’nun içinde kendi durumunu sağlama almaya çalışmasını önermektedir.42 

Bu dönemde yaygın bir hal alan ve Türkiye’nin NATO’da kalıp kalmaması üzerine yapan tartışmalara da katkıda bulunan kitap Türkiye’nin NATO üyeliğini olumlu ve olumsuz yanlarıyla tartışmaktadır. Korkunt, Türkiye’nin NATO’dan çıktığı takdirde kazançlarını şöyle sıralamıştır:43 

• ABD ile eşleştirilerek Amerikan karşıtı sol hareketlerin hedefinde olan NATO’dan, en azından Fransa’nın yaptığı gibi askeri kanadından, ayrılarak Türkiye toplumsal tepkiyi rahatlatabilir ve ABD ile ilişkileri ikili düzeyde yeniden gözden geçirebilir, 
• NATO’dan ayrılarak 1950-1960 yılları arasındaki “çok yanlış ve sakat bir birleşmenin, dejenere edilen dışa bağımlılık anlayışının zaaflarını” elimine edecektir, 
• Askeri yardımlar sebebiyle kaybedilen siyasi inisiyatif yeniden ele geçirilecektir 
• NATO’dan ayrılarak hiç de tercih etmediği halde bir savaşın içine girme zorunluluğundan kurtulacaktır, 
• NATO çerçevesinde Türkiye’de kurulan üsler aracılığyla Amerika’nın içimize kadar sokulması önlenecektir, Türkiye’nin NATO’dan ayrılmakla karşılaşacağı kayıplar ise şöyle sıralanmıştır:44 
• NATO’dan ayrılmasıyla ortaya çıkabilecek dış tepkiler dolayısyla dış ekonomik destekten mahrum kalabilir, 
• Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına, özellikle Kıbrıs konusundaki çıkarlarına, olumsuz etkisi olabilir, 
• Ekonomik krediler kesilebilir, 
• Pakt ile ilişkisi kesilen Türkiye Sovyetler Birliği’nin tehditlerine maruz kalabilir, 
• Bölgesel bir savaşta NATO’nun siyasi ve askeri desteğini kaybeder, 
• ABD’nin Türkiye’ye yapmakta olduğu silah yardımı kesilir, 
• ABD Türkiye’nin çekilmesiyle Pakt’ın güneydoğu kanadında bozulan dengeyi Yunanistan’ı güçlendirerek sağlamaya çalışabilir, 
• Türkiye NATO kapsamında paylaşılan istihbarat kaynaklarından mahrum kalır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİ;

***