MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’DA YABANCI DEVLETLERİN FAALİYETLERİ (1918-1922) BÖLÜM 3
III- BÜYÜK BİRİTANYA (İNGİLTERE)’NİN OSMANLI DEVLETİ TOPRAKLARI ÜZERİNDEKİ EMELLERİ.
XVI. yüzyıldan itibaren gelismeye baslayan ve elde ettigi sömürgelere paralel olarak dış ticaretini arttırmaya baslayan İngiltere, XVII. yüzyılda, bu alanlarda büyük atılımlar içerisine girmistir. İngiltere’nin ticari faaliyetleri sırasında, Akdeniz’in dogusuna hakim olan Osmanlı Devleti ile yakın bir iliski içerisine girmiş oldugunu görmekteyiz.
XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki iliskiler daha da gelismeye baslamıstır. Bu dönem içerisinde Hindistan’daki bazı
bölgelerin İngiliz İmparatorlugu’nun hakimiyeti altına girmesi ile birlikte İngilizlerin Dogu Akdeniz ve Ortadogu bölgesine olan ilgileri daha da artmıstır.
Hindistan’ın kıtasal büyüklügü İngiliz ekonomisine neredeyse sınırsız denebilecek hammadde saglıyor, ucuz insan gücü de rekabet avantajını arttırıyordu. İngiltere zaman içinde Hindistan’ın çevresindeki bölgeye de yayılmıs, Uzakdogu’ya ve Basra Körfezi’ne dogru uzanmıstı. Bu genislemenin de merkezinde yine Hindistan vardı. Denebilir ki Hindistan’ı elinde tutmak İngiltere için çok geniş bir alanı da kontrol edebilmek demekti. Hindistan’ı tehdit edebilecek ülkeler ise kuzeyde ve Batı’da Rusya ve Avrupa’nın diger sömürgeci devletleri (Fransa, Hollanda vd.) idi. Bu süreç içerisinde, Rusya’nın güneye ve Dogu’ya dogru sarkmaya baslaması Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki iliskilerin daha da gelismesine ve bu iki ülkenin birbirine yakınlasmasına neden oldu. Özellikle Kırım’ın Rusya’ya geçme süreciyle hızlanan bu yakınlasma, Rusya’yı Hindistan yoluna gün geçtikçe yaklastırıyordu. Bogazları, Karadeniz’i, Kafkasları, Afganistan’ı, İran’ı ve Dogu Akdeniz’i kontrol etme yolunda olan bir Rusya, İngiltere’nin korkulu rüyası haline gelmisti. Bu baglamda İngiltere’ye sorun çıkarmayan görece daha zayıf bir Osmanlı İmparatorlugu, Rusya’yı
durdurabilecek veya bu süreç içerisinde yavaslatabilecek bir güce sahipti32 .
XIX. yüzyılın ortalarında Süveyş Kanalı’nın açılması ve Hindistan’a gidecek yolun kısalmış olması, İngiltere açısından, bu kanalın etrafındaki bölgelere sahip olan
Osmanlı Devleti’nin önemini daha da arttırmıstır. Belirtilen bu amaçlar nedeniyle, XIX. yüzyıl sonlarına kadar ngiltere, Rusların Osmanlı devletine karsı hareketleri sırasında, “Osmanlı Devleti’nin mülkî tamamlıgının sert ve kuvvetli bir sampiyonu” olarak öne çıkmıstır. Ancak Kıbrıs ve Mısır’ı hakimiyeti altına aldıktan sonra İngiltere, bu siyaset hususundaki destegini gittikçe çekmiş ve Rusya Osmanlı Devleti üzerindeki emellerinde serbest kalmıstır33 .
Bu siyaset degisikliginin sebeplerinden birisi ngiltere’de Gladstone’nin iktidarı gelmesi, digeri ise, İngiltere’nin Hindistan yolunun güvenligini saglayacak dayanak noktaları olarak, önce Kıbrıs’ı, ardından da Mısır’ı ele geçirmesidir. İngiltere, belirtilen bu iki bölgeyi ele geçirmeden önce, Rusya’nın güneye dogru ilerlemesine karsı Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlügünden yana olmustur.
Örnegin, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi devam ederken ngiltere’nin Türkiye sefiri Layard, 14 Haziran 1877’de Hindistan Genel Valisi Lord Lytton’a yazdıgı mektupta, Rusların Ermenilerin de meskun bulundugu Dogu Anadolu’yu isgalleri halinde Hindistan İmparatorlugu’nun çok ciddi tehlikelere maruz kalacagını, hele, Kuzey İran ve Bogazların Rusya’nın eline geçmesi durumunda, İngiltere’nin Hindistan’a gitmek için Akdeniz yolunu kullanmasının tamamen Rusya’nın lütuf ve inayetine baglı kalacagını yazıyordu34 .
İngiltere’de, 1880 yılı baslarında yapılan seçimlerin sonucunda, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlügünün İngiltere açısından büyük önem tasıdıgını savunan Muhafazakar Parti iktidardan düsmüs, bunun yerine Türk düsmanı Lord Gladstone’nin 35 genel baskanı oldugu Liberal Parti iktidara gelmisti. Gladstone’nin iktidara gelmesi demek Osmanlı Devleti hususundaki İngiliz politikasının büyük oranda degismesi manasına geliyordu. Bu politika degişikligi sonrasında, ngiltere, Osmanlı Devleti’nin parçalanma ve yıkılmasını mukadder sayarak, Osmanlı topraklarını ya kendi ele geçirmek veya bu topraklar üzerinde kendisine baglı devletlerin kurulmasını tesvik ve tahrik etmek yoluna girmistir. Bu amaçla da 1882 yılında Mısır’ı ele geçirmiş ve bu bölgede saglam bir konum kazanmıstır36 .
XIX. yüzyılın sonlarına dogru Osmanlı Devleti’nin dagılmasını önlemek için kendisini mecbur hissetmeyen İngiltere, bu memleketi makus talihine bırakmaga baslamıstı. Nitekim, Lord Salisbury 1895’te Alman İmparatoru II. Wilhelm’e, Türkiye’yi İngiltere ile Almanya arasında nüfuz bölgelerine ayırmayı teklif etmisti. 1898’de Londra hükümeti bu sefer Rusya’yı, Osmanlı Devleti’ni muhtemel nüfuz bölgelerine baglayacak bir taksim projesine katılmaya çagırmıstı. Bagdat’ın kuzeyi Ruslara, güneyi de ngilizlere ait olacaktı.
İngiltere, 1898 -1901 yılları arasında bölgede yeni müttefik bulmak maksadıyla diplomasi ibresini bu kez Almanya’ya çevirmiş ve müzakerelere girismistir. Zira Pamir Dagları’nda ve İran Körfezi istikametinde faal bir siyaset izlemeye baslayan Rusya tehlikeli bir rakip olarak görülüyordu. İngiltere bu nedenle Rusya’dan ayrılmak yolunu tercih etmisti. Diger taraftan ngiltere’nin, en fazla Müslüman kolonilerine sahip olması, bu devlet için önemli bir mesele idi. Bu sebeple, Osmanlı Sultanı’nın zayıf da olsa Halifelikten dogan manevi tesir ve nüfuzunu yok etmek istiyordu. Bundan baska, Dogu siyasetinde, Hindistan yolu üzerinde bulunan Irak ve Arabistan’a büyük bir stratejik önem veriyordu.
Bu cümleden olmak üzere İngiltere özellikle Irak’ı ele geçirmek istiyordu. Bu devlet Irak bölgesini üç sebepten dolayı elinde bulundurmak istiyordu:
1. Bu bölgede zengin petrol tabakalarının mevcut oldugunun düsünülmesi, en azından bu dönemde petrol bölgesi olan Abadan’a yakın olması,
2. İran Körfezi’ni Irak’a baglayan yolların geçisi,
3. Bu bölgedeki toprakların verimliligi.
Büyük Britanya, Arabistan ile de, bu ülkeyi iki yandan dolasan büyük yolların mevcudiyeti nedeniyle ilgileniyordu. Bu yollardan bir tanesi, Hint Okyanusu’nu, İran Körfezi ve Sattü’l-Arap vasıtasıyla İran ve Irak’a baglıyor, digeri de yine Hint Okyanusu’nu Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e baglıyordu.
Bu yolların elde edilmesi, XIX. yüzyılda, İngiltere için birinci planda stratejik bir önem tasıyordu. Bu bölgedeki İngiliz faaliyeti, Mısır’dan İran Körfezi’ne uzanan ve Araplar ile meskun bütün memleketleri ngiliz hakimiyeti altına almak istikametine yönelmiş bulunuyordu37 .
Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki faaliyetleri, Batı Asya’dan Fransa ve Rusya’yı bertaraf etmek için o kadar zahmet çekmiş olan ve XIX. yüzyıl boyunca
nüfuzunu sessizce Arap Yarımadası’nın hemen her tarafına yaymış bulunan
İngiltere’nin hiç hosuna gitmiyordu. Almanların yapmaya basladıkları Berlin-Bagdat demiryolunun Basra veyahut Kuveyt limanlarına kadar uzanması halinde
Hindistan’daki hakimiyetlerinin tehlikeye düsecegi endisesine kapılan İngiltere, Körfez’i Almanlara tıkamak için bir dizi faaliyete girismeye baslamıstır. Karsısında Türklere baş kaldırmış veya bagımsız ve politik statüleri belirsiz bir sekilde yasayan kabileler bulan İngiltere, tedrici bir surette Dogu kıyısında Bahreyn Adaları’nı ilhak etmis, Kuveyt ve Katar yarımadasına ayak basmıs, Maskat’ta üstün bir vaziyet elde etmis, Güney sahilinde Aden’de ve daha bazı yerlerde yerlesmis, 1903’de himayesini kesin olarak Hadramut’a kabul ettirmisti38 . Ancak, gittikçe artan Almanya’nın faaliyetleri, İngilizlerin emeklerini tehlikeye sokmuş bulunuyordu. Almanya ise, İngilizlerin endiselerine önem vermiyor, nüfuzunu Osmanlı Devleti üzerinde günden güne kuvvetlendirmeye bakıyordu. 1909’da iktidara gelen İttihat ve Terakki ileri gelenleri de Almanlara daha ziyade bir yakınlık gösteriyorlardı39 .
Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki etkisinin artmasına baglı olarak,
İngiltere Osmanlı Devleti’nden gittikçe uzaklasmaya ve ortadan kaldırılması için basta Rusya olmak üzere, Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan diger devletler ile gizli görüsme ve antlasmalar yapma yoluna gitmistir.
IV- FRANSA’NIN OSMANLI DEVLETİ TOPRAKLARI ÜZERİNDEKİ EMELLERİ,
XVIII. yüzyıl baslarında Fransa, Osmanlı topraklarında manevi bir siyasetten dogan ve kudretinin mihverlerinden birini teskil eden büyük bir nüfuza sahip idi.
Bab-ı Ali ile olan münasebetlerinden üç esaslı menfaat elde ediyordu:
1. XVI. yüzyıl basında, Fransa Osmanlı Devleti ile kurdugu iliskilere dayanarak “kendi düsmanına karsı koymak, onları çevirmek ve püskürtmek” için Osmanlı
ordularının isbirligini saglamıstı.
2. Osmanlı Devleti topraklarında yasayan Katolikler üzerinde tesis ettigi himaye, Hıristiyan memleketlerinde prestijini yükseltmisti40 .
3. Osmanlı Devleti dahilindeki topraklarda girisilen ticari faaliyet, Fransız refahının önemli bir unsuru olarak ortaya çıkıyordu41 .
Siyasi, dini ve ekonomik üç taraflı bir siyasete dayanan Fransa’nın nüfuzu, bütün Osmanlı memleketleri üzerinde yayılmış bulunuyordu.
Bu siyasete mevzu olan hususlar Fransa’nın “ananevi menfaatlerini” teskil ediyordu. İste bunları korumak içindir ki bu dönemde Fransa, Osmanlı Devleti üzerindeki Rus iddialarını yakından izliyordu. Paris hükümeti bu suretle hareket ederken de Suriye’ye özel bir önem vermekten geri kalmıyordu. Bu Osmanlı ülkesi, demiryollarının, özellikle Bagdat demiryolunun insası ile önemli bir stratejik mevki durumuna gelmisti.
Fransa’nın Suriye ile ilgilenmesinde iki siyasi unsurun da etkisi bulunmakta idi:
1. Uzakdogu’daki kolonilerini korumak ve onlara nezaret için, Fransa’nın Britanya İmparatorlugu’na paralel olarak bu civardaki mevkiini takviye edecek
bir seri duraklara ihtiyacı vardı. Suriye sahillerinde bir ikmal ve yükleme üsleri elde etmek bu siyasetin bir yönü idi.
2. Fransız İmparatorlugu’nun İslam karakteri kenarda bırakılamazdı. Müslüman olan topraklarda hakimiyetini temin için, İslam’ın bazı kültürel merkezlerini
elinde tutması gerekiyordu. Suriye’nin büyük sehirleri, özellikle Sam bu rolü mükemmel bir sekilde oynayabilirdi.
40 XIX. yüzyılın sonlarına kadar, Ortadogu bölgesinde Katoliklik genel olarak Fransa ile birlikte görülmekte ve bu mezhebe tabi olanlar “Frenk” olarak
adlandırılmaktaydı. Katolik Fransız okulları da bu hususu teyit eder sekilde egitim vermekteydiler. Yakındogu’daki Fransız çıkarları pratik nedenler
kadar, tarihsel ve duygusal bir zemine dayanıyordu. Fransızların uluslarına geleneksel bakısları, “Sark’ın büyük Hıristiyan gücü” oldukları seklindeydi.
“Türk barbarlıgının yıkıntıları arasında ezilenlerin umudunu koruyan ve onların gelecegini muhafaza eden Fransa’nın ta kendisiydi”.Tarihin gölgesi ve
Fransa’nın uzun süreli ahlaki, politik, egitimsel ve ekonomik etkisi Yakındogu’da Fransız çıkarlarının temelini olusturuyordu. Paul C. Helmreich; Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Masalar, Gizli Anlasmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Çev.: Serif Erol, İstanbul, 1996, s.10.
Suriye’nin bu politik ve stratejik önemi Fransa’yı, bu ülke üzerinde durmaya sevk ediyordu42 .
V. İTALYA’NIN OSMANLI DEVLETİ TOPRAKLARI ÜZERİNDEKİ EMELLERİ
İtalya, milli birligini kurduktan sonra geniş bir yayılma programı vücuda getirmek için Akdeniz’de faal bir siyaset takibine baslamıstı. Kuzey Afrika ve özellikle Tunus, bu isteklerin basında geliyordu. Meshur İtalyan Mazzini daha 1838’de “Kuzey Afrika italya’nındır” diye yazıyordu.
Fakat İtalya’nın karsısında Cezayir’i elde etmiş bulunan Fransa vardı. Tunus’un İtalyanların eline geçmesi, Akdeniz’in ikiye ayrılması ve Cezayir’in tehdit
altında kalması demek olacagından, Fransa bu memlekette harekete geçmis, 1882-1883’te himayesini tesis etmisti. Bu nedenle İtalya ile Fransa arasında,
1881’den beri devam eden anlasmazlık 1896’ya kadar sürmüs, fakat Aduwa yenilgisinden sonra İtalya Fransa’ya dönmüstü. 21 Kasım 1898 tarihli ticaret
antlasması, iki memleket arasındaki iliskilerin düzen yoluna girmesinin ilk isareti olmustu. Roma hükümeti, Kuzey Afrika üzerindeki iddialarını
gerçeklestiremeyince, bütün faaliyetini Balkan Yarımadası’na ve Dogu Akdeniz’e dogru çevirmisti.
İtalyanlara göre, Eski Roma İmparatorlugu’nun yeniden kurulması Otrant Kanalı’nda ve Ege Denizi’nde aranmalıydı. Bu siyaset icabı olarak İtalya, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile ilgilenecekti.
İtalya tarafından izlenen talyan siyasetinin baslıca karakteristigi “bütün müktesep haklara ragmen ( si )nin telaffuz edildigi bir yerde bayragını
dikmek iddiasıdır” dedirtiyordu. Bu süreçle birlikte talyan iddiaları nihayet Trablusgarp üzerine yönelecekti. Zira bu ülke, Tunus’tan sonra Kuzey Afrika’nın,
büyük devletlerin saldırılarından uzak kalmış son parçası idi.18
Ancak İtalya, Osmanlı Devleti’nin bu vilayetinin üzerinde emellerini tahakkuk ettirmek için uzun diplomatik çalısmalar yapmak mecburiyetini de duymustu.
Bu cümleden olmak üzere, İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya ile yapılan diplomatik pazarlıklar ve görüsmeler sonucunda İtalya, Osmanlı Devleti’ne
ait olan Trablusgarp bölgesini elde etmek için büyük adımlar atmıstır43 .
Yapılan diplomatik faaliyetlerin ardından 1911 yılında talyanlar Trablusgurp’a asker çıkararak bu bölgeyi isgale baslamıslardır.
Bu bölgenin uzak olması ve Osmanlı Devleti içerisindeki siyasi karısıklıklar nedeniyle, bölgeye fazla yardım gönderilememesi sonucunda İtalyanlar
Trablusgarp’ın bazı bölgelerini elde ederek, bu bölgeye adım atmıslardır. Aynı dönem içerisinde Balkan Harbi’nin baslamasını fırsat bilen İtalya,
Anadolu kıyılarındaki Oniki Ada’yı da isgal etmiş ve bu adaları II. Dünya Savası’nın sonuna kadar elinde tutmayı basarmıstır.
DİPNOTLAR;
32 Sedat Laçiner; “Türkiye-İngiltere İliskileri ve İsbirligi İmkanları”, http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=68
33 R.Sagay; a.g.e., s.72.
34 Süleyman Kocabas; Hindistan Yolu ve Petrol Ugruna Yapılanlar Türkiye ve İngiltere, İstanbul, 1985, s.153.
35 İngiliz Basbakanı William Glodstone’un “Türk” denince aklına su sözler geldigi ifade edilmektedir: “Avrupa’ya girdikleri o ugursuz ilk günden bugüne insanlıgın en insanlık dısı türü oldular. Onlar nereye giderse genis, kandan bir yol onların geçtigi yerleri takip etti, onlar nereye gitti, medeniyet oradan kayboldu”.
Sedat Laçiner; “Türkiye-İngiltere İliskileri ve İsbirligi İmkanları”,
http://www.turkishweekly.net/ turkce/makale.php?id=68
36 S.Kocabas; a.g.e., s.95-97.
37 R.Sagay; a.g.e., s.72-73.
38 Bu dönem içerisinde birçok İngiliz casusu Arabistan bölgesinde dolasmaktaydı. Genel olarak arkeolog veya cografyacı kimliginde dolasan bu kisilerin baslıcaları
Mark Sykes, W.H.Irvine Shakespear, G.Evelyn Leachman ile Gertrude Bell idi. Bu kisilerin faaliyetleri hakkında su esere bakılabilir. Mim Kemal Öke, Orhan Kologlu;
Kutsal Topraklarda Casuslar Savası, İstanbul, 1995.
39 R.Sagay; a.g.e., s.86; S.Kocabas; a.g.e., s.115-116.
40 XIX. yüzyılın sonlarına kadar, Ortadogu bölgesinde Katoliklik genel olarak Fransa ile birlikte görülmekte ve bu mezhebe tabi olanlar “Frenk” olarak adlandırılmaktaydı.
Katolik Fransız okulları da bu hususu teyit eder sekilde egitim vermekteydiler. Yakındogu’daki Fransız çıkarları pratik nedenler kadar, tarihsel ve duygusal bir zemine
dayanıyordu. Fransızların uluslarına geleneksel bakısları, “ Şark’ın büyük Hıristiyan gücü ” oldukları seklindeydi. “Türk barbarlıgının yıkıntıları arasında ezilenlerin
umudunu koruyan ve onların gelecegini muhafaza eden Fransa’nın ta kendisiydi”.Tarihin gölgesi ve Fransa’nın uzun süreli ahlaki, politik, egitimsel ve ekonomik
etkisi Yakındogu’da Fransız çıkarlarının temelini olusturuyordu. Paul C. Helmreich; Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Masalar, Gizli Anlasmalar ve Türkiye’nin Taksimi,
Çev.: Serif Erol, stanbul, 1996, s.10.
41 Bu dönemde, Fransız dış politikasının amacı, Ortadogu’da ekonomik yatırımlar yapılması ve Hıristiyanların korunması idi.” K. Melek; a.g.e., s.11.
Keza bu dönemde Fransa’nın Osmanlı İmparatorlugu içindeki yatırımları 750 milyon frank civarındaydı. Paul C. Helmreich; Sevr Entrikaları, Büyük Güçler,
Masalar, Gizli Anlasmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Çev.: Serif Erol, İstanbul, 1996, s.10.
42 R.Sagay; a.g.e., s.74.
43 R.Sagay; a.g.e., s.74-75.
BU YAZI DİZİSİ
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
MAUSLA TIKLAYIN;
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder