ABD'NİN ORTA ASYA POLİTİKASI ve 11 EYLÜL SONRASI YENİ AÇILIMLARI BÖLÜM. 4
4. Bush Dönemi, 11 Eylül Saldırıları ve ABD'nin Degisen Politikaları
George Walker Bush'un ABD Baskanı seçilmesinden 11 Eylül 2001'e kadar geçen süre zarfında da ABD'nin bölgeye olan ilgisi esasen ekonomik temelli olmaya devam etti. ABD Dısisleri Bakanı Colin Powell'ın eski Sovyet Cumhuriyetlerinden sorumlu danısmanı Clifford Bond ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası Iliskiler Komitesi'ne sundugu bir raporda, ABD'nin bölgede yasamsal çıkarları bulundugunu, bunun da enerji kaynaklarının dünya piyasalarına sorunsuz aktarılması ve bölge ülkelerinin serbest piyasa kosullarını benimsemelerine odaklandıgını ifade etmekteydi. (43)
ABD'nin bölgedeki çıkarlarının sadece ekonomik alanla sınırlı olmadıgını ileri süren görüslerde 2000 basından itibaren artıs gözlendi. Jeopolitik açıdan bölgenin tasıdıgı önemin vurgulandıgı bu görüslerde altı çizilen noktalar,
ABD'nin bölgede Rusya, Çin ve Hindistan'ın etkisini dengeleyecek biçimde aktif bir politika izlemesi, bunu yapabilmek için de bölge ülkeleriyle çok boyutlu stratejik iliskiler içine girmesiydi. Fakat, Rusya'da Vladmir Putin'in
iktidara gelmesinden sonra Kremlin'in Orta Asya'da izlemeye basladıgı ekonomik bagları saglamlastırmaktan, askerî varlıgı artırmaya uzanan çok boyutlu politikalar, Çin'in Sangay Isbirligi Örgütü yoluyla bölgede giderek artan
agırlıgı gibi faktörler ABD'nin Orta Asya bölgesine dogrudan müdahil olmasını engelledi. Bunun yerine Vasington aktif "bekle-gör" politikasına devam etti.
11 Eylül öncesi dönemde ABD'nin Orta Asya bölgesine kontrollü yaklasımının ilginç göstergelerinden biri, bölge ülkelerinde yasanan yogun insan hakları ihlallerini kabul eden hatta kendi resmî raporlarında bunlara yer veren
Vasington yönetiminin, elestirinin ötesinde dogrudan bir adım atmaktan kaçınmasıdır.
Gerçekten de, ABD Dısisleri Bakanlıgı tarafından hazırlanan insan hakları raporları Orta Asya ülkelerindeki durumu ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. 2001 yılı raporunda Orta Asya ülkelerinin durumları ana hatlarıyla söyle sunulmakta dır:
Kazakistan: Ülkenin insan hakları karnesi zayıftır. Demokratik kurumlar yetersizdir. Hükümet, vatandasların hükümeti degistirme hakkını büyük oranda sınırlamaktadır. Güvenlik kuvvetlerinin yargısız infazları, gözaltında
ölümler ve iskence yaygındır. Kadınlara, engelli kisilere ve azınlıklara karsı ayrımcılık uygulanmaktadır. (44)
Kırgızistan: 1993 anayasası yönetim biçimini demokratik cumhuriyet olarak tanımlasa da, Cumhurbaskanı Askar Akayev hükümete egemen konumdadır. Ülkenin insan hakları karnesi zayıftır. Hükümet, vatandasların hükümeti
degistirme hakkını sınırlamaktadır. Yine de, sivil toplum örgütleri ve milletvekilleri bazen cumhurbaskanının gücünü parlamento ve büyük kamuoyu kampanyaları yoluyla sınırlayabilmektedir. Iskence, kötü muamele, keyfi gözaltılar ve tutuklamalar devam etmektedir. Hapishane kosulları kötüdür. (45)
Özbekistan: Özbekistan kısıtlı medeni hakların bulundugu otokratik bir devlettir. Cumhurbaskanı Islam Kerimov ve merkezi yürütme kanadı tüm siyasal hayata hükmetmektedir. Basında sansür vardır. Parlamentonun neredeyse
tamamı cumhurbaskanı tarafından atanmaktadır. Muhalefet partilerinin varlıgına izin verilmemektedir. Eski KGB ajanlarından kurulu Ulusal Güvenlik Servisi (UGS) ve polis sayısız insan hakları ihlali yapmaktadır. Yolsuzluk,
örgütlü suçlar ve uyusturucu kaçakçılıgı UGS ve polisin bilgisi dahilinde yürütülmektedir. Çok sayıda insan islemedikleri suçlarla itham edilerek keyfi olarak gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Uluslararası Kızılhaç
Örgütü yetkililerinin hapishaneleri ziyaret etmesine izin verilmemektedir. (46)
Tacikistan: Tacikistan ismen demokratik olan bazı kurumların bulundugu otokratik bir rejimle yönetilmektedir.
Cumhurbaskanı Imamali Rahmanov ve onun Kulyab bölgesinden hemsehrileri yönetime hakimdirler. Yolsuzluk ve devlet birimlerinin örgütlü suçlara karısmaları yaygındır. Devlet birimleri ciddi insan hakları ihlalleri yapmaktadır.
Bunlar arasında kaybolma, adam kaçırma, iskence, körü muamele, tehdit, yagmalama, keyfi gözaltı ve tutuklama sayılabilir. Ifade özgürlügü agır biçimde sınırlandırılmıstır. (47)
ABD Dısisleri Bakanlıgı'nın 2002 yılı Insan Hakları raporunda da, hemen hemen aynı cümlelerle bu ülkelerdeki insan hakları ihlallerinin boyutları ortaya konulmakta ve Orta Asya ülkelerindeki otokratik yönetimlere dikkat
çekilmektedir. (48)
Kayıtlara geçirilen bu duruma ragmen ABD, Orta Asya Cumhuriyetlerinin demokratik olmayan ve insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerinin zarar görmesi halinde, bunların yerine kurulabilecek demokratik yönetimlerin büyük
ölçüde Orta Asya'da giderek güç kazanan Islamî egilimleri ve Taliban benzeri grupları iktidara getirebileceginden endise duydugundan, Orta Asya ülkelerinin yönetimlerine karsı herhangi bir yaptırım uygulamaktan kaçınmaktadır.
Bunun yanı sıra, otokratik yönetimlerin ABD ile yakın isbirligi içine girmeleri halinde ortak düsman olarak nitelendirilebilecek Islami örgütlere karsı birlikte mücadele edilmesi mümkün olacaktı. Vasington için bu mücadelede kullanılan yöntemin insan haklarına uygun olup olmaması degil, kısa zamanda, az maliyetle basarıya ulasması esas oldugundan, Orta Asya yönetimlerinin insan hakları ihlallerine göz yumulmaktaydı. Zaten, Bush yönetiminin Afganistan, Guantanamo ve Irak'taki uygulamaları, insan hakları ihlalleri bakımından Orta Asya'da olup bitenlerden çok da farklı degildi.
Gerçekten de, Orta Asya Cumhuriyetleri her türlü köktenci Islamî grup için mümbit bir alan sunmaktaydı. Islam dininin ortaya çıkısından hemen sonra bu dini kabul eden milyonlarca insanı barındıran Orta Asya, Sovyet egemenligi esnasında maruz kaldıgı "ateizm" propagandasının etkisinden hızla kurtulmaktaydı. Ancak bu süreci sadece Islami uyanısla izah etmek mümkün degildi. Roma Katolik Kilisesi'nden, Ortodokslara ve her türden Protestan kiliselerine kadar genis bir yelpazede tüm eski Sovyet cumhuriyetlerinde oldugu gibi Orta Asya'da da dinin yeniden toplum hayatının bir parçası olmasına tanık olunmaktaydı. Yine de bu harekette dikkati çeken, siyasal
ve köktenci Islami unsurların da yükselise geçisiydi. Özellikle Özbekistan Islami Hareketi (ÖIH) El-Kaide ile yakın bir isbirligi içine girerek Tacikistan topraklarını Özbekistan'a yönelik silahlı eylemler için bir üsse çevirmisti.
1980'lerin ortalarında Afganistan'daki gruplarla ne tür bir iliski gelistirdigine yukarıda deginilen ÖIH'nin eylemleri zaman zaman Özbekistan sınırlarının dısına da tasarak Kırgızistan'a da yöneliyordu. Silahlı eyleme basvurmayan
Islami Kurtulus Partisi (Hizb-ut Tahrir al Islami) daha barısçıl bir görüntü sergilese de, uluslarüstü bir Islam toplumu kurulmasını hedefleyen El-Kaide ile aynı çizgiyi paylasıyordu. Bu noktada Vasington yönetimi, köktenci grupların
yıkıcı eylemlerine karsı -tüm antidemokratikliklerine ragmen- Orta Asya rejimlerini desteklemeye devam etti. (49)
Öte yandan, radikal Islamcı grupların Batılı degerler üzerinden yürütülen küresellesme olgusunu reddeden ve küresellesmeyi hedef alan tutumları da Vasington yönetimini son derece rahatsız etmekteydi. Orta Asya ülkelerinin
uluslararası piyasalarla bütünlesmeleri, böylece bölgenin yer altı zenginliklerinin daha "liberal" sartlarda ihraç edilmesi için çaba gösteren ABD, bu girisimlerine meydan okuyan grupların etkinliklerinin azaltılmasından yanaydı. (50)
Küresellesme, ABD dıs politikasında o kadar önemli bir unsur haline gelmisti ki, Amerikan ulusal güvenlik stratejileri neredeyse bütünüyle küresellesme eksenine oturtulmustu. Vasington, 1990'ların ortalarından baslayarak küresellesmeye direnen yönetimleri cezalandırmayı ve küresellesmeye uyum saglamakta zorlanan ülkeleri "desteklemeyi" ulusal politikalarının öncelikli unsurları arasına sokmustu. (51)
Bu kapsamda, Islam ekseninde küresellesmeye karsı çıkarak, camiler ve medreseler yoluyla küresellesme karsıtı düsünceyi yayan gruplarla
mücadele de ABD için öncelikli hale geldi. Bu ise Orta Asya'da mevcut yönetimleri desteklemek ve fırsat dogdugunda bölgeye askerî olarak yerlesmekle mümkün olabilirdi.
11 Eylül 2001'de New York ve Vasington D.C.'de gerçeklestirilen terörist eylemler, bir yandan ABD'nin terörle mücadele söylemi altında dünyanın çesitli bölgelerinde askerî operasyonlar yürütmesine imkan saglarken, diger
yandan da ABD'nin bir çok ülkeyle yakın isbirligi içine girmesine de yol açtı. Bu ülkeler arasında bazı Orta Asya cumhuriyetleri de bulunmaktaydı. ABD, Afganistan'da El-Kaide'ye ve ona destek veren Taliban rejimine karsı
sürdürdügü operasyonlar kapsamında ilk etapta Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan hava sahalarından yararlanmaya basladı. Ayrıca Özbekistan'ın Termiz ve Hanabad, (52) Kırgızistan'ın Manas ve Tacikistan'ın Kulyab, Kurgan-Tyube ve Hokant havaalanları Amerikan ve Ingiliz uçaklarına açıldı. Kırgızistan'a 3000, Özbekistan'a 1000 Amerikan askeri yerlestirilirken, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'a yapılan ekonomik yardımlar bir önceki yıla göre 2 kat artarak 2002 mali yılı için 580 milyon dolar olarak belirlendi. (53) Bu arada, Kazakistan'la ABD arasında yapılan bir anlasma uyarınca da, Amerikan savas uçakları acil durumlarda Almatı havaalanına inme hakkını elde ettiler. Ayrıca, tarafsız ülke statüsü tasıyan Türkmenistan silahlı kuvvetlerine Amerikan subayları tarafından askerî egitim verilmesi konusu da gündeme getirildi. (54)
Aslında, 11 Eylül sonrası bölgeye yerlestirilenler bu topraklara ayak basan ilk Amerikan askerleri degildi. Eylül 1997'de Centrasbat-97 (Central Asian Battalion) tatbikatı (55) kapsamında, 82. Hava Indirme Tümenine baglı 500
parasütçü Kuzey Carolina'daki üslerinden 7700 millik bir uçustan sonra Özbekistan'a inmislerdi. Bu harekât sonrasında bir konusma yapan NATO'nun Atlantik Bölgesi Baskomutanı (SACLANT) General Jack Sheenan, "BM'nin Orta Asya bölgesinde bir insani operasyon yapmaya karar vermesi durumunda Amerikan silahlı kuvvetlerinin operasyona katılmaya hazır ve istekli olduklarını" ifade etmisti. Centrasbat tatbikatının 1998 ve 2000'de yapılan bölümlerine de ABD birlikleri katıldılar. 1999'da ise aralarında Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan askerlerinin de bulundugu bir gruba ABD Merkez Komutanlıgı'nın (CENTCOM) merkezi Tampa'da egitim semineri düzenlendi. (56)
Bölgeye gelmeye "istekli" Amerikan birlikleri 2001 sonundan itibaren, insani bir operasyon veya tatbikat kapsamında degil, "terörle mücadele" söylemi altında Orta Asya'ya girmeye basladılar.
Böylece 1990'ların ikinci yarısından itibaren, yukarıda ele alınan nedenlerden ötürü, bölgeye güçlü biçimde girebilmenin yollarını arayan ABD Orta Asya'ya yönelik askerî açılımını baslatmıs oldu. Bu durum, Rusya'nın "geçici onayı" ve bölge ülkelerinin isbirligine yanasmaları sayesinde kolaylıkla gerçeklestirildi.
Putin yönetiminin orta vadede Rusya'nın Orta Asya'daki etkinligini ortadan kaldırabilecek ABD'nin bölgeye girisine yesil ısık yakması son derece sasırtıcı olmakla birlikte, Moskova yönetiminin 11 Eylül sonrasında ABD'ye "terörle
mücadele" kapsamında verdigi destekle paralellik arz etmekteydi. Rusya, "ön alıcı saldırı" yaklasımını da içeren ABD'nin "terörle mücadele" stratejisinden kendi adına kazanımlar çıkarma pesindeydi. Her seyden önce, ABD'ye
verdigi destek sayesinde, Çeçenistan'da gerçeklestirdigi operasyonlar, sivil halka uyguladıgı baskıcı politikalar ve genis insan hakları ihlalleri konularında Vasington'un sürekli elestirilerine ugramaktan kurtulacaktı.
Ikincisi, ABD'ye verdigi destek karsılıgında Amerikan sirketlerinin özellikle enerji alanında Rusya'ya yaptıgı yatırımların artmasını talep etmekteydi.
Üçüncüsü, NATO'nun genislemesinde ve Ittifak'ın operasyonlarında daha fazla söz sahibi olmayı talep etmekteydi. Son olarak, Orta Asya'da etkili olmaya çalısan Çin'in faaliyetleri ABD'nin bölgeye girmesiyle azalacaktı. Ancak Rusya bölge ülkelerinin ABD'ye desteginin kendi denetiminde ve kendisinin onay verdigi ölçülerde olmasını istemekteydi. ABD'nin bölge ülkeleriyle, Moskova'yı asarak dogrudan isbirligi içine girmesi, hatta 2002'de ABD ile Özbekistan arasında gizli bir anlasma imzalanması (57) Putin yönetimini rahatsız etti. Bush
yönetiminin 1972 tarihli Anti Balistik Füze Antlasması'ndan çekilmesi karsısında Putin'i sessiz kalmakla suçlayan Rus muhalefeti, ABD'nin Orta Asya'ya hızlı girisi karsısındaki eylemsizligi de ciddi biçimde elestirdi. (58) Putin yönetimi, ABD'nin Orta Asya'ya girisinin denetlenemez noktaya ulastıgını gördügünde is isten geçmisti. Moskova'nın Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan'a yaptıgı telkinler sonuç vermedi. ABD bölgedeki varlıgını saglamlastıracak adımlar atmaya devam etti. Rusya, ABD'nin kendisini devre dısı bırakarak Orta Asya'da izledigi
politikalar karsısındaki rahatsızlıgını, Afganistan operasyonundan sonra Bush yönetiminin Irak'a yönelik tavrına destek vermeyerek gösterdi. Rusya'nın, Irak'ta kitle imha silahlarının var oldugunu iddia eden ABD'ye karsı
Birlesmis Milletler'de sergiledigi davranıs, Bush yönetiminin Rusya'nın "yakın çevresinde" yürüttügü eylemlerden ne derece endise duyuldugunun açık bir göstergesiydi. Benzer sekilde, ABD'nin Iran, Suriye ve Kuzey Kore'yi hedef
alan söylemlerini de desteksiz bırakan Rusya, Orta Asya'da kendisinin göz ardı edilmesini kabullenemeyecegini bir kez daha gösterdi. (59) Bunun yanı sıra, Rusya'nın girisimiyle, Kasım 2002'de Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve
Tacikistan arasında 5000 kisilik bir acil müdahale gücü kuruldu. Aralık 2002'de Kırgızistan'la bir askerî anlasma imzalayan Rusya, Biskek'in dogusundaki Kant üssünde 20 savas uçagı ve 1000 asker bulundurma hakkı elde etti.
Yine de bu adımlar, Orta Asya ülkelerinin ABD'yle iliskilerinin derinlesmesinin önüne geçemedi. (60)
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder