Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2021 Salı

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 2

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya..  BÖLÜM 2


Derin Rusya analizi ve Türkiye ile ilişkiler..

Sovyetlerin dağılmasının ardından hala durumu kabullenemeyen Rus halkı ve yönetimi eski günlere dönmenin hayali içinde yaşıyor. 

Bu yönde Rus liderlerinin atacağı adımlar alkolizm, tembellik ve vurdumduymazlık girdabına düşmüş halkta prim yapıyor. 1991’de Sovyetlerin dağılmasından sonra Putin’e kadar olan dönemde ülkeyi Batı yanlısı ve neo-liberal bir elit kesim yönetmeye çalıştı. Bugün ise muhafazakâr ve milliyetçi bir kesim yönetiyor . 

Putin, devlet başkanı olduğunda oligarkların elinden ülkeyi kurtardı ama ortaya eski devlet bürokrasisi ile iç içe geçmiş yeni bir oligark grubu ortaya çıktı. 

81 eyaletin valisi zaten bu gurubun doğal üyesi ve Rusya’nın kalkınamamasının altında da bu kişiler var. Bu valiler federal bütçeden aldığı payı kendi ceplerini doldurmak için kullanıyor ve rüşvetsiz iş dönmüyor. Dağıstan ve Çeçenistan, bütçe adı altında liderlere verilen rüşvet ile kontrol ediliyor. Putin’in etrafında Kremlin’de gördüğümüz 500 kişi var, gerisi boş. Ruslar emperyal bir kültüre sahip, sadece kendilerine konuşma hakkı tanır ve düşündüklerini yaparlar. Merkeze yakın toplam 200 kişi (Siloviki) birlikte hareket ediyor, bunlar; valiler eski bürokratlar, istihbarat ağırlıklı elit. Putin, devleti istihbarat teşkilatı gibi yönetiyor. Robert Gates’in dediği gibi Putin aslında bugünün değil, geçmişin Rus imparatorluklarının Çarı ve bunu oynamak istiyor. 

Yeri gelmişken eski Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinin Rus güdümündeki liderlerinden bahsedelim. Bu liderler ülkenin enerji kaynaklarını Rusya’nın kontrolüne verme karşılığı koltuğundalar. Rusya, buna karşılık bu ülkelerde muhalefet bırakmadı. Varlıkları, Rusya ile olan bağları ile doğrudan ilişkili. ABD’ye bölgeye gelirse “demokrasi” diyeceğinden, bunu geciktirme, kişisel olarak Rusya’nın sadık bir müttefiki olma derdindeler. Özledikleri otoriter sisteme ancak Putin’in Çar olduğu bir dönemle geçeceklerini sanıyorlar. Putin ise onlardan çaldıkları ve çalacakları dâhil 125 trilyon dolarlık bir doğal enerji kaynağını kontrol ettiğini ve geleceklerinin sağlam olduğunu düşünüyor.

Rus yönetimi içinde arka planda büyük bir devlet krizi yaşanıyor ve bunun kırılganlığı derin oluyor. Rusya’da çok büyük bir yönetim krizi olabilir ama bu bir ayaklanma olamaz çünkü halkta böyle bir kültür yok, Putin yönetim içinde radikal düzenlemeler yapabilir ama kendisi gitmez. 

Rus halkında ABD, Putin’i iktidardan düşürecek kanısı var, Çin’i dost görmüyorlar. Güneyde hayat Çin etkisine girmiş durumda. Ambargo ile Rus halkı yalnızlaştı, umutsuzluğa kapıldı. Ülkeden 1990-2015 arasında yüzbinlerce bilim adamı yurt dışına kaçmış ama Sibirya’da yol yapamıyorlar. Sibirya’da bir bilimsel toplantı yapsanız katılacak 4-5 bin bilim adamı bulursunuz ama bir tane girişimci yani özel sektörde ihale alacak kişi yok. Alkolizm ve umutsuzlukta iklim şartlarının da etkisi var. Sanat ve kültür alanında derin bir dünyaları var. Rus gençliğinin 2/3 ü parazit şeklinde yaşıyor, çalışmıyor. Edebiyat, dans, bale, operada özellikle Sovyet eğitim sistemi ile oldukça ileri gittiler ama öte yandan kendini yönetemeyen, bir toplum oldular. Sovyetlerden sonra sanat Batıya kaçtı, kalanda ticarileşti. Sanat ve bilim St. Petersburg’da, Moskova ise kaba ve vahşi Rusların yeri. Ruslar şimdilerde kitap okuyor, operaya gidiyor, şarap içiyor, entelektüel dünyasını geliştiriyor. Rus halkı, 80 yıl malborosuz, domatessiz, hamburgesiz yani Batı standartlarından uzak yaşamayı başarmış. 

Sokaktaki Ruslar için öncelikler farklı. Ülkede tüccar olanlar; Rusya’daki Azeriler, Kafkasyalılar, Tatarlar, Türk Cumhuriyetlerinden gelenler. 

Azeri olanlar; restoran sektörü, meyve-sebze ve kadın ticareti, Çeçenler; kadın ticareti ve mafya (şirket alıp-satmak) ile meşgul. 

Rusya’daki inşaat ameleliği Özbek ve Taciklere, bulaşık ve tuvalet temizliği gibi hizmetler Kırgızlara ait. Rusya’da Yahudilerin etkisi (Rus ve Azeri Yahudisi) göz ardı edilmemelidir. 

Akkuyu Santralı ihalesini onlar aldı. 

Rusya’nın büyük bir devlet olarak kalabilmesi için iki şey lazım; nüfus ve ekonomi. Rusya’da ikisi de yok, bu yüzden geçmişte olduğu gibi dünyadan izole edilmek ve ambargo en hassas taraflarıdır. Çok uzak bir zamanda değil, Rusya, önce yavaş yavaş sonra birden dağılacak. Ne demek istiyoruz anlatalım. 

Rusya’nın yaklaşık 142 milyon nüfusu var ve doğum oranı oldukça düşük. 

Bu nüfusa başka ülkelerde yaşayan yaklaşık 27 milyon Rus’u da ilave edelim. 

Rusya dünyanın en çok suçlu barındıran, nüfusuna oranla en çok hapishane dolduran ülkesi. Rusyanın enerjiden sonra en iyi ihraç maddesi güzel kadınlar; 

2 milyonu ülke içinde 4.5 milyon fahişe yanında Ukrayna ve diğer ülke kadınlarının da trafiğini yönetiyorlar. Rus kadınlar; Japon sınırına yakın bölgelerde Japonlar, güneyde Çin sınırından Hazar’a kadar Sibirya boyunca Çinlilerle, Karadeniz’e yakın olanlar Türkler ve Doğu Avrupa’da olanlar Avrupalılarla evleniyorlar. 

Güzel kadın ülkeyi terk ediyor, toplumu yenileyecek kadın yok. Sadece Türkiye’de son 20 yılda 550 bin evlilik olmuş ve onbinlerce çocuk doğmuş. 

Bunda Türkiye ile Rusya arasında her alanda yaşanan romantizmin de etkisi oldu. Aslında bu romantizm tek taraflı idi. Rus kadının evlilik stratejisi vardı; önce iyi bir hayat, sonra ailesine para göndermek, müteakiben kendi geleceğini garanti altına almak ve nihayet bir gün ülkesine dönmek. Rus kadını aynı zamanda istihbarat vasıtası idi. Genç iş adamlarının çok gittiği otellerde ortaya çıktılar. Bugün güzel Rus kadını öyle azaldı ki Rus dış istihbarat servisi FSB’nin yaklaşık %40’ı bu işler için çalıştırılan Beyaz Rus kızlardan oluşuyor. İşin ilginç yanı bu kadınların trafiğini yönetenler Çeçen ve Azeri mafyasıdır. 

Kadın ticareti Rus istihbaratının çalışma alanı ve başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’ya (Arap şeyhleri) yönelik özel çalışmalar yaparak, sızma yapılacak  grupları seçiyorlar. Rus istihbaratı, Ermeniler ile de iç içedir. Rusya’daki 2 milyon Ermeni devlet yönetiminde önemli noktaları tutmuş durumdadır. 

Moskova, Suriyeli ve Lübnanlı kaynamaktadır. Türk iş adamlarının ve devlet adamlarının yurt içi ve dışı gezilerinden nerelerde yemek yediklerini, otellerini takip ediyorlar. Son 20 yılda bu tuzaklara düşenler ile ilgili epeyce roman yazılabilir. Bunlar içinde İslamcı kesimin meşhur isimleri öne çıkar.

Rusya ile romantizmin yaşandığı diğer bir alan ise ekonomi oldu. Kırım’ın alt yapısına 12 milyar dolar ayırdı ama para ortada yok. Tıpkı Putin gibi vali diye atananlar da kişisel gelirlerinin peşinde. Putin, bunları kontrol edemiyor, hemen her devlet toplantısının ana gündemi de bu konu; halk fakir, fabrikalar eski. 

Yukarıdakiler cebini dolduruyor, devlet özel sektörü yaratmıyor, girişimci yok, kimsenin çalışmak ya da yatırım yapmak gibi bir derdi yok. 

Rus ekonomisinin %70’i madenler, mineraller, petrol ve doğal gaza bağlı ve ülke gelirlerinin önemli bir bölümü bu sektörden geliyor. Rus Merkez Bankası başkanı Ekim 2015’de ülke rezervlerinin bir yılda 510 milyar dolardan 370 milyona düştüğünü açıkladı. Petrolün varili 35 dolara düştü ve 29 dolara düşecek gibi, Rusya ekonomisi bunu kaldıramaz. Halen Rus ekonomisi petrol ve doğal gaz yani enerji satışları yanında Sovyet döneminden kalma silah teknolojisi ile yürüyor. O yüzden Avrasya Ekonomik Birliği’nin şansı yok çünkü birbirlerinde olan petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeyleri yok. Belarus ve Kazakistan’ın ekonomileri de zayıf. BRICS ve Şanghay ile de Batıya karşı bir denge kuramadılar çünkü ekonomileri desteklemiyor. Ekonomik kriz ülkeyi bitiriyor, oteller boş, mağazalar kapandı, halk umutsuz, ülkede yabancı kalmadı. 

Rus Ordusunun gücü Sovyetlerden kalma eski nükleer silahlara dayanıyor, orduyu modernize etmek için gerekli makine sanayi yok ve Avrupa, özellikle Almanya vermiyor. Rusya’da sanayi üretimi oldukça geri seviyededir. 

Modernizasyon için verilen paraları bürokratlar cebe indirip, Batıya gönderiyorlar. Örneğin Başkurdistan’da bir bürokrat Petro-kimya tesisini olduğu gibi söküp Avusturya’ya gönderince, Putin uzun mücadeleden sonra 3 yıl önce geri getirebildi. Ruslar ve Almanlar Baltık üzerinden doğal gaz hattı ile daha da yakınlaştılar. 

Ruslar, Almanya’yı yanında tutarak Avrupa’yı bölünmüş tutmayı, Almanlar da Rus pazarını elinde tutmayı istiyor.

Türkiye’deki gibi sanayi tesisleri ve fabrika kurma kültürleri yok, daha da açıkçası imalat sanayileri yani küçük ve ortak ölçekli yani KOBİ dediğimiz kesim yok. Enerji ve madencilik sektörlerine ilaveten ciddi bir silah sanayi, büyük ölçekli otomotiv sanayileri var Alt yapı inşaatçılığında çok ilerideler. 

Ankara çevre yolu ve köprülerini Ruslar yaptı. Kanal açarlar, metro yaparlar, 250.000 km boru döşediler. Ancak, KOBİ’lerin yaşayabilmesi için herşeyden önce uygun bir iş iklimi yok. Türkiye’nin 21 katı büyüklüğünde ve 8 ayı kar-kış içinde yaşayan bir topluma sahip. Temel sorun halkın karakteri, girişimcilik kültürünün olmaması. Bu yüzden yıllardır Rus üniversiteleri Türkiye ile bu alanda ortak programlar düzenlemek istediler. Rusya’da olan; ağır sanayi, eski teknoloji iş makineleri ve büyük tonajlı kamyon üretimi, bunun dışında doğal gazi gübre ve kimya sanayi var ama hepsi devlete bağlı şirketler. 

Otomobil üretiyor ama eski model, yan sanayi yok, Türkiye’den geliyor. İnsanlar üretim ya da yatırım yapmak istemiyor, olanları Türkler kurdu, 1990’lardan beri devam eden ekonomide romantizmin kaynağı bu oldu. Türkiye’den giden ana kalemler şunlardı; otomotiv ve yan sanayi (Tofaş), kablo-elektrik parçaları (EAE), kimya sanayi (Hayat holding), inşaat (Eczacıbaşı), orman işleme sanayi (Kastamonu entegre), beyaz eşya (Vestel), doğal gaz enerji-elektrik santralı (Zorlu), bira (Efes), soda üretimi (Şişecam), halı fabrikaları (Merinos), gayrimenkul emlak (özellikle Moskova ve Petersburg’ta büyük ölçüde Türklerde). 

Türkiye’nin Rusya’da 15-16 milyar dolar yatırımı var. Rusya’ya yılda 26 milyar dolar harcıyoruz; enerji (23 milyar dolar), hububat/tarım ürünleri (2 milyar dolar). 

5 milyar dolar ihracatımız var; narenciye (1 milyar dolar), turizm (3.5 milyar dolar), yedek parça-tekstil (600-600 milyon dolar). Ancak, geçmiş yıllarda buna yılda yaklaşık 8.5 milyar dolarlık bavul ticaretini de ekleyebiliriz. 2014 yılında 3.3 milyonu turist olmak üzere, 4.4 milyon Rus, Türkiye’ye gelmiş. 

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e göre Rus krizi bize 9 milyar dolara mal olacak. İş dünyası bu kadar ülkenin içine girince Ruslar, bu süreci tehlikeli buldular. Türk romantizmine kapıldıklarını, ilişkiye sürüklendiklerini sandılar. Şimdi duygusallık bitiyor, Ruslar kış uykusundan uyandıklarını düşünüyorlar. 

Yıllardır Türkler, Rus pazarına alışmıştı, çıkmak niyeti yoktu. Türk Cumhuriyetlerine alfabe ve cami götürme projelerimiz de çöktü. Şimdi Türk tarafında da artık kriz biter ve eskiye döneriz beklentisi bitiyor ve Rus pazarına alternatif arayışları başladı. Bununla beraber, Rusyayı ancak Türkler imar edebilir. 

Zor da olsa kriz bitecek ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği ve enerji denklemi..

Ruslar, 1990’lardan beri Batı tarafından küçümsenmenin, dış politikada yaşadığı yenilgilerin ve ambargonun acısını Türkiye üzerinden bastırmak için ilişkilerde yeni bir dönem başlattı. Ukrayna’nın doğusunu ayaklandıran, Kırım’ı ilhak eden Putin, Suriye müdahalesi ile iç politikada zirve yapmış ve ABD’ye “Ben de senin kadar güçlüyüm” mesajı vermişti ki uçaklarının düşmesi tüm fiyakalarını bozdu. 2014 yılındaki Ukrayna olaylarından beri Rusların %68’i ülkenin eski büyük güç statüsünü geri kazandığını düşünüyor. Türkler için Amerikalıların Irak’ın kuzeyinde Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi nasıl bir travma yarattı ise, uçak olayı da Rus halkı için aynı şiddette bir sarsıntı oldu. Rusya, Türkiye ile krizde halkını memnun etmek için popülist politikalar uyguluyor. Aslında Rusya, Suriye’nin kuzeyinden Türk hava sahasında yaptığı ihlalleri uzun zamandır Baltık denizinde NATO hava sahasında da yapıyor, ama kimse sesini çıkaramıyordu. İki ülke arasında 1990’larda bazı iş adamları ve bürokratların yaptığı gibi balans ayarı yapacak bir grup bugün yok. 

Devreye Nazarbayev, Aliyev ve Beyaz Rusya girdi ama olmadı. Rusya, derin iç sorunları ve ambargo yanında dış politikada uzun zamandır oldukça sıkıntılı bir dönemde. Sovyet döneminde Afrika’da Angola, Mozambik, Güney Afrika ve Cezayir üzerinde Rus etkisi vardı. Şimdi sadece Angola’da biraz etkisi var, Güney Afrika ile ancak, BRICS dolayısı ile aynı kulvardadır. Ortadoğu’da ise Suriye son kaledir. NATO’nun genişlemesi Rusya için 25 yıldır en büyük tehdittir ve ancak Ukrayna’da bunu durdurabildi ama başına büyük işler açtı. Ukrayna da düşse idi Rus gemileri Karadeniz’de demirleyecek liman bulmayacak, Amerikan füzeleri Moskova’ya 450 km. kadar yaklaşmış olacaktı. Rusya, Latin Amerika’daki kalelerini de kaybetmeye devam ediyor. Putin, Güney Amerika’ya gitti ama Arjantin devlet başkanının yerine sağcı bir başkan geldi. Venezüella’da genel seçimleri merkez sağ kazandı. Rusya, ABD gibi yumuşak güç kullanmayı bilmemekte, her seferinde askeri seçeneklere başvurmaktadır.

Ruslar, yüzyıllardır olduğu gibi kendi yollarını bir şekilde bularak, çok farklı adımlar atabilen bir ülke. Çarlığı yıkmışlar, Komünizmi kurmuşlar ve hala çevrelerini düzenliyorlar yani şapkadan tavşan çıkarabilirler. Çin’den çok daha fazla askeri kabiliyete sahip, dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük askeri gücü olan Rusya yeni askeri maceralar peşinde. Ekonomik krize ve Batı ambargosuna rağmen savunnma harcamalarını 2014’de 40 milyar dolardan  2015’de  50 milyar dolara çıkardılar . Bu rakamlar, Rusların niyetleri ve öncelikleri konusunda önemli bir ipucu. Baltık bölgesinden Moldova ve Doğru Avrupa’ya, Karadeniz’den Orta Asya’ya bir korku koridoru oluşturmanın yanında Suriye örneğinde olduğu gibi küresel arenada ABD ile bilek güreşi derdinde. 

Rusya, Türkiye ile krizi derinleştirerek, uzun vadeli kullanmak istiyor. 

İran üzerinden Irak Şii yönetimini Türkiye’ye karşı tahrik ediyor. Türkiye’ye karşı açık bir ekonomik savaş başlattı. Bundan sonra ne yapacağını kestirmek zor. Suriye’nin sınırının güneyine geçecek Türk uçaklarını vurmak için pusuda bekliyor. 

Esat güçlerinin yanında Türkiye’nin desteklediği direnişçileri ve Türkmenleri vuruyor. Bu grupların elinden bugüne kadar ki kazanımlarını geri almaya kararlı. 

Rusya’nın askeri bir yola başvurmasının Türk-Rus çekişmesini silahlı bir çatışmaya hatta bir savaşa dönüştürme riski yüksek. Bu çatışma sadece Suriye ya da Doğu Akdeniz’de değil Karadeniz üzerinde de olabilir.

Tarihte iki ülke 17 kere savaştı ama şimdi şartlar çok farklı. Putin’in askeri seçenekleri ve bölgede kullanabileceği kuvvetleri oldukça sınırlı. Türkiye, coğrafi üstünlüğe ve güçlü bir orduya sahip yani konumu Ukrayna ve Gürcistan ile kıyaslanamaz. Muhtemel bir savaş iki tarafa da büyük kayıplar verdirebilir ve dileriz bu olmaz. Öte yandan, Rus tehdidinin açıkça ortaya çıkması; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre “savaş riski ile tehdit edildiğinden” Türkiye’ye, boğazları Ruslara kapatma şansı verecektir. Uçak düşürme olayı ile ilgili gelişmeler; ABD’nin Suriye’de Rusya ile anlaşır gibi gözüküp batağa çekti tezini güçlendiriyor. Nitekim Ruslar gelince Amerikalılar 12 uçaklarını İncirlik’ten çektiler ve Rusların Türklerle yok ama ABD ile hava sahası koordinasyon  düzenlemeleri var. Rusya’nın Suriye müdahalesinin en önemli gerekçelerinden biri, burada yapılacak pazarlıkların Ukrayna’dan dolayı uygulanan ambargoyu  rahatlatma yönelik kazanımlardı. Sürekli kan kaybeden Rusya, bir delilik yapabilir, Amerikalılar da gelişmeleri bu yönü ile izliyorlar. 

Kriz derinleşirse Ruslar, Türkiye’nin enerji ile bağını koparmak için Azeri-Ermeni savaşı çıkarabilirler. 

Türkiye ise Rusya karşısında özellikle enerji konusunda yeni açılımlar peşindedir. Yıllardır Türkiye’nin enerji bakımından Rusya’ya çok bağımlı olduğunu yazıyor ve bu konuda hükümeti eleştiriyorduk. Ancak, bu kriz nedeni ile bu bağımlılığı daha iyi analiz etme gereği duyduk. EPDK kayıtlarına göre; 

30 milyar m3 Rusya’dan, 9 milyar m3 İran’dan, 6 milyar m3 ise Azerbaycan’dan doğal gaz alıyoruz. Bu rakamlara göre; Ruslara bağımlılığımız %54 civarındadır. İthal edilen gazın %19’u ise İran’dan geliyor. Ancak, Ruslardan alınan gazın 8 milyar m3’ü İtalyan ENI şirketine ait olduğuna göre bu oran %42’ye düşüyor. Öte yandan Botaş rakamlarına göre Ruslardan alınan gazın 10 milyar m3’ü özel sektör alımı olduğu da göz önüne alınırsa Ruslara bağımlılık %28-30 seviyesine düşüyor. Bunları neden söylüyoruz; çünkü kamuoyuna Rus gazına bağımlılığı azaltıyoruz yanıltması ile şu aralar Türkiye, enerji tekellerine büyük paralar kaybetme sürecindedir. Halen Türkiye, Rusya’ya alternatifmiş gibi dört ayrı enerji projesi ile ilgileniyor;

- Azeri (Şahdeniz) gazı; bu gazın arkasında sanıldığı gibi Azeriler değil büyük ölçüde konsorsiyum içindeki Ruslar, İran ve Batılı şirketler (BP) var. TANAP 

sadece bir botu hattı. Rus gazı bize halen 212 dolara mal olurken, bugünkü fiyatlarla bu gaz 300 dolara mal olacak ve %30 daha fazla ödeyeceğiz. Bitmedi, 

bölgede boru hatları varken, 10 milyar dolara mal olacak TANAP için de payımız oranında 3 milyar dolar boru hattı inşası parası ödeyeceğiz.

- Katar gazı; Suriye savaşının arkasındaki nedenlerden biri olan bu gaz aslında Katarlılar değil ABD’nin LNG şirketi tarafından işletiliyor. LNG içinde Exxon, 

Mobil, Fransız Total ve Japon enerji şirketleri de var. Bu gaz Türkiye’ye gelse bile konvert edecek alt yapımız yok yani bunu da yapmayı teklif ediyorlar. 

Uzun vadeli anlaşmalarla LNG alabilir ama pahalı bir seçenek.

Harita: Katar Gazı İçin Projeler

- Musul ve Kerkük gazı; 10 milyar m3 kapasiteli bu gaz Türkiye için en kullanışlı olanı ama bu gazı Barzani’den almakla hem meşru Irak hükümetini bir kez daha yok saymış hem de Barzani’nin devletçiğini beslemeye devam edeceğiz.

- Doğu Akdeniz gazı; Kıbrıs adasının doğusunda Rumların sahiplenmeye çalıştığı bu gaz için Yunanistan-Rum Kesimi-İsrail-Mısır arasında bir mutabakat var. 

Bu gaz da siyasi olarak tartışmalı ve Türkiye’ye ulaşması için en az 500 km.lik bir boru hattı kurulması lazım. Burada da gazı çıkaracak ve nakledecek şirketlerin arkasında ABD’liler olduğu için Obama gitmeden bir an önce işlerini görmek istiyorlar. Ayrıca bu gazın Türkiye’ye gelebilmesi Suriye ya da Kıbrıs Rum yönetiminin ekonomik bölgesinin belirlenmesi ile mümkün olabilecek. Boru hattı için başka bit alternatif yok.

Görüldüğü gibi son dönemde Rusya’ya enerji bağımlılığını aşma gerekçesi altında uluslararası enerji tekellerinin tuzağına düşme riski içindeyiz. ABD’nin Rusya’nın Türk akımı projesini kabul etmememiz için çok baskı yaptığını, aynı baskının Akkuyu Nükleer santrali için de yapıldığını not edelim. 

Baskıyı daha önceden kabullenen Bulgaristan da Ruslara hayır demişti. ABD, başından beri Katar gazını öne sürüyor ama Rusya, Akdeniz kıyısına Esat 

devletini kurarsa Akdeniz’e çıkışı için bir Sünni devlet çıkışı düşünülüyor . 

Katar gazı, doğrudan Wall Street’in para babalarının yani ABD’yi arka planda yönetenlerin cebini dolduracak.

2016’ya girerken ABD-Rusya denklemleri ve Türkiye..

     ABD tarafında son aylarda IŞİD’a yönelik neler yapılacağı ile ilgili, Beyaz Saray ve Pentagon arasında yoğun temas vardı. 

ABD düşünce merkezleri kısa vade için Suriye ve Irak’a, orta vade için Rusya ve İran’a, uzun vadeli projeksiyonlar için Çin’e yönelik çalışmalar yapıyor. 

Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurulması için çalışılıyor. 

Ankara, Barzani ile doğal gaz/petrol karşılığı buna onay vermiş durumda ama ABD, Barzani ile de yakınlaşmamızı da istemiyor, daha da açıkçası ABD ve İsrail, Irak’ın kuzeyinde bizi istemiyor. 

Rusya ile yaşadığımız kriz ve Suriye içine uçaklarımızı gönderemememiz, Rusya’nın El Nusra’yı da vurması ABD’nin de işine geldi. ABD, Türkiye’nin kendi Sünni planından ve vurduğu hedeflerden memnun değildi.  

Şimdi Suriye’de Türkmenleri bahane edip, Rusları şikâyet etmekten başka söyleyecek sözümüz kalmadı. ABD, kendine karada İslamcı müttefik bulamadığını bahane edip, Kürtleri doğal müttefik ilan etti ve PKK uzantısı PYD/YPG’yi açıkça destekliyor. ABD, koridorun açık kalan kısmından IŞİD ve El Nusra’ya yardım gittiğini bahane edip, buraları da Kürtlere teslim etmek niyetinde. 

ABD’de 8 Kasım 2016’da seçimler bitip, yeni başkan direksiyona geçene kadar Ortadoğu ya da başka bir ülkeye yönelik büyük bir operasyon beklenmemelidir. 

Rusların ABD seçimlerinde açıkça Trump’ı desteklemesi, küresel sermayenin adayı Clinton’a uzak durmaları dikkat çekiyor. ABD’nin elini kolunu bağlayan 17 trilyon dolar bütçesine rağmen 65 trilyon dolara ulaşan borçlarıdır. ABD, IŞİD’a karşı savaşın Sünnileri mağdur duruma düşüreceğinden endişe ediyor. 

Obama’nın yeni terörle mücadele stratejisi de ortaya çıktı ;

- Suriye ve Irak’ta karada fazla asker bulundurmadan hava saldırıları ve özel kuvvetler ile mücadele,

- Göçmenlere kapının aralanması,

- Son terör saldırıları nedeni ile ülke içinde silah satışlarının daha sıkı kontrol alınması.

ABD, tehdit değerlendirmesini değiştirdi ve küresel terörden sonra ikinci sırayı Rusya aldı. RAND analizcileri Rusya için ABD ordusuna 120 bin kişilik ilave bir 

insan gücü planlaması yaptı. İlginç olan ABD’nin bir yandan Rus silahlarına olan merakı; S-400’lerden sonra Ruslardan 21 adet MİG-29 savaş uçağı aldılar .

ABD ve Rusya kritik dönemeçteler; biri Pasifik’te yeni bir güç merkezi kurmaya başlıyor, diğeri eski Sovyet cumhuriyetlerinin merkezinde ki konumu nu geliştirme ye. Modernist ABD, Pasifik’te “istisnai ülke” olma rolünden öncelikle ekonomi üzerine bir strateji geliştirme ihtiyacı duyuyor. 

Post-modern Avrupa Birliği ise kendi sınırlarını bile koruyamadığı yüzleşmesi ile karşı karşıya kaldı. Ne Rusya ne de Çin gelecekte Avrasya’nın merkez gücü olabilecek. Rusya, nüfus ve ekonomi yüzünden dağılırken, Çin’i petrol ve doğal gaza bağımlılık yanında ileri teknoloji ile rekabet edememesi bitirecek. 

Kafkasya’da ise Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan üçgenine dikkat. Bütçesi ve bankacılık sistemi krizde olan Azerbaycan hedefteki ilk ülke ve bakanların istifasına varan yolsuzluklar, Aliyev’in kontrolü kaybettiğini gösteriyor.

Uzun zamandır İran’dan bahsetmedik; ABD-İran ilişkileri Humeyni’nin geldiği 1979 yılından beri en iyi durumda, ancak bu doğru bir romantizm değil. 

Ocak ayının sonundan itibaren Amerikalılar, Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile İran’ın anlaşmayı uygulayıp uygulamadığını denetlemeye başlayacaklar . 

Sonra sıra İran’ın teröre verdiği destek, Hizbullah ve rejim konuları masaya gelecek. Daha fazla özgürlük ve serbest pazar dayatmaları başlayacak. 

Bu arada ABD’deki İsrail lobisi işi çomaklamak için hükümetten daha iyi hazırlanıyor. Şimdilik İran’a uzatılan havuç ise visa (bankacılık) kolaylıkları. 

2 ay önce İran TV’sindeki bir dizide Türklere hakaret edilince Azeri Türkleri ayaklandı, Azeriler sokağa döküldü. Son 5-6 yıldır Batı, İran’ı kaşıyor, ciddi ciddi üzerinde çalışıyor. İşin ilginç tarafı İran’daki yönetim de halk da ambargonun kalkacağını ve çok rahatlayacaklarını, Batılı gibi olacaklarını sanıyor. 

İran halkı, her zaman kendini Batı kültürüne yakın hissetti ve bunun özlemini içten içe duyuyor. İran seçimlerinde Batıya açılma kartı en iyi iç politika ve seçim malzemesi olmaya devam ediyor. Rus-İran ilişkileri ise hep karşılıklı çıkar üzerine özellikle de yaşanan ambargo ve izolasyonları aşma üzerine olmuş, kültürel bir derinlik hiçbir zaman kazanmamıştır. İlişkiler bugün de daha çok ABD karşısında Suriye’de ki ortak çıkarlar ve silah alış-verişi üzerinedir. 

İlginçtir, İran ABD’den kaçırmak istediği nükleer fazlalıklarını Rusya’ya gönderiyor.

Afganistan’da henüz ufuk gözükmüyor; son iki yılda olanlar bir Milli Birlik Hükümeti kurulması, ABD ve NATO operasyonlarının sona ermesi, Taliban ve Afgan hükümeti arasında yüz yüze görüşmelerin başlamasıdır . ABD askerleri hala ülkede ve Afgan hükümetinin ayakta kalması için oyunlar devam ediyor. 

Pakistan ise Taliban tarafını destekliyor. Liderleri Molla Ömer’in iki yıl önce ölmesinden beri Taliban cephesinde de kırılma belirtileri var ama hala toprak kazanıyorlar. Taliban’ın bölünmesi yeni bir IŞİD ortaya çıkarabilir, nitekim Nangarhar’da bu tür oluşumlar var. 

ABD, Afgan hükümeti ile Pakistan’ın anlaşmasından barış çıkacağını umut ediyor.

Ortadoğu’ya dönecek olursak, fırtına öncesi sessizlik dönemindeyiz. Fransa, Körfez bölgesine bir uçak gemisi gönderdi. ABD Merkez Komutanlığı’nın 60 gemisi yanında Avrupalılar da Görev Kuvveti 50 dâhilinde yeni gemilerle bölgedeki deniz güçlerini takviye ediyorlar . NATO ise 6 Kasım 2015 tarihinde Portekiz’de İspanya, Portekiz ve İtalya’yı kapsayan 6.000 kişilik tarihinin en büyük tatbikatını (Trudent Juncture)  yaptı. Tatbikata 28 ülkeden 230 askeri birlik, 140 savaş uçağı ve 60 savaş gemisi katıldı. Bu arada NATO, sadece 2.080 kişilik ordusu olan Karadağ’ı da ittifaka davet etti. Bu durum bazı üyeler tarafından Facebook arkadaş sayfasına döndük eleştirisine neden oldu . Bu eleştirelerin nedeni ise Baltık ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerin Batının güvenliğine daha çok zararları olduğu düşüncesi. Amerikalılar, Avrupa’daki 30 bin askerlerinin dünya GDP’nin %46’ına sahip Batı Avrupayı değil, ittifakın doğusu için konuşlandığı eleştirisi yapıyor.

Konu NATO’ya gelmişken ittifak içinde Türkiye ile ilgili eleştirelerin arttığına değinelim. Türkiye uzun zamandır Erdoğan’ın İslamcı tavırları ve otoriter eğilimleri nedeni ile takipte idi. Türkiye’nin Rusya ile çekişmesinin ittifak çıkarları için kendi emperyal heveslerinden kaynakladığı tenkidi yapılıyor. 

Türkiye’nin NATO ülkeleri içinde halkın çoğunluğunun ittifaka iyi bakmadığı tek ülke olduğu söyleniyor. Türk halkının 1991, 2003 ve 2012-2015 arasında silah takviyelerinden de memnun olmadığı düşünülüyor. Türkiye’ye karşı tepkiler artıyor. Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, “Türkiye’nin bir NATO müttefiki olmaktan ziyade İslamcı Devlet gibi hareket ettiğini ve AB üyesi olması için bir neden bulunmadığını” söyledi . NATO, Rusya’ya karşı Türk hava savunmasını güçlendirme kararı alıyor ama Almanya, mevcut Patriot sistemlerini Türkiye sınırından çekiyor , yerine istihbarat amaçlı AWACS gönderiyor.

Özetle, ne Batıda ne Doğu’da istenmeyen ülkeyiz. Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile aramız bozuk. Rusya ile tarihi ve uzun bir krizin başlangıcındayız. 

Bizi birliğe istemeyen Avrupalılar kadar, ABD ile de ilişkilerimiz şantajlar üzerinden yürüyor. Erdoğan’ın çok güvendiği İslamcı grupları bile şimdi Rusya’nın bilgisi dahilinde toplanıyor, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri İran’a yanaşan ABD’den daha çok Rusların yolunu gözlüyor. 

Amerikalıların müttefiki PKK/PYD, Rusya’da şube açıyor. Erdoğan ise gündem değiştiriyor; ODTÜ’de namaz kılan öğrencilere saldırı olmuş.. 

ABD ve Rusya, Ortadoğu’dan elimizi ayağımızı kesmek için uçak krizini; Kürt koridoronu kurana ve bölgenin yeni haritasını tamamlayana kadar aleyhimizde kullanacaklar. 

Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi her iki ülke için de jeopolitik bir zorunluluk ve ABD’ye karşı güç dengesi gereğidir.


***

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 1

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya..  BÖLÜM 1




Doç.Dr.Sait Yılmaz

İçimden hiç yazmak gelmiyor, günlerdir bu yazı bir kenarda bekliyor. Ülkenin içinde olduğu kasvet kadar, ülkeyi yönetenlere olan inançsızlık uzun zamandır beni alıkoyuyor. O yüzden Türkiye dışı konulara; ABD’ye, uzaya, kutuplara, Kuzey Kore’ye sardım bir süredir. 

Ancak, Türkiye, 2016 yılına çok önemli iç ve dış gelişmelerin sarmalında giriyor ve yeni yılda bizi çok önemli dönemeçler bekliyor. 

Bu yüzden yeni yıla genel bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi ile girmek iyi olacak. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli parametreleri şu şekilde sıralayabiliriz;


- Ülke içinde devam eden bölücü terörle mücadele,

- Türkiye’yi “de facto” olarak başkanlık rejimine dönüştürmeye çalışan ve hukuksuzluğu kendine güç unsuru edinmiş bir Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi,

- Ülke içi kutuplaşma, demografik yapımızda ve ekonomide çalan çanlar,

- Suriye’de yıllardır süren iç savaş destekçiliğinin iflası ve bu savaşın yarattığı sorunlar,

- Rusya ile yaşanan krizin yol açtığı gelişmeler. 


Bu gelişmelerin pek çoğu son 14 yılın yani AKP iktidarının yanlış politikalarının ülkeyi getirdiği açmazlar ile ilgilidir. 2016 yılında bizleri neler beklediğini;  dünyadaki gelişmelerden ve bunların Türkiye’ye olan ve olabilecek yansımalarından da ayrı tutamayız. Bu nedenle, dünyadaki gelişmelerin neresindeyiz, sorusu ile işe başlamak zorundayız. Halen üç ana büyük kriz halen dünyadaki güvenlik ortamının ana meselesidir;

- Ortadoğu’da mezhep savaşının doğurduğu IŞİD tehlikesi ve Suriye başta olmak üzere bölge ile ilgili harita düzenlemeleri,

- Doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı,

- Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik kriz,

- Güneydoğu Asya’da uzun vadeli olarak kaynamakta olan kazan.

Bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kırılma yılının içinde idik. 2015 yılının en önemli 10 gelişmesi ise şu şekilde sıralanabilir;

- IŞİD saldırılarının üç kıtaya yayılması,

- Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi,

- Avrupa’ya yönelik göçmen krizi,

- ABD ile İran arasında nükleer görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması,

- Yunanistan borç krizine AB çözümü,

- Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi,

- Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar inşası,

- ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı tamamlaması,

- Latin Amerika’da Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da sol kalelerin düşmesi,

- Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi.

2016 yılına girerken Türkiye’de yaşanmakta olan rejim krizi ile ilgili konuları diğer yazarlarımıza bırakalım. Bu yazıda; bölücü terörle mücadelede gelinen aşama, Suriye ve Irak’ta düştüğümüz durum, özelde Rusya ile ilişkilerin geldiği boyut ile ilgili bir analiz yapalım. Son bölümde ise 2016’ya girerken dünyanın genel haline kısa bir bakış atalım.

Bölücü terörle mücadelede hangi aşamadayız?

22 Temmuz’dan itibaren hükümetin terörle müzakereden terörle mücadele sürecine geçişi kritik bir safhaya ulaştı. Güvenlik güçlerimizin canla-başla mücadelesinde terör örgütüne çok önemli darbeler vurulmakla birlikte, henüz daha işin başındayız ve önümüzde uzun bir yol var. 

Örgütün kırsal ve şehirlerde uzun zamandır başıboş kalmasının, güvenlik güçlerimizin yıllardır örgüt tarafından şehirleri tahkim etmesi karşısında eli kolu bağlı bırakılmasının suçu valilere atılsa da konu siyasi iktidarın sorumluluğu ve inisiyatifinde idi. Düşünün bir şehre 10 ton patlayıcı bulunuyor; bu patlayıcı nasıl taşındı ve devletin neden haberi olmadı? Terör örgütü ve yandaşı siyasi parti HDP’nin yıllardır Türkiye’de bir iç savaş yapmak için hazırlandığı, bunun için de patlayıcılar ve düzenekler ile bir strateji dâhilinde birlikte çalıştıkları ve halen de birbirlerini takviye ettikleri açıkça görülmektedir. 

Gelinen aşamada kırsalda askerler karşısında barınamayan PKK, tamamen şehirlere kaçtı ve saklandığı mahallelerde şantaj altına aldığı halkı kullanarak, Suriye’de öğrendiği kanton stratejisini uygulamaya çalışıyor. PKK’nın barikat-mayınlama-çocukların kullanılması-sniper (keskin nişancı) uygulamalarından bu stratejiye uzun zamandır hazırlandığı ortaya çıkıyor. Arkasına gizlendiği halkın tahliye edilmemesi, sıkıştığı evlerde imha olmaması için de HDP devreye girip, halkı yönlendirmeye çalışıyor. Özetle, mahalleye giren yolların üzerine barikat koyup, mayın döşüyor, çocukları da önlerine dizip, evlerden sniper ile güvenlik güçlerine ateş ediyor, evlere girilince de bu tuzak devam ediyor ve önceden hazırlanmış hendekler vasıtası ile kaçmaya çalışıyorlar. 

Bu arada ölü yakalanan üç sniper elemanının Alman vatandaşı çıkması dikkat çekiyor. 

Askerler kısa sürede kırsalı terör örgütüne dar ettiler, insansız hava araçları çok iyi kullanılıyor. Emniyet güçlerinin mayına karşı korunma kabiliyetleri sınırlı olduğu için askerler de şehirlerdeki mücadelede etkin yer alıyor. Örgüte üst üste önemli darbeler vuruluyor. Dikkat çeken diğer bir husus terör örgütünün eleman yetersizliği nedeni ile niteliksiz insanları (tombalacı eroinman, işsiz vb.) kullanması. Toplumdan uzaklaşmış, ezik, insanlığa hınç dolu insanları seçiyorlar, IŞİD örneğinde olduğu gibi bunlara para ve kadın vaat ediyorlar Bu kişiler acele toplanmış, patlayıcı eğitimi verilip şehirlere sürülmüş. 

Haberleşmelerinde bunlara “arkadaş” jargonu kullanılmıyor, patlayıcı ve hendek kazma işlerinde kullanılıyorlar. Sona geldiklerinde “kendinizi patlatın” deniyor, ölmeleri umursanmıyor. Siyasi alanda; PKK, HDP ve elebaşı Apo’dan bağımsız hareket ediyor. PKK, şehirlerde başlattıkları eylemler ile inisiyatif almak istiyor, uyacaklarsa onlar (HDP ve Öcalan) bana uysun diyor. HDP ise ikisine de yakınlaşmakta kararsız. Apo, kendine rol bekliyor, bunun için bana ihtiyaç duyulsun diye umuyor, böylece liderliği tekrar alacağını düşünüyor. 

PKK şu anda oldukça güçsüz ve sıkışmış durumda ve tek kurtulma stratejisi halkın arkasına saklanmak. Halk da PKK, HDP ve bölgedeki çatışmalar arasında sıkışmış durumdadır. Doğu’dan son birkaç ayda 300-400 bin kişi, Batıdaki akrabalarının  yanına göç etti. Şehirlerdeki çatışmalardan bir an önce sonuç alınması için halkın bir süreliğine de olsa tahliyesi, sıkıyönetim şart gözüküyor. 

Asayiş demokrasisi örgütün ve yandaşlarının işine yarıyor. Özetle, evlerin tek tek örgüt elemanlarından temizlenmesi gerekiyor.

Şu ana kadar gelinen aşama, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde başarılı olduğunu sandığı kanton stratejisini güney şehirlerimizde bir kuşak boyunca uygulama gayreti ve güvenlik güçlerimizin devam eden, vatandaşlarımıza bir zarar vermeden, örgütü bertaraf etme gayretidir. Uzun zamandır ara verilen ve bu yüzden örgüte önemli mevziler kazandıran terörle mücadelede henüz inisiyatif terör örgütündedir. Güvenlik güçleri öncelikle terör örgütünün inisiyatif aldığı bu stratejiyi boşa çıkarmakta yani reaktif konumdadır. Yapılması gereken inisiyatif almak yani proaktif bir stratejiye geçmektir. Bunun için önerilerimiz şunlardır;

- Terörle mücadelede öncelik avcı stratejisidir; örgütün lider kadrosunu hedef almaktır. Türkiye bu konuyu uzun zamandır ihmal etmiştir. Bu kapsamda ses getiren sonuçlar alınması, örgütün çözülmesini kolaylaştıracaktır.

- Terör örgütünün yurt dışındaki yuvalarına girilmeli, üs-ikmal ve barınma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Yani örgüte yaşam alanı bırakılmamalı, dağılmaya zorlanmalıdır. Bu kapsamda, Irak’ın kuzeyine yönelik kapsamlı bir kara harekâtına ihtiyaç vardır.

- Terörle mücadelenin üç boyutu; terörist, terör örgütü ve terörizm ile ayrı ayrı mücadeledir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silah ile de kazanılmaz.  Terörizmle mücadele kapsamında psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda tedbirler halka hissettirilmelidir. Bölge vatandaşını devletine bağlı tutmak için uzun zamandır denenen İslamlaştırma yerine Atatürkçü yaklaşım en doğru strateji olacaktır.

Yukarıda saydıklarımızdan çok daha önemli olan husus ise hükümetin terör örgütü ile bir daha asla masaya oturmayacağı sözünün arkasında olmasıdır. 

Bu güvenlik güçlerimizin en önemli moral motivasyonudur. Hükümetin terör örgütü ya da uzantıları ile tekrar görüşmelere başlayabileceği ya da bu konuyu kendisine siyasi rant meselesi haline getirebileceği şüphesi yaşanmamalıdır. 

Türkiye, Suriye’de sona geldi, Irak’ta “varım” demek istiyor..

Türkiye’nin son dönemde ulusal güvenliğini etkileyen önemli uluslararası gelişmeler şunlardır;

- Ukrayna ve Suriye’deki Rus varlığının artması, bunun Suriye ve Karadeniz bölgesinde olabilecek yeni yansımaları; Putin’in deniz kıyılarına yakın 5 yeni karargâh kurma kararı iyi bir haber değildir.

- Irak ve Suriye’de genişleyen Kürt grupların toprak edinme heveslerine ABD’den sonra bölgede etkinlik kazanan Rusya’nın da olumlu bakması; 

PYD/PKK’nın Cerablus-Azez arasındaki bölgeyi de işgali ile Kürt koridoru tamamlanabilir.

- Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile Suriye-Irak üçgeni başta olmak üzere, yaşanabilecek krizler; Türkiye’nin Rus ambargosun aşma yönünde enerji alanında yaptığı çalışmalar, İsrail ile yakınlaşma.

- Ortadoğu, Afganistan, Kuzey Afrika ve Afrika boynuzu, Kafkasya ve Orta Asya’da artan İslamcı kutuplaşmanın Türkiye’ye yansımaları; muhtemel göçler, yeni saldırılar ve Arap dünyasının terörle mücadele ittifakı.

Türkiye için iki uluslararası gelişme 2011 yılından beri Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rollerin bir kenara itilmesine, deyim yerinde ise büyük birer şantaj altında masadan eli boş kalkmasına neden oluyor ;

- Paris saldırıları sonrası; Ortadoğu’da IŞİD’in yok edilmesi için Türkiye’ye yönelik artan baskı, İncirlik’in açılması, Türkiye’nin Suriye üzerindeki ihtiraslarından vazgeçmesi ve Batının emrinde olması şantajı,

- Rus uçağının düşürülmesi sonrası; Türkiye’nin Suriye’de desteklediği Sünni cephe üzerindeki tasarruflarının büyük ölçüde elinden alınması, desteklenen 

70 bin kişilik Sünni savaşçının kaderinin artık Ruslar ve ABD’ye kalması.

BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya inisiyatifinde alınan son kararlar ile birlikte;

- 1 Ocak’tan itibaren başlayacak ateşkese IŞİD ve El Nusra’nın başını çektiği Sünni direnişçiler dâhil olmayacak yani Batılı güçler ve Ruslar bunları yok edecek,

- Suriye’de geçiş dönemi Esatlı olacak, yani en az 2 sene daha Esat, Suriye’nin başında olacak ve muhtemelen yeni Suriye ya da Alevi devletinin başında 

Esat veya ona yakın bir isim bulunacak.

Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde gelinen aşama; 

- “Esatsız Suriye” ile “Suudi Arabistan ve Katar için Sünni eksen” kurma hayallerimizin sonu,

- Yüz binlerce Suriyeli ve diğer Müslümanın iç savaşta boşu boşuna heba edilmesi, milyonlarca göçmen ve tonlarca gözyaşı,

- Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bölücü Kürt oluşumları,

- Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine geçmesi yasaklanmış bölücü terörle mücadelesi, 

- Bütün bölge Amerikan ve Rus üssü, diğer tarafta IŞİD büyük bir bölgeyi işgal etmiş iken Arap Birliği’nin Irak’ın kuzeyinde birkaç yüz Türk askerine tahammül edememesi,

- ABD ve Rusya’nın bölgede çıkarları için sağlam adımlarla ilerlerken bizim payımıza göçmenler, ambargolar ve şantaj dayatmaları düşmesi.

Batının Türkiye sınırındaki tek koridorun da kapanmasını istemesi; IŞİD ve El Nusra’ya yardım trafiğinin kesilmesi, yani S.Arabistan ve Katar’dan Türkiye’ye gelen paranın da kesilmesi demek. Hükümet, bu iki ülkenin parası ile aynı zamanda Türkiye’deki seçmenleri dâhil 13 milyon kişiyi besliyordu. 

IŞİD ve El Nusra cephesine Türkiye’den 20-25 bin Türk var; bunların 14 bini Konya’dan, 4 bini Adıyaman’dan gitmiş. Türkiye sınırlarında 2.5 milyon Suriyeli göçmen besliyoruz. AKP döneminde Türkiye’ye 400 bin Arap yerleşmiş ve bu sürede toplam 45 bin çocuk sahibi oldular. 

Gaziantep’te daha önce çalışacak İnsan bulunamadığı için sanayi bölgesi kurulamazken bugün Suriyeliler sayesinde yedincisi kuruluyor. 

PKK/PYD, 2015 içinde Suriye'de kontrol altında tuttuğu alanı 2 kat artırmış. PKK/PYD terör örgütü, halen ABD ile ortak operasyon ile etkinliğini IŞİD’in 

merkezi Rakka'ya doğru yaymaya çalışırken; Rusya ve Esat rejimi ile işbirliği yaparak Carablus-Azez arasındaki bölgeyi işgale hazırlanmaktadır. 

Kısa bir süre önce PKK/PYD, Suriye Ordusundan ve muhtemelen Rusya'dan aldığı zırhlı araç, tank, füze ve askeri kamyon desteği ile Cerablus çevresindeki 

yığınağını artırdı. Yani PYD/PKK da Suriye ve Rusya'nın desteği ile bu bölgeye girmeye hazırlanıyor .  Türkiye, bu aralar Suriye’de ateşe attıklarını kurtarmaya, 

Irak’ta ise “ben de varım” demeye çalışıyor. 

Aslında ne yaptığını da pek bilmiyor. Kamuoyuna yönelik olarak İsrail ile barışma propagandası ile gündem değiştiriliyor. Erdoğan, Hamas liderinin ülkeden gönderilmesi karşılığında İsrail’in Gazze’deki blokajının sona ereceğini düşünüyor . İsrail ile görüşmelerin arkasında ne var, neler veriyoruz, sıralayalım;

- İsrail’in Gazze uygulamalarına sesimizi çıkamayacağız,

- Suriye’de radikal İslam yerine zayıf bir Esat yönetimi isteyen İsrail ile aynı politikaya dönüyoruz,

- Doğu Akdeniz’de enerji konusunda İsrail ile işbirliği, 

- PYD/PKK yerine Barzani üzerinde ittifak.

ABD, Türkiye’nin Suriye’den dışlanmasından memnun, elimiz kolumuz bağlandı. Terörle mücadelemiz Türkiye sınırlarına hapsedildi. Şimdilerde Türkiye’den üç isteği var, bu istekleri Joe Biden başkanlığındaki heyete bildirdiler;

- IŞİD ve El Nusra’ya yardımı tamamen kes yoksa koridoru kapatıyoruz,

- IŞİD’a yönelik harekâta aktif olarak katıl,

- Kürt meselesini masada çöz.

Suriye-Irak Cephesinde ses çıkmıyor..

ABD’nin Suriye ve Irak hava harekatı günlük 9.5 milyon dolara mal oluyor. Yükü hafifletmek için İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya da bölgeye sevk edildi. 

Kasım 2016 seçimlerine az kaldığından Obama, bölge için radikal bir karar almıyor. Yeni Suriye stratejisi uzun savaşın devamı, bölgeye biraz daha özel kuvvetler takviyesinden başka bir yenilik getirmiyor. PYD/PKK bölgesinde Hasaka’da yeni bir askeri üs kuruyorlar . ABD; Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri arasında nasıl bir denge kuracağının arayışı içinde; bu üç grubun bir araya gelmesi mümkün değil, gelmesi de Ortadoğu’da felakete yol açar. 

Rus hava saldırılarının %90’ı Erdoğan’ın muhalif güçlerini hedef alıyor. Ruslar, Suriye rejimini sadece hava kuvvetleri ile değil topçusu ile de etkili bir şekilde destekliyor . 

Türkiye’den destek gelmeyince Esat güçleri mevzi kazanmaya başladı. Rusya’nın planı; Esat olsun ya da olmasın Suriye’de üslerini bulundurabileceği bir rejimi ayakta tutmak. Bölgedeki çatışmalarda 6 generali ölen İran, Rusların rollerini çalmasından memnun değil. Putin’in Tahran ziyareti bunu hafifletmeye yönelikti. Sorun Şii bir devlet, Ruslar ile birlikte nasıl kurabilir? Putin, İran ile koordine etmeden bir hükümet kurulmayacağı garantisi verdi. Bu arada İran bölgede kuvvet kaydırmaya başladı .  Suriye için Alevi-Sünni-Kürt bölgeleri olan bir yeni Lübnan’dan ülkenin beş devlete bölünmesine kadar pek çok alternatif konuşuluyor. Sonuçta Araplar, İsrail’in varlığını tanıyacak, yeni harita ile İsrail yanlısı veya Batıya kafa tutamayacak minik minik birçok devlet kurulmuş olacak. Türkiye’ye dönecek olursak, ABD için AKP’ni kullanım süresi hala bitmedi. Elindeki en kullanışlı kart o, ne derse yapıyor; Irak’ın kuzeyine girmiyor, Barzani ile iyi geçiniyor, İran’dan sonra Rusya ile de ilişkileri de bozdu, Çin füze ihalesini bile iptal etti. Kürtler ise ABD tarafından IŞİD cephesinde harcanma stratejisinin farkında ve bu işi Batının kendisinin çözmesi gibi sesler çıkarmaya çalışıyorlar. 

Bu da ABD tarafında memnuniyet yaratmıyor .

ABD’nin eğittiği 30 bin Irak askerinin içinden 6 büyük tabur çıkaran IŞİD, Amerikalıların Irak’tan çekilen üç tümeninden kalan Humvee araçları ve M1 Abrams tanklarını da edinmişti . IŞİD, kurduğu devleti 12 ayrı idari bölgeye ayırıp, güçlü bir hükümet yapısı ile sağlık hizmetlerinden fırıncılığa her hizmeti düzenliyor, mahkemelerinde kendi yasalarını uyguluyor. Petrol gelirleri günlük 2 milyon dolara ulaşıyor. Türkiye’de gizli lojistik üsleri var. 

IŞİD devleti içinde CIA, FBI, M5, MI6, Mossad, FSB gibi istihbarat örgütlerinin şubeleri var . IŞİD, strateji değiştirdi ve artık sadece yakın düşmana değil, uzaktakilere de saldırmaya başladı. Ancak, IŞİD, gücünün sınırına ulaştı. IŞİD’in stratejik planına göre; 2016’da küresel savaşa başlıyor ve 2020’ye kadar kesin zafere ulaşacak. Bu daha önce açıkladığımız El Kaide stratejisi ile de uyumlu gözüküyor. Tüm ülkeler IŞİD’i hedef gösteriyor ama kimsenin önceliği 

IŞİD değil. Bununla beraber, mesele IŞİD’tan boşalacak bölgeyi kimin dolduracağı ile ilgili hesaplardır. Bu yüzden şimdilerde IŞİD ile ilgili haberler azaldı, Musul’da da hareketlenme yok, çünkü ipler dışarıda. Rusya ile süren kriz nedeni ile ABD, Türkiye’nin IŞİD’a karşı hava harekatına katılımını da ertelemiş .

Irak’ın kuzeyine gelince; Musul, Haziran 2014’den beri IŞİD’in kontrolünde ve Barzani, Musul petrolüne konmak için Türkiye ile enerji pazarlığına güveniyor. 

Barzani için de ekonomi yani kişisel servetini geliştirme Kürtçülüğün önünde. Suriye’den kovulan Türkiye, Irak’ta Barzani ile varım kartını oynamaya çalıştı. 

1 Aralık 2015’te Erdoğan’ın Katar’a gitmesinden birkaç gün sonra, 4-5 Aralık’ta Türk askerlerinin Musul’u takviye ettiği haberleri çıktı. Bu işin arkasında Katar gazı enerji projesi ile Bağdat yönetimine bir şantaj yapıldığı anlaşıldı . Rusya ve İran’ın kışkırttığı Bağdat yönetiminin tepkisini ve BM Güvenlik Konseyi tehlikesini görünce askerlerimizi çektik ve büyük prestij kaybettik. Kısa vadeli de olsa Türkiye-Barzani işbirliğinin inandırıcılığı yok. ABD, Türkiye’yi Barzani ile birlikte görmek istemiyor, kendi özel alanından çıkmasını istiyor. Barzani ise Rusya bıraktığı için ABD’nin kucağına düştü ve ona mecbur. 

Arap Birliği’nden gelen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerini tehdit olarak niteleyen açıklamalar, aslında başından beri Arap sokaklarına oynadığını sanan Erdoğan’ın ne kadar sığ bir denizde yüzdüğünün de göstergesi oldu. Bir yandan da 34 Müslüman ülke tarafından anti-terörizm koalisyonu kurulması düşünülüyor. 

Bu koalisyona liderlik etmesi Türkiye’yi radikal İslamcıların hedefi haline getirebilir . 

Diğer bir komedi ise terörizme karşı askeri bir ittifak kurulması projesi. 

Bu ittifakın da terörizmi değil, İran’ı hedeflediğine şüphe yok. Irak ile ilgili son sözümüz Türkmenler üzerine olsun. AKP iktidarı Irak Türkmenlerini hep horladı, dışladı, yok saydı. Türkmenlere, ABD ve Barzani tarafından yapılan saldırıların medyada verilmesini bile engelledi. 


Bugün de ne Irak ne de Suriye Türkmenleri umurundadır. Son birkaç aydır oynadığı milliyetçi görüntü içinde Suriye politikalarına Bayırbucak Türkmenlerini  kalkan yapmaya çalıştı. Şimdi onlar Esat’ın, Irak Türkmenleri ise daha önce olduğu gibi Barzani’nin insafına bırakıldı. Son sözümüz Barzani ve Suriye Kürtlerine olsun. Bölgede akıl oyunları oynanıyor, bunları siz göremezsiniz. Ama yardımcı olayım; bir oyunda her zaman bir kurban vardır ve stratejinin esası her zaman kurbana istediğini sandığı şeyin bir parçasını vererek, kontrol altında tutmaktır. Sonrası? Keşke biri söyleseydi diyeceksiniz, kopya çekmek yok. Kaddafi’ye bakın, öldüğünüzü defalarca kontrol edecekler.


2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


28 Eylül 2017 Perşembe

Suriye Üzerine Oyunlar, Türkiye ve AKP



Suriye Üzerine Oyunlar,  Türkiye ve AKP 

Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ* 
* Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü, saityilmaz@beykent.edu.tr 


Suriye’de Mart 2011’de başlayan ayaklanma hareketleri Haziran 2011 itibarı ile gerek ülke içinde devam eden silahlı şiddet hareketlerinin artması, gerekse Türkiye sınırına biriken ve artma eğiliminde olan göç dalgası ile birlikte kritik bir safhaya girmektedir. Suriye’yi bugüne getiren olayların başlangıcını Beşar Esad’ın iktidara geldiği 2000 yılına kadar geri götürmeliyiz. Londra’da göz doktorluğu eğitimli, modern eğilimli Beşar Esad, daha iktidara gelir gelmez babası Hafız Esad’a göre daha esnek bir yönetim tarzı izleyeceğinin mesajlarını vermiş ve ‘Şam Baharı’ olarak adlandırılan bu yeni dönem, o zamandan başlayarak Suriye’ye sızmak isteyen Batılı istihbaratçıların iştahını kabartmış, muhalif gruplar bu dönemde hareketlenmeye başlamıştı. 

2003 yılında başlayan Irak Savaşı sonrasındaki dönem Suriye üzerindeki oyunların ve muhalif hareketlerin daha da sistematik hale gelmeye başladığı gelişmelere sahne oldu. Mart 2011’de başlayan üçüncü dalga ise, Tunus’ta başlayan ve Libya’da kanlı bir biçimde devam eden Büyük Orta Doğu’yu dönüştürme projesinin önemli bir kavşağıdır. Bu projede iktidar partisi AKP’nin aldığı rol ve ABD’nin operasyon partisi1 olma konumu özellikle Suriye Sahnesin de belirginleşti. 

Suriye’deki Resim 

Tıpkı Irak gibi Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan topraklar üzerinde kurulan ve sınırları cetvelle çizilen suni devletlerden biri olan Suriye, 1920-1946 yılları arasında Fransa mandasında kaldı. 1947 yılından itibaren ülkeyi Alevi azınlığın iktidarı olarak adlandırılan Baas Partisi yönetmeye başladı. Irak’ta Saddam döneminde iktidardaki Baas Partisi Sünni’lerin elinde iken, Suriye’deki Baas Partisi Şii’lerin elinde olagelmiştir. Yaklaşık 23 milyon olan bugünkü nüfusunun ancak %11-12’sini Aleviler, %67-70 ise Sünniler oluşturmaktadır. Diğer gruplar arasında İsmailliler %1,5, Dürziler %3-5, Hıristiyanlar %14-15 olarak dikkati çekmektedir. Suriye’deki Kürt nüfusu 300 bin ile 1,5 milyon arasında veren çeşitli kaynaklar bulunmaktadır. Golan, Lazkiye çevresi, Şam ve Halep’te önemli bir Türkmen nüfusu bulunmaktadır. Suriye demografisinin dikkati çeken yönü işsizlik ve özellikle Sünni Araplar ve Kürtler arasındaki yüksek nüfus artış hızıdır. 

Suriye’de 10-24 yaş arası gençler toplam nüfusun %36.3’ünü oluşturmaktadır. Kişi başına gelir 2.400 Dolar civarındadır. 

Mart 2011’de başlayan dalganın en önemli özelliği, 1982 Hama olaylarından sonra muhalifler tarafından rejimi değiştirmek için şiddet olaylarına tekrar başvurulmasıdır. 

Üstelik Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılması, olağanüstü halin kaldırılması, barışçıl gösteri hakkının yeniden düzenlenmesi gibi önemli muhalif isteklerini yerine getiren reform çabalarına rağmen şiddet olaylarının ve gösterilerin devam etmesi; bizzat Beşar Esad’ı hedef alan bir rejim değişikliği için düğmeye basıldığının göstergesi olarak kabul edilebilir. 

Bununla beraber, muhalefeti kimin temsil ettiği oldukça muğlaktır. Toplumun farklı kesimlerinden destek alıyor olsa da göstericilerin en çok iktidarı ele geçirmek isteyen Sünni Araplar arasından çıktığı ilk tespittir. Dahapragmatik davranmak isteyen Kürtler ise kontrollü davranarak, kendi haklarını geliştirecek her taraf ile anlaşma bekleyişinde dir. Sünni Arap iktidarından çekinen Hıristiyanlar da, Kürtler gibi bekle-gör politikası izlemektedir. Dürziler ise tarafsız kalmayı tercih etmektedir. 




Esad’ın tek belirgin desteği Alevilerden gelmektedir. Beşar Esad iktidarının en güçlü yanı, Ordu (özellikle üst kademeler) ve istihbaratı güçlü bir şekilde elinde tutmasıdır. 

Der’a, Şam, Humus, Banyas, Rastan ve Bayda gibi yerlerde muhaliflerin etkin olduğu, meydana gelen şiddet olaylarında onlarca eylemcinin öldürüldüğü ve binlercesinin tutuklandığı bildirilmektedir. 

Olaylar genellikle Türkiye sınırına uzak olmakla birlikte göçmen akımı özellikle Hatay’ı seçmektedir. Türkiye ile Suriye arasında 877 km. kara sınırı bulunmaktadır. 
Hatay bölgesinde sayıları gün geçtikçe artan göçmen sayısı ve Batının yakın ilgisi ister istemez bize Irak’ın kuzeyinde 1990’lı yıllarda meydana gelen gelişmeleri 
hatırlatıyor. Aynı kanserli bölgenin Türkiye-Suriye sınırında da yayılması ve hatta tüm Türkiye sınırlarını sarması yadsınamaz bir ihtimaldir. 
Söz konusu göçmen akınının neden Türkiye sınırlarına yakın bir yerde hem de aylar öncesinden yabancı basının yerleşerek hazırlandığı bölgede gerçekleştiği ve neden NGO’ların kapıda beklediği iyi sorgulanmalıdır. Türkiye ile Suriye arasında ki muhtemel bir Kürt kuşağının Irak’tan sonra Arap dünyasıyla Türkiye’nin fiziki bağını tamamen koparacağı unutulmamalıdır. 

Suriye, Orta Doğu bölgesinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı dört devletten birisidir. Suriye’deki Kürtler ağırlıklı olarak Türkiye-Suriye sınırı boyunca üç ayrı bölgede yoğunlaşmışlardır. Bu bölgeleri, Türkiye’nin Hatay şehrine 30 km. mesafede bulunan Afrin, Halep şehrinin kuzeyindeki Fırat nehrinin Suriye’ye giriş noktası olan Ain Al Arap, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kamışlı ve Haseki şehirlerinin bulunduğu bölgeler (Cezire Bölgesi) olarak sayabiliriz.2 

Cezire bölgesindeki Kürtleri ,Suriye vatandaşlığa almamıştır. Afrin bölgesindeki Kürtler ise yerli Kürtlerdir. 
Suriye’deki Kürtler büyük çoğunluğu ile Sünni mezhebine mensupturlar. Bu ülkedeki Yahudi Kürtlerin çoğu, İsrail devletine göç etmişlerdir. Ayrıca Şam, Halep, Tartus ve Lazkiye şehirlerinde de iş bulmak amacıyla buralara göç eden çok sayıda kimliksiz Kürt olduğu bilinmektedir. 
Suriye’deki Kürtlerin bugün içinde yaşadıkları rejimin de etkisiyle oldukça Araplaştıklarını da söyleyebiliriz. Suriye, Türkiye ve Irak sınırına yakın bölgelerde yaşayan Kürt grupları ülkeiçinde iskân ederek asimile etme stratejisi izlemektedir. Kürtlerin boşalttığı bölgelere Arapları yerleştirerek burada bir Arap Hattı kurmayı istemektedir. 

ABD ve Batı Oyununda Yeni Perde 

< Suriye'de Beşar Esad’ı Hedef alan bir Rejim >

11 Eylül 2011 sonrası güvenlik ortamının en öne çıkan özelliği iç ve dış müdahalelerin artık eşkıyalık düzeyine varacak kadar keyfi bir hal alması ve bu yönde evrensel barış ve güvenliğin düzenleyicisi olması beklenen Birleşmiş Milletlerin (BM) işlevsizliğinin iyice belirginleşmesi ya da sadece Batılı ülkelere istedikleri meşruiyeti sağlama rolününötesine geçememesidir. BM Şartnamesi ’nin 2/4. maddesi devletlere uluslararası ilişkilerinde “devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşı kuvvet kullanmayı” yasaklamış olmasına rağmen, Batılı devletler 51. maddedeki muğlâk meşru savunma hakkının kapsamını istismar etmektedirler. Daha da vahimi önce Kadife devrimlerde, bugün ise Orta Doğu’da görüldüğü gibi demokrasi ve özgürlükler adına çeşitli ülkelerde muhalif grupları örgütleyerek ve silahlandırarak iç çatışmalara yol açıp, sonra da bunları korumak için “insan hakları” gerekçesini ortayasürmek gibi tehlikeli bir oyunun içine girmişlerdir. Çanlar şimdi Suriye için çalmaktadır ve uluslararası müdahale için gerekli ortam her gün biraz daha pekişmektedir. Tıpkı Libya ve diğer ülkelerde olduğu gibi bir yandan yönetim tehdit ve şantajla baskı altına alınırken, örgütlenen ve ellerine silah verilen göstericiler çeşitli yerleşim bölgelerini kontrol altına alarak isyanın yaygınlaşmasına ve destek bulmasına çalışmakta, onlara güvenlik güçlerinin müdahalesi ise “ İnsan hakları ihlali ” olarak Batılılar tarafından mümkün olan her vasıta ile dış dünyaya lanse edilmektedir. 




2003 yılındaki Irak Savaşı döneminde, ABD-Suriye ilişkilerinde olumsuzluklar giderek tırmanmaya başlamıştır. ABD, İsrail’in de etkisiyle, Suriye üzerinde; Filistin’e verdiği desteği azaltması, ülkesinde Hizbullah terör örgütünün faaliyetlerine müsaade etmemesi, Irak’a Suriye’den yapılan yasadışı malzeme ve personel geçişlerini önlemesi ve ülkesinde demokratikadımlar atması yönünde baskılara başlamıştır. Bu arada, ABD ve İsrail, Suriye’de Kürt kartını da kullanmaya başladı. Mart 2004’de Cezire bölgesindeki Kamışlı’da bir futbol maçında çıkan olaylar bir anda tüm Suriye’ye yayılmış, Kürtlerin yasadışı gösterilerine ve toplumsal bir harekete dönüşmüştür. 

Bu olaylar sırasında Kürtlerin ABD’ye destek veren sloganlar atmaları, Suriye’nin olayların arkasında ABD, İsrail ve hatta Talabani’nin olduğu ve Kürtleri kışkırttık ları şeklinde açıklamalar yapmasına da neden olmuştur. Irak’lı Kürtlerin ve özellikle Talabani’nin,Suriye’deki Kürt faaliyetlerine daha değişik nitelikte ve örtülü olarak destek verdiği bilinmektedir. 

ABD’de 2005’de yapılan “ Suriye Kürtleri Konferansı ”na Talabani’nin oğlunun katılması bunun önemli bir delili olarak algılanmaktadır. Aynı konferansın Haziran 2006’da Belçika’da yapılan toplantısını müteakip, hemen arkasından ABD’de devam ettirilen ikinci toplantıda ise, Suriye’deki yaklaşık 12 ayrı partide dağılmış olan Kürtlerin kendi aralarında bölündükleri, tıpkı diğer ülkelerdeki Kürtlerde olduğu gibi aralarında görüş ayrılıkları olduğu görülmüştür. Bu bölünme daha çok, Suriye’deki Kürtlere ABD tarafından yapılacak yardımların nasıl ve kimlere yapılacağı ve Suriye’ye nasıl ulaştırılacağı konusundadır. 01 Haziran 2011’de Antalya’da toplanan muhalif grupların toplantısına Kürt temsilcilerin büyük bir kısmı, toplantının Türkiye’de yapılmasını protesto ederek katılmadılar. Gelinen aşamada ABD, olayların biraz daha gelişmesini dikkatle izlemekte, bir yandan BM vasıtası ile Suriye üzerindeki baskıları artırmaktadır. ABD’nin bahanesi Suriye yönetiminin BM ile işbirliği yapmamasıdır. 

Bu oyun tıpkı Irak’ta olduğu gibi BM yolu ile Suriye’nin iç işlerine açıktan müdahil olma ve yeni istekler oluşturma stratejisidir. Avrupa Birliği (AB) içinde ise Suriye’nin meraklısı doğal olarak Fransa’dır. 

Parsayı ABD’ye bırakmak istemeyen Fransa, şimdiden AB kararlarıyla Suriye’nin AB içindeki mal varlıklarını dondurma, seçilmiş kişi ve şirketlere seyahat ve hava sahası kullanma yasağı, yaptırım uygulanacak Suriyeli üst düzey yetkililerin listesinin belirlenmesi gibi tedbirler oluşturdu.

Kısaca, ABD ve AB tarafından kendiliğinden düşmezse Suriye’deki rejimin değiştirilmesi yönünde, askeri seçeneklere varan bir kriz yönetimi sessizce ve oldukça planlı bir şekilde uygulanmaktadır. Obama’nın demeçlerinin tonundan, Angelina Jolie’nin ziyaretine, yabancı basın ajanslarının aylardır Hatay’ı mesken tutmasından, Türkiye’deki seçimlere, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün çıkışlarına ve Suriye hükümeti içinde savaş suçlusu ilan edileceklerin listesine kadar her şey bu kriz yönetimin bir parçasıdır. 

  <  Türkiye, '' Bir anda Demokrasi ve İnsan hakları Şampiyonu olarak ortaya çıkmış ve komşu bir ülkede Rejimin değişmesi gerektiğini ifade etmiştir. ''  >

Genişletilmiş ya da Büyük Orta Doğu Projesi’nin amacı ne demokrasi ne de özgürlük getirmektir. 
İki amaca hizmet etmektedir: 
   Seçilen Ülkelerde Rejimleri değiştirerek Batı yanlısı ve dışarıdan.., 
KONTROL EDİLEBİLİR İKTİDAR YAPILARI OLUŞTURMAK VE YABANCI DÜŞMANI OLMAYAN ILIMLI İSLAM TİPİNİ TÜM ORTA DOĞUYA YAYMAK TIR.   

Türkiye ne yapmaya Çalışıyor? 

Haziran 2000’de Hafız Esad’ın ölümü ve 13 Haziran 2000’de Cumhurbaşkanı Sezer’in de bu cenaze törenine katılması ile Türkiye-Suriye ilişkileri düzelme yoluna girmiştir. 
2003 yılından itibaren Suriye-Türkiye ilişkileri ekonomik, askeri ve siyasi alanlarda olumlu noktalara gelmiştir. 
2005 yılında ABD’nin Suriye Muhalefet Lideri adayı olarak sunduğu Ferid Gadiri’nin Türkiye’ye gelişine zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer onay vermemişti. 
Ancak, AKP, iktidara geldiği günden beri devlet olarak değil devletin kimi unsurlarını yedeğine almış bir operasyon partisi olarak hareket etmektedir. 
Yani AKP’nin izlediği politikalar genellikle bir devlet politikası olmaktan uzaktır. Bugün Türkiye adına politika uygulayanlar, iktidar partisinin bir kısım 
danışmanları ve onlara operasyonel olarak hizmet eden suni bir takım yapılanmalardan ibarettir. 

Daha açık olarak muhalefet, asker, devlet güvenlik kurumları ve dışişleri bakanlığının büyük kısmı hükümetin politikaları ve hedeflerinin ne tam olarak farkındadır ve ne de destekçisidir. 

Bu Gazze’ye düzenlenen operasyonlar için de böyleydi, Libya için de böyle oldu, Suriye için de böyledir. Askerlerin hükümet uygulamalarına sağladığı destek yasak savma kabilinden, geçiştirme tedbirlerdir. NATO kapsamında Libya için gönderilen askeri destek dış kapının boşa dönen tokmağıdır. 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun birkaç danışmanı ile oluşturduğu politikaların arkasında sanıldığı gibi yüzyıllık devlet kültürümüz değil, başka devletlerin yönlendirmeleri ya da hesapları vardır. 2003 yılı sonrasında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekterliği’nin kötürüm hale getirilmesi ve Dışişleri Bakanlığı’nın By-Pass edilmesi iç politikada olduğu gibi dış politikada da AKP hükümetine dış güçlerle birlikte bağımsız manevra alanı sağlamıştır. Bunun son adımı ise Ocak 2011’de Başbakanlık Kriz Merkezi Yönetmeliği’nin iptali olmuştur. AKP’nin Büyük Orta Doğu yönündeki niyetleri daha Irak Savaşı esnasında Irak’ın Kuzeyindeki gelişmelere ulusal çıkarlar yerine sözde daha büyük mercekten yani Orta Doğu penceresinden bakma motivasyonu ile başlamıştır. Bugün de ülke çıkarları yerine, din esaslı Kürtlerle ve Araplarla birlikte “ Mezopotamya Vizyonu ”, başta Dışişleri Bakanı Davutoğlu olmak üzere AKP’nin hayali olmuştur.3 

Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Sünni Araplar üzerinden bir strateji izlenmektedir. Nitekim Sünni algı nedeni ile bugün Hatay ve Adana bölgesinde yaşayan Aleviler de Suriye’ye karşı olumsuz tutumdan etkilenmiş ve gösterilere başlamışlardır. Türkiye, gerçekten ülke çıkarları yönünde hareket etmiş olsa idi öncelikle Suriye’deki istikrarsızlığın kendi lehine olmadığı gerçeğinden hareket ederdi. 

AKP, Washington tarafından geliştirilen ve merkezinde “Ilımlı İslam” siyasetinin bulunduğu Büyük Orta Doğu Projesi’nin stratejik bir ürünüdür. Dış güçler tarafından tasarlanmış, planlanmış ve sınırları çizilmiş bir projedir. Doğu’nun kalbine sokulmuş bir Truva Atı’dır.4 

ABD ve AB’nin operasyon partisi olan AKP, ülke içinde hukuk ve yasa dışı yöntemler kullanarak yürütülen Ergenekon operasyonları sayesinde önce ülke içinde rakiplerini yok etti ve yeni Anayasa ile Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejimini tamamen tasfiye aşamasına geldi. AKP, Batı hegemonya siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurlarından birisi ve suç ortağı, Batılıların Büyük Orta Doğu Projesi için içten kolaylaştırıcı (facilitator) olarak seçtikleri ve imal ettikleri operasyon partisidir. 

Batılılar, Türkiye’den sonra Orta Doğu’nun diğer ülkelerini de bir bir dönüştürürken, yabancı basında AKP’nin Türkiye’yi bölgesel güç yaptığı hatta Osmanlı İmparatorluğu’nu kurabileceği pompalamaları yapılmaktadır.5 

  < Türkiye’nin komşusu olan bir ülke ile ilişkisi, onun kendi iç dinamiklerine saygı göstererek, Kendi dönüşümünün gerçekleşmesinde talep edilmesi halinde destekvermek ve İşbirliği yapmak olmalı idi.  >

Ancak, muhafazakârlığın milliyetçi vasfına sahip olmayan İslamcı AKP’nin uzak hayalinde Osmanlı değil, “ Müslüman İmparatorluğu” bulunmaktadır. 
Şimdi AKP’nin Suriye’de gözettiği hedefleri inceleyelim; 


    - Batılı güçlerin AKP ile birlikte Suriye’yi tanıma ve yoklama döneminde 2011 Mart’ına kadar Başbakan Erdoğan, Suriye’yi eleştirmediği gibi ona yaklaştı ve böylece oluşan güven ortamında vizeler kaldırıldı, geçişler kolaylaştı. Bu dönem boyunca Suriye ile ilişkilerin yegâne Türk tarafı AKP yöneticileri idi. Wikileaks belgelerinde AKP-Suriye yakınlaşmasının İran’ı bölgede yalnız bırakmak amacına matuf olduğunun AKP yöneticilerince itiraf edilmesi anlamlıdır. Bu kapsamda, İran-AKP yakınlaşmasının da başından beri samimi bir içerik taşımadığı, AKP’nin sık gördüğümüz ikiyüzlülüğünün açık kanıtı oldu. 

   -Nisan 2011’den itibaren gösterilerin artması ile birlikte Erdoğan’ın söylemi birden değişmeye  başladı. Dışişleri Bakanı, Başbakanın özel temsilcisi, MİT Müsteşarı ve bazen Başbakan doğrudan telefon görüşmesi ile Beşar Esad’ı reformlar (!) konusunda ikna dönemine girdi. Kaddafi gibi Esad’ın da pabucu kolay bırakmayacağının anlaşılması üzerine, Batılıların empoze ettiği Suriye karşıtı atmosfer içinde Erdoğan, Beşar Esad karşıtı bir duruş ile doğrudan Suriye halkına hitap etmeye başladı. 

Suriye’den Türkiye’ye mülteci akını başlatıldı ve Türkiye kapılarını açtı. 

   -Suriye’deki çatışmalar devam ederken ülke televizyonu Sana News’de “Gelişmiş silahlar taşıyan eylemcilerin üzerinde Türk pasaportları ve sim kartları çıktığı” haberi yer aldı. 14 Haziran 2011 günü ise Press TV, Türkiye’yi ABD ve İsrail ile birlikte silahlı gruplara lojistik ve teknik destek vermekle suçladı. Müteakiben, AKP-Şam ilişkileri çatışma dönemine girdi ve “daha fazla sessiz kalamayız” diyen Erdoğan, Suriye’deki muhalif gruplara İstanbul ve Ankara’da imkânlar tanımaya başladı. Suriye’den yeni talep “insani davranmıyor” gerekçesi ile Beşar’ın kardeşi Mahir’in feda edilmesi idi. 

<  Batılılar, Demokrasi ve Özgürlükler adına çeşitli ülkelerde muhalif grupları örgütleyerek ve silahlandırarak iç çatışmalara yol açıp, sonra da bunları korumak için ^‘İnsan Hakları’ ^ gerekçesini Ortaya sürmek gibi tehlikeli bir oyunun içine girmişlerdir.     > 

 -Sırada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül vardı. Gül; “Suriye’yi  günlük istihbaratla takip ediyoruz. Sivil-asker en kötü senaryolara karşı hazırlığımızı yapmış vaziyetteyiz” dedi. 
Gül, Beşar Esad’ın gayretlerine “yetmez” dedi ve isteklerini  sıraladı. Gül’ün bahsettiği askeri seçeneklerin ne olduğu belli  değil ama Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Hatay bölgesine ziyareti bu kapsamda gönüllü bir desteği temsil etmiyor kanaatindeyiz. 

Kayda değer diğer bir tepki ise Cumhurbaşkanı  danışmanları Erşat Hürmüzlü’nün “Suriye’de devrimlerin  kaçınılmaz olduğu, BM’den Şam hükümeti aleyhine bir karar çıkarsa Türkiye’nin bu kararı destekleyeceği ve ülkede barış  isteniyorsa tek yolun demokrasi olduğu” açıklamasıdır. 
Türkiye, bir anda demokrasi ve insan hakları şampiyonu  olarak ortaya çıkmakta ve komşu bir ülkede rejimin değişmesi  gerektiğini ifade etmekte, ülke yönetimine baskı yapmakta, böylece dolaylı olarak halkı isyana teşvik etmekte, 

<  Genişletilmiş ya da Büyük Orta Doğu Projesi’nin amacı; Seçilen ülkelerde rejimleri değiştirerek Batı yanlısı ve dışarıdan kontrol edilebilir iktidar yapıları oluşturmak ve yabancı düşmanı olmayan '' ILIMLI İSLAM TİPİ '' ni  Tüm Orta Doğu’ya yaymaktır. >

Suriye Üzerine Oyunlar, Türkiye ve AKP muhalif grupları kendi ülkesinde toplamakta, akıl vermektedir. Türk televizyonlarındaki AKP eksenli yorumculara bakarsanız, Suriye’de demokratik, insan haklarına saygılı ve özgür bir toplumun 
gelişmesi tüm Orta Doğu’nun ve Türkiye’nin hayrınadır. Genel seçimler sonrası rahatlayan AKP, şimdi Suriye konusunda daha da aktif bir politika izlemektedir. AKP, Batı adına hemrejim değişikliklerini ucuza getirmek için hedef ülke liderleri üzerinde “ikna edici” rol üstlenmekte, hem de istedikleri meşruiyet desteğini sağlamaktadır. Sadece ülke içinde değil, dış politikada da AKP, bir operasyon partisi niteliği kazanmıştır. Ancak, AKP’nin bu operasyonları ne planlayacak ne de uygulayacak bir beyin takımı ve kadrosu vardır. ABD-AB-AKP ilişkilerinin tam bir panoramasının çıkarılmasının sadeceTürk ulusal güvenliği için değil, başta komşularımız olmak üzere uluslararası güvenlik için de önemli bir ihtiyaç haline geldiğini kaydetmeliyiz. 

<   AKP’nin izlediği politikalar genellikle bir devlet politikası olmaktan uzaktır. Bugün Türkiye adına uygulanan politikalar iktidar partisinin bir kısım danışmanları ve onlara operasyonel olarak hizmet eden suni bir takım yapılanmalardan ibarettir. >

Sonuç yerine 

Türkiye’nin komşusu olan bir ülke ile ilişkisi, onun kendi iç dinamiklerine saygı göstererek, kendi dönüşümünün gerçekleşmesinde talep edilmesi halinde destek vermek ve işbirliği yapmak olmalı idi. Bugün ise Suriye’deki gerginliklerin nihayetinde ya Beşar Esad bir şekilde çatışmaları kontrol altına alarak, yönetimini devam ettirecek ya da bu çatışmalar bir süre daha devam ederek, mevcut iktidarın yer değiştireceği bir kaos ortamına girilecektir. Ortaya çıkacak sonuç hiç de bazılarının iddia ettiği gibi demokratik ve modern Suriye olmayacak tır. Esasen ne Batı, ne de Türkiye’nin hesapları bunun üzerine değildir. Batılılar ve özelde İsrail, Esad rejimini değiştirerek Batıya müzahir bir Suriye yönetimi ile İran’ı yalnız bırakma ve Büyük Orta Doğu’da bir kaleyi daha ele geçirme peşindedir. Ancak, her iki durumda da Türkiye kaybeden taraf olacaktır. Beşar kazanırsa Türkiye, bir kuzudan bir aslan yaratarak gerçek bir düşman kazanacaktır. 
Artık, Beşar’ın Türkiye aleyhine her hareketi kendine göre meşru bir gerekçe taşıyacaktır. Beşar kaybederse, kazanan ABD, Fransa ve İsrail olacak, ortaya çıkan yeni kaotik rejimde Kürtlerin konumu Türkiye’nin başka bir baş ağrısı olacaktır. Kısaca, BOP’da sıra yavaş yavaş bize gelmektedir. 

Ulusal çıkar odaklı olmayan ve Batılılarla hareket eden bir yönetimin ülkeyi sürükleyeceği uçurum ancak bölünmedir. AKP, çok zayıf ve her an bozulabilecek iç ve dış dengeler üzerinde hareket etmektedir ve bugün gelinen aşamanın bir bozguna dönüşmesi çok zor değildir. Operasyon partileri, operasyonlar için vardır; günü gelince oyun biter, piyonlar torbaya girer. 


DİPNOTLAR;

1 Operasyon Partisi kavramı Merdan Yanardağ’ın “Operasyon Partisi (Bir ABD Projesi Olarak AKP)” isimli kitabından esinlenerek kullanılmıştır
2 Sait Yılmaz & Osman Akagündüz: Kürtler Neden Devlet Kuramaz, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2011), s.376-377. 
3 Gürkan Zengin: Hoca Türk Dış Politikası’nda “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, (İstanbul, 2010), s.154. 
4 Yanardağ: a.g.e., (2011), s.14. 
5 Newsweek: Osmanlı Canlanabilir, 14 Haziran 2011. 


***


29 Haziran 2016 Çarşamba

TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR



Yazar: Sait Yılmaz
29 HAZİRAN 2010 SALI    


Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı uzmanlar (!) eksikliği askerlere bırakarak, otuz senedir devam eden mücadelenin birikimine sahip komuta kademesine -içerikten yoksun önerilerle, akıl vermektedir.'Teröre karşı savaş evde kazanılamaz; ama evde kaybedilir' diyen Richard Perle, 'Şeytan'a Son' adlı kitabında şöyle devam etmektedir; 'Ulusal egemenlik bir hak olduğu gibi, aynı zamanda da bir yükümlülüktür. Ülke çıkarlarına göre gereken rolleri üstlenemeyen bir hükümet, hükümet olma haklarından mahrum kalır. ABD, kuruluşundan bu yana, bu ilke çerçevesinde hareket etmiştir.[1]' Büyük bir ülke ancak çıkarları söz konusu olduğunda kan dökmeye hazır olan ülkedir. Türkiye zaten kan dökmektedir ve egemenlik haklarımıza sahip çıkmadığımız ve ülke bütünlüğümüze yönelik saldırılara kaynağında müdahale etmediğimiz taktirde şehitlerimiz artacaktır. Bu makalede terörle mücadelede gelinen aşama ve yapılan hatalar konusuna değineceğiz ve önerilerimizi bir kere daha sıralayacağız. Ancak Türkiye'de bugün olup bitenler Irak'ın kuzeyi ile ilgili gelişmeler ile yakından ilgilidir. Bu nedenle Irak'ın kuzeyinde[2] ve terörle mücadelede bugüne kadar neler oldu, öncelikle bunu okumanızı tavsiye ediyoruz[3].
Terör örgütü ne yapmaya çalışıyor, kime hizmet ediyor?
Bütün terör örgütlerinin amacı; karşısındaki devleti askeri yollardan zorlayarak ve yıldırarak muhatap alınmak, devlet ile masaya oturarak, pazarlık yapmak ve böylece asıl gayret olan siyasi amaçlarına ulaşmaktır. Bu yüzden yapılan eylemler askeri sonuç almaktan çok psikolojik hedeflere yönelmiştir. Eylemlerin şok etkisi yaratacak şekilde yapılmasının nedeni, çözüm için kamuoyunda beklenti yaratarak ve devletin zayıf kaldığını göstererek kendi yandaşı siyasi unsurların 'siyasi çözüm' argümanı için elini güçlendirmektir. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken konu 'medya' faktörüdür. Terör medya ile yaşar, medyada yer almazsa eylem amacına ulaşamaz yani terörün yaşam fanusu medyanın eylemi haber yapmasıdır. Çünkü terör de, terörle mücadele de esasında psikolojik bir savaştır. Türkiye'de medyanın haberleri veriş şekli bir yana -medyamız öyle kuşatılmıştır ki, medya üzerinden sadece terör örgütü yandaşları değil, kendi dış kaynaklı gündemlerini Türkiye'ye taşımak isteyenler de bu eylemlerin arkasına sığınmaktadır. Bu konuyu terör örgütünün ne yapmak istediği ile ilgili kapsam dâhilinde açıklayalım.
Evet, Türk medyası öyle kuşatılmıştır ki, Türkiye'nin gündeminden pek çok konu kaçırılırken, dezenformasyon hat safhadadır. Medyayı kuşatan üç adres grubu terör örgütünün eylemlerinin arkasından kendi mesajlarını vermektedir. Bu adreslerin birincisi medyayı saran ve her eylemin arkasından demokratikleşme ve AB reformları masalını anlatan post-modern, 2. Cumhuriyetçi, 'etki ajanları' takımıdır. Bunlara göre terörle mücadelenin başarısı AB reformlarına ve demokratikleşmeye bağlıdır. Ancak, bu reformların bugüne kadar hiçbir işe yaramadığı gibi, bire bir PKK'nın istekleri ile uyuştuğu, terörü azdırdığı ve güvenlik güçlerinin elini-kolunu bağladığı söylenmemektedir. Hatta, bizzat PKK'nın AB reformlarını engellemek için eylem yaptığı yalanı uydurulmaktadır. AB ilerleme reformlarında terörle mücadele kapsamında istenen tüm reformlar PKK'nın kongrelerinde istenenler ile aynıdır (Tablo 1). AB süreci kapsamında istenen reform ve demokratikleşme istekleri aslında Türkiye'nin bölünme ve parçalanma sürecinin devamıdır. PKK'nın eylemleri de bu amaca hizmet etmektedir.
Tablo 1: Avrupa Birliği Reform İstekleri, Türkiye ve PKK
AB Reform İsteği

PKK Kongreleri Yapılan Reformlar

OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır. (Kopenhag kriterleri)
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır.
İdam cezasının Öcalan'ı kapayacak şekilde kaldırılması (2002) OHAL ve DGM'ler kaldırıldı. (2004)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır. (2001 İR)
Türkçe dışındaki dillerin eğitilmesini destekler nitelikte, uygun tedbirler kabul etmek. (KOB, 2005)
Türkçe dışındaki dillerde radyo/ televizyon yayınlarına etkin şekilde erişim sağlamak. (KOB, 2005)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır.
Kürtçe dâhil Türkçeden başka dil ve lehçelerde yayın ve eğitim yapılması olanağı getirildi. (2002)
Kürtçe eğitim görmek için dilekçe verenler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar düştü. (2003)
TRT Şeş TV kanalı ve Kürtçe radyo yayına başladı. (2009)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir. Görüşlerini şiddet içermeden dile getirdiği için hakkında dava açılan veya hüküm giyen kişilerin durumlarını iyileştirmeye devam etmek. (KOB, 2005)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir.
Propaganda ancak şiddet ve terör eylemlerini teşvik etmesi halinde suç sayıldı. HADEP ve DEHAP ile ilgili bazı davalar düştü. (2003). CMUK'nda AİHM kararları doğrultusunda yargılamanın iadesine gidebilme hakkı. (2003)
BM temel vatandaşlık hakları. (İlerleme raporları)

Kürt Kimliğinin tanınması

Çocuklara Kürtçe isim verilebilmesi (2003)
Güneydoğu'daki korucu sistemini kaldırmak. (KOB, 2005)
Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
Yardım ve yataklık fiili ile ilgili düzenlemeler yumuşatıldı. (2003)
Kaynaklar: AB İlerleme Raporları, PKK 7. ve 8 Kongre Kararları, AB-Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi (2005), Fikret Bila: "Hangi PKK?", Ümit Yayıncılık, 3.Baskı, (Ankara, 2004), 172-173.

İkinci adres gurubu Barzani'nin küstahlığı ile bize yansıyan aslında Amerikanın sesi olan medya ve parti uzantılarıdır. Bunların mesajı; 'Sakın Irak'ın kuzeyine girmeyin, Kürtlerle iyi geçinin' diyen, bize Barzani'yi muhatap aldıran mekanizmadır. TSK., otuz yıllık terörle mücadelesinde 1990 ve 2003'e kadar olan süreçte iki defa PKK'yı yok olma noktasına getirmiş ancak bölücü örgüt Irak'ın kuzeyinde hayat bularak tekrar canlanmıştır (Tablo 2). Bugün ise Türk Ordusunun Irak'ın kuzeyine girmesinin önlenmesi için Barzani ile iyi geçinmek ve istihbarat desteği yalanı uydurulmuştur. Amaç, sadece Kürdistan'ı yaşatmak değil, PKK'ya hayat sahası sağlamaktır. Üçüncü adres grubu ise Öcalan ve DTP tayfasıdır. Onların söyledikleri gayet açıktır; siyasi çözüm diyerek, PKK'nın ve Öcalan'ın muhatap alınması, Kürt kimliğinin tanınması ile başlanarak self-determinasyona giden yolda Türkiye'nin iç hukukunda zemin kazanmaktır. İşte, terör örgütünün eylemleri bu üç adresin kendi gündemlerini uygulamasına hizmet etmektedir.

PKK eylem yapıyor;

- Öcalan'ı muhatap alalım hatta serbest bırakalım diye, devletten koparacağı tavizler ile kendi yandaşlarına gücünü göstermek ve moral vermek, örgüt liderlerini kahraman yaparak siyasi arenaya sokmak için,
- DTP bundan sebeplensin, PKK tehdidi ile kendi siyasi yaşamına devam etsin, devletin imkânlarını PKK için kullansın,
- Barzani ve Talabani'yi muhatap alalım, rahat rahat Kürdistan'ı kursunlar, hatta büyük Kürdistan için hamilik yapalım, Türkiye; Kerkük ve Türkmenlerin haklarından vazgeçsin,
- ABD'ye hep muhtaç olalım, sözünden çıkmayalım, Kürdistan'a yerleşsin, Irak ile ilgili planları bozulmasın hatta öyle zor durumda kalalım ki, İran ve Afganistan için de koşulsuz destek verelim, sadece Kürdistan'ı değil Büyük Ermenistan ve bölgede planladıkları diğer yeni ülke-inşalarına da alet olalım,
- AB reformcuları Kürt kartı ile Türkiye'yi bölsün ve Türkiye, AB'ye giremeden parçalansın,
- Yunanistan, Ermenistan, İran -şimdi buna İsrail'i ekleyelim, Türkiye'yi köşeye sıkıştırsın, güçsüz bıraksın, ülke kaynaklarını terörle mücadeleye harcasın diye.
Tablo 2: Irak'ın Kuzeyi ve PKK Dönem PKK Körfez Savaşı
(1884-1990)
Bu savaştan önce bitme noktasına gelen PKK, savaş sonrasında Irak'ın kuzeyinde yeniden güçlenmiştir. Saddam'ın saldırıları kullanılarak 'Kürt sorunu iddiaları' dünya kamuoyuna mal edilmiştir.

Çekiç Güç Dönemi
(1991-2002)

36. paralelin kuzeyi Saddam'a yasaklanırken, Çekiç Güç sayesinde PKK'ya korumalı bölge oluşmuş ve Kürt gruplar bağımsız bir devletin temellerini atmıştır.
Irak Savaşı (2003-Devam)
Bu savaştan sonra Türkiye kendi coğrafyasına hapsolurken, PKK çok büyük bir serbestlik kazanmış, çok miktarda silah ve malzeme ele geçirmiştir.
Kaynak: 25.Genkur.Bşk.E.Org.Yaşar Büyükanıt: "Terörle Mücadelenin Hukuki Boyutları", Beykent Üniversitesi BÜSAM Konferansı, (25 Şubat 2010).

Terörle mücadelede geldiğimiz aşama ve yapılan hatalar.

Yukarıda da açıklandığı gibi Türkiye, bölücü terörle mücadelenin 1984-1990 ve 1990-2003 arasındaki dönemlerinde askeri alanında başarılı olmuştur. 2003 Irak Savaşı sonrası Irak'ın kuzeyinde yeniden canlanan terörün tekrar askeri sahada yok edilmesi ise Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yönetimi denilen cerahatin akıtılmasına ve PKK bataklığının kurutulmasına bağlıdır. Ancak, terörle mücadele sadece askeri sahada kazanılmaz. Bugüne kadar terörün tekrar canlanmasında askeri olarak ABD'nin Irak'ta oynadığı roller kadar, içeride ve dışarıda hükümetlerin yaptığı hatalar önemli rol oynamıştır. 1990'lu yılların ikinci yarısına kadar terörle mücadeleyi sadece askerlerin işi olarak gören hükümetler, terörün ülke içi kaynaklarının kurutulması ve kazanılan askeri başarıların siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel tedbirlerle tamamlanması için gerekli tedbirleri almadılar. Hükümetlerin vizyonsuzluğunu 1997 yılında başlayan Avrupa Birliği süreci ile yabancı ülkeler tamamlamaya başladı. Sadece terörle mücadelenin alt yapısı değil, ülke güvenlik sisteminin temel unsurları da AB üyelik süreci dâhilinde reform diye diye bir bir etkisiz hale getirildi.

AB süreci ile PKK, askeri sahada mücadele ile elde edemeyeceklerini siyasi yoldan kazanmaya başladı. Önce idam cezası kaldırıldı, arkasından sözde düşünce suçlarının önüne geçmek (!) gerekçesi ile PKK yandaşlarının dilediğini söyleme yani propaganda özgürlüğünün önü açıldı, DEHAP ve HADEP yöneticileri dâhil pek çok bölücü hapisten kurtuldu. Getirilen özgürlükler (!) ile terör örgütünün siyasi uzantıları Meclis'e girdi ve açıktan propagandaya başladı. Ele geçirilen belediyeler ile devletin imkânları PKK'ya sunuldu. Bu özgürlükler şu an PKK eylemlerinden daha fazla ülkeye zarar vermektedir. Yetmedi, eğitim ve yayın hakkı diye verilen ayrıcalıklar ile bölge halkına sanki terör haklı imiş ve bölücüler de gerçekten haklarını savunuyormuş imajı verildi. Son olarak yapılmaya çalışılan 'Demokratik Açılım' ise bu imajı kuvvetlendirdi. İşte PKK bu yüzden eylemlerini artırdı. Yani daha çok taviz almak ve güçlü olduğunu kabul ettirmek, yıldırmak. Şunu kesinlikle kafamıza yazalım; terör eylemleri taviz verildikçe azar, terör hiçbir zaman tam olarak bitmez, çünkü bu bir tür kanserdir, ancak kontrol altına alabilir. Bu hastalığa vereceğiniz tavizler ancak azmasına neden olur.

AB reformları terörle mücadelede Cumhuriyet Savcılarının uygulama ve yorum farklılıklarına neden oldu. Bu durum askeri birliklerin adli yetkilerini belirlemede tereddüde yol açtı. Aynı tereddüt suçüstü yakalamada; konut, iş yeri ve kamuya açık olmayan alanlara kolluk kuvvetlerinin girme yetkisinde yaşanmaktadır. AB süreci ile yaşanan tahribat bununla da kalmadı. 1997 yılında düzenlenen Susurluk komplosu ile ülkenin istihbaratı derin yara aldı. Derin devlet ve çeteleşme iddiaları ile o güne kadar hukuksal altyapısı sağlam olmayan istihbaratımızın iyice eli kolu bağlandı. İstihbarat yapmak ve örtülü operasyonlar, AB'ci medyanın propagandası ile anti-demokratik ve bir suç gibi gösterildi. Yetmedi, bu sefer AB, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne (MGK GS) el attı. 2003 ve sonrasında yapılan reformlar ile MGK GS'nin istihbaratı koordine, psikolojik harekat faaliyetleri yok edildi, sıradan bir araştırma merkezi haline getirildi. Devletin daha önce ülke güvenliği adına yaptığı her çalışma (siyaset belgesi, rapor, plan vb.) gizlilik kuralları hiçe sayılarak medyaya servis edildi. TSK ve hukuk sistemimizin yıpratılması ile ilgili medyanın AB ajanları merkezli faaliyetleri halen devam etmektedir.


Şimdi de gözlerimizi terörle mücadelenin bizden saklanan coğrafyasına çevirelim yani Irak'ın kuzeyine. Irak'ın kuzeyinde olup-bitenler son birkaç yıldır bundan sebeplenen medya-holding ilişkilerinin da katkıları ile Türk kamuoyundan gizlenmektedir. Peki, nedir resim? Kürdistan karşılığında PKK kartı ile Kürdistan ve Barzani'nin serpilmesinin önü açılmıştır. 300 kadar aç gözlü Türk şirketi para kazanacak diye Kürdistan'ı elimizle kurmaktayız. Burada PKK ile mücadele için bize; Erbil'de PKK mahalleleri kuran ve Büyük Kürdistan için Türkiye içinde altyapı oluşturmakta olan Barzani ile iyi geçinme tavsiye edilmiştir. Üstelik askerimiz Irak'ın kuzeyini rahat bıraksın diye istihbarat desteği yalanı uydurularak PKK ile mücadele hava harekatına bırakılmıştır. Hava harekatı ile terörist avlanmaz. Hava harekatı ve uydu istihbaratı ile terörist avlansa idi önce ABD bunu Afganistan ve Irak'ta kendisi başarırdı. Nisan-Mayıs aylarında yüzlerce terörist sınırdan geçerken ABD istihbaratı nerede idi? Özetle, Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan'ın kurulmaması, Türkmenlerin hakları ve Kerkük'ün statüsü gibi çıkarlarımız kamuoyundan saklanmış, çıkarlarımız PKK'ya indirgenmiş, o da Barzani ve ABD'nin insafına bırakılmıştır. Bu tezgahın arkasında Barzani'nin Türkiye içindeki bağlantıları kadar, ABD'nin Adana Konsolosluğu da etkindir.
PKK ve Kürdistan tasfiye edilerek psikolojik savaş kazanılmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi terörle mücadele öncelikle beyinlerde kazanılması gereken psikolojik bir savaştır. İçimizdeki bozguncu ajanların; " Terörle mücadelede askeri yoldan sonuç alınamaz.", " Siyasi çözüm, demokratik haklar verilmelidir." gibi argümanları; askeri başarısızlığına rağmen PKK'nın amacına siyasi yoldan ulaşması için uydurulmuş kılıflar ve onun muhatap alınma, pazarlığa oturma sürecidir. Bölgedeki ekonomik koşulların iyileştirilmesi argümanı ise terörün kaynaklarının kurutulması için yararlı ancak ülkenin genel koşulları itibarı ile gerçekleşmesi uzun zaman alacak ve işe yarayacağı garantili olmayan bir politikadır. 

Terörün IRA, ETA ya da BASK gibi örneklerine baktığımızda ekonomik koşulların iyi olmasının beyinlerdeki terör fikrini engellemediği açıktır. Terör ile mücadelenin beyinlerde kazanılması için PKK ve Kürdistan fikri beyinlerden silinmelidir. Bunun da yolu PKK ile birlikte Kürdistan fikrinin Irak'ın kuzeyindeki coğrafyadan silinmesi, umut olmaktan çıkarılmasıdır.
Türkiye'nin terörle mücadelede yeni politika ve stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Bu politikaların başında AB ve ABD'nin dümen suyundan terör ile mücadele edilmeyeceğini kabul ederek; kendi çıkarlarına, kendi gücüne ve kaynaklarına dayanarak hareket etmek gelmelidir. Kimse bizim için terörist yok etmez. Hele o teröristler kendilerinin bölgede kalışı ve çıkarları için iyi bir enstrüman ise. Türkiye'nin demokratikleşme diye bir sorunu yoktur, ülkemizin demokrasi koşulları pek çok ülkeden iyidir, gerçek olan bu özgürlüklerin Türkiye içinde bölücüler tarafından kötüye kullanıldığıdır. Özetle, ABD ve AB ile birlikte terörle mücadele yürümez, kendi iç şartlarımıza göre politika ve strateji üretmeli ve kendi kaynaklarımıza dayanmalıyız. Öncelikle içimizdeki psikolojik savaş zinciri kırılmalı, kurulacak yeni bir bilgilendirme alt yapısı ve uygun stratejiler ile halkın umudunu devlete bağlaması sağlanmalıdır. Bu yönde hala PKK'yı yöneten Öcalan ve DTP de tasfiye edilmeli, bölücülük yapanların siyasi geleceği tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca, demokrasi masalcısı, AB'ci bölücülerin tasfiyesi ile ilgili süreç başlatılmalıdır.

PKK ve Kürdistan'ın tasfiyesi sadece askerlere bırakılmamalıdır. Devletin yumuşak gücü ile askeri gücünün uygun bir karışımının sağlanacağı 'akıllı güç' kurgusu oluşturulmalıdır. Yumuşak güçten kastettiğimiz askeri güç dışındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer güç kaynaklarının sonuç alacak şekilde ABD'de de olduğu gibi bir kurgu haline getirilmesidir. Bunun Türkiye için nasıl yapılacağı ile ilgili görüşlerimiz saklıdır. Sonuçta askeri güç PKK ve Barzani'yi askeri olarak tasfiye ederken, yumuşak güç; bunun öncesi ve sonrasını hazırlayacak yani Irak'ın kuzeyini Türkiye çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürecektir. Bunun için MİT'in dış istihbaratının ve örtülü operasyon kabiliyetinin güçlendirilmesi kadar, askeri istihbaratın da güçlendirilmesi, kendi ihtiyacı olan operasyonel istihbaratı yapabilmesi için hukuksal altyapısı sağlanmalıdır. EGM istihbaratı, PKK ve uzantılarının ülke içindeki ve dışındaki bağlantılarına ve etki ajanlarına odaklanmalıdır. İçimizdeki etki ajanları ile mücadele için gerekli hukuksal mevzuat yeterli olmadığından Almanya'daki Anayasa'yı Koruma Başkanlığı benzeri bir yapılanma sağlanmalıdır. Askeri seçeneklerin çeşitlendirilmesi için ABD'nin Irak'ta bol bol kullandığı gibi Özel Askeri Şirketler kurulmalı, anti-PKK şeklinde örgütlenecek bu yapılar pro-aktif olarak PKK'yı bulmalı ve yok etmelidir. Bu konudaki detaylı görüşlerimiz de saklıdır.

Şimdi gelelim hala; - ABD ve AB ne der ? diyenlere.. 

PKK teröristleri Irak'ın kuzeyinden ülkemize sızıp, eylem yaparken ABD bize demokratikleşme önermekte ve Barzani ile iyi geçinme tavsiye etmektedir. 
4000 km. öteden gelip, BM kararı olmadan tek taraflı olarak Irak'ı işgali eden ABD'nin kendi çıkarları uğruna Irak'a getirdiği demokrasi ve özgürlük ortamı ile ABD'nin siyasi etiği ortadadır. 

Oyun bitmemiştir. 

Orta Doğu, yeni harita değişikliklerine gebedir ve bunun en kolay yırtılma noktası Irak'ın kuzeyidir. ABD, sözde Irak'ın istikrarı uğruna Türk askerinin kuzeye girmesini istememektedir ama daha 2003 yılında yapılan görüşmelerde Kürt bölgesine yaklaşmamamızı isteyerek Kürdistan'ı kurma niyetini belli etmişti. Fiilen kurulmuş olan Kürdistan yavaş yavaş kemikleşmekte ve ABD üssü olmaya hazırlanmaktadır. Korkunun ecele faydası yoktur, cesur olalım, Türkiye ile Irak'ın kuzeyini kıyaslarsak bir merminin bir camı parçalaması gibidir. Kendi çıkarlarına sahip çıkmak için bir bütün olan ve terörü yok eden bir Türkiye, Batının çok daha saygın bir üyesi ve ortağı olacaktır.

Sonuç Yerine

Türkiye için Irak'taki gelişmeler beka seviyesinde önem taşımaktadır. Irak'ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye'nin millet ve toprak bütünlüğü dâhil birçok iç dinamiğini tetikleyecek potansiyele sahiptir. Türkiye'nin çıkarlarının önündeki öncelikli tehdit; sanıldığı gibi PKK değil, Barzani ve onun bağımsız devlet kurma hayalleridir. Ancak, Irak'ın kuzeyinde Kürt devletinin güçlenmesi ve Türkmenler ile ilgili olumsuz gelişmeler; basit ticari çıkarlar ve ABD ile yapılan örtülü siyasi hesaplar peşinde Türk kamuoyu gündeminden düşürüldü. Gelinen aşama PKK'ya karşılık Kürdistan pazarlığı olarak gözükse de, PKK ile ilgili sağlanan dış desteğin açılım örneğinde olduğu gibi bir ABD illüzyonu olduğu açıktır. 

Türkiye'nin Irak'taki çıkarları PKK'ya karşı verilen sınırlı desteğe indirgenmiştir. Türkiye'ye verilen PKK'ya karşı sözde istihbarat ve operasyonlara izin ise gerçekte 'tavşan kaç-tazı tut' oyunundan başka bir şey değildir. Nitekim hava harekâtından bugüne kadar PKK alt yapısı ve güçleri çok az hasar aldı[4]. Türkiye, Irak ve Irak'ın kuzeyindeki menfaatlerini ABD ile uyum içinde gerçekleştirmek gibi boş bir arayışın içine girmiştir. Türkiye, ABD ile ikili ilişkilerinde 'kontrolü kriz' çıkmasından çekinmemelidir.

Gelişmelerden hoşlanmadığı için bunları yokmuş farz eden bir ülke ağır bedel ödemek zorunda kalabilir. Kürtleri ve ABD'yi en çok tedirgin eden husus, Türkiye'nin bölgeye müdahale olasılığıdır. Irak'ın kuzeyi ile ilgili çıkarlarımız ABD ve AB'nin güdümünde sağlanamaz çünkü Irak'taki ve genel olarak Orta Doğu ile ilgili çıkarlarımız Batı ile uyuşmamaktadır. Türkiye'ye biçilen rol; Orta Doğu harita değişiklikleri ile birlikte Batının çıkarlarına uygun rejimlere ve devletlere dönüştürülürken, sadece etrafında olup bitenlere ikna olmak değil, kendi bölünmesine de rıza göstermek hatta destek olmaktır. Irak'ın kuzeyinde vakit daha geç olmadan yeni stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Asıl önemli olan PKK taktik kartına karşılık Kürdistan'ı kurdurmamaktır. 
Bunun için öncelikli hedef Barzani yönetimi olmalıdır. Irak'ın kuzeyine yapılacak askeri harekatın hedefi; Kürt yönetiminin bir an öncesi tasfiyesi ve Türkiye'ye müzahir bir bölgenin şekillenmesi için gerektiği kadar sürdürülecek bir tampon bölge oluşturulması olmalıdır. Nihai durumda Irak'ın kuzeyindeki Kürt-ABD ittifakının yerini ABD ile çıkar bileşkesi sağlamış bir Türk denetim sistemi almalıdır. Aksi takdirde yapması gerekenleri yapmayan, görmezden gelen, küçük siyasi ve ekonomik rantlar uğruna basiretsiz ve korkak davrananları.., 
Tarih affetmeyecektir.



[1] Richard PERLE & David FRUM, "Şeytana Son, Terörle Savaş Nasıl Kazanılır", TRUVA Yayınları, Temmuz 2004, s.126.

[2] 'Kuzey Irak' diye tanımlanmış bir coğrafi bölge bulunmamakla birlikte, bu terim Kürtlerin Irak'ta yoğun olarak yaşadığı bölgeyi tarif etmek için maksatlı olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, Irak'ın bütünlüğüne referans yaparak, bölge için 'Irak'ın kuzeyi' terimini kullanmaktayız.

[3] Sait YILMAZ: Irak'ın Kuzeyi ve Türkiye, http://www.beykent.edu.tr/dosyalar/Irak_Kuzeyi_Son.pdf

[4] PHILIPS, David L.: Confidence Building Between Turks and Iraqi Kurds, The Atlantic Council, Washington D.C., 2009, p.19.




..