Notlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Notlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2017 Salı

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 3


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 3





İSRAİL ve ABD 

Denebilir ki, ABD ve İsrail’in Kürt milliyetçiliği meselesine yönelik çıkarları arasındaki fark politikaları arasındaki farktan daha fazladır. İsrail’in “vaat edilmiş topraklar” peşinde koşan bir dış politikası ve stratejisi var mıdır? Bu sorunun cevabı “evet” ya da “hayır” olabilir ama bu araştırılması ve tabu olmaması gereken önemli bir konudur. İsrail’in bölgedeki ülkeleri atomize etme 
yönünde bir isteği ve belki de çabası olduğu yönünde genelde kabul gören bir anlayış vardır. 

Türkiye’nin İsrail’e karşı bırakın tehdit olmayı sorun dahi çıkarmadığı dönemlerde bile bu ülkenin hem K. Irak Kürtlerini hem de PKK’yı desteklediği düşünülmektedir. İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış 
bir çaba içine girebilir. Bu nedenle, İsrail ile bozuşmanın Türkiye için varoluşsal bazı riskleri olabileceğini söylemek “İsrail muhipliği” olarak algılanmamalıdır. Tabii bu aşamada İsrail’in Türkiye’den ümidi kalıcı olarak ne zaman keseceği, istese bile bir Kürt devleti kurulmasını tek başına sağlayıp sağlayamayacağı gibi sorular akla gelmektedir. 

< K. Irak Kürtlerinin Türkiye’ye bağımlılıkları Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılamamıştır. >

Türkiye AKP döneminde dış politikada İran ve Suriye ile yakınlaşır ve İsrail’den uzaklaşırken Kürt meselesini “kullanma sırası” da el değiştirmektedir. 
İsrail’in K. Irak Kürtleri ile ilişkisinin uzun tarihi bilinmekte ve PKK ile de bir bağlantısı olduğundan şüphelenilmektedir. Ancak bu ikincisi ile ilgili şüphelerle kanıtlar arasında bir uçurum olduğunu da kabul etmeliyiz. İsrail’in “dostları” dahil herkes aleyhinde “kartlar biriktirmeye” meraklı olduğu, bunu “radarlara yakalanmadan” yapmaya ehil olduğu ve aslında bu topraklarda gözü olduğu yönündeki varsayımlara dayalı bu şüphe Türklerde oldukça güçlüdür. 

Bu tür sorulara aşağıdaki türden neden, motivasyon ve açıklamalar sayılabilir. ABD, 

• Bölge ülkelerini korkutmak ve onları diken üstünde tutmak için, 
• Kürt meselesini bölgedeki gelişmeleri etkileyen bir araç olarak kullanmak için, 
• Geçmişte birçok kez kullanıp sonra ortada bıraktığı Kürtlere “haklarını” geç de olsa teslim etmeyi bir tür ahlaki ve emperyal sorumluluk olarak gördükleri için, 
• Kendine bağımlı bir Kürt devletinin enerji, üs, istihbarat sağlayarak kendi işine yarayabileceğini ve böyle bağımlı bir devletle petrol anlaşmaları yaparken daha rahat ve buyurgan olabileceğini hesaplayarak (zannederek), 
• İçgüdüsel olarak ve üzerinde yeterince düşünmeden, devletleri etnik ve mezhep açısından bölmeyi ve bu parçaları sürekli birbirleriyle kavgalı tutma güdüsüyle, 
• Bölme seçeneğini bugün için değilse bile bir ihtimal olarak saklı tutmak için, 
• Kendi çıkarlarından bağımsız olarak bunun İsrail için iyi olacağını hesaplayan Lobi’nin etkisiyle, Kürt devletinin kurulması yönünde adımlar atıyor olabilir. 

ABD’nin devlet politikası Kürt devleti kurmak değilse bile, bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğuna inandıkları düşünülebilir. 

Irak’ın parçalanmasının İsrail ve ABD açısından sonuçları neler olabilir? Bu sonuçlar öngörülebilir mi? ABD ve/veya İsrail bu sonuçları öngörebileceklerini düşünürler mi? Özellikle 2003–2007 arasında Irak’ta yaşananlar ABD’ye böyle büyük çaplı ve kompleks süreçleri öngörme ve yönetmenin zorluğu ve “jeopolitik mühendislik denemelerinin” beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarabileceğine dair dersler vermiş olmalıdır. Ayrıca yaradılış olarak muhafazakâr ve temkinli bir karaktere sahip Obama’nın Irak’ı bölme sürecinin ABD lehine yönetilebileceği konusunda çok şüpheci olacağını varsayabiliriz. Obama’nın önüne bu yönde görüş ve planlar geldiğinde/gelirse buna iltifat etmeyeceğini söyleyebiliriz. Ama elbette ABD dış politikasında Başkan’ın kontrolü ve hatta bilgisi dışında unsurlar olabileceği ihtimalini de kolaylıkla savuşturanlardan değiliz. Tekrar seçilmesi halinde 6 yıl daha Başkanlık yapacak olan Obama’nın kişisel olarak Kürt devletine ebelik yapmak gibi isteği ve hatta belki de lüksü olduğunu düşünmek zordur. Ama aynı Obama, aslında S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin içinde demokratikleşmeyi Bush gibi büyük bir tantana ile desteklemekten kaçınsa da, Türkiye’de Kürt meselesi konusunda 
siyasal sürece müdahil olmakta bir sakınca görmeyebilmektedir. Bunun nedenlerinden biri Türkiye’nin kendi iç işlerine müdahale edilmesine açık ve hatta istekli bir görüntü vermesi olabilir. 

ABD’ye, eğer bir Kürt devleti kurulursa bunun büyük ihtimalle sürekli komşularıyla ve kendi içinde çatışma yaşayan ve bu nedenle sahip olduğu enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara taşımakta büyük zorluk çeken, otoritesini toprakları üzerinde tam kuramayan, uyuşturucu ve uluslararası terör örgütlerinin muhtemelen kendilerine liman bulabileceği bir “başarısız devlet” olacağı anlatılmalıdır. 

<  İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir. >

Eğer Kürtler bir şekilde “kirişi kırabilirlerse” geride kalan Şiilerle Sünnilerin de beraber yaşamayı başaramayacakları ve ortaya en azından bir süre için ve bir derece İran’ın kontrolüne girebilecek bir Şiistan ile başta Ürdün olmak üzere birçok Arap devleti için istikrarsızlık kaynağı olabilecek bir Sünnistan 
çıkacağı düşünülebilir. Bunlar ABD ve İsrail’in mutlu olacağı gelişmeler değildir. Bunlara ek olarak bölünme sürecinin hızlı, kolay, kansız ve düzenli olmayacağı ve Irak’ı oluşturan grupların birbirleriyle ve alt grupların kendi içlerinde sonu gelmeyen Lübnanvari bir iç savaş senaryosu da yazılabilir. 

Batı Türkiye’yi “elinden kaçırdığını” düşünmeye başlarsa Kürt meselesinde Türkiye aleyhine pozisyonlar almak ve eyleme geçmek konusunda kendini daha rahat ve hatta istekli hissedebilir. Ancak buradaki soru ve sorun Türkiye kendisine büyük bir bağlılık ve “muhabbetle” sarıldığında bile Batı’nın aslında bu tür bir yaklaşımı olup olmadığının açık olmamasıdır. Kürt devletinin kurulma ihtimali, kurulursa Türkiye’ye zarar verme şekli ve ABD’nin bu süreçteki niyet, 
plan, yetenek ve çabalarını abartmanın da zararları olabilir mi? Bu korkular bir şekilde Türkiye’ye zarar verecek gelişmelerin gerçekleşme ihtimalini arttırıyor olabilir mi? Acaba gereksiz bazı evhamlara kapılarak bir Kürt devleti ihtimalini arttırıyor, bunu başkalarının “aklına getiriyor”, onlara bizi korkutma ve bize dolaylı ve muğlak bir şekilde de olsa şantaj yapma imkanı veriyor olabilir miyiz? Belki. Ama ABD Türkiye’ye zarar verecek gelişmeler için bir çaba içinde 
değilse bile bu tür şüpheleri savuşturma yönünde özel bir çaba da göstermiyor gibidir. Bu çaba eksikliği, niyetleri ile ilgili Türk kamuoyunun büyük bir kısmında olan kuşkuların boyutunun farkında olmadığı, durumun vahametini kavramadığı ya da belki de bunun problem olarak görmenin ötesinde kendine avantajlar sağladığına inandığı şeklinde yorumlanabilir. 

Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürt meselesi konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır. 

ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. 

Sorunun uluslararasılaştırılması kaçınılmaz değildir ama ciddi bir ihtimal haline gelmektedir ve Türkiye açısından ciddi riskler barındırmaktadır. 

Önümüzdeki dönemde PKK’nın ateşkes ve silah bırakma safhalarında konuyu bu düzleme getirmek isteyeceğini tahmin etmek zor değildir. ABD bir Kürt devleti kurulmasını özel olarak istemiyor ve bunu çabalamıyorsa bile sanki en azından o ihtimali ortadan kaldırmak da istememekte ve “gerektiğinde elinin altında böyle bir seçenek olmasını” arzu etmektedir. Ayrıca ABD bölgeden çok uzakta olduğu için sonuçlarına ancak kısmen kendi katlanacağı için Türkiye’den farklı olarak hata yapma lüksüne sahiptir. 

Türkiye PKK’ya destek veren ve göz yuman aktörlere karşı kapsamlı, kararlı, sabırlı ve bedellerini de ödemeye hazır olduğunu gösterdiği bir cezalandırma politikası güdememiştir. Türkiye’nin bölünmesi mümkün müdür? İsrail ve/veya ABD bunu ister mi? 

Bunun mümkün olduğunu düşünüyorlar mı? Bunun için çaba harcıyorlar mı? Şimdi değilse bile “gerekirse” harcarlar mı? Nasıl? Böyle bir istek ve planları varsa bile onları vazgeçirmek mümkün olabilir mi? Buna karşılık şöyle diyenler çıkabilir: “Nereden çıkarıyorsunuz bunları? Bunu niye istesinler? Adamların zaten yeterince derdi var. Bir de böyle bir şeyle niye uğraşsınlar? ABD Irak’ı bölen güç olarak görülmek istemeyecektir. Bir Kürt devleti ve onu ortaya çıkarmak İsrail ve/veya ABD için yarattığı imkânlardan çok daha fazla zorluk ve sorun çıkarır. Hem böyle bir şey isteseler bile buna güçlerinin yeteceğini niye düşünüyoruz? “Türkiye’nin bütünlüğünü başka ülkelerin iyi niyetine, insafına ve akıllı olmasına bırakmak doğru olmaz. K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulması ve ABD’nin bunu resmen tanıması, koruması ve desteklemesi durumunda Ankara’nın Washington ile ilişkisini toptan değiştireceğini ABD’ye hiçbir şüpheye yer kalmayacak netlikte anlatmak lazımdır. 

SONUÇ 

Bazıları artık bağımsızlığın PKK’nın söyleminden bile düştüğünü söyleyerek farazi olarak da olsa “Kürt devleti” hakkında bu kadar konuşmanın ve kafa yormanın “modası geçmiş”, gereksiz, anlamsız ve son tahlilde zararlı olduğunu iddia edebilir. Ama bölünme endişesini temelsiz ve kendine güvensiz bir “paranoya” diye niteleyen ve kolaylıkla karikatürize edenler aslında Türkiye’yi önemli bir entelektüel savunma hattından mahrum bırakıyor olabilirler. 
Türkiye bir Kürt devletinin Kürtler dâhil herkes için büyük riskler, belirsizlikler ve zorluklar ortaya çıkaracağı, maliyetinin getirisinden çok daha fazla olacağı, “nereden bakarsanız bakın buna değmeyeceği” konusunda eğitici bir rol üstlenmelidir. 
AKP’nin Türk siyasi hayatını domine etmesi, başta TSK olmak üzere devletçi ve güvenlikçi kurumlar ve bakış açısının etkisinin azalması, Türk devletinin çözülmeye başladığı algısı, yavaşlasa ve heyecanını kaybetse bile yaşamaya devam eden AB süreci, ABD’nin K. Irak’taki varlığı ve bu sırada PKK’ya karşı gösterdiği son derece müsamahakâr tavır, son dönemde teknolojinin 
de yardımıyla Kürtler arasında sınır-aşan ilişkilerin artması ve PKK’nın “dayanıklılığı” gibi faktörler bazı Kürtlerin bağımsızlık veya ona yakın hedefler konusunda umutlarını korumalarını mümkün kılmıştır. “Kürt açılımı” da Türkiye’deki Kürtlerin beklentilerini, taleplerini ve bunları açıkça ifade etme isteklerini arttırmıştır. Bu sürecin muğlak, ucu açık ve vaatkar karakteri Kürtlerin ileride tatmin olmalarını da zorlaştırabilir. Mağduriyet psikolojisi, “neredeyse her şeye hakları olduğu” duygusu, hakları talep ederken sorumluluktan kaçınma isteği Türkiye’deki Kürtlerin siyasi duygusal hayatında giderek daha da etkinleşmektedir. 

 < “Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “ bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı ” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. >

Kürt elitleri ve PKK’nın taleplerinin ve nihai amaçlarının muğlaklığı, saydam olmayışı ve değişkenliği Kürt olmayanların konuya bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Referandum sonuçları Kürt meselesinin Türkiye’de evrilirken aldığı durumun bu konulara karşı hassas olduğu düşünülen milliyetçi muhafazakâr kesimler için bile artık/aslında o denli öncelikli olmayabileceğini 
düşündürtmektedir. Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olmadığı bölgelerinde Türk-Kürt çatışması bir-iki korkutucu ama sınırlı olay dışında büyük ölçekli ve kontrol dışı şiddete dönüşmemiştir. 
Yabancı gözlemcilerin ve Kürtlerin bu durumun başka bir ülkede olsa farklı şekiller alabileceğini yeterince takdir etmedikleri söylenebilir. Bu durumun (şiddet içeren sivil etnik çatışmanın yokluğu) devam edeceğinden ise emin olunamaz. Türk-Kürt toplumsal ilişkilerinin yakınlarını kaybetmiş bir-iki akrabanın kızgınlıklarının kontrolden çıkmasının ya da yabancı unsurların 
kolaylıkla provoke edebileceği tezgâhların sonucunda kontrolsüz bir çatışma ve şiddet sarmalına girmeyeceğinden emin olabilir miyiz? Etnik gerilim ve çatışma, Türkiye’nin üniter yapısının bozulması, Türkiye’nin fiili olarak ya da resmen bölünmesi, PKK’nın sadece kırsal bölgelerde, güvenlik güçlerine ve sınırlı eylemlerin ötesinde şehirlerde, sivillere karşı ve çok büyük çaplı terör 
eylemlerini tırmandırması, Kürtlerle Kürt olmayanlar arasında sosyal hayatın geneline yayılan bir husumet oluşması, Türkiye’nin K. Irak’ta uzun süreli, maliyetli, çok kayıp verdiği ve askeri olarak amaçlarına ulaşamadığı sınır ötesi bir harekâta girişmesi düşünülemez ihtimaller değildir.3 

Görülebilir bir gelecekte Kürt devletinin kurulması mümkündür ama kaçınılmaz değildir. Sonucu, başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. Türkiye belli aralıklarla bu devlete neden, nasıl ve ne kadar karşı olduğunu gözden geçirmeli ve bu “davaya” olan imanını tazeleme lidir. Ayrıca bu muhalefetin Kürt karşıtı bir şey olmadığını göstermek ve Türkiye’nin içindeki Kürt meselesinin daha da ağırlaşmasına neden de olmaması gerekir. Ayrıca Kürt devletinin kurulmasını engellemek de yeterli değildir. Bu zorlu amacın dışında ve ötesinde Türkiye’deki Kürtlerle Kürt olmayanların bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Kürtler dâhil Türkiye önümüzdeki on yılları da “diken üstünde”, insanlarını ve kaynaklarını bu soruna harcayarak ve “huzursuz” bir şekilde geçirebilir. 

“Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda uzun süre koruduğu pozisyonları ve argümanları büyük bir hızla terk etmesi “domino dinamiklerini” harekete geçirebilir. Türkiye’nin çözüldüğü yönünde bir algının oluşması Türkiye’nin hasımlarını cesaretlendirebilir, iştahını ve taleplerini artırabilir, aralarındaki işbirliğinin derecesini yükseltebilir. 

< Sonucu başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. >

Kürt devleti sonuçta, Kürtler dâhil, kimse için iyi olmayacaksa bile bu öngörüyü şimdiden herkesin paylaşacağından emin olamayız. Bu yönde şüpheleri olan Kürtlerin bir kısmı bile yine de “bir denemek” istiyor olabilirler. Kürtleri bu sevdadan vazgeçirmek için güç, kararlılık, şefkat, kardeşlik ve terapi gibi “araçları” hem de “birbirinin ayağına dolandırmadan” kullanmak gerekecektir. 
Bu dönemde Türkiye’nin, diğer komşularla beraber K. Irak’la ilgili oluşan görüş birliğini eylem birliğine taşıması; bütün yükü tek başına çekmek yerine diğer 
başkentlerin de “taşın altına ellerini koymalarını” sağlaması; ABD’nin ülkeye Kürtler lehine sınırları korumak için dönmesine mahal vermemesi ve K. Iraklı Kürtlere “dükkânın onların olmadığını” hissettirmesi gerekecektir. 21. YÜZYIL 

DİPNOTLAR;


* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi Başkanı, ajp1914@yahoo.com 
1 Okuyucu yazıyı bitirdiğinde kafası başladığından da karışık olabilir.
Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 

Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 
2 Sınır ötesi operasyonların gerekliliği için bkz. Nihat Ali Özcan, “Operasyon Neden Gerekli?”, Yeni Şafak, 17 Ekim 2007. 
3 Bu ifade böyle bir harekatın ille de maliyetli ve başarısız olması gerektiği şeklinde algılanmamalıdır. 

21 YY DERGİSİ SAYI 22

***

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 2


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 2






< K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti PKK için Emsal, heyecan, koruma ve destek anlamına gelebilir. >

Barzani’nin bu yaklaşımının Türkiye’yi sınır ötesinde müdahale etmekten caydırmak ve “Kürt kamuoyunun hassasiyetlerinin savunuculuğunu yapmakla” sınırlı olabileceğini düşünüyoruz. 
Her şeye rağmen bağımsız bir Kürt devletinin mevcudiyeti, Türkiye’deki ayrılıkçı hareketler için emsal yaratabilir, onlara heyecan verebilir ve bağımsızlık konusunda bir engellenemezlik duygusu oluşturabilir, güvenli geri bölgelerini 
korumalarını sağlayabilir ve lojistik desteği garantiye alabilir. 
Türkiye’nin K. Irak’a etkili istihbaratla beslenmiş, sürpriz unsurunu başarılı şekilde kullanan, büyük çaplı ve/veya sürekli ve etkili askeri operasyonlar düzenlemesi ve K. Irak’ı PKK için güvenli bir bölge olmaktan 
çıkarması gerekir. PKK militanlarının önemli bir kısmının ve belki de çoğunun Türkiye’de olması bu üslerin örgüt için stratejik önemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.2 PKK terörü ileride niye bırakacak olabilir: 

< Komşu Ülkelerin bir Kürt Devletini engellemek için gösterecekleri çaba sınırlıdır. >

• Talepleri yerine geldiğinde, 
• Yoruldukları ve bıktıklarında, 
• Amaçlarına ulaşamayacaklarını düşündüklerinde, 
• Sınır ötesindeki güvenli üslerini, dış destekçilerini, mali kaynaklarını, temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumun yardımı ve saygısını kaybettiklerinde, 
• Talepleri değilse bile başka kazanım ve “ödüllere” ulaştıklarında, 
• Bölündükleri, davanın değerine duydukları inançlarını yitirdikleri, “buna değmeyeceğini” düşündüklerinde, 
• Yok edildikleri ve özellikle lider kadrosu kendilerini sürekli tehdit altında hissettiğinde. 
Değişik radikal amaçlar için Türkiye’de kan dökmeye ve ölmeye hazır Kürtler her zaman olacaktır. Bu nedenle Kürt militanları yakalamanın ya da öldürmenin bu mücadele açısından getirisi gerçekten sınırlıdır. Ama bu sınırlılık askeri operasyonların gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına da gelmez. Türkiye’nin kontr-terör operasyonlarında ağırlığı örgütün liderlerini yok etmeye ve dolayısıyla kendilerini güvende hissetmelerini engellemeye vermelidir. Çünkü örgütün terörü bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesinin en önemli anahtarı muhtemelen bu liderlerin hesaplarını değiştirmekten geçmektedir. Bu 
kişiler kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. 

PKK liderliği şiddeti ve hatta silahı bıraksa bile içinde buna karşı olan gruplar örgütten ayrılarak teröre devam edebilirler. 
Örgüt danışıklı bir hareketle bilerek üyelerinin bir kısmını bu yola sevk edebilir. 
PKK ile ateş altında ve özellikle askeri anlamda inisiyatif örgütte olduğu zaman pazarlık etmek karşı tarafta şiddetin sonuç verdiği intibaını yaratabilir. 
Türkiye PKK’ya karşı askeri olarak yapabileceği her şeyi yapmış değildir. PKK ile uygun kanallar vasıtası ile görüşülebilir ama bu PKK kamplarına etkili ve sürekli askeri operasyonların alternatifi değildir. İkisi aynı anda yürütülebilir. 

BARZANİ ve K. IRAK 

K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, başka şeylerin yanında, emsal yaratarak, Türkiye’deki bazı Kürtlerde “onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz” düşüncesini güçlendirerek Türkiye için sorun yaratabilir. Ayrıca bu devlet Türkiye’deki Kürtlerin hamiliğine soyunarak Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye kalkabilir. PKK’nın burada konuşlanmaya devam etmesi halinde Türkiye’nin bu bölgelere operasyon düzenlemesi ilave hukuki ve siyasi zorluklar çıkarabilir. Bu 
devlet ayrıca Türkiye’ye yönelik yayın faaliyetleri ile Kürt halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunabilir. 

Bu devletin enerji nakil hatları nedeniyle Türkiye’ye belli bir bağımlılığı olacaksa da, 
a) bu karşılıklı bir bağımlılık olacağı için, 
b) zamanla alternatif hatlar mümkün olabileceği için, 
c) bu farazi Kürt devletinin dört komşusunun ortak bir cepheyi, araya giren güvensizlikler, ? sona kalmama? endişesi, değişen çıkar algılamaları ve hesapları gibi nedenlerle koruyamamaları mümkün olabilir. 

Özellikle Suriye’nin dış baskılar, ekonomik ihtiyaçlar ve beklentiler, “kendi içindeki Kürt sorununun kaşınmaması vaadi” gibi faktörlerle bu cepheyi terk etmesi mümkün olabilir. Diğer komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba ve yapacakları fedakârlık muhtemelen sınırlıdır. Türkiye’deki Kürtlerin sayısı ve meselenin burada vardığı boyut dikkate alındığında Iraklı Kürtler Türkiye’ye karşı da önemli kozlara sahip olduklarını düşünüyor    olabilirler. 

K. Iraklı Kürtlerin inşa ettikleri şey gerçek bir devletten eksik olabilir ama aradaki mesafe giderek azalmaktadır ve bu grubun kendine güveni giderek artmaktadır. Ancak, ABD’nin Irak’tan 

< PKK liderleri kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse, Askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. >

SOFA (Status of Forces Agreement) uyarınca çekilmesi eğer anlaşma revize edilerek veya yeniden yazılarak kesintiye uğramaz ve ertelenmezse Iraklı Kürtleri onların da tahmin ettiği zor bir dönem bekleyebilir. ABD Irak’tan çekilirken Kürt devleti ihtimali azalıyor ya da erteleniyor ya da 
bitiyor mu? Kürtler eğer bu dönemde kazanımlarını korur ve sağlamlaştırabilir  lerse orta ve uzun vadede nihai bağımsızlık için fırsat kollama şansını koruyabilirler. Kürtlerin ABD çekilmeden bir oldu-bitti ile kriz yaratarak Kerkük sorununu kendi lehlerine çözmeyi ve sonra da Washington’u bu “çözümün garantörü” yapmayı denemeleri ve hatta sürpriz bir şekilde bağımsızlık ilan etmeleri göz ardı edilemeyecek ama kendileri açısından da riskler barındıran ihtimallerdir. ABD’nin çekilmesinden sonra Kerkük, petrol, sınırlar ve merkez ile federal birimler arasındaki güç ve yetki dağılımı, Peşmerge ordusunun statüsü gibi konularda Kürtlerin pazarlık gücü azalabilir. ABD Irak’tan çekildikten sonra ülkeye tekrar bu sefer Kürtleri korumak için gelebilir mi? ABD’nin ülkedeki 
askerlerinin çok büyük bir bölümünü çektikten sonra da komşuları caydırmak için Irak’ta sınırlı ve hatta sembolik büyüklükte de olsa bir güç bırakması ciddi bir ihtimaldir. 

TÜRKİYE ve K. IRAK 

Türkiye’nin K. Irak’ın imarında oynadığı rol nedeniyle “sonradan pişman olması” ihtimali vardır. Türkiye ile K. Irak arasındaki ekonomik ilişkinin önemli oranda Kürtler tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bu ekonomik ilişkiler sınırın iki tarafı arasındaki entegrasyonu artırmaktadır. 

Türkiye’nin K. Irak’la gelişen ekonomik ilişkilerin sonucunda bu aktörün Ankara’ya karşı kalıcı ve kendini yeniden üreten bir bağımlılık ilişkisi içine girdiğini iddia etmek ise kolay değildir. Barzani giderek kendini Türkiye’ye bağımlı, muhtaç ya da borçlu hissediyor değildir. Mesela, bölgede Türk şirketlerinin üstlendiği büyük müteahhitlik projeleri tamamlandığında artık K. Iraklıların bu anlamda Türkiye’ye bağımlılığı ortadan kalkmaktadır. Hatta denebilir ki, bu projeleri yapan şirketler hizmetlerinin karşılığını alabilmek 
için K. Irak yönetiminin iyi niyetine ihtiyaç duymakta, Türkiye ile ilişkilerin iyi gitmesini istemekte ve bu nedenle K. Irak’ın Türkiye’de lobiciliğini üstlenmektedir. K. Irak elektrik, enerji kaynaklarının pazarlanması, dış dünyaya açılma ve tüketim maddeleri konusunda Türkiye’ye önemli derecede ihtiyaç duymasına rağmen, bu bağımlılık Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılmadığı için Kürt liderler de kendilerini bu bağımlılığı çok dikkate almak zorunda hissetmemişlerdir. Barzani ve Talabani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyerek Ankara’yı tehdit ettikleri halde ve “bir Kürt kedisini bile teslim etmeyiz” ve “bir daha Kürt, Kürt kanı akıtmayacak” diyerek PKK’ya göz yummaları ve belki de destek vermelerine rağmen Türkiye tarafından son dönemde bu aktörlere sürekli gül atılmıştır. Barzani Türkiye’den korkması gerektiği kadar korkmamaktadır. Çünkü ona bunun için yeterince neden ve kanıt gösterilememiştir.

Son dönemde K. Iraklı Kürt liderler PKK’ya karşı hemen hiçbir adım atmadıkları halde Türkiye’den saygı ve müsamaha gördükleri ve destek alabildiklerini görünce Türkiye ile pazarlık yapmanın ve onu “ütmenin” kolay olduğu sonucuna varmıyorlar mıdır? Türkiye’nin Barzani ile geliştirdiği yakınlaşmanın terörle mücadele konusundaki getirileri eğer varsa bile bunun henüz çok belirgin olduğunu söylemek zordur. Bu ilişkinin Türk iç siyaseti ile ilgili boyutlarının daha güçlü ve AKP tarafından daha fazla önemsenir olduğunu söylemek pek haksızlık olmayabilir. 
Türkiye’nin K. Irak Kürt toplumu ve siyaseti üzerine organize edilmiş bilgi ve tahlil birikimi tehlikeli derecede sınırlıdır. 

<  Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? >

Konuyla ilgili uzmanlığın kapalı kurumlarda diğerlerinden daha güçlü ve derin olduğunu umuyoruz. Barzani ve Talabani’nin toplum, siyaset ve ekonomi üzerindeki güçlerinin doğası ve kaynakları, dış politika ve güvenlik konularında karar alma mekanizmaları, bölgedeki muhalif grupların fikir ve kadroları, Kürt toplumunun günlük dertleri ve Kerkük, PKK, Türkiye ve İran ile düşünce ve duyguları gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi çalışmalar yapabilecek durumda olmak “günü geldiğinde” Türkiye’ye önemli avantajlar 
kazandırabilir. Iraklı Kürtlerle kafalarında, gündemlerinde ve sofralarında ne olduğunu bilmeden gireceğimiz mücadeleyi kaybetmemiz ciddi bir ihtimaldir. 
K. Irak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve siyasi çıkarlarını kucaklayan türden bir Kürt devletinin ortaya çıkması teknik olarak mümkün olabilir mi? PKK’ya izin vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan, Kerkük’ü içermeyen, Türkiye ile enerji başta olmak üzere her yönde işbirliği ve Türkiye lehine asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, Türkmenlere çoğunlukta oldukları bölgelerde 
müzakere edilmiş otonomi veren, irredantist yollara sapmayacağını ilan eden ve davranışlarıyla da bunu doğrulayan bir Kürt devleti Türkiye açısından kabul edilebilir midir? Ama bu tür bir aranjman sağlanabilir mi? Sağlansa bile bunun 
kalıcılığından ve güvenilirliğinden emin olunabilir mi? K. Iraklı Kürtlerle böyle bir anlaşmaya “teşne” olunduğu görüntüsü verilirse bölgedeki diğer ülkeler de K. Iraklı Kürtlerle “sona kalmadan” kendi pazarlıklarını yapma yoluna gitmek ister ve Kürt devleti karşıtı blok dağılmaz mı? Türkiye sahip olduğu avantajları kullanarak K. Iraklı Kürtlerden yukarıdaki paragraftaki taleplerini onların devlet kurmalarına razı olmadan da elde edemez mi? 

K. Iraklı Kürtler Kerkük sorunu sürüncemede kalarak tam çözülmese, ya da, Kerkük’ün Kürtlerin idaresine bırakılmadığı ama buranın doğal kaynaklarından uzun bir süre önemli bir pay almalarını içeren bir anlaşma ile beraber bağımsızlık ilan etseler bile, Türkiye hala buraya askeri müdahale etmeyi düşünecek midir? Kaldı ki, bu tür senaryoları bırakın bugünkü ortamda AKP Hükümeti’nin K. Iraklı Kürtlerin sürpriz bir bağımsızlık kararına askeri güç kullanmayı içeren sert bir karşılık vermesini tahayyül etmek kolay değildir. 

Iraklı Kürtler için denize en yakın yol Suriye üzerinden geçendir. Ama muhtemelen onlara ABD’nin de yardımıyla “ikna edilmesi en kolay” komşu – özellikle AKP iktidardayken - Türkiye gibi görünmektedir. Kendilerine yönelik askeri tehdit olabilecek ülke yine Türkiye olabilir. 

İran da istihbarat ve örtülü operasyonlar malum yetenekleri nedeniyle K. Iraklı Kürtleri tedirgin etmektedir ama öte yandan da ABD ve İsrail’in gözü üzerinde olduğu ve bu ülkelerdeki bazı kesimler İran’ı vurmak için bahane ararken Tahran’ın Kürtlere karşı sınır aşan büyük çaplı bir askeri harekât düzenleyeme yeceğini bilmektedirler. 

BATI ve KÜRT DEVLETİ 

ABD ve/veya İsrail bir Kürt devletini niye isteyebilir? 

a) Çıkarları bunu gerektirdiği için. 
b) Çıkarları bunu gerektirmese bile onlar öyle düşündükleri/sandıkları için. 
c) İstemeseler bile bölgede başka nedenlerle attıkları bazı adımlar bu tür bir sonuç doğurabilir. 
d) Bu ülkelerin içinde bazı gruplar bu amacı kovalayabilirler ve ülkelerinin dış politikasını bu yönde şekillendirmeye muvaffak olabilirler. 
e) Türkiye’yi bölmek bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmese bile Türkiye’yi 
“kabahatleri” yüzünden cezalandırma güdüsüyle bu yola meyledebilirler. Aslında böyle bir istek, plan ve çabaları yoksa bile öyle düşünülmesi başta Kürtlerin bir kısmı olmak üzere bu gelişmede çıkarı olan başka grupları cesaretlendirebilir: 

“ABD ve/veya İsrail’in rüzgarını da arkamıza aldık. Olacak bu iş.” 

<  ABD’nin Kürt meselesi hakkındaki telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. >

AVRUPA 

Böyle bir başlık açmak Avrupalı ülkelerin bu konuda ortak veya ona yakın bir pozisyonları olduğunu varsaydığımız anlamında görülmemelidir. Örneğin, Yunanistan’ın bu konu ve ihtimale bakışı muhtemel diğer ülkelerden ciddi farklılıklar içermektedir. Batı?da, özellikle uzaktaki ve kendilerine zarar vermeyen teröristlere yönelik, “bu adamlar bir ‘dava’ için ölmeye ve öldürmeye 
bu kadar hazırlarsa herhalde ‘davaları’ haklı olmalı” diye özetlenebilecek kolaycı, “kestirme” ve belki de her zaman açıkça formüle edilmeyen bir anlayış vardır. Bu yaklaşım Avrupa’nın terörü algılamasının elbette tek kaynağı da değildir. Ama yine de Avrupalıların özellikle kendi kıtaları dışındaki bu tür gruplara yaklaşımında söz konusu yaklaşımın etkili olduğunu varsayabiliriz. 
PKK’nın Avrupa değerlerini ihlal eden aşırı milliyetçi ve şiddet kullanan bir örgüt olması yeterince dikkate alınmamakta ve kınanmamaktadır. Avrupa’nın bu çelişkisinin nedenleri arasında Türk tarihi ile ilgili önyargılı okumalar ve bilinç altındaki Osmanlı-Türk korkusu sayılabilir. Bu durum Türkiye’de –tamamen de haksız olmayan bir şekilde - Avrupalıların kendisini bölmek istediği ya da en azından böyle bir gelişmeden rahatsız olmayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. 
Belki bunlardan da önce altının çizilmesi gereken Türklerin Avrupalıların bilinçaltında işgal ettikleri olumsuz yer; büyük ve “acımasız” Türkiye’ye karşı küçük ve “mazlum” Kürtleri desteklemenin ya da en azından onlara sempati duymanın dayanılmaz çekiciliği; devletler bazında bu desteğin dış politika 
getirileri olabileceğine dair belki muğlak ama güçlü beklenti ve PKK’ya karşı tavır almanın kıtada huzuru bozabileceği endişesi gibi faktörler Avrupa’nın PKK’ya karşı gevşek ve müsamahakar tutumunu açıklamakta ama elbette mazur kılmamaktadır. AB Türkiye’yi bilinçli bir şekilde Kürt devletine mi hazırlıyor? 
Avrupalıların “Türkiye küçülürse o zaman belki onu içimize alabiliriz” diye bir düşünceleri varsa bile bunu ne açıkça ne de ima yoluyla ifade etmiş değillerdir. Öte yandan bir Kürt devleti ortaya çıkacaksa bile bu sürecin kanlı ve “olaylı” olacak olması, Avrupa’ya enerji akışını menfi şekilde etkileyecek olması, çok sayıda mülteciyi Avrupa kapılarına itme ihtimali, Avrupa’nın bölgeye riskleri olan uzun süreli ve maliyetli barış oluşturma ve koruma misyonları gönderme ihtimalinin doğması gibi nedenlerden dolayı böyle bir gelişmenin AB’nin çıkarına olmayacağını düşünmek daha kolaydır. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 1

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 1



Şanlı Bahadır KOÇ*
21 YY DERGİSİ SAYI 22


Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 
Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 

Bu yazıda K. Irak’ta ve/veya Türkiye’de Kürt devletinin kurulma ihtimal ve senaryolarını, bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini ve konu hakkında bölgesel ve uluslararası aktörlerin hesap ve politikalarını tahlil etmeye çalışacağız.1 

TÜRKİYE ve KÜRTLER 

Türkiye’de bugün Kürt meselesine biraz da kötümser gözlüklerle bakan biri kolaylıkla aşağıdaki türden kaygılara sahip olabilir: 

• K. Irak’ta bir Kürt devletinin altyapısı büyük ölçüde oluşmuştur; 
• Türkiye’de Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği çok önemli entelektüel, siyasi, hukuki ve (hatta coğrafi) kazanımlar elde etmiştir; 
• Türk Hükümeti’nin bu konulara yaklaşımı yeterince güçlü, kararlı, akıllı ve organize değildir; 
• Hem Irak hem de Türkiye’de Kürt ayrılıkçılığının önündeki en büyük güçlerden biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri neredeyse hiçbir zaman olmadığı kadar moral, inisiyatif ve hatta belki de prestij kaybetmiştir; 
• Türkiye’de Kürtler ile Kürt olmayanlar arasındaki karşılıklı şüphe ve kızgınlık 1990’larda terörün bugünkünden çok daha şiddetli olduğu günlerdekinin bile ötesine geçmiştir; 
• Türkiye’de Kürt sorununun kontrol edilmez boyutlara ulaşması ve belki de ülkenin bölünmesinde çıkarı, planı ve gücü olduğundan şüphelenilen yabancı unsurların Türkiye’yi cezalandırma ve ona zarar verme isteklerinin artabileceği bir döneme girilmiştir; 

Bu kadar kötümser olmayan bir bakış açısı ile bakıldığında ise, 

• ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesiyle Irak’ta resmen bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin zayıfladığı, 
• Bölge ülkelerinde bu tür bir devleti engellemeye yönelik irade ve koordinasyonun nispeten arttığı, 
• PKK’nın bağımsızlık yönündeki talebini - ne kadar samimi ve kalıcı olduğu tartışmalı olsa da – daha aşağılara çektiği, 
• Yaşanan her şeye rağmen Türklerle Kürtler arasında büyük çaplı şiddet içeren çatışmaların yaşanmadığı, 
• Kürtlerin önemli bir kısmının Türkiye’ye yönelik bağlılık, muhabbet, ihtiyaç ve katkısının hala devam ettiği ve 
• Türkiye’deki Kürtlerin sürekli olarak, kahir ekseriyetle, baskı altında kalmadan kendi kararıyla ve güçlü bir şekilde bağımsızlık isteyeceğini düşünmenin kolay olmadığı söylenebilir. 


Türkiye’de başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bürokrasinin siyaset üzerindeki gölgesi birçok açıdan sorunluydu. Ancak, öte yandan son dönemde bu kuruma yönelik yapılan entelektüel ve fiili taarruzun dışarıda destek bulmasının en önemli nedeni sivilleşmenin ve demokratikleşmenin ötesinde bu kurumun Türkiye ve Irak’ta Kürt meselesinin belli bir şekilde çözülmesinin önündeki en önemli engel olması ile ilgisi olabilir. Bir Kürt devletinin önündeki en büyük engel Türkiye’nin bunu engelleme yeteneği ve iradesidir. Bu kırılırsa / kırıldığında bu amaca ulaşmak mümkün olabilir. Bağımsızlık isteyen Kürtler ve bu amaca “insani” ya da stratejik amaçlarla kafa yoran diğerlerinin bu durumun farkında olmaları ve söz konusu engeli aşmak için planlar geliştiriyor 
olması ciddi bir ihtimaldir. 

Türkiye’nin geri kalanında üniter yapının değişmesine ve diğer daha sınırlı 
adem-i merkeziyetçi önerileri destekleyen veya bunu gerektiren talep, ihtiyaç ya da şartlar yoktur. Her şeye rağmen, Kürtlere “hak etmedikleri halde” kültürel veya siyasi otonomi vermek doğru olabilir mi? 

Bu Kürtlerin ne kadarının talebidir? PKK yanlısı partilerin bölgeden, Kürtlerin tamamından veülke genelinden aldığı oy (kabaca söylersek sırasıyla % 40–50, % 20–30, % 5–7) ülkenin siyasi yapısını değiştirmek için yeterli değildir. Peki ya Kürtleri başka gruplar da takip ederse? Bunun daha ileri taleplerin ilk adımı olmadığından nasıl emin olunabilir? Türkiye’nin “çözüldüğü” ve bütün “kutsal” pozisyonlarını birer birer ve hızla terk ettiği görüntüsü oluşursa bunun dışarıdaki 
bazı hasımlarımızı da cesaretlendirmek gibi sonuçları olabilir mi? 
Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? Kürtlerin “kendi başlarına” ve/veya sancılı on yıllar alması muhtemel olan bir pan-Kürdist süreçten sonra bölgedeki diğer Kürtlerle birleşerek, hem şimdikinden hem de bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye’de yaşayabileceklerinden daha iyi bir hayatları olacağını düşünmek 
aşırı iyimserlik olur ve bunu denemekte ısrar etmeleri kendileri açısından akıllıca olmaz. 

Bağımsızlık, federasyon ve hatta otonominin Kürtler için hangi sorun ve maliyetleri getireceği bu grup tarafından yeterince anlaşılmıyor olabilir. Milliyetçiliğin, hele “geç kalmış” ve henüz olgunlaşmamış ergin olmayan 
milliyetçiliğin genelde rasyonel ve pragmatik olmadığı söylenebilir. Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği kendini paylaşım, ekonomik programlar ve refah talepleri değil kimlik üzerinde tanımlamaktadır. Kürt milliyetçiliğinin kimlikle ilgili talepleri ülkenin bütünlüğüyle ilgili makul endişeleri arttırmadan tatmin edilebilir mi? 





Bazı Kürtler, ülkedeki diğer etnik grupların talep etmediği statü ve ayrıcalıkları talep ederek, ülkedeki herkesin parçası olmayı ve oluşturmayı kabul ettiği “Türk kimliğini” reddederek kendileri dışındakilerin tepkisini çekmektedir. Kürtlerin 
bu yaptığı “mızıkçılık” ve hatta “şımarıklık” olarak algılanmaktadır. 
Türkiye’nin bir parçası olmanın Kürtler için bir sorun ya da yük değil avantaj olduğu, “Türk olmayı” kabul etmenin belli bir etnik grubun hegemonyasını kabullenmek değil büyük bir şemsiyenin altında toplanmak olduğu anlatılamamıştır. Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal ve diplomatik alandaki ilerleme ve başarıları Güneydoğudakiler dahil Kürtlerin radikal siyasi taleplerini 
gözden geçirmelerini ve “en akıllıca” yolun bu başarıların bir parçası olmak olduğu düşünmelerini sağlayabilir mi? Yoksa milliyetçiliğin “başarı, refah ve rahatlık” değil de daha duygusal ve hatta mazoşist amaçlar peşinde koşan rasyonel olmayan bir yönü olduğunu mu düşünmeliyiz? 
Türkiye’deki Kürtlerin ülkedeki diğer etnik gruplara kıyasla farklı ve ayrıcalıklı bazı durumları vardır. Kürtler Anadolu’daki tarihlerinin Türklerden de, Türkiye’deki Türk milletini oluşturan ya da onun içinde yoğrulmuş diğer etnik gruplardan da eski olduğunu iddia etmektedirler. 
Kürtler ayrıca sayı olarak büyük bir gruptur. Yakın zamana kadar tek bir bölgede yoğun olarak yerleşmişler ve bugün de önemli bir kısmı ülkenin değişik bölgelerinde yaşıyorlarsa da Güneydoğu’da baskın durumdadırlar. Kürt yerel liderlerin Osmanlı döneminde de merkezi otoriteye karşı bugünkü Türkiye’nin diğer bölgelerine kıyasla fiili anlamda daha büyük bir otonomileri olmuştur. 
Bölge feodal yapıdan milli devletin bir unsuru olma sürecini uzun ve gecikmeli bir süreçte yaşamış, bu süreci tamamlayamadan terör batağına saplanmış ve bu arada ekonomik ve sosyal açıdan ülkenin geri kalanına kıyasla daha da geriye düşmüştür. Kürtler için sınırın hemen ötesinde K.Irak’ta en azından ilk başta bazı gözlere bir ölçüde çekici gelen bir deney yaşanmaktadır. Bütün bunlar Kürtleri Türkiye’deki birçok etnik gruptan farklı bir noktaya getirmektedir. 
Ancak yine de bu farklılık Kürtlerin istediği türden bir ayrıcalığı gerektirir ve haklı çıkarır mı? Türklerde, Doğu’daki Kürtlerle ilgili olarak, vergi vermekten kaçındıkları, başta elektrik olmak üzere hizmetlerden kaçak olarak yararlanma eğiliminde oldukları; batıdaki Kürtler hakkında ise, gasp başta olmak üzere suç oranının yüksek olduğu, mafyalaşma eğiliminin arttığı, uyuşturucu kullanımının arttığı, bu grubun uyuşturucu ticaretinden kazandığı gelirleri batıda yasal 
sektörlere yatırım yaparak kullandığı, devletten doğuda üretim ve istihdam yaratma karşılığı aldıkları teşvikleri batıya taşıdıkları türünden giderek daha geniş çevrelerce paylaşılan bir dizi algılama vardır. Biz bu algılamaların ne kadar gerçeği yansıttığını ölçecek durumda değiliz ama bu durumun Kürtlerle halkın diğer kesimleri arasındaki mesafe ve açıları olumsuz şekilde etkilediğini görmek zor değildir. 

< PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. >

PKK yanlısı partilerin Kürtlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ciddi derecede ilgisiz olmaları ve belediyelerde hizmet açısından gösterdikleri düşük performans bölgede Kürtlerin oylarının önemli bir kısmını almaya devam etmelerini engellememiştir. AKP’nin bu partilere ciddi bir rakip haline gelmeye başlaması sorunun çözümü ve bu partilerin “kendilerine çeki düzen vermeleri” 
açısından kısmen umut vericidir. Ama AKP’ye oy veren bölgede yaşayan Kürtlerin radikal taleplerde bulunup bulunmadıkları tam açık değildir. Bu kişilerin bir kısmı bağımsızlık da dahil amaç ve taleplere sahip oldukları halde, kısa vadede daha iyi hizmet almak istedikleri için, AKP’nin bu taleplerin karşılanması için daha akıllıca bir ara yol sunduğuna inandıklarından da din dahil başka faktörlerin etkisiyle AKP’ye yönelmiş olabilirler. Kürtlerin önemli bir kısmı PKK propagandasının da etkisiyle yoğun olarak yaşadıkları bölgenin bilerek ve planlı bir şekilde geri bırakıldığına inanmaktadır. 

Ama Türk bürokrasisi ve devletinin işleyişini biraz bilen biri bu iddianın doğru olamayacağını da bilir. Bölgenin nispeten geri kalmışlığını açıklamak için merkezden bu tür bilinçli çabadan değil, coğrafi ve iklim şartlarının zorluğu, denize ve büyük pazarlara olan mesafe, daha geç tasfiye olan ve halen de etkisini tam yitirmemiş feodal yapı, devlet kurumlarının buraya girmekte ve etkili olmakta geç kalması, zorlanması ve belki en fazla bu noktada devletin beceri ve 
hayal gücü eksikliği göstermesi ile son dönemde de terörün özellikle Türk ekonomisinin dinamizm yaşadığı döneme denk gelerek bu gelişmenin bölgeye de yansımasını engellemesi gibi nedenler sayılabilir. Son yıllarda bölgeye yapılan kamu yatırımı ve harcamaları ve verilen teşviklerle buradan toplanan vergi ve bölgenin ülkenin geri kalanına yaptığı ekonomik ve sosyal katkı arasında ciddi bir uçurum olduğu söylenebilir. Güvenlik ortamı sağlanmadan özel sektörün bölgenin kaderini etkileyecek ölçekte yatırım yapmayacağı görülmüştür. 

Radikal Kürt milliyetçilerinin Kürtlere en büyük zararı veren grup olduğu düşüncesini tekrarlamak muhtemeldir ki bazı kulaklara “eskimiş bir devlet propagandası” olarak gelecektir. Ama bu cümlenin ciddi oranda hakikat barındırdığı bize açık görünmektedir. Türkiye’deki Kürtlerin kaderi sayıları az olmayan bir azınlığın zorlaması, yönlendirmesi ve kandırmacaları ile kendilerinden çalınmaktadır. Bunun farkında olan ve buna karşı mücadele etmek isteyenlerin sayısının bunu açıkça ifade edebilenlerden çok daha fazla olduğunu düşünebiliriz. ABD işgalinden sonra K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulup kurulmayacağını takip ederken Kürt meselesinin Türkiye’nin içinde nasıl önceden düşünülemez noktalara evrildiğini gözden kaçırmış olabiliriz. K. Irak’taki durumun Türkiye’nin içindeki bu gelişmede önemli bir payı olmuş olabilir. Bu arada K. Irak’ın Türkiye Kürtleri için emsal ve feyiz kaynağı olması için ille de 
resmi bir Kürt devleti kurulmasının gerekmediği ortaya çıkmıştır. AKP ve Fethullah Cemaati Türkiye’nin Kürt devletini engelleme iradesini zayıflatıyorlar mı? Başbakan Erdoğan Kürt devletini engelleme yönünde bir ihtiyaç, risk ve ivedilik hissediyor mu? Başbakan’ın bazı danışmanları etnik kökenleri nedeniyle bu riski küçümsüyor olabilirler mi? Kürt devleti kurulmasını arzu edenler AKP iktidarı ve Cemaat’in artan ve derinleşen gücünü ve bu soruna yaklaşımlarını 
kendileri için fırsat olarak görüyorlar mı? Bu iki aktör, Türk milliyetçiliğine ve askeri güç kullanımına mesafeleri; dış etkilere ve fikirlere belki sağlıksız derecede açık olmaları; içlerinde önemli sayıda ve üst pozisyonlarda Kürt ve Kürtçü barındırmaları ve “eski” Türk devletinin yapısını, ideolojisini ve kurumlarını aşındırma ve hatta onu toptan değiştirme yönündeki istek, çaba 
ve yetenekleri nedeniyle Kürt devleti isteyenleri umutlandırıyor olabilir. Bu iki aktörün belki de kısmen yukarıdaki nedenlerle tam tersine sorunun çözümü için bir fırsat sunduğunu düşünenler de vardır.

 <  PKK “adam öldüre öldüre” Siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. >

PKK 

İddia edilebilir ki, bundan 30 yıl önce Türkiye’deki Kürtlerin çok azında bağımsız bir devlet isteği güçlü olarak vardı. PKK “adam öldüre öldüre” siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Ama bu durum Kürt devletinin gerçekleşme ihtimalini tek başına ortadan kaldırmamaktadır. 
Son on yılda Türkiye’de Kürtler lehine yapılan değişiklikler bu grup tarafından önemli ölçüde PKK’ya -ve bir ölçüde AB’ye- ciro edilmiştir. PKK’nın dayanıklılığı, her türlü ideolojik söylemine rağmen özellikle diplomatik anlamda esnekliği 
ve “çevikliği”; tüm eksik, kusur, kabahat ve suçlarına rağmen Kürt halkının azımsanmayacak bir kısmının istekli veya zoraki desteğini sağlayabilmesi ABD tarafından not ediliyor olmalıdır. PKK’nın tutum, talep, tarz ve araçları zaman içinde şartlara göre değişmiştir. PKK ne istediğini biliyor ve her attığı adım o nihai hedefe dönük denebilir mi? PKK, eğer varsa, bu amaca yönelik attığı adımlarda stratejik hatalar yaptı mı? PKK ne kadar yekpare, hiyerarşik ve bağımsız bir örgüttür? Yabancı aktörlerden, “Kürt kamuoyu”ndan, Türkiye dışı Kürt lider ve entelektüellerden ne kadar etkileniyor? PKK’nın Kürtler arasındaki desteğinin ve meşruiyetinin kaynakları ve derecesini tespit etmek kolay değildir. PKK liderleri şiddetle elde edilebileceklerin sınırına geldiklerini düşünüyorlar mı? Silahı, “daha onunla yapacak çok şey olduğunu düşündükleri” 
için mi, silahsız bir hayatı tahayyül edemediklerinden mi, kendilerini korumak için mi, yoksa “abilerinin” de bunu istediklerinden daha emin olmadıkları için mi bırakmıyorlar? PKK kendini gelecekteki bir “Kürdistan”ın silahlı kuvvetleri olarak mı görüyor? 

PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir 
Kürt devletini Türkiye’nin 

1) Fiiliyatta kabullenmesi, 
2) Resmi olarak tanıması, 
3) Onunla işbirliği yapması, 
4) Onu koruma altına alması, 
5) Onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. 

K. Irak’ta bir süre sonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “vurucu gücü” rolünü oynayabilir. 
Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesi gereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir. 
K. Irak’taki hakim elitler ile PKK arasında ideolojik ve sosyal farklar olmasının pratik sonuçları olacak mı? Kürt aktörler arasında var olan çelişkileri gün yüzüne çıkarmak ve bunlardan istifade etmek kolay olmayabilir. Kürtler bu farklılıkları ve çelişkileri belli bir düzeyin üzerine çıkarmamaya kararlı görünmektedir. “Kürtlerin birbirini keşfetmesi” ve “Kürt dayanışması” gibi motifler güçlenmektedir. PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. Bu ilişkide, rekabet, şüphecilik, düşmanlık ve hatta çatışmanın yanında karşılıklı “göz yumma”, nihai ortak çıkar ve kader algısı, işbirliği, “Kürt kamuoyunun kabul etmeyeceği adımlardan sakınma” gibi boyutlar vardır. İki aktör de diğerinin bahçesinde bayrak göstermekte ama belli bir noktanın 
ötesinde diğerini zorlamaktan kaçınmaktadır. Ama zaman zaman pan-Kürdist pozlar takınsa da Barzani’nin şu anda elinde olan mutlağa yakın gücü ve petrolü Türkiye Kürtleri ve onların bağımsızlık isteyen kesiminin lideri PKK ile paylaşmak isteyeceğini düşünmek zordur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

30 Eylül 2017 Cumartesi

ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar


  ABD ve PKK İlişkisi Üzerine Notlar

Şanlı Bahadır Koç 
ajp1914@yahoo.com
23 November 2007
Aralık 2007
“Dışarıdan” bakan bir gözlemci için, eğer bazı “kanıt kırıntıları” bir kenara bakılırsa, ABD-PKK ilişkisi hakkında kesin iddialarda bulunmak oldukça zor olmalıdır. Öte yandan, ABD’nin geçtiğimiz 4.5 yılda Irak’ta PKK’ya karşı anlamlı hiçbir adım atmayışı ile yaptığı resmi açıklamalar, Türkiye’ye karşı siyasi-hukuki-ahlaki sorumluluğu ve verdiği sözler arasında, dile getirdiği bahanelerle kapanmayacak kadar büyük bir bir uçurum vardır. PKK Washington’un terör listesindedir ancak bu durum ABD’yi Irak’ta örgüte karşı hemen hemen hiçbir uyarı, caydırma, sınırlama ya da cezalandırma eylemine götürmemiştir. Bu durum kaçınılmaz ve anlaşılır bir şekilde ABD’nin örgüte bakışı ve onunla ilişkisi üzerine hayal gücü ve komplo teorilerini harekete geçirmektedir. Gerçekse bile gizli olan bu ilişkiyi takip etmek ve “ölçmek” kolay değildir. Bu yazı, söz konusu iki aktör arasındaki ilişkiyi, ihtimaller, spekülasyonlar, sorular ve çelişkiler üzerinden “el yordamıyla” anlama amaçlı bir denemedir.
ABD-PKK ilişkisine en az üç şekilde yaklaşılabilir: 

1) Eldeki sınırlı ve muğlak “kanıt kırıntılarıyla”. 
2) Teorik ihtimalleri sıralayarak, 
3) Çıkarsama yaparak. 

  PKK’nın elindeki Amerikan silahları, bazı PKK’lı itirafçıların kamplara Amerikalı subaylar tarafından silah getirdikleri şeklindeki iddiaları ve PKK’lı oldukları söylenen kişilerle üniformalı Amerikan subaylarının uzaktan gizlice çekilmiş olduğu iddia edilen fotoğrafları kanıt olarak kabul etmek mantıken sakat, teknik açıdan yetersiz ve güvenilirlik açısından sorunludur. Ancak bu durum elbette ilişkinin yokluğunu da kanıtlamaz. 

PKK’nın elindeki Amerikan silahlarının PKK’nın eline 
a) karaborsadan, 
b) Iraklı Kürtler vasıtasıyla ya da 3 Direk olarak Amerikalı yetkililer eliyle geçmiş olması ihtimalleri vardır. Bunlardan en vahim ama aynı zamanda en az ihtimal olan sonuncusudur. Ancak ABD’nin bu konuda en azından önemli bir ihmalinin olduğu açıktır. Amerikalıların kamplara silah ve cephane getirdiğini iddia eden PKK itirafçıları ise çok inandırıcı değildir. PKK’nın içinde Türk istihbaratının muhbirleri olabileceğini düşünmesi gereken ABD’nin örgütle ile bir ilişkisi varsa bile bunu “çok sayıda göz önünde” değil “kuytularda” yürütüyor olması gerekir.
ABD’nin K. Irak’taki PKK varlığı konusundaki sorumluluğu aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmaktadır: 

1) Türkiye’nin Nato müttefikiolmasından, 
2) global olarak teröre savaş açtığını iddia etmesi ve bu konuda Türkiye’nin başta Afganistan’da olmak üzere önemli ölçüde desteğini almasından, 
3) K. Irak’ta işgalci güç olarak sorumluluk sahibi olmasından, 
4) K. Iraklı Kürtler üzerinde sahip olduğu etkiden ve 
5) yaklaşık beş yıldır Türkiye’ye bu konuda somut adım atılacağını vaad etmiş olmasından, 
6) Türkiye’yi K. Irak’ta PKK’ya karşı askeri müdahaleden vazgeçirmeye yönelik ifadelerinden, 
7) Öcalan’ın idam edilmemesi, eve dönüş yasası gibi adımlarda Washington’un telkinlerinin de rol oynamış olmasından.

ABD PKK’ya karşı çok fazla riske girmeden bir çok anlamlı adımı atabilecekken bunu yapmamıştır. Türkiye ise yaklaşık 5 yıldır ikna edici, ayrıntılı ve süreler-müeyyidelerle donanmış önerileri ABD’ye yapamamış ve kendini ciddiye aldıramamıştır. ABD yakın zamana kadar PKK’ya karşı cılız, seyrek, muğlak ve örgütün çok ciddiye almadığı tehditlerle yetinmiştir. PKK militanlarına, Irak’ı derhal terk etmezler, teslim olmazlar veya silahlarını bırakarak belli bir bölgede toplanmazlarsa güç kullanacağı tehdidinde bulunmamıştır. Washington K. Iraklı Kürt gruplara PKK ile ilişkilerini kesmelerini istememiştir. Bırakın örgütü ve kamplarını yok etmeye yönelik büyük bir harekata girişmeyi, sembolik ve sınırlı düzeyde dahi bir askeri harekata girişmemiştir. Militanların K. Irak şehirlerinde bulunanlarını yakalayarak Türkiye’ye teslim edilmemiştir. ABD örgütün hareketini kısıtlamamış, onları Halkın Mücahitleri örneğinde olduğu gibi enterne etmemiştir. ABD Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya karşı zamanı ve coğrafi sınırları çizilmiş bir operasyon yapma izni vermemiş, ciddi anlamda isithbarat paylaşmamış, örgütün lojistik, finansman, propaganda, adam devşirme gibi faaliyetlerini engellemeye çalışmamıştır.

PKK, zaman içinde bazı dalgalanmalar yaşamakla beraber genelde bağımsızlık yanlısı, pan-Kürdist, ve “şiddet bağımlısı” bir örgüt olmuştur. PKK’nın Marksist bir terör örgütü olması, Stalinist liderlik anlayışı, Suriye-İran ve Orta Doğu’daki radikal gruplarla ilişkisi, Türkiye’ye yönelik saldırıları, ABD’nin PKK’ya 90’lı yıllara kadar mesafeli olmasının nedenleri arasındadır. ABD, PKK ile mücadele konusunda Türkiye’ye Avrupa’ya kıyasla genelde daha yardımcı ve müsamahakar olmuştur. Soğuk Savaşın bitiminden ve Körfez Savaşı’ndan sonra PKK ABD’ye daha az tehlikeli ve hatta bazı açılardan daha cazip görünmüş olabilir. Bu dönemde, belki de bu yüzden Kongre’nin PKK’ya karşı Amerikan silahları kullanılmasına sınırlama getirme girişimleri Yönetim tarafından yeterince direnç görmemiştir.
PKK terör vasıtasıyla Türkiye’nin iç istikrarını ve siyasi iklimini, ekonomisini, komşularıyla ilişkisini etkileyebilmektedir. PKK’nın bu kapasitesinin önemli aktörlerin dikkatinden kaçmadığından emin olabilir ve onların “iştahını kabartıp kabartmağından” şüphelenebiliriz. Diğer bir çok ülke gibi ABD de, PKK ile diyalog kurmanın, onu takip etmenin ve hatta belki de onu desteklemenin Türkiye’ye karşı kullanacak bazı enstrümanlar verip vermeyeceği sorusunu kendisine sormuş olsa gerektir. ABD, PKK’nın varlığını ve gücünü belli ölçülerde ve belli şartlarda korumasını tercih etmesine rağmen örgütle direk bir ilişki içinde olmaktan kaçınıyor da olabilir. ABD direk ilişkisi olmasa bile PKK hakkında aşağıdaki türden yargılara sahip olabilir:
- PKK ABD hedeflerine hiç saldırmadı ama özellikle Avrupa’da buna yeteneği var.
- PKK’nın Türkiye’de son dönemde azaldığı söylenmekle beraber önemli sayılabilecek bir tabanı vardır.
- PKK’ya göz yummanın ABD’ye somut olarak henüz önemli bir maliyeti olmadı.
- PKK Türkiye’deki Kürt sorunu konusunda Ankara’yı normalde atmayacağı bazı adımları atmaya zorlamanın aracı olabilir.
- Ankara PKK ile mücadelede ABD ve İsrail’in sağlayabileceği silah, istihbarat, eğitim, işbirliği ve diplomatik desteğe muhtaç kalabilir ve bunlar karşılığında Türkiye’yi dış politikasında normalde belki atmayacağı bazı adımlara ikna etmek mümkün olabilir.
- PKK’nın yaptığı/yapabileceği bazı eylemlerle Türkiye’nin iç siyasetinin ritmi üzerinde etki yaratma kapasitesi vardır.
- Günümüzde PKK terör tekniklerinden kısmen gerilla tekniklerine geçiş yapmaktadır.
- PKK’nın Marksizmi, Amerikan aleyhtarlığı ve anti-emperyalizmi giderek bir kozmetik bir unsur ve “aksesuar” haline gelmiştir.
ABD, Türkiye ve hatta Orta Doğu’daki Kürt sorununun kendi istediği şekilde evrilmesi için PKK’nın varlığını ve gücünü koruması gerektiğini düşünüyor olabilir mi? Kendini “ilerici” bir örgüt olarak gören PKK’nın değişik ülkelerdeki Kürtler açısından belli bir pan-Kürdist bir çekiciliği ve önemi olduğu söylenebilir.
ABD’nin devlet politikası değilse bile bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülke ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğunu inandıkları düşünülebilir. 

PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir Kürt devletini Türkiye’nin 
1) fiiliyatta kabullenmesi, 
2) resmi olarak tanıması, 
3) onunla işbirliği yapması, 
4) onu koruma altına alması, 
5) onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. 

K. Irak’ta bir süre sonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “vurucu gücü rolünü oynayabilir.PKK terörünün önce tırmanması sonra azalmasını takiben Türkiye’ye şiddetin tekrar artmamasının karşılığında Ankara’nın K. Irak’taki Kürt devletini kabullenmesi telkin edilebilir. Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesi gereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir.

Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürt konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır. ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir.

ABD’nin PKK’ya sızmış olması sürpriz olmaz. Bir ihtimal, birden fazla PKK vardır ve ABD bunlardan bir kısmı ile diyalog ve işbirliği içindedir. ABD’nin PKK içinde ‘gözdeleri’ ve kendini çok yakın hissetmediği unsurlar olabilir. Türkiye’ye teslim edilmesi gündeme gelebilecek PKK’lılar bu ikinci gruptan “seçilebilir”. Bu mantığı devam ettirirsek, Öcalan’ın Türkiye teslim edilmesinin nedeninin de bu olup olmadığı sorulabilir. ABD’nin Öcalan’ı Türkiye’ye vermesinin kendisine bedeli, bu sayede Türkiye’yi borçlu hissettirerek kazandıkları ile kıyaslanamayacak kadar düşüktür.
Şimdilik bu ilişkinin olası şekliyle ilgili aşağıdaki “dereceleri” sıralamakla yetinelim: Kesin düşmanlık, sıfır diyalog, karşılıklı kayıtsızlık, “uzaktan bakışarak anlaşmak”, aracılar üzerinden dolaylı diyalog, direk kontak, düzenli diyalog, ABD’nin PKK’ya sızmış olması, çıkar benzerliği, akıl verme, teknik Amerikan yardımı, taktik ortaklık, “taşeronluk”, stratejik düzeyde amaç ve eylem birliği. Bu arada dikkate alınması gereken bir başka ciddi ihtimal de, bu ilişkinin zaman içinde, belki inişli çıkışlı bir grafik şeklinde ve kurumdan kuruma değişmesidir. Mümkündür ki, ABD Dışişleri Bakanlığı PKK’yı terörist ilan eder ve Türkiye’yi bu konuda diplomatik olarak desteklerken, Amerikan istihbaratı ve belki de Pentagon PKK ile diyalog ve hatta belki de ona destek içinde olmuş olabilir. ABD Dışişleri diğer Amerikan kurumlarının ne yaptığını bilmiyor olabileceği gibi, belki daha ilginç ve aslında çok daha muhtemel olan, hepsinin birbirinden haberli ve hatta “koordineli” şekilde hareket ediyor olmasıdır.

Arada bir ilişki varsa da bu iki taraf için de açıkça kabul edilmesi gerekli veya çekici olan bir şey değildir. Ancak, PKK Amerikan rüzgarını arkasına aldığının, ABD ise, PKK’yı kontrol edebileceğinin düşünülmesinin kendilerine bazı avantajlar sağlayabileceğini düşünüyor olabilirler. Son dönemde bu iki aktörün eylemlerinin büyük ölçüde birbirlerinin politikaları ve çıkarlarıyla uyumlu olduğu söylenebilir. ABD PKK ile resmi olarak terörist ve “düşman” ilan ettiği benzer durumdaki aktörlerle olan ilişkisine kıyasla oldukça “olaysız” bir ilişki içindedir. PKK liderleri ve kadrolarının ABD’nin Irak’taki askeri varlığı nedeniyle –belki işgalden hemen önce ve hemen sonrasındaki dönem hariç[1]- ciddi bir endişe duyduklarını düşünmek zordur. Böyle bir korku varsa bile, “PKK’nın vücut dili” böyle bir işaret vermemektedir.
PKK liderliği K. Irak’ta barınmalarına ABD’nin göz yummasını dolaylı bir işaret olarak görmüş ve bu durumun devamı için ABD politikaları ile uyumlu bir pozisyon almakta gecikmemiştir. Bölge Kürtlerinin önemli bir kısmı gibi PKK da, ABD’nin bölgedeki varlığının kendilerine yeni imkanlar açtığı ve “fırsat penceresinin” sonuna kadar kullanılması gerektiği sonucuna varmıştır. “Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı isitihbarat birimlerinin PKK hareketini takip eden uzmanları tarafından” kaleme alınan bir metne göre “Öcalan, örgüt üst düzey elemanlarının ABD’nin bölgedeki yetkilileriyle dolaylı da olsa temaslar sağlamasının akabinde yeni bir durum tespiti ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Yapılan değerlendirmeye göre ‘ABD bölgeye gerici statükoları parçalamak ve demokrasi güçlerinin önünü açmak için gelmiştir. Dolayısıyla, örgüt ABD’nin bölgedeki politikalarının bir unsuru hale gelebilmek maksadıyla kendini yeniden şekillendirmelidir. ABD’nin karşı olduğu örgütlenme anlayış ve modelleri terk edilmelidir.’”[2]
ABD’nin PKK’ya karşı somut adımlar atmamasının gerekçesi olarak saydığı şeyler bugün olduğu gibi dile getirildikleri günlerde de inandırıcı değildi. Bu hareketsizliğin, ihmal, acz, Irak’ta yeterince askere sahip olmama, Kürtler ve Türkiye arasındaki “stratejik açmaz ve tıkanıklık”, Türkiye’yi 1 Mart nedeniyle cezalandırma güdüsü, kurumlar arası anlaşmazlık ve/veya koordinasyonsuzluk, adım atmamanın bir bedeli olmadığını görmenin verdiği rahatlık, İran’a karşı kullanılmak istenen Pejak’ı küstürmeme isteği, K. Iraklı Kürt grupları rahatsız etmekten kaçınma, PKK saldırılarına hedef olmak istememe gibi nedenleri olabilir.

ASAM uzmanı Arif Keskin’in İran’daki çevre etnik gruplar hareketlendiği zaman merkezdeki Farsların molla rejiminden memnun olmasalar bile onun etrafında kenetlenme ihtiyacı hissettikleri şeklindeki teorisi önemlidir. PKK-Pejak İran’a karşı stratejik değil taktik bir karttır. PKK-Pejak’ın İran konusunda ABD’ye getirisi, Ankara’nın ABD’nin Irak ve ötesindeki politika ve çıkarlarına yaptığı yardım ve katkılara[3]kıyasla muhtemelen oldukça mütevazidir. Ancak ABD PKK konusundaki hareketsizliği nedeniyle somut olarak önemli bir bedel ödemediği için örgütün İran konusundaki sağladığı ve sağlayabileceği avantajlar Washington’a cazip gelmiş olabilir. Eğer bu yorum doğruysa Türkiye sadece PKK’ya karşı değil ABD karşı da gerektiğinden fazla sabır göstermiş demektir.

Türkiye, PKK’nın İran’a yönelmesi halinde[4] nasıl tepki verecektir/vermelidir? PKK’nın İran’a kayacağı iddialarını belli bir rezervle karşılamak gerekir. PKK üyeleri aslında “sivilleşerek” K. Irak kentlerine yerleşecek olabilirler. Ayrıca PKK üyeleri gerçekten de İran’a karşı yönelseler bile bu durum bizim onların nihai hedefinin Türkiye olduğunu unutmamıza neden olmamalıdır.
,
ABD’nin PKK’ya karşı hareketsizliği ile ilgili kabaca üç ihtimal olduğu söylenebilir. Bunları en vahimden başlayarak sıralamak gerekirse:

a) ABD Türkiye’yi PKK’yı da kullanarak bölmek istiyor.

b) ABD Türkiye’yi bölme konusunda bir karara varmış değil ve belki böyle bir niyeti de yok ama Ankara tarafından bu yola tevessül edebileceğinin düşünülmesini amaçlıyor. Türkiye’yi “diken üstünde tutmak”, kendi yardımı ve “iyi niyetine” muhtaç halde tutmak, bir parça cezalandırmak, korkutmak ve 1 Mart gibi bir şeyin bir daha tekrarlanmamasını sağlayacak bir ders vermek istiyor.

c) ABD, bir ihmal-beceriksizlik-vizyonsuzluk-koordinasyonsuzluk yumağı içinde ve ne yaptığını bilmiyor. PKK’ya karşı adım atmayı erteleme yönünde dile getirdiği, aslında yetersiz olan, bahane ve açıklamalara kendi de inanıyor. Bunları gözden geçirmesini gerektirecek kadar büyük bir bedel ödemek üzere olduğunu düşünmediği için de konu hakkında siyasi- bürokratik bir hareketsizlik (inertia) içindedir.

ABD’nin PKK ile ilgili “planları” varsa da, ya da sadece ihmal, beceriksizlik, kurumlar arasında kopukluk gibi nedenlerle hareketsiz kalıyorsa da, Washington’u “yola getirmek” için yapılması gereken şeyler değişmeyecektir. Bu nedenle Türkiye’nin “sonsuz bir niyet okuma seansı”ndan çıkıp, ABD’ye rağmen ve ona karşı adım atabileceğini kanıtlaması ama ondan kopmak da istemediğini göstermesi gerekiyor. Aksi takdirde ABD, ya Türkiye’nin kolayca ikna edilebilir bir ülke olduğunu, ya da tamamen kaybedildiğini düşünerek, bilerek veya bilmeyerek uyguladığı Türkiye’nin çıkarları aleyhindeki politikalarına devam edecektir. 

Eğer Türkiye, 

1) PKK konusunda Washington, Bağdat ve K. Irak Kürtlere şikayet ve muğlak talepler yerine ayrıntılı ve makul bir iş bölümü sunabilse, 

2) Bu aktörlere atılması istenen adımlar için mühlet verse, 

3) Verilen sözler tutulmazsa ABD dahil bu aktörlerin çıkarlarına karşı adımlar atılabileceğine dair inandırıcılık gösterebilse ve 

4) ABD’ye rağmen ve onun prestijine ve hassasiyetlerine çok önem vermeden operasyonlar yapma gücü ve iradesine sahip olduğunu kanıtlayabilmiş olsa idi muhtemelen şıu anda PKK ile mücadelede daha üstün bir konumda olurdu.

PKK’nın ABD’ye saldırmaya cesaret edemeyeceği, K. Iraklı Kürtlerin ABD’ye olan ihtiyaçlarının yaşamsal olması nedeniyle ona hayır diyemeyecekleri, Pejak’ın ABD için İran’a karşı stratejik değil ancak taktik bir araç olduğu, ABD’nin çok asker kullanmadan da PKK’ya karşı yapılabileceği şeyler olduğu yeterince açıktır. Ayrıca, Washington’da İran’a saldırmak için bahane arayan güçlü kesimler varken Tahran’ın da Ankara’yı takiben Irak’a müdahale etme ihtimali olduğu inandırıcı değildir. Türkiye’nin ateş altındayken siyasi bazı açılımlara girmesinin zor ve sakıncalı olduğu ve bu yola girilse bile sonuç almanın zaman alacağı düşünülebilir.

“PKK (ya da ABD ya da Iraklı Kürtler vs) bizi K. Irak’a çekmeye mi çalışıyor?” sorusu meşrudur ama cevabı meçhuldür ve bu soru Türkiye’yi bir hareketsizliğe mahkum ederek felç etmemelidir. PKK’nın bir amacı olmayabilir, olsa bile ille de kendi açısından umduğu sonuçları elde etmesi gerekmez. Türkiye K. Irak bataklığına saplanmamalıdır. Ama bu cümle bizi sonsuz bir kararsızlık, zayıflık ve hareketsizliğe mahkum ederek felç de etmemelidir. Bataklığa saplanmadan da askeri güç kullanılabilir. PKK, Türkiye'nin ABD'ye rağmen müdahale edemeyeceğini ve "kendi aczi içinde kıvranacağını"düşünerek de son eylemelere girişmiş olabilir: "Kürtler, Türkler, işte bakın ben vuruyorum ama      Türkiye'nin bana karşılık verecek gücü, cesareti, iradesi, dayanıklılığı yok. Bunu görün ve bu mücadeleyi kimin kazanacağını tahmin etmeye çalışın".
Eğer Başbakan’ın ABD gezisinden önce dramatik ve arkası gelebilecek izlenimi veren bir operasyon yapılsaydı bu görüşmelerde elimiz daha güçlü olurdu. Geçen sürede konunun sıcaklığı azaldı. Bizim için çok yetersiz olmakla beraber K. Iraklı Kürtler attıkları bazı kozmetik adımlarla (Türk askerlerin salıverilmesi, bazı PKK bürolarının kapatılması, kontrol noktalarının arttırılacağı sözleri) uzlaşma yanlısı bir görünüm elde ettiler. ABD Türkiye’yi yuvarlak sözler, muğlak taahhütler, uyarılar ve yarı tehditkar ifadelerle bekletebileceği intabaını edinmeye başladı. Yaklaşan kış nedeni ile Türkiye’nin operasyon yapma becerisi kısmen azaldı. Saldırıdan hemen sonra bir oldu-bitti ile yapılacak ve dünyanın anlamak zorunda kalacağı bir operasyon ise artık artan uyarı ve çağrılarla “dünyaya karşı yapılmış” görüntüsü verecek hale geldi.

Normalde bir meziyet ve hatta fazilet olan sabır ve kendini tutma Türkiye için giderek bir zaaf haline gelmektedir. Dramatik adımlar atmamak için sürekli nedenler bulan, buna gücü ve cesareti olduğı konusunda şüpheler yaratan, uyarı-tehdit ve “küçük şekerlerle” hemen ikna olan bir ülke görüntüsü verilmesi halinde üçüncü tarafların övgü cümleleri ve “sırt sıvazlamaları” ile karşılaşsak da, aynı kesimlerin içlerinden farklı şeyler söylediklerinden emin olabiliriz. Dışarıdan bakıldığında Türkiye çok kolay mutlu olan ve bir iki küçük jestle bir çok şey yaptırılabilecek bir ülke olarak görünüyor olabilir.
PKK ile ilgili mücadelede ideal işbölümünde, operasyonu Türkiye’nin, finansman, lojistik, propaganda, üye devşirme faaliyetlerinin kesilmesi gibi PKK’nın hayatını zorlaştırıcı adımları ise ABD, Bağdat ve K. Iraklı grupların atması gerekir. Diğer seçenekler gerçekçi olmayan, eksik ve güvenilmezdir. ABD’nin PKK konusundaki sorumluluğu Türkiye’ye sadece istihbarat işbirliği vaat etmekle ortadan kalkamaz. Kaldı ki, Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinden sonra sağlanacağı söylenen bu istihbaratın boyutu, zamanlaması ve kalitesi debelli değildir. Ankara’nın K. Irak’ta PKK’ya karşı girişebileceği operasyonları ABD’den gelecek bu istihbaratın gösterdiği hedeflerle sınırlaması ve bunun dışındaki operasyonları ABD’nin veto etmesi kabul edilmemelidir. Ancak öte yandan Türkiye’nin PKK’ya karşı K. Irak’ta atacağı adımları ABD ile koordine etmesinin önemli ve faydalı olabileceği de açıktır. Bu koordinasyonun Türkiye’nin hareket serbestliğine bir miktar azaltması da beklenebilir. Türkiye’nin, K. Irak’taki PKK hedeflerine karşı, ABD’nin bilgisi, onayı ve desteğiyle, coğrafi derinliği, kullanılan şiddetin derecesi ve süresi itibariyle belki sınırlı ama “kozmetik” olmayan, bir defa ile sınırlanamayacak ve sivil halka zarar vermemek için son derece dikkat gösterilen bir askeri harekatta bulunmaya çalışması gerekir. PKK’ya müdahalenin aşağıdaki stratejik neden ve amaçları şunlar olabilir: Terörü kaynağında bulmak, örgütün beyni ile askerleri arasındaki hattı kesmek, olabildiğince çok teröristi öldürmek, silahlı mücadeleye hazır olduğunu kanıtlamak, PKK üyesi olmanın riskli bir şey olduğunu kanıtlamak, PKK’ya destek vermenin ya da göz yummanın da bir bedeli olduğunu göstermek.
ABD’nin elinde PKK hakkında bizim sahip olmadığımız önemli istihbaratın olduğundan emin olabiliriz. Washington bunu niye Türkiye ile paylaşmıyor olabilir? Aslında şöyle de sorulabilir: Niye paylaşsın? Kimse kimseye gerekmedikçe bir şey vermez. ABD bu istihbaratı parça parça ve kesinlikle gerekli olduğuna ve karşılığında bir şey almanın mümkün olduğuna hükmettiği zaman verebilir. Türkiye’nin yaklaşık 25 yıldır mücadele ettiği PKK’ya karşı ABD’nin sağlayacağından bağımsız olarak K. Irak’ta anlamlı askeri müdahalede bulunabilecek istihbaratı yok ise durum oldukça ciddi demektir. Bu durumu anlatmak için “skandal” kelimesini kullanmak abartı olmayabilir. Bu yazının konusu olmamakla beraber Türkiye’nin istihbarat konusunda ciddi ve kollektif bir özeleştiri ve reform sürecine ihtiyaç duyduğu söylenebilir[5].
PKK ve Kürt sorunu Türkiye’nin enerjisini tüketen ve dış politikasında dezavantajlı hale getiren bir yük ve “yara”dır. PKK Türkiye’deki Kürt sorununu belki yaratan değil ama canlı tutan bir örgüttür. PKK olmasa idi Ankara Türkiye’nin Kürt vatandaşlarına yönelik attığı bazı adımları , muhtemelen atmayacaktı. Öte yandan, PKK Kürt sorununun bundan sonra barışçı bir şekilde çözülmesinin önünde ciddi bir engeldir. PKK ateşinin altında iken “açılımlarda bulunmak” hem Türkiye’deki Kürtler hem de üçüncü taraflarca şiddete boyun eğmek şeklinde görülebilecektir.


[1] Ruşen Çakır, Türkiye’nin Kürt Sorunu. İstanbul: Metis yayınları, 2004. s. 204.
[2] Aktaran Ruşen Çakır, s. 204.
[3] Daniel Fata, “Turkish Support for U.S. Policy by Daniel Fata”, ABD Temsiciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi (Dinleme Seansı), 15 Mart 2007.
[4] Former leader of Kurd rebels reveals retreat into Iran” , Independent, 5 Kasım 2007.
[5] Sönmez Köksal, “Türkiye'nin istihbarat yeteneği sorgulanmalı” Milliyet, 22 Kasım 2007.


***