üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2019 Salı

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler,

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler


Ümit Özdağ tarafından yazıldı. 


2013 yılı küresel politik ve jeopolitik gerilimler açısından ne dünya ne de bölgemiz için sakin bir yıl olmayacak. Büyük bir kısmı tarihin 2012'ye taşıdığı ve çözülemeyen sorunları geliştirerek yaşamaya devam edeceğiz. CNN International bu sene dünyanın ve tabii Türkiye'nin gündeminde önemle yer alacak konuları bu konuda iyi bir çalışma yapmış. 
Bu çalışmayı da değerlendirerek ve genişleterek, bu sene dünyanın, bölgemizin ve Türkiye'ninkonuşacağı konuları aşağıdaki başlıklar altında toplamadık.

1) PKK ile Müzakereden Mütarekeye: Hiç şüphesiz bir yandan İmralı'daAbdullah Öcalan ile yeniden başlayan öte yandan Avrupa'da PKK ile gizli olarak da olsa düşük seviyede yürümeye devam eden müzakere süreci, artık mütareke evrilerek devam edecek bir zemine doğru yaklaşıyor.  AKP'nin son Kongresi'den sonra "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda,(Yeniçağ, Ekim 2013)  Hükümetin "Kürt Sorunu" diye nitelendirdiği PKK sorununu çözmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli ve üniter devlet karakterini değiştirecek, bir dizi  önlemi alacağını kaydetmiştim.

Büyükşehir yasası ile idari federalizmin zeminin hazırlanması, Kürtçe'nin ikinci resmi dile götürecek adımların kararının açıklanması anılan Kongre sonrasındaki 
gelişmelerdir. Başbakan Yardımcısı ve Müzakere sürecinin yönetici olan ….'da İmralı ile ikinci görüşme sürecinin başlamasından sonra, sürecin AKP Kongresi 
sonrasında başladığını açıklamıştır. Öcalan ve PKK ile müzakereler 2013 senesinde Türkiye'nin olduğu gibi ilgili dünyanın ve bölgenin en önemli gündem 
maddelerinden birisini oluşturacak. 

    Ancak bu görüşmelerin 2013 senesi içinde sona ereceği anlamına gelmiyor. Çünkü PKK için görüşmelerin kabul edilebilir bir sonuca varması demek, 
    1)  Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af, 
    2)  PKK'nın Türkiye'de legal bir parti olması, 
    3)  Büyükşehir yasasına valilerin de seçimle gelmesi maddesinin eklenmesi, 
    4)  Kürtçe eğitimin kabul edilmesi, 
    5)  Anayasaya Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler ve Kürtlerden oluştuğu hükümlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde PKK bugün olmaz ise yarın diyerek çatışmalara devam edecektir. AKP ise cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu taleplere "evet" diyemeyecektir. 

Özetle, 2013 içinde de artık mütarekeye doğru giden ve geri dönülemez süreç devam edecektir. Mütarekenin halkta yaratacağı tepkiyi eritmek için KCK operasyonları, dağda PKK alt yapısına yönelik askeri operasyonlar devam edecektir.

2) PKK'nın Hakkari ve Van'da etkinliğini artırma çabaları: PKK, İmralı'da ve Avrupa'da yapılan görüşmelerin 2013 ilkbaharına kadar sonuç üretmemesi durumunda PKK, Hakkari'de 2009'dan itibaren uyguladığı ve "kurtarılmış bölge", "demokratik özerklik" ve en son "gazzeleştirme" diye anılan stratejiyi, Van'a da taşıyarak yaygınlaştırmaya çalışacaktır. PKK'nın izleyeceği bu politika, 2013 ilkbahar ve yazı Hakkari ve Van'da kırsal ve kentsel alanlarında PKK ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt, 2013 içinde 2012'de denediği ancak başaramadığı kent ayaklanmaları girişimini tekrar deneyecek ve TSK'yı "meskun mahal çatışmasına" zorlamak isteyecektir.

3) Suriye İç Savaşı ve Savaşın Irak-Ürdün-Lübnan ve Türkiye'ye Etkileri: Suriye iç savaşı Esad "bugün düştü, yarın düşüyor" psikolojik propagandasına rağmen devam edecektir. Suriye'de iktidar 2013 içinde güç kaybetse de muhalefete dışarıdan büyük bir askeri destek gelmediği sürece, muhalif unsurlar Şam rejimini deviremeyeceklerdir. Üstelik, iç savaş Şam'da iktidarın el değiştirmesi ile bitmeyecektir. Şam'da iktidar isyancıların eline geçer ise Lazkiye'den başlayıp Akdeniz boyunca Suriye sahillerine yayılan Nüsayristan'da Esad'ın yeni savaşı başlayacaktır. Muhtemelen, Esad bu aşamada Suriye Kürtlerinin bağımsızlığını destekleyerek, hem isyancıları hem Türkiye'yi baskı altına almak isteyecektir. Öte yandan Suriye'deki parçalanma, diğer bir ifade ile Suriye'nin "Somalileşmesi", Irak'ın da parçalanmasına giden yolu açacaktır.

4) Kerkük, Kuzey Irak ve Irak: 2012'de Irak ve Kuzey Irak savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. 2013'de Barzani ile Maliki arasındaki çatışma, Suriye'deki gelişmelerin de etkisi daha da sertleşecektir. Suriye'de rejimin devrilmesi ve Esadın savaşı Lazkiye'den sürdürmek istemesini Barzani, Kuzey Irak'ta Suriye'nin Kuzey bölgelerini de kapsayacak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için kullanabilecektir.Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen bölgelerinin Barzani'nin eline geçmesi Irak'ın Osmanlı döneminde Musul Vilayeti diye anılan bölgesinde ve Suriye'nin kuzeyinde Halep'e kadar uzanan alanda bağımsız Kürdistan'ın kurulmasına yol açacaktır. Şii Maliki Hükümetinin Irak'ın bölünmesini engelleyememesi, Sunni Arapçılığın ayrılmak için dışarıdan da tahrik ile harekete geçmesine neden olabilir. Kuzey Irak'ın bağımsızlığı Arap milliyetçiliğini geliştirip, sunni-şii geriliminin aşılmasına da neden olabilir.
     Barzani, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri üzerindeki fiili hakimiyetini hukuki hakimiyete dönüştürmek için Irak Ordusunu yenmek veya en azından savaştan caydırmak zorunda olduğunu biliyor. Bu noktada son günlerde uluslar arası basında gittikçe sık yer alan bir haber/yorum, Başbakan Erdoğan'ın Barzani'ye bir Kuzey Irak-Irak savaşında, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı destekleyeceğine dair söz verdiği hususudur. Irak başbakanı Maliki, Ankara'yı Türkmenlere, Kerkük ile birlikte Barzani'ye katılın telkininde bulunmak ile suçlamaktadır. Kerkük konusunda Ankara'dan da karışık sinyaller gelmektedir.

5) İran ve Nükleer Silah: İran, İsrail'in saldırı çağrılarına, ABD'nin başını çektiği Batının ekonomik ambargosuna rağmen hızla nükleer santrallerini inşa etmeye devam etmektedir. İran, bir askeri saldırıya da boyun eğmeyeceğini gösterecek şekilde konvansiyonel silahlanmaya devam etmekte ve sürekli yeni füze tipleri üreterek denemektedir. Öte yandan İran'a yapılacak bir İsrail ve/veya ABD saldırısı ilk kez çalışmakta olan nükleer tesislerin bombalanması gibi bir sonuç ortaya çıkaracak. Böyle bir bombardımanın ortaya çıkaracağı nükleer kirlilik muhtemelen Çernobil'den kat ve kat fazla olacak. İsrail İran'a saldıracak mı? ABD böyle bir saldırıya katılacak mı yoksa aktif destek vermekle yetinecek mi? 2013 yılında da İran dünya gündeminin önemli meselelerinden birisi olmaya devam edecektir.

6) Sallanan ve Etnikleşen Avrupa Birliği: 2013 senesi içinde AB ekonomik ve politik krizi yaşamaya devam edecek. Bu ekonomik kriz, eğer dağılmak istemiyor ise AB'nin yeni bir şekil almasına neden olacak. Ayrıca, başka faktörlerin yanında Brüksel bürokrasinin etnikçi politikalarının sonunda Belçika parçalanma süreci devam edecek. Katalonya ve Bask'ın İspanya'dan ayrılma süreçleri güçlenecektir. İtalya ekonomik krizinde etkisi ile milli bilincin daha da zayıfladığı, zengin Kuzey Ligi'nin, fakir güneyden ayrılmak isteğinin güçlendiği bir dönemden geçecek. 2013'de AB'nin sorunlarını ve geleceğini konuşmaya devam edeceğiz. 2013'de Türkiye'de AB'ciler biraz daha mahcup, "Ama AB standartları ..." demeye devam edecekler. Ankara'da artık AB dışında seçenekler üzerinde arayışlar başlayacak.

7) Çin'in Ekonomik ve Politik Yükselişi-ABD'nin Pasifik'e Dönüşü: Çin ekonomik yükselişi devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu savaşına angaje olduğu bir dönemi çok akıllıca değerlendirip, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına uzanan Çin, düşük profilli bir dış politika sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik ve politik gelişmesine uygun bir askeri yapılanma içinde olmasına rağmen, Pekin düşük profilli bir dış politika izleyerek Washington'u kışkırtmamaya çalışıyor. 2013'de Çin'in yükselişinin konuşulmaya ve ABD'nin muhtemel cevapları konuşulmaya devam ediliyor.

8) Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Mısır: 2012 Mısır'da ilk demokratik seçimlerin ve Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinin yılı oldu. Müslüman Kardeşler demokratik seçimle iktidara geldiler ancak daha ilk hamlelerinde demokrasiden çok hoşlanmadıklarını gösterdiler. Müslüman Kardeşler ve muhalifler arasındaki gerilim 2013 senesinde de sürmeye devam edecek. Müslüman Kardeşlerin iktidarı uzun bir iktidar mı olacak yoksa bir yaz yağmuru mu olacak? 2013 bunun büyük ölçüde anlaşılacağı sene olacak.

9) Libya'nın Afganistanlaşması Süreci: Libya'da Kaddafi yönetimin devrilmesinden sonra bir hükümet oluştu ancak bir iktidar oluşmadı. Ülke değişik radikal gruplar ve aşiretler arasında parçalanmış durumda. Bugünlerde uluslar arası basında çok bahsedilmese de Libya'nın parçalanması büyük bir ihtimal. Radikal İslamcı gruplar, bu ülkede Kaddafi'nin cephaneliği üzerinde oturmuş, ülkeyi Afganistanlaşıyorlar. Libya'da otoritenin çöküşü ve cihadist gruplar, Mali'nin Kuzeyinde yönetimi ele geçirmiş durumdalar. 2013'de Libya Kuzey Afrika'ya istikrarsızlık ihraç etmeye devam ederken, kendi parçalanması sürecinin dinamiklerini de geliştirecek.

10) Afganistan ve Pakistan dağılacak mı?: 2012'ye kadar Afganistan'da bir devlet yapısının nasıl kurulacağı üzerinde duruldu. Ancak 2012'den itibaren Afganistan'ın bir devlet olarak geleceğinden gittikçe ümit kesildiği görülüyor. Amerikan strateji yazınında 2012 içinde "acaba Afganistan'ı kuzey ve günye olarak bölmek daha mı faydalı olur?" tartışmasının yapılmaya başlandığı görülüyor. Bu tartışmanın 2012 sonundan itibaren daha belirgin bir şekilde "ABD'nin düşmanı olarak Pakistan ve Pakistan bölünmeli mi?" sorusunun eklendiği görülüyor. 2013 senesi içinde Afganistan ve artan oranda Pakistan konusunu tartışmaya devam edeceğiz.

11) Chavez Sonrasında Latin Amerika: Latin Amerika'nın sempatik anti-amerikan lideri Hugo Chavez'in kanser hastalığı ilerliyor. Yerine yardımcısının geçmesi için gereken hazırlıkları yaptı. Eğer süreç bu şekilde devam eder ise Chavez, 2014 senesinde iktidarda ve hatta dünya da olmayabilir. Chavez'in ölümü Latin Amerika'da gelişen anti-Amerikancı dalganın ağır bir darbe almasına, liderine kaybetmesine ve yeni bir lider üretememesi durumunda da erimesine yol açabilir. Türk medyasının ve üniversitelerin "radarları" dışındaki Latin Amerika ve ABD bu sene Chavez sonrası Venezuella'yı ve Latin Amerika'daki gelişmeleri çok konuşacak.

12) Kuzey Kore kendi roketi ile kendi uydusunu yörüngeye oturttu: Türkiye, toplama bir yapı olan (bu işler böyle başlar ve bu da önemlidir) Göktürk-2'yi Çin'den yörüngeye yollarken, Batı medyasında geri kalmış, insanları açlıktan ölen olarak gösterilen Kuzey Kore kendi yaptığı uyduyu kendi füzesi ile uzaya yolladı ve dünyanın yörüngesine oturttu. Bu noktada ABD'yi ilgilendiren husus,olması. Türkiye'de çok ilgilenilmeyen bu ülke 2013'de de dünyanın gündeminde olmaya devam edecek.

13) Hegemonyanı Zayıflaması Tartışmalarının Yoğunlaşması: ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi. Daha bir süre öyle olmaya da devam edecek. Ancak artık Amerikan hegemonyasının kırıldığı Washington'da kabul ediliyor. Bush döneminde yapılan son büyük atak, hegemonyanın ömrünü uzatacağı yerde kısalttı. Ancak henüz çok kutuplu bir dünya sisteminin kuralları da oluşmadığı için sahte bir hegemoni ile dengesiz bir süreç uluslar arası ilişkilere egemen olmuş durumda. 2013 senesinde de hegemonyanın zayıflaması tartışmaları uluslar arası ilişkiler gündeminin önemli parçalarından birisi olmaya devam edecek.

14) Küresel ekonomik kriz: Devam ediyor

15) Küresel Isınma: Konuşmaya devam edeceğiz.


Uzman Hakkında
Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları;

2014’de Türk Ekonomisi ve İktidarın Sıkıntısı
Enerji Kıskacı, Zihniyet Ve Kıskacı Aşmak
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Çalışıyor
Kıbrıs Tekrar AKP Uğruna Feda Ediliyor, Sırada Sözde Soykırım Var
Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerine Düşünceler
Ege Denizinde Türk Adaları Yunan İşgali Altında
Ankara Valisi Jandarma Genel Müdürü Mü Olacak?
PKK-KCK “Paralel Devleti”
Genelkurmay Başkanlığı’nın Dikkatine: Tekrar İzmir’deki Casusluk Davası
17 Aralık 2013 Sonrasında Türkiye'de Neler Oluyor?
PKK-AKP ve Cemaat
İsrail’de Stratejik Yarılma
Türkiye’nin Gayri Milli Suriye Politikası
Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzler
Jandarma Genel Müdürlüğü İmiş?
Türk Milleti Yokmuş?
Türk Subaylarının Oslo’da PKK ile Yapılan Anlaşma Uyarınca Soruşturulmasına Başlanmıştır
Türkiye Bölücülüğü Aşacak
Güneydoğu Anadolu’da Neler Oluyor?-Büyük Resim
Genelkurmay Başkanlığı ve PKK’nın Açıklamaları
AKP Barzani’yi Ağırlarken PKK Suriye’de Devlet Kuruyor
Mete’nin, Atilla’nın Alparslan’ın Fatih’in ve Atatürk’ün Ruhunu Taşıyan Bir Türk Subayı
Türk Subayı
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Yeni Bir Şekil Vermek
Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir
PKK ve Andımız
AKP’nin PKK’ya Son Tavizleri
Genelkurmay Başkanlığından Gelen Telefon
Biz Söylemiştik: ABD ile İran Arasındaki Gizli Pazarlıklar
PKK Çekilmiyordu ki Çekilmeyi Durdursun
Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi?
Kutuplaştırmanın Milli Güvenlik Üzerindeki Öngörülmez Etkileri
Gerçekten Güneydoğu Anadolu’da Artık Şehit Vermiyor muyuz???
PKK’nın Derin Planı
Mesut Barzani Türkiye’nin Dostu Mudur?
2013 Sonbaharı Sıcak Geçecek Mi?
Ergenekon Davası ve Türk Ordusu
AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?
Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!
PKK Suriye’nin Kuzeyinde Ne Yapmayı Hedefliyor?

***

29 Ağustos 2019 Perşembe

Suriye Üzerine Gizli Anlaşmalar..

Suriye Üzerine Gizli Anlaşmalar.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
21 Aralık 2018 

 Suriye’de ABD’nin YPG/PKK bölgesinden çekilme kararı ile birlikte gelişmeleri yeniden değerlendirme ihtiyacı ortaya çıktı. Geçen hafta Cenevre’de Türkiye, Rusya ve İran; yeni Suriye Anayasa’nın yazılması için tarafların temsil edileceği komisyon ile ilgili gelişme sağlamışlardı. Trump’ın son kararı ise Suriye’de genel bir siyasi barışa yönelik olarak ilerlemenin ötesinde operasyonel anlamda da bazı önemli gelişmelerin kapısını açıyor. İşin aslı taraflar kendi çıkarlarını gözetirken, kartların yeniden dağıtıldığı bir döneme giriyoruz. Tüm bunların perde arkasında ise bazı gizli anlaşmalar ve karşılıklı beklentiler var. 

 Öncelikle Kaşıkçı ile ilgili son makalemizin sonunda Türkiye’nin Trump yönetimine karşı önemli bir koz ele geçirdiğini ve bunun Fırat’ın doğusu için de sonuçları olacağını yazmıştık. Gelişmelerin arkasında Türkiye ve ABD arasındaki bazı anlaşmalar olduğu kadar, ABD ve Rusya arasında da öteden beri sağlanan bazı anlaşmalar var. Ancak, bunlar kesinlikle sonuna kadar uygulanacak katı maddeler içermiyor. 
Konjonktürel olarak hemen kırılabilir ya da yön değiştirebilir. 
Ne demek istiyoruz, anlatalım. 

 Önce Türkiye ve ABD arasındaki gelişmelere bakalım. Trump zaten bir-iki ay önce Suriye’den çekilme niyetini belirtmişti ama bu daha çok ülke içinde iyi koordine edilmemiş bir karar gibi gözüküyordu. Sonrasında ABD’nin Suriye’deki YPG/PKK varlığına ilişkin radikal bazı kararları ve uygulamaları ile olayın boyutları yavaş yavaş değişmeye başladı. 

Örneğin; 

 - ABD’nin sık sık yanlışlıkla (!) YPG/PKK’lı teröristleri hava saldırılarında öldürmesi. 

 - ABD’nin PKK’nin üst düzey lider kadrosunun yakalanmasına ilişkin ödül koyması. 

 - ABD’nin YPG/PKK’nın ırkçı politikaları ile karşı karşıya gelmesi ve bölgeye dışarıdan Arap kabileler taşınmaya başlanması. 

 - Fırat’ın doğusundaki yapılanma konusunda bir türlü anlaşamamaları. 

 Bütün bunlar olurken, ABD; Türkiye’ye yönelik de önemli adımlar attı ve atmaya devam ediyor; 

- Türkiye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve ilişkilerin normale dönmesi. 

- Fırat’ın batısındaki devriyeler konusundaki gelişmeler. 

- Kongre’nin Türkiye’ye Patriot satma onayı. 

- Fırat’ın batısından çekilme kararı. 

 Peki neler oluyor? Aralarındaki anlaşma ne? Özetleyelim; 

 - ABD tamamen çekilmeyecek ya da örtülü olarak bir kısmı kalacak olsa da Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik askeri müdahalesine izin verdi yani harekâtımıza engel olmayacak. 

 - ABD, YPG/PKK ile bir yere varamayacağını ve Türkiye’siz Ortadoğu’da bir şey yapamayacağını, Suudi Arabistan düştüğü son durum ile daha iyi gördü ve Türkiye’yi yanına çekmek istiyor. Burada İsrail’in güvenliği ile ilgili beklentileri ön plana çıkıyor, Türkiye’yi İran’a karşı cepheye çekmek istiyor. 

 - Yeni Suriye’de özerk kürt bölgesi ihtimali ortadan kalktı, Kürtlere ancak yerel yönetimlerde daha fazla söz verilecek. 

 - Önümüzdeki dönemde YPG/PKK’lı teröristler, ABD yerine artık ya Rusya ve İran’a sığınacak ya da Avrupa’ya kaçacak. 


Özetle, Suriye’de ülke bütünlüğü korunurken hafif federal bir yapı içinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesi masadaki seçenek olarak duruyor. Muhalifler böyle tatmin edilecek. Siyasi olarak en önemli sorun ise Esat’ın konumu ile ilgili Türkiye’nin muhalefeti. Bu konu geçiş döneminde yani yeni Anayasa’nın yazılması ve seçimlere kadar olan geçiş dönemi hükümeti süresince Esat’ın kalması ve sonrasında ülkenin başından ayrılması şeklinde çözülecek. 

Suriye’deki güçler de ancak bu siyasi sistem yerine oturduğunda ülkeden çekilecekler. 

Türkiye’ye dönecek olursak, Fırat’ın doğusundaki bölgeye TSK.nın belirli bir derinliğe kadar gireceği ve burada yeni bir güvenlik yapısının oluşturulacağı bekleniyor. Burada bir Arap gücü kurulması da söz konusu. 

 Gelelim ABD ve Rusya arasında neler olduğuna. ABD’nin başından beri Suriye ’den çekilme karşılığı Rusya’dan istediği; İran’ın da çekilmeye razı edilmesi idi. ABD için İsrail’in istekleri ön planda ve İran çekilmezse İsrail, Suriye’nin güneyinde kontrol ettiği bölgeyi genişletmekle tehdit ediyordu. ABD çekilirken, Rusya’dan İran ve Hizbullah’ı en azından Suriye’nin güneyinden çekme beklentisi devam ediyor. Eğer bu olmazsa Suriye’de ABD ve Rusya arasında gerilim tekrar tırmanabilir. Öte yandan İdlib konusu da Türkiye ile Rusya arasında çözüm bekleyen sancılı bir gündem olmaya devam ediyor. 

ABD ve Rusya arasındaki gelişmelerin arkasında Ukrayna’ya ilişkin bir anlaşma konusunda beklentiler de var. Ancak, ortada ilginç bir senaryo dolaşıyor. Rusya’yı tüm kötü ekonomik koşullara karşı ayakta tutan ve devletin elit kesimi olan oligarkları kontrol eden Putin’in ömrünün fazla olmadığı düşünülüyor. 

Batılılar hızlı bir şekilde Putin sonrası Rusya’ya çalışmaya başladılar. 


***

28 Kasım 2017 Salı

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 3


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 3





İSRAİL ve ABD 

Denebilir ki, ABD ve İsrail’in Kürt milliyetçiliği meselesine yönelik çıkarları arasındaki fark politikaları arasındaki farktan daha fazladır. İsrail’in “vaat edilmiş topraklar” peşinde koşan bir dış politikası ve stratejisi var mıdır? Bu sorunun cevabı “evet” ya da “hayır” olabilir ama bu araştırılması ve tabu olmaması gereken önemli bir konudur. İsrail’in bölgedeki ülkeleri atomize etme 
yönünde bir isteği ve belki de çabası olduğu yönünde genelde kabul gören bir anlayış vardır. 

Türkiye’nin İsrail’e karşı bırakın tehdit olmayı sorun dahi çıkarmadığı dönemlerde bile bu ülkenin hem K. Irak Kürtlerini hem de PKK’yı desteklediği düşünülmektedir. İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış 
bir çaba içine girebilir. Bu nedenle, İsrail ile bozuşmanın Türkiye için varoluşsal bazı riskleri olabileceğini söylemek “İsrail muhipliği” olarak algılanmamalıdır. Tabii bu aşamada İsrail’in Türkiye’den ümidi kalıcı olarak ne zaman keseceği, istese bile bir Kürt devleti kurulmasını tek başına sağlayıp sağlayamayacağı gibi sorular akla gelmektedir. 

< K. Irak Kürtlerinin Türkiye’ye bağımlılıkları Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılamamıştır. >

Türkiye AKP döneminde dış politikada İran ve Suriye ile yakınlaşır ve İsrail’den uzaklaşırken Kürt meselesini “kullanma sırası” da el değiştirmektedir. 
İsrail’in K. Irak Kürtleri ile ilişkisinin uzun tarihi bilinmekte ve PKK ile de bir bağlantısı olduğundan şüphelenilmektedir. Ancak bu ikincisi ile ilgili şüphelerle kanıtlar arasında bir uçurum olduğunu da kabul etmeliyiz. İsrail’in “dostları” dahil herkes aleyhinde “kartlar biriktirmeye” meraklı olduğu, bunu “radarlara yakalanmadan” yapmaya ehil olduğu ve aslında bu topraklarda gözü olduğu yönündeki varsayımlara dayalı bu şüphe Türklerde oldukça güçlüdür. 

Bu tür sorulara aşağıdaki türden neden, motivasyon ve açıklamalar sayılabilir. ABD, 

• Bölge ülkelerini korkutmak ve onları diken üstünde tutmak için, 
• Kürt meselesini bölgedeki gelişmeleri etkileyen bir araç olarak kullanmak için, 
• Geçmişte birçok kez kullanıp sonra ortada bıraktığı Kürtlere “haklarını” geç de olsa teslim etmeyi bir tür ahlaki ve emperyal sorumluluk olarak gördükleri için, 
• Kendine bağımlı bir Kürt devletinin enerji, üs, istihbarat sağlayarak kendi işine yarayabileceğini ve böyle bağımlı bir devletle petrol anlaşmaları yaparken daha rahat ve buyurgan olabileceğini hesaplayarak (zannederek), 
• İçgüdüsel olarak ve üzerinde yeterince düşünmeden, devletleri etnik ve mezhep açısından bölmeyi ve bu parçaları sürekli birbirleriyle kavgalı tutma güdüsüyle, 
• Bölme seçeneğini bugün için değilse bile bir ihtimal olarak saklı tutmak için, 
• Kendi çıkarlarından bağımsız olarak bunun İsrail için iyi olacağını hesaplayan Lobi’nin etkisiyle, Kürt devletinin kurulması yönünde adımlar atıyor olabilir. 

ABD’nin devlet politikası Kürt devleti kurmak değilse bile, bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğuna inandıkları düşünülebilir. 

Irak’ın parçalanmasının İsrail ve ABD açısından sonuçları neler olabilir? Bu sonuçlar öngörülebilir mi? ABD ve/veya İsrail bu sonuçları öngörebileceklerini düşünürler mi? Özellikle 2003–2007 arasında Irak’ta yaşananlar ABD’ye böyle büyük çaplı ve kompleks süreçleri öngörme ve yönetmenin zorluğu ve “jeopolitik mühendislik denemelerinin” beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarabileceğine dair dersler vermiş olmalıdır. Ayrıca yaradılış olarak muhafazakâr ve temkinli bir karaktere sahip Obama’nın Irak’ı bölme sürecinin ABD lehine yönetilebileceği konusunda çok şüpheci olacağını varsayabiliriz. Obama’nın önüne bu yönde görüş ve planlar geldiğinde/gelirse buna iltifat etmeyeceğini söyleyebiliriz. Ama elbette ABD dış politikasında Başkan’ın kontrolü ve hatta bilgisi dışında unsurlar olabileceği ihtimalini de kolaylıkla savuşturanlardan değiliz. Tekrar seçilmesi halinde 6 yıl daha Başkanlık yapacak olan Obama’nın kişisel olarak Kürt devletine ebelik yapmak gibi isteği ve hatta belki de lüksü olduğunu düşünmek zordur. Ama aynı Obama, aslında S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin içinde demokratikleşmeyi Bush gibi büyük bir tantana ile desteklemekten kaçınsa da, Türkiye’de Kürt meselesi konusunda 
siyasal sürece müdahil olmakta bir sakınca görmeyebilmektedir. Bunun nedenlerinden biri Türkiye’nin kendi iç işlerine müdahale edilmesine açık ve hatta istekli bir görüntü vermesi olabilir. 

ABD’ye, eğer bir Kürt devleti kurulursa bunun büyük ihtimalle sürekli komşularıyla ve kendi içinde çatışma yaşayan ve bu nedenle sahip olduğu enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara taşımakta büyük zorluk çeken, otoritesini toprakları üzerinde tam kuramayan, uyuşturucu ve uluslararası terör örgütlerinin muhtemelen kendilerine liman bulabileceği bir “başarısız devlet” olacağı anlatılmalıdır. 

<  İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir. >

Eğer Kürtler bir şekilde “kirişi kırabilirlerse” geride kalan Şiilerle Sünnilerin de beraber yaşamayı başaramayacakları ve ortaya en azından bir süre için ve bir derece İran’ın kontrolüne girebilecek bir Şiistan ile başta Ürdün olmak üzere birçok Arap devleti için istikrarsızlık kaynağı olabilecek bir Sünnistan 
çıkacağı düşünülebilir. Bunlar ABD ve İsrail’in mutlu olacağı gelişmeler değildir. Bunlara ek olarak bölünme sürecinin hızlı, kolay, kansız ve düzenli olmayacağı ve Irak’ı oluşturan grupların birbirleriyle ve alt grupların kendi içlerinde sonu gelmeyen Lübnanvari bir iç savaş senaryosu da yazılabilir. 

Batı Türkiye’yi “elinden kaçırdığını” düşünmeye başlarsa Kürt meselesinde Türkiye aleyhine pozisyonlar almak ve eyleme geçmek konusunda kendini daha rahat ve hatta istekli hissedebilir. Ancak buradaki soru ve sorun Türkiye kendisine büyük bir bağlılık ve “muhabbetle” sarıldığında bile Batı’nın aslında bu tür bir yaklaşımı olup olmadığının açık olmamasıdır. Kürt devletinin kurulma ihtimali, kurulursa Türkiye’ye zarar verme şekli ve ABD’nin bu süreçteki niyet, 
plan, yetenek ve çabalarını abartmanın da zararları olabilir mi? Bu korkular bir şekilde Türkiye’ye zarar verecek gelişmelerin gerçekleşme ihtimalini arttırıyor olabilir mi? Acaba gereksiz bazı evhamlara kapılarak bir Kürt devleti ihtimalini arttırıyor, bunu başkalarının “aklına getiriyor”, onlara bizi korkutma ve bize dolaylı ve muğlak bir şekilde de olsa şantaj yapma imkanı veriyor olabilir miyiz? Belki. Ama ABD Türkiye’ye zarar verecek gelişmeler için bir çaba içinde 
değilse bile bu tür şüpheleri savuşturma yönünde özel bir çaba da göstermiyor gibidir. Bu çaba eksikliği, niyetleri ile ilgili Türk kamuoyunun büyük bir kısmında olan kuşkuların boyutunun farkında olmadığı, durumun vahametini kavramadığı ya da belki de bunun problem olarak görmenin ötesinde kendine avantajlar sağladığına inandığı şeklinde yorumlanabilir. 

Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürt meselesi konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır. 

ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. 

Sorunun uluslararasılaştırılması kaçınılmaz değildir ama ciddi bir ihtimal haline gelmektedir ve Türkiye açısından ciddi riskler barındırmaktadır. 

Önümüzdeki dönemde PKK’nın ateşkes ve silah bırakma safhalarında konuyu bu düzleme getirmek isteyeceğini tahmin etmek zor değildir. ABD bir Kürt devleti kurulmasını özel olarak istemiyor ve bunu çabalamıyorsa bile sanki en azından o ihtimali ortadan kaldırmak da istememekte ve “gerektiğinde elinin altında böyle bir seçenek olmasını” arzu etmektedir. Ayrıca ABD bölgeden çok uzakta olduğu için sonuçlarına ancak kısmen kendi katlanacağı için Türkiye’den farklı olarak hata yapma lüksüne sahiptir. 

Türkiye PKK’ya destek veren ve göz yuman aktörlere karşı kapsamlı, kararlı, sabırlı ve bedellerini de ödemeye hazır olduğunu gösterdiği bir cezalandırma politikası güdememiştir. Türkiye’nin bölünmesi mümkün müdür? İsrail ve/veya ABD bunu ister mi? 

Bunun mümkün olduğunu düşünüyorlar mı? Bunun için çaba harcıyorlar mı? Şimdi değilse bile “gerekirse” harcarlar mı? Nasıl? Böyle bir istek ve planları varsa bile onları vazgeçirmek mümkün olabilir mi? Buna karşılık şöyle diyenler çıkabilir: “Nereden çıkarıyorsunuz bunları? Bunu niye istesinler? Adamların zaten yeterince derdi var. Bir de böyle bir şeyle niye uğraşsınlar? ABD Irak’ı bölen güç olarak görülmek istemeyecektir. Bir Kürt devleti ve onu ortaya çıkarmak İsrail ve/veya ABD için yarattığı imkânlardan çok daha fazla zorluk ve sorun çıkarır. Hem böyle bir şey isteseler bile buna güçlerinin yeteceğini niye düşünüyoruz? “Türkiye’nin bütünlüğünü başka ülkelerin iyi niyetine, insafına ve akıllı olmasına bırakmak doğru olmaz. K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulması ve ABD’nin bunu resmen tanıması, koruması ve desteklemesi durumunda Ankara’nın Washington ile ilişkisini toptan değiştireceğini ABD’ye hiçbir şüpheye yer kalmayacak netlikte anlatmak lazımdır. 

SONUÇ 

Bazıları artık bağımsızlığın PKK’nın söyleminden bile düştüğünü söyleyerek farazi olarak da olsa “Kürt devleti” hakkında bu kadar konuşmanın ve kafa yormanın “modası geçmiş”, gereksiz, anlamsız ve son tahlilde zararlı olduğunu iddia edebilir. Ama bölünme endişesini temelsiz ve kendine güvensiz bir “paranoya” diye niteleyen ve kolaylıkla karikatürize edenler aslında Türkiye’yi önemli bir entelektüel savunma hattından mahrum bırakıyor olabilirler. 
Türkiye bir Kürt devletinin Kürtler dâhil herkes için büyük riskler, belirsizlikler ve zorluklar ortaya çıkaracağı, maliyetinin getirisinden çok daha fazla olacağı, “nereden bakarsanız bakın buna değmeyeceği” konusunda eğitici bir rol üstlenmelidir. 
AKP’nin Türk siyasi hayatını domine etmesi, başta TSK olmak üzere devletçi ve güvenlikçi kurumlar ve bakış açısının etkisinin azalması, Türk devletinin çözülmeye başladığı algısı, yavaşlasa ve heyecanını kaybetse bile yaşamaya devam eden AB süreci, ABD’nin K. Irak’taki varlığı ve bu sırada PKK’ya karşı gösterdiği son derece müsamahakâr tavır, son dönemde teknolojinin 
de yardımıyla Kürtler arasında sınır-aşan ilişkilerin artması ve PKK’nın “dayanıklılığı” gibi faktörler bazı Kürtlerin bağımsızlık veya ona yakın hedefler konusunda umutlarını korumalarını mümkün kılmıştır. “Kürt açılımı” da Türkiye’deki Kürtlerin beklentilerini, taleplerini ve bunları açıkça ifade etme isteklerini arttırmıştır. Bu sürecin muğlak, ucu açık ve vaatkar karakteri Kürtlerin ileride tatmin olmalarını da zorlaştırabilir. Mağduriyet psikolojisi, “neredeyse her şeye hakları olduğu” duygusu, hakları talep ederken sorumluluktan kaçınma isteği Türkiye’deki Kürtlerin siyasi duygusal hayatında giderek daha da etkinleşmektedir. 

 < “Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “ bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı ” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. >

Kürt elitleri ve PKK’nın taleplerinin ve nihai amaçlarının muğlaklığı, saydam olmayışı ve değişkenliği Kürt olmayanların konuya bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Referandum sonuçları Kürt meselesinin Türkiye’de evrilirken aldığı durumun bu konulara karşı hassas olduğu düşünülen milliyetçi muhafazakâr kesimler için bile artık/aslında o denli öncelikli olmayabileceğini 
düşündürtmektedir. Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olmadığı bölgelerinde Türk-Kürt çatışması bir-iki korkutucu ama sınırlı olay dışında büyük ölçekli ve kontrol dışı şiddete dönüşmemiştir. 
Yabancı gözlemcilerin ve Kürtlerin bu durumun başka bir ülkede olsa farklı şekiller alabileceğini yeterince takdir etmedikleri söylenebilir. Bu durumun (şiddet içeren sivil etnik çatışmanın yokluğu) devam edeceğinden ise emin olunamaz. Türk-Kürt toplumsal ilişkilerinin yakınlarını kaybetmiş bir-iki akrabanın kızgınlıklarının kontrolden çıkmasının ya da yabancı unsurların 
kolaylıkla provoke edebileceği tezgâhların sonucunda kontrolsüz bir çatışma ve şiddet sarmalına girmeyeceğinden emin olabilir miyiz? Etnik gerilim ve çatışma, Türkiye’nin üniter yapısının bozulması, Türkiye’nin fiili olarak ya da resmen bölünmesi, PKK’nın sadece kırsal bölgelerde, güvenlik güçlerine ve sınırlı eylemlerin ötesinde şehirlerde, sivillere karşı ve çok büyük çaplı terör 
eylemlerini tırmandırması, Kürtlerle Kürt olmayanlar arasında sosyal hayatın geneline yayılan bir husumet oluşması, Türkiye’nin K. Irak’ta uzun süreli, maliyetli, çok kayıp verdiği ve askeri olarak amaçlarına ulaşamadığı sınır ötesi bir harekâta girişmesi düşünülemez ihtimaller değildir.3 

Görülebilir bir gelecekte Kürt devletinin kurulması mümkündür ama kaçınılmaz değildir. Sonucu, başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. Türkiye belli aralıklarla bu devlete neden, nasıl ve ne kadar karşı olduğunu gözden geçirmeli ve bu “davaya” olan imanını tazeleme lidir. Ayrıca bu muhalefetin Kürt karşıtı bir şey olmadığını göstermek ve Türkiye’nin içindeki Kürt meselesinin daha da ağırlaşmasına neden de olmaması gerekir. Ayrıca Kürt devletinin kurulmasını engellemek de yeterli değildir. Bu zorlu amacın dışında ve ötesinde Türkiye’deki Kürtlerle Kürt olmayanların bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Kürtler dâhil Türkiye önümüzdeki on yılları da “diken üstünde”, insanlarını ve kaynaklarını bu soruna harcayarak ve “huzursuz” bir şekilde geçirebilir. 

“Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda uzun süre koruduğu pozisyonları ve argümanları büyük bir hızla terk etmesi “domino dinamiklerini” harekete geçirebilir. Türkiye’nin çözüldüğü yönünde bir algının oluşması Türkiye’nin hasımlarını cesaretlendirebilir, iştahını ve taleplerini artırabilir, aralarındaki işbirliğinin derecesini yükseltebilir. 

< Sonucu başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. >

Kürt devleti sonuçta, Kürtler dâhil, kimse için iyi olmayacaksa bile bu öngörüyü şimdiden herkesin paylaşacağından emin olamayız. Bu yönde şüpheleri olan Kürtlerin bir kısmı bile yine de “bir denemek” istiyor olabilirler. Kürtleri bu sevdadan vazgeçirmek için güç, kararlılık, şefkat, kardeşlik ve terapi gibi “araçları” hem de “birbirinin ayağına dolandırmadan” kullanmak gerekecektir. 
Bu dönemde Türkiye’nin, diğer komşularla beraber K. Irak’la ilgili oluşan görüş birliğini eylem birliğine taşıması; bütün yükü tek başına çekmek yerine diğer 
başkentlerin de “taşın altına ellerini koymalarını” sağlaması; ABD’nin ülkeye Kürtler lehine sınırları korumak için dönmesine mahal vermemesi ve K. Iraklı Kürtlere “dükkânın onların olmadığını” hissettirmesi gerekecektir. 21. YÜZYIL 

DİPNOTLAR;


* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi Başkanı, ajp1914@yahoo.com 
1 Okuyucu yazıyı bitirdiğinde kafası başladığından da karışık olabilir.
Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 

Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 
2 Sınır ötesi operasyonların gerekliliği için bkz. Nihat Ali Özcan, “Operasyon Neden Gerekli?”, Yeni Şafak, 17 Ekim 2007. 
3 Bu ifade böyle bir harekatın ille de maliyetli ve başarısız olması gerektiği şeklinde algılanmamalıdır. 

21 YY DERGİSİ SAYI 22

***

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 2


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 2






< K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti PKK için Emsal, heyecan, koruma ve destek anlamına gelebilir. >

Barzani’nin bu yaklaşımının Türkiye’yi sınır ötesinde müdahale etmekten caydırmak ve “Kürt kamuoyunun hassasiyetlerinin savunuculuğunu yapmakla” sınırlı olabileceğini düşünüyoruz. 
Her şeye rağmen bağımsız bir Kürt devletinin mevcudiyeti, Türkiye’deki ayrılıkçı hareketler için emsal yaratabilir, onlara heyecan verebilir ve bağımsızlık konusunda bir engellenemezlik duygusu oluşturabilir, güvenli geri bölgelerini 
korumalarını sağlayabilir ve lojistik desteği garantiye alabilir. 
Türkiye’nin K. Irak’a etkili istihbaratla beslenmiş, sürpriz unsurunu başarılı şekilde kullanan, büyük çaplı ve/veya sürekli ve etkili askeri operasyonlar düzenlemesi ve K. Irak’ı PKK için güvenli bir bölge olmaktan 
çıkarması gerekir. PKK militanlarının önemli bir kısmının ve belki de çoğunun Türkiye’de olması bu üslerin örgüt için stratejik önemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.2 PKK terörü ileride niye bırakacak olabilir: 

< Komşu Ülkelerin bir Kürt Devletini engellemek için gösterecekleri çaba sınırlıdır. >

• Talepleri yerine geldiğinde, 
• Yoruldukları ve bıktıklarında, 
• Amaçlarına ulaşamayacaklarını düşündüklerinde, 
• Sınır ötesindeki güvenli üslerini, dış destekçilerini, mali kaynaklarını, temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumun yardımı ve saygısını kaybettiklerinde, 
• Talepleri değilse bile başka kazanım ve “ödüllere” ulaştıklarında, 
• Bölündükleri, davanın değerine duydukları inançlarını yitirdikleri, “buna değmeyeceğini” düşündüklerinde, 
• Yok edildikleri ve özellikle lider kadrosu kendilerini sürekli tehdit altında hissettiğinde. 
Değişik radikal amaçlar için Türkiye’de kan dökmeye ve ölmeye hazır Kürtler her zaman olacaktır. Bu nedenle Kürt militanları yakalamanın ya da öldürmenin bu mücadele açısından getirisi gerçekten sınırlıdır. Ama bu sınırlılık askeri operasyonların gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına da gelmez. Türkiye’nin kontr-terör operasyonlarında ağırlığı örgütün liderlerini yok etmeye ve dolayısıyla kendilerini güvende hissetmelerini engellemeye vermelidir. Çünkü örgütün terörü bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesinin en önemli anahtarı muhtemelen bu liderlerin hesaplarını değiştirmekten geçmektedir. Bu 
kişiler kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. 

PKK liderliği şiddeti ve hatta silahı bıraksa bile içinde buna karşı olan gruplar örgütten ayrılarak teröre devam edebilirler. 
Örgüt danışıklı bir hareketle bilerek üyelerinin bir kısmını bu yola sevk edebilir. 
PKK ile ateş altında ve özellikle askeri anlamda inisiyatif örgütte olduğu zaman pazarlık etmek karşı tarafta şiddetin sonuç verdiği intibaını yaratabilir. 
Türkiye PKK’ya karşı askeri olarak yapabileceği her şeyi yapmış değildir. PKK ile uygun kanallar vasıtası ile görüşülebilir ama bu PKK kamplarına etkili ve sürekli askeri operasyonların alternatifi değildir. İkisi aynı anda yürütülebilir. 

BARZANİ ve K. IRAK 

K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, başka şeylerin yanında, emsal yaratarak, Türkiye’deki bazı Kürtlerde “onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz” düşüncesini güçlendirerek Türkiye için sorun yaratabilir. Ayrıca bu devlet Türkiye’deki Kürtlerin hamiliğine soyunarak Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye kalkabilir. PKK’nın burada konuşlanmaya devam etmesi halinde Türkiye’nin bu bölgelere operasyon düzenlemesi ilave hukuki ve siyasi zorluklar çıkarabilir. Bu 
devlet ayrıca Türkiye’ye yönelik yayın faaliyetleri ile Kürt halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunabilir. 

Bu devletin enerji nakil hatları nedeniyle Türkiye’ye belli bir bağımlılığı olacaksa da, 
a) bu karşılıklı bir bağımlılık olacağı için, 
b) zamanla alternatif hatlar mümkün olabileceği için, 
c) bu farazi Kürt devletinin dört komşusunun ortak bir cepheyi, araya giren güvensizlikler, ? sona kalmama? endişesi, değişen çıkar algılamaları ve hesapları gibi nedenlerle koruyamamaları mümkün olabilir. 

Özellikle Suriye’nin dış baskılar, ekonomik ihtiyaçlar ve beklentiler, “kendi içindeki Kürt sorununun kaşınmaması vaadi” gibi faktörlerle bu cepheyi terk etmesi mümkün olabilir. Diğer komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba ve yapacakları fedakârlık muhtemelen sınırlıdır. Türkiye’deki Kürtlerin sayısı ve meselenin burada vardığı boyut dikkate alındığında Iraklı Kürtler Türkiye’ye karşı da önemli kozlara sahip olduklarını düşünüyor    olabilirler. 

K. Iraklı Kürtlerin inşa ettikleri şey gerçek bir devletten eksik olabilir ama aradaki mesafe giderek azalmaktadır ve bu grubun kendine güveni giderek artmaktadır. Ancak, ABD’nin Irak’tan 

< PKK liderleri kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse, Askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. >

SOFA (Status of Forces Agreement) uyarınca çekilmesi eğer anlaşma revize edilerek veya yeniden yazılarak kesintiye uğramaz ve ertelenmezse Iraklı Kürtleri onların da tahmin ettiği zor bir dönem bekleyebilir. ABD Irak’tan çekilirken Kürt devleti ihtimali azalıyor ya da erteleniyor ya da 
bitiyor mu? Kürtler eğer bu dönemde kazanımlarını korur ve sağlamlaştırabilir  lerse orta ve uzun vadede nihai bağımsızlık için fırsat kollama şansını koruyabilirler. Kürtlerin ABD çekilmeden bir oldu-bitti ile kriz yaratarak Kerkük sorununu kendi lehlerine çözmeyi ve sonra da Washington’u bu “çözümün garantörü” yapmayı denemeleri ve hatta sürpriz bir şekilde bağımsızlık ilan etmeleri göz ardı edilemeyecek ama kendileri açısından da riskler barındıran ihtimallerdir. ABD’nin çekilmesinden sonra Kerkük, petrol, sınırlar ve merkez ile federal birimler arasındaki güç ve yetki dağılımı, Peşmerge ordusunun statüsü gibi konularda Kürtlerin pazarlık gücü azalabilir. ABD Irak’tan çekildikten sonra ülkeye tekrar bu sefer Kürtleri korumak için gelebilir mi? ABD’nin ülkedeki 
askerlerinin çok büyük bir bölümünü çektikten sonra da komşuları caydırmak için Irak’ta sınırlı ve hatta sembolik büyüklükte de olsa bir güç bırakması ciddi bir ihtimaldir. 

TÜRKİYE ve K. IRAK 

Türkiye’nin K. Irak’ın imarında oynadığı rol nedeniyle “sonradan pişman olması” ihtimali vardır. Türkiye ile K. Irak arasındaki ekonomik ilişkinin önemli oranda Kürtler tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bu ekonomik ilişkiler sınırın iki tarafı arasındaki entegrasyonu artırmaktadır. 

Türkiye’nin K. Irak’la gelişen ekonomik ilişkilerin sonucunda bu aktörün Ankara’ya karşı kalıcı ve kendini yeniden üreten bir bağımlılık ilişkisi içine girdiğini iddia etmek ise kolay değildir. Barzani giderek kendini Türkiye’ye bağımlı, muhtaç ya da borçlu hissediyor değildir. Mesela, bölgede Türk şirketlerinin üstlendiği büyük müteahhitlik projeleri tamamlandığında artık K. Iraklıların bu anlamda Türkiye’ye bağımlılığı ortadan kalkmaktadır. Hatta denebilir ki, bu projeleri yapan şirketler hizmetlerinin karşılığını alabilmek 
için K. Irak yönetiminin iyi niyetine ihtiyaç duymakta, Türkiye ile ilişkilerin iyi gitmesini istemekte ve bu nedenle K. Irak’ın Türkiye’de lobiciliğini üstlenmektedir. K. Irak elektrik, enerji kaynaklarının pazarlanması, dış dünyaya açılma ve tüketim maddeleri konusunda Türkiye’ye önemli derecede ihtiyaç duymasına rağmen, bu bağımlılık Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılmadığı için Kürt liderler de kendilerini bu bağımlılığı çok dikkate almak zorunda hissetmemişlerdir. Barzani ve Talabani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyerek Ankara’yı tehdit ettikleri halde ve “bir Kürt kedisini bile teslim etmeyiz” ve “bir daha Kürt, Kürt kanı akıtmayacak” diyerek PKK’ya göz yummaları ve belki de destek vermelerine rağmen Türkiye tarafından son dönemde bu aktörlere sürekli gül atılmıştır. Barzani Türkiye’den korkması gerektiği kadar korkmamaktadır. Çünkü ona bunun için yeterince neden ve kanıt gösterilememiştir.

Son dönemde K. Iraklı Kürt liderler PKK’ya karşı hemen hiçbir adım atmadıkları halde Türkiye’den saygı ve müsamaha gördükleri ve destek alabildiklerini görünce Türkiye ile pazarlık yapmanın ve onu “ütmenin” kolay olduğu sonucuna varmıyorlar mıdır? Türkiye’nin Barzani ile geliştirdiği yakınlaşmanın terörle mücadele konusundaki getirileri eğer varsa bile bunun henüz çok belirgin olduğunu söylemek zordur. Bu ilişkinin Türk iç siyaseti ile ilgili boyutlarının daha güçlü ve AKP tarafından daha fazla önemsenir olduğunu söylemek pek haksızlık olmayabilir. 
Türkiye’nin K. Irak Kürt toplumu ve siyaseti üzerine organize edilmiş bilgi ve tahlil birikimi tehlikeli derecede sınırlıdır. 

<  Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? >

Konuyla ilgili uzmanlığın kapalı kurumlarda diğerlerinden daha güçlü ve derin olduğunu umuyoruz. Barzani ve Talabani’nin toplum, siyaset ve ekonomi üzerindeki güçlerinin doğası ve kaynakları, dış politika ve güvenlik konularında karar alma mekanizmaları, bölgedeki muhalif grupların fikir ve kadroları, Kürt toplumunun günlük dertleri ve Kerkük, PKK, Türkiye ve İran ile düşünce ve duyguları gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi çalışmalar yapabilecek durumda olmak “günü geldiğinde” Türkiye’ye önemli avantajlar 
kazandırabilir. Iraklı Kürtlerle kafalarında, gündemlerinde ve sofralarında ne olduğunu bilmeden gireceğimiz mücadeleyi kaybetmemiz ciddi bir ihtimaldir. 
K. Irak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve siyasi çıkarlarını kucaklayan türden bir Kürt devletinin ortaya çıkması teknik olarak mümkün olabilir mi? PKK’ya izin vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan, Kerkük’ü içermeyen, Türkiye ile enerji başta olmak üzere her yönde işbirliği ve Türkiye lehine asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, Türkmenlere çoğunlukta oldukları bölgelerde 
müzakere edilmiş otonomi veren, irredantist yollara sapmayacağını ilan eden ve davranışlarıyla da bunu doğrulayan bir Kürt devleti Türkiye açısından kabul edilebilir midir? Ama bu tür bir aranjman sağlanabilir mi? Sağlansa bile bunun 
kalıcılığından ve güvenilirliğinden emin olunabilir mi? K. Iraklı Kürtlerle böyle bir anlaşmaya “teşne” olunduğu görüntüsü verilirse bölgedeki diğer ülkeler de K. Iraklı Kürtlerle “sona kalmadan” kendi pazarlıklarını yapma yoluna gitmek ister ve Kürt devleti karşıtı blok dağılmaz mı? Türkiye sahip olduğu avantajları kullanarak K. Iraklı Kürtlerden yukarıdaki paragraftaki taleplerini onların devlet kurmalarına razı olmadan da elde edemez mi? 

K. Iraklı Kürtler Kerkük sorunu sürüncemede kalarak tam çözülmese, ya da, Kerkük’ün Kürtlerin idaresine bırakılmadığı ama buranın doğal kaynaklarından uzun bir süre önemli bir pay almalarını içeren bir anlaşma ile beraber bağımsızlık ilan etseler bile, Türkiye hala buraya askeri müdahale etmeyi düşünecek midir? Kaldı ki, bu tür senaryoları bırakın bugünkü ortamda AKP Hükümeti’nin K. Iraklı Kürtlerin sürpriz bir bağımsızlık kararına askeri güç kullanmayı içeren sert bir karşılık vermesini tahayyül etmek kolay değildir. 

Iraklı Kürtler için denize en yakın yol Suriye üzerinden geçendir. Ama muhtemelen onlara ABD’nin de yardımıyla “ikna edilmesi en kolay” komşu – özellikle AKP iktidardayken - Türkiye gibi görünmektedir. Kendilerine yönelik askeri tehdit olabilecek ülke yine Türkiye olabilir. 

İran da istihbarat ve örtülü operasyonlar malum yetenekleri nedeniyle K. Iraklı Kürtleri tedirgin etmektedir ama öte yandan da ABD ve İsrail’in gözü üzerinde olduğu ve bu ülkelerdeki bazı kesimler İran’ı vurmak için bahane ararken Tahran’ın Kürtlere karşı sınır aşan büyük çaplı bir askeri harekât düzenleyeme yeceğini bilmektedirler. 

BATI ve KÜRT DEVLETİ 

ABD ve/veya İsrail bir Kürt devletini niye isteyebilir? 

a) Çıkarları bunu gerektirdiği için. 
b) Çıkarları bunu gerektirmese bile onlar öyle düşündükleri/sandıkları için. 
c) İstemeseler bile bölgede başka nedenlerle attıkları bazı adımlar bu tür bir sonuç doğurabilir. 
d) Bu ülkelerin içinde bazı gruplar bu amacı kovalayabilirler ve ülkelerinin dış politikasını bu yönde şekillendirmeye muvaffak olabilirler. 
e) Türkiye’yi bölmek bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmese bile Türkiye’yi 
“kabahatleri” yüzünden cezalandırma güdüsüyle bu yola meyledebilirler. Aslında böyle bir istek, plan ve çabaları yoksa bile öyle düşünülmesi başta Kürtlerin bir kısmı olmak üzere bu gelişmede çıkarı olan başka grupları cesaretlendirebilir: 

“ABD ve/veya İsrail’in rüzgarını da arkamıza aldık. Olacak bu iş.” 

<  ABD’nin Kürt meselesi hakkındaki telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. >

AVRUPA 

Böyle bir başlık açmak Avrupalı ülkelerin bu konuda ortak veya ona yakın bir pozisyonları olduğunu varsaydığımız anlamında görülmemelidir. Örneğin, Yunanistan’ın bu konu ve ihtimale bakışı muhtemel diğer ülkelerden ciddi farklılıklar içermektedir. Batı?da, özellikle uzaktaki ve kendilerine zarar vermeyen teröristlere yönelik, “bu adamlar bir ‘dava’ için ölmeye ve öldürmeye 
bu kadar hazırlarsa herhalde ‘davaları’ haklı olmalı” diye özetlenebilecek kolaycı, “kestirme” ve belki de her zaman açıkça formüle edilmeyen bir anlayış vardır. Bu yaklaşım Avrupa’nın terörü algılamasının elbette tek kaynağı da değildir. Ama yine de Avrupalıların özellikle kendi kıtaları dışındaki bu tür gruplara yaklaşımında söz konusu yaklaşımın etkili olduğunu varsayabiliriz. 
PKK’nın Avrupa değerlerini ihlal eden aşırı milliyetçi ve şiddet kullanan bir örgüt olması yeterince dikkate alınmamakta ve kınanmamaktadır. Avrupa’nın bu çelişkisinin nedenleri arasında Türk tarihi ile ilgili önyargılı okumalar ve bilinç altındaki Osmanlı-Türk korkusu sayılabilir. Bu durum Türkiye’de –tamamen de haksız olmayan bir şekilde - Avrupalıların kendisini bölmek istediği ya da en azından böyle bir gelişmeden rahatsız olmayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. 
Belki bunlardan da önce altının çizilmesi gereken Türklerin Avrupalıların bilinçaltında işgal ettikleri olumsuz yer; büyük ve “acımasız” Türkiye’ye karşı küçük ve “mazlum” Kürtleri desteklemenin ya da en azından onlara sempati duymanın dayanılmaz çekiciliği; devletler bazında bu desteğin dış politika 
getirileri olabileceğine dair belki muğlak ama güçlü beklenti ve PKK’ya karşı tavır almanın kıtada huzuru bozabileceği endişesi gibi faktörler Avrupa’nın PKK’ya karşı gevşek ve müsamahakar tutumunu açıklamakta ama elbette mazur kılmamaktadır. AB Türkiye’yi bilinçli bir şekilde Kürt devletine mi hazırlıyor? 
Avrupalıların “Türkiye küçülürse o zaman belki onu içimize alabiliriz” diye bir düşünceleri varsa bile bunu ne açıkça ne de ima yoluyla ifade etmiş değillerdir. Öte yandan bir Kürt devleti ortaya çıkacaksa bile bu sürecin kanlı ve “olaylı” olacak olması, Avrupa’ya enerji akışını menfi şekilde etkileyecek olması, çok sayıda mülteciyi Avrupa kapılarına itme ihtimali, Avrupa’nın bölgeye riskleri olan uzun süreli ve maliyetli barış oluşturma ve koruma misyonları gönderme ihtimalinin doğması gibi nedenlerden dolayı böyle bir gelişmenin AB’nin çıkarına olmayacağını düşünmek daha kolaydır. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 1

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 1



Şanlı Bahadır KOÇ*
21 YY DERGİSİ SAYI 22


Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 
Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 

Bu yazıda K. Irak’ta ve/veya Türkiye’de Kürt devletinin kurulma ihtimal ve senaryolarını, bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini ve konu hakkında bölgesel ve uluslararası aktörlerin hesap ve politikalarını tahlil etmeye çalışacağız.1 

TÜRKİYE ve KÜRTLER 

Türkiye’de bugün Kürt meselesine biraz da kötümser gözlüklerle bakan biri kolaylıkla aşağıdaki türden kaygılara sahip olabilir: 

• K. Irak’ta bir Kürt devletinin altyapısı büyük ölçüde oluşmuştur; 
• Türkiye’de Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği çok önemli entelektüel, siyasi, hukuki ve (hatta coğrafi) kazanımlar elde etmiştir; 
• Türk Hükümeti’nin bu konulara yaklaşımı yeterince güçlü, kararlı, akıllı ve organize değildir; 
• Hem Irak hem de Türkiye’de Kürt ayrılıkçılığının önündeki en büyük güçlerden biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri neredeyse hiçbir zaman olmadığı kadar moral, inisiyatif ve hatta belki de prestij kaybetmiştir; 
• Türkiye’de Kürtler ile Kürt olmayanlar arasındaki karşılıklı şüphe ve kızgınlık 1990’larda terörün bugünkünden çok daha şiddetli olduğu günlerdekinin bile ötesine geçmiştir; 
• Türkiye’de Kürt sorununun kontrol edilmez boyutlara ulaşması ve belki de ülkenin bölünmesinde çıkarı, planı ve gücü olduğundan şüphelenilen yabancı unsurların Türkiye’yi cezalandırma ve ona zarar verme isteklerinin artabileceği bir döneme girilmiştir; 

Bu kadar kötümser olmayan bir bakış açısı ile bakıldığında ise, 

• ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesiyle Irak’ta resmen bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin zayıfladığı, 
• Bölge ülkelerinde bu tür bir devleti engellemeye yönelik irade ve koordinasyonun nispeten arttığı, 
• PKK’nın bağımsızlık yönündeki talebini - ne kadar samimi ve kalıcı olduğu tartışmalı olsa da – daha aşağılara çektiği, 
• Yaşanan her şeye rağmen Türklerle Kürtler arasında büyük çaplı şiddet içeren çatışmaların yaşanmadığı, 
• Kürtlerin önemli bir kısmının Türkiye’ye yönelik bağlılık, muhabbet, ihtiyaç ve katkısının hala devam ettiği ve 
• Türkiye’deki Kürtlerin sürekli olarak, kahir ekseriyetle, baskı altında kalmadan kendi kararıyla ve güçlü bir şekilde bağımsızlık isteyeceğini düşünmenin kolay olmadığı söylenebilir. 


Türkiye’de başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bürokrasinin siyaset üzerindeki gölgesi birçok açıdan sorunluydu. Ancak, öte yandan son dönemde bu kuruma yönelik yapılan entelektüel ve fiili taarruzun dışarıda destek bulmasının en önemli nedeni sivilleşmenin ve demokratikleşmenin ötesinde bu kurumun Türkiye ve Irak’ta Kürt meselesinin belli bir şekilde çözülmesinin önündeki en önemli engel olması ile ilgisi olabilir. Bir Kürt devletinin önündeki en büyük engel Türkiye’nin bunu engelleme yeteneği ve iradesidir. Bu kırılırsa / kırıldığında bu amaca ulaşmak mümkün olabilir. Bağımsızlık isteyen Kürtler ve bu amaca “insani” ya da stratejik amaçlarla kafa yoran diğerlerinin bu durumun farkında olmaları ve söz konusu engeli aşmak için planlar geliştiriyor 
olması ciddi bir ihtimaldir. 

Türkiye’nin geri kalanında üniter yapının değişmesine ve diğer daha sınırlı 
adem-i merkeziyetçi önerileri destekleyen veya bunu gerektiren talep, ihtiyaç ya da şartlar yoktur. Her şeye rağmen, Kürtlere “hak etmedikleri halde” kültürel veya siyasi otonomi vermek doğru olabilir mi? 

Bu Kürtlerin ne kadarının talebidir? PKK yanlısı partilerin bölgeden, Kürtlerin tamamından veülke genelinden aldığı oy (kabaca söylersek sırasıyla % 40–50, % 20–30, % 5–7) ülkenin siyasi yapısını değiştirmek için yeterli değildir. Peki ya Kürtleri başka gruplar da takip ederse? Bunun daha ileri taleplerin ilk adımı olmadığından nasıl emin olunabilir? Türkiye’nin “çözüldüğü” ve bütün “kutsal” pozisyonlarını birer birer ve hızla terk ettiği görüntüsü oluşursa bunun dışarıdaki 
bazı hasımlarımızı da cesaretlendirmek gibi sonuçları olabilir mi? 
Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? Kürtlerin “kendi başlarına” ve/veya sancılı on yıllar alması muhtemel olan bir pan-Kürdist süreçten sonra bölgedeki diğer Kürtlerle birleşerek, hem şimdikinden hem de bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye’de yaşayabileceklerinden daha iyi bir hayatları olacağını düşünmek 
aşırı iyimserlik olur ve bunu denemekte ısrar etmeleri kendileri açısından akıllıca olmaz. 

Bağımsızlık, federasyon ve hatta otonominin Kürtler için hangi sorun ve maliyetleri getireceği bu grup tarafından yeterince anlaşılmıyor olabilir. Milliyetçiliğin, hele “geç kalmış” ve henüz olgunlaşmamış ergin olmayan 
milliyetçiliğin genelde rasyonel ve pragmatik olmadığı söylenebilir. Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği kendini paylaşım, ekonomik programlar ve refah talepleri değil kimlik üzerinde tanımlamaktadır. Kürt milliyetçiliğinin kimlikle ilgili talepleri ülkenin bütünlüğüyle ilgili makul endişeleri arttırmadan tatmin edilebilir mi? 





Bazı Kürtler, ülkedeki diğer etnik grupların talep etmediği statü ve ayrıcalıkları talep ederek, ülkedeki herkesin parçası olmayı ve oluşturmayı kabul ettiği “Türk kimliğini” reddederek kendileri dışındakilerin tepkisini çekmektedir. Kürtlerin 
bu yaptığı “mızıkçılık” ve hatta “şımarıklık” olarak algılanmaktadır. 
Türkiye’nin bir parçası olmanın Kürtler için bir sorun ya da yük değil avantaj olduğu, “Türk olmayı” kabul etmenin belli bir etnik grubun hegemonyasını kabullenmek değil büyük bir şemsiyenin altında toplanmak olduğu anlatılamamıştır. Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal ve diplomatik alandaki ilerleme ve başarıları Güneydoğudakiler dahil Kürtlerin radikal siyasi taleplerini 
gözden geçirmelerini ve “en akıllıca” yolun bu başarıların bir parçası olmak olduğu düşünmelerini sağlayabilir mi? Yoksa milliyetçiliğin “başarı, refah ve rahatlık” değil de daha duygusal ve hatta mazoşist amaçlar peşinde koşan rasyonel olmayan bir yönü olduğunu mu düşünmeliyiz? 
Türkiye’deki Kürtlerin ülkedeki diğer etnik gruplara kıyasla farklı ve ayrıcalıklı bazı durumları vardır. Kürtler Anadolu’daki tarihlerinin Türklerden de, Türkiye’deki Türk milletini oluşturan ya da onun içinde yoğrulmuş diğer etnik gruplardan da eski olduğunu iddia etmektedirler. 
Kürtler ayrıca sayı olarak büyük bir gruptur. Yakın zamana kadar tek bir bölgede yoğun olarak yerleşmişler ve bugün de önemli bir kısmı ülkenin değişik bölgelerinde yaşıyorlarsa da Güneydoğu’da baskın durumdadırlar. Kürt yerel liderlerin Osmanlı döneminde de merkezi otoriteye karşı bugünkü Türkiye’nin diğer bölgelerine kıyasla fiili anlamda daha büyük bir otonomileri olmuştur. 
Bölge feodal yapıdan milli devletin bir unsuru olma sürecini uzun ve gecikmeli bir süreçte yaşamış, bu süreci tamamlayamadan terör batağına saplanmış ve bu arada ekonomik ve sosyal açıdan ülkenin geri kalanına kıyasla daha da geriye düşmüştür. Kürtler için sınırın hemen ötesinde K.Irak’ta en azından ilk başta bazı gözlere bir ölçüde çekici gelen bir deney yaşanmaktadır. Bütün bunlar Kürtleri Türkiye’deki birçok etnik gruptan farklı bir noktaya getirmektedir. 
Ancak yine de bu farklılık Kürtlerin istediği türden bir ayrıcalığı gerektirir ve haklı çıkarır mı? Türklerde, Doğu’daki Kürtlerle ilgili olarak, vergi vermekten kaçındıkları, başta elektrik olmak üzere hizmetlerden kaçak olarak yararlanma eğiliminde oldukları; batıdaki Kürtler hakkında ise, gasp başta olmak üzere suç oranının yüksek olduğu, mafyalaşma eğiliminin arttığı, uyuşturucu kullanımının arttığı, bu grubun uyuşturucu ticaretinden kazandığı gelirleri batıda yasal 
sektörlere yatırım yaparak kullandığı, devletten doğuda üretim ve istihdam yaratma karşılığı aldıkları teşvikleri batıya taşıdıkları türünden giderek daha geniş çevrelerce paylaşılan bir dizi algılama vardır. Biz bu algılamaların ne kadar gerçeği yansıttığını ölçecek durumda değiliz ama bu durumun Kürtlerle halkın diğer kesimleri arasındaki mesafe ve açıları olumsuz şekilde etkilediğini görmek zor değildir. 

< PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. >

PKK yanlısı partilerin Kürtlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ciddi derecede ilgisiz olmaları ve belediyelerde hizmet açısından gösterdikleri düşük performans bölgede Kürtlerin oylarının önemli bir kısmını almaya devam etmelerini engellememiştir. AKP’nin bu partilere ciddi bir rakip haline gelmeye başlaması sorunun çözümü ve bu partilerin “kendilerine çeki düzen vermeleri” 
açısından kısmen umut vericidir. Ama AKP’ye oy veren bölgede yaşayan Kürtlerin radikal taleplerde bulunup bulunmadıkları tam açık değildir. Bu kişilerin bir kısmı bağımsızlık da dahil amaç ve taleplere sahip oldukları halde, kısa vadede daha iyi hizmet almak istedikleri için, AKP’nin bu taleplerin karşılanması için daha akıllıca bir ara yol sunduğuna inandıklarından da din dahil başka faktörlerin etkisiyle AKP’ye yönelmiş olabilirler. Kürtlerin önemli bir kısmı PKK propagandasının da etkisiyle yoğun olarak yaşadıkları bölgenin bilerek ve planlı bir şekilde geri bırakıldığına inanmaktadır. 

Ama Türk bürokrasisi ve devletinin işleyişini biraz bilen biri bu iddianın doğru olamayacağını da bilir. Bölgenin nispeten geri kalmışlığını açıklamak için merkezden bu tür bilinçli çabadan değil, coğrafi ve iklim şartlarının zorluğu, denize ve büyük pazarlara olan mesafe, daha geç tasfiye olan ve halen de etkisini tam yitirmemiş feodal yapı, devlet kurumlarının buraya girmekte ve etkili olmakta geç kalması, zorlanması ve belki en fazla bu noktada devletin beceri ve 
hayal gücü eksikliği göstermesi ile son dönemde de terörün özellikle Türk ekonomisinin dinamizm yaşadığı döneme denk gelerek bu gelişmenin bölgeye de yansımasını engellemesi gibi nedenler sayılabilir. Son yıllarda bölgeye yapılan kamu yatırımı ve harcamaları ve verilen teşviklerle buradan toplanan vergi ve bölgenin ülkenin geri kalanına yaptığı ekonomik ve sosyal katkı arasında ciddi bir uçurum olduğu söylenebilir. Güvenlik ortamı sağlanmadan özel sektörün bölgenin kaderini etkileyecek ölçekte yatırım yapmayacağı görülmüştür. 

Radikal Kürt milliyetçilerinin Kürtlere en büyük zararı veren grup olduğu düşüncesini tekrarlamak muhtemeldir ki bazı kulaklara “eskimiş bir devlet propagandası” olarak gelecektir. Ama bu cümlenin ciddi oranda hakikat barındırdığı bize açık görünmektedir. Türkiye’deki Kürtlerin kaderi sayıları az olmayan bir azınlığın zorlaması, yönlendirmesi ve kandırmacaları ile kendilerinden çalınmaktadır. Bunun farkında olan ve buna karşı mücadele etmek isteyenlerin sayısının bunu açıkça ifade edebilenlerden çok daha fazla olduğunu düşünebiliriz. ABD işgalinden sonra K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulup kurulmayacağını takip ederken Kürt meselesinin Türkiye’nin içinde nasıl önceden düşünülemez noktalara evrildiğini gözden kaçırmış olabiliriz. K. Irak’taki durumun Türkiye’nin içindeki bu gelişmede önemli bir payı olmuş olabilir. Bu arada K. Irak’ın Türkiye Kürtleri için emsal ve feyiz kaynağı olması için ille de 
resmi bir Kürt devleti kurulmasının gerekmediği ortaya çıkmıştır. AKP ve Fethullah Cemaati Türkiye’nin Kürt devletini engelleme iradesini zayıflatıyorlar mı? Başbakan Erdoğan Kürt devletini engelleme yönünde bir ihtiyaç, risk ve ivedilik hissediyor mu? Başbakan’ın bazı danışmanları etnik kökenleri nedeniyle bu riski küçümsüyor olabilirler mi? Kürt devleti kurulmasını arzu edenler AKP iktidarı ve Cemaat’in artan ve derinleşen gücünü ve bu soruna yaklaşımlarını 
kendileri için fırsat olarak görüyorlar mı? Bu iki aktör, Türk milliyetçiliğine ve askeri güç kullanımına mesafeleri; dış etkilere ve fikirlere belki sağlıksız derecede açık olmaları; içlerinde önemli sayıda ve üst pozisyonlarda Kürt ve Kürtçü barındırmaları ve “eski” Türk devletinin yapısını, ideolojisini ve kurumlarını aşındırma ve hatta onu toptan değiştirme yönündeki istek, çaba 
ve yetenekleri nedeniyle Kürt devleti isteyenleri umutlandırıyor olabilir. Bu iki aktörün belki de kısmen yukarıdaki nedenlerle tam tersine sorunun çözümü için bir fırsat sunduğunu düşünenler de vardır.

 <  PKK “adam öldüre öldüre” Siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. >

PKK 

İddia edilebilir ki, bundan 30 yıl önce Türkiye’deki Kürtlerin çok azında bağımsız bir devlet isteği güçlü olarak vardı. PKK “adam öldüre öldüre” siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Ama bu durum Kürt devletinin gerçekleşme ihtimalini tek başına ortadan kaldırmamaktadır. 
Son on yılda Türkiye’de Kürtler lehine yapılan değişiklikler bu grup tarafından önemli ölçüde PKK’ya -ve bir ölçüde AB’ye- ciro edilmiştir. PKK’nın dayanıklılığı, her türlü ideolojik söylemine rağmen özellikle diplomatik anlamda esnekliği 
ve “çevikliği”; tüm eksik, kusur, kabahat ve suçlarına rağmen Kürt halkının azımsanmayacak bir kısmının istekli veya zoraki desteğini sağlayabilmesi ABD tarafından not ediliyor olmalıdır. PKK’nın tutum, talep, tarz ve araçları zaman içinde şartlara göre değişmiştir. PKK ne istediğini biliyor ve her attığı adım o nihai hedefe dönük denebilir mi? PKK, eğer varsa, bu amaca yönelik attığı adımlarda stratejik hatalar yaptı mı? PKK ne kadar yekpare, hiyerarşik ve bağımsız bir örgüttür? Yabancı aktörlerden, “Kürt kamuoyu”ndan, Türkiye dışı Kürt lider ve entelektüellerden ne kadar etkileniyor? PKK’nın Kürtler arasındaki desteğinin ve meşruiyetinin kaynakları ve derecesini tespit etmek kolay değildir. PKK liderleri şiddetle elde edilebileceklerin sınırına geldiklerini düşünüyorlar mı? Silahı, “daha onunla yapacak çok şey olduğunu düşündükleri” 
için mi, silahsız bir hayatı tahayyül edemediklerinden mi, kendilerini korumak için mi, yoksa “abilerinin” de bunu istediklerinden daha emin olmadıkları için mi bırakmıyorlar? PKK kendini gelecekteki bir “Kürdistan”ın silahlı kuvvetleri olarak mı görüyor? 

PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir 
Kürt devletini Türkiye’nin 

1) Fiiliyatta kabullenmesi, 
2) Resmi olarak tanıması, 
3) Onunla işbirliği yapması, 
4) Onu koruma altına alması, 
5) Onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. 

K. Irak’ta bir süre sonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “vurucu gücü” rolünü oynayabilir. 
Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesi gereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir. 
K. Irak’taki hakim elitler ile PKK arasında ideolojik ve sosyal farklar olmasının pratik sonuçları olacak mı? Kürt aktörler arasında var olan çelişkileri gün yüzüne çıkarmak ve bunlardan istifade etmek kolay olmayabilir. Kürtler bu farklılıkları ve çelişkileri belli bir düzeyin üzerine çıkarmamaya kararlı görünmektedir. “Kürtlerin birbirini keşfetmesi” ve “Kürt dayanışması” gibi motifler güçlenmektedir. PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. Bu ilişkide, rekabet, şüphecilik, düşmanlık ve hatta çatışmanın yanında karşılıklı “göz yumma”, nihai ortak çıkar ve kader algısı, işbirliği, “Kürt kamuoyunun kabul etmeyeceği adımlardan sakınma” gibi boyutlar vardır. İki aktör de diğerinin bahçesinde bayrak göstermekte ama belli bir noktanın 
ötesinde diğerini zorlamaktan kaçınmaktadır. Ama zaman zaman pan-Kürdist pozlar takınsa da Barzani’nin şu anda elinde olan mutlağa yakın gücü ve petrolü Türkiye Kürtleri ve onların bağımsızlık isteyen kesiminin lideri PKK ile paylaşmak isteyeceğini düşünmek zordur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

11 Ekim 2017 Çarşamba

Radikalleşme, Terör Dalgasının Yapısal Kökenleri Üzerine

Radikalleşme ve Terör Dalgasının Yapısal Kökenleri Üzerine 



Doç. Dr., Şaban KARDAŞ 
TÜRKİYE VE ORTADOĞU 
ORSAM Başkanı, Doç. Dr., 
TOBB-ETÜ 


Şiddet, çatışma, parçalanma ve istikrarsızlıkların bireysel düzeyden bölgesel düzeye uzanan bir yelpazede güvensizlikleri beslediği bir ortamda radikal siyasi dilin ve pratiğin güçlendiği görülmektedir. 

Soğuk Savaş sonrası dönüşümle uyumlu bir biçimde, devletdışı aktörlerden kaynaklı tehditler uluslararası güvenlik gündeminde ağırlıklı bir yer tutuyor. 

Radikalleşme olgusu, ve başta terör olmak üzere bunun tetiklediği güvenlik sorunları ve yıkıcı etkiler, dünyanın farklı bölgelerini tehdit ediyor. Batı’daki aşırı sağ hareketler veya yabancı terörist savaşçılar meselelerinde kendisini en açık biçimde gösterdiği şekliyle radikalleşme olgusu tek bir ülke veya bölgeye 
sınırlandırılamayacak bir sorun ve bu anlamda küresel bir niteliğe bürünmüş durumdadır. Genel küresel etkileri bir yana, küreselleşen radikalleşmenin tetiklediği şiddet dalgası, neden olduğu tahribat ile Ortadoğu sisteminde kalıcı bir hasara yol açmış durumda. Ortadoğu özelinde bu şiddetin neden olduğu yıkımın etkilerinin telafisi önümüzdeki on yılları alacak bir süreç ve böylesi bir projenin uygulanması için uygun ortam henüz mevcut değil. Radikal siyasetin önünün açılmasını beraberinde getiren, aşağıda birkaçının ele alınacağı, önemli sistemik faktörler mevcut. Önümüzdeki dönemde radikalleşme ve bununla ilişkili terör dalgasıyla baş edilebilmesi, bu yapısal sorunların çözümüne dönük kapsamlı bir programın hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. 

Bölgesel düzenin kırılması 

Ortadoğu devletler-sisteminin içinden geçtiği dönüşüm sürecinde bölgesel düzen köklü bir kırılma yaşıyor. Yeni Ortadoğu düzeninde bir yandan Suriye ve Irak gibi ülkelerde yerleşik devlet yapılarının aşınması, öte yandan artarak tırmanan bölgesel rekabet, derin bir güvensizlik sarmalına yol açtı. 

Güvenliğin beş sektöründe güvensizlik sarmalının yıkıcı etkileri kendini göstermektedir. Hali hazırda Ortadoğu’da insani güvenlik açısından tam anlamıyla bir dram yaşanmaktadır. Yüzbinlerce insanın doğrudan çatışmalarda hayatını kaybettiği bir ortamda, yine milyonlarcası çatışmaların dolaylı etkilerine maruz kalmıştır. 

Bölge mülteciler ve yerinden edinmiş insanların yarattığı sorunlarla boğuşmaktadır. Bölgesel düzende yaşanan kırılmaların tabandan tavana gelen bir siyasal dönüşüm talebiyle ilişkisi hatırlandığında, aynı süreçte rejim güvenliği kaygıları da had safhaya varmıştır. 

Bölgede süregelen gerilim ve çatışmalar zaten zayıf temellere dayalı modern Ortadoğu ulus-devletlerinin üzerine oturduğu sosyolojik dokuyu daha kırılgan hale getirmiş, ulus-altı kimliklerin mobilize olduğu bölgesel ortamda toplumsal güvenlik kaynaklı istikrarsızlıklar artmıştır. Bugün bölgedeki pek çok ülkede ortaya çıkan çatışma ve merkez-kaç kuvvetleri neticesinde devlet güvenliği de giderek sorgulanmaktadır. 

Ortadoğu sistemini oluşturan aktörler arasında geleneksel olarak var olan jeopolitik ayrışma hatlarına ilaveten ortaya çıkan yeni meseleler, devletler-arası 
güvenliğin kontrolsüz biçimde derinleşen güvenlik rekabetiyle zayıflamasına yol açmaktadır. 

Şiddet, çatışma, parçalanma ve istikrarsızlıkların bireysel düzeyden bölgesel düzeye uzanan bir yelpazede güvensizlikleri beslediği bir ortamda radikal siyasi dilin ve pratiğin güçlendiği görülmektedir. 

Devlet yapılarının zayıflaması 

Bölgesel düzendeki kırılmayı tetikleyen daha yapısal bir süreç ise mevcut devlet yapılarının köklü meydan okumalar karşısında ayakta durmakta zorlanmalarıdır. 
Osmanlı sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan modern devletler-sistemini oluşturan aktörler, egemen-devlet modelini hayata geçirmekte başarısız oldular. 
Çoğu durumda bölge devletleri uluslararası sistemle geliştirdikleri karmaşık ilişki neticesinde varlıklarını idame ettirebilmiş, fakat sahip oldukları ülke ve 
insan unsuru üzerindeki egemenliklerini meşru temeller üzerinde tesis etmekte zorlanmıştır. İçerde ve uluslararası sistemde yaşanan değişimler neticesinde ortaya çıkan yeni dinamikler mevcut devletlerin yönetebilme kapasitesini büyük ölçüde kısıtlarken, şiddet tekelini de kırmıştır. Bu trendler, zayıflayan devletlerin boşalttığı alanları dolduran radikal hareketlerce şiddetin kontrolsüz bir şekilde kullanımının da yolunu açmıştır. Öte yandan, kendi ellerindeki devlet mekanizmasının zayıflaması nın yarattığı tepkiselle yönetici elitlerin de bu şiddet sarmalını tırmandıracak ve devlet kökenli terör ve radikalleşmeyi tetikleyecek şekilde davrandığı görülmektedir. 

Etno-sekteryen Mobilizasyon 

Bölgedeki genel istikrarsızlık ortamında toplumsal güvenlik kaygılarının artışıyla birlikte ulus-devlet modelinin aşındığı ve ulus-altı etnik, sekteryen, aşiret ya da yerel aidiyet unsurları etrafında bireylerin kümeleşmeye başladığı bir eğilim kuvvetlendi. Modern Ortadoğu devletler sistemini ortaya çıkaran Sykes-Picot düzeninin üzerine oturduğu sınırlar ve toplumsal gerçeklik arasındaki gerilim, bu süreçte bariz şekilde kendisini gösterdi. 

Osmanlı’dan bağımsızlıkları sonrasında kolonyal ve post-kolonyal dönem yönetimlerin çözümleyemediği etnik ve sekteryen farklılıklardan ortak bir ulusal aidiyet geliştirme sorunsalı, uzun yıllardır ötelendi. Yeni bölgesel ortamda merkezi devlet kurumlarının zayıflaması ve devlet-altı aktörlerin güçlenmesi, etnik ve sekteryen kimliklerin yoğun biçimde dışa vurumunu beraberinde getiriyor. Bastırılan kimliklerin çatışma ve istikrarsızlığın hakim olduğu bir ortamda kendilerine çıkış bulması, karşılıklı olarak birbirini besleyen radikal kimlik siyasetlerinin bölgede geniş bir zemin kazanmasını beraberinde getirdi. Etno-sekteryen kimliklerin öne çıktığı çatışmalarda karşı grup mensuplarına dönük girişilen yayılmacı, rövanşist veya cezalandırıcı eylemlerde şiddetin en aşırı formlarda kullanıldığı örnekler karşımıza çıkıyor. 

Bu eğilimi destekleyen bir di-ğer trend ise bölge ülkelerinin çoğunda karşımıza çıkan sosyolojik devinim. Ortadoğu ülkelerinin çoğunda genç nüfus fazla, nüfus 
artış oranları yüksek ve bunların yarattığı toplumsal mobilizasyon baskısı ise had safhada. Mevcut siyasi ve ekonomik yapıların tabandan gelen bu dalganın taleplerine cevap üretememesi ve gerekli katılımcı mekanizmaları üretememesi, sosyal devinimin de baskılanmasını beraberinde getiriyor. Yukarı yönlü sosyal mobilizasyon kanallarının tıkalı olduğu bölgede, etnik ve sekteryen referanslı kimlik siyasetinin tetiklediği fay hatları yıkıcı bir şekilde örtüşüyor. Şiddeti kendilerini siyaseten ifadenin aracı olarak kullanmaya meyilli pek çok grubun dinamizmi, katılımcı ve kapsayıcı bir devlet modeli etrafında yönetilemediği müddetçe bölgede yıkıcı bir radikal dalganın devamını beklemek yerinde olacaktır. 

Vekalet Savaşları 

Bölge ülkeleri arasında güvenlik rekabetinin kontrolsüz bir şekilde tırmandığı tartışma götürmez bir olgu. Devlet yapılarının aşındığı ve bölgesel düzlemde bir güvenlik mimarisinin var olmadığı bir coğrafyada bölgesel aktörlerin sorunlarını farklı işbirliğine dayalı yöntemlerle çözebilmesinin zemini hızla kayboluyor. 
Bölgenin ana aktörleri arasındaki köklü jeopolitik rekabet, güçlenen etno-sekteryen kırılmalardan da beslenerek derinleşiyor. 
Doğrudan karşı karşıya gelmenin yaratacağı yıkıcı etkilerin tek frenleyici mekanizma haline geldiği bu yeni güvensizlik sarmalında vekalet savaşı dinamiğini besleyen hem itici hem de çekici faktörler mevcut. 

Bunun neticesinde son dönemde bölgesel aktörlerin desteklediği yerel silahlı gruplar, şiddet ve terör dalgasının en önemli taşıyıcısı konumuna yükseldiler. Yerelden uluslararasına uzanan bir yelpazede radikalizmden beslenen ve bunu besleyen aktörlerin iç içe geçtiği Ortadoğu coğrafyasında istikrarı tesis etmek yönünde atılacak adımlar çok boyutlu bir yaklaşımı gerekli kılacaktır. 


Doç. Dr., Şaban KARDAŞ 
ORSAM Başkanı, 
TOBB-ETÜ 

***