Marmara Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marmara Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 8

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 8


MENBİÇ GÖRÜŞMESİ, KUZEY IRAK POZİSYONU VE SEÇİMLER.


Ahmet Kılıçaslan Aytar.,
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
 Jun 05 05:01PM +0300

MENBİÇ GÖRÜŞMESİ, KUZEY IRAK POZİSYONU VE SEÇİMLER


     Kaos'un hakim olduğu Irak ve Suriye'de hadiseler, hedefler, yöntemler, araçlar, ilişkiler mütemadiyen değişiyor.
Toplam savaş karşısında ABD, Rusya, Türkiye, İsrail, İran ve Avrupalı? ülkeler bir taraftan çıkarlarını sağlamak, diğer taraftan savaş suçlarından kurtulmak için yarışıyor. Yazık ki, bu topraklar kurallara dayalı küresel düzenin hızla çözüldüğü bir girdap durumundadır...

*
İslam Devleti (İŞİD) Suriye ve Irak'ta toprağa bağlı olmayan yeni mücadelede stratejisinde yeni siyasi çıkış yolları ve ittifak arayışındadır.
Suriye ve Irak'tan İŞİD'i süpüren? Kürtler, ABD'nin desteğiyle önemli su, tarım alanları, petrol ve doğal gaz alanlarını kontrol etme hedeflerini
pekiştiriyor.
Bir taraftan da Kürtler arası ilişkilerde rekabet derinleşmiş, her bir grup kendi lehine stratejik kazanımların peşine düşmüştür.

*
Suriye ve Irak, işbu çıkarlar çerçevesinde daha geniş bir uluslararası çatışma ortamı haline gelmekte, çözümleme imkansızlaşmaktadır.
Tehlikeli olan şey ise taraflar arasında başka çatışmaların gerçekleşme ihtimalinin yükselmekte oluşudur.
Özellikle İsrail ve İran askeri kuvvetlerinin karşı karşıya gelebilecek olması gibi bir felâket herkesi korkutuyor...

*
Türkiye ise Suriye ve Irak'ın kuzeyinde terör koridoru oluşumunu engellemek başlığında Kürtlere karşı kapsamlı bir mücadele sürdürüyor.
Bu mücadele aslında Türkiye'nin, yabancı diyarlarda Suriye ve Irak'la savaşı anlamına geliyor.
Ama bu suretle Türkiye esasen ABD'nin izniyle çıkarları birbirleriyle farklı ülkelerin Suriye ve Irak'ı geniş bir uluslararası çatışma ortamı
haline getirmesinin önüne geçiyor!
Üstelik ABD adına Çin'in İpek Yolu projesinde çok önemli bir yeri olan Deir el-Zor ve Palmyra'dan Türkiye'ye uzanan güzergahı gözlüyor.

*
Ve Türkiye bu savaşımında mütemadiyen yeni cepheler açıyor.
Birbirinden farklı her neden yeni bir cephenin kurulması sonucunu veriyor...

*
Çünkü Türkiye hükümeti; Cumhuriyetin 1938 yılına kadar gerçekleşen anlaşmaların sınırı içinde ülke birliğinin temeline işaret eden Misak-ı
Milli'sini, Ve bu perspektifte "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini reddediyor.
Bunun yerine 28 Ocak 1920'de İstanbul'da son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kabul ettiği saldırgan Misak'ı Milli ilkesinden hareketle, Kuzey Suriye ve Irak'ta İslamcı yeni Osmanlı Devleti için gerekli olan su, tarım alanları, petrol ve doğal gaz alanlarını kontrol etme hedefini gözetiyor.
Sonra çıkarları birbirleriyle farklı ülkelerin Suriye ve Irak'ı geniş bir uluslararası çatışma ortamı haline getirmesinin önüne geçme görevi
karşılığında;
Bu hedefe ulaşmak için ABD'nin himmetinden medet umuyor!

*
4 Haziran'da Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu'nun, " YPG militanlarının Menbiç'i boşaltması" konusunda Washington'da yaptığı görüşmelerin ardından,
"Yol haritasının onaylanması, Amerika'nın bize verdiği sözü tutması anlamına geliyor " açıklamasını yukarıdaki çerçevede değerlendirmek
gerekiyor.
Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı H.Yazıcı, Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu ile ABD'li mevkidaşı M.Pompeo'nun Washington'daki Menbiç görüşmesini,
"Umarım Amerika sözünü tutar " ifadesiyle değerlendiriyor...

*
Pazar günü de Başbakan B. Yıldırım, Türkiye'nin Irak Kürdistan Bölgesi'ndeki askeri varlığını terörü yok etmek üzere ikiye katladığını, TSK'nın Irak topraklarında 27 kilometre derinlikte operasyonlar tertiplediğini açıklıyor.
Ayrıca Suriye'de "Fırat'ın batısı anlamına gelen Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesinde 250 kilometrelik bir mesafeyi terörden temizlediklerini " söylüyor.
Dün toplanan Bakanlar Kurulu ardından Hükümet Sözcüsü de koroya katılıyor ve " Türkiye Kandil'e girebilir, her an her şey olabilir" diyor...

*
Birkaç yıldır Türkiye, tıpkı Suriye'de olduğu gibi Irak'ın da geniş bir uluslararası çatışma ortamı haline ge?tirilmesinin önüne geçme görevindedir.
Bu sırada Kürtçü terörle mücadele kisvesi altında Irak'ın kuzeyinde de petrol ve doğal gaz alanlarını kontrol etme hedefini koşturuyor.
Nitekim Türk hükümeti Kandil, Maxmur ve Şengal'e operasyon yapmak talebiyle Irak hükümetine Musul sınırlarında yeni bir gümrük kapısı açma ve İrak ile
ticareti geliştirme teklifini hayata geçiriyor...

*
Buna göre Türkiye hükümeti, Irak hükümetinin PKK'ye yönelik operasyonlara izin vermesi karşılığında, Habur'un batısında Şırnak/ Silopi'ye bağlı
Ovaköy'de yeni bir sınır kapısı açıyor.

Bu kapıdan yapılan ihracaatın Telafer, Musul'dan Ninova ve Bağdat'a ulaşması planlanıyor.

Aslında Türk Ordusu Ovaköy'den Musul'un kuzeyine kadar olan 50 kilometrelik alanda bulunan İran'a bağlı Haşdi Şabi ve Şengal Direniş Birliklerini engellemeye çalışıyor.
ABD adına Irak'ta Musul'un kuzeybatısında yer alan stratejik konuma sahip Irak- İran ticaret koridorunu ve Irak'ın Peshkhabur kentine yapılan kuzeydoğu geçidiyle uluslararası piyasalara ulaşan güzergahı da kontrol altında tutuyor.

Ama Kürtçü terörle mücadele kisvesi altında Irak'ın kuzeyinde petrol ve doğal gaz alanlarında hak sahibi olmanın hedefini koşturuyor.
Son bir haftadır şehit edilen Türk askerleri Ovaköy'ün Telafer'e ve Musul'a giden ana yola bağlanması için 120 kilometrelik bir stabilize yolun
inşasındaki görevlilerdir...

*
Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu, ABD'li mevkidaşı M.Pompeo'nun dün Washington'daki Menbiç görüşmesini aktarırken, "Net bir gün söz konusu. Takvim sayesinde sürüncemede kalmayacak. Ama Anadolu Ajansının sonradan düzelttiği haberindeki gibi 30 gün söz konusu değil. Bu, sahada birlikte atılacak adımlara bağlı. 6 aydan az bir süreden bahsediyoruz " ifadesini de;

Türkiye'nin 24 Haziran' dan itibaren mutlaka farklı etnik ve dini kökenlerden gelen insanları bir arada yaşatmak için normalleşeceği bir
perspektifte düşünmek gerekiyor.

6. 6. 2018
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

*******************


TAYYİP ERDOĞAN’IN SAHTE DİPLOMA DAVA DOSYASI.,


ANAYASA MAHKEMESİ VE A.İ.H.M’e (32372/18 YAPTIĞIM BAŞVURULARIN METNİDİR. SAKLAYIN ASLA ASLA BU DAVADAN KURTULAMAZLAR..


EYÜP  LİSESİ  Diploması  yok  ise  (  yok  olduğu  anlaşılıyor  );  
Recep  Tayyip  ERDOĞAN’ ın;  İLÂHİYAT   FAKÜLTESİ  dışında,  hiçbir  yüksek  öğrenim  kurumundan  bırakınız  diploma  almasını;  Hiçbir  yüksek  öğrenim  
kurumuna  kayıt  yaptırmasının  dahi  olanağı  olmadığı  için;  YÜKSEK  ÖĞRENİMİ’  nin  hiç  olmadığı;  otomatik  olarak  kesinleşmiş  olmaktadır.  Ben 36  yıl; lise ve dengi  okullarda  fiilen  öğretmenlik  yaptığım  için;  
bu  konuları  çok  iyi  bilirim.  Yüce   mahkemeniz’  in  bu  konuyu  ANAYASA  MAHKEMESİ  ile  YARGITAY  CUMHURİYET  BAŞSAVCILIĞI’ na  taşımasını;  
RECEP  TAYYİP  ERDOĞAN’ ın  sahte  evrak  tanzim  ettirerek;  YÜKSEK  SEÇİM  KURULU’ nu  kandırıp;  
CUMHURBAŞKANLIĞI  YÜCE  MAKAMI’ nı   HİLE  ile  İŞGAL   ETME   SUÇU’  ndan  YARGILANMASI’  nın  temin  edilmesini;  en  derin  saygılarımla  
ARZ ve TALEP ediyorum.  
Timur EREN 05 Haziran 2018

http://www.bagimsizozgurmedya.com/timur-eren--erdogan-in-eyup--lisesi--diplomasi-yok--15364.html

Timur EREN: ERDOĞAN’ ın' EYÜP LİSESİ diploması yok...
Bir kişini bildiği sır iki kişini bildiği medyadır ve bunu yayınlamak medyanın görevidir... 
Evet, Bu iddiaya dikkat etmek gerekir...

https://groups.google.com/forum/#!topic/dunyaturkbirligi/npa_b2PdGmQ


1.Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 79;Yüksek Seçim Kurulu Kararları yargı denetimi dışındadır.

2.30.03 20111 sayılı Anayasa Mahkemesi kuruluş Kanununa göre de YSK Kararları Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı yoktur

3.Yüksek Seçim Kuruluna yaptığımız 11.05.2017 sayılı “Recep Tayyip Erdoğan “T.C. Anayasası Gereği Cumhurbaşkanı olmak için “Yüksek Öğrenim yaptığına dair onaylı Diploma ibraz etmelidir” ancak ibraz ettiği diploma noter sureti sahtedir.

Cumhurbaşkanlığından alınmalı ve seçim yenilenmelidir başvurumuzu değerlendirmiş 23.05.2017 tarihli 697 nolu kararıyla oy birliğiyle reddetmiştir.
Karar ektedir.(no 1 ek)

4.Kararda “Noterden alınmış diploma suretinin sahteliği ancak mahkeme kararı veya aynı kuvvette bir başka belge ile ispatlanabilir”denmiştir.

5.Bu ifadelerine dayanarak 04.05.2018 tarihli başvurumuzda “Ankara 39.Asliye Ceza Mahkemesinin bir Cumhurbaşkanına Hakaret Davasında celbettirdiği ve daha önce bir siyasi parti tarafından talep edildiği için YSK tarafından Yayınlanan 2014 yılına ait “Noter onaylı Diploma suretinin”Sahte olduğunun” kanıtlandığını öne sürerek delilleri “KUVVETLİ BELGE”olarak sunduk.
Bu başvuruda 2014 de İstanbul 16.cı Noterliğinin 01113nolu yevmiye kaydında yer alan 27.haziran 2014 tarihli DİPLOMA SURETİ”İNCELENMİŞ ve bu eksiklerle sahte olduğu belirlenmiştir.

A)

Bu 2014 de alınan “NOTER TASTİKLİ SURET” Hangi orijinaldendir belli değildir.
Eğer SURET GERÇEK DİPLOMADAN çıkartıldıysa bu imkansızdır.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan 2011 yılında Mezunu olduğunu iddia ettiği Marmara Üniversitesi rektörlüğüne başvurmuş ve 1 DUPLİKATA almıştır.
Dolayısıyla bu SURET ASIL DİPLOMADAN çıkartılamaz..
(EK 2)

B)

Eğer bu suret yine aynı noterliğin yani İstanbul 15.ci noterliğinin 13 Nisan 1994 Tarihli “DİPLOMA SURETİNDEN”SURET ALINMAK ŞEKLİNDE ÇIKARTILDIYSA 2014 de YSKya verilen Diploma Suretinin suretinde 13 Nisan 1994 tarihi neden yer almamaktadır?
EK 3ve 4)

C)

(EK 5 )de açıkça görüleceği üzere YSK tarafından Yayınlanan 2014 Tarihli Diploma Üzerindeki incelemede “fotoshop yapılarak “TİCARİ SİLİNEREK “İDARİ”YAZILMIŞTIR.
Çünkü R.Tayyip Erdoğan’ın “DİPLOMASI” zamanına uydurulmak zorunda kalınmıştır.

D)

2018 yılına kadar Marmara Üniversitesi Diploma Sorgulama database içinde yapılan DİPLOMA ARAMALARINDA R.Tayyip Erdoğan çıkmamaktadır.

E)

Ancak 2018 başında birden Data Base’de R.Tayyip Erdoğan çıkmaya başlamış ve YSK(Yüksek seçim kurulu)da hemen Ani bir kararla “ONAYLI DİPLOMA ÖRNEĞİ yerine E-devlet sitesinden alınacak digital kayıtın da kabul edeceğini açıklamıştır(YSK 327 numaralı kararı)
Yaptığımız araştırmalarda arkadaşı ALİ İBİŞ’in Marmara Üniversitesi “data base”indeki yerine R.Tayyip Erdoğan kaydının konulduğunu anladık. Çünkü 2018 başına kadar DataBase aramasında çıkan Ali İbiş ,R.Tayyip Erdoğan çıkmaya başladıktan sonra taramalarda çıkmamaktadır.
(EK 6)

Bu konuda yapılan tüm yayınlar hiç bir gerekçe gösterilmeden Ankara 6.Sulh Ceza Hakimliği 2018/4281 ve 12.06.2018 kararla tedbir altına aldırılmış kamunun ulaşımına kapatılmıştır.
örnek:

http://grihat.com/erdoganin-sahte-diplomasi-ali-ibisin-dip…/

Bu bilgilerin yer aldığı başvurumuz da “”YÜKSEK SEÇİM KURULU” YSK tarafından 15.05.2018 tarihli 2018/444 kararla reddedildi.
Red mektubunun ulaşmasından sonra yapılan araştırmalardan gördüğümüz bu mektubun”MATBU”olduğu ve verilen hiç bir delilin araştırılmadığı her başvuruya aynı cevap verildiğini anladık.
Zaten YSK Daha öceki 697 nolu kararında”YSK BİR ARAŞTIRMA KURUMU DEĞİLDİR”yazmıştı.

6-İÇ HUKUK YSK TARAFINDAN 2 DEFA REDDEDİLİNCE BİTMİŞ VE Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 79;DAKİ “”Yüksek Seçim Kurulu Kararları yargı denetimi dışındadır “””HÜKMÜ GEREĞİ”””A.İ.H.Mahkemesine”” BAŞVURU HAKKIMIZ “ANAYASANIN “SEÇME VE SEÇİLME HAKKI”HAK KAYBI NEDENİYLE DOĞMUŞTUR.

7- R.Tayyip Erdoğan dikte ettirdiği 2001 yılında basılan ve Ruşen Çakır/Fehmi Çalmuk tarafından yazılan “Bir Dönüşümün Öyküsü”Kitabında
(EK 7-8-9)Kitabında 1973 yılında İmam Hatip Lisesini bitirdiğini ,İHL mezunlarının sadece meslekleriyle ilgili İLAHİYAT fakültelerine girdiklerinden Üniversite sınavlarında kazanmış olduğu Erzurum Atatürk Üniversitesine gitmediğini 1974 yılında Eyüp Lisesi FARK SINAVLARINA girdiğini ve tekrar girdiği Üniversite Giriş Sınavını kazanarak Üniversiteye girdiğini yazdırmıştır

8- Yine (EK 10-ve 11de ) göreceğiniz üzere “YANDAŞ”gazetecilerinden Yeni Şafak Gazetesi yazarı MUAMMER PAMUK’A dikte ettirp daha sonra da kendi kontrolünden geçirerek yayınlattığı “YASAKLI UMUT”kitabında aynı şeyleri tekrarlatmakta o zamanki adı “İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini”kazandığını açıkça beyan etmiştir.
Daha önce bilgilerinize sunduğumuz (EK5de)açıkça görüldüğü üzere “İSTANBUL İKTİSADİ VE TİCARİ İLİMLER AKADEMİSİNE”GİRMİŞ AMA NASIL OLUYORSA DİPLOMASI”İKTİSADİ VE TİCARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ”olarak alınmıştır.

Belli ki”yüksek seçim kuruluna sunulmuş olan 2014 tarihli suretgin çıakrılmış olduğu orijinal açıkça bir hile ile bir başkasının DİPLOMASINDAN”üretilmiştir.
Bu nedenle de “TİCARİ” İBARESİ “İDARİ” İLE DEĞİŞTİRİLİŞ AMA ACEMİ BİR FOTOSHOP ÇALIŞMASI İLE MARGİNLER KAYDIRILMIŞTIR

Her 2 kitapta da yer alan Üniversiteye 1974 yılında girdim” beyanları TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANLIĞI RESMİ SİTESİNDE İSE 1973 YILINDA GİRDİM OLARAK YER ALMAKTADIR.
(EK12)

YA KİTAPLAR YA DA BU BEYAN YALANDIR.

https://www.tccb.gov.tr/receptayyiperdogan/biyografi/

9- ÜNİVERSİTEDE DİPLOMA HAZIRLANANA KADAN ÖĞRENCİYE VERİLEN ÜNİVERSİTE MEZUNU OLDUĞUNU BİLDİREN “ÇIKIŞ KAĞIDI”DA normalden değişiktir.
(EK 13-14)Belli ki burada da bir hile yapılmıştır.
Gerçek bir ÇIKIŞ BELGESİ İLE KENDİ ÇIKIŞ BELGESİ karşılaştırmalı olarak bilgilerinize sunulmaktadır.

10- A.İ.H.M ve diğer Mahkemelere sunulmak üzere Devlet Kurumlarından Talep edilen Belgelerin tümü “R.TayyipErdoğan’ın Özel hayatı bahanesiyle Mahkemelere de bize de gönderilmemektedir.
Her gün attığı imzalarla TEK ADAM rejimi temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini “temsil ve ilzam”eden bir Cumhurbaşkanının Seçilme şartlarını hile ile geçerek ANAYASAMIZIN EN TEMEL HAKKI OLAN SEÇME SEÇİLME HAKKININ KAYBOLMASINA VE SÜREKLİ İHLALİNE engel olmak üzere mahkemelere gönderilmesini sürekli olarak talep ettiğimiz kurumlardan gelen cevaplar
(EK15-16)de yer almaktadır

11- Devlet Kurumları “DİPLOMA ÖZEL HAYATTIR”bahanesiyle talepleri reddettiklerinden başvurduğumuz “TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANLIĞI GENEL SEKRETERLİĞİ
“Belgelerin mahkemelere gönderilmesi”isteğimize garip bir cevap vermiş ve “MAHKEMELERE İNTİKAL ETMİŞ KONULARDA DİLEKÇE KABUL ETMEYİZ”demiştir. Cevapları (EK17)dedir

12- Baskılardan bunalan R.Tayyip Erdoğan ,04.06.2016da sınıf arkadaşı olduğunu iddia ettiği Marmara Üniversitesi Rektörü Emin Arat’a seslenerek”ARŞİVDEN ÇIKART ŞU DİPLOMAYI”demiştir.

Sadece bu örnek bile R.Tayyip Erdoğan’ın bir gün bile üniversiteye gitmediğini kanıtlamaktadır.

Çünkü Üniversite mezunu olan herkes bilir ki diplomayı almışsanız(ki Kendisi de almış ve Kaybettiğini beyan ederek bir de duplikata almıştır)
Üniverite arşivinde diploma kalmaz size sadece 2 satır yazılarak bir yazılı belge verilir..

http://www.diken.com.tr/erdogan-diplomasi-icin-sinif-arkad…/

Rektör 2018de istifa edip baskılara dayanamayarak ayrılmıştır.

13- 2016 yılının Kasım ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan başvuru ve İstanbul’un Ankaraya göndermesi üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından R.Tayyip Erdoğan’a “Sahtecilik ve dolandırıcılık” soruşturması açılmış ancak nedense GİZLİLİK KARARI”koyulmuştur.

Aradan 24 ay geçmesine ve Burhaniye 2.Asliye Ceza Mahkemesince bu soruşturmanın “AKIBETİ”2018 yılının Nisan Mayıs ve Eylül aylarında 3 defa istenmesine rağmen hala bir cevap alınamamaktadır.

Bizim başvurduğumuz devlet kurumları en fazla 15 günde “ ÖZEL HAYAT ” bahanesiyle bilgi göndermemekte ama cevap vermektedirler

Nasıl olur da Ankara Cumhuriyet Savcılığının Soruşturması 24 ay sürebilir.

Son derece basit bir soruşturmadır. Yapılan Suç Duyrusu dilekçesi ve Burhaniye 2.Asliye Ceza Mahkemesinin talebi

(EK 18-19-20de)bilgilerinize sunulmaktadır. T.C. Adaleti belli ki büyük bir baskı altındadır ve Anayasa 101 SEÇME SEÇİLME HAK KAYBIMIZ AÇIKTIR

14- A.İ.H.Mahkemesi ve diğer mahkemelere gereğinde sunulmak üzere Anayasamızın 39. maddesi olan ispat hakkı ve Türk Ceza Kanununun 127Maddesinde tekrarlanan amir hükümler nedeniyle talep ettiğimiz bilgiler ve kurumlar şunlardır

A) 

1973 yılı Ekim ayının 5inde bütünlemedeMezun olduğu İstanbul Fatih İmam Hatip Lisesi (şimdi R.Tayyip Erdoğan İmam Hatip Lisesi)müdürlüğünden Milli Eğitim İstanbul Bölge ve Milli Eğitim Bakanlığından “DİPLOMA KÜTÜĞÜ ANA DEFTER ORİJİNALİNDEN ALINMIŞ “MEZUN OLDUKTAN SONRA NEREYE GİTMİŞ”KAYDI not; Ergün Poyraz’ın DİPLOMASIZ adlı kitabı 3 yıla yakındır satılmakta hakkında tek bir soruşturma yalanlama dava ve toplama kararı bulunmamaktadır. Bu Kitapta Ergün Poyraz elinde bu kaydın kopyasının bulunduğunu ve R.Tayyip Erdoğan’ın İmam Hatip Lisesinden sonra hiçbir eğitim kurumuna gitmediğini açıkça yazmaktadır.

(EK 21-22-23-24)

Ergün Poyraz A.İ.H.Mahkemesinde bile tanık olarak ifade vermeyi kabul etmiştir.

İstendiği zaman ya bir NOTER aracılığı ile ya da Bizzat gelerek ifade vermeye hazırdır

B)

İstanbul Eyüp Lisesi Müdürlüğünden 1973 veya 1974 yılında girdiği “lise fark dersleri sınavları”transkripti ve diploma verdilerse diploma kütüğü aslı veya onaylı kopyası .

C)

Marmara Üniversitesi Rektörlüğünden,

- Not transcripti

- Milli Savunma Bakanlığına R.Tayyip Erdoğan’ın her Türk erkek vatandaşı için zorunlu olan askerlik hizmetinin tecili için yazılmış en az 6adet olması gereken tecil yazılarının kopyaları

- Diploma defterinin aslı veya onaylı kopyası

- Ali İbiş adlı mezunun 2018e kadar diploma sorgulamada çıkması ama R.Tayyip Erdoğan kaydının çıkmamasına rağmen 2018 sorgulamasında Ali İbi’in data basede çıkmamasına karşılık R.Tayyip Erdoğan’ın çıkmasının açıklaması.

NOT; Ali İbiş Erdoğan tarafından AKP Milletvekili yapılarak ödüllendirilmiş görülmektedir.

(KIRŞEHİR – 1953, Hüseyin – Urgış – İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi – Özel Sektör Yöneticisi, Serbest Ticaret, İSEGEV Vakfı Kurucu Başkanı, Üsküdar . Erdoğan belediye başkanı olunca biyografisine, marmara üniversitesi mezunu olduğunu ekledi Dönemin milliyet gazetesi olayların üstüne gidip yeteri kadar rezil etse de daha sonraları olayın üstü kapatıldı
(EK 25-26Milliyet Gazetesi)

-Çıkış Belgesi iade edildiğinde koçana eklenir ve diploma verilir.Çıkış Belgesinin koçan kaydını

D)

Milli Savunma Bakanlığı Genel Kurmay Başkanlığından -Askere gittiği zaman verdiği diplomayı,, -Milli Savnma Bakanlığı Askere Alma dairesine Marmara Üniversitesi veya her hangi bir üniversiteden yazılmış “öğrenci olduğunu tevsik ederek tecil isteyen en az 8 adet olması gereken “tecil yazılarının aslı veya onaylı kopyası

E)

Üniversite giriş sınavını yapan Ö.S.Y.M Başkanlığından.,

-1973 ve/veya 1974de girdiğini iddia ettiği Üniversite Sınavlarına Başvuru belgelerini
-Sınav Sonuç Belgelerini
-Hangi Üniversiteye Kaydolduğunun bildirilmesini

F)

YSK 2014DEKİ DİPLOMASINI KAMUYA AÇIKLADIĞINDAN DOLAYI özel hayat bahanesinin arkasına sığınamayacağından, R.Tayyip Erdoğan’ın 1991 Genel Seçimlerinde  ve 1994 Yerel Seçimlerinde YSKya verdiği diploma veya suretlerin onaylı kopyalarını (ilk suret 13Nisan 1994 ama Erdoğan’ın seçildiği Yerel seçim 27 Mart 1994 dür.

G)

T.C.Adalet Bakanlığı Ceza İşlerinden Erdoğan’ınMahkum olduğu ceza aldığı 3 davanın soruşturması ve yargılanması sırasında verdiği “öğrenim beyanlarını Mahkemelere ve A.İ.H.Mahkemesine verilmek üzere istedim.
-Kışkırtıcılık
-Kaçak İnşaat
-Sandık Başkanına hakaret

TALEBİMİZ;

YSK KARARLARI TARTIŞILMAZ VE İTİRAZ EDİLEMEZ OLDUĞUNDAN DOLAYI ,2014 DE AÇIKLADIĞI DİPLOMA SURETİ OLDUĞUNA GÖRE “ÖZEL HAYAT”SÖZ KONUSU OLAMAZ DEMEKTİR.
DOLAYISIYLA TÜM BELGELERİN BAŞTA MAHKEMELER OLMAK ÜZERE KAMUYA AÇILMASI GEREKMEKTEDİR.
A.İ.H.M de bu belgeleri istemelidir BU KONU BAŞKA TÜRLÜ AYDINLANAMAZ

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/11/13/tayyip-erdoganin-sahte-diploma-dava-dosyasi/


***


GÖKÇE FIRAT'TAN MARMARA ÜNİVERSİTESİ'NDE BASIN AÇIKLAMASI

TAYYİP ERDOĞAN'IN DİPLOMASI SAHTE!


Değerli basın mensupları. 
Tayyip Erdoğan’ın diplomasının sahte olup olmadığı ile ilgili bir basın açıklaması yapacağım. Bu açıklama sırasında Tayyip Erdoğan’ın öğrencilik hayatını liseden itibaren madde madde masaya yatıracağım. 

1. Tayyip Erdoğan 1965 yılında İmam Hatip Lisesi’ne kaydolmuş. O dönem orta kısmı 4, lise kısmı 3 yıl olmak üzere İmam Hatip Lisesi toplam 7 yıl eğitim veriyor. Tayyip Erdoğan bu okuldan 1972-73 döneminde, 1973 yazında, yani 8 yıl sonra mezun oluyor. 
Demek ki, İmam Hatip Lisesi’nde 1 yıl sınıfta kalmış. 
Tayyip Erdoğan hangi yıl sınıfta kaldı? 
Hangi derslerden sınıfta kaldı? 
Kaldığı derslerin içerisinde Kur’an ve Siyer (Peygamberin Hayatı) dersleri var mı?

2. Tayyip Erdoğan 31 Mayıs 1973 tarihinde İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oluyor. Fakat, bundan sonra Eyüp Lisesi’nden fark dersleri verdiğini iddia ediyor. Halbuki vermesi gereken fark dersleri toplam 6 ders ve devletin bu dersler için belirlediği süre 1 yıl. 
Yani Tayyip Erdoğan biyografisinde belirttiği gibi 1973-74 öğrenim döneminde üniversiteye girmiş olamaz. En erken girebileceği tarih 1974-75.

3. Tayyip Erdoğan’ın hayatını anlatan ve TRT’de yayınlanan bir belgeselde o yıllarda İmam Hatip mezunlarının üniversiteye alınmadığını, bu nedenle Siyasal Bilgiler’e giremediğini belirtmektedir. Yine aynı konuşmasında Eyüp Lisesi’nden fark dersleri vererek Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne girdiğini iddia etmektedir. 

Bu konuşmadan çıkabilecek sonuç Tayyip Erdoğan’ın üniversiteye giremediği ve Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin üniversite statüsünde olmadığıdır.

Ya da Tayyip Erdoğan Siyasal Bilgiler’in kendi sınavını kazanamamış, bu nedenle Akademi’ye yazılmıştır. Ama kendi kitlesine kendisini acındırmak için sanki İmam Hatip mezunlarının Siyasal’a alınmadığı gibi bir izlenim yaratmaya çalışmaktadır. Fark dersi verdiyse Siyasal’a girememesi için hiçbir neden yoktur. 
Asıl şüpheli hareket ise bu belgesel linkinin TRT sitesinden silinmesidir. Bu link niye silindi?

4. Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nün yaptığı açıklamaya göre, Tayyip Erdoğan 1974 yılında yapılan ve adı o gün Üniversitelerarası Seçme Sınavı (ÜSS) olan yaygın tabirle ÖSS’ye giriyor. Sınavı kazanarak İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’na kaydoluyor. 

O halde, ya Tayyip Erdoğan 1973 yılında üniversiteye girdiğini söylerken yalan söylüyor ya da Marmara Üniversitesi 1974 yılında girdi derken yalan söylüyor. 

5. 1973 ve 1974 yılları arasında çok önemli bir fark var. Çünkü 1974 yılına kadar her üniversite ve akademi kendi sınavını yapıyor, bir öğrenci birden fazla üniversiteye başvuru yapabiliyor ve sınavlarına girebiliyor. 

Tayyip Erdoğan’ın kendi biyografisine göre 1973 yılında Akademi’nin kendi sınavına girip üniversiteyi kazanmış olması gerekir. Fakat Marmara Üniversitesi yeni bir açıklama yaparak Tayyip Erdoğan’ın 5 Temmuz 1974 tarihinde o günün ÖSS’sine girerek Akademi’ye kaydolduğunu belirtmektedir. 

O halde Marmara Üniversitesi Tayyip Erdoğan’ın ÜSS giriş belgesini ve ÜSS sonuç belgesini açıklamalıdır. Kaldı ki, 1974 yılında yapılan ÜSS’de öğrenciler girmek istedikleri okulları da tercih ediyorlardı. 

Tayyip Erdoğan, kaç puan alarak hangi tercihine girmiştir? Marmara Üniversitesi’nin ve ÖSYM idaresinin bu belgeleri kamuoyuyla paylaşması gerekmektedir. 

6. Tayyip Erdoğan’ın üniversiteye girebilmesi için gerekli olan Eyüp Lisesi diploması ve 1974 ÜSS sınav sonuç belgesi ortada yoktur. Bunlar açıklanmadığı sürece değil üniversiteden mezun olması, üniversiteye girişi dahi tartışmalıdır. 

7. Marmara Üniversitesi’nin açıklamasında Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin Aksaray İktisadi İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’na kaydolduğu bilgisi veriliyor. Yani Tayyip Erdoğan 4 yıllık bir üniversiteye değil, 4 yıllık üniversiteye bağlı 2 yıllık bir yüksek okula kaydolmuştur. 

Nitekim, Ankara’da görülmekte olan bir davada Tayyip Erdoğan’ın avukatı üniversite mezuniyetine ilişkin bir açıklama yapmış ve 4 ara dönemlik, yani 2 yıllık yüksek okulların yüksek öğrenim sayıldığını belirtmiştir. Tayyip Erdoğan’ın avukatının bu açıklaması girdiği okulun 4 yıllık değil 2 yıllık olduğu iddialarını tasdik etmektedir. 

8. Tayyip Erdoğan 1973 yılında üniversiteye girip 1981 yılında mezun olduğunu söylüyor. Aynı bilgiyi Marmara Üniversitesi açıklaması da tekrarlıyor. Tayyip Erdoğan’ın kendi açıklamasına göre 1973-74 yılında girdiği okuldan 1980-81 yılında mezun olduysa 7.5 yıllık bir öğretim dönemi sürdürdü demektir. Bu da imkânsızdır. Bugün 7 yıl olan azami üniversite öğrenim süresi o yıllarda 6 yıldı. 

Yani Tayyip Erdoğan’ın 1979 yılında mezun olmuş olması, eğer mezun olamadıysa okuldan atılmış olması gerekir. Eğer, bugünkü 7 yılı kabul edecek olsak dahi yine 1980 yılında ya mezun olmak ya da okuldan atılmak zorundadır. 

Her halükarda Tayyip Erdoğan okuldan mezun olamamış ve atılmıştır. Dolayısıyla diploma alabilmesine imkân yoktur. 

9. Tayyip Erdoğan’ın okuldan atılıp atılmadığının, okulun kaç yıllık olduğunun, kaç dönem olduğunun ve Tayyip Erdoğan’ın diploma derecesinin ne olduğunun anlaşılabilmesi için tek yöntem transkript (not dökümü) belgesidir. 

Transkript belgeleri öğrencilerin sicil kayıtlarında saklanmaktadır. Tayyip Erdoğan veya üniversite bu transkript belgesini sunarak Tayyip Erdoğan’ın gerçekten üniversitede okuyup okumadığını, okuduysa kaç yıllık okul okuduğunu, mezuniyeti hak edip etmediğini ancak bu şekilde ispat edebilir. 

Marmara Üniversitesi’nin çok saygıdeğer velinimetleri Tayyip Erdoğan’a bu iyiliği yapmalarını ve transkript belgesini açıklamalarını istiyorum.

10. Bu arada, Tayyip Erdoğan’ın transkriptinin Marmara Üniversiteliler açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Üniversitemizin kuruluşunda önemli bir payı olan Ticaret Hukuku profesörü Ergun Tuna’nın dersleri son derece zordur. Genelde bu dersi 3-4 yılda biriken öğrenciler çok zor verebilirler. Ben de bir Marmaralı olarak Tayyip Erdoğan’ın Ticaret Hukuku I ve II derslerinden kaç puan alarak sınıfını geçtiğini merak ediyorum. 

11. Tayyip Erdoğan, 1981 yılı Şubat ayında mezun olduğunu iddia ediyor. Eğer 1981 yılında mezun olduysa sunduğu mezuniyet belgesi mühürsüz, fotoğrafsız ve dekanın imzası farklıdır. Muhtemelen Tayyip Erdoğan bu belgeyi kendisi hazırladı. Bu nedenle bu mezuniyet belgesi sahtedir. 

Eğer bu mezuniyet belgesi sahte değil ve Tayyip Erdoğan da gerçekten bu okuldan mezun ise 1981 yılı Şubat’ından sonra en fazla 2-3 aylık süre içerisinde diplomasının hazırlanmış olması gerekir. 



Yani Marmara Üniversitesi kurulmadan bir yıl önce bir diploma almış olması gerekir. 

Marmara Üniversitesi, daha sonra kendisine bağlanacak olan okulların mezunlarına tek bir şartla diploma verebilir, kendisine bağlandığı tarihten sonra mezun olmak kaydıyla. Oysa Tayyip Erdoğan, Aksaray Akademisi Marmara Üniversitesi’ne bağlanmadan önce mezun olmuştur. Dolayısıyla Marmara Üniversitesi diploması alamaz. 

12. Benzer bir şekilde Bülent Ecevit’in Robert Kolej diploması vardır. Bilindiği gibi Robert Kolej sonradan Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür, fakat Bülent Ecevit’in Boğaziçi Üniversitesi diploması yoktur. Aynı şekilde, Boğaziçi Üniversitesi “Bülent Ecevit bizim mezunumuzdur” şeklinde bir açıklama yapmamaktadır. 

Marmara Üniversitesi kendisine bağlanan tüm fakülte ve okulların eski mezunlarına diploma veremez. Eğer böyle olacak olursa 1889 yılında Hamidiye Ticaret Mektebi Âli’sinden mezun olanlara bile şu an Marmara Üniversitesi diploması verilmesi gerekir. 

Bildiğimiz kadarıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın dışında Marmara Üniversitesi’nin diploma verdiği bu statüde ikinci bir şahıs yoktur. 
Biz tüm Türkiye’ye ve üniversiteye sesleniyoruz. 1981 yılına kadar mezun olmuş ve daha sonra Marmara Üniversitesi diploması alabilmiş kimse var mı?

13. Marmara Üniversitesi’nin açıklamasında Recep Tayyip Erdoğan’a verilen mezuniyet belgesinden bahisle geçici mezuniyet belgesi verildiği söylenmektedir. Fakat 1981 tarihli bu belge geçici mezuniyet belgesi değil mezuniyet belgesidir, zira o dönemde geçici mezuniyet belgesi yoktu. Yani Marmara Üniversitesi’nin açıklamasında yanlış bilgi verilmektedir. 

14. Kaldı ki, 1981 tarihli mezuniyet belgesinin orijinali sadece bir yerde kullanılmış olabilir. O da askerlik. Tayyip Erdoğan askere gitmeden önce böyle bir mezuniyet belgesi hazırlamış veya hazırlatmıştır. Zaten bu sayede askerliğini yedek subay olarak yapmıştır. 

Bu belgenin şu an Tayyip Erdoğan’ın askerlik dosyasında bulunuyor olması gerekir. Milli Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı bu belgeyi kamuoyuyla paylaşmalıdır. Böyle bir belge yoksa olmadığını bilmeliyiz. Böyle bir belge varsa da bu belge üzerinden adli inceleme yapılmalıdır çünkü belge sahte olduğu şüphesi taşımaktadır. 

15. Marmara Üniversitesi’nin açıklamasında 1.11.1991 tarihinde Tayyip Erdoğan’dan mezuniyet belgesinin geri alındığı ve kendisine diploma verildiği belirtilmektedir. Demek ki, bu belgenin orijinali 1991 yılında Marmara Üniversitesi arşivine girmiştir. Marmara Üniversitesi’nin kendi arşivindeki bu belgeyi bir an önce açıklaması gerekmektedir. 

16. Tayyip Erdoğan’ın 1981 yılında mezun olduğu Akademi’den bir diploması olmamasının imkansız olmasına dayanarak ve Tayyip Erdoğan’ın 6 yıllık azami öğrenim süresini geçirdiğini göz önünde bulundurarak ortaya yeni ve farklı bir ihtimal daha çıkmaktadır. 

Acaba Tayyip Erdoğan 1988-89 yıllarında çıkan öğrenci aflarından yararlanarak üniversiteyi bitirmiş ve Marmara Üniversitesi’nden diplomayı bu nedenle 1991 yılında almış olabilir mi?
Böylesi bir ihtimalde Tayyip Erdoğan üniversite mezunu olsa bile askerliğini kendisinin hazırladığı sahte bir mezuniyet belgesiyle yedek subay olarak yapmış olur ki şu anda yeniden askere alınabilir. 

17. Bundan daha önce 2014 tarihinde Marmara Üniversitesi Tayyip Erdoğan’ın diplomasıyla ilgili yine bir açıklama yapmıştı. Fakat o açıklamada 1991 tarihli diplomaya yer vermemişlerdi. 3 yılda ne değişti ki böyle bir bilgi ve belge üniversite tarafından açıklandı?

18. 1991 tarihli diploma dekan olarak Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel imzası taşımaktadır. Şu anda elimizde bu diplomanın bir fotokopisi bulunmaktadır. Fakat bu fotokopideki Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel’e ait imzayla Batırel’in diğer imzaları birbirini tutmamaktadır. Zaten Ömer Faruk Batırel o dönemde profesör değildi. 1991 tarihli diploma aslı, acilen ortaya çıkarılmalı ve imzalar üzerinde adli inceleme yapılmalıdır. 

19. Bilindiği gibi, diploma defterinin Tayyip Erdoğan’a ait sayfasının açılması, bunun kamuoyuyla paylaşılması elzemdir. Bu defterde diplomayı alan kişinin o tarihe ait bir fotoğrafı bulunur. Yine diplomayı alan kişi, diplomayı teslim aldığı tarihi yazar, kendi adını, soyadını ve imzasını atar. 

Marmara Üniversitesi’nin acilen bu arşivi açması gerekmektedir. 1991 yılı yakın bir tarihtir. Defter, diploma bölümünde bulunmaktadır. 

Sonuç olarak, 

1. Tayyip Erdoğan’ın Eyüp Lisesi diploması açıklanmalıdır. 

2. Eyüp Lisesi’nde farkları verdiği döneme ait öğrenci sicil belgesi açıklanmalı ve bu dersleri gerçekten verip vermediği ortaya çıkarılmalıdır. 

3. Tayyip Erdoğan’ın hangi yıl üniversiteye girdiğine karar verilmelidir. Çünkü Tayyip Erdoğan 1973 yılında üniversiteye girdiğini açıklamıştır. Marmara Üniversitesi ise üniversiteye 1974 yılında girdiğini söylemektedir.

4. Tayyip Erdoğan üniversite için bir sınava girmiş midir? Hangi üniversitelerin sınavına girmiştir, hangisini kazanıp hangisini kazanamamıştır? Ya da Tayyip Erdoğan ÖSS’ye mi girmiştir?

5. Tayyip Erdoğan eğer ÖSS’ye girdiyse ÖSS başvuru belgesinin, tercih belgesinin ve sınav sonuç belgesinin ÖSYM ve Marmara Üniversitesi tarafından açıklanması gerekmektedir. 

6. Sunulan diplomaların herhangi bir anlamı yoktur. Hukuki bir kanıt da teşkil etmez. Önemli olan diplomanın gerçek olup olmadığını belirleyecek transkript belgesidir. Tayyip Erdoğan’ın transkripti üniversite tarafından açıklanmalıdır. 

7. Marmara Üniversitesi diploma kayıt defterini açmalı ve buradaki kayıtları kamuoyunun incelemesine sunmalıdır. 

Bu nokta son derece önemlidir. Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın dün yaptığı açıklamada diplomayı açıkladıklarını ve bununla yetinmemiz gerektiğini belirtti. Oysa, biliyoruz ki, sahte belge düzenlemenin çeşitli yolları olduğu gibi sahte belgeleri ortaya çıkartmanın da yol ve yöntemleri bulunmaktadır. 

Örneğin, sahte bir nüfus kağıdı taşıyabilirsiniz. Bu durumda nüfus kütüğünüz üzerinde inceleme yapılır. Yine sahte bir ehliyet taşıyabilirsiniz. Bu durumda trafik sicil kaydınıza bakılır. Şu anda iddia edilen şey, diplomanın olup olmadığı değil, gerçek olup olmadığıdır. Biz bu diplomanın gerçekliğinin araştırılmasını talep ediyoruz. 

Marmara Üniversitesi Tayyip Erdoğan’ı değil, kendi tüzel kişiliğini ve itibarını düşünmelidir. Marmara Üniversitesi’nin herhangi bir yöneticisi veya memuru bu tür bir diploma sahtekarlığına alet oldularsa bunun üzerine gitmeli ve sorumlular hakkında soruşturma açmalıdır.

Ama görüyoruz ki, Marmara Üniversitesi kendi geçmişini kurulduğu tarih olan 1982’den 1883’e çekmiştir. İşin garip tarafı bu geriye çekme olayı çok yakın bir tarihtedir. Ben üniversiteden mezun olduğum 1996 yılında üniversitemiz 1883’te kurulduğunu iddia etmiyordu. Logosu da farklıydı. 

Anlaşılan Tayyip Erdoğan’ın okulunu da kapsayacak şekilde logoda bir değişikliğe gidilmiş ve kamuoyunda Tayyip Erdoğan’ın Marmara Üniversitesi mezunu olduğu şeklinde bir algı yaratılmaya çalışılmıştır. 

Diploma meselesi sadece hukuki bir mesele değildir. Ahlaki bir meseledir. Ortada Cumhurbaşkanına yöneltilmiş bir soru bulunmaktadır. Kamuoyu Tayyip Erdoğan’ın eğitimli olup olmadığını tartışmıyor. Zaten kendisi tüm konuşmalarıyla eğitim seviyesini ortaya koymaktadır. 

Kamuoyunun merak ettiği olay sahte bir diplomanın hazırlanıp hazırlanmadığıdır. Bu sorular Cumhurbaşkanının kendisine, Cumhurbaşkanlığı tüzel kişiliğine, YSK’ya, TBMM’ye, TSK’ya, ÖSYM’ye, YÖK’e, Marmara Üniversitesi’ne sorulmaktadır. Bu soruları cevaplandırmak kamuoyunu bilgilendirmek son derece kolay bir şeydir. Bizim anlamadığımız Cumhurbaşkanının ve bu kurumların neden çekindiği veya korktuğudur. 

Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Marmara Üniversitesi’nin diploma sorgulama bölümüne erişimin yasaklanmış olması başlı başına şüphe çekecek bir uygulamadır. Dünyada bir üniversitenin diploma sorgulama bölümüne mahkeme kararıyla erişim yasağı koymuş başka bir ülke var mıdır acaba? 

Kişilerin veya kurumların suçlanması normal karşılanmalıdır. Kendi haklılığına güvenen kişiler, bu tür suçlamalardan çekinmezler. 

Biz ki, Türk milletine yöneltilen Ermeni soykırımı iddialarına karşı, sadece Türkiye Cumhuriyeti arşivlerini değil, Osmanlı arşivlerini bile açmış bir milletiz. Tayyip Erdoğan için 30 yılık okul kayıtlarını açmaktan neden korkulmaktadır?

Bir cevap bekliyoruz. 

Bizim için açıklanan diploma kağıtlarının bir önemi yok. Biz bu kağıtların gerçek olup olmadığını öğrenmek istiyoruz. Bunun için de imzalar üzerinde Adli Tıp incelemesi ve defterlerde karbon testi incelemesi dahil, teknolojinin tüm imkanlarının kullanılmasını istemek hakkımızdır. 

Son olarak, diploması gerçek olanın arşivden korkusu olmaz. 
Ben, kendi diplomamı bir örnek olarak sizlere sunuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da aynısını yapmasını temenni ediyorum. 

Gökçe Fırat Çulhaoğlu
Marmara Üniversitesi 1996 Mezunu

Ek I: Üniversite mezuniyetinin gerçek olduğunun kanıtlanması için bulunması gereken belgeler

1. Lise çıkış belgesi veya diploma
2. ÖSYM Sınav Sonuç Belgesi
3. Transkript
4. Geçici Mezuniyet Belgesi
5. Diploma


https://www.change.org/p/recep-tayyip-erdo%C4%9Fan-tayyip-erdo%C4%9Fan-diplomas%C4%B1n%C4%B1-ispatlas%C4%B1n



***

9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3



Gençliğini ve Ömrünü KIBRIS Türk devletinin kuruluşuna adayan Mukavemetçi ,


1.4. Denktaş’ın Kıbrıs’a Firarı (1967) 

Ankara’daki zorunlu ikamet döneminin dördüncü yılı başlarken (1967) 
Denktaş durumun ne kadar üzüntü verici olduğunu hatıralarında şu şekilde dile 
getirmekteydi: “Ada’dan uzak kalışın baskısı ve tatsızlığı ile dolu bir yıl daha 
geçti. Kıbrıs’tan gelen haberler daha da tatsızlaştı. Ankara’dan geçerken uğrayıp 
hal hatır soranlar azaldı. Benimle temas edenler “ikbalden” düşüyorlarmış. 
Dışişlerindeki arkadaşları da zor durumda bıraktığımı anlıyorum. Hükümetin 
boyunda bir ağırlık olduğum aşikâr. Eleştirilerim fazla oluyormuş.” (Denktaş, 
1997, s.1) Denktaş söz konusu ifadeleri, hem Ankara’nın Kıbrıs politikasına, 
hem de Dr. Küçük’ün Denktaş hakkında söylediklerine ne kadar üzüldüğünün 
kanıtıydı. 

Denktaş’ın Ankara’da yaşadığı günler, Dr.Küçük’le aralarının açılmaya 
başladığı günlerdi. Aynı tarihlerde Kıbrıslı Türkler, “Doktorcu” ve “Denktaşçı” 
olarak ikiye bölünmeye başlamışlardı. Peki neydi Dr. Küçük’ün, siyasete 
kendisinin soktuğu Denktaş’a karşı olan bu tavırlarının nedeni? Aslında her şey 
Denktaş’ın Ada’ya girişinin yasaklanmasıyla gün yüzüne çıkmıştı. Denktaş’a, 
Ankara’da Dışişlerinde Kıbrıs dairesinde bir masa verilmiş, çalışmalarını 
oradan sürdürüyordu. Bu arada demeçler, röportajlar, raporlar hazırlıyordu. 

Ada’da ise, yerine vekâlet eden Dr. Şemsi Kazım fiilen cemaat başkanı olmuştu. 
Toplumun en güçlü kurumunun başına Dr. Küçük’ün sevmediği biri 
gelmişti.1963 yılında Rum lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını 
veto etmesinden sonra, Cumhurbaşkanı yardımcısı Dr.Küçük ile bakanlar, 
toplum yönetiminin dışında kalmıştı. Dr. Küçük’ün sevdiği (ancak kıskandığı) 
Denktaş, ise Ankara’daydı. Doktorla, Şemsi Kazım’ın arasına ilerleyen 
günlerde, iyice açılmaya başladı. Dr.Küçük hem Cemaat Meclisine, hem de 
TMT’ye karşı savaş açtı. Dr. Küçük, Şemsi Kazım’ın ve TMT’nin talimatları 
Denktaş’tan aldığını düşünüyordu. (Batur, 2007, s.304) Denktaş, 1967 yılında 
Ada’ya gizlice çıkarken, Rumlar tarafında yakalanıp tutuklanınca, sorgusunda, 
aralarının açılması hakkında şunları söyleyecekti: “Doktor, kendi gölgesinden 
bile kuşkulanır. Benim hakkımda söylenenleri duydukça benden 
kuşkulanıyordu. İnsanlar benim hakkımda, “Denktaş daha iyidir” şeklinde 
sözler söylüyorlardı. Bunları duydukça, Türkiye’den döner dönmez kendisini 
devireceğimi sanıyordu. Denktaş, Türkiye’de rahatına bakar, ben ise burada acı 
çekerim. Bütün bunlar geçip de Denktaş geldiğinde beni yerimden edecek diye 
düşünüyordu. Dr. Küçük, kendisini büyük adam olarak görürdü. Ona bir mektup 
yazdım: “Bir gün Kıbrıs’a geleceğim. Ölecek olsam bile geleceğim. Gelecek ve 
topluma bir açıklama yapacağım. Bazıları senin beni istemediğini söylüyorlar. 
Buna inanmıyorum. Senden bir ricam var. Benim Kıbrıs’a dönmemi istediğin 
hakkında Türk hükümetine bir yazı yaz. Şöyle ki, mücadele ederken benim 
elimde bir şey bulunsun”. Buna karşılık, Doktor, ilk mektubunda bana şunları 
yazdı: “Senin Kıbrıs’a dönmenin bir yolu olmadığı halde niçin cesurluk 
satıyorsun? Artık nasıl Kıbrıs’a dönebilirsin? Ama daha sonra, mayıs ayında 
yazdığı bir mektupta dönmemi istediğini bildiriyordu. Ankara’ya gelenlerle de 
mesajlar gönderiyordu. Yalnız başına işlerin üstesinden gelemediğini ve benim 
dönmemi istediğini söylüyordu. Dr. Küçük’ün Türk hükümetine de aynı yolda 
yazı yazıp yazmadığını bilmiyorum. Ama değiştiği belliydi. Bütün bunlardan 
sonra Kıbrıs’a dönmek istiyordum.” (Sepetçioğlu, 2000, s.323-325) Ankara ile 
bozulan ilişkileri Denktaş’ta artık Ada’ya dönme zamanı geldiğini 
düşündürüyordu. Bu yüzden bir plan yapan Denktaş Türk hükümetinden gizli 
Larnaka’daki mücahitlerin lideri Dr. Orhan Müderrisoğlu ve Kıbrıs’ta 
mücahitlerin komutanı Erol Kazım ile irtibata geçti. Denktaş, Larnaka’dan 
gizlice Ada’ya girecekti. Gerekli para, mücahit fonlarında temin edilip, 
Denktaş’a gönderilecekti. Denktaş, Nejat Konuk ve Denktaş’ın şahsen 
tanımadığı Larnaka’yı bilen Erol İbrahim isminde bir kişiyle 21 Ekim 1967 
gecesi Ankara’dan İskenderun’a, oradan da motorla Ada’ya gitmek için 
harekete geçtiler. Konuk’un ayarladığı motorla Larnaka’ya doğru yola 
çıktıklarını sanıyorlardı ancak Larnaka yerine Ada’nın kuzey ucundaki 
Karpaz’a çıkıyorlardı. (Denktaş, 1997, s.387-463) Denktaş ve beraberindekiler 
(Nejat Konuk, Erol İbrahim ve motoru kullanan kişi) 1967 yılında, Ada’ya 
gizlice girmeye çalışırken Rumlar tarafından yakalanıyordu. O sırada 
Makarios’un Kıbrıs’ı savunma meseleleri için oluşturduğu konsey toplantı 
yapıyordu. Toplantı sırasında, Denktaş’ın yakalandığı haberi, sekreteri 
tarafından Makarios’a bir notla bildirildi. Makarios’un ardından Albay Grivas 
da aynı notla Denktaş’ın yakalandığı haberini öğrenmiştir. (Kızılyürek, 2007, 
s.138) 

Yunan karargâhında tutulan Denktaş, önce Yunanlı subaylar tarafından 
sorgulanıyordu. Daha sonra Rum Merkez Karakoluna götürülüyordu. 
Denktaş’ın avukatı Ali Dana da oraya gelmişti. (Batur, 2007, s.343-356) 
Kendisini sorgulayan Yunan subayların “niye geldin” sorusuna Denktaş: 
“Enosis tamamdır, adını koymak kalmıştır şeklinde beyanatlarınız vardır... Bana 
gelen haberlerde bazı insanlarımızın buna inandıklarını ve size mukavemetin 
gereksiz olduğunu düşünenlerin de olduğunu görüyordum; diğer yandan da 
bana sonuna kadar dayanırız diyenlerden de haberler geliyordu... Doğrusu 
neydi? Bunu tespit ederek halka yön vermek için geldim. Siz de biliyorsunuz ki 
tespitim bu işin bittiği, Enosis’in tahakkuk ettiği yönde olursa bunu halkıma 
duyuracak cesaretteyim, ancak mukavemetin devam edebileceğini görürsem 
bunun daha etkili bir şekilde devam etmesi için elimden geleni de yaparım. Bu 
nedenle geldim” diyordu. (Denktaş, 2004, s.29) 

1 Kasım 1967 tarihinde Türk gazetelerinde manşetlerde “Denktaş, 
Kıbrıs’ta tevkif edildi” haberi yer alıyordu. ( Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1) Bu 
haber hem Ankara’da hem de Kıbrıs’ta şaşkınlıkla karşılanıyordu. The Times 
gazetesi ise haberi, “Kıbrıs Türk Cemaati Üyesi Denktaş, iki Kıbrıslı Türk ile 
beraber, Kıbrıs’ın kuzeydoğusunda, küçük bir botla, Ada’ya girmeye çalışırken 
yakalandı” şeklinde duyuruyordu. (The Times, 2 Kasım 1967, s.7) 

O tarihlerde Denktaş’ın tutuklanması ile ilgili olarak Milliyet 
gazetesindeki haberler şu şekildeydi: “Denktaş, 31 Ekim 1967 tarihinde 
yanındaki iki kişi ile birlikte, Ada’ya çıkarken tutuklanmıştı.” (Milliyet, 1 
Kasım 1967, s.7) Ancak Lefkoşa Türk Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp, 
“Denktaş’ın hayatının garanti altına alınması için Birleşmiş Milletler 
aracılığıyla, Rum hükümeti ile görüşmüş ve talep olumlu karşılanmıştı. Ayrıca, 

Kıbrıs’ta ki Türk hükümeti temsilcileri, Denktaş’ın Ada’ya çıkışından Türk 
hükümetinin kesinlikle bilgisi olmadığını belirtiyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) 

Denktaş’ın tutuklanmasının ardından, Rumlar tarafından Denktaş’a 
işkence yapılabileceğinden endişe eden Başbakan Süleyman Demirel 
kamuoyuna “Denktaş’a yapılacak muamele fevkalade önem taşımaktadır” 
diyordu. ( Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1) 

 İngiltere Dışişleri Bakanı Brown, “Denktaş’ın serbest bırakılması için 
Makarios ile irtibata geçileceğini, Londra’da bulunan Türk Dışişleri Bakanı 
İhsan Sabri Çağlayangil’e bildirdi. Bu arada Denktaş’ın serbest bırakılması için 
hem Lefkoşa’da hem de Türkiye’de mitingler yapılıyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) Kamuoyu tepkisi ve Türkiye’nin araya girmesi ile Denktaş, günler 
süren sorgulamalardan sonra, nihayet 13 Kasım 1967 tarihinde serbest 
bırakılıyordu. (Milliyet, 1 Kasım 1967, s.7) Bu olay, Denktaş‘ın bir lider olarak 
cesaretini ve risk alma konusundaki kesin tavrını göstermesi açısından dikkat 
çekicidir. Sonunda ölümün dahi olabileceği bir bilinmez yola çıkmaktadır. 
Diğer taraftan Türkiye‘nin onaylamadığı bir hareketin içerisinde mücadelenin 
Türkiye ayağında bir aksaklık çıkması, daha önemlisi kendisinin saf dışı 
bırakılması ihtimali vardır. Tüm bunlara rağmen Denktaş Ada‘ya çıkmıştır. 

12 Kasım 1967 tarihinde Denktaş 12 günlük tutukluluktan sonra serbest 
bırakılıyordu, Denktaş’ın eşi Aydın Denktaş haberi, Türk Dışişleri Bakanı İhsan 
Sabri Çağlayangil’den öğreniyordu. ( Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1) Ankara’ya 
dönen Denktaş, Kıbrıs’a neden ve nasıl gittiği hakkında bir basın toplantısı 
düzenlemiştir. “Yunanistan Ada’yı askeri yönden fiilen işgal etmiştir. Bu 
aşikârdır. Askeri ENOSİS olmuştur. Geri kalan şey iki tarafın, bunu hukuki 
yönden ilanıdır” diyen Denktaş, tutuklu kaldığı zaman zarfında, Rum liderlerin, 
hatta İçişleri Bakanı Yorgacis’in, “ENOSİS” diye bir şey yok. Bu davanın en 
salim yolunun Türkiye ile Yunanistan’ın Ada’dan çekilmeleri, iki cemaatin 
eskisi gibi Kıbrıs’ı birlikte idare etmeleridir” dediğini, buna karşılık Yunan 
subayların “ENOSİS olacaktır, bunu biliniz. Siz de Batı Trakya’daki 
Müslümanlar gibi bizim idaremizde yaşamayı öğreneceksiniz” şeklinde 
konuştuğunu söyleyen Denktaş, Ada’ya gidiş sebebini de şu şekilde açıklıyordu: 
“Benim amacım, Türk kesimine gitmek ve vazifemin başına geçmekti, Türk 
kesimine girebilseydim, artık Türkiye’ye dönmem bahis konusu olmayacak, 
durumu raporlar halinde Türk hükümetinin en yetkili kademelerine teferruatıyla 
bildirecektik.” (Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7) 

1967 yılının sonunda Ada’da Rumların Geçitkale saldırılarından sonra, 
toplumlararası müzakerelere başlanması kararı alınıyor, Türk tarafını temsil 
edecek kişi olarak Denktaş seçiliyordu. Denktaş için 13 Mart 1968 tarihi bir 
milattı. Dört yıllık sürgünden sonra, evine, Ada’ya dönüyordu. Makarios’un, 12 
Ada’dan sonra, 13.Ada olarak, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama isteğine karşılık 
Denktaş, 13 Mart tarihinde, bu planı bozmak için Ada’ya geliyordu. Ada’ya 
gelirse, kendisini meydandaki elektrik direğine asacağını söyleyen Dr. 
Küçük’ün nasıl tepki vereceği konusunda endişeliydi. Ancak, yaşanan tüm 
kırgınlıklara rağmen, dört yıldır, Ada’da tek başına mücadele veren Dr. Küçük 
yorulmuştu ve Denktaş’a ihtiyacı vardı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Denktaş’ı 
karşılıyordu. Aralarında Dr. Küçük de vardı. Birbirlerine sarılıp, ağlıyorlardı. 
Denktaş, o günü şöyle anlatır: “Dr. Küçük’le kucaklaştık. Bu samimi, içten 
gelen, geçmişe sünger çeken bir kucaklaşmaydı. Dr. Küçük’le bir jeepe bindik. 
Binlerce insan coşku içinde bizi selamlıyordu. Halk arasında ağlayanlar vardı. 
Gördüğüm herkes, kadın erkek, fark etmeksizin birer direnişçiydi. Kahramandı. 
Atatürk Meydanı’na kadar, coşkulu bir hava içinde geldik. Dr. Küçük de ben de 
halka hitap ettik. Önümde yeni bir sayfa açılıyordu”. (Batur, 2007, s.390) 
Gerçekten de Denktaş’ın önünde, devlet başkanlığına kadar gidecek yeni bir 
sayfa açılıyordu. Bu sırada, Dr. Küçük’le aralarındaki buzlar erimişti ancak bu 
sadece birkaç yıl sürecekti. Yapılacak çok şey vardı. Denktaş, Ada’ya 
döndükten kısa bir süre Toplumlararası Görüşmelerde Türk tarafını temsil 
etmekle görevlendiriliyordu. Denktaş’a göre bir görüşmecide olması gereken 
özellikler şunlardı: “Görüşmecilik meslek değildir. Akıl işidir. Görüşmeci, bir 
maksat için görüşür. Tellal değildir. Elindeki mala, en çok fiyatı verene malı 
teslim etmek gibi bir yaklaşımı yoktur. Siyasal görüşmelerde, görüşmeciye 
verilmiş bir hedef vardır. Ondan, bu hedefe varmak için izleyeceği yolda, 
karşısına ne çıkarsa çıksın, vazgeçmemesi, gereken prensipler konusunda çok 
titiz davranması istenir. Kısacası, görüşmeci belirli yetkilerle donanmış, 
görüşme koşulları önceden kararlaştırılmış, kırmızı çizgileri belli bir ortamda 
sorumluluk yüklenmiş, savunduğu davaya inanmış bir müzakerecidir.” 
(Denktaş, 2004, s.20) Peki, Denktaş nasıl bir müzakereci olacaktı, anavatanı 
olarak gördüğü Türkiye’nin kendisine çizdiği kırmızı çizgiler nelerdi? Bu 
soruların cevabını ve talimatları almak için, Denktaş, Türk Dışişleri Bakanı 
Çağlayangil’i ziyaret etmişti. Görüşmede, Akritas Planı ve Makarios’un yapmak 
isteklerini anlatan Denktaş’a göre: “Çare, Türkiye’nin de Kıbrıs’ta Yunanistan 
kadar var olmasında ve durumu dengelemesindeydi. Makarios’a göre, ENOSİS 
elde edilmişti, adını koymak için bekleyebilirdi. İşlerin uzaması Türkiye’nin 
1960 Anlaşmalarıyla, elde etmiş olduğu en hayati hakkını gerektiği andan 
kullanmamasından kaynaklanmaktaydı. Türkiye, bu haklarının var olduğunu, 
canlı olduğunu ve gerekirse mutlaka kullanacağını devamlı olarak gündemde 
tutmalı, bu hakkın “kullanılmama suretiyle” ortadan kalktığının iddia 
edilmesine müsaade etmemeliydi”. Ancak, Türkiye, Kıbrıs’a müdahale edecek 
durumda değildi. Türkiye’nin zamana ihtiyacı vardı. Denktaş bunu biliyordu 
ama bu yaklaşık on yıl olacağını tahmin edememişti. Çağlayangil’le 
görüşmesinin ardından, Denktaş Türkiye’nin öngördüğü bir hedef, bir Kıbrıs 
siyaseti, garantilerin devamından öteye geçmeyecek kırmızı çizgileri olmadığı 
sonucuna varır. Çağlayangil’in, kendisine açık kart verdiğini düşünen Denktaş’a 
göre, “halkının içinde bulunduğu sıkıntılı durumu rahatlatacak her hangi bir 
sonuç, Türkiye için olumlu bir sonuç olacaktı. Denktaş, Türkiye’nin o günkü 
durumda, daha ilerisini göremediğini düşünüyordu. Denktaş, Çağlayangil’den 
aldığı yetkiyi, “iyi, tatminkâr bir anlaşma yapabilirsen bunu yap, zamana da, 
yardıma da ihtiyacımız vardır, bize de zaman kazandır, Garanti Anlaşmalarıyla 
Türkiye’ye verilmiş hakların devam edeceği bilinci ve güveni içinde ol” 
(Denktaş, 2004, s.25-26) )anlamında yorumluyordu. Ne var ki, Denktaş, çok 
yaklaştığı anlar olsa bile, hiçbir zaman Rumlarla tatminkâr bir anlaşma zemini 
bulamayacaktı. 

Sonuç 

Rauf Denktaş’ın Ankara yılları, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile 
arasındaki vizyon farklılığını iyice anladığı ve gerek söylemlerinde gerekse 
yazdıklarında bunu çekinmeden dile getirdiği bir dönem oldu. Kıbrıs davasının 
ancak Türkiye’nin birlikteliği, hangi hükümet işbaşında olursa olsun, 
Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğine inanan Denktaş için sürgün yılları 
“hayatının en zor yılları” olmuştur. 

Denktaş, Rumların saldırıları karşında Ada’daki Türk varlığını korumak 
için Türkiye’nin mutlaka müdahale etmesi gerektiğini savunmuş ve bu 
düşüncesini Ankara hükümetlerine benimsetmeye çalışmıştır. Teorik olarak bu 
fikre sıcak bakan Ankara ise, 1964-1968 yılları arasında askeri açıdan yeterli 
olunmadığı gerekçesi ile bu fikri fiiliyata dökememiştir. 

Denktaş ile Ankara ilişkileri, Türkiye’deki iktidar ve uluslararası 
konjonktürün dinamiklerine göre değişiklik göstermiştir. Türk hükümetleri hem 
kendi ideolojilerine hem de uluslararası koşullara göre değişiklik (nispi oranda) 
gösteren politikalarını Denktaş’a uygulatmak istemişler, Denktaş da böylece 
Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasinin Kıbrıs’taki uygulayıcı aktörü durumuna 
gelmiştir. Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasi arasında nasıl denge politikası 
takip ettiğini Denktaş şöyle açıklar: “ Türkiye’de hariciyede ve askerde iki ekol 
var. Bunlardan bir tanesi, Denktaş’ın müdafaa ettiği şekilde halledilebilir 
derken, diğeri; Kıbrıs meselesi üzerimizde büyük bir kambur, bitmesi lazım 
diyor. Ben bu iki ekol arasında devamlı surette bir denge kurarak, fazla taviz 
vermeksizin bu davayı yürütme görevini üstlendim “Derhal anlaşma yap 
dediklerinde ve o anlaşma yapılamayacak bir anlaşma ise zaman kazanmaya 
çalıştım ve anlaşma yapılsaydı çok şey kaybederdik” diyen ekol kendini kabul 
ettirmeye kadar bekledim.” (Gürkan, 2005, s.53-54) 


KAYNAKÇA 

Azizoğlu, A. ( 2013). Denktaş Anlatıyor: 1 Ağustos 1964 Erenköy. Kıbrıs Postası, 1 Ağustos. 
Batur, N. (2007). Rauf Denktaş- Yeniden Yaşasaydım. İstanbul: Doğan Kitap. 
Denktaş, R. (1966). 12’ye 5 Kala Kıbrıs. Ankara. 
Denktaş, R. (2004). Kıbrıs Girit Olmasın. İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1964.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1965.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R.(1997). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1967. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Erol, H. (2014). Kıbrıs Politikalarında Lider Rauf Denktaş’ın Rolü. Yayınlanmamış doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. 
Gürkan, N. (2005). Zirvedeki Yalnızlık Kulesi Rauf Raif Denktaş. Gazimağusa: Cümbez Yayınları. 
Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1. 
Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1 
Kasımoğlu, E. (1991). Eski Günler Eski Defterler. Lefkoşa: Yorum Yayıncılık. 
Kızılyürek, N. (2007). Glafkos Klerides Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7. 
Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1,7. 
Milliyet, 8 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 10 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 12 Ağustos 1964, s.1. 
Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3. 
Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1. 
Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1. 
Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1. 
Milliyet, 1 Kasım 1967, s.1,7. 
Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7. 
Satan, A.- Şentürk, E.(2012). Tanıkların Diliyle Kıbrıs Olayları 1955-1983. İstanbul: Tarihçi Kitabevi. 
Sepetçioğlu, M. N. (2000). Sabır Ağacı Zaman Uyanışı. İstanbul: Kıbrıs Kredi Bankası. 
Özter, L. (2004). Ulusal Mücadelede Denktaş. Ankara: Özyurt Matbaacılık. 
Tarakçı, M. (2010). Kıbrıs Barış Harekâtı. İstanbul: Hiperlink Yayınevi. 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1. 
The Times, 2 Kasım 1967, s.7. 

 ***

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2





1.2. Denktaş İle Ankara’daki Yeni Hükümetin İlişkileri (1965) 

İsmet İnönü’nün Şubat 1965 tarihinde geçiş süreci başbakanlık görevini 
bırakmasının ardından, Adalet Partisi hükümeti kurulmuştu. Yeni hükümette 
Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturuyordu. 
Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde, 1965 yılında, Kıbrıs’tan sorumlu başbakan 
yardımcılığı görevine getirilen Süleyman Demirel’in, başbakanlık ve  cumhurbaşkanlığı dönemini de kapsayan kırk bir yıllık Kıbrıs meselesi serüveni başlamıştı. Demirel, o dönemi şöyle anlatmaktadır: “1965 Şubatında biz, o günkü hükümeti istifaya mecbur ettik. 20 Şubat 1965’ten itibaren Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümette ben başbakan yardımcısıyım. Adalet Partisi genel başkanı olarak. Ve Türkiye’de Kıbrıs işinden sorumlu bakan benim. Benim Kıbrıs’la ilgim 20 Şubat 1965’ten itibaren devlet seviyesinde bir ilgidir. O tarihten itibaren hangi meselenin içinde kim varsa hepsiyle ilgiliyim. Kıbrıs olayı dendiği zaman, her şey benden soruluyor. Haluk Bayülken Dışişleri Genel Sekreteri. Benimle çalışıyor. Hasan Işık Bey, Dışişleri Bakanı. Moskova’da büyükelçiydi. Onu da ben getirdim. Haluk Bey, Hasan Bey ve ben üçümüz beraber Kıbrıs meselesini götürüyoruz. O sırada, Fazıl Küçük’le de Rauf Denktaş’la da tanıştım. Hükümetimizin devraldığı 
Kıbrıs olayında 1963 hadiseleri var. Katliam var. Kan var. Mesele, uluslararası 
platforma çıkmış, 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler kararı var. Bu karar 
çok büyük bir handikaptır. Bu karardır aslında Türkiye’yi en uğraştıran. Bu 
kararı Türkiye nasıl kabul etmiştir? Biz o zaman bunu çok ağır eleştirdik. Bu 
kararla 1959-1960’da kurulmuş olan Kıbrıs ortak devletini, yani Ada’da iki 
halkın yaşayacağı ve iki ayrı halkın bir müşterek, ortak devleti olacağı 
prensibini ortadan kaldırıyor. O zaman ne oluyor, o günkü hükümetin bir kanadı 
koparılmış, bu kararla Makarios hükümetini Ada’nın bütün hükümeti sayıyor. 
Hala Türkiye bundan kurtulamamıştır (2007). Bizim o anda yapacağımız bir şey 
yok, fakat Ada’da büyük bir göç oluyor. Güneydeki Türkler kuzeye geliyor. 
Lefkoşa’nın varoşları Türk mahalleriyle doluyor. Türkiye çok fazla bir şey 
yapamıyor, kıvranıp duruyoruz. Gece yarılarında Lefkoşa içinde Yeşil Hat 
kurulmuş, Magosa’da Yeşil Hat kurulmuş. 3’e doğru Haluk Bayülken’in gelip 
beni uyandırdığını hatırlıyorum. Yeşil Hat değişti. Nasıl değişti? Yorgos’un 
dükkânından, Mustafa’nın dükkânına kaydı. Bir değişiklik büyük devlet 
meselesi oluyor burada.” 

Denktaş Suat Hayri Ürgüplü için: “Geçici bir hükümetin başkanı olduğunu bilerek hareket etti. Kıbrıs meselesini aldığı yerden teslim etmek siyasetini kullandı, gerilememeye çalıştı. Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne istediğini kendisi de bilmiyordu zannedersem” analizini yapıyordu. 

Denktaş Ankara’daki ikinci yılında da Kıbrıs Türk liderliği ve Dr. Küçük’e mektuplar göndererek gelişmeler hakkında bilgi vermekte ve almaktaydı. Hatta bu durum, Denktaş, Dr. Küçük’e Ankara’dan talimat veriyor şeklinde kamuoyuna yansıyordu. 

Denktaş’ın “zorunlu ikamet” döneminde Ankara’dan yürüttüğü faaliyetleri  hakkında, Rum gazetelerinde haberler çıkmaktaydı. Bunlardan biri 
Mahi Gazetesinde çıkan haberdi. Habere göre: “Denktaş, Londra’da seri halinde 
esrarengiz toplantılar yapmaktadır. Bazı eğitime tutulmuş Türklerin 
denizaltılarla Kıbrıs’a gelmekte oldukları da tespit edilmiştir. Birçok diğer 
Londralı Türkün silahlı eğitimine tabi tutulmak üzere Ankara’ya gitmesi 
istenmiştir”. Denktaş, bu dönemde Ankara’da yaşasa da zaman zaman 
Londra’ya gidip gelmekteydi. 

Bu haber karşısında Denktaş: “Biz, bazı gençlerin Kıbrıs’a gidip mücadeleye katılmaları için yardım ediyoruz. Temaslar var, ailesini bırakıp yola çıkanlar var ve bu çalışmaları Rum’a duyuranlar var. Kahrolmak içten değil fakat yılmadan devam etmek gerekir” şeklinde kendisini savunuyordu. 

(Denktaş’ın Ankara’da bulunduğu 1964-1968 yılları arasında, Ada’da Rumların 
Türklere saldırıları düzenli olmasa da devam etmektedir) (Denktaş, 1996, s.391) 

Denktaş’ın Ada’dan uzakta kaldığı dönemde, Dr. Küçük yalnız kalmıştı. 
Denktaş, uzak kaldıkça geri planda kaldığını da hissetmekte ve Ada’ya dönüş 
yollarını aramaya başlamıştı. Bu arada Denktaş, Türk basınına beyanatlar 
veriyor, Ankara ile temaslarını en üst düzeyde tutuyordu. Ancak, Dr. Küçük 
bundan rahatsızlık duymaya başlamış, hatta Türk Dışişleri’ne bir mesaj 
göndermişti. Buna göre: “Kıbrıs’ta halk acı ve ıstırap içinde kıvranırken, 
Denktaş’ın devamlı surette verdiği beyanatlar halkın moralini bozmaktadır. 
Uygun bir şekilde ikaz edilip susturulmalıdır.” (Batur, 2007, s.294) 
Dr.Küçük’ün bu mesajına Denktaş’ın cevabı: “Hariciye, benim sık sık yaptığım 
beyanatlardan ve eleştirilerden zaten rahatsız. Dr. Küçük’ün mesajını bana 
okumak zorunda kalan görevli çok sıkılarak okudu. Lefkoşa’daki manzarayı 
görür gibi oldum: Büyük bir sıkıntı içinde görev yapan arkadaşlar, benim 
“dayanacağız, kazanacağız” beyanatlarım karşısında Doktora, “işte bak Denktaş 
ne diyor? O Ankara’nın rahatında keyfine bakıyor vs.” ve Doktorun ikaz mesajı. 
Hâlbuki Teşkilat Başkanı bana moral beyanatlarım için teşekkür ediyor. Demek 
ki askeri liderlikle siyasi liderlik arasında bir şeyler olduğu yönünde haberler 
abartma değildir.” (Denktaş, 1996, s.476-477) Denktaş’ın Dr.Küçük’ün söz 
konusu davranışları karşısında yorumu “Doktor bir taraftan yalnız kaldım diyor, 
diğer taraftan da Türkiye yetkililerine gönderdiği mesajlarda Denktaş gelirse 
cemaat parçalanacak diyordu.” (Kasımoğlu, 1991,147) 

Takvimler 8 Nisanı gösterdiğinde Denktaş ve Kıbrıslı Savunma Bakanı 
Osman Örek CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü ziyaret ediyordu. Görüşme 
sonrası İnönü gazetecilere “Kıbrıslı liderlere Türkiye’nin desteğinden daima 
emin olmalarını anlattım” diyordu. Denktaş ise: “Yunanistan Kıbrıs’tan 
parmağını çekse, garanti anlaşması altındaki mesuliyetlerini Türkiye ile birlikte 
yerine getirse bugün Kıbrıs meselesi diye bir şey kalmazdı. Türk hükümeti 
Yunanistan’ı muhatap olarak almakta haklıdır” (Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3) 
açıklamasını yapıyordu. 

Türk siyasal yaşamı, 11 Kasım 1965 tarihinde çok uzun yıllar Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olacak bir başbakanla tanışıyordu. 20 Şubat 1965 tarihinde kurulan Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde başbakan yardımcısı olan Süleyman Demirel başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Denktaş, Demirel’in Kıbrıs politikasını şöyle değerlendiriyordu: “Demirel, çok işler yapılabilir, Kıbrıs kurtulabilir ümidi ile işe başladı. Diplomatik çıkmazları çok erken bir zamanda gördü ve güçlükleri anladı. Yunanistan ile harp yapmaksızın Kıbrıs kurtulamazdı. Ordu hazırdı ama papaz (Makarios) fırsat vermiyordu. 
halde diplomatik çabalara devam siyasetini uyguladı”. (Denktaş, 1997, s.382) 

Denktaş, her ne kadar, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda milli bir politika 
benimseyip, somut bir adım atmamakla itham ettiyse de, Demirel Kıbrıs 
politikasını belirlerken, İnönü’den aldığı tarihi nasihati göz ardı edememişti. 
İnönü 1963 yılında Demirel’e diyordu ki: “Evvela oradaki halk orayı vatan 
yapmaya karar vermelidir. Kıbrıs’taki halk emin değil. Eğer bir halk oturduğu 
yeri vatan yapmaya karar vermezse, orayı muhafaza edemezsiniz. Evvela, onlar 
bir karar versinler vatan yapmaya. Fedakârlık yapsınlar, mücadelenin içine 
girsinler. Bizim ordu deniz geçen bir harekât yapmamıştır. Türkiye’nin 
başarısızlığı Kıbrıs’ın kaybı demektir. Türkiye başarılı olmaya devam ederse, 
Kıbrıs’ı nasılsa kurtarır. Ama Türkiye başarısız olursa, Kıbrıs da batar, Türkiye 
de batar. Onun için bir amfibik harekât emrini vermeden önce çok dikkatli 
olun”. İnönü’nün sözlerine bakıldığında, Kıbrıs Türk toplumunun henüz kendi 
içinde birlik, beraberlik sağlamadığını düşündüğü görülür. Bu şartlar altında 
Türkiye’nin Ada’ya müdahale edip, kendini ateşe atmasını uygun bulmuyordu. 
(Batur, 2007, s.363-364)Demirel’in bu tutumunda şüphesiz İnönü’nün bu 
sözlerinin etkisi olsa da söz konusu tarihte çıkarma yapacak yeterli amfibik 
gemiler de mevcut değildi. 

25 Aralık 1965 tarihinde Denktaş, Kıbrıs Savunma Bakanı Osman Örek 
ile beraber, Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i ziyaret ediyordu. 
Ziyaret sırasında basının sorularını yanıtlayan Denktaş: “Türkiye harbi göze 
almadığı takdirde Kıbrıs işi burada bitmiştir. Anlaşmalar bakidir deniliyor. 
Fakat bu anlaşmalar bir türlü tatbik edilmiyor. Yine de yürürlüktedir deniliyor” 
(Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1) diyerek Türkiye’nin Kıbrıs politikasını 
eleştiriyordu. 

Denktaş, 31 Aralık 1965 gününü günlüğüne yazdığı şu sözlerle 
bitiriyordu: “1965 yılının son günü özgürlük mücadelemizin ikinci yılındayız ve 
sürgünlüğümüzün de ikinci yılını doldurduk. Bin bir ıstırap ve çile içinde geçen 
koskoca iki yıl geçmişi, dünü ve bugünü düşünüyorum: Enosis Olmaz" ( 
Denktaş, 1965, s.205) 

1.3. Denktaş’ın Yeni Kitabı “12’ye 5 Kala” (1966) 

1966 yılının başlarında Denktaş’ın Ankara’daki sürgün hayatının üçüncü 
yılı doluyordu. Denktaş artık Türk hükümetinin Ada’ya müdahale etmemesini 
sadece kapalı kapılar ardında değil kamuoyunda da yüksek perdeden dile 
getiriyordu. Basına yaptığı açıklamada Denktaş “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale 
hakkının mevcut olduğunu, 3 yıldır sulh ile davayı halletme çabasının 
Türkiye’yi çıkmaza soktuğunu” (Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1) söylüyordu. 

Denktaş’ın 29 Ekim 1966 tarihinde yazdığı ve milletvekillerine dağıttığı 
“12’ye 5 Kala Kıbrıs” adındaki kitapçığı, Ankara’ya bomba gibi düşüyordu. O 
dönemde başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı ise İhsan Sabri 
Çağlayangil idi. Denktaş, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda takip ettiği pasif 
politikayı eleştiriyordu. Denktaş, kitapçıkta: “...Değişen dünyadan bihaber körü 
körüne bir İngiliz dostluğu güttük. İngilizler gücenmesin diye Türk hariciyesi 
“Bizim Kıbrıs davası diye bir davamız yoktur” demişti. Kıbrıs’taki durumu 
anlatmak için Türkiye’ye gelen heyetlere resmi kapılar kapalıydı bir ara. 
Bunları unutmamamız gerekir. Kıbrıs Türk’tür cemiyetleri de kuruldu, Kıbrıs’ta 
ve Anadolu’da. Fakat Kıbrıs’ın Türk kalabilmesi için ne bir plan hazırlandı ne 
de bir siyaset takip edildi. Ardından “ya taksim ya ölüm” dendi ve yüzlerce 
Türk bu dava uğruna Kıbrıs’ın topraklarına kefensiz uzandılar. Fakat yine 
taksimi tahakkuk ettirmek için ne bir plan vardı ne de belirli bir siyaset. 
Ortadoğu’da barışı korumak, Türk-Yunan dostluğunu ihya etmek ve NATO’yu 
sarsıntıdan kurtarmak için hüsnüyetle Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye bu 
cumhuriyetin bekasını garanti etti. Fakat bu taahhüdün gerektirdiği bir siyaset 
takip edilmedi. Bir plan yapılmadı. 1955’ten bu yana Türkiye Kıbrıs 
meselesinde ne istediğini bilmemiş, milli bir siyasetle ne istediğini tespit 
etmemiştir. Bütün çalışmalar programsız olmuştur. Milli hedef güdülmemiştir. 
Hadiseler, Türkiye’yi Kıbrıs meselesine itmiş ve esen rüzgâra göre yelken açan 
bir siyaset takip edilmiştir. Bugün saat on ikiye yaklaşırken Türkiye’nin hala 
belirli bir siyaseti mevcut değildir.” (Denktaş, 1966, s.16-18) 

Denktaş’ın yazdıkları Türk hükümetini çok sinirlendirmişti. Özellikle 
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i. Dışişlerinde herkes “Denktaş ne 
yapmak istiyor” diye soruyordu. Kitapçığın yayınlanmasından ardından 
Denktaş, Dışişleri’ne gidemez hale gelmişti. O dönemde ekonomik sıkıntılar bir 
yana, Denktaş, eşinin rahatsızlığı ile boğuşuyordu. Doktorların tavsiyesi 
üzerine, tedavi için Londra’ya gitmek isteseler de, söz konusu kitapçık 
nedeniyle Ankara ile gerilen ilişkileri yüzünden Dışişleri pasaport vermiyordu. 
(Batur, 2007, s.311-312) 

Denktaş, Dışişlerinde artık istenmediğini düşünmeye başlamıştı. Hatta 
Türkiye’den atılacağını düşünen Denktaş o dönemi şöyle anlatır: “Kendime bir 
iş bulmam, hiç olmazsa maaşım kesildiği takdirde açıkta kalmamak için bir 
olanak yaratmam gerekecekti. Başımın çaresine bakmalıydım. Dört çocukla 
açıkta kalamazdım. Bir iş bulmalıydım...” (Batur, 2007, s.310) 

1966 yılının son günlerinde Kıbrıslı öğrenciler tarafından Ankara 
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen “Kıbrıs Sorunu” isimli 
konferansta konuşan Denktaş, Türk yetkililer ile ilgili açıklamalarda 
bulunuyordu. Denktaş, Dışişleri Eski Bakanı Selim Sarper hakkında “Kıbrıs 
sorununu Kıbrıslı şoföründen öğrendi” diyordu. Ada’da bir süre kalan, Kıbrıs 
sorununu yakından takip eden gazeteci Ömer Sami Coşar ise “Yunanistan’ın bir 
hedefi, bir gayesi, bir politikası vardır. Kıbrıs’ı alacaktır. Bizim bir politikamız 
yoktur” (Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1) diyerek Türkiye’yi eleştiriyordu. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***