9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2





1.2. Denktaş İle Ankara’daki Yeni Hükümetin İlişkileri (1965) 

İsmet İnönü’nün Şubat 1965 tarihinde geçiş süreci başbakanlık görevini 
bırakmasının ardından, Adalet Partisi hükümeti kurulmuştu. Yeni hükümette 
Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturuyordu. 
Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde, 1965 yılında, Kıbrıs’tan sorumlu başbakan 
yardımcılığı görevine getirilen Süleyman Demirel’in, başbakanlık ve  cumhurbaşkanlığı dönemini de kapsayan kırk bir yıllık Kıbrıs meselesi serüveni başlamıştı. Demirel, o dönemi şöyle anlatmaktadır: “1965 Şubatında biz, o günkü hükümeti istifaya mecbur ettik. 20 Şubat 1965’ten itibaren Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümette ben başbakan yardımcısıyım. Adalet Partisi genel başkanı olarak. Ve Türkiye’de Kıbrıs işinden sorumlu bakan benim. Benim Kıbrıs’la ilgim 20 Şubat 1965’ten itibaren devlet seviyesinde bir ilgidir. O tarihten itibaren hangi meselenin içinde kim varsa hepsiyle ilgiliyim. Kıbrıs olayı dendiği zaman, her şey benden soruluyor. Haluk Bayülken Dışişleri Genel Sekreteri. Benimle çalışıyor. Hasan Işık Bey, Dışişleri Bakanı. Moskova’da büyükelçiydi. Onu da ben getirdim. Haluk Bey, Hasan Bey ve ben üçümüz beraber Kıbrıs meselesini götürüyoruz. O sırada, Fazıl Küçük’le de Rauf Denktaş’la da tanıştım. Hükümetimizin devraldığı 
Kıbrıs olayında 1963 hadiseleri var. Katliam var. Kan var. Mesele, uluslararası 
platforma çıkmış, 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler kararı var. Bu karar 
çok büyük bir handikaptır. Bu karardır aslında Türkiye’yi en uğraştıran. Bu 
kararı Türkiye nasıl kabul etmiştir? Biz o zaman bunu çok ağır eleştirdik. Bu 
kararla 1959-1960’da kurulmuş olan Kıbrıs ortak devletini, yani Ada’da iki 
halkın yaşayacağı ve iki ayrı halkın bir müşterek, ortak devleti olacağı 
prensibini ortadan kaldırıyor. O zaman ne oluyor, o günkü hükümetin bir kanadı 
koparılmış, bu kararla Makarios hükümetini Ada’nın bütün hükümeti sayıyor. 
Hala Türkiye bundan kurtulamamıştır (2007). Bizim o anda yapacağımız bir şey 
yok, fakat Ada’da büyük bir göç oluyor. Güneydeki Türkler kuzeye geliyor. 
Lefkoşa’nın varoşları Türk mahalleriyle doluyor. Türkiye çok fazla bir şey 
yapamıyor, kıvranıp duruyoruz. Gece yarılarında Lefkoşa içinde Yeşil Hat 
kurulmuş, Magosa’da Yeşil Hat kurulmuş. 3’e doğru Haluk Bayülken’in gelip 
beni uyandırdığını hatırlıyorum. Yeşil Hat değişti. Nasıl değişti? Yorgos’un 
dükkânından, Mustafa’nın dükkânına kaydı. Bir değişiklik büyük devlet 
meselesi oluyor burada.” 

Denktaş Suat Hayri Ürgüplü için: “Geçici bir hükümetin başkanı olduğunu bilerek hareket etti. Kıbrıs meselesini aldığı yerden teslim etmek siyasetini kullandı, gerilememeye çalıştı. Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne istediğini kendisi de bilmiyordu zannedersem” analizini yapıyordu. 

Denktaş Ankara’daki ikinci yılında da Kıbrıs Türk liderliği ve Dr. Küçük’e mektuplar göndererek gelişmeler hakkında bilgi vermekte ve almaktaydı. Hatta bu durum, Denktaş, Dr. Küçük’e Ankara’dan talimat veriyor şeklinde kamuoyuna yansıyordu. 

Denktaş’ın “zorunlu ikamet” döneminde Ankara’dan yürüttüğü faaliyetleri  hakkında, Rum gazetelerinde haberler çıkmaktaydı. Bunlardan biri 
Mahi Gazetesinde çıkan haberdi. Habere göre: “Denktaş, Londra’da seri halinde 
esrarengiz toplantılar yapmaktadır. Bazı eğitime tutulmuş Türklerin 
denizaltılarla Kıbrıs’a gelmekte oldukları da tespit edilmiştir. Birçok diğer 
Londralı Türkün silahlı eğitimine tabi tutulmak üzere Ankara’ya gitmesi 
istenmiştir”. Denktaş, bu dönemde Ankara’da yaşasa da zaman zaman 
Londra’ya gidip gelmekteydi. 

Bu haber karşısında Denktaş: “Biz, bazı gençlerin Kıbrıs’a gidip mücadeleye katılmaları için yardım ediyoruz. Temaslar var, ailesini bırakıp yola çıkanlar var ve bu çalışmaları Rum’a duyuranlar var. Kahrolmak içten değil fakat yılmadan devam etmek gerekir” şeklinde kendisini savunuyordu. 

(Denktaş’ın Ankara’da bulunduğu 1964-1968 yılları arasında, Ada’da Rumların 
Türklere saldırıları düzenli olmasa da devam etmektedir) (Denktaş, 1996, s.391) 

Denktaş’ın Ada’dan uzakta kaldığı dönemde, Dr. Küçük yalnız kalmıştı. 
Denktaş, uzak kaldıkça geri planda kaldığını da hissetmekte ve Ada’ya dönüş 
yollarını aramaya başlamıştı. Bu arada Denktaş, Türk basınına beyanatlar 
veriyor, Ankara ile temaslarını en üst düzeyde tutuyordu. Ancak, Dr. Küçük 
bundan rahatsızlık duymaya başlamış, hatta Türk Dışişleri’ne bir mesaj 
göndermişti. Buna göre: “Kıbrıs’ta halk acı ve ıstırap içinde kıvranırken, 
Denktaş’ın devamlı surette verdiği beyanatlar halkın moralini bozmaktadır. 
Uygun bir şekilde ikaz edilip susturulmalıdır.” (Batur, 2007, s.294) 
Dr.Küçük’ün bu mesajına Denktaş’ın cevabı: “Hariciye, benim sık sık yaptığım 
beyanatlardan ve eleştirilerden zaten rahatsız. Dr. Küçük’ün mesajını bana 
okumak zorunda kalan görevli çok sıkılarak okudu. Lefkoşa’daki manzarayı 
görür gibi oldum: Büyük bir sıkıntı içinde görev yapan arkadaşlar, benim 
“dayanacağız, kazanacağız” beyanatlarım karşısında Doktora, “işte bak Denktaş 
ne diyor? O Ankara’nın rahatında keyfine bakıyor vs.” ve Doktorun ikaz mesajı. 
Hâlbuki Teşkilat Başkanı bana moral beyanatlarım için teşekkür ediyor. Demek 
ki askeri liderlikle siyasi liderlik arasında bir şeyler olduğu yönünde haberler 
abartma değildir.” (Denktaş, 1996, s.476-477) Denktaş’ın Dr.Küçük’ün söz 
konusu davranışları karşısında yorumu “Doktor bir taraftan yalnız kaldım diyor, 
diğer taraftan da Türkiye yetkililerine gönderdiği mesajlarda Denktaş gelirse 
cemaat parçalanacak diyordu.” (Kasımoğlu, 1991,147) 

Takvimler 8 Nisanı gösterdiğinde Denktaş ve Kıbrıslı Savunma Bakanı 
Osman Örek CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü ziyaret ediyordu. Görüşme 
sonrası İnönü gazetecilere “Kıbrıslı liderlere Türkiye’nin desteğinden daima 
emin olmalarını anlattım” diyordu. Denktaş ise: “Yunanistan Kıbrıs’tan 
parmağını çekse, garanti anlaşması altındaki mesuliyetlerini Türkiye ile birlikte 
yerine getirse bugün Kıbrıs meselesi diye bir şey kalmazdı. Türk hükümeti 
Yunanistan’ı muhatap olarak almakta haklıdır” (Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3) 
açıklamasını yapıyordu. 

Türk siyasal yaşamı, 11 Kasım 1965 tarihinde çok uzun yıllar Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olacak bir başbakanla tanışıyordu. 20 Şubat 1965 tarihinde kurulan Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde başbakan yardımcısı olan Süleyman Demirel başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Denktaş, Demirel’in Kıbrıs politikasını şöyle değerlendiriyordu: “Demirel, çok işler yapılabilir, Kıbrıs kurtulabilir ümidi ile işe başladı. Diplomatik çıkmazları çok erken bir zamanda gördü ve güçlükleri anladı. Yunanistan ile harp yapmaksızın Kıbrıs kurtulamazdı. Ordu hazırdı ama papaz (Makarios) fırsat vermiyordu. 
halde diplomatik çabalara devam siyasetini uyguladı”. (Denktaş, 1997, s.382) 

Denktaş, her ne kadar, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda milli bir politika 
benimseyip, somut bir adım atmamakla itham ettiyse de, Demirel Kıbrıs 
politikasını belirlerken, İnönü’den aldığı tarihi nasihati göz ardı edememişti. 
İnönü 1963 yılında Demirel’e diyordu ki: “Evvela oradaki halk orayı vatan 
yapmaya karar vermelidir. Kıbrıs’taki halk emin değil. Eğer bir halk oturduğu 
yeri vatan yapmaya karar vermezse, orayı muhafaza edemezsiniz. Evvela, onlar 
bir karar versinler vatan yapmaya. Fedakârlık yapsınlar, mücadelenin içine 
girsinler. Bizim ordu deniz geçen bir harekât yapmamıştır. Türkiye’nin 
başarısızlığı Kıbrıs’ın kaybı demektir. Türkiye başarılı olmaya devam ederse, 
Kıbrıs’ı nasılsa kurtarır. Ama Türkiye başarısız olursa, Kıbrıs da batar, Türkiye 
de batar. Onun için bir amfibik harekât emrini vermeden önce çok dikkatli 
olun”. İnönü’nün sözlerine bakıldığında, Kıbrıs Türk toplumunun henüz kendi 
içinde birlik, beraberlik sağlamadığını düşündüğü görülür. Bu şartlar altında 
Türkiye’nin Ada’ya müdahale edip, kendini ateşe atmasını uygun bulmuyordu. 
(Batur, 2007, s.363-364)Demirel’in bu tutumunda şüphesiz İnönü’nün bu 
sözlerinin etkisi olsa da söz konusu tarihte çıkarma yapacak yeterli amfibik 
gemiler de mevcut değildi. 

25 Aralık 1965 tarihinde Denktaş, Kıbrıs Savunma Bakanı Osman Örek 
ile beraber, Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i ziyaret ediyordu. 
Ziyaret sırasında basının sorularını yanıtlayan Denktaş: “Türkiye harbi göze 
almadığı takdirde Kıbrıs işi burada bitmiştir. Anlaşmalar bakidir deniliyor. 
Fakat bu anlaşmalar bir türlü tatbik edilmiyor. Yine de yürürlüktedir deniliyor” 
(Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1) diyerek Türkiye’nin Kıbrıs politikasını 
eleştiriyordu. 

Denktaş, 31 Aralık 1965 gününü günlüğüne yazdığı şu sözlerle 
bitiriyordu: “1965 yılının son günü özgürlük mücadelemizin ikinci yılındayız ve 
sürgünlüğümüzün de ikinci yılını doldurduk. Bin bir ıstırap ve çile içinde geçen 
koskoca iki yıl geçmişi, dünü ve bugünü düşünüyorum: Enosis Olmaz" ( 
Denktaş, 1965, s.205) 

1.3. Denktaş’ın Yeni Kitabı “12’ye 5 Kala” (1966) 

1966 yılının başlarında Denktaş’ın Ankara’daki sürgün hayatının üçüncü 
yılı doluyordu. Denktaş artık Türk hükümetinin Ada’ya müdahale etmemesini 
sadece kapalı kapılar ardında değil kamuoyunda da yüksek perdeden dile 
getiriyordu. Basına yaptığı açıklamada Denktaş “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale 
hakkının mevcut olduğunu, 3 yıldır sulh ile davayı halletme çabasının 
Türkiye’yi çıkmaza soktuğunu” (Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1) söylüyordu. 

Denktaş’ın 29 Ekim 1966 tarihinde yazdığı ve milletvekillerine dağıttığı 
“12’ye 5 Kala Kıbrıs” adındaki kitapçığı, Ankara’ya bomba gibi düşüyordu. O 
dönemde başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı ise İhsan Sabri 
Çağlayangil idi. Denktaş, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda takip ettiği pasif 
politikayı eleştiriyordu. Denktaş, kitapçıkta: “...Değişen dünyadan bihaber körü 
körüne bir İngiliz dostluğu güttük. İngilizler gücenmesin diye Türk hariciyesi 
“Bizim Kıbrıs davası diye bir davamız yoktur” demişti. Kıbrıs’taki durumu 
anlatmak için Türkiye’ye gelen heyetlere resmi kapılar kapalıydı bir ara. 
Bunları unutmamamız gerekir. Kıbrıs Türk’tür cemiyetleri de kuruldu, Kıbrıs’ta 
ve Anadolu’da. Fakat Kıbrıs’ın Türk kalabilmesi için ne bir plan hazırlandı ne 
de bir siyaset takip edildi. Ardından “ya taksim ya ölüm” dendi ve yüzlerce 
Türk bu dava uğruna Kıbrıs’ın topraklarına kefensiz uzandılar. Fakat yine 
taksimi tahakkuk ettirmek için ne bir plan vardı ne de belirli bir siyaset. 
Ortadoğu’da barışı korumak, Türk-Yunan dostluğunu ihya etmek ve NATO’yu 
sarsıntıdan kurtarmak için hüsnüyetle Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye bu 
cumhuriyetin bekasını garanti etti. Fakat bu taahhüdün gerektirdiği bir siyaset 
takip edilmedi. Bir plan yapılmadı. 1955’ten bu yana Türkiye Kıbrıs 
meselesinde ne istediğini bilmemiş, milli bir siyasetle ne istediğini tespit 
etmemiştir. Bütün çalışmalar programsız olmuştur. Milli hedef güdülmemiştir. 
Hadiseler, Türkiye’yi Kıbrıs meselesine itmiş ve esen rüzgâra göre yelken açan 
bir siyaset takip edilmiştir. Bugün saat on ikiye yaklaşırken Türkiye’nin hala 
belirli bir siyaseti mevcut değildir.” (Denktaş, 1966, s.16-18) 

Denktaş’ın yazdıkları Türk hükümetini çok sinirlendirmişti. Özellikle 
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i. Dışişlerinde herkes “Denktaş ne 
yapmak istiyor” diye soruyordu. Kitapçığın yayınlanmasından ardından 
Denktaş, Dışişleri’ne gidemez hale gelmişti. O dönemde ekonomik sıkıntılar bir 
yana, Denktaş, eşinin rahatsızlığı ile boğuşuyordu. Doktorların tavsiyesi 
üzerine, tedavi için Londra’ya gitmek isteseler de, söz konusu kitapçık 
nedeniyle Ankara ile gerilen ilişkileri yüzünden Dışişleri pasaport vermiyordu. 
(Batur, 2007, s.311-312) 

Denktaş, Dışişlerinde artık istenmediğini düşünmeye başlamıştı. Hatta 
Türkiye’den atılacağını düşünen Denktaş o dönemi şöyle anlatır: “Kendime bir 
iş bulmam, hiç olmazsa maaşım kesildiği takdirde açıkta kalmamak için bir 
olanak yaratmam gerekecekti. Başımın çaresine bakmalıydım. Dört çocukla 
açıkta kalamazdım. Bir iş bulmalıydım...” (Batur, 2007, s.310) 

1966 yılının son günlerinde Kıbrıslı öğrenciler tarafından Ankara 
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen “Kıbrıs Sorunu” isimli 
konferansta konuşan Denktaş, Türk yetkililer ile ilgili açıklamalarda 
bulunuyordu. Denktaş, Dışişleri Eski Bakanı Selim Sarper hakkında “Kıbrıs 
sorununu Kıbrıslı şoföründen öğrendi” diyordu. Ada’da bir süre kalan, Kıbrıs 
sorununu yakından takip eden gazeteci Ömer Sami Coşar ise “Yunanistan’ın bir 
hedefi, bir gayesi, bir politikası vardır. Kıbrıs’ı alacaktır. Bizim bir politikamız 
yoktur” (Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1) diyerek Türkiye’yi eleştiriyordu. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder