Batman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Batman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2019 Salı

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 52

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 52



Eyüp Aşık,
18/9/2002 - 01:21 
Atin,




Yandaki resimlere bakıp bazılarının bir filim oyuncusuna ait olduğunu sanabilirsiniz...
Sizi yanıltmamak için hemen belirtelim. Fotoğrafların hepsi meşhur siyasilerimizden Eyüp Aşık’a ait.
Elinde silah, havaya ateş eden de o.
Biliyorsunuz, Eyüp Aşık’ın Bakan olduğu dönemde, yeraltı dünyasının ünlülerinden Alaattin Çakıcı ile yakın birlikteliği bir ses bandı ile deşifre olunca ortalık karışmış ve cumhuriyet tarihimizde yolsuzluk nedeniyle düşen başlıca hükümeti olan Ana Vatan Partisi ilk büyük yarayı almıştı.
Kamuoyunun “çetelerle savaşan kahraman” olarak bildiği Eyüp Aşık, skandal ortaya çıkınca Bakanlıktan istifa etmiş, İstanbul DGM’deki yargılamadan da mahkumiyet almadan kurtulmayı başarmıştı.
Aşık, kendi yüzünden utandı mı ne olduysa bir arkadaşı ile Amerika’ya gidip aylarca orada kaldı ve estetik ameliyat geçirerek şeklini değiştirdi. Masaj ve sair metotlarla zayıfladı. Sarıya çalan saçları, gözlerindeki lensleri ile artist gibi bir görünüm kazandı. Piyano dersleri almaya başladı. Onun bale ve şan dersleri aldığı da söylendi ama biz bunlara pek inanmıyoruz...
Aşık şeklini değiştirdi ama, o yine hal ve hareketleri, konuşmalarıyla “ Karadeniz hikayelerindekiDedektif Eyüp’tü. 
Şekli değişimden sonra sağ kolu olduğu Mesut Yılmaz’ın yerine ANAP Başkanlığına oynadı. Pek ciddiye alınmayınca ANAP’la yollarını ayırdı ve bir zamanlar televizyonlarda küfür ettirdiği DYP Başkanı Tansu Çiller’in yanında yer aldı.
“Yeşil yaşıyor, ‘öldü’ demek devlete kolaylık sağladı” gibi kehanete dayalı söyleşileri dışında bir müddettir sesi soluğu çıkmıyor. Herhalde yeniden milletvekili seçilirse bu renkli, yüksek mafyatik ahlaki değerleri olan Karadenizli siyasimizin fıkralarını yeniden duymaya başlayacağız.
Şimdi Aşık’ın TBMM Susurluk komisyonundaki ifadesine yer verelim. 


Tarih : 29.01.1997 
BAŞKAN: Mehmet ELKATMIŞ
BAŞKANVEKİLİ: Mahmut YILBAŞ (Van)
SÖZCÜ: Mehmet Bedri İNCETAHTACI (Gaziantep)
KÂTİP: Metin ÖNEY (İzmir)


BAŞKAN - Eyüp Bey hoş geldiniz. Efendim sizi şunu için çağırdık; komisyonumuzun niye kurulduğunu söylemeye gerek yok, siz Parlamentodasınız biliyorsunuz. Gerek basında ve gerekse televizyonlarda sizin birtakım beyanlarınız oldu. Yani, bazı olayları bildiğinizi, mesela Ömer Lütfü Topal olaylarıyla ilgili bazı bilgileriniz bulunduğu, işte Ahmet Demir'le ilgili bazı beyanlarınız oldu. Bu konularda çağırdık sizi. Lütfen, bu konulardaki bilgilerinizi bize anlatın. Yalnız ondan evvel zabıtlara geçmesi yönünden şöyle kısaca kimliğinizi şey yaparsanız...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Eyüp Aşık, Trabzon Milletvekili. Herhalde sizin için yeterli olur. Şimdi, Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; benim şu andaki şeyinizden anladım, zaten çağrıdan da öyle anlamıştım, benim için herhalde bir sorgulamadan ziyade...
BAŞKAN - Bilgi almak için...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Size yardımcı olmak için o zaman izin verirseniz ben genel olarak yani ben de bu işin içerisinde Susurluk'tan evveliyatı da var. Söylemez'lerle ilgili daha evveliyatı şeylerimiz de var. Susurluk'tan sonra da çok faal olarak aynı sizin gibi biz sanki bu işin komisyon üyesiymiş gibi veyahut da bazıları bizi iterek bize bilgi gönderdiler falan, çok sayıda şey gönderdi bize bu işte dediğiniz gibi bazen televizyonda gazetede bunları açıkladık.
BASKAN - Elinizde böyle belge falan varsa, onları da lütfen bize verin.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bazı şeyler anlatmaya çalışacağım. İzin verirseniz ben kendi kanaatlerimi de size anlatayım, yardımcı olmaya çalışayım. Ne kadarını siz kullanırsınız bilemiyorum; ama, samimi olarak bu işin açıklığa kavuşması için gayret eden birisi olarak bunun da meşru zemininin burası olduğunu ve mahkemelerin olduğunu düşünüyorum yani Devlet Güvenlik Mahkemesinin ve savcı... Yani, onun için size gayret edeceğim anlatmaya.
BAŞKAN - Özetle yani...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben aynı bu salonda geçen sene 1994-1995 senesinde Faili Meçhul Cinayetleri Komisyonunda da çalışmıştım bu salonda, aynı arkadaşlar var ve öncelikli incelememiz Uğur Mumcu cinayeti ve ona bağlı olarak diğer faili meçhul cinayetler, güneydoğudakileri özellikle incelemiştik ve o zaman hissettim; ama, tam göremediğim bazı zorlukları daha sonra işte Susurluk'tan sonra daha net görmeye başladım. Şu anda bazı konularda sizin de aynı şeylerle karşılaşacağınızı zannediyorum ve zannederim biz faili meçhul cinayetler komisyonu raporunda da belirlemiştik ben arkadaşlara onu okumalarını tavsiye ediyorum.
BAŞKAN - Okuduk, aldık yani o raporu.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Raporda da görmüşsünüzdür, bir ara ATV’deki bir programda Siyaset Meydanı programında hem başkan Doğru Yol Partiliydi arkadaşımız Sadık Avundukluoğlu hem başkan hem ben yani Uğur Mumcu cinayetini biz çözdük; ama, ne zaman elimizi uzattıysak elimizi geri ittiler ve kanaatimiz devletin bazı makamları bu işi biliyor diye açıklama yapmıştık televizyondan Türk milletine 1 sene 1,5 sene evvel bunu açıklamıştık, açıklamak zorunda kalmıştık. Yani biz bu işlerle uğraştık, uğraştık cinayeti bir iki sefer çözecek olduk; ama, işte ya Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı bu işle uğraşmayın dedi, ya bilmem emniyetteki adam bizim soruşturmaya çağırdığımız adamı kalktı götürdü polis Reha Muhtar'ın programına götürdü veya Reha Muhtar getirdi bizi sabote etti bilmem ne. Yani neticede anladık ki devlet bu işin önünün devletin bazı adamları bu işin önünü kesiyor dedik ve çıktık bunu açıkladık. Raporda da zaten açıkça beyan ettik, bu bakımdan sizin de aynı zorluklarla karşılaştığınızı veya bundan sonra karşılaşacağınızı tahmin ediyorum; ama, ne yapalım elimizdeki imkânlarla ne yapabileceksek onu yapacağız.
BAŞKAN - Aşacağız inşallah...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bu girişten sonra ben yine bir açıklama mahiyetinde bir şey daha söyleyeceğim. O da fevkalade önemli. Bu iş nereye varır veyahut da sonuçta ne çıkar diye de ben hep kendim araştırmışım yani ne yapabiliriz, komisyon ne yapar, Meclis ne yapar. Öğrendiğim kadarıyla bu cinayetlerin hemen hemen faillerinin belirlenmesi çok kolay olmayacak belli yani deliller yok ediliyor, bilmem ne oluyor falan kolay olmayacak. Siz bulduğunuz bulgularla da herhalde doğrudan doğruya Topal cinayetini falanca işledi veyahut da şu cinayeti falanca işledi diye çok net bir yere varamayacaksınız, mahkemeler de varamayacak; ama, bir şey netleşti şu ana kadar: Türkiye'de bu işlerle ilgili çete oluşumu vardır ve çete oluşumuyla ilgili belgeler de, ki, ben bunu, mesela DGM savcılarıyla da konuştum, onlara da sordum, onlar da aşağı yukarı onlara da yeni gelen belgelerde yeterli. Sizin de bildiğiniz işte parmak izinden, bilmem imzalı belgeye kadar birçok konuda ortaya çıkar belgeler çete oluşumunu aşağı yukarı netleştirmiştir. Şu anda İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde de bu konuda da soruşturma başlamış ve bildiğiniz gibi bazı tutuklamalar olmuş, bazı ifadeler alınmış, Sayın Mesut Yılmaz'dan, bizden, işte Kemal Yazıcı'dan veya başkalarından ve birtakım insanlar da tutuklanmıştır. Şu ana kadar Susurluk'tan sonra gelen olaylarda belki de cezayla yani hukuki bir şeyle neticelenecek sadece bu çete oluşumudur. Yani Türk Ceza Kanununun 313, 314 üncü maddelerine göre verilecek cezalardır. Eğer mesela bugün yarın Parlamentodaki şeyden o kanun geçer de Devlet Güvenlik Mahkemesinden bu yetki alınırsa ben size bütün samimiyetimle şimdiden söyleyeyim, bütün bu çalışmalardan hiçbir şey çıkmayacaktır. Çünkü 313, 314'e göre şu anda çalışma yapan sadece İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi var ve yolun yarısına gelmiştir. Yakında Meclisten de birtakım dokunulmazlık kaldırılmalarıyla ilgili talepte bulunacaktır veyahut da yazılarını şimdi .yazmışlar belki daha Adalet Bakanlığındadır yazılar ve netice alma noktasındalar. Şimdi bu olmasa mahkemelere güvenmiyor musunuz; bugünkü mahkemeler bugünkü yetkileriyle, bugünkü sorgulama imkânlarıyla ve bu dağınık bilgilerle yani birisi Ankara'da, birisi Susurluk'ta, birisi Sarıyer savcılığında, birisi bilmem nerede ve hiçbirinin de bunları hemen hemen toplama yetkisi de yok, çok işgüzarlık yapacak, bilmem ne yapacak. verin bana diyecek, verip vermeyeceği belli değil, bu belgeleri bir araya toplayıp da ya burada bir çete varmış buna bir ceza verelim demesi mümkün değil. Cinayetler zaten ispatlanamıyor, dolayısıyla bunun altında siz de biz de ezileceğiz. Yani Parlamento olarak veyahut da siz komisyon olarak bir sene sonra halkımıza ne yaptınız, bir sene araştırdık; ama, hiçbir şey olmadı demek zorunda kalacağız geçen seneki Faili Meçhul Cinayetler Komisyonunda olduğu gibi. Bu tabiî sizin konunuz değil, sizin yetkinizde bir şey değil; ama. bu konunun da altını çizmek istiyorum. Yani Parlamentodan eğer DGM'nin bu yetkisi kaldırılırsa, işte demokratikleşme adına, bilmem ne adına falan; ama, bugünlerde bu yetki kaldırılırsa yapılabilecek başka bir şey yoktur. Yani başka da hiçbir şey çıkmayacak yani ben size söyleyeyim; ama, bu kaldırılmazsa Devlet Güvenlik Mahkemesi en azından çeteleri çözecek durumdadır şu anda, elinde yeterli belge vardır, sizinkilerle beraber de muhakkak o takviye edilecektir, çözecektir. Çete şeyi çözülmezse diğer cinayetleri çözmek hemen hemen mümkün olmuyor, çözseydi savcılar çözerdi, her bir cinayet için. Mesela Topal cinayeti için Sarıyer Savcılığı uğraşıyor, belki yeteri kadar belge elinde yok ki birini tutuklayamıyor veya birini hapse atamıyor veya diğer ölümler, işte birtakım şeyler, işte Tarık Ümit bilmem kim bütün bunlar için belli savcılıklar uğraşıyor; ama, cinayetin belgesini bulamıyor. Geriye kalan, orada dolaşan bütün belgeler, bilgiler çeteyle ilgili olanlar çete kurmakla ilgili olanlar... Şimdi çete kurmakla ilgili görevli bir mahkemenin yetkisini alırsak bilin ki, sonuç doğurmayacak. Sizin araştırmanız tabiî ki bir yere varacak neticede bir şey olacak; ama, sonuç doğurmayacak. Çünkü ancak bir tespitten ibaret kalacak. Bunun dışında bu açıklamayı yaptıktan sonra ben size izin verirseniz şu ana kadar pek kamuoyunda duyulan; ama, çok yer etmeyen ve de zannederim sizin de henüz takip edecek konu olmayan birkaç tane daha başka olaydan bahsedeyim. Çünkü, ben sizin çalışmalarınızı da takip ediyorum ve memnuniyetle görüyorum ki, hemen hemen bilinen bütün belgeler aşağı yukarı size geliyor, siz onları sorguluyorsunuz. Aynı şeylerin ben tekrarını yapmak istemiyorum, arada soru sorarsanız onlara cevap vermeye çalışacağım; ama, muhtemelen zamanınızı israf etmeden kendimce sizde olmayanları vermeye çalışacağım.
BAŞKAN - Evet, lütfen.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Topal cinayetiyle ilgili olarak Kemal Yazıcı'yla ben görüştüm, ilk görüşen benim. Daha sonra Kemal Yazıcı işte Cumhurbaşkanına, Mesut Beye veya başkalarına da bilgi vermiştir, ilk görüşen benim. İlk görüşmemizde bana Topal cinayetinin faillerinin kendisi tarafından bilindiğini, bunun Susurluk'la bağlantılı olduğunu, soruşturmada itirafların yapıldığını, yani özel timciler tarafından itirafların yapıldığını, iyi bir araştırmayla çözülebileceğini hatta elinde tam yerini göstermedi bana; ama, kaset gibi, itiraf tutanağı gibi, telefon bağlantıları gibi, parmak izi gibi neyse yani birtakım bulgular kendilerinde, kendinde veya ulaşabileceği yerlerde olduğunu söyledi. Bizim ilk elimizde önemli bilgiler var, bağlantılar var şeyindeki açıklamamızın sebeplerinden birisi buydu. Bu görüşmemizde Kemal Yazıcı'yla bu görüşmemizde ben bazı sorular sormuştum; oralardan yani bu Mehmet Ağar'la veya işte şeyle Hükümetteki bazı kişilerle veya işte emniyetteki bazı kişilerle yani bağlantılı olabileceğini zaten önemi de oradan geliyordur, olabileceğini söyledi, onun üzerine biz bu cinayetin üzerine gittik. Tabiî, ne Topal'ı tanırım, ne kim olduğundan bunların çok fazla haberim var; ama, bağlantısı olduğu için üzerine gittik. O konuyu bir öyle... Zaten Sayın Cumhurbaşkanına tabiî Mesut Beyle beraber ben devamlı kontak halinde hep beraber...
BAŞKAN - Biz onları biliyoruz yani, onları da dinledik biz...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, onları zaten hiç şey yapmayacağım. Sadece Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana bunları anlatmasını temin etmekte de biz zorlandık. Yani, Mesut Bey gitti Cumhurbaşkanına çağır dedi, bilmem ne dedi, yani bu belgelerin ortaya çıkması için. İkinci bir olaydan size bahsedeceğim; zannederim şu ana kadar elinize gelmedi, 1994 yılının Aralık ayında, 12.nci ayında Gebze İstasyon Mahallesinde Osman Gürbüz isminde daha evvel çeşitli suçlar...
MAHMUT YILBA,Ş (Van) - Gebze İstasyon?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Gebze... Kocaeli Gebze İstasyon Mahallesinde Osman Gürbüz isminde daha evvel çeşitli suçlardan aranan zannederim bazı olaylara karışmış ve aranan aşırı sol örgüt THKP-C'ye mensup bir militan polisle silahlı çatışmaya giriyor ve yakalanıyor. Evinde 3,5 milyarlık çek, senet. üzerinde Ahmet Tecer isminde İstanbul polisine ait bir İstanbul'da polislik yapan bir Ahmet Tecer İstanbul'da bir polistir; ama, bunun üzerinden Ahmet Tecer isminde bir kimlik, iki tane silah, cep telefonu ve bir 5.25 BMV araba yakalanıyor.
BAŞKAN - Yalnız, bu bizdeki kayıtlarda bu dosya bizde var yakalanmıyor. Evinden aranıyor, dedikleriniz çıkıyor.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Veya bunlar alınıyor.
BAŞKAN - Neyse, siz buyurun sözlerinize devam edin.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Veya bunlar alınıyor; ama, bunun üzerine gitmemesi için bu bizim adamımızdır diye Genel Müdürlükten Kocaeli'ne talimat veriliyor, bırakın adamı diye. Yakalanmışsa bırakın, yakalanmadıysa da peşine gitmeyin, itirafçıdır deniyor, başçavuş Ahmet'in adamıdır deniyor, Başçavuş Ahmet diye bu herhalde zannederim o başçavuş Ahmet de takma isimdir yahut da başçavuş Ahmet diye birisi var şimdi güneydoğuda yani bu... JİTEM'den olan... Başçavuş Ahmet'in elemanıdır deniyor...
BAŞKAN - Başçavuş Ahmet'in kimliği hakkında sizde bilgi yok değil mi?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben şey zannediyorum başçavuş Ahmet JİTEM'in elemanı olabilir. Yani resmî kişi başçavuş Ahmet, takma isim falan değil. Başçavuş Ahmet'in elemanıdır diyor, demek ki onun grubunda çalışan bir adamdır deniyor. Bu BMW Genel Kurmaya aittir deniyor, bunlar resmî kişiler arasında geçen şeyler olduğu için önemli, Genel Kurmaya aittir deniyor ve bu malzemeyi de almak üzere BMW'yi de bu malzemeyi de almak üzere Korkut Eken Kocaeli'ne gönderiliyor. Bu araba 2 sene, 1 ,5 sene falan Ankara'da kullanılıyor, Ankara'da veya başka yerlerde kullanılıyor. Sayın Ağar'ın bakanlıktan ayrılmasından sonra tekrar Kocaeli'ne gönderiliyor. Bende bu kadar bilgiler var. Arabanın motor şase numarası hiç yok deniyor. Yani silinmiş değil, hiç yok deniyor. BMV fabrikasından soruluyor, böyle bir şey olamaz deniliyor. Hiç motor şase numarası olmayan arabayı biz piyasaya sürmeyiz deniliyor; ama, bunun şeyinde de teknik kaydında da motor şase numarası yani sonradan silinme değil, tabiî olarak yani imalatında hiç yok deniyor ve bu ayrıntıları söylememin sebebi bunlar sizi başka yerlere götürebilir diye şey yapıyorum. Daha sonra bu araba iade ediliyor. Şimdi burada dikkatinizi çekmek istediğim bir şey, bu işlerde adice ülkücü veya aşırı sağcı eleman değil aşırı solcu eleman da kullanılıyor. 

Bu işin sağı solu değil zaten PKK itirafçıları da kullanılıyor bazı yerlerde; ama, burada bir örnek daha var. Yani bir başka yerlerde de güneydoğuda da bazı işlerde PKK itirafçıları kullanılıyor ve ben bu işin araştırılmasından da bazı yerlere gidilebileceğini yani bu araba 2 sene kimde durdu, ne yaptı ve daha sonra o araba daha evveliyatı neydi, kimindi o araba, nasıl olur da motor şase numarasız araba piyasaya sürülür veyahut da sipariş miydi? Gerçekten söylendiği gibi Genel Kurmayın mıydı, Genel Kurmayındı ise de Korkut Eken onu almaya gitti de getirdi, niye Genel Kurmaya vermedi bilgilerinize arz etmek istiyorum. Şimdi, sizi çok yorar mı bilmiyorum; yeni bir çeteden ben size bahsetsem, yani bu kadar işin arasında bir de ona mı girelim diye...

BAŞKAN - Buyurun, lütfen...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Peki. Bu Sultanbeyli'de daha çok şeyle uğraşan arazi mafyası dediğimiz...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - İstanbul değil mi efendim.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - İstanbul Sultanbeyli'de... Ama, yani vereceğim isimleri çağırdığınız zaman alacağınız bilgilerle içinde bir komiser, bir emniyet müdürü, 2 veya 3 polisin olduğu, Ziya Baycan, Şaziye Barın sahibi Ziya Baycan, İbrahim Genç ve halen cezaevinde bulunan Abdullah Sülük, bunların aslında şu kadar ki mahkeme kayıtlarında, bende dosya var, birbirleriyle bağlantısı pek gözükmüyor. Hep münferit olaylar gibi; ama, 17 tane cinayet var burada, bu dosyada, 17 adam öldürülmüş 2 sene içinde.
BAŞKAN - Adliyeye intikal etmiş mi?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Adliyeye intikal etmiş; ama, 0 17 adamı öldüren, mesela diyelim ki, o Kadıköy'deki şey, Kadıköy'de hatırlarsanız, mahkeme çıkışında bir çatışma olmuştu, televizyonlar falan vermişti, bu Abdullah Sülük de Eskişehir Cezaevinde Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan'a ben buradan gitmem diye onunla pazarlık edip, gazetelere düşen kişi. Şimdi bunlar 17 cinayette mesela falancayı öldürmüşler, işte bu münferit bir olaydır, kızdık, kavga ettik öldürdük, falancayı şey yaptık; fakat, bütün bu dosya incelendiği zaman görülecek ki, aynı Söylemez çetesi gibi bu belki siyasî olmayan; ama, İstanbul'u kasıp kavuran, 17 kişiyi de öldüren -ki, bunların hepsi çoğu işadamıdır- şeyi Sultanbeyli'deki arazi şeyini alt üst eden, tapuyu mapuyu yok sayan, işte demirleri hep yapabilen bir şebeke. Şimdi ben bununla ilgili mağdurlardan iki isim vereyim size; birinin 200 milyarını götürmüşler, o anlattı bana çetenin elemanlarını, birinin de kardeşini öldürmüşler, o dosya burada zaten, 0 17 cinayetle ilgili şey var. İzin verirseniz ben size 2 tane isim vereyim; çağırır onları dinlerseniz tam detaylı bilgiyi ve dosyaları mahkeme kararlarını size verir. 2 tane de emniyetten bu işlerden bilen isim vereyim, onlar da bunlarla ilgili soruşturma yapmış, takibat yapmış ben onlarla konuştum, bana doğru dediler. Yani bir çetedir, bunun emniyetle bağlantısı vardır; ama, şu ana kadar mahkemeye intikal eden olaylarda münferit olay gösterilmiştir diye bu 4 kişiden sağlam bilgi alırsınız, sizi yoracak belki; ama, yani uygun görürseniz ben bu çetenin şeyini vereyim size. Yani yeni bir çetedir bu. Mağdurlardan birisi bu çete tarafından kardeşi öldürülen, yani bu adam Adil Sürme. Bu adam, BMW'nin Türkiye'de Borusan'dan sonra en büyük satıcısıydı. Adil Sürme, Sürme Otomotivin sahibi, Türkiye'deki en büyük BMW satıcısıydı, kardeşini öldürdüler adam şu anda dükkanını kapattı, işyerini kapattı, bir kardeşi Trabzon'da. Trabzon'da beni buldu geldi anlattı bana. Adam İstanbul'u terk etmek zorunda kaldı bu çete yüzünden. Bir kardeşini öldürdüler, öbürü de... Çünkü, Türkiye'nin en büyük işadamlarından birisi işini kapattı. Bu zaten dosyadaki elimde bir çoğu işadamı böyle... Yani tehditle para alıyorlar veyahut da tapusunu alıyorlar, bilmem ne yapıyorlar, kardeşini öldürüyorlar, adam işini terk ediyor, ortaklığını bırakıyor falan.
BAŞKAN - Adresini de verebilir misiniz.
EYÜP ASIK (Trabzon) - Telefonunu vereyim, 663 11 50 İstanbul, iş telefonu, 669 26 43 bu da ev telefonu. Bu adam aklı başında bir iş adamıdır dediğim gibi yani, birkaç tane işi olan, şirketi olan bir adam. Kardeşi öldürüldüğü için bu işleri şu anda kapatmak mecburiyetinde kaldı geçen sene. Ha öldüren bellidir, öldüren şu anda ceza evindedir; ama, öldürenin yerine önce başka birisini koydular ceza evine, adam takip etti avukatla mavukatla, adamı buldu. Öldüren şu anda ceza evindedir, yani öyle bir hayalî bir iş falan değil; ama, adamın ispatlayamadığı şey, bu 17 olay birbirleriyle bağlantılıdır ve bunun içinde polis vardır, emniyet müdürü vardır; adam sanki münferit olay gibi ceza evinde yatıyor. Yine aynı şekilde Mehmet Koçaslan, İstanbul'dan. Bunun da telefonu 0 532 314 75 31 ben bu adamı...
BAŞKAN - Tekrar eder misiniz.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - 0 532 314 75 31... Ben bu adamın yüzünü de görmedim; ama, bu adam işte Romanya'dan canlı hayvan ithal eden birisi. Bunun da 200 milyarını alan adamlar, parayı bu çeteye vermiş. Bu adam çeteden parasını kurtaramıyor. O da çetenin bütün elemanlarını bana anlattı, diğer dosyayla bunlar da birbirini tutuyor. Baktım ki hakikaten yani diğer belki Söylemez veya bilmem Susurluk'taki olay gibi siyasî boyutu yoksa da fevkalade büyük bir çete. Ayrıca bu çeteyle bağlantılı olan İbrahim Genç. Yine mahkeme kayıtlarında var, Sedat Demir'i, yani o Söylemez çetesi dediğimiz çetenin bağlantısı olan emniyet müdürü Sedat Demir'i bilmiyorum miktarını: ama, belli bir miktar para verdiklerini bu şeylerde söylüyor.
D. FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İbrahim Genç kim?
BAŞKAN - O da mağdurlardan mı?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, İbrahim Genç...
BAŞKAN - Suçlu mu?..
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Bu meşhurdur yani, Ziya Baycan çetesinin, işte bu Ziya Baycan dediğimiz şeyin bir elemanı. İbrahim Genç zannederim şey yapıyor, bu yani şöyle söyleyeyim; izin verirseniz tabii ben olayı defalarca dinlediğim için sizi de sanki öyle varsayıyorum, şimdi İbrahim Genç zannediyorum şeyi var...
BAŞKAN - Barı...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Yok, Ziya'nın barı var da, bu İbrahim'in döviz bürosu var. Bu çetelerin paralarını aklama, maklama, polisin bu işlerle uğraşıyor; ama, şu anda İbrahim Genç suçlu gibi gözükmüyor. Yalnız bu şeylerde bunlarla bağlantılı mahkeme tutanaklarında var, onlarla bağlantı kurulmuş. İbrahim Genç de bir yerde poliste ifadesinde Sedat Demir'e para verdiğini, Sedat Demir'den para aldığını, o çetenin parasını getirip bunlara yatırdıklarını, bunlar buna işte faiz verdiklerini, nemalandırdığını, kendilerinin de bazen onlara bilmem rüşvet verdiğini falan bu tip şeyleri de itiraf etmiş. Bu bakımdan yani bunun üzerine gittiğiniz zaman bağlantısını kolayca çözebileceğiniz bir şey zannediyorum. Yeni bir çete, yani şu ana kadarki şeylerden, pek bağlantı...
BAŞKAN - Bu dosya numaralarını da verebilir misiniz bize. Sizde dosya numarası var mı?
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Efendim dosyada şimdi... Dosyanın bana fotokopisini verdiler de...
BAŞKAN - Dosya numarasını şey yapıp biz isteyelim oradan.
EYÜP AŞIK (Trabzon) - Ben şöyle rica edeyim; bu dediğim 2 adamın, mağdurlardan ikisini çağırdığınız zaman onlar size dosyalarını da getirirler. Yani, bilmiyorum şimdi, dosya numarasından anlamam, hukukçu değilim.
BAŞKAN - Metin Bey baksın da...
EYÜP AŞIK (Trabzon) - 17 tane cinayettir yani bunlar; ama, bunlar araştırmışlar, uğraşmışlar, bağlantılarını çözmüşler. Şimdi bu işle ilgili çağırıp da bilgi alabileceğiniz bir isim daha vereceğim; Başkomiser Şentürk Demiral. Zaten başkomiser Şentürk Demiral aynı zamanda şeyin Topal cinayetinin sorgulamasını yapan adam. Yani bizzat başında duran adam. Kemal Yazıcı falan değil yani. Kemal Yazıcı tabiî o elemanı olduğu için ondan bilgi almış; ama, sorgulamayı yapan budur. Bu çeteyle ilgili son söylediğim çeteyle ilgili en çok bilgi bu başkomiser Şentürk Demiral'da var. Bir de İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanifi'nin de bilgisi var, onun da bilgisi var, yani bu çeteyle ilgili bu çeteyle ilgili detaylı bilgiyi, bu ikisinden alabilirsiniz.
BAŞKAN - Bu işten bilgisi var diyorsunuz. Yani, Adil Sürmen'in kardeşinin öldürülmesi...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Öldürülmesi ve ona bağlı diğer cinayetler; ama, diyeceksiniz ki, bilgisi var... Şimdi, Şentürk ile ben konuşuyorum; Şentürk diyor ki, ben dosyayı yaptım, Devlet Güvenliğe verdim. Ben, Devlet Güvenliğe verdiğim zaman, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine verdiğim zaman diyor; ben, burada, Emniyetle bağlantılarının ihtimalinin üzerinde durdum; ama, ben 7 günde bunları çözemezdim diyor. Bana 7 gün müddet verilmiş, 7 gün gözaltı... diyor ki, 0 7 günde ben, belli bağlantıları çözdüm, buraya yazdım; ama, dedim ki, telefon kayıtlarını telecomdan alın, bilmem neyi şuradan yazın diye yazdım, verdim diyor. Devlet Güvenlik, bunun çete olduğuna karar veremedi diyor. Ben, Devlet Güvenliğe sordum, oradaki savcılara; niye bunu şey yaptınız; ben, söyledikten sonra incelediler "haklısın" dediler. Bu çete varmış; ama, biz, onun çete olduğunu reddettik; yani, çete iddiasını. Niçin; adam diyor, bana bir sürü araştırma şeyi vermiş Devlet Güvenlik Mahkemesinden, araştırmam gereken bir sürü şey göstermiş; ben, Emniyet değilim diyor. Ben, yanımdaki adama git Telecomdan şunu al gel diyemem, ben yazı yazarım, 1 ay sonra cevap gelir. Yani, bizim araştırma imkânımız yok, polis bize bağlı değil diyor. Polis bize verdikten sonra bırakıyor bu işi diyor. Halbuki, polis dosyayı 7 günde bize verdiği halde, yine devam etse bulacak diyor. Ama, nasıl olsa mahkemeye verdim diye bir daha bakmıyor; yani, böyle bir zaaf ortaya çıktığını gördüm ben. Belki, tavsiye edersiniz Meclise, bu konuda bir düzenlemeye gider, bilmiyorum. Yani, en iyi, en fazla şansı olan Devlet Güvenlik Mahkemesiyle polis arasında dahi, Emniyet arasında dahi, tam birbirini suçlayan şeyler gördüm bu olayla ilgili. Sebebi bakıyorum, sebebi kabahati bizde; Meclis, Parlamento olarak bizde; çünkü, o düzenlemeyi yapmamışız veya Hükümet yönetmelikle veya biz kanunla yapmamışız. İstedikleri şey şu: Devlet Güvenlik veya mahkeme diyor ki, polis, Emniyet, bana dosyayı verdiği andan itibaren, kendi görevinin bittiğini varsayıyor ve bu işi bir daha takip etmiyor. Halbuki, Emniyetin zamanı sınırlı. Emniyet, bir adamı yakaladığı zaman, işte, 7 günde veya 15 günde tamamlayıp, mahkemeye teslim etmek mecburiyetinde. Emniyet , ben 15 gün içinde, ancak bunları bulabildim diyor; Mahkemeye verdim, ondan sonrasını mahkeme çözsün. Mahkeme de diyor ki, benim elimde yeterince eleman yok, imkân yok. Ben, diyor, yazışmalarla bu işi çözemiyorum, o zaman, elimde Emniyetin bana o kısıtlı zamanda verdiği bilgilerle yetiniyor. O bilgiler de, eğer, mesela çete işini çözmüyorsa, ben de diyorum ki, yoktur, çıkıyor. Yani, böyle bir zaafı ben burada tespit ettim.
BAŞKAN - Siz olayları anlatın. Çeşitli kanallardan, onları biz de tespit ettik, birtakım tespitlerimiz var.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben size arz ediyorum. Ben diyorum ki, ben bu Komisyonda olsam, böyle bulguları da gün yüzüne çıkarırım bu vesileyle; çünkü, fevkalade şey...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Eyüp Bey, çok önemli bir şey söylüyor yani. Yapısal sıkıntılar...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, ben diyorum ki, bu dosyayla ilgili...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yapısal sıkıntılar, hukukta, yargıda...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Üstüme görev değil, bir vatandaş gelmiş; ama, öldürülen bir adam. Biraz önemsedim, gittim üzerine. Mesela, o komiseri buldum; niye dedim, bunu biliyor musun, bu bir çete midir; evet. Bunun polisle bağlantısı var mı, var; niye bunu çözmedin? Diyor ki, bana verilen süre içerisinde çözebildiğim kadar çözdüm, mahkemeye verdim, mahkemede kabahat dedi. Mahkemeye gidiyorum, diyorum ki, çete olduğuna şimdi kanaat getirdin mi, gördün mü; gördüm. Niçin yapmadın; bunlar da diyor ki, polis bize verdikten sonra, sanki kendi görevi bitmiş gibi, daha devam etmiyor; halbuki devam etseydi bulurdu diyor. Benim de imkânım yok diyor. Ben, gördüm ki, bir zafiyet var bunda. Bütün olaylara da... Sizin soruşturmanız veya araştırmalarınız; yani, bir dedektiflik gibi mi, mutlaka bir suçluyu bulma yönüne doğru gider misiniz bilmiyorum; ama, giderseniz, o şekilde de bir iki tane ipucu vermeye çalışacağım. Bunlardan bir tanesi, ben zannediyorum, geçen sene mart ayından itibaren, bu çeteler arasında bir anlaşmazlık çıktı ve özellikle, Çatlı ile mesela adı geçen Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken neyse, bu gruplar arasında, geçen sene marttan itibaren bir çekişme başladı. Ağustostan sonra, birbirini yok etme şeklinde planlar yapmaya doğru gitti. Yani, diyelim ki, bir grup Çatlı'yı öldürmeye, Çatlı da bir grubu öldürmeye. Bunların arasında belki Ağar da, Korkut Eken de var yani, İbrahim Şahin falan... Birkaç bilgi var bu konuda bende; ama, bir tanesi, halen Kocaeli'nde tutuklu bulunan Hadi Özcan'ın Emniyette verdiği ifade; savcılıkta bunu reddediyor gerçi; ama, buna ait başka bilgiler de var yalnız, onu söyleyeyim. Savcılıkta bunu reddediyor; ama, Emniyette verdiği ifade de, kendisinin, kendisinden Kürşat, Yeşil ve Abdullah Çatlı'yı öldürmeleri istenmiş, yok etmeleri istenmiş ve bunun için de, kendisine bir Kalaşnikof tüfek teslim edilmiş, bir bombayla bir kalaşnikof tüfek... 
BAŞKAN - Kim istemiş, kimden istemiş; onu net...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Şimdi, tam... Kendisi o ifadesinde vermiş onu. Yani, tam şey yapamıyorum. Çünkü, bendeki bilgiler, tüfeği teslim eden başkası, isteyen başkası: daha sonra bunu şey yapmış... Bu, geçen sene mart ayında olmuş, 1996 Mart ayında olmuş ve bunu kabul etmemiş yahut da orada kabul etmiş de, sonra bunlara haber vermiş. Şimdi, ben, bunu Kadir Çelik'in programında açıkladım. Ondan sonra bana bir bilgi geldi. Bilgi, Kürşat'tan geldi -Kürşat dediğim Kürşat Yılmaz- Kürşat'ın avukatı ve kardeşi beni aradı. Bunları da suçladı; yani, diğer Çatlı'yı ve Yeşil'i falan suçladı. Onlarla beraber olsaydım, ben de dışarıda olurdum dedi. Beni, onlarla beraber göstermeyin dedi. Bir de, Yeşil, Kürşat ve Çatlı'nın üçünü değil, Çatlı ile Kürşat'ı öldürmek istediklerini, Yeşil'in de öldürenlerin, öldürmek olduğunu falan anlattı. Ben, daha sonra doğruladım, üçünü birden öldürmek istemişti; bu ifadeler, Kürşat'ın mahkeme dosyasında da vardır. Yani, eğer, Hadi Özcan'ın polise verdiği ifade tutanaklarında ulaşmazsanız bu bilgilere, bu ifade, ayrıca Kürşat Yılmaz'ın mahkeme dosyasında da var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kim öldürtmek istemiş bunları?..
EYÜP AŞIK (Devamla} - Şimdi, sizin ulaşmak istediğiniz çetenin muhtelif bağlantıları var ya, Yeşil'di, İbrahim Şahin'di, Mehmet Ağar'dı veya bağlantılar kurmaya çalıştığımız veya Çatlı'ydı veya şeydi, bunlar arasıda çıkan, toplamının arasında çıkan bir iç çatışma. Zaten, bu kadar bu belgeleri ortaya döken de, bir kendi aralarındaki çatışma, bir de, zannederim, istihbarat örgütlerimiz, sizin artık bildiğiniz bir konudur herhalde. Millî İstihbarat, JİTEM ve Emniyetin arasındaki yarıştır. Burada, bir iki tanesine şahit oldum. Yani...
BAŞKAN - Ne gibi bir şeye şahit oldunuz?
EYÜP ASIK (Devamla) - Bu, Mehmet Ağar ile ilgili, Mehmet Ağar'ın Mehmet Özbay'a verdiği kimlik, imzalı kimlik, Susurluk’tan iki gün sonra bilgi olarak bana geldi. Hatta, ben, burada çizmişim şeklini, bana anlatmış çizmişim. Susurluk'ta, arabadan böyle bir kimlik çıktı, haberiniz olsun diye. Mehmet Ağar'ın Mehmet Özbay'a verdiği bir kimlik diye. Daha sonra onun fotokopisi bize geldi; ama, bunu biz, işin doğrusunu ararsanız, ben, kimlikten başka her şeye benzettim; yani, böyle çok saçma bir şey buldum. Yani, yazıyla yazılmış, "yanda kimliği yazılı kişi bizim adamımızdır, görüldüğü yerde korunsun" falan, yani, devlette böyle bir belge düşünemedim. Sayın Genel Başkan Mesut Yılmaz ile de bir tartıştık onu, o da aynı, dedi ki "böyle bir şey olmaz; bu olsa olsa, bizi kamuoyunda gülünç duruma düşürmek için yanlış verilmiş bir bilgidir." Yoksa, hiçbir Emniyet Genel Müdürü böyle bir belge vermez dedik. Hamili kart benim adamımdır, istediğini vurabilir gibi falan, çok saçma geldi bize. Ama, aynı zamanda, bu kimliği bize verdiler peşinden de basını bilgilendirdiler; yani, basından kıramayacağımız kişiler, diyelim ki, Uğur Dündar gibi, Kadir Çelik gibi bazı, Yalçın Doğan gibi bazı isimler, ya sizde bir bilgi belge varmış, niye vermiyorsunuz demeye başladılar. Demek ki, bize veren, onlara haber vermiş, bunlarda böyle belge var. Biz güvenemediğimiz için belgeye, bunu vermedim. Bir yandan da, Jandarmadan araştırmasını yaptık; yani, oraya gittiğini, bize bu bilgiyi veren, dediler ki, bunun aslı Jandarmadadır. Jandarmadan bunun araştırmasını yapmaya kalktık, ki, acaba bu şey mi; oradan da bize bilgi geldi. Evet laboratuardan doğrusu budur ve laboratuardan da çıkmış; ama, laboratuardan imza onaylanmış olmasına rağmen açıklanmıyor, 10 gün geçiyor açıklanmıyor. Bizi sıkıştırıyorlar falan. Derken, biz bu fotokopiyi saklarken, bir gün Sabah Gazetesinde çıktı. Yalnız, benim gördüğüm, Sabah Gazetesinde çıkan o belge, aynı belge, Sabah Gazetesinde yayımlandı bizim dışımızda. Sabah Gazetesinde yayımlanan belge, benim gördüğüm, aslından alınmıştı: çünkü, bizdeki silik bir fotokopiydi, yani, çok net olmayan bir fotokopiydi, Sabah Gazetesindeki çok net bir fotokopiydi. O bulgudan ben şuna vardım; dedim ki, demek ki kendi içinde de bu birimler, birbirlerini ele veriyor veya şey yapıyor. Bizim önemsemediğimiz belge, daha sonra çok önemli çıktı. Böyle biri iki tane daha şeye rastladım. Yani, mesela, bizim zayıf kaldığımız yerde, bir yerlerden bize de bilgi gelmeye başladı. Öyle anladım ki, kendi aralarında bir çekişme var. Bu ve bu iç çatışma, birçok bilgiyi ortaya çıkardı. Yine, Topal cinayetinde, tetiği çeken değil; ama, bulunmuş olduğunu söyledikleri Sami var, Arnavut Sami mi...
BAŞKAN - Sami Hoştan.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Sami'nin, aynı zamanda, Çatlı ile zaten başka şeyleri de çıktı galiba, fotoğrafı, bilmem nesi; ama, Sami, aynı zamanda, Çatlı'nın cenazesini almaya Susurluk'a ilk giden adam, ilk başvuran. Cenaze ona verilmedi; ama, cenazeyi almak için ilk o başvurdu. Burada, bir hayli bağlantı var; yani, çok özür dileyerek, onu şu anda size söyleyemeyeceğim. Yani, o cenazeyi, onun başvuracağını önceden haber veren de birisi var. Yani, birisi gelecek, bu bizim adamımızdır, cenazeyi alacak diye bir de bir haber verilmiş oraya. Ama, Çatlı'nın cenazesini ilk almaya giden Sami Hoştan. Sami Hoştan, aynı zamanda Topal'ın ortağı, aynı zamanda da Topal'ı öldüren kişi olarak gözüküyor ve bütün bu işlerin parasal şeyinde var; yani, parasal akışında Sami var. İmkânınız, yetkiniz el veriyor mu bilmiyorum, Sami'nin telefonlarını telefon bağlantılarını, Telecomdan alırsanız, çok önemli şeye ulaşacaksınız; çünkü, Sami, Topal cinayetinden sonra da, herhalde Susurluk'tan sonra da, yüz yüze görüştüğü çok önemli kişiler var. Ama, aynı zamanda, bunlarla devamlı telefonda görüşüyor. Sami'nin telefon bağlantılarını Telecomdan alırsanız, bunların içerisinde, devletin önemli kişilerine ulaşacağını göreceksiniz; ama, çöz, getir derseniz, ben bu işe girdim, ya benim telefonum dinlendi ya haber alındı ya konuştuğum adamlar haber verdi, tam bu işi çözmek üzereyken, çok sıkı bir markaja alındı telefon. Hiç, oradan, artık şey verilmedi. Tam veriliyordu, birtakım bağlantıları çözmüştüm, bilgisayardan almak üzereyken maalesef ben durdum. Eğer, alabilirseniz, ben tekrar söylüyorum: Sami Hoştan'ın telefon bağlantılarını alabilirseniz, devlette önemli kişilerle görüştüğünü bulacaksınız. Bu görüşmeyi nereden biliyorsun; bana adam haber veriyor, şu anda görüşüyorlar, yüz yüze görüşüyorlar, devamlı telefon ediliyor; ben yakalayamadım. Yani, şu anda geçmiş bir zaman olduğuna göre, yakalama şansınız bir tek telefondaki bilgisayardan, Sami Hoştan'a ait telefonlar, kimlerle görüşmüş. O telefonlar kimlerindir veyahut da o telefonlar kime aittir veyahut da o telefonlarda başka kimlerle görüşmüş; böylece, şeye ulaşırsınız. Burası bence çok önemli; yani, siyasî boyutunu çözmekte, Sami Hoştan işi çok önemli. Nispeten, daha evvel size gelmemiş konuları getirmeye çalıştım yani, muhtemelen gelmediğini zannettiğim tabiî, belki gelmiştir çoğu da.
BAŞKAN - Çoğu var zaten de, bazıları da gerçekten yok.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Şimdi, sizin sorularınızı cevaplandırayım.
BAŞKAN - Esas bizim sormak istediğimiz, Ömer Lütfü Topal cinayetinde suçlanan polislerin ifadelerinin alındığı, bunun kameraya da veya kasete de alındığı söyleniyor.
EYÜP ASIK (Devamla) - Ses kaseti zannediyorum.
BAŞKAN - Siz de bu kaset de "evet vardır" diye bir programda ve demeçlerinizde çıktı...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, benim orada iki...
BAŞKAN - Kaset var mı, varsa kimden duydunuz veya gördünüz?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Samimî söylüyorum...Ben, şöyle söyleyeyim: Benim orada iki şeyim var: Birinci olarak, Kemal Yazıcıoğlu, bana, bunun olduğunu, sorgulamayı beş kişinin yaptığını, artık kendi de dahil mi bilmiyorum; ama, beş kişinin yaptığını, ifade tutanaklarının olduğunu veya kasetin de olduğunu, ses kasetinin de olduğunu sohbet şeklinde söylemişti. Ben de, Kemal Yazıcıoğlu'nun bu şeyine dayanarak, bunu vardır diye açıklamıştım. Yalnız, daha sonra, ben, bu Şentürk Demiral ile görüştüm. Şentürk Demiral bana, Kemal Yazıcıoğlu bu bilgileri benden alıyor; yani, bizden alıyor, soruşturmayı kendisi yapmadı, soruşturmayı biz yaptık; ifade tutanağı da, kaset de yok dedi. Özel timcilerin televizyonda söyledikleri de yalandır dedi; yani,. ne öyle üçüncü şahıs var dedi; yani, iki tane başka adam, bilmem ne falan, ne onlar var dedi, sorgulamayı biz yaptık dedi. Daha doğrusu, bu bir sorgulama değildi dedi. Biz adamları çağırdık, sohbet ettik onlarla dedi, onlardan bilgi almaya çalıştık. Böyle bildiğiniz, Emniyetteki bildiğiniz suçlulara yapılan sorgulama değildi dedi ve öyle bir kaset de yok dedi. Şimdi, geriye kalıyor acaba, Kemal Yazıcıoğlu'nun kaseti o muydu veyahut da, o ayrıca yaptı mı yapmadı mı onu bilemiyorum ben. 
BAŞKAN - Bir de "Yeşil" kod adlı Ahmet Demir'e, Ömer Lütfü Topal'ın ölmeden evvel bazı havaleler gönderdiğini söylemişsiniz.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Bir iki detay daha var; bunlar çok detay diye şey yapmadım. Şimdi, bu Yeşil'den birkaç tane -bilmiyorum, sizlere nasıl bir bilgi geliyor- Yeşil'ler, en az iki veya üç tane.
BASKAN - İki tane diye biliyoruz.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Yeşilin bir tanesiyle falan müşerref olduk biz biraz. 1991 yılında, ben, İnsan Hakları Komisyonu Başkanıyken -eğer zamanınızı şey yapmıyorsam, biraz detaydır; ama, açıklayayım- bana Tunceli'den çok sayıda telgraf, telefon, mektup, işte burada sakallı diye birisi anamızı ağlatıyor, sakallı bir köye girdi mi bir köy boşalıyor, bilmem ne falan, böyle bir şeyler... Ben, o zamanki valiyi telefonla aradım. O da bana tam yok demedi, var da demedi; ama, ondan hissettim ki var bir şey. Onun üzerine Komisyondan bir heyet yaptık, Tunceli'ye gönderdik. Akın Gönen, Atilla İmamoğlu ve Veli Yıldırım. Bunlar, Tunceli'ye gittiler, bana şikâyette bulunan kişileri buldular, çağırdılar, onları dinlediler. Hakikaten söyledikleri gibi, karların üzerinde, işte, bilinen şeyler yani. Başka yerde de yapmış, başka yerlerde de yapılmış aynı şeyler; karların üzerine yatırıyor, işkence yapıyor, dövüyor, sövüyor, neyse... Yani, hakikaten sakallıdan korkuluyor, sakallı geliyor diye köyleri boşaltıyorlarmış. Şimdi bunun sonunda, Emniyetle ve valiyle görüştü arkadaşlarımız. Bir de, Jandarma Komutanıyla görüştü, Tevfik... şimdi, tam hatırlayamıyorum, yukarıda, Komisyonda belgeleri var. Onlar da dediler ki, evet, sakallı diye birisi var, bu adam JİTEM'e bağlı habercidir dediler; yani, görevi haberci, JİTEM'e bağlı çalışıyor, görevinden istifade ediyoruz. Görevi derken, yani, aslî görevinin ne olduğu belli değil de yani, habercilik, haberci olarak kullanıyoruz. Hizmetlerinden istifade ediyoruz; ama, bu şeyden sonra, artık, bunu burada, işine son veriyoruz. Daha sonra bana resmî de bir yazı geldi Komisyon Başkanlığına Olağanüstü Hal Bürosundan. İşte, o Jandarma Komutanı da yine aynı şeyi söyledi, Bölge Jandarma Komutanı. Diyor ki, 26 Nisan tarihi itibariyle, bu sakallının görevine son verilmiştir veyahut da Tunceli'deki görevlerinden, Tunceli'deki hizmetlerinden artık istifade edilmeyecektir, şikâyetler üzerine biz de bunu dikkate aldık falan gibi... Yani, bizim o andaki müdahalemiz üzerine oradan alındı. O sakallı, adı Ahmet Demir, öbür adı Mahmut Yıldırım, neyse işte birkaç çeşit şeyleri var. Daha sonra, "Yeşil" kod adıyla, Kocaeli bölgesinde görev yaptı. Orada da birtakım şeyleri de var yani..
BAŞKAN - Aynı adam mı?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - Aynı adam.
BAŞKAN - Para meselesi...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Parayı çekenin o olduğunu zannetmiyorum. Parayı çekenin gene bir "Yeşil" olduğunu, paranın miktarının 10 Milyon dolar olduğunu...
BAŞKAN - Parayı kim vermiş?..
EYÜP ASIK (Devamla) - Topal'ın verdiğini... Bu para bir tane değil, bir tane daha var. Bir de, Van'a gidip gelen bir para var. Yani, bilmiyorum size geldi mi şu ana kadar; Van'a gidip gelen bir para var; yani, orada da, ben, zannediyorum, İş Bankasın! zorlarsanız, gene Komisyon olarak bu konuda İş Bankasından sağlıklı bilgi alırsınız; çünkü, İş Bankasının bir dekontu var.
BAŞKAN - Var mı o dekont sizde?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben de yok; ama, bulurum size.
BAŞKAN - Çünkü, biz iki tane İş Bankası şubesinden sorduk, cevap geldi, böyle bir para yok diye.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben onu size arz edeceğim şimdi. Sayın Başkan, şöyle söyleyeyim: O dekontu ben size... Şimdi, İş Bankasının bir dekontu var. Mesela, Van'dan para yatmış, para Ankara'ya gelmiş, bir süre Ankara'da durmuş, ondan sonra para iade edilmiş. Aktüel'de de zannederim yayımlandı, dekontun biri veya ikisi yayımlandı. Simdi, buna rağmen, bu dekonta rağmen, adam bu dekontu uydurmamış... İş Bankası diyor ki, yanlışlık olmuş diyor. Yani, bu nasıl yanlışlık olmuş ki, yani, dekontu vermişsin, para gelmiş, geri gitmiş; ama, yanlışlık olmuş, kime ait olduğunu şimdi bilmiyor.
BAŞKAN - Şimdi, bize, yanlışlıkla da oldu demiyor. Bize diyor ki, ticarî bir sırdır veremeyiz; ama, diyor, böyle bir para da bu kişiler adına gelmemiştir, böyle bir şey söz konusu değildir, olmadığı için böyle bir cevap veriyoruz diyor, olmadığı için, olsa vermeyiz diyor. İki şubesinden biz sorduk.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Olmadığı için cevap veriyoruz... Şimdi, şöyle söyleyeyim, bunun ben de dekontu yok; ama, dekontu olana da aynı cevabı veriyorlar, onu söyleyim. Yani, dekontu olan bir şeye de... Yani, bu Aktüel'de yayımlanan dekontta, para gitmiş, gelmiş, beklemiş, bilmem ne falan; ama, İş Bankasının bundan haberi yok, böyle de cevap veriyorlar. Yani, dekontu olsa da vermiyorlar, vermek mecburiyetinde de değiller.
BAŞKAN - Varsa, biz dekontlu soralım diye...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 10 milyon, ne dediniz?..
EYÜP AŞIK (Devamla) - 10 milyon dolar....
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 10 milyon dolar çok büyük para ya...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Efendim, 10 milyon dolar Topal'dan alınan para. Bunu, Topal'ın yakınlarına söylediğinden biliyorum; yani, çok yakın kişilere demiş ki, biz, kelleyi kurtardık, parayı verdik, havaleyi yaptık; dolayısıyla, beni artık koruyacaklar, beni öldürmeyecekler, tam tersine, beni koruyacaklar diye yakınlarına söylemiş; ama, gene de kurtaramamışlar.
BAŞKAN - Bu konuda başka bize vereceğiniz bilgi, belge veya...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Benim de kafam karıştı.
BAŞKAN - Sorusu olan arkadaşım; buyurun.
METİN ÖNEY (İzmir) - Şimdi, Sayın Aşık, siz bu konularda, 550 milletvekili arasında en çok basına açıklama yayan milletvekilisiniz. Fevkalade bir ilgi duydunuz bu meselelere ve hemen her gün, çok çeşitli konularda açıklamanız oluyor. O açıklamalarınız da, çeşitli kesimlerde ciddî bir biçimde tartışılıyor. Tabiî, siz de tartışılıyorsunuz, açıklamalarınızda. Şimdi, ben bu Komisyonda görev yaptığım zaman dilimi içinde ve ondan önce de, henüz kafamda bir şema oluşturamadım; çünkü, mesele çok ciddî. Şimdi, ben, uzun uzun düşündüm ve size bir soru soracağım. Bu kadar işin içinde olduğunuza göre, çok çeşitli açıklamalar yaptığınıza göre, şu ihtimallerden, ihtimal olarak söylüyorum, şimdi, kafamda oluşturmaya çalıştığım ihtimaller, bunlardan hangisi, bunlar değilse, sizce, münferit değil, müşterek nasıl bir tablo var Türkiye'de. 

1- Son dönemlerde, devlet otoritesinde ciddî bir zaaf baş göstermiştir. Yani, son üç beş senedir, devlet, siyasî istikrarsızlık sebebiyle, siyasî yelpazenin bölünmesi sebebiyle, şu sebeple bu sebeple, çok ciddî bir otorite zaafı içindedir. Bu zaaftan yararlanan bazı kişiler bir araya gelmek suretiyle, organize suçlar işlemeye başlamışlardır Türkiye'nin çeşitli yerlerinde. Bu çetelere zaman zaman, devletin memurları da, her kesimden memurları da katılmaya başlamıştır. Bunlara ilaveten, siyasiler de katılmaya başlamıştır. Bu, birinci ihtimal. 

2- Devlet bazı kişilerle, örtülü operasyonlar yapmaktadır, yapmıştır, kendisine karşı, örgütlere karşı. Bir müddet sonra, bu operasyonlara katılanlar, sonra işi değiştirmişler, aralarında bir rant bölüşümüne dönüştürmüşlerdir. Bunlara siyasiler de dahil olmuştur. Şimdi, benim kafamdaki şemalar bu tarzda belirlenebiliyor; ama, hangisi diye, o noktada olmadığımı ifade etmek istiyorum. Sizce, ben biliyorum ki bu konulara iyice vâkıfsınız, hatta, çok daha fazla ayrıntılarınız var. Bunlardan hangisi veya sizce nasıl bir şema var? İsimlendirme demiyorum, isimlendirmenizi istemiyorum; çünkü, beni önyargıya sevk edebi!ir. Şemayı söylerseniz, biz onun yerine taşları oturtacağız; yani, ben kendi adıma oturtacağım.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Arz edeceğim efendim. Benim, bu işlerle ilgili şeyime evvela söyleyeyim: 1991 yılında, İnsan Hakları Komisyon Başkanı idim. İnsan Hakları Komisyonu o zaman yeni kurulmuştu ve Türkiye'de bir heyecan uyandırmıştı; yani, bu işleri çözer diye ve birçok kişi de ona yardım etmeye kalkmıştı. O zaman, ben, hayatımın en popüler zamanı -on dört senedir milletvekiliyim, Bakanlık da yaptım, Genel Başkan Yardımcılığı da yaptım- İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığıydı. Avrupa'ya da gittiğim zaman büyük şey görüyordum, Türkiye'de de ve aynen sizin Komisyonu da öyle görüyorum. Geçen seneki Faili Meçhul Cinayetler Komisyonundan farklı olarak, yani, bütün medya, bütün kamuoyu, bu Komisyona, aslında Tüzükte fazla yetkisi olmama sına rağmen, her şeyi mecbur ediyor. O zaman, İnsan Hakları Komisyonunun Başkanı, isterse bu işleri çözer diye, birçok şey geldi bana. Ben, o zamandan bazı şeyleri görmeye başladım. Bu devletin içinde bir şeyler oluyor, birileri bize ya burayı karıştırma, burası şey değil, burası vatan millet falan bilmem ne... Biz, başladık şüphelenmeye, ne oluyor, ne gidiyor. Daha sonraki dönemde...
BAŞKAN - Devletin yaptığına bazı...
EYÜP AŞIK {Devamla) - Onu anlatacağım. Daha sonra, Faili Meçhul Cinayetler Komisyonunda çalıştım; orada, daha net bizi bir yere aldılar falan dedi. Bu, biraz sonra o teslim olan adamın ifadelerine biraz benzettim onun kilerini, yani Suriye'den arayan... Yani, belki de Suriye'den arıyordu, belki Mustafa idi, belki değildi. Bana verdiği bilgilerle, şu anda kamuoyunda ve poliste olan bilgilerde bir iki farklılık var; onları şey yapamadım. Mesela, biz dört kişiydik diyor; halbuki, polisten ısrarla üç kişi söyleniyor, o da bana ısrarla dört kişiydik dedi, birkaç sefer de söyledi. Hatta, dedim ki, yavrum bak, üç kişiydiler, siz dört kişi diyorsunuz falan; ama, diğer verdiği bilgilerin çoğu tutuyor. Niçin yaptınız dedim " Ben solcuyum" dedi. Niçin yaptınız peki dedim " Biz, niçin yaptığımızı, Sabancı'yı niçin öldürdüğümüzü bilmiyorum " dedi. Ama, öldürmek istediğimiz Sakıp Sabancı idi dedi, Bunu defalarca söyledi. Güneydoğu raporundan ötürü veya güneydoğu işine el attığından ötürü olabilir dedi. Kendi aramızda tartışırken... Herhalde onun içindir dedi. Bize emir verildi öldür diye, niçin olduğunu bilemeyiz dedi.
BASKAN - Tetikçi bilemez niye öldürdüğünü.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evet, tetikçiydik diyor, açık söylüyor zaten. Niçin öldürdüğümüzü bilmiyorum, ama kendi aramızda biraz tartıştığımız zaman, herhalde bu güneydoğu işine bulaştı, buna bir ders verdiler veya bilmem ne falan... Yani, parasal değildi. Şeyden aldığını falan söylüyor, Bayrampaşa Ceza evinde birisiyle görüştüğünü... Onların hepsi tuttu; o bakımdan, adam, doğru bir adam. Ben, önceleri kafa buluyor bizimle zannediyordum, ama, sonra, baktım doğru ve bana, çok pişmanım, bizi kullandılar dedi. Bize, devlet arkanızda, çok para vereceğiz, sizi koruyacağız dediler; ama, cinayetten sonra, üç gün geçmedi aradan bizi öldürmeye kalktılar dedi. Bizim peşimize adam taktılar dedi -esas pişmanlık buradan- biz kaçmak zorunda kaldık dedi, yurtdışına kaçmak zorunda kaldık. Ben İzlanda’dayım, bir arkadaşımız Azerbaycan'da, bir arkadaşımız Suriye'de, birisi de kayıp, öldürülmüş de olabilir dedi. Dört kişiydik dedi. Ama, bu birkaç sefer telefon ediyor, konuşuyor falan... Bize, verilen silahları ertesi günü geri aldılar dedi; cinayetten sonra geri aldılar dedi. Bana, verilen silah üstü açık Barettaydı dedi, diğerlerini söylemedi; bana verilen silah Susurluk'taki arabada çıktı dedi. Altını çizerek diyor ki, Eyüp Abi, dikkat et, bunlar, bizimle ülkücüleri aynı anda kullanıyorlar. Bana verilen silah, benden sonra Susurluk'ta çıktı, ben şimdi anlıyorum ki, bu adamlar hem bize hem onlara silah veriyorlar, hem bizi kullanıyorlar hem onları kullanıyorlar hem de Susurluk'ta çıktı dedi, bu silahları araştırın dedi. Üstü açık Baretta onların içinde olması lazım dedi, o benim dedi, Sabancı cinayeti için bana verilen silah... Ben, emniyetle konuştum bunları, anlattım, böyle böyle diyor, araştırdık falan, emniyetten arkadaşlar, Susurluk'taki... Önce Susurluk'u değil de, doğru, Susurluk'ta Baretta var ama, Sabancı cinayetindeki silahlar 7.65'ti. Şimdi, tetiği çeken 7.65'ti, hepsi mi 7.65'ti bilmiyorum. Dediler ki, Sabancı'daki silah 7.65'ti, Susurluk'takiler ise, Barettalar 22 kalibrelik mi ne, kalibresi tutmuyor dediler. Adam ben silahı kullanmadım diyor; Sabancı cinayetinde bana verilen silahı ben kullanmadım diyor, yani kullanılmış silah değildir dedi. Bir de böyle inceleyin bakın dedim, aradan biliyorsunuz, malum açıklama, Susurluk'taki silahlardan birisinin yok namlusu değişmiş, yok parmak izleri silinmiş; beni biraz daha şüphelendirdi tabiî. Diyelim saçmadır; sonra, adam Suriye'de falan yakalanınca, Sakıp Sabancı ile de görüştüm, sen tehdit ediliyor musun veya hakikaten o güneydoğu raporundan ötürü sana böyle bir şey yapılmış olabilir mi; o bana yok dedi. Kesinlikle bana tehdit falan gelmiyor dedi. Bir parantez içinde, bunların bağlantılı olabileceğini hesap edelim. Demek istediğim, böyle şeyler geliyor. Şimdi, kendi kanaatime gelince, ben, zannediyorum, bu iş 50'li yıllara kadar gider. Yani, 50'li yıllarda, Amerika'nın Rusya'ya karşı komünizmin herhangi bir devleti ele geçirmemesi için önerdiği ve Avrupa'da hemen hemen bütün devletlerin kabul ettiği bir özel örgütlenme olmuş; zannediyorum yani, araştırmamdan bu çıkıyor; bu İtalya'da olmuş, İspanya'da olmuş, Fransa'da olmuş, Türkiye'de olmuş. Amacı, o devlette komünizmin idareyi ele geçirmemesi için böyle bir şey, devlet içinde bir örgütlenme. 
BAŞKAN - İşte, özel harp dairesi falan dedikleri, Gladio dedikleri olay diyorsun.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evet. Şimdi, çok kaba hatlarıyla söyleyeyim, bu iş 80'de millîleşmiş, 93'te de özelleşmiş. 93'ten sonra, bu iş, devlet adına değil, aynı zamanda, tabiî ki devlet adına, ama aynı zamanda, çok karışık işlerde kullanılmış. Mesela güneydoğuda özel timde adam çalışıyor, beş sene orada çalışıyor, dağda savaşıyor, bilmem ne yapıyor; onu oradan alıp veriyorsunuz İstanbul'a, bunalım geçiriyor; para işlerini öğreniyor veya adamı gönderiyorsunuz eroin işini takibe, adamla temas kuruyor, bakıyor ki trilyon dönüyor, kafası dönüyor, giriyor. Yani, nasıl olmuşsa, bu işlere girenler, aynı zamanda, kendine, aynı zamanda, para kazancına falan yönelmiş. Daha sonra da bir örgütlenme ihtiyacı doğmuş. Yani, devletteki örgütlenmenin dışında, PKK ile mücadele, ASALA ile mücadele veyahut da komünizme karşı Türkiye'yi koruma veya özel harp neyse yani onların dışında, aynı zamanda, bu işlere girince, bir özel örgütlenme gereği duyulmuş, şimdi, bu devlet örgütlenmesiyle özel örgütlenme birbirine karışmış. Ben, devlette, birçok kişinin bunu hâlâ samimiyetle, vatan aşkıyla yaptığına inanıyorum. Ama, birçok kişinin de -ki, bunların sayıları 50'dir, 100'dür- devlete bunu yaparken, kendine de bunu yaptığını ve kendinin ayrıca örgüt kurduğuna, hatta, bu örgütler arası çatışmaların çıktığına... Demin bahsettiğim şeyinde biraz öyle olduğunu zannediyorum. Tarık Ümit'in öldürülmesini araştırıyorum, diyorlar ki. Yahu Tarık Ümit, Dursun Karataş'la başka ilişkilere girmişti. Tarık Ümit, evet, bizim adamımızdı ama, aynı zamanda eroin işinden de avanta almaya başlamıştı deniyor mesela, onu yok ettik falan. Bir görünen sebebi bu. Bir de iç çatışma çıkıyor aralarında; işte, Cem Ersever'in öldürülmesi bilmem nesi falan... Burada, kendi kafamdaki şey, bu iş eskiye dayalı, bu iş hemen hemen bütün devletlerde vardır, Türkiye'de de vardı, kimse bunu inkâr etmesin yoktur falan diye, izleri belli; ama, bu, 80'den sonra, bu Amerika mamerika işinden geçmiş, Türkiye'nin kendi şeyine... Artık komünizmle mücadele için değil de, PKK ile bilmem neyle falan yani, kendi içinde birtakım adamları yok etme, bilmem ne işlerine de girmiş, öyle anlaşılıyor. İşte, PKK'ya yardım eder mafya veya eroin için kullanılan adamları yok etmiş falan, bu tip şeylere girmiş. Muhtemelen, Uğur Mumcu cinayetleri gibi bazı cinayetlerin de bunlar tarafından, devletin emriyle değil, ama, bu adamların bilgisi dahilinde yapılmış olabileceği bağlantıları da olabilir. Ama, bilhassa 93'ten sonra bu iş sulanmış... Mesela, ben, Çatlı'nın, Mehmet Ağar veya İbrahim Şahin veya devletin bağlantılı millî işler yaparken, zaman içinde onlara kafa tuttuğunu, onlara karşı örgütlendiğini "siz de kim oluyorsunuz, bu işin esas lideri benim" şeyine girdiğini ve çatışmanın oradan çıktığını zannediyorum veyahut da Çatlı'ya bağlı (x) adamın veyahut da biraz evvel size anlattığım İstanbul'daki çete; ne devletle işi var ne siyasetle işi var; ama, bir menfaat şebekesi. Maalesef, ben, çok kıymetli emniyetçilerden aldığım bilgi, devlete dayanmayan, devlette bir görevliden destek almayan çetenin, mafyanın bir gün ayakta durması mümkün değil; eğer, devletle olan bağlantısını keserseniz, iki çapulcu, bilmem hapishanede bir adam bıçaklamış diye kalkıp da mafya vurabilir mi, babayım, haraç alırım diyebilir mi? Bunlardan ne kadar var derseniz İstanbul'da herhalde yüzlerce, binlerce var; ama, bunlar devleti tehdit eden büyük örgütler değil de; kumarhaneden para alan, gazinodan para alan... Devlette birisine haraç vermeyen pavyoncu yoktur, devlette birisine haraç vermeyen kumarhane sahibi yoktur veyahut da devlette birisine ortak olmayan çek-senet mafyası yoktur. Bunlar, muhakkak devlette... Ama, devlet dediğimiz Türk Cumhuriyeti Devletini kastetmiyorum, devlette birisi diyorum. Yani, emniyet amiri, komiser bilmem ne, birisiyle bir şeye girmiş. Onun sayesinde bu işleri yürütüyor. Nereden derseniz, öldürülen adamın kardeşine soruyorum, haraç verene soruyorum, gazinocuya soruyorum, pavyoncuya soruyorum, hepsi aynı şeyi söylüyor "vermek zorundayız" diyorlar. Niye? "Adam emniyet müdürüyle geliyor" diyor. Onu hem koruyor hem şey yapıyor. Bir kumarhane sahibini tehdit etmişler, para almak istemişler, adam çok cesaretle herifleri kovunca, demişler ki, bunun altında bir bit yeniği var, bu adam bunu yapamaz... Biraz araştırmışlar, bakmışlar ki, bir emniyet müdüründen destek aldığı için bunu yapıyor. Bunu, sizin sorunuza cevap olarak söylüyorum, bunun şekli benim kafamda böyle.
METİN ÖNEY (İzmir) - Peki, bu söylediklerinizden şöyle bir sonuç mu çıkaralım: Bu işin tepesinde siyasîler var, yani güç olarak söylüyorum. Sonra, altında bürokrasiden birtakım adamlar var. Sonra, onun altında da tabiatıyla çok çeşitli fiiller işlemiş ve sair insanlar var.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Siyasiler bu işin içinde nasıl olur ben söyleyeyim. Siyasetin gereği bu işin içinde, henüz, adam olduğunu zannetmiyorum; ama, bu Susurluk kazası olmasaydı veyahut da şimdi üzerine gidilmeseydi, belki birkaç sene sonra siyasetin akıbetini de bu çeteler tayin edecekti, mafya tayin edecekti. Ama, şu anda siyasetin gereği, bu işin içinde bir siyasetçi olduğunu kabul etmiyorum. Siyasetçi yok mu; var. Siyasetçi eroin işi yapıyorsa, siyasetin gereği midir, siyasetçi kumar oynuyorsa siyasetin gereği midir; onunla olan, o şahısla olan kişisel ilişkisi dolayısıyla siyasetçi bu işin içine girmiştir.
METİN ÖNEY (İzmir) - Ben zaten şunu söylemek istiyorum. Demin diyorsunuz ya, mutlaka birine dayanmalı, komiser falan... Daha büyükse, daha büyüğe dayanmalı mı?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Her birimizin başından geçebilir. Adam size gelir der ki, falan adam karakola düştü, telefon et kurtar, telefon eder kurtarırsınız. Adam, yarın öbür gün böyle birisi çıkar. Şimdi, sizin oradaki yardımınız çok insanî boyutta olur; ama, buraya gider veyahut da doğrudan doğruya dostunuz olur, arkadaşınız olur, mafya da olsa, bu benim adamım kurtarayım dersiniz. Yani, siyasetçiler böyle bulaşıyor. Bir iki kişinin durumu şey tabiî... Burada suçlanan, çok üzüntülü bir gününde biz adından bahsediyoruz ama, suçlanan Mehmet Ağar, suçlanan Sedat Bucak. Ben, Mehmet Ağar'la Sedat Bucak'ın aynı kategoride olacağını zannetmiyorum. Mehmet Ağar, görevi gereği, demin bahsettiğim devlet adına, işte koruma moruma... Doğrusunu ararsanız gayri hukukidir, hukuk düzeninde böyle bir şey yoktur; ama, bu adam bir şeyle herhalde girmiştir, bu adamlarla işbirliği yapmıştır, Mehmet Ağar da bu işi hazır bulmuştur. Daha doğrusu, Mehmet Ağar kurmadı o düzeni, Mehmet Ağar bu işi hazır bulmuştur. Şimdi, elimizdeki bütün bulgular Çatlı'nın Mehmet Ağar'dan çok evvel bu işin içinde olduğu. Yani, Mehmet Ağar gelip de Çatlı'yı gel seni biz kullanalım, bize yardım et dememiştir. Mehmet Ağar, Çatlı'yı hazır bulmuştur; ama, görevi gereği, onunla ilişki kurmuştur. Ondan sonra, nerelerine yardım etmiştir; Yaşar Öz'le bilmem kimdeki kimliği falan dolayısıyla ilişkileri çıkıyor. Onlar hukuk nizamında yoktur, onların mutlaka hesabı sorulması, verilmesi lazım ayrı mesele ama, benim kanaatim, bulunduğu makam, Emniyet Genel Müdürlüğünde sen de olsaydın, yahu böyle bir düzen kurulmuş, PKK ile mücadelede Abdullah Çatlı, Yaşar Öz, mafya bilmem ne gelin bakalım, şu anda ne yapıyoruz, bugüne kadar ne yaptınız, adam oradan devam etmiştir. Sedat Bucak, bana sorarsanız, farklıdır. Sedat Bucak bana göre birçok olayın içindedir. Sedat Bucak tarlalarını koruyan şeydir, yani o işi ben kendime yediremiyorum. Sedat Bucak'a Türk Devleti minnettardır, muhtaçtır... Ben o lafları ne devletime ne kendime yediremiyorum. Türk Devleti Sedat Bucak'a muhtaç değildir. Sedat Bucak'ın Urfa'da koruduğu 100 bin dönüm tarladır, kendi tarlasıdır, devlet bir de onun üstüne üstlük bilmem ne kadar kadro vermiştir; bu iş yanlıştır ve orası bir nevi girilemeyen bölge oluşmuş, Sedat Bucak'ın tarlaları, sarayı bilmem nesi falan... Bu iş yanlıştır. Sedat Bucak'ın ben birkaç tane daha şeyinde rastladım, televizyonda belki duymuşsunuz, mahkeme kararı da var, bilmen kimin, adamı öldürmeye kalkmışlar. Para almaya kalkmışlar, bürosunda tehdit etmişler... Yani, Sedat Bucak'ın birtakım şeyleri var; ama, ben bunu Sedat Bucak'ın ne parti kimliğini ne siyasî kimliğini saymıyorum yani. Adam girmiş yani, girmişse, her partiden birisi girer yani. O adam girmiş diye... Politikacıdır diye de girmemiş. İşte, ilişkileri dolayısıyla girmiştir. Bana gelen bir bilgiyi daha söyleyeyim, muhakkak bilirsiniz de, bu eroin işi halen devam ediyor. Hakkâri, Batman, Van üçgeninde dönen para, Türkiye genelindeki, millî ekonomideki paradan fazladır ve halen devam ediyor. Halen, bununla ilgili, bunu nereden aldınız diyorsanız, bunu özel timde istihbaratta çalışan bir memurdan aldım. Yani, dedi ki, bu olaylara rağmen şu anda devam ediyor ve bu eroin işi çok büyük boyutlarda; yani, artık onu inkâr etmiyorlar, Sayın Valim bilir, yani Van, Hakkâri, Batman'da kiminle konuşursanız, artık biliniyor kimin yaptığı, Kilis'te kimlerin yaptığı biliniyor, Antep'te kimin yaptığı biliniyor, Van'da kimin yaptığı biliniyor ve bunlar artık halk tarafından biliniyor ve çok astronomik rakamlar dönüyor, dönen rakamın boyutunu söyleyeyim size, Türkiye'nin millî ekonomisinde dönen para kadar dönüyor. Bu, polisi de şaşırtır, askeri de şaşırtır, bu maliyeyi de şaşırtır, şaşırttığı adamlar vardır; tabiî, şaşırtamadıkları muhakkak çok; ama, şaşırtabildiği adamlar vardır. Affınıza sığınarak bir şey daha söyleyeyim, bu Avrupa'dan gelen şeylere, öyle, işte küstahlar, bilmem neler, Türk düşmanları falan deyip geçeceğimiz tenkitler değil, bu dönen dolapta, bu dönen eroin mafyası işinde, bir yerde yüzbaşının adı karışıyor, Hakkâri Yüksekova çetesi, binbaşı falan neyse, duyuyorsunuz, bir yerde polisin adı karışıyor, bir yerde birisi korunuyor, birisi bilmem ne oluyor, birisine yeşil pasaport veriliyor, birisine özel kimlik veriliyor, birisi tutuklandığı halde serbest bırakılıyor; bütün bunlar, o Avrupa'daki istihbaratlarda var; adam bunlara dayanarak çıkıyor diyor ki, Türk devleti bu işe bulaşmıştır. Şimdi, vay küstahlar, vay Türk düşmanları, vay haçlı orduları demek yerine bu işi çözmemiz lazım. Hiç öyle kabadayılıkla çözülecek bir şey değildir. Bu damgayı yiyoruz, bu damgayı söküp atmanın bir tek yolu bu suçları ortaya çıkarmak ve bu işi durdurmaktır. Bu son birkaç sene içerisinde senin dediğin bu palazlanma olmuş. Kilis'te seçim dolayısıyla gittim birkaç gün kaldım. Baktım orada herkes biliyor ne yapıldığını, kimin ne yaptığı; adam, Almanya'dan gemiyle gelmiş bir yerde yakalanmıştı ya, o zamanki fiyatla 10 trilyonluk şey yakalanmış, adam Antalya'da yatıyor, ceza evinde, bayramda gelmiş Kilis'e. Gösterdiler bana bayram günü burada, bu adam 10 trilyonluk şeyle yakalanmış adam, bak bayramı burada geçiyor dediler. Herkesin bildiği gösterdiği şey, adam, zaten, evinden, arabasından her şeyinden belli. Söylemek istediğim, Batman milletvekillerinden kimi çağırırsanız, Van milletvekillerinden kimi çağırırsanız, Hakkâri'den kimi çağırırsanız, oralarda bu işin çok büyük boyutta yapıldığını, Avrupa'ya gittiğini, bilmem nesini ve birtakım ilişkilerin de var olduğunu Avrupalı biliyor, yakaladığı adama sorduğu zaman o onun cevabını veriyor, burada konuşmayanlar orada rahat konuşuyor, nasıl olsa Türkiye'den uzağım falan, bunları söylüyor. Neticede, bu işin muhakkak bu boyutunun çözülmesi lazım.
BAŞKAN - Sağ olasınız.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Allah kolaylık versin. İşiniz tabiî kolay değil, biliyorum; ama, bana göre, 14 üncü yılımdır Parlamentoda, gördüğüm en önemli görevi yapıyorsunuz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Aşık çok teşekkür ederiz bu verdiğiniz bilgilerden dolayı. Kaset meselesinde önce size var denilip, sonradan yok denilmesinin nedeni nedir. Yani, siz güvendiğiniz birçok bilgileri aldığınız kişiden bunu sohbet de olsa böyle bir ses kaseti aldık, biz bunları soruşturduk, hatta, cinayet, Susurluk olaylarını bile aydınlatacağız diyecek kadar emin konuşan bir kişinin, daha sonra böyle bir şeyin olmadığının ortaya çıkmasının nedeni nedir sizce.
EYÜP AŞIK (Devamla) - Evvela, bizim elimizde belge var, bilmem ne var diye iddialı konuşmamızın sebebi Kemal Yazıcıoğlu'ndan aldığımız bilgi değil; çünkü, Yaşar Öz dosyası da vardı bizde. Bana göre bütün bu işin en önemli dosyası Yaşar Öz dosyasıdır. Çünkü, Yaşar Öz dosyasında hem sahte belge var hem sahte belgenin devlet tarafından kabul edilmesi var. Yani, o sahte belgeyle adam yakalanıyor ve genel müdür diyor ki, onu serbest bırakın, daha önemli bir dosyadır; o da vardı bizde. Başka şeyler de vardı. Onun için, söylemek istediğimi, sadece buna bağlı olarak söylemiş değilim. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır ama kaset...
EYÜP AŞIK (Devamla) - Ben, Kemal Yazıcıoğlu'ndan o şeyi dinlediğim zaman, doğrusunu ararsanız, bu işin çok önemli olduğunu da, bu derece önemli olduğunu anlamış değildim. Yani, ben kaset varsa göreyim, bakalım falan da dememişim, siz de takdir edersiniz ki, olaylar geliştikçe yerine göre önem kazanıyor. Bir misal vereyim: Yaşar Öz dosyasını biz Hürriyet Gazetesine verdik, size verdikten sonra. Size verdiğimizin ertesi günü, Sayın Genel Başkan biz dosyanın bir suretini Hürriyet Gazetesine verdik; kullanmadılar. Yani, hafif bir şey yazdılar, önemsemediler. Daha sonra, Kadir Çelik'in programında iki kere Yaşar Öz'ün o dosyayı açıkladı, beni çıkarttı, Mesut Beyi çıkarttı, hatta teslim alan komiseri de çıkarttı, kamuoyu ilgi duymadı. Ne zaman Necdet Menzir, Yaşar Öz'le ilgili iki cümle söylediyse, Yaşar Öz dosyası Hürriyette manşet oldu; kendilerinin eline geçtikten tam bir ay sonra. Tabiî ki, o zaman önemli olduğunu anlamadı, daha sonra... Kemal Yazıcıoğlu'nun bahsettiğiniz Topal cinayetiyle ilgili Şey kamuoyunda bir ara Cumhurbaşkanıyla olan zirve dolayısıyla, yani bilgi, belge verdi, gitti oraya dayandı, o zaman çok önem kazandı, yani, o zamana kadar önemli değildi. Kemal Yazıcıoğlu bize kasetin bir delil olmayacağını, yani bunun önemli bir şey olmadığını da söyledi. Buna rağmen diyeceksiniz ki, size söylediği kadarını da niye daha sonra vermedi; benim bildiğim kadarıyla, aslında cinayeti çözmeye yeterli delil olmadığı halde, bir cinayeti çözmek için delil kabul edilmediği halde, sırf ben dedim, dediğimin ispatı diyerek böyle bir şeyi ortaya sürse, Kemal Yazıcıoğlu bununla ancak kendini hapse tıkardı. Yani, üç sene falan ceza alırdı zannediyorum. Soruşturma yapmış ve delilleri yok etmiş, failleri kaçırmış bir emniyet müdürü olarak hem meslekten ihraç hem de üç sene ceza alırdı. Karşılığında da, ben biliyorum ki, Kemal Yazıcıoğlu onun belge olduğunu kabul etse verirdi de onu; karşılığında da mahkûmun veya suçlanan kişinin "canım o kaset bana ait değildir, zaten hukuken delil değildir" deyip çöpe atacağı bir şey. Yani, herhalde adam kendine göre bir hesap yaptı, böyle yaptı. Ama, ilk konuşmamızda nedir, ne değildir, yani, bana, biz, böyle böyle aldık falan... 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, alan bir kişi, olaylar olduktan sonra, kasetin delil olmayacağını, kendisinin suçlayacağını filan, sonraları öğrenen birisi değildir, bunlar sürekli yapıyorsa, alıp onu bir yere koymuştur; emniyetçilerin her zaman vardır. Ben şunu sormak istiyorum, siz bir yerde bir gazetede veya bir televizyonda ben dinledim dediniz. Sayın Yılmaz, dinleyen arkadaşlarımızın ifadelerinden yola çıktım dedi. Samimi olarak Kemal Yazıcıoğlu'nda böyle bir kaset var mı yok mu?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Var. Ya Kemal Yazıcıoğlu'nda ya ona bağlı birimlerdeki bir adamda ya da dolapta; nerededir bilmiyorum ama, beş para etmez bir kasettir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Dinlediniz mi siz?
EYÜP AŞIK (Devamla) - Buraya kadar şey yapalım izin verirseniz. Bu bilgiyi zaten Kemal Yazıcıoğlu'ndan sonra da bazı makamlara da verdik.

BAŞKAN - Faydalı bilgiler aldık Eyüp Beyden, teşekkür ederiz.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=426


53. CÜ BÖLÜM KISIM 1 İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 50 / KISIM 2

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 50/ KISIM 2




NECDET MENZİR (İstanbul) - Bir şeyi düzeltelim mi; yani, sabıka kaydı mı, adamın aranıp aranmaması mı; şimdi buradaki nüans farkı orada. Ben onu söylemek istedim.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Adamın aranıp aranmaması da söz konusu.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yani, bir kişi, eğer, bir adam bir suçtan dolayı aranıyor da, siz, bu adamı alıp da bir hizmette kullanıyorsanız, o zaman yanlış olur tabiî, onun olması mümkün değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi aranmıyor diyorsunuz yani.
NECDET MENZİR (İstanbul) - O gün de adam aranmıyor.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, bakın başka bir şey var. Siz, emniyet müdürüsünüz, emniyette görevli birisisiniz, benim de görevim bu olsa, bir fiil işleniyor, deniyor ki, bu adam sahte pasaport vermiş, pasaportu alan adam diyor ki, ben bu sahte pasaportu şu kişiden aldım. Bu kişi, şu anda suçlu yasalara göre öyle değil mi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Sanık.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Pardon, sanık. Aranıp aranmaması önemli değil.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ama, aynı Adana Emniyet Müdürlüğü, yazısında -siz orayı kaçırdınız herhalde- "bu şahsı yakalayın; eğer, bu şahıs, başka bir suçtan aranmıyorsa veya yaptığınız aramada, bunun evinde yaptığınız incelemede başka bir suç eşyası ele geçirmediyseniz, bu şahsın ifadesini alın, nüfus hüviyet cüzdanını alın, gönderin." diyor. Ne diyor, biz buradaki bu evrakları tekemmül ettirip, cumhuriyet savcılığına göndereceğiz. Savcılık davayı açar, bunlar da yargılanırlar, eğer suçluysa cezasını alır; yani, o mealle söyleniyor,
BAŞKAN - Siz, talimatı yerine getirmiş oluyorsunuz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet, evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Adana Emniyet Müdürlüğünün böyle bir talepte bulunması yasal mıdır?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yasal.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, bir adama, bu adam sahte pasaport failidir deyip, arkasından da, her ne kadar böyleyse de, siz bunun sadece ifadesini, nüfus belgesini alın gönderin demesi, siz polis olarak yasal mı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yasal, neden yasal olduğunu ben size söyleyeceğim. Şimdi, adamı yakaladınız orada ve adamı aldınız, attınız içeriye. Bu adamı gözaltında tutma süreniz ne kadar; 24 saat.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bilemedin, 1 hafta, 15 gün.
NECDET MENZİR (İstanbul) - 1 hafta, 15 gün tutamazsınız bu olaydan. 1 hafta, 15 gün tutabileceğiniz olaylar, Devlet Güvenlik Mahkemesinin yetki alanına giren konulardır. Burada, sizin kullanabileceğiniz süre 24 saattir. Savcı, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikle -hafızam beni yanıltmıyorsa- 2'den ziyade kişi olacak. Onu da teşekkül olacak. Ondan sonra, size, ilk defada kendisi 4 güne kadar, sonra sulh ceza hâkiminin takdiriyle 1 haftaya kadar bu süreyi uzatacak. Böyle bir yetkiniz yok, ortada çete halinde işlenmiş bir suç yok. 24 saat tutma yetkiniz var. Adana'dan gelecekler, bu adamı alacaklar -yol hariç diyelim- bir de Adana'ya götürecekler. Bu kadar süre, bu adamı, bu suçtan gözaltında tutma süreniz yok. Yani, o nedenle, bu tip olaylarda, incelemeye bağlı olaylarda dava açılır. Zaten, bir taraftan da, bir şey daha söyleyeyim; yine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikte, ceza üst sınırları 7 seneye çekilmiştir. 7 seneden aşağı cezalarda, tutuklanma esas olarak öngörülmemektedir. Yani, çok özel durumlara inhisar ettirilmektedir tutuklanma sebepleri de. Şimdi, adam bu olaydan dolayı tutuklanmayacağına göre, polisin yapmış olduğu talebi doğrudur, isteği doğrudur ve bugün de öyle yapılmaktadır; ama, bu uyuşturucu kaçakçılığı olsaydı, mesela örgütle ilgili bir olay olsaydı, bir hırsızlık olayı olsaydı, bir gasp olayı olsaydı böyle davranamazlardı. Çünkü, netice itibariyle, bir iddia, bir suçlanan olayda tanığını, şahidini vesairesini toparlayacak, derleyecek. Bizim için, az evvelki söylediğimde önemli olan, siz şunu diyorsunuz -benim anladığım, benim çıkardığım- "o andan itibaren bu adam aranır duruma düşmüştür, siz aranmadığınızı söylüyorsunuz." Adana Emniyet Müdürlüğünün İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazmış olduğu talimatı arkadaşlarımız tetkik ediyorlar; oranın talimatı ve isteği bu. İşlemi yapacak olan Adana Emniyet Müdürlüğü, Türkiye'de -siz de takdir ediyorsunuz ki- her il ve ilçe çevresi kendine göre bağımsız bir organ.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben buradan şunu öğrenebilir miyim diye bu soruyu sordum size. Size, emniyet genel müdürünün söylediği gibi, acaba, Adana Emniyetine de mi, böyle, adamımız diye söyleyip, o doğrultuda böyle bir işlem yapılması...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yok. Siz bu evrakları aldığınız zaman, orada bütün çıplaklığıyla görme imkânına sahipsiniz. Burada, polis, İçişleri Bakanlığından, İstanbul Emniyetinden istediğinizde, bu evraklar geldiğinde onu çok açık göreceksiniz. Çünkü, o yazılan yazılarla şeyin alakası yok; o çok farklı bir olay. Adam, Adana'dan yurda giriş yaparken yakalanan bir adam. Yani, oraya, zaten ne benim ne emniyet genel müdürünün ne İstanbul Emniyet Müdür Muavininin bu evraklardan haberi olması mümkün değil. Çünkü Türkiye'de 10 milyondan fazla nüfus var İstanbul'da, yağmur gibi evrak gelir. Yani, sizin, her evrakı alıp okuma şansınız yoktur. Şube müdürüne gider, şube müdürü de çok önemlilerine ancak bakabilir; ondan sonra ilgili büro amiridir. Yani, evrakın muhatabı, işlemini yapacak olan, en son geldiği ilgili büro amiridir ki, o bürolara paylaşıldığı zaman evrak sayısında elbette ki belli bir oranda...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani adlî vaka gibi kabul ediliyor bu.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet, evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir şey söylediniz "Çakıca'ya dedim ki, eğer böyle bir şey olursa, size terörist muamelesi yapılır" dediniz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - "Silahla geziyorsun, teslim olmuyorsun, yarın öbür gün polisle karşı karşıya gelir, silaha davrandığın zaman, terörist muamelesi görürsün bunun karşısında; yani, bu muameleyle muhatap kalabilirsin."
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, her silahla dolaşana aynı muameleyi yapıyor musunuz?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ama, çete olayı o gün gündeme gelmişti. O gün de biz, kamuoyuna karşı bu çete olayını açıklamıştık. Dedik ki, Türk Ceza Kanununun 313 üncü maddesi vardır. O güne kadar 313 üncü madde çalıştırılmıyor. Bir de hatırlarsanız, Emniyet Genel Müdürlüğünde benim de açıklamalarım vardır, şu Kutmangil cinayeti vardır o olayda. 313 üncü madde kapsamına alıp bunlar hakkında çete yönünden işlem yapılması gerekir; iddiamız oydu yani. Münferit suçlar, suça azmettirme. Suça azmettirmede, size desem ki, gidin falanı vurun. Yarın da ben geldim, mahkeme huzurunda dedim ki, evet falanı vur diye bana filan söyledi. O da geldi, ben söylemedim... Ne diyorlar kavli mücerret, o olay meydana geliyor. Onun için, o çete kapsamıyla, meseleyi bütünleştirmek için. Netice itibariyle, yasadışı örgüt kurmak değil midir? Terörist nedir; yasadışı bir örgüttür. Buradaki olayda yasadışı bir örgüt oluşturuyorsunuz, yasadışı silahlı eylemlerin içine giriyorsunuz, terörist muamelesi görürsünüz; yani, toplumdaki...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Zaten yasadışı örgüt oluşturmamış mı, çek-senet mafyası diye adlandırılan; yani, elinde silahlı adamlarla gidip ondan bundan...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Benim dönemimde işlenmiş olan suçundan dolayı cezasını çekmiştir; yani, kaçtığı, geçtiği, himaye gördüğü hiçbir olay yoktur.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bakın, ben hatırlıyorum; sizin, benden çok daha iyi hatırlamanız lazım. Gazetelere, televizyonlara, Çakıcı'nın beyanatları vardı "şunu da öldüreceğim, bunu da öldüreceğim..." En sonunda hanımını da öldüreceği doğrultusunda ve Bursa'da da öldürülmüştür. Bu arada, sizin yardımcınız Hüseyin Kocadağ ile ilgili de iddialarda bulunmuştur. Yani, o zamandan ve ondan gerisine doğru baktığınızda, tabiî, tek tek bunları...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yani, bu olaylara inersek bunun içinden çıkamayız. Şunu söylemek istiyorum...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben de şunu söylemek istiyorum; bir çete..
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ama, devlet üzerine gitmiştir, meselenin üzerine gitmiştir. Yani, olayların üzerine devlet yürümüştür. Devlet, kararlılıkla ne varsa, nereye kadar gidebiliyorsa onu yapmıştır. Şimdi, bugün, birçok konuda suçlanan polis, o gün de bu görevleri yapan polistir yani. Bu görevleri yapan, gecesini kucaklayan polistir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Polisi birçok konuda suçlamıyoruz. Aksine...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Sizin, için söylemiyorum. Şimdi, şeye de karşıyım tabiî; yani, Türkiye'den kaçıp gitmiş, Türkiye'de yasalar nezdinde aranan bir kişinin televizyonlarda çıkıp da konuşmasının çok fazla da kale alınacak tarafı yoktur. Eğer, çok kendine inanan güvenen insanlar olsa, gelirler, burada yargı organlarında hesaplarını verirler, aklanırlar, bildiklerini gelir burada anlatırlar. Yoksa, bugün, teknolojinin imkânlarını alacaksınız elinize, sabahtan akşama telefonlarla katılacaksınız, söylediğiniz yalan mıdır, doğru mudur; incelenme imkânı olmayan atfı cürümlerde bulunacaksınız; bunlar, tabiî, hoş şeyler değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Anlıyorum. Sayın Menzir, biz, sizin bilgilerinizden yararlanmak istiyoruz gerçekten. Hem yaptığınız görev açısından, deneyiminiz açısından hem de siyasî olarak olaya şimdi başka türlü baktığınızı da bilerek...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Daha bakamıyorum, öğrenemedim. Siyaseti öğrensem bakacağım siyasî nasıl bakılıyor diye.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, neyse çözüm yolları. Şimdi, sizin döneminizde, her ne kadar sizin sınırlarınızın içerisinde olmamış olmasına rağmen; ama, işte İzmit, Sapanca üçgeni içerisinde birçok faili meçhul cinayetler oldu. Bunların her biri de Türkiye'de ses getirdi. Behçet Cantürk'ler falan. Bakıyoruz şimdi bazı olaylara, o zamanlar; yani; sizin Emniyet Müdürü olduğunuz dönemlerde İstanbul'da bunlar gerçekleşiyor. Söylediğiniz doğru, 10 milyonluk bir şehir; 10 milyonluk ülkeler var, orduları var, kabineleri var, cumhurbaşkanları var, başbakanları var. Ama, İstanbul, sadece bir emniyet müdürüyle bir valinin yönetiminde olan bir şehir. Birçok şeyden, doğal olarak da polis teşkilatının yapısından da kaynaklanarak, haberdar olmamanız mümkün. Ama, kamuya mal olduktan sonra, haberdar olmamanız da söz konusu değil. Acaba, bu tip olaylarda bir çalışma yaptınız mı, hatırlıyor musunuz, bunların üzerine gidilmesi, ipuçlarının takibi doğrultusunda; yani, Behçet Cantürk'ün öldürülmesi, Alaattin Çakıcı'nın... Kutmangil, dediğiniz gibi... Birçok olayların, burada, bugünkü suyun üzerine çıkan sonuçları da görerek bir daha şöyle baktınız mı, nerelerde...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla -yanlış bir şey söylemiş olmayayım- o günkü bizim asayiş şubesi müdürlüğüyle, o cesetlerin bulunduğu ilgili savcılığın -hangi ilçeyse- beraber çalışmaları yolunda, onlara her türlü bilgi, belge konusunda her türlü destek vermeleri konusundâ, onlardan gelecek bir talimat konusunda yardım etmeleri konusunda, arkadaşlara, o günkü müdürlere bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum. Tabiî, burada, hukuk açısından baktığınız zaman suçun işlendiği yer kavramı var. Suçun işlendiği yer, sınırları içerisindeki savcılık görevli olduğuna göre, geri kalan mesele, onlara, diğer bölgelerin destek çıkması ve yardımcı olmasıdır. Elbette ki, aydınlanması gereken konulardır. Zannediyorum, oradakiler devam ediyorlar hâlâ bu konularla ilgili çalışmaya. Bir de, tabiî, bu konuda bilgisi olanları çıkıp bilgilerini ortaya koyması gerekiyor. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - "Abdullah Çatlı'yı tanımam, arandığından da bilgim yok" dediniz, değil mi yanlış hatırlamıyorsam?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Arandığından da tabiî.. Her gün, Abdullah Çatlı aranıyor gibi bir şeyi kafamda tutacak bir yapım yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, emniyet teşkilatının içerisinde...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî, yıllar evvelden böyle önüme bir evrak gelse, bir şey gelse, bu isim benim kafamda bir çağrışım yaptırır; bir şüpheyle dururum. O zaman, bu isim neydi derim, bu isim nedir diye sorarım. Benzeri bir olay, yeni gittiğimde, yüzlerce binlerce silah dosyası evrakları var. Neyine bakacaksınız; hiçbir şeyine bakamazsınız bu dosyanın. Ancak, buradan bakarsınız paraflara, atılan paraflar tamam mı, ilgililer tarafından kontrol edilmiş mi; bir de şöyle isimlere bakarsınız. Onun için ya cumartesi ya pazar günü istirahatınızdan ayıracaksınız, yedi sekiz saat evrak imzalayacaksınız. Baktım, orada, bilmem ne Çapan, bilmem ne Çapan; kafamda bir soru işareti bıraktı benim. Evrakın üzerine soru işareti koydum ben, getirin bakalım bunlar nedir, ne değildir diye silahla ruhsatıyla ilgili olarak. Şimdi, mesele o; yani, böyle bir kamuoyunda isim telaffuz ediliyorsa, kafamda bir şey vardır; ama, yani, her gün, filan aranıyor mu, falan aranıyor mu gibi de aklımda tutmam mümkün değil onu, aranır mı aranmaz mı, kim aranıyor kim aranmıyor diye. Adam hiç aranmayabilir; mesela, ben, Yaşar Öz ismini bu olay ortaya çıktı öyle duydum, Tarık Ümit ismini öyle duydum. Ben, Anadolu'da çalışıp geldim, İstanbul Emniyet Müdürü oldum. Şunu şöyle bilebilirsiniz; daha evvel, ben, İstanbul'da veya Ankara'da küçük rütbelerde komiser yardımcısı, komiserken, baş komiserken buralarda şube müdürlüğü filan yapsaydım; bu adamlarla o tarihlerde, ben, o görevlerle ilgili bir gayretin içinde olsaydım onları tanır bilirdim. Ama, ben, İstanbul'a direkt Emniyet Müdürü olarak gittim, hiç çalışmadan, tepedeki bir noktada gittim, ondandır yani. Abdullah Çatlı ismi kafamda, hafızamda yer edinmemiş.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Biraz evvel yapısal değişikliklerden ya da yapılması gerekenlerden konuştuk. Buradan şu ortaya çıkıyor; kişilere, hafızasına bırakılırsa bu iş olmuyor. Eğer, bir cürüm işleniyorsa, bir suç işleniyorsa, bu suçun takipçileri teknolojik anlamda olmalıdır, bilimler uzmanlaşmalıdır, bunları mı söylemek istiyorsunuz?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bunların hepsi...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kişi olarak ben hatırlamam ya da hatırlarım diyorsunuz, bu kişiye kalmış bir mesele...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Benim hatırlayıp hatırlamamam önemli değil ki...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Olmalıdır diyorsunuz...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Olması gereken oradaki kayıttır. Bu kayıt da, artık, bugün kâğıtla değil, teknolojiyle tutuluyorsa, bu teknolojinin içerisinden çıkarıp ona bakmak... Ayrıca, bugün polis bilmiyorum iadesini yaptı mı yapmadı mı, yıllardan beri uğraşılan şu parmak izinin bilgisayar ortamında incelenmesi meselesidir. Türkiye'de çok büyük bir yenilik olacaktır bence. Araçlara yüklenecek olan cihazlarla, kompütürlerle, sizin ehliyetinizdeki parmak izinizden veya nüfus kâğıdınızdaki, ruhsattaki parmak izinizden, polis kontrolü yaparken, o anda sizin herhangi bir suçtan aranıp aranmadığınızı 1 veya 2 dakikalık süre içerisinde bugün ölçme imkânı var; bunu ortaya çıkarma imkânı var. Bunların taşınması lazım, bunların getirilmesi lazım. 
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Anlıyorum; yani, çağdaş polisin...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Kafanıza güvenemezsiniz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama; maalesef, şimdi böyle oluyor dediniz. maalesef, şimdi böyle oluyor dediniz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Değil. Tam böyle oluyor değil. Bugün, tabiî, birtakım teknoloji olduğu gibi, birtakım da tabiî kayıtlar var. O kayıtlara bakılarak bunlar yapılıyor ama; yani, siz, bana tevcih ettiniz, hatırlamam bilmem dediniz de. Çünkü, kafanızda tutmanız mümkün değil. Simdi, günlük olarak tutarsınız. Ben, size gelecek sene bugünlerde kalksam, bugünkü konuştuğumuz konuları sorsam...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çok önemli değilse hatırlamam.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hatırlamazsınız. Hele İstanbul gibi bir işte koşturuyorsanız; yani, kafanızı çok zorlamanız lazım bir şeyleri hatırlamak için, bulmak için. Çok değişik şeylerle uğraşıyorsunuz çünkü.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir şey daha sormak istiyorum. Haklı olarak dediniz ki: "Bilgiyi alacaksınız. O bilgiyi, alabileceğiniz insanlardan almalısınız." Yani, buradaki bütün güvenlik konusundaki uzman olan arkadaşlarımız da aynı şeyi söylediler; yani, bozacının şahidi şıracıdır, gidip de başka yerde aramazsınız. Doğrudur. "Bunlara, yasal evraklar vermek gerekir" dediniz, can güvenliklerini sağlamak açısından.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şimdi, yasal evraklar gerekir değil. O, bazı faaliyetleri yaparken, oradan şüpheyi cezbetmeyecek tarzda geçmesi gerekir. Geçmesi gerekir, başka çareniz yok yani, nasıl yapacaksınız. O zaman, şimdi ben size farklı bir şey söyleyeyim. Yaşar Öz'e sahte pasaport yaptırıp sahte pasaportla Yaşar Öz yakalansa, bu defa, ben, mahkemeye verecektim Yaşar Öz'ü bu sahte pasaport ne diye. Yaşar Öz demek ki, suçlamayayım buradan tabii, yahut isim de telaffuz etmeyeyim. Yani, birisini kullanıyorsanız, o adam bir sahte pasaport yaptı, yakalandı. Sahte pasaportla mahkemeye gidecek. O zaman, sizin için ulaşabileceği bir nokta kalmıyor, gidebileceği bir hedef kalmıyor, geçemiyor yani.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, can güvenliğini devlete karşı diyorsunuz. Devletin, onun ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır, devlete karşı can güvenliği değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çünkü, bakın, ben de şöyle söyleyeceğim. Diyelim ki -ismini vermeyelim- o camiadan -hadi verdiniz- Yaşar Öz uyuşturucuyla ilgili size bilgi verecek. Siz de, ona, daire pasaportu veriyorsunuz, yeşil pasaport veriyorsunuz. Kendi camiasının içerisinde yeşil pasaport taşıdığı duyulunca, Yaşar Öz'ün can güvenliği ne olacak?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Kendi camiası içerisinde?..
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Evet. Yani, uyuşturucu camiasının içerisinde yeşil pasaport taşıdığını ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Az evvel "onun güvenliğini de sağlamaya mecbursunuz" derken onu söylemek istedim zaten. Onun güvenliğini de sağlayacaksınız yani.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, buradan şuraya geleceğim. Bu kişilere bağlı olarak diyorsunuz; yani, yasadışı kişileri ya da uygulamanın içerisinde olan insanları, devlet, bir yere varmak için, bunları kullanır, kullanabilir. Peki, bunu kullanmasına kararı kim verecek? "Siyasîler buna karar vermeli" dediniz. O, bir deneyimin sonucundadır. Kararı, eğer siyasî değil, bürokrat verirse?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bürokrat vermez netice itibariyle. Bunu, devletin Millî İstihbarat Teşkilatının bir çalışma düzeyi vardır, onların bir koordinasyon kurulları vesaire var da. Ben diyorum ki, tam bir bilgi sahibi değilim; ama, bunun bir yasal zemini olmalı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, siyasilerin bilgisi dışında verebilir mi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Veremez. Nasıl siyasîlerin bilgisi dışında?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (' İçel, ) - Mesela, diyelim ki...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır. Mesela, ben uyuşturucu operasyonu yapacaksam, kimseye haber vermekle mükellef değilim ki.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sevgili Bakanım, şu anda onun mekanizması yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, o başka. Ama, siz yeşil pasaport veriyorsunuz. Uyuşturucu operasyonuyla ilgili değil. Siz, resmî bir belgeyi...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Onu ben vermedim...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben sizi de ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şunu da söyle bağlayalım. Uyuşturucu operasyonları filan farklı olaylar. Uyuşturucu operasyonu yurtiçinde de oluyor, yurtdışında da oluyor. Bunun bir sürü şeyleri var. Biliyorsunuz ki, geçtiğimiz dönemde, Türkiye bu konuda çok büyük bir iş becerdi; 14,15 tonluk uyuşturucu maddeyi yakaladı. Bilmiyorum, Bakan mıydınız, sizin de, orada, kararnamenin altında imzanızın olması lazım. Sizin dediğiniz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılması için gizli kararname çıkarıldı ve kararname götürüldü, İl Deniz Kuvvetlerine tevdi edildi o günkü şartlarda. Şimdi, burada, adam böyle bir yapı içerisinde bir yerlere gidip gelebiliyor. Yani, bunun pazarlığı var, örneği var, numunesi var; yani, teknik tariflerine girmeyeyim, mesleğin şeylerini de pek fazla konuşmak, anlatmak da istemiyorum. Çünkü, netice itibariyle, yarın, yazılıyor ve çiziliyor bunlar. Yıllarca çok emek vererek elde ettiğimiz neticeleri, deneyimimizi, çok basit şeylerden yakaladığı bir şeyi, bizim içimizdeki insanlar, bilgilendirirken, onu da ağzından kaçırdığında, karşı taraf hemen bunu öğreniyor, ondan sonra siz yine yıllarca uğraşıyorsunuz, yeni bir şey bulup onu yakalayalım diye. Yani, buradaki, benim ortaya koymak istediğim, yeşil pasaport da gerekebilir. Bu ülkeye, biliyorsunuz, zamanında, yüzlerce, binlerce silah girdi. Girmemesi için onun da tedbirleri var; yani, neden düşünürseniz aklınızda. Bir şey telaffuz etmeyelim, bunları önlemek için bir şeyler yapılması gerekiyor. Yarın, siz de İçişleri Bakanı olun veya daha başka, Kültür Bakanlığını aldınız, böyle, güvenlik ilgili bir bakanlık alsanız, göreceksiniz ki; yani, diyeceksiniz ki, çok yanlış, bugüne kadar olan baktığım şeyler yanlışmış. Burada, tablo çok farklı görünüyor ve yakalandığınız zaman, ben size söyleyeyim, şeyin de peşinden kopamazsınız orada. Elinizde telefon, zaten, sizi 24 saat rahat bırakmazlar, devamlı haber verirler, bu defa, siz de sorarsınız, ne oldu ne bitti diye. Yani, bu olay, yapılacak. Bu olayın yapılmaması diye, dünyada bunu yapmayan devlet yok. Bunu uygulamayan devlet yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, sizin söylediklerinizin dışında, katılıyorum da ben. Biraz evvel söylediniz "Silahlı Kuvvetlerin kullanılması, çok büyük olay olduğu için, Bakanlar Kurulu, yani siyasî erkin iznini aldık" dediniz. Daha küçük olaylarda, yine bir bürokrat olarak, kullanmak üzere, yine sizin başınızdaki; yani, Kültür Bakanıysa Kültür Bakanı, İçişleri Bakanıysa İçişleri Bakanın onayını...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî, oraya kadar... O alınıyor ama. Yani, bir operasyona başladığınız zaman, o operasyonla ilgili bilgileri, kademe kademe yukarıya doğru veriyorsunuz. O yukarıdakiler, bazen niye diyor ki, şöyle bir haber var; kısa zaman sonra şu yakalanacak, bu yakalanacak diye. Yürütülen istihbarat operasyonuna...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Siyasilerden izin almanız gerekiyor.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî. Yani, faaliyetten haberdar olduğu için oluyor o, netice itibariyle. Öyle o beyanlarda bulunabiliyor. Tabiî, hükümet etmek siyasî sorumluluk değil mi; siyasî sorumluluk orada. Bizim anlatmak istediğimiz biraz daha farklı; yani, burada, şunu söyleyeyim; arife tarif gerekmez, benim ne söylemek istediğimi herkes anladı burada. Onun için bir zemin lazım, orada karar verirken bir zemin lazım. Türkiye'nin de buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 
BAŞKAN - İnisiyatifin de kullanılması lazım diyorsunuz anında.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, siyasî iradenin kullanılması gerekiyor bazı şeyleri yaparken, onu söylemeye çalışıyor. Baştan, Sayın Menzir de onu söyledi "buna bir karar vermeniz gerekir" dedi.
BAŞKAN - Bazen, kendisi, o anda inisiyatifi kullanmak zorundadır.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî. Bir yasal zemini olmalıdır. Yani, ne yapacak, kimliğini kullanacak.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Gelecek için. Şimdi öyle bir mekanizma yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Mekanizma olmadığı için, şimdi oraya geliyorum zaten.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Burada bu işe yıllarını vermiş insan var, en iyisini bilen o.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, gelecek için olmalıdır. Şimdi, öyle bir mekanizma olmadığından bahsettiniz. Ben bundan şuraya gelmek istiyorum. Emniyet Genel Müdürü "Yaşar Öz'e bu evrakları biz verdik" diyor. Bu evrakları taşımaması gereken bir kişiye; yani, yeşil pasaport kullanamayacak bir kişiye yeşil pasaport verdik diyor. "Bunun sorumluluğunu bilerek verdik" diyor. Arkasından dediniz ki: "Bu bize karşı; yani, o silahla ilgili evrak polisin eline geçtiği zaman, o kişiyi bırakmak için; yani, onun güvenliğini sağlamak adına verilmiş bir evraktır." Onu da Mehmet Ağar imzalıyor, onu da veriyor Genel Müdür olarak. Şimdi, bunların hepsini Sayın Ağar -basından okuduğumuz kadarıyla, bize söylemedi ama, yargıya söyleyecekmiş- "bunların hepsini ben vermedim" diyor; yani "bunlar sahtedir" diyor. Bunu söylemesinin nedeni, siyasî bir otoriteden izin almadığından mı kaynaklanıyor; yoksa, emniyet teşkilatında böyle şeyler olmaz mı; ha, bu oldu ondan mı kaynaklanıyor; yoksa, işin gizliliği gerekçesiyle kimseye böyle bir şey söylemiyor?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Onu bilemiyorum. Tabii, Emniyet Genel Müdürlüğündeki yapıyı çözmem mümkün değil. Emniyet Genel Müdürlüğündeki, bakan beyin, Başbakanın falan filan irtibatları vesaireyi benim bilmem mümkün değil. İstanbul'la ilgili tarafı, bizim bu adamı yakalayıp bulmamızdır Adana'daki meselesinden dolayı. Ondan sonra gelişen tarafıdır. Yani, Ankara'daki meseleyi benim çözmem mümkün değil. Ankara'daki meseleyi de çok fazla araştırmışsınızdır...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sizin elinize böyle bir evrak gelse; yani, o polis belgesi, silah taşıma uzman belgesi gelse bir kişiden, siz ne yapardınız, karakoldaki polis ne yapardı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Karakoldaki polis kalkar sorardı, bu neyin nesi diye. Yani, bunu kim verdiyse, başındaki amirine der ki, bu adamda böyle bir kağıt var, bu adam doğru mu değil mi der, onu sorar. Ondan sonra da veren makam der ki, ben verdim veya vermedim.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, burada, veren makam Mehmet Ağar. Sayın Mehmet Ağar "Mestan Şener'e ben verdim, gönderin" diyor.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet. Ben vermedim diyeceğini de bilmiyorum yani, zannetmiyorum Mestan Şener'e onu ...
BAŞKAN - Mestan Beye demiş mi "ben verdim" diye Sayın Ağar?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî. Ben verdim değil, düzeltelim. Biz, bunu istihbarat operasyonunda kullanıyoruz, evraklar bizim. Yani, evraklar bizim diye, manası o. O mana çıkıyor tabiî.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Evrakları biz verdik. Yani, sahte pasaport hazırlamadığımıza göre, Emniyet Genel Müdürlüğü olarak biz verdik. ..
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ama, bu laflar bana söylenmiş değil. Şimdi bir vebal, günah almayalım. Bu laflar bana söylenmedi. Benim, Mehmet Ağar'la telefonda direkt konuşmam yok.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Size söylenmeyen laflardan dolayı ama, siz, dokunulmazlığın kalkması doğrultusunda ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ben otuz yılımı verdim bu işe. Otuz yıl çok düzgün bir çizgi izledim ve kararlı da bir görev politikam vardı. Onun zedelenmesini istemem tabiî. Ne hesabım varsa veririm.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - En son bir şey söyleyeceğim. Sayın Başkanın, bugün gazetelerde çıkan haberlerden sonra da "bu lafların çıkarılmasının nedenini biliyorum" dediniz. Ben bilmiyorum, söyler misiniz nedenini?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Deli saçması. Onları ben başka yerde söylerim. Şimdi, size söylesem olmaz, dışarıda çıkar söylerim sebebinin ne olduğunu, neden onları çıkarıyorlar.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, belki söyledikleriniz, bizim de yazacağımız rapora...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yazacağınız rapora gazetede çıkanlar var, orada takip eder bakarsınız. Biraz da ben...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, gazetede çıkanları, sizin söylemiş olduğunuz olarak kabul edebilir miyiz?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hangisini?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, bundan sonra çıkacak olanları.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ona göre. Burada söylediğinizi, biz, tutanaktan okuyarak, doğrusunu...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Beyan benim beyanımsa verdim beyanı. Ben, bugüne kadar söylediğim lafın arkasında da durdum.
BAŞKAN - Yani, gazetede her yazılan doğru değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Onu söylemek istiyorum. Gazetede her yazılan doğru olmadığı için, siz de, eğer bunu burada söylerseniz , hiç olmazsa biz de bu konuda aydınlanmış oluruz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Deli saçması.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Hüseyin Kocadağ hakkında sizden bilgi rica edelim. Çünkü, olayın kahramanı, İstanbul'da da olan olayla ilgili... Eğer bilginiz varsa...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hüseyin Kocadağ'ı, ben, 1988 yılında, Diyarbakır'da tanıdım. Orada, özel harekât müdürüydü ve çalışkan, başarılı becerikli; yani, polisliğin bir sürü vasıfları vardır, hem görevle ilgili hem lojistikle ilgili hem yerleşimle ilgili hem yazı tekniğiyle ilgili kendisini yetiştirmiş bir arkadaştı. Sonra, ben, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne geldim; o, Diyarbakır'da emniyet müdür muavini olarak devam etti. 1992 yılı ocak ayı içerisinde, benim bu İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine gideceğim basında duyulunca, kendisi -zannediyorum o zaman Tekirdağ'da emniyet müdür yardımcısıydı- geldi "ben de İstanbul'da çalışmak istiyorum Müdürüm, ne dersin" dedi. Hay hay dedik, aldık. O günkü şeyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde evvela asayiş ve çevik kuvvette, ondan sonra da terörle mücadele ve güvenlik şubelerinden sorumlu emniyet müdür yardımcısı olarak benimle çalıştı. Son dönemde de, İçişleri Bakanlığı kendisini aldı, Kemalettin Eröge Polis Okuluna tayin etti.
BAŞKAN - O malum da, onun dışında, bu kişinin şey yapısı hakkında; yani, nedir, böyle karanlık ilişkileri filan var mıydı? Çünkü, o arabanın içerisinde yakalandı.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ben, karanlık bir ilişkisini yakalasaydım, herhalde onun yanına kendimi koymazdım. 
BAŞKAN - Sezersiniz de şey yaparsınız...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yalnız, Sedat Bucak'ı tanıdığını biliyorum yıllardan beri, Sedat Bucak'la arkadaşlıkları olduğunu da biliyorum; çünkü, Siverek'te, daha önce kendisi emniyet amirliği yapmış. Siverek emniyet amirliği döneminden beri tanıştıklarını, yakın dost ve arkadaş olduklarını biliyorum. Onun haricinde, bu konuda benim söyleyebileceğim bir şey yok. Kendisi ...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Meslek hayatı boyunca, meslekle bağdaşmayan ilişkiler içerisinde bulunduğu tarzında, gazetelerde, disiplin cezaları verildiği şeklinde bazı yazılar çıktı. Hatta, 1987 yılında memur disiplin affıyla, meslekten ihraç kararı verilmesine rağmen, disiplin affından istifade edip tekrar göreve başladığı yolunda haberler yayınlandı. Bu hususlardaki bilgileriniz...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ben, tabiî, işin o tarafına değil, şeydeki, kendisinin beceri ve başarısına bakıyorum. Gençken, herkes bir sürü şeyler yapabilir; ama, ben, Hüseyin Kocadağ'ı tanıdığım zaman, kendisi -1948 ya da 1949 doğumludur- 39-40 yaşında bir adamdı. Gençliğinde insanların hataları da olur sevapları da olur, günahları da olur. Benimle beraber çalıştığı dönem içerisinde, başarılı hizmetleri olmuştur ve kendisiyle ilgili, az evvel söylenilen konularda, en ufak kuşkuya yer bırakacak tarzda bir şeyini yakaladığımız zaman hiç kimseye de göz yummazdım, gerekli işlemleri yapardım.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yok, ben, sizinle ilgili olarak; yani, bunları içerdiği anlamında, hangi işlemi yapardınız anlamında söylemiyorum. Bu hususlarda gazetelerde yansıyan bilgiler...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Doğrudur. Şimdi, mesele, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, vilayetin içerisindeki konularla ilgili; Emniyet Genel Müdürlüğü bütün Türkiye'yle ilgili. Buradaki bütün personelin üç günlük alacağı izin bile, Emniyet Genel Müdürlüğündeki dosyasına gelir girer, her şey burada bulunur. O maksatla söylüyorum. Benimle beraber iki vilayette çalışmıştır.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Daha önce de çalıştı sizinle?..
NECDET MENZİR (İstanbul) - Diyarbakır'da. Diyarbakır'a gidince orada buldum kendisini. Özel harekât şube müdürüydü orada ve o binaların onarımında, teşkilatın eğitiminde, bazı yönergeler, tüzükler filan hazırladığımızda, raporlarda vesairede kalemi falan gayet iyi olan, becerikli, başarılı bir insandı. Ondan sonra İstanbul'da beraber çalıştık.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki şunu öğrenebilir miyiz; İstanbul'da siz beraber çalışırken Kemalettin Eröge Polis Okuluna müdür olarak atandığını söylediniz yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi, burada, daha önceden dinlediğimiz bu teşkilat mensubu bazı kamu görevlilerinin söyledikleri, emniyetçilik bir yerde başarıya ulaşmak için ekip işidir; yani, bu hususta, beceri ve zihniyet itibariyle -yani, zihniyet derken politik zihniyet demiyorum, meslekî zihniyet itibariyle- uyum içerisinde olması gerekir ki, başarıya ulaşsın dediler. Siz de, bana, beraber çalışalım diye Tekirdağ'dan geldi dediniz. Benim anladığım kadarıyla, bu uygulama pratik açısından bir emniyet müdürü herhangi bir ile veya göreve atanırken belli ekipleri de, belli şahısları da, şu şahısları bana verirseniz gerçekten başarı grafiğimiz yükselir diye üst amirlerine talepte bulunuyor. Genel prosedür, yani, bizim edindiğimiz intiba burada bu. Hüseyin Kocadağ, Polis Okuluna müdür olarak İçişleri Bakanı tarafından alınırken ki, emniyet içerisindeki bu prosedür açısından mutlaka size bu arkadaşınızı bu görevden alıp bu okula atıyoruz diye sormuşlardır diye bir kanaat var bende ki, sormamaları, size karşı olan, aslında siyasilerin veya üst kademedekilerin nezaketsizliği olarak değerlendirilebilir. O nedenle ben, aynı kanaatimi tekrarlıyorum. Siz, bu konuda başarısız mı gördünüz, yanlışını mı gördünüz? Niçin size sorulması gerektiği halde ve sorulduğuna inandığım şekliyle söylüyorum, bu konuda ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bu sorunun muhatabı İçişleri Bakanlığı...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Size soruldu mu?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bu sorunun muhatabı İçişleri Bakanlığı dedim, bundan başka farklı bir şey konuşamam bu konuda şimdi. Bütün belgeler, bilgiler devlette. Az evvel burada söyledim -söylemeyi de unutmuş olabilirim, oruçlu kafamla da öyle denk gelmiş olabilir laf- ben, İstanbul Emniyet Müdürlüğünden, hükümet kurulsun diye 20 dakika içerisinde karar verip istifa ettim. Bir tane evrakımı da kendim almadım oradan, benim özel kalem müdürüm taşıdı getirdi, şahsî evraklarımı bile. Onun için, her şey devlette. Bu konuların cevapları devlettedir. Devlete sorarsınız, nasıl terfi ettirildi, nereye verildi, ne alındı, ne edildi... 
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ama, devletin hiçbir kaydında olmaz ki. Biz, Sayın Necdet Menzir'e bunu sorarken ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Devletimin kaydındaki o şeylerde benim bir şey söylemem doğru olmaz. Aldılar, emniyet müdür yardımcılığından kendisini dört yıldızlı kadro içerisindeki -tabiriyle söyleyeyim- bir üst göreve terfi ettirdiler.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sizin bir öneriniz olmadı alınmasıyla ilgili...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bu konudaki işleri, İçişleri Bakanlığından soracaksınız.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, şöyle diyebiliriz; siz bundan memnun kaldınız mı...
NECDET MENZİR (İstanbul) - İçişleri Bakanlığından bunu soracaksınız.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, siz kişi olarak, yardımcınızın alınmasından HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Cevap vermek istemediğinize göre..
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bu tip suallerin muhatabı değilim.
BAŞKAN - Sema Hanım; buyurun.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Menzir, sizi epey rahatsız ettik, bilgileriniz için de teşekkür ederiz. Ancak, bugüne kadar Komisyona gelen üyelerin içerisinde en hassas -bu benim kendi değerlendirmem- sizi gördüm. Tabiî ki, insanlar, gördükleri ve icraat çizgileri belli olduğu süre içerisinde de hassasiyetlerini daha net ortaya koyabiliyorlar. Ben de, biraz önce sorulan soruyu özellikle başa yazarak, bürokrat olmanın getirdiği bir şeyle sormak istemiştim; ancak, cevap vermediğinizi görüyorum. Ancak, şöyle bir şey söylemek isterim. Siz, İstanbul Emniyet Müdürüyken -dört sene kadar görev yaptınız- İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ne kadar sahiptiniz; ne kadar kendi kararlarınızla uygulama yapabiliyordunuz? Ankara'dan çok baskı geliyor muydu veya başka yerden? Yani, bu biraz önceki sorunun bir başka şekli gibi tabii.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şimdi, bu farklı tarzdaki bir soru. Hemen hemen hiç baskı gelmiyordu, size açık söyleyeyim. Yani, siyasî baskı olarak 
değerlendiriyorsanız, bir defa yaradılışım itibariyle, karakterim itibariyle baskıya karşı çok kısa sürede tepki veren bir yapım var ve o nedenle de, baskıyı 
kabullenemiyordum ve baskıyla da bir iş yapmıyordum. Zannediyorum ki, İstanbul Emniyet Müdürlüğü personeli en rahat dönemi benim zamanımda yaşamıştır; 
çünkü, kendilerinin üzerinde siyasî anlamda ve görevlerinin, yer değişikliklerinin, vesairelerinin anlamıyla ilgili bir baskı yapılmamıştır. Çok rahat bir dönem 
geçirdikleri kanaatindeyim. Tabiî, baskının dışında, teşkilatın çok büyük olmasından dolayı; yani, yüzde yüz bütün teşkilatın her tarafını ben kontrol ederim gibi bir iddiada bulunamazsınız; ama, ana unsurlarının kontrol edilmesi gereken yerlerde kontrolle mükelleftim, gecemizi gündüzümüze katıyorduk, bunun gereğini yapmak için mücadele ediyorduk. Şeydeki, böyle bir siyasî baskı ve siyasî şey altında kalmam.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki. Yine, sizin şahsınızda değil; ama, sistemi sorgulamak açısından, zaten biz burada da bir yargı kurumu gibi, A, B, C şahısları suçludur diye bir şey çıkarmayacağımıza inanıyorum, önemli olan sisteme karışan veya yapılması gereken ne vardır diye. O yönde, İstanbul Emniyetinde, başka memurlardan Sedat Demir gibi, diğer ismi geçen komiserler var, o zaman sizinle beraber çalışmışlardı, onlarla ilgili görüşünüz nedir?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Benimle beraber çalışmadı. Düzeltelim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Çalışmadılar mı? Sedat Demir de çalışmadı?..
NECDET MENZİR (İstanbul) - Sedat Demir, ben gittiğimde, İstanbul'da Eminönü'nde bir yerde emniyet amiriydi: Ben İstanbul emniyet müdürü olduktan sonra İzmir'e tayin oldu. İzmir'den Ankara'ya geldi, Ankara'dan tekrar İstanbul'a gitti. Öbürleri benimle beraber çalışmadı.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İstanbul'a Kemal Beyle mi geldi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Orhan'la geldi zannediyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bir ,konu çok önemli benim izlediğim kadarıyla. Bugüne kadar Sedat Demir aranıyordu, epey bir zamandır da arandığı söyleniyordu ve bir türlü yakalanamamıştı. Aynı olay, diğer bazı kişiler için de söz konusu; ama, sizce, emniyetin içerisinde aranan şahsı yakalama konusunda siyasî otoritenin rolü var mı; yani, niye böyle birden bire pat dedi Sedat Demir elle konulmuş gibi gidildi bulundu? Yani, nasıl bulunamaz?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yoo. öyle bir şey olmaz. Bakın. Ben bunda... 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, Sedat Demir'in şahsında şey yapmayalım bunu, genel anlamda söylüyorum.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Siyasî otorite, filanı yakala, falanı yakalama gibi bir talimat verse de, bu talimatınızı ulaştıramazsınız zaten. Ne yapacaksınız? İstanbul'da -bilmiyorum- benim bıraktığımda 152 tane karakol vardı, 36-37 tane şube var, çok değişik birimler var. Yani, her birime "bunu, siyasî otorite talimat verdi, bir daha bunu yakalamayın" diye yazı gönderecek haliniz yok.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, arandığına ait yazı gönderme talimatını durdurma var mı? Mesela, bütün birimlere "bu aranıyordur, bu aranan şahıstır, yakalansın" demezseniz ne olacak? Bir noktada pasif olarak olur mu?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Birden olmuyor diyor Sayın Menzir.
NECDET MENZİR (İstanbul) - O olmaz. Sedat Demir'in arandığını herkes biliyor. Şimdi, siyasî otoritenin bunu engellemesi söz konusu olamaz. Birini durdurursanız biri mutlaka yakalar. Sonra, bugün, polisin bütün konuştuğu telsizler filan basın tarafından izleniyor. 20-30 tane kamera var; yani, kim kimden neyi saklayacak, yakalanmış bir adamı, işte bunu siyasî otorite böyle talimat verdi filan diye olmaz. Şimdi, olayların akışı içerisinde hata yapanlar vardır, hata yapmış insanlar vardır; ama, ben size bir şey söyleyeyim mi; en çok üzüntüyü polis teşkilatı duyar buna. Öyle olunca; yani, bir dayanışma vesaire olsa bugün de yakalamazlardı. Nasıl gittiler, koşturdular, demek ki, belli bir zamana dayanıyor, bu çalışmanın belli bir zamanı aşamasını gerektiriyor. Nereden aklınıza gelecek bilmem neredeki şimdi. Gidelim sizinle beraber İstanbul'a, randevulaşalım sizinle, filan yerde buluşalım. Orada bile buluşamıyorsunuz; yani, Beykoz'un bilmem ne köyündeki evi filan bulmak o kadar da kolay olmasa gerek. 
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biz, ülkemizin polis teşkilatına çok güveniyoruz, daha da iyi olmasını istediğimiz için; yoksa...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ben artık polis değilim, biz sizlerle meslektaşız burada.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hayır, ben sizin için söylemiyorum, genel anlamda. Peki, Haluk Kırcı, televizyonlarda istediği zaman pat diye çıkıyor, hemen bağlantı kurulabiliyor. Buna karşılık, çoğu kez İstanbul'da ; olduğuna ait söylentiler de var. Aynı şey Alaattin Çakıcı için de söz konusu ve ülkede, daha önce de, Abdullah Çatlı'nın 122 defa girip çıktığını duyduktan sonra, nasıl yakalanmıyor du, tabiî bir kuşku olarak sormak zorundayız. Sizin bir yorumunuz var mı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Mutlaka... Şimdi, ben bir buçuk sene filan oluyor ayrılalı, şu anda da çok fazla bilgili değilim bu olaylarla; ama, benim görevde bulunduğum sırada yurt dışında bulunuyordu. Haluk Kırcı ismi bile benim kafamda çok fazla çağrışım yapmıyor. Alaattin Çakıcı İstanbul'daki olaylarla ilgili olduğu için, tabiî yurt dışında olduğunu... Ama; az evvel söylediğim gibi, bugün, dünyada bir sürü sahte pasaportları yapanlar var, onu yapan var, bunu yapan var, yüzde estetikle ilgili değişiklikler var, saçta var vesairede var. Girip çıkmadı diye iddia etmem; ama, benim kişisel görüşüme göre yurda da gelmemiş olabilir, Türkiye'ye dönmemiş olabilir gibi bir düşüncem de var. Girdi mi, girmedi mi, girer, o da bir tarafa; yani, şey kapılarından girmeye, mutlaka hudut kapısını kullanarak girmeye gerek yok. Hudut kapıları dışından da gayri yasal yollarla ülkeye girme imkânları vardır, bir sürü şartları vardır. Bu konu üzerinde, yalnız ben şunu söylerim: Şeydeki, mutlaka, Alaattin Çakıcı olarak tanınan polis tarafından yakalanacaktır, polisin bu konuda taviz vereceğini hiç zannetmiyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - 1978-1980'li yıllar. 1978'li yıllarda özellikle Abdullah Çatlı'yla birlikte gerek 7 TİP'linin öldürülmesinde gerekse ondan evvel Doçent Bedrettin Cömert'in öldürülmesinde Haluk Kırcı'nın isimleri geçiyor. Daha önce İstanbul Emniyetinde yakalandı ve kaçtı, daha doğrusu, çok şaibeli bir şekilde çıktı gitti. Bu konuda bir bilginiz var mı? Sizin, devlet ...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Haluk Kırcı benim zamanımda emniyetten filan kaçmadı. Ben, şimdi, onun kaçtığını basından okuyorum. Sonra, size az evvel de anlatmaya çalıştım, 1978'de, 1979'da, ben, Eskişehir'de siyasî şube müdürü, o günkü adıyla terörle mücadele müdürüydüm. Küçük, kendi çerçevem içerisinde, 15-20 memurumla Eskişehir gibi bir yerde mücadele ediyordum; yani, şeydi. Şimdi, aradan aşağı yukarı yirmi seneye yakın bir zaman geçiyor. İşte, Abdullah Çatlı gündeme geliyor. Haluk Kırcı ismini basında okumasam, yine benim aklıma gelecek isimlerden değil yani, neyle ilgili olarak, nedir diye böyle kafamda, hafızamda fazla yer etmiş bir isim değil. Yalnız, az evvel, mesela diyorsunuz ki, televizyonlara falan çıkıyor. Tabiî, Türkiye'de basın hür, öyle olması da gerekiyor, bununla hepiniz üzerine... Ama, mesela, siz, doktor olarak tedavisini yapsaydınız Haluk Kırcı'nın, biz, gelir, sizin yakanıza yapışırdık; tedavisini yapsaydınız veya onu muayene etseydiniz, ilaç verseydiniz, sizin muayene hanenize gelseydi yakalardık. Yasalar düzenlenirken, ihbarla mükellef olan kişileri orada belirlemiş; kimler, neleri ihbar edecekler, onları tasnif etmiş ve orada görevlendirme yapmış, o görevlendirmeye göre basın mensuplarının böyle bir görevi yok. Onlar tabii, haber toplama ve kamuoyunu aydınlatma yolunda hareket ediyorlar. O nedenle, televizyonlara, bazen bizim ulaşmadığımız yerlerde, gidip aranan şahıslarla konuşmaya varıncaya kadar, röportajlar hep oluyor. Ondan sonra da tabiî, polis de bütün gayretiyle uğraşıyor yakalamak için; ama, bugünkü imkânlar dahilinde her şeyi yakalamak, her şeyi bulmak mümkün olmuyor. Size kısa bir anımı anlatayım. Amerika'da Baltimore Kentinde cinayetten sorumlu yetkiliye "kaç tane cinayet işlendi burada" dediğimde -1992 veya 1992 yılında, şimdi tam hatırlamıyorum- "360 tane" dedi. "Kaçını aydınlattın bunların?" "Hiçbirini aydınlatamadım" dedi. "360 cinayetin hiçbirini aydınlatamadın mı? Peki, kamuoyundan sana bir baskı gelmiyor mu, bu cinayetler ne oluyor, insanlar ölüyor?" "Gelirse gelsin, aydınlatamadım, delil bulamadım, şahit bulamadım ve netice alamadım" dedi. Yani, oradaki bir memlekette, meydana gelen 360 cinayet olayından dolayı bile oradaki görevli kendini o kadar çok sorumlu hissetmiyor, bulabilirsem aydınlatacağım; ama, bulamazsam aydınlatmayacağım diyor.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İşsizlik sigortası var orada.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Siz şey yaparken, meselelere bakış açısını; tabiî, olayları yaşamayanlar daha tabiî, olayları yaşamayanlar daha çok böyle münferit olaylarla bağlı kalıyorsunuz, halbuki, bu olaylar yüzlerce, binlerce:
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük)- Şimdi, bazı olaylar önem arz ettiği için, bazı olaylara polis mutlaka biraz daha fazla önem verir, yani, her olaya önem verir de bazı olaylara daha fazla önem verir. Çünkü, kamuoyunun nitekim, Mecliste Susurluk Komisyonuna daha fazla önem veriyor, sebebi, kamuoyunun baskısından kaynaklanan. Şimdi, siz dediniz ki, gazeteciler polis telsizini her gün dinliyor, bir yerde kameralar hazır oluyor, yani, istihbarat kaynaklarını kendisi vermez ama, istihbarat edebilir. Devletin bütün imkanları elinde olan bir polis teşkilatının ve sadece emniyet değil, Milli İstihbarat Teşkilatı da var, yakalanmasıyla ilgili olarak yerine göre
NECDET MENZİR(Devamla) - Milli İstihbarat Teşkilatının adam yakalama diye bir görevi yoktur.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük)- Ben, adamın yakalanmasıyla ilgili olarak diyorum. Yani, Milli İstihbarat Teşkilatı bir şahsın falanca yerde olduğuna dair Emniyete bilgi verip de şu adamı yakalayın demesi kanuna aykırı değil herhalde.
NECDET MENZİR (Devamla) - Hâyır, o değil, adam yakalamaz dedim. Zaten aldığı bilgileri polise veya jandarmaya getirir der ki, bu adamı yakalayın.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük)- Söylemek istediğim o değil yani, şimdi, haber kaynaklar açısından da geniş imkanlara sahip olan bir yapılanma içinde olan devletin, adam televizyon dizisi gibi her akşamda geziyor, şimdi emniyet teşkilatı bu kadar gezme noktasındaki, gayreti var da...
NECDET MENZİR (Devamla) - Adam gezmiyor. Bugün ben sizin buradaki telefonunuzu yönlendiririm, yönlendirerek telefonları ülkenin, dünyanın 8 ülkesindeki adamı burada konuştururum. Yani, siz bakarsınız ki, bu adam Türkiye'den konuşuyor zannedersiniz. Yani, bu teknolojinin altında tam incelemeden tam bakmadan olaylara- yani, televizyona çıkmış nasıl yakalanmıyor, televizyona canlı yayına çıksın babayiğitse göreyim bakayım da yakalanıyor mu, yakalanmıyor mu? Telefonla katılıyorsunuz bir yerden, Amerika'dan da katılırısınız, Japonya'dan da katılırsınız yani, telefonla katılacak olduktan sonra. Avrupa'nın bütün ülkelerinde bizim televizyonlarımızın tamamı seyrediliyor. Türki Cumhuriyetlerin bir bölümünde seyrediliyor, oradan televizyonu seyret al eline telefonu konuş, bu o kadar önemli bir olay değil, onu yakalama şansın ondan yok. Babayiğitse gelsin canlı yayına orada konuşsun bakalım polis yakalıyor mu, yakalamıyor mu, kaçırıyor mu, kaçırıyor mu?
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ali Kalkancı'yı öyle yakaladılar.
NECDET MENZİR (Devamla) - Canlı yayına gelirse yakalar tabiî.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Menzir, 1990 yılında Abdullah Çatlı'nın İstanbul'a geldiğini ve orada oturduğunu biliyoruz, o senelerde tabiî isim olarak tanımadığınızı biraz önce söylediniz.
NECDET MENZİR (Devamla) - Ben bilmiyorum, siz bilebilirsiniz de ben bilmiyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Eşi de anlattı, kendisi de anlatı, tabî burada birçok bilgi geliyor. Bizim izlediğimiz kadarıyla, şahsen benim anladığım kadarıyla Abdullah Çatlı'yı Emniyet içerisinde bir grup koruyup kollarken, yakalanmaması konusunda, hatta yakalanmaması için kendisine bilgi bile verirken, bir grup da yakalanması için mücadele ediyor. Şimdi, bu kadar Türkiye'yi sallayan, sarsan olaylar içerisinde bu emniyet sisteminin içerisinde hakikaten çok fedakarca dürüst görev yapanların yanında farklı grupları, farklı anlayışla mı hizmet ettiklerini, çünkü, onlara da sorarsanız, millî menfaat adına Abdullah Çatlı'nın olması gerektiği, kullanılması gerektiği veya çalıştırılması gerektiği inancı var; ama, onların da sürtüşmesinden dolayı bir senedir Abdullah Çatlı'nın çok tedirgin olduğunu biliyoruz, çok tedirgin, her an yakalanma ihtimali, aynı gruplar adı altında söyleniyor. Sizce bu yorum nasıldır? Eşi bunu açık bir şekilde söylüyor.
NECDET MENZİR (Devamla) - Eşi polis değil, eşi kendine göre bir yorum getirmiştir orada.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) -Tabiî evde konuşulanlarla ancak.
NECDET MENZİR (Devamla) - Polis teşkilatı bir bütündür, içinde ufak tefek farklı görüşte insanlar olur, olması da doğaldır, herkesin zaten bir görüşü olmasa insan olması mümkün değildir.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bunu kesin söylüyor musunuz; bütündür diye?
NECDET MENZİR (Devamla) - Yani, bunu tabiî dışarıda yansıtıp yansıtmadığı konusunda sizin söyledikleriniz.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, sapan gruplar, sapmayan gruplar, arada bir birbirleriyle çelişkili olanlar, istihbarat sistemleri içerisinde sapanlar sapmayanlar yok mu? Hep bütün mü diyorsunuz? Münferit mi değerlendiriyorsunuz?
NECDET MENZİR (Devamla) - Münferit değerlendiriyorum. Türk Emniyet Teşkilatı bir bütündür. Türk Emniyet Teşkilatı acı dönemleri yaşayarak gelip geçmiştir, 12 Eylül öncesini çok acı bir şekilde yaşamıştır, o acıdan iyi dersler çıkarmıştır,onun sonucunda bu olaylar münferittir. Sonra, artık burada bir şeye de dikkat edelim, bugün memurların sendika hakkından herkes bahsediyor, yarın öbür gün memurlara sendikal hak verildiği zaman sendikal hakkı olan insanların siyasal düşüncelerini öyle düşünüyorlar, böyle düşünüyorlar diye değerlendirebilecek misiniz? Polis belki, grev yapmayacaktır, şu olmayacaktır, bu olmayacaktır, ama, önümüzdeki bütün bu Batının, Avrupa'nın, Amerika'nın ve diğer ülkelerin kabul ettiği standartlarda sendikal hak geldiği zaman bunların düşünceleri böyleydi, böyle baktılar diye yine böyle değerlendirmeler mi olacak acaba?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, anladım. Size Emniyet Müdürlüğünüz sırasında hiç İbrahim Şahin arayıp da herhangi bir şekilde bir ricası, müdahalesi, sisteminize bir etkisi veya sizin rahatsız olduğunuz veya olmadığınız bir konusu oldu mu?
NECDET MENZİR (Devamla) - İbrahim Şahin İstanbul'da ben gittiğim zaman şube müdür yardımcısıydı, ondan sonra Ankara'ya gitti, bir şube müdür yardımcısı ayrıldığı müdürüne öyle açıp da bu tür şeyleri emir mahiyetinde, rica mahiyetinde...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - İstek mahiyetinde...
NECDET MENZİR (Devamla) - O cesareti öyle bulamaz yani. Yani, şundan bulamaz, mesleki yapı gereği bulamaz onu.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Emniyet sisteminde İstanbul'da olsun, Anadolu'dan gelmiş olsun, İstanbul'daki aksaklıkları görünce -çok sorgulayan bir yapınız var, zaman zaman çok açık görüşlerinizi görüyoruz- yazılı olarak teknik yönden, siyasi yönden, eğitime yönelik daha legal sistemlerle, daha farklı yapılarla çalışılması gerektiğine ait bir bilginiz, müracaatınız, isteğiniz oldu mu? Veya bu tür bir sorgulamanız oldu mu yazılı?
NECDET MENZİR (Devamla) - Gücüm yettiyse kedim yaptım, gücüm yetiyorsa kendim yaptım.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Önermediniz?..
NECDET MENZİR (Devamla) - Evet. Bu devlette yazıyla çiziyle bir şey çözülmüyor, çözülmediğini de çok iyi gördüğüm için gücüm yetiyorsa onu yaptım, o konuda da İstanbul halkı eksik olmasın bize çok büyük destek oldu, yerel yönetimler de destek oldu, vakıflar vardı vakıflar destek oldu ve İstanbul'da bazı şeyler yapıldı. Ve yapılması için, yapılması gerekenler konusunda da buraya önerilerimiz oldu tabiî, şunlar şunlar yapılsın diye; ama, bir şeyin ucu biraz paraya geldiği zaman o para meselesini çözmek biraz zor oldu, geçmiş dönemle bugünkü dönem arasında epey bir fark oldu yani yapılan çalışmalar neticesinde. Sonra bu büyük kentlerin yapmış olduğu işler Anadolu'daki vilayetlerine de örnek oldu. Yani, onlar da kısa sürede duyarlar böyle bir şeyin yapıldığını ve bu işin faydalı olduğuna inanırlar ve onlar da kısa sürede aynı şeyi kendi yerlerinde yapmaya çalışırlar.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bugünlerde ismi çok geçen bir; Arnavut Sami var, Sami Hoştan, İstanbul'da da kumarhanesi var deniyor, zaten İstanbul'daki kumarhaneler herhalde araştırma konumuz içerisindedir, uyuşturucu kaçakçısı olmasına rağmen, iki kez hüküm giymesine rağmen ona da silah ruhsatı veriliyor, İstanbul Emniyetine müracaatıyla. Bu konuda bir yorumunuz var mı? 
NECDET MENZİR (Devamla) - Hiç haberim yok, Arnavut Sami'yi de tanımam, nasıl verildiğini de bilmiyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Menzir son bir bilgi almak istiyorum, eğer izin verirseniz, biraz önceki konuşmanızda Amerika'da bulunduğunuzu söylediniz, benim de sorum daha önce yurtdışında polis istemiyle ilgili veya görevli olarak çalıştınız mı idi? Ona bağlı bir şey soracağım, çalıştınız mı?
NECDET MENZİR (Devamla) - Çalışmadım; ama, çok ülkeye gittim geldim.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, dışarıdaki istihbarat sistemini, polis teşkilatının kısmen nasıl çalıştığını bilebiliyorsunuz?
NECDET MENZİR (Devamla) - Tabiî...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - O zaman acaba, biraz önce verdiğiniz örnek de bence önemliydi, dış yapıda Türkiye'nin dışındaki daha çağdaş, modern ülkelerde diyeyim, delillere dayalı olmadan herhangi birisini yargılama, konuşma söz konusu olabilir mi? Mutlaka bir kişi veya kişiler hakkında yargı veya değer yargısı getirirken delillere dayalı mı konuşurlar genelde?
NECDET MENZİR (Devamla) - Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikteki esprilerden bir tanesi o, Türkiye'de yani, çağdaşlaşma konusunda oraya baktığınız zaman avukatın sorguda bulunması, avukatın sorguya katılması, delillerin elde edilmesi, yani o konuyu derleme toparlama açısından o yasa o şekilde düzenlenmiş, orada tabiî deliller elde edildikten sonra kişilerin suçlanması yolunu göstermektedir; ama, 180 derece hızla giden bir arabayı siz hemen aynı surette aksi istikamete, batı istikametinden doğu istikametine kolay çeviremezsiniz.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ben yurtdışı için sordum?
NECDET MENZİR (Devamla) - Yok ben Türkiye için sordunuz diye düşündüm.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yok, yurtdışı için sordum. Yani, yurtdışındaki sistem nedir?
NECDET MENZİR (Devamla) - Yurt dışında tabiî, ülkelere göre farklı. Yani, bir suçüstü hali var, suçüstü haline hepiniz biliyorsunuz ki, ona zaten yapılacak bir şey yok, suçüstü halinde her şey, adam suç işlenirken suç delilleriyle beraber yakalanmış olması halidir, o haliyle beraber savcıya, oradan mahkemeye gönderilir. Onun haricinde yapılan çalışmalar bir dosyada toplanır. Savcıların Türkiye'de de bazı işler, yani operasyon denilen iş öyle yapılmaktadır, bilgiler, belgeler toplanır, ondan sonra bu belgelerle ilgili yapılacak bir sürü hukuki işlemler vardır, arama gibi, zapt gibi, şu gibi, bu gibi, bunları almak için hâkime gittiğin zaman bunları götürmeye mecbursunuz, sizde bunları mutlaka görecek, Cumhuriyet Savcısı da görecek,' diyecek ki, haa, bunlar oluşmuş, bu adamın evinde aramaya gerek vardır diye karar verecektir. Sizin demek istediğiniz olayı yakaladım, şöyle yakaladım...
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hayır, ben başka bir şey söyleyeceğim arkasından.
NECDET MENZİR (Devamla) - Ben sizin arkadan gelecek sorunuzu da... Yani, Türkiye'de sanıktan deliller elde ediliyor, Avrupa'da veya Batı ülkelerinde delillerden adamlar suçlanıyor.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Evet.
NECDET MENZİR (Devamla) - Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası bu konudaki adımları atmıştır, Türkiye'deki bu büyük operasyonlarla ilgili yapılan işlemler de bu yöndedir. Suçüstü hali istisna diyorum, suçüstü halinde yapılabilecek bir şey yoktur, her şey meydandadır, bizdeki polis de artık delilleri toparlayarak insanların suçlanması yolunda bilgileri savcılığa aktarmaktadır.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu noktadan hareketle üzüldüğüm bir şeyi sormak istiyorum; son iki gündür Türkiye Cumhuriyeti mi hedef alınarak Almanya'daki olay Sayın Çiller'in üzerine getirilmekte, yoksa, delilleri böyle toplayıp arkadan sunmak şeklinde bir düşünceleri mi vardır? O konuyu siz nasıl yorumlarsınız? Yani, böyle bir şeyin kalkıp da Avrupa devletinin biri ülkesinden pat diye söylenmesi Türkiye Cumhuriyetini gerçekten hedef mi alıyor yoksa ellerinde delil mi vardır? Yani, dış tecrübelerinize dayalı ve de bu konunun içerisinde uzman bir kişi olarak öğrenmek istiyorum. Bir cümleyle.
NECDET MENZİR (Devamla) - Valla bu şeylere Türk polisinin irtibatı çok iyidir. Alman Federal Polisi ve uyuşturucuya bakan bölümü bunun Visbaden'dadır, Türkiye'de onların uyuşturucuyla mücadele teşkilatının sorumluları vardır, çalışır, bizim de karşılıklı olarak orada görevlilerimiz bulunmaktadır.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Niye Çiller'i suçlasınlar?
NECDET MENZİR (Devamla) - Şimdi, konuyu bilemiyorum çözemiyorum, ama, Almanlara bizim geçmiş dönemde gayet iyi diyalogumuz vardı, karşılıklı bilgi alış verişi, bilgi akışı bu konuda sağlanıyordu ve polisin kendileriyle yapmış olduğu işbirliğinden onlar da bizimkiler de son derece memnunlar benim bildiğim kadarıyla. Tabiî, o şeyin önü ve arkasıyla ilgili bir şey konuşmuyorum; ama, Türk Polisinin, Türk Güvenlik Güçlerinin uyuşturucuyla mücadele etmiyor diye bir itham altında bırakılması çok büyük haksızlık olur. Şu anda dünyada çok polisin almadığını, kendim içinde olduğum için biraz da hicap ediyorum, söylemek istiyorum, dünyada 60 bin narkotikçinin üye olduğu uluslararası narkotikçiler birliği 1994 yılındaki uluslararası ödülünü İstanbul Narkotik Şubesine bana ve Emniyet Müdür Yardımcım Mestan Şener'e vermiştir. Bu ödülü almış olan ve şu anda zannetmiyorum ki bir defada 14-15 ton uyuşturucu bir kerede yakalansın, rekoru elinde bulunduran bir ülkeye karşı biraz haksızlık yapılıyor, ama meselenin siyasi boyutları ve ellerindeki bilgiyi belgeyi bilmiyorum; ama bu polis yıllardır bu işle iyi mücadele ettiğini ve kendisini de bu konuda geliştirdiğini de biliyorum.
SEMA PİŞKİNSÜT {Aydın) - Teşekkür ederiz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) -Yani, kanıtı olmadan mahkemenin böyle bir yargıya varması söz konusu olabilir mi?
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani deliller olmadan?
NECDET MENZİR (Devamla) - Bilmiyorum. Veya çok basit bir şeyi yani kanıt değil de çok basit duyumları vesaireleri falan değerlendirir, bunu söylemeleri de haksızlıktır, mutlaka uluslararası yapılacak temaslarda bu iş ortaya çıkar.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Teşekkür ederiz.
BAŞKAN - Peki, teşekkür ederiz.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir şey sorabilir miyim? Mehmet Ağar ile ilgili pozisyonunuz?
NECDET MENZİR (Devamla) - Biz, Mehmet Ağar ile hiç beraber çalışmadık. Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü iken ben İstanbul Emniyet Müdürüydüm.
SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Niye bir soğukluk var aranızda?
NECDET MENZİR (Devamla) - Soğukluğumuz falan yok.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O da dedi ki, ben Necdet'i takdir ediyorum dedi, aralarına şey sokmayın, canım.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O genel müdürdü; siz İstanbul müdürüydünüz.
NECDET MENZİR (Devamla) - Şimdi, onun için bir şey söylemem yanlış olur.
BAŞKAN - Peki, teşekkür ederiz Sayın Menzir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Neyi soracağımı bana mı söyleyeceksiniz Sayın Topçu?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Olsun, bırakın şahsi işleri.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şahsi iş değil ki...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Komisyonu sıkıntıya sokar böyle şeyler...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Komisyon zaten sıkıntıda Sayın Topçu. Sayın Başkan bana gelen bir mektubu size veriyorum; şu anda Afyon Cumhuriyet Başsavcısı Ali Velioğlu'nun bir mektubu: "Ankara İli Elmadağ İlçesi Cumhuriyet Baş Savcılığı görevini deruhte ettiğim sırada mıntıkam dahilinde jandarma bölgesinde aynı merkezde işkence edildikten sonra kafasına tabancayla tek kurşun sıkılarak öldürülen elleri bağlı üç şahsa ait ceset bulunmuş, bunlardan birinin Ahmet Cem Ersever'e ait olduğu, Elmadağ rampalarında bulunan Lalahan Beldesi Süt Kurumu demiryolu köprüsü yanında bulunan cesedin ise, kime ait olduğu belirlenemediği, şimdi ise basından çıkan fotoğraflara göre temmuz 1994 yılında Elmadağ rampalarında bulunan cesedin deforme olmasına rağmen Tarık Ümit adlı şahsa ait olabileceği basında kayboluş tarihleri değişik verilmekte ise de veya soruşturmaya yeni bir boyut kazandırabileceği düşüncesiyle bu iki dosyanın komisyona celbini ve incelenmesinin yarar olduğu düşüncesiyle saygılarımı sunarım." diyor. Dosya numaralarını bilemiyorum; ama, ancak Faili meçhuller arasında kayıtlı ve maktul resimleri de bulunmaktadır. Sayın Başkan, bunu size veriyorum.

BAŞKAN - Peki, bunu da dosyamıza koyup, gereğini yaparız. Şimdi, Abdullah Kederoğlu'nu dinleyeceğiz. Buyurun Sayın Kederoğlu, hoş geldiniz.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=413

51. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***