28 Aralık 2017 Perşembe

RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ 7 EKİM TEZKERESİ BÖLÜM 4

RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ VE 7 EKİM TEZKERESİ  BÖLÜM 4


C. Siyasal Yapı ve Bürokrasi

1. Yasama

Tezkerenin onaylanmasında tek yetkili kurum olan TBMM, Irak’a asker göndermeye ilişkin kararın oluşturulması sürecinde herhangi bir rol oynamamıştır.
İktidar ve muhalefet partilerinin milletvekillerinden çeşitli tepkiler gelmesine rağmen, bu tepkiler karar alma sürecini etkilememiş, meclis karar alma süreci
üzerinde bir rol oynayamamıştır.

Ancak asker göndermeye ilişkin olarak ABD ile yürütülen görüşmelerin her aşamasında, TBMM tarafından alınacak olan kararın önemli olduğu vurgulanmıştır.
Bunun en önemli nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına izin verme yetkisinin Anayasa’nın 92. maddesi doğrultusunda TBMM’de bulunmasıdır.
TBMM’ye sunulan bir yetki tezkeresinin kabul edilebilmesi için Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülmüş olan salt çoğunluğun elde edilmiş olması
gerekmektedir.405 Bu nedenle, daha önce meclise getirilen 1 Mart tezkeresinin geçmemiş olması, hükümet açısından tezkerenin meclise sunulmasına kritik bir önem kazandırmıştır.

Özellikle Meclis Başkanı Arınç’ın tezkereye karşı olması, Erdoğan’ı zor durumda bırakan bir nokta olmuştur. Meclis Başkanı’nın yönettiği oturumlarda bile
oy kullanamamasına rağmen, 1 Mart oylamasında Meclis İçtüzüğü’nün 70. maddesini esnek işleterek kapalı oturum yapma görüşmelerini basına açık yapması, AKP milletvekillerinin muhalefet milletvekillerince yapılan konuşmalar 406 sonucunda kamuoyu baskısına maruz kalma olasılığını doğurmuştur. Bu nedenle Erdoğan, Arınç’ın ikna edilmesine önem vermiştir.

İkna sürecinde başarılı olunduğunu ise Arınç’ın şu sözleri göstermektedir: “Koşullar 1 Mart öncesine göre farklıdır. O zaman toplum da ben de ABD askerinin Türk toprağına yerleşmesine tepki duyuyorduk. Oysa şimdi asker giderse, istikrara katkı sağlamak için, ulusal çıkarlar doğrultusunda gitmiş olacak.”407
Tezkerenin meclise sunulduğu tarihin de önemli olduğu belirtilmektedir. Bunun nedeni, 12 Ekim'de yapılacak AKP Kongresi öncesinde tezkereyi Meclis'e
sunmanın, Irak'a asker gönderme fikrine karşı olan AKP milletvekilleri arasında da caydırıcı bir etkiye sahip olacağının hesaplanmış olabileceğidir.408

2. Yürütme

Yürütmenin çok başlılığı, Türk siyasal yaşamının her alanında olduğu gibi dış politika alanında da karşılaşılan temel sorunlardan birisi olarak kabul edilebilir.409
Dış politika oluşumu sürecinde bakanlar kurulunun yanı sıra cumhurbaşkanlığı makamının da etkili olması nedeniyle bu birimlerin her biri ayrı ayrı ele alınacaktır.

a) Cumhurbaşkanlığı

Cumhurbaşkanı Sezer, 1 Mart tezkeresi öncesinde olduğu gibi 7 Ekim tezkeresine ilişkin olarak da uluslararası meşruiyetin sağlanması gerektiğini, bu
nedenle BM’den gelecek kararın beklenmesinin gerekliliğini vurgulamıştır.
12 Ağustos tarihinde Köşk’te yapılan bir zirvede ise özellikle Genelkurmay tarafından ortaya koyulan gerekçeler Sezer’in bu konudaki ısrarından vazgeçmesinde ve ulusal çıkarlar çerçevesinde bir karar alınması fikrine yakınlaşmasını sağlamıştır.
Genelkurmay tarafından toplantıda, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, yani Kürt devleti kurulmaması, PKK’nın Türkiye açısından bir tehdit olmaktan
çıkarılması ve ABD’yle ilişkilerin yeniden canlandırılması amacıyla Türkiye’nin Irak resminin dışında daha fazla kalmaması gerektiği vurgulanmıştır.410
Uluslararası meşruiyet ısrarı nedeniyle “Köşk'ü ikna” zirvesi olarak adlandırılan toplantıda hükümet ve Genelkurmay'ın gerekçelerini dinleyen Cumhurbaşkanı Sezer, kararı Meclis'in vereceğini belirtmiştir. Zirveden çıkan en önemli sonuç ise, Irak'a asker göndermek için Birleşmiş Milletler kararının beklenmeyeceği dir.411 Toplantı sonrasında Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada uluslararası meşruiyet konusuna atıfta bulunulmaması, bunun yerine ulusal çıkarlara vurgu yapılması, Sezer’in hükümete dolaylı olarak destek verdiği şeklinde yorumlanmıştır.412

b) Bakanlar Kurulu

Türkiye’de dış politika kararlarının oluşturulması ve yürütülmesi bakanlar kurulunun sorumluluğundadır. Bakanlar Kurulu’nun üyeleri, Anayasa’nın 112.
maddesi uyarınca hükümetin genel siyasetinin, dolayısıyla dış politikanın yürütülmesinden birlikte sorumludur. Ancak dış politika kararları üzerinde etkili olan odakların dış politika sürecinde birlikte oynadıkları rollerin anlaşılabilmesi için bu aktörlerin fiili etkilerinin ve birbirleriyle karşılıklı ilişkilerinin de incelenmesi gereklidir.413

(1) Başbakanlık

Başbakan Erdoğan’ın konuya yaklaşımı ve bu doğrultuda aldığı kararlar “Bireysel Faktörler” bağlığı altında ele alınacağı için, Başbakanlık faktörünün konu  açısından    ne anlam ifade ettiği bu başlık altında ayrı olarak ele alınmayacaktır.

(2) Dışişleri Bakanlığı

Gül, Süleymaniye krizinin hemen ardından yaptığı sert çıkışta daha sonra ısrarcı olmamış, özellikle 22-26 Temmuz tarihleri arasında ABD’ye gerçekleştirdiği
ziyaret sonucunda Irak’a asker gönderilmesi kararının meclisin takdirinde olduğunu belirterek, karara karşı olmadığını ifade etmiştir.

Gül’ün Washington ziyareti, Türkiye’nin 1 Mart ve sonrasında ortaya çıkan Süleymaniye krizi sonucunda ABD ile ilişkilerde ortaya çıkan hasarı gidermek
amacıyla Irak’a asker gönderilmesi sürecini hızlandırmıştır. Bu durum, Gül’ün Ankara’ya dönüşünde BM kararının şart olmadığını ve asker gönderme kararının
meclisten geçmesinin mümkün olduğunu belirtmesinden de anlaşılabilir.414
Gül’ün BM kararlarına değil ulusal çıkarlara vurgu yaptığını şu cümlelerinde de görmek mümkündür: “Birleşmiş Milletler kararında biz başından beri çok ısrar
ediyoruz. Yeni bir BM kararı pek çok şeyi kolaylaştırır, rahatlatır. Ama BM kararı çıkmayacaksa, onu da düşünmemiz gerekir… Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin
çabaları var. Eğer onların çabaları yetmiyorsa, bizim çıkarımıza bakmamız lazım. Biz BM kararı bir taraftan olsun diye gayret ediyoruz, ama biz BM kararı için kilit
ülke değiliz. Dolayısıyla olmuyormuş gibi de düşünülebilir.”415

(3) Diğer Kurumlar

Süleymaniye krizi ve izleyen süreçte dış politikayla doğrudan ilişkili olan kurumlar dışında diğer kurumların etkisinin bulunduğunu söylemek zordur. Süreç içerisinde Erdoğan, Gül ve Özkök dışında, konu ile ilgili önemli bir açıklama yaparak sürecin akışı üzerinde etkisi olan kişi ve kurumlar olduğu söylenemez.
Ancak birkaç noktaya dikkat çekmek yararlı olacaktır. 5 Ağustos 2003 tarihinde Başbakanlıkta gerçekleştirilen zirvede konuşan İçişleri Bakanı Aksu, Topluma Kazandırma Yasası’nı gündeme getirerek, yasanın terörle mücadelenin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda Aksu, Türkiye’nin Kuzey Irak
konusundaki kırmızı çizgilerinden birisi olan terör konusunda ABD ile her türlü işbirliğine açık olunması gerektiğini belirtmiştir.416

Ayrıca Irak’taki durumun araştırılması ve Türk askerinin bölgede nasıl karşılanacağının incelenmesi için Ağustos ayının başında Irak’a gönderilen inceleme heyetinde Dışişleri ve Genelkurmay yetkililerinin yanında MİT görevlileri de yer almıştır. MİT Başkanı Atasagun 5 Ağustos’ta gerçekleştirilen Başbakanlık zirvesinde de yer alarak karar alma sürecine dâhil olmuştur.
Diğer kurumların söz konusu dönemde ABD ile ilişkiler veya Kuzey Irak konusunda önemli bir etkide bulunmadıkları söylenebilir.

3. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)

Süleymaniye’de 11 Türk askerinin gözaltına alınması, TSK tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır ve yukarıda da belirtildiği gibi Özkök, bu olayın taraflar
arasındaki en büyük güven bunalımına neden olacağını belirtmiştir.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın Tampa'daki komuta devir teslim törenine katılmak üzere ABD'de bulunan Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Süleymaniye olayları üzerine Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen emirle, bu törene katılmayacağını ve Tampa'daki 2 Türk irtibat subayının da geri çekileceğini bildirmiştir.

Tolon, Türk askerlerinin yerlerinin ve sayılarının bilinmesine rağmen ABD'nin bu girişiminin, NATO müttefikliğine ve dostluğa sığmadığını ifade ederek,
olayın ABD’nin bölgedeki bazı gruplarla birlikte hazırlamakta olduğu bir senaryonun parçasını oluşturduğunu belirtmiştir.417
TSK’nın Süleymaniye olaylarına tepkisinin temelini, 6 Mayıs 2003 tarihinde ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz tarafından yapılan açıklamanın
oluşturduğu söylenebilir.418 Bu açıklamada Wolfowitz, Türkiye’nin ve özellikle de bazı kurumların ABD’yi hayal kırıklığına uğrattığını, bu kurumların başında da Türk Ordusu’nun geldiğini belirtmiş ve ordunun 1 Mart tezkeresi sırasında siyasi otoritelere daha fazla “yardımcı” olması gerektiğini öne sürmüştür.

Dolayısıyla Wolfowitz, Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin merkezine TSK’yı koyarak, Türkiye’nin bir bedel ödemek zorunda olduğunu ve bu bedelin
sorumlusunun da TSK olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle TSK başlangıçta, Süleymaniye olaylarının doğrudan kendisine yönelik olduğunu değerlendirmiş ve bu nedenle ABD’ye yönelik büyük bir tepki ortaya koymuştur.
Ancak olaylardan sonra oluşturulan ortak çalışma grubunun çalışmalarının tamamlanmasından sonra Genelkurmay 2. Başkanı Büyükanıt taraflar arasında güven bunalımından ziyade iletişim sorunları olduğunun görüldüğünü, bundan sonra eşgüdüme gidileceğini belirtmiştir.419

Süleymaniye olayları, Genelkurmay tarafından yapılan “Görüşmeler yararlı oldu” açıklamasından sonra kapatılmış420, ortak çalışma grubunun toplantılarından
konu yeniden gündeme getirilmeksizin, önce BM kararı doğrultusunda elde edilecek uluslararası meşruiyet; ardından ise Türkiye’nin kırmızı çizgileri doğrultusunda tanımlanan ulusal çıkarlar çerçevesinde Irak’a asker gönderilmesi konusu üzerinde yoğunlaşılmıştır.

TSK’nın Irak’a asker gönderilmesi konusuna ilişkin kamuoyuna yaptığı açıklama ise 10 Ağustos tarihinde gerçekleşmiştir. Birinci Ordu Komutanlığı’na atanan Büyükanıt bu tarihte açıkça “Irak’ta risk büyük ama komşumuzda yangın varsa gözümüzü kapatamayız, bigâne kalamayız” açıklamasını yapmıştır.421
Wolfowitz’in 6 Mayıs tarihinde TSK’ya yönelttiği eleştiriyi de yanıtlayan Büyükanıt,

TSK’nın liderlik görevini yerine getirmediği eleştirisinin yanlış olduğunu ve  TKS üzerinden siyaset yapmaması gerektiğini belirtmiştir.
Kısacası TSK’nın Süleymaniye krizinin hemen sonrasında Irak’a asker göndermeye ilişkin bir düşüncesi olduğunu söylemek zordur. Ancak zaman
içerisinde, hükümet tarafından yapılan telkinler ve ABD ile gerçekleştirilen ortak çalışma grubu toplantıları sonrasında, özellikle de kendisine ABD tarafından daha
önce yapılmış olan suçlamayı kabul etmediğini göstererek Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak konusunda liderlik sorumluluğunu yerine getirdiğini vurgulamak amacıyla, Irak’a asker gönderilmesine sıcak baktığını açıkça belirtmeye başlamış; hatta sürecin ilerleyen günlerinde de bu konuyu sahiplenerek Cumhurbaşkanı’nı ve kamuoyunu ikna etmek için çalışmalar yapmıştır.

4. Milli Güvenlik Kurulu (MGK)

MGK’nın 1 Mart tezkeresinin çıkmamasında doğrudan bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün olsa da422, Süleymaniye krizi sonrasında yaşanan süreç üzerinde önemli bir etkisi olmamıştır. Hatta bu konuyla ilgili MGK’dan bir politika önerisi bile ortaya koyulmamıştır. Örneğin Süleymaniye baskınından sonra gerçekleştirilen ilk toplantı olan 25 Temmuz tarihli toplantıda Irak konusuna değinilmemiş, yapılan açıklamada yalnızca “Ülkemizin güvenlik ve asayişini etkileyen iç ve dış gelişmeler… gözden geçirilmiş ve alınması gereken ek önlemler üzerinde durulmuştur” ifadesi kullanılmıştır.423

Ağustos ayında gerçekleştirilen toplantıda ise Irak’ta meydana gelen gelişmeler kapsamlı olarak ele alınmıştır. Yapılan açıklamada, Irak’ta barış ve
istikrarın sağlanması ve Irak’ın yeniden yapılandırılması için uluslararası ortamda meydana gelen gelişmelerin değerlendirildiği belirtilerek, Türkiye’nin Irak’taki
istikrarsızlığın bir an önce sona ermesini öncelikli politika hedefi olarak gördüğü vurgulanmıştır. Bu doğrultuda “ulusal yararlara” uygun politikalar izlenmesi gerekti belirtilmiştir.424

Son olarak 19 Eylül tarihinde gerçekleştirilen toplantıda ise, ulusal çıkarların ve güvenliğin etkinlikle korunması amacıyla Irak’ın en kısa sürede ulusal birlik ve
bütünlük içinde esenliğe kavuşması, ayrıca bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanması yönünde Türkiye’nin verebileceği destek ele alınmıştır.425

D. Basın, Kamuoyu ve İş Dünyası

Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi, Irak’a askeri müdahale konusunun gündeme geldiği ilk andan itibaren önemli bir kamuoyu tepkisi oluşmuştur. Bu tepki 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin temel nedenlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Kamuoyundaki tepkiden çekinen AKP milletvekillerinin, özellikle de
seçimden yeni çıkmanın ürkekliği içerisinde tezkereye hayır oyu verdikleri söylenebilir.

2003 yılının Şubat ayında, dünyanın önde gelen araştırma şirketlerinden Strateji GFK tarafından gerçekleştirilmiş olan bir ankete göre Türkiye'de halkın
yüzde 90'ı savaşa karşı bir tutum sergilemektedir. Aynı araştırmaya göre halkın yüzde 83'ü de Türkiye'nin Irak konusunda ABD ile birlikte hareket etmesine karşı çıkmaktadır.426

Özel’e göre kamuoyu, hükümetin asker gönderme arzusunun gerçekte ulusal çıkar kaygılarına değil, ABD'ye hoş görünme kaygısına bağlı olduğuna inandığı için, asker gönderme kararına yönelik tepki ortaya koymuştur. Özellikle Süleymaniye krizinin sonuçları, kamuoyunda oluşan bu tepkinin artmasına neden olan temel hususlardan birisi olmuştur.427

Süleymaniye krizi sonrasında hükümetin Irak’a asker göndermek üzere yeni bir tezkere için adımlar attığı günlerde de kamuoyundaki tepkiler artarak devam
etmiştir. Yaklaşık 154 örgütün bir araya gelerek oluşturduğu “Irak'ta Savaşa Karşı Koalisyon”, tezkerenin TBMM'de reddi sonrasında, yapılan etkinlikleri daha geniş insan grupları ve bireylere ulaşacak tarzda örgütlemek üzere Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'nu oluşturmuştur. Bu tepkiler 7 Ekim günü zirveye çıkmış, tezkere oylaması öncesinde ve sonrasında pek çok yerde eylem yapılmıştır. AKP Genel Merkezi, TBMM, İstanbul Boğaziçi Köprüsü gibi yerler, tepkilerin ortaya koyulduğu yerlerden bazılarıdır.428

Basın kuruluşlarının ise tezkereye yönelik genel olarak olumlu veya olumsuz bir tavır sergilediğini söylemek mümkün değildir. Çeşitli basın-yayın kuruluşlarında
tezkerenin çıkartılmasını savunan ve 1 Mart tezkeresinden ders alınması gerektiğini vurgulayan yayınlar yapıldığı gibi, Süleymaniye krizinin yarattığı ortamda yeni bir tezkerenin gönderilmesinin Türkiye’nin ulusal gurur ve uluslararası saygınlığına olumsuz etki yapacağını belirten yayınlar da yapılmıştır. Bu nedenle basın yayın kuruluşlarının alınan karar üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etki yaptığının belirtilmesi yanlış olacaktır.

İş dünyası kuruluşları ise Irak’a asker gönderme konusunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. TOBB sürecin başından itibaren, Türkiye'nin Irak'a asker
göndermesi ve Irak'ta bulunması yanlısı olmuştur. 1 Mart tezkeresini destekleyen TOBB, 7 Ekim tezkeresine de destek vermiştir. TÜSİAD ile MÜSİAD ise süreç içerisinde görüş değiştirmiştir. 1 Mart tezkeresini savunan TÜSİAD, 7 Ekim tezkeresine karşı çıkmış, asker gönderilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. MÜSİAD ise 1 Mart tezkeresine karşı çıkmasına rağmen 7 Ekim tezkeresini destekleyen bir tutum sergilemiştir. Her iki kurum da görüşlerinde olan değişimin nedenini, gelinen noktanın farklı olmasıyla açıklamıştır.429

IV. Bireysel Faktörler: Erdoğan’ın Liderlik Açısından Analizi

Çalışmanın birinci bölümünde, liderlerin dış politika açısından değerlendirilebilmesi amacıyla Hermann ve diğerleri tarafından geliştirilmiş olan
yaklaşım ortaya koyulmuştu. Bu bölümde ise söz konusu kriterler kullanılarak Erdoğan’ın değerlendirmesi yapılacak ve dış politika açısından nasıl bir liderlik tipi sergilediği belirlenmeye çalışılacaktır. Bu değerlendirme, Erdoğan’ın Süleymaniye krizi ve 7 Ekim tezkeresi sürecinde sergilediği dış politika ele alınarak ve “Siyasi engellerle başa çıkma”, “bilgiye açıklık” ve “motivasyon” kriterleri kullanılarakgerçekleştirilecektir.

A. Siyasi Engellerle Başa Çıkma

Birinci bölümde ele alındığı gibi, siyasi engellere meydan okuyan liderler, karşılaştıkları sorunlara daha hızlı çözümler bularak sorunun üstesinden daha rahat gelmektedir. Siyasi zamanlama becerisi ve uzlaşı arayışı gibi özelliklere sahip olan liderlerin ise çevrelerindeki tepkilere daha duyarlı ve kamuoyunun görüşleri doğrultusunda karar almaya daha eğilimli oldukları kabul edilmektedir.430
Genel olarak bakıldığında bir karar alıcının önündeki en önemli siyasi engellerden birisinin siyasi muhalefet olması beklenmektedir. Ancak 7 Ekim
tezkeresi örneğinde, mecliste bulunan tek muhalefet partisi olan CHP’nin sergilediği muhalefetin, alınacak olan kararı etkileyebilecek boyutta olmadığı söylenebilir.
Bunun en önemli nedeni, AKP’nin tezkere kararını tek başına alabilecek meclis çoğunluğuna sahip olmasıdır.

Cumhurbaşkanı ve meclis başkanının tutumları da diğer siyasi engeller olarak
kabul edilebilir. Ancak gerek Sezer gerekse de Arınç, daha önceki bölümlerde
belirtildiği gibi, özellikle 5 ve 12 Ağustos’ta gerçekleştirilen iki toplantıdan
hükümetin iradesi sonucu ikna edilebilmiştir.

Uluslararası ve ulusal kamuoyları ise, en yoğun baskı ortaya koyan siyasi engeller olarak ortaya çıkmaktadır.431 Özellikle ulusal kamuoyu 1 Mart tezkeresinde etkisini ortaya koymuş, AKP milletvekillerinin tezkere karşıtı oy kullanmasına neden olmuştur. 7 Ekim tezkeresine giden süreçte de kamuoyunun savaş karşıtlığı artarak devam etmiş, bu baskıya rağmen Erdoğan kamuoyunun tepkisine meydan okuyarak tezkere kararını almıştır.

En önemli siyasi engel olarak kabul edilebilecek olan parti içi muhalefet ise Erdoğan’ı en çok zorlayan engellerden birisi olmuştur. Örneğin AKP Dışişleri
Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger, ABD'nin Irak'ta “işgalci” olduğunu vurgulayarak, Irak halkının telef olmasına neden olacak bir şeyin içine girilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Dülger, BM devreye sokulmaksızın ve uluslararası meşruiyet sağlanmaksızın Türkiye'nin Irak’a asker göndermesinin doğru olmayacağını savunmuştur.432

TBMM İdare Amiri Abdullah Çalışkan ise, “ABD'nin Irak'tan tasını tarağını toplayıp gitmesi” gerektiğini belirterek, böyle bir durumda Irak'a asker
gönderilmesinin, ABD'nin bekçiliğinin yapılması anlamına geleceğini vurgulamıştır.
Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş, tezkere gelirse 1 Mart’ta olduğu gibi yine karşı çıkacağını belirtirken, İstanbul Milletvekili Emin Şirin, “askerimizin kafasına
çuval geçirilirken”, yeni bir tezkerenin getirilmesinin hükümet için çok büyük bir sükutu hayal olacağını ifade etmiştir.433

Kısacası, önündeki en büyük iki siyasi engel olan kamuoyu ve parti içi muhalefet karşısında Erdoğan, uzlaşma arayışı içinde bir tutum sergilememiş ve her
iki engele de meydan okuyarak, kendisine gelecek tepkilerin karar alma sürecinde caydırıcı bir unsur olmasını engellemiştir.
Örneğin Erdoğan’ın 12 Ekim'de yapılacak AKP Kongresi öncesinde tezkereyi Meclis'e sunarak434, bu durumun Irak'a asker gönderme fikrine karşı olan AKP
milletvekilleri arasında caydırıcı bir etkiye sahip olacağını hesaplamış olduğu söylenebilir.435 Ayrıca Erdoğan, tezkere oylaması öncesi yapılan grup toplantısında, “Bugün elimizi taşın altına koymazsak yarın hiçbir şekilde söz sahibi olamayız”436 şeklinde konuşarak tezkere kararının alınmaması durumunda ulusal çıkarların zedelenecek olmasından dolayı milletvekillerinin de sorumlu olacağını belirtmiştir.

Dolayısıyla söz konusu kararda uzlaşı sağlanıp sağlanmaması değil ulusal çıkarların korunup korunmamasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Böylece Erdoğan aynı zamanda, grup kararı olmaksızın parti disiplinini sağlayarak liderliğini de ispatlamıştır.437

Sonuç olarak Erdoğan, Süleymaniye krizi ve 7 Ekim tezkeresi sürecinde siyasi engellere boyun eğmemiş, aksine Irak’a asker gönderme kararını alırken bu
engellere meydan okumuştur.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder