RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ VE 7 EKİM TEZKERESİ BÖLÜM 5
B. Bilgiye Açıklık
Liderlerin dış kaynaklardan gelen bilgiye ne kadar açık olduğu, liderlik stilinin belirlenmesindeki diğer bir önemli husustur. Erdoğan açısından bu konu
değerlendirildiğinde iki noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Birincisi, Erdoğan’ın dış politika konusunda birlikte çalıştığı danışmanlardır. Erdoğan’ın iktidara gelişinden bu yana en çok tartışılan konulardan birisi danışmanların seçimi ve danışmanlara verilen yetkilerin fazlalığı olmuştur.
Erdoğan’ın en önemli danışmanlarından Ömer Çelik, onun bilgiye açık oluşunu “interaktiflik” kavramı ile açıklamakta ve teyit etmektedir. Ona göre Erdoğan, siyasi çizgisi interaktif olarak oluşmuş bir liderdir ve “Erdoğan siyaseti” aşağıdan yukarıya dinamiklerle oluşmuştur.438 Kısacası Erdoğan kararlarının oluşması sürecinde dışarıdan gelen verilere oldukça önem vermekte, kararlarını alırken dış girdileri göz önünde bulundurmaktadır.
Çalışmanın ikinci bölümünde de belirtildiği gibi, dış politikaya ilişkin bir değerlendirme yapıldığında Erdoğan’ın dört danışmanının dikkat çektiği
görülmektedir. Davutoğlu, Zapsu, Bağış ve Çelik, dış politika konusunda Erdoğan’ın fikirlerinde en çok etkiye sahip olmuş olan danışmanlarıdır. Yaşar Yakış ve Şaban Dişli ise zaman zaman Erdoğan’ın dış politika konularında önemli rol oynamıştır. Süleymaniye krizi sürecinde danışmanların ABD’ye Irak politikasına ilişkin taahhütlerde bulunduğundan bahsedilmektedir. Örneğin 2003 yılında yaşanan Irak krizi ve tezkere görüşmeleri sırasında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği görevini yürüten Faruk Loğoğlu, Amerikan tarafının yaptığı ve tezkerenin geçmemesinde etkili olan hataların başında, Türk resmi makamlarının verdiği mesajlar yerine “back-channel (arka kanal)” olarak adlandırılan Erdoğan’ın Danışmanlarının “Tezkere geçecek” yönünde verdiği mesajlara itibar etmelerinin geldiğini açıklamıştır.439
VİDEO;
https://www.youtube.com/watch?v=9LW48zH3ntQ
Çuval Olayı - Ne Notası Müzik Notası mı ? - Video
Ancak Erdoğan’ın bütün danışmanlarının Irak’a askeri müdahale konusunda aynı düşünceye sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Örneğin Davutoğlu,
bölgedeki belli başlı ülkelerle görüşmek suretiyle Irak’ın ABD ile zıtlaşmaktan caydırılabileceğini savunmaktaydı. Davutoğlu’na göre böylece ABD’nin müdahalesi ve dolayısıyla Türkiye’nin zor durumda kalması engellenebilirdi.440
Bu görüş özellikle 1 Mart tezkeresi döneminde dikkate alınmış, Gül çeşitli bölge ülkeleriyle görüşerek uzlaşma zemini aramaya çalışmıştır. Erdoğan da
başlangıçta bu düşünceye sahipken, özellikle Irak Savaşı’nın ABD tarafından kazanılması sonrasında Türkiye’nin de ulusal çıkar algılamasının değişmesi
neticesinde Irak’a asker göndermeye sıcak bakmıştır.
Bunda koşulların değişmesininve Irak’ta bir siyasi yönetimin bulunmamasının da etkisinin olduğu söylenebilir.
Kısacası Erdoğan, birbirinden temel noktalarda farklı düşüncelere sahip danışmanlarla çalışmış, karar alma sürecinde farklı görüşleri dinleyerek koşullara en uygun olan kararı almaya çalışmıştır. Bilgiye açıklık açısından önemli olan ikinci husus ise, Erdoğan’ın kendi dar çevresinin dışından gelen bilgilere ne kadar açık olduğudur. Bu noktada da verilebilecek güzel bir örnek, Irak’a asker gönderilmesine ilişkin kararın alınması sürecinde Dışişleri, Genelkurmay ve MİT
yetkililerinin rapor hazırlamak üzere Irak’a gönderilmesidir.
Erdoğan, Irak'a asker gönderme sürecine ilişkin Irak'ta incelemelerde bulunmak üzere, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Genelkurmay yetkililerinden oluşan bir
heyeti Irak’a göndererek bir rapor hazırlamalarını talep etmiştir. Hazırlanan rapora göre ise Irak halkının bölgede yabancı asker istemediği, ancak Türk askerine daha sıcak baktığı belirtilmiştir. Bu durum, Türk askerinin Irak’ta istikrarı sağlamak amacıyla gönderilmesi düşüncesine olumlu bir katkı yapmıştır.441
Kohen de bu noktaya dikkat çekerek, Erdoğan’ın Irak'a asker gönderme konusunda kararını aceleye getirmek istememesinin doğru bir yaklaşım olduğunu belirtmektedir. Erdoğan’ın önce bütün ilgili kurumların ve birimlerin görüşlerini aldığını, gereken sondajların yerinde yapıldığını ve kararın kapsamlı bir değerlendirmeden sonra verildiğini belirtmektedir.442
Bu iki husus birlikte ele alındığında, Erdoğan’ın karar alma sürecinde dışarıdan gelen bilgilere açık olduğu ve karar almadan önce mevcut farklı görüşleri
ve verileri mümkün olduğunca inceleyerek en uygun çözümü bulmaya çalıştığı söylenebilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın, bilgi toplamaya ve önemli kişilerle istişarelerde bulunmaya önem verdiği için, Hermann ve diğerlerinin “bilgiye açıklık” değişkenine ilişkin olarak belirttiği ikinci tip lider grubunda değerlendirilmesi gerekmektedir.
C. Motivasyon
Siyasi liderlerin içsel veya dışsal etkenler doğrultusunda motive oldukları birinci bölümde belirtilmişti. Buna göre içsel motivasyon bir ideoloji veya bir grup
çıkarından; dışsal motivasyon ise ortamdaki kişilerden belirli bir geri dönüş (kabul, onay, güç, destek, takdir, statü, vb.) almak arzusundan kaynaklanmak tadır.443
Erdoğan’ın Irak’a askeri müdahale konusunda ABD ile birlikte davranma kararını nasıl aldığı incelendiğinde, motivasyon açısından bunun iki temel nedeni
bulunduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi ABD ile seçimden önce kurduğu ve bu çalışmanın ikinci bölümünde ayrıntılarıyla ortaya koyulmuş olan iyi ilişkileri sürdürme isteği; ikincisi dış politikaya önem verdiğini göstererek iç politikada kendisine yönelik şüpheleri ortadan kaldırma ve meşruiyet sağlama
niyetidir.
Erdoğan daha önce de belirtildiği gibi seçimden önce ve sonra ABD’nin üst düzey yöneticileri ile defalarca görüşmüştür.444 Kimilerine göre bu görüşmeler
sonucunda Erdoğan ABD’ye özellikle Irak’a askeri müdahaleye yönelik bir takım taahhütlerde bulunmuştur.445 Bu nedenle meclise girmediği dönemde bile ABD
taleplerini karşılamak üzere Gül hükümeti üzerinde yönlendirici rol oynamış, ancak daha önce de belirtilen çeşitli nedenlerle 1 Mart tezkeresi mecliste kabul
edilmemiştir.
Erdoğan bu nedenle 1 Mart tezkeresinden sonra da ABD’ye verdiği taahhütleri yerine getirmek için girişimlerde bulunmuş, hatta Süleymaniye krizinden
önce de Irak’ta bulunan ABD kuvvetlerine askeri destek katkısı önerilmesini sağlamıştır. Süleymaniye krizinden sonra da, diğer bütün karar alıcılar ilk
tepkilerinde sert çıkışlar yaparak ABD ile ilişkilerin gözden geçirilmesi gerektiğini ima ederken, Erdoğan bu olayın ABD ile ilişkilere zarar vermemesi gerektiğini
vurgulamıştır. Bu nedenle 7 Ekim’e giden süreçte Erdoğan’ın ilk ve en önemli motivasyonunun ABD’ye verdiği taahhütler olduğu söylenebilir.
İkinci olarak Erdoğan, dış politikayı AKP’nin meşruiyetini sağlamaya yönelik bir araç olarak kullanmıştır. AKP’ye ve Erdoğan’a yöneltilen en büyük eleştirilerden
birisi, Milli Görüş geleneğinin devamı oldukları yönündedir. Erdoğan Milli Görüş geleneğinden koptuğunu vurgulamak için “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” ifadesini kullanmış olsa da, yaşanan değişimin toplumsal ve siyasi olarak kabul edilebilmesi için bunu kanıtlamak gereği duymuştur.
Bunu yolu olarak ise Milli Görüş düşüncesinin karşıt olduğu en önemli konu olan Batı ile ilişkiler kullanılmıştır. Erdoğan AB ve ABD ile yakın ilişkiler kurarak
toplumsal ve siyasi meşruiyet kazanmaya çalışmış, bir yandan AB ile müzakerelerin başlaması için çalışmalar yaparken diğer yandan da ABD ile ilişkilerin iyi olabilmesi için o dönem açısından tek yol olan Irak’a asker göndermeyi seçmiştir. Bunda başarılı olduğunu ve çabalarının ABD tarafından takdir edildiğini ise önce Ocak 2004 tarihinde kendisine Amerikan Yahudi Kongresi tarafından verilen cesaret ödülü; daha sonra ise Sea Island (ABD)’deki toplantıda 2004 yılının aynı ayında açıklanan BOP’a ABD tarafından eşbaşkan olarak layık görülmesi doğrultusunda tespit etmek mümkündür.
Kısacası Erdoğan Irak’a asker gönderme konusunda bu iki unsur doğrultusunda motive olmuş ve kararı alırken bu noktalar önem taşımıştır. Bu nedenle Erdoğan’ın Irak’a asker gönderilmesine ilişkin dış politika kararını dışsal motivasyon faktörleri doğrultusunda aldığı söylenebilir.
SONUÇ
Bu çalışmada, Dış Politika Analizi yaklaşımı doğrultusunda Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik özellikleri ele alınmıştır. İnsanı psikolojik ve sosyolojik
bakımdan koşullanmış biçimiyle anlamaya çalışan DPA kapsamında geliştirilmiş çeşitli analiz modellerinden birisi olan Hermann ve diğerlerinin liderlik analizi
yöntemi, bir dış politika krizi doğrultusunda liderlerin dış politika karar alma süreçlerinin incelenmesi yoluyla liderlik tipleriyle ilgili tespitlerin yapılmasına
olanak sağladığı için, Erdoğan’ın liderlik özelliklerinin analiz edilmesinde bu yöntem kullanılmıştır.
Çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi, Süleymaniye krizi ve 7 Ekim tezkeresi sürecinde izlediği karar alma süreci doğrultusunda Erdoğan’ın “Karizmatik
lider” özelliklerine sahip olduğudur. Siyasi engellerle başa çıkma, bilgiye açıklık ve motivasyon unsurları doğrultusunda bir değerlendirme yapıldığında, Erdoğan’ın 7 Ekim tarihinde Irak’a asker gönderme tezkeresini meclise sunma kararında siyasi engellere meydan okuyan, bilgiye açık ve dışsal motivasyona sahip bir lider olduğu ortaya çıkmaktadır. Tablo-2’ye göre bu veriler ışığında bir değerlendirme yapıldığında, Erdoğan’ın karizmatik lider kategorisine girdiği görülmektedir.
Karizmatik liderlerin en temel özelliklerinin, içsel ya da dışsal faktörler doğrultusunda belirlemiş oldukları hedeflerine iç politikadaki diğer karar alıcıları da angaje etmeye çalışmak olduğu söylenebilir.
Bu sayede diğer karar alıcıları da sürece dâhil edebilen karizmatik liderler, hedeflerini gerçekleştirebilmelerine kolaylık sağlayan kuvvetli bir desteğe sahip olmaktadır.446
Erdoğan da bu doğrultuda, göreve gelmeden önce gündemine aldığı konulardan en önemlisi olan ABD ile iyi ilişkiler sürdürmek ve Irak’ta ABD’ye
destek olmak amacıyla Süleymaniye krizi ve 7 Ekim tezkeresi sürecinde diğer karar alıcıları, yani Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nı sürece dâhil etmeye çalışmış, özellikle Süleymaniye krizinin hemen ardından ABD ile ilişkiler açısından olumsuz görüşlere sahip olan
Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın süreci sahiplenmesini sağlamıştır. Bunda başarılı olduğunu gösteren en önemli nokta, Cumhurbaşkanı
Sezer’in ikna edilmesi sürecinde doğrudan Erdoğan’ın değil, süreci sahiplenen Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın rol oynamış olmasıdır.
Karizmatik liderlerin diğer bir özelliği, içinde bulundukları kriz ortamını kendi lehlerine çevirmeyi becerebilmeleridir. Böylece kendi amaçlarına ulaşabilmek
için en elverişli yolları kendisine sunan bilgileri ve görüşleri araştırarak, bu bilgi ve görüşler doğrultusunda kendi amaçlarına ve kararlarına meşruiyet kazandırmaktadır.
Dolayısıyla bu tip liderlerin bilgiye açık olarak konuya ilişkin mümkün olan her türlü veriyi hesaba dâhil ettikleri, ancak daha sonra bu verileri seçici bir şekilde kullanarak kendi amaçlarına hizmet eden veriler doğrultusunda etrafındakileri ve kamuoyunu yönlendirdikleri söylenebilir.
Karizmatik bir lider olarak Erdoğan, Süleymaniye baskını sonrasında içinde bulunduğu durumdan yararlanarak durumu kendi lehine çevirmek konusunda
oldukça başarılı olmuştur. Baskından sonra oluşan ortamı, ABD ile bozulmuş olan ilişkileri yeniden şekillendirmek için bir fırsat olarak görmüş ve bu fırsatı
değerlendirmeyi bilmiştir. Bu doğrultuda Irak’a asker gönderilmesi durumunda iç ve dış ortamdan nasıl tepkiler gelebileceğini araştırmış, çeşitli uzmanların görüşlerinden yararlanmış ve sonunda tezkerenin meclise sunulmasına karar vermiştir.
Karizmatik liderlere ilişkin yapılabilecek belki de en ilginç yorum, bu tip liderlerin hata yapmaktan kaçınmak ve hedeflerine ulaşabilmek için çok ince ve hassas bir strateji izledikleri ve bu nedenle bir sonraki adımlarını tahmin etmenin zor olmasıdır.447 Erdoğan, Süleymaniye krizi ve 7 Ekim tezkeresi sürecinde aldığı karar açısından hassas bir strateji izlemiş, iç kamuoyunda oluşan ABD düşmanlığına rağmen arkasındaki siyasi desteği riske etmekten kaçınmayarak koşulları kendi lehine çevirmekte başarılı olmuştur.
Karizmatik liderler üzerine yapılmış diğer bazı araştırmalar da Erdoğan’ın liderlik özelliklerinin anlaşılmasına yardımcı olabilir. Örneğin Halis Çetin,
karizmatik liderlerin toplumla içselleştiğini; bir ideolojinin, bir dinin, bir geleneksel iktidarın, kısaca bir meşruiyetin bir kişide cisimleştiğini belirtmektedir.
Bu yaklaşıma göre, karizmatik liderin kamuoyu gözündeki algılanma biçimi, eşsiz bir tarihsel, toplumsal ve siyasal misyon ile örtüşmektedir.448
Erdoğan örneğinde de toplumun bazı kesimlerinin İslamcı, diğer bazı kesimlerinin muhafazakâr, hatta kimilerinin de demokrat ve liberal görüşlerinin lider üzerinde cisimleştiği, bu nedenle karizmatik lider olmanın getirdiği güçle Erdoğan’ın hem iç, hem de dış politikada hareket sahasını genişletebildiği görülmektedir.
Erdoğan’ın bu denli geniş bir meşruiyet zeminine sahip olmasının nedenleri İkinci Bölüm’de ayrıntılarıyla açıklanmıştır. İslamcı geçmişi, hitabet yeteneği, 28 Şubat
süreci sonrasındaki demokratik açılımları ve çeşitli nedenler doğrultusunda ortaya çıkan özellikle mağduriyetinden kaynaklanan nedenler, Erdoğan’ın bir dış politika meselesine ilişkin aldığı kararı, iç siyasi engellere ve kamuoyunun onaylamamasına rağmen uygulamaya koyabilmesinin en önemli çıkış yollarından birisidir.
Kendisini “Organik lider”449 olarak tanımlayan Erdoğan, içinden geldiği halkın dilinden anlayan bir liderdir. Bu açıdan hem kamuoyunun talep ve beklentilerini tahmin edebilmekte, hem de gerektiği zaman kamuoyunu kendi iç ve dış politika amaçları doğrultusunda yönlendirebilmektedir. Erdoğan bu sayede iktidara geldikten sonra da birçok konuda önemli adımlar atarak Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını, ayrıca dış politikasını değiştiren ve dönüştüren bir lider olmuştur.
Çalışmanın ikinci bölümünde ortaya koyulduğu gibi Erdoğan’ın, Siyasal İslam’ın “sistemle uzlaşma” ihtiyacının bir ürünü olarak nitelendirilebileceği gerçeği
de hesaba katıldığında, bu uzlaşmayı korumak amacıyla karizmatik liderlik yeteneği sayesinde Süleymaniye Krizi’ne rağmen 7 Ekim tezkeresi kararının alınması sürecinde belirleyici olmuş, liderlik özellikleri nedeniyle bu amacını gerçekleştirmekte başarılı olmuştur.
Bu çalışmadan çıkartılabilecek diğer bir sonuç, karizmatik liderlerin Türk dış politikası karar alma mekanizması üzerinde belirleyici olabileceği ve diğer faktörlere rağmen bu politikayı yönlendirmekte başarılı olabileceği gerçeğidir. Süleymaniye krizinde görüldüğü gibi iç siyasi aktörler, bürokrasi ve iş dünyasından 7 Ekim tezkeresinin çıkartılmasına ciddi bir muhalefet olduğu halde Erdoğan, tezkerenin meclise gönderilmesi kararını almış ve Türk dış politikası açısından belirleyici olmuştur. Dolayısıyla, Erdoğan’ın liderlik özelliklerine sahip liderlerin Türk dış politikasında belirleyici olması muhtemeldir.
Çalışmanın sonuçlarından bir diğeri, Erdoğan'ın gerçekten siyasi ve kişisel olarak bir değişim geçirdiğidir. 28 Şubat sürecinde Milli Görüş'ten Muhafazakâr
Demokrasi'ye doğru bir değişim geçiren Erdoğan'ın bu çalışmada ele alınan laiklik, demokrasi ve hukuk devleti kriterleri açısından yaşadığı değişimin tutarlılığı, bu değişime ilişkin eleştiri ve şüphelerin yersiz olduğuna işaret etmektedir. Bu değişime ilişkin hususlar İkinci Bölüm’de ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Bu bölüm aynı zamanda bir diğer amacı da Erdoğan’ın değişimine ilişkin mevcut tartışmaların ötesine geçerek değişim sürecini ve sonuçlarını kategorik olarak ortaya koymaya çalışmıştır.
Alman Frankfurter Allgemeine gazetesinde Erdoğan'ın artık yalnızca son derece dar bir kesim tarafından İslamcı olarak damgalandığını, laikçi seleflerinin
hepsinden çok daha fazla demokrasi savunuculuğu yapmakta olduğunu belirten bir makale, bu çalışmanın söz konusu değişime ilişkin olarak vardığı sonucu da özetler niteliktedir.450
Bu tezin bir diğer sonucu ise, Erdoğan'ın yaşadığı siyasi ve kişisel değişiminin bir uzantısı olarak, dış politika anlayışının geçirdiği değişimdir.
Erdoğan'ın bir Milli Görüşçü olarak temelde karşı çıktığı Batı (özelde ABD ve AB) ve İsrail ile ilişkiler, anti-Siyonizm ve Kıbrıs karşıtlığı gibi konulara yukarıda
belirtilen değişim sürecinden sonra tamamen farklı bakmakta olduğu görülmekte dir.
Bu sonuç bölümünün yazılması sırasında Erdoğan'ın, Suriye sınırındaki mayınlı bölgenin İsrail tarafından temizlenmesi ile ilgili anlaşmaya yönelik olarak
“İsraillilere, Yahudilere peşkeş çekilecek” şeklindeki eleştirilere verdiği yanıt da bu argümanı pekiştirir niteliktedir: "Bu kadar basit mi küresel sermaye, şu dinden, bu dinden geldi diye ’Eyvah Türkiye elden gidiyor’ demek. Bu faşizan bir yaklaşımın sonucuydu. Bu hatalara zaman zaman biz de düştük ama aklıselimle düşününce, şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda hakikaten ne yanlışlar yapmışsınız diyorsunuz."451
Son olarak, karizmatik liderlikle ilgili bazı noktalara dikkat çekmek yerinde olacaktır. Karizmatik liderlikle ilgili Hermann’ın geliştirdiği açıklamaların yanında,
bu liderlik türünü tanımlamak için kullanılan birçok farklı yaklaşım geliştirilmiştir.
Karizmatik liderliğe ilişkin ilk teori’nin Weber tarafından ortaya koyulmuştur.452
Weber, bu çalışmasında karizmayı bir otorite kaynağı olarak ele almıştır. Weber’den bu yana çok sayıda siyasetçinin ve sosyal bilimcinin karizmayı
tanımlamaya ve karizmanın neden ve sonuçlarını belirlemeye çalıştıkları görülmektedir.453 Çeşitli yazarların bakış açılarına göre farklılaşmakla birlikte, bugün üzerinde genel bir uzlaşıya varılmış bir tanım vermek gerekirse karizma, liderin nitelik ve davranışları; liderliğin yer aldığı durum ya da koşullar ve toplumun gereksinimlerinin etkisiyle oluşan bir güç olarak tanımlanabilir.454
Karizmatik liderlik çalışmalarında Robert House’ın yaklaşımı dikkat çekicidir. House, karizmatik liderlerin üç temel özelliği olduğunu belirtmektedir.
Bunlar, yüksek bir özgüvene sahip olma, yüksek bir etkileme gücü ve baskın olma ihtiyacı duyma ve son olarak kendi inançlarının ahlaki yönden doğru olduğuna diğerlerini güçlü bir şekilde ikna etme olarak özetlenebilir.455
Bernard Bass ise House'un kuramına ek olarak, karizmatik liderlerin halkın coşku ve macera duygusunu harekete geçirerek halkta tutum ve davranış değişimi
gerçekleşmesini teşvik ettiklerini belirtmektedir.456
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder